#soykırıma son ver.
Explore tagged Tumblr posts
Text
İçim kan ağlıyor. Elimden hiçbir şey gelmiyor. Onca çocuk orda bir yudum suya muhtaçken benim evimde sıcak yatağımda uyumam zoruma gidiyor. Bu bir savaş değil katliam. Siz hangi savaşta masumların, sivillerin öldürülmesinin etik olduğunu gördünüz. Bu yapılana dense dense katliam denir, soykırım denir. Neden yani neden? insan bir güzel sözle, küçük bir gülümsemeyle mutlu olabilirken o gülüşleri soldurmak neden? Bir hayvan bile tokken avlanmaz. Gerçi malum ülkeler ne doymak bilir ne de etik. Gözlerini bürümüş bir kere hırs. Ne diyelim Allah sonumuzu hayır etsin. Bir an önce bu katliam son bulur inşallah.
3 notes
·
View notes
Text
KİRLİ SİYASET
Hasan H. Yildirim & Hussein Erkan
Türk devletinin PKK’ye karşı Gare dağı çevresinde dört gün süre sürdürdüğü hava ve kara operasyonu sonucu her iki taraftanda insan kaybı oldu. Bunun tek sorumlusu Türk devletidir.
Bu arada uzun süreden beri PKK elinde rehin olan 13 kişi bu operasyonda öldürüldü. Bu konuda taraflar birbirini suçluyor.
Tüm devletler, kurumlar bu konuda mesaj yayınladılar. Ölenler için timsah gözyaşı döktüler. Ailelerinin üzüntülerini paylaştılar. Bu insani bir duygu gibi görünsede hiçte öyle değildir. Sorarlar insana. Ölenler kim? Görevleri ne? Ne sebeple Kürdistandadırlar?
Bu şahıslar keklik avlamak için Kürdistan dağlarına çıkmadılar. Kürd gerillalarını katletmeye gittiler. Bu gerçeği herkes bilmesine rağmen bu canilere bu kadar sahiplenme niye?
Türk devleti yerilmediği gibi “Türkiye’nin acısını derinden paylaşıyoruz“ yüzsüzlüğünü sergilediler. Gerekçeleride ceplerinde: “Her türlü terörizme karşıy��z.“
Terörist ilan edilen Kürd milleti ve politik güçleri oluyor. Buna karşın Türkler, zat-ı alilerin “müttefikleri“ oluyor. Niye olmasın ki, Türk denilen yapay bir toplumu yaratan, her alanda destekleyen, önlerini açan ve soykırım dahil her uygulamayı Kürd milleti üstünde denemelerini destekleyen onlardır.
Bu nedenle Gare dağında yaşanananlarada bu temelde baktılar. Eserleri olan barbar Türk devletinin icraatlarına sahiplendiler.
Oysa Türk devleti ülkemizde işgalcidir, soykırımcıdır, varlığı meşru değildir, gayri meşru bir güçtür.
“Her türlü terörizme karşıyız.“ “Türkiye’nin acısını derinden paylaşıyoruz“ diyen kim olursa olsun Türk devletinin Kürd milletine karşı sürdürdüğü tüm insanlıkdışı yaptırımların suç ortağıdırlar. Kirli bir siyasetin sahipleridirler.
Türk devletinin eski uygulamaları bir yana bıraksak bile, son dönemlerde Kürdistan’ın kuzeyinde, Şengal’de ve Rojava’da gerçekleştirdikleri soykırım karşısında sesleri çıkmadı bu kirli politika sahiplerinin.
Fakat şunu demektende kendilerini alıkoymadılar. Söylenen şu oldu: “Türk devletinin kaygılarını paylaşıyoruz“ oldu.
Bu, şu anlama geliyor. “Türkler, Kürdlere ne yaparlarsa haklıdırlar.“ İzlenen bu kirli siyasetin başka bir anlamı yoktur. Bu kabullenilemez kirli politikalarıyla bu güçlerde Kürdlere karşı işlenen her uygulamanın suç ortağıdırlar.
Kürdlere ve politik güçlerine gelince sadece ve sadece ülkelerine sahipleniyorlar.
Bir memleket, bir millet düşünün. Kutsal kitabın cennet ve kahraman dediği bu ülke ve milletin varlığı inkar ediliyor. İnkar edilen bu ülke ve milleti tarihten silmek için üstlerinde denenmedikleri yöntem bırakılmıyor.
Soykırıma varan uygulamalara uğruyor. Bu ülke ve millet kan ağlıyor. Üstünde sömürgeciler tepiniyor. Dünya tiranları seyirci. Seyirci olmanın ötesinde Kürd millet düşmanlarını destekliyorlar.
Niye, niye, niye?
Bunun bir sebebi olmalı. Tiranlar bu sebebi çözsede cennet ülkenin kahraman milleti bunu çözmüş değil. Çözmesede kendisine dayatılan bu zulme karşı var olma, kendini yaşatma ve geleceğe taşıma mücadelesini veriyor. “Ya toptan yok oluş, ya kurtuluş“ diyor. Bu niye terörizm olsun?
Kürdistan halkı gencini, ihtiyarını, maddi ve manevi tüm değerlerini bu mücadeleye yatırmış bulunuyor. Kadınıyla, erkeğiyle silah kuşanmış, tüm dünyaya haykırıyor. “Bende varım“ diyor. “Çağdaş milletlerin yanında benimde bir yerim olmalı“ diyor.
Bu ülke onların. Millet olarak buna sahiplenme, kendi ülkelerinde ortak yaşama hedefleridir. Bu ülke sevgisidir, daha ötesi özlemidir. Kendi pazarına, daha ötesi kendine ait olana sahiplenme çabasıdır.
Gayet normal bir durum, insani ve ilericidir. Kimseden fazladan istenen bir şeyde değildir. Kavuşmak istenen sadece doğal ve meşru haklarıdır. Kötülük bunun neresinde? Bu, niye kendilerine çok görülür?
Kendi ülkesine, kendi milletine sahiplenmek kadar doğal ve meşru ne olabilir? Kürd gençleri bunun için ver elini dağlar demiştir. Bu bir haykırış. Bir isyan. Tiranlar işitmesede vicdan sahibi olanlar bu sesi işitiyor. O kahramanların mücadelesine saygı duyuyor.
Sahipleniyor, destek veriyor. Dostları her geçen gün çoğalıyor. Bu, o kahramanları dahada cesaretlendiriyor. Kendilerinden “kazanacağız“ inancı dahada gelişiyor. Düşmana inat kazanacaklar. Gare’de bunu tüm dünyaya ispatladılar.
O kadar teknik üstünlüğe, istihbarata rağmen elindeki kıt imkanlarla Türk işgal güçlerine karşı destan yarattılar. Kobani zaferi kadar büyük bir zaferin altına imzasını attılar.
Türk devleti elindeki büyük bir güçle gerillaya saldırdı. Sayısız uçak ve helikopter operasyona katıldı. Üç defa iniş yapıp alan tutmaya çakıştı. Her inişte büyük bir direnişle karşılaştı.
Büyük bir kayıp vererek operasyona son verdi. Kuyruklarını bacakları arasına kıstırarak, meftaları yanlarına alarak arkasına bakmadan alandan tüydü.
Kazanan gerilla oldu. Onların şahsında Kürd milleti oldu. Bu bir rüya, bir hayal değil, bir realite. Bu zafer “ya ölüm, ya kurtuluş“ deyip silah kuşanan, ver elini dağlar diyen kahraman gerillanındır.
15 Şubat 2021
7 notes
·
View notes
Photo
"BİN CİHANA DEĞİŞMEM ŞU GARİP TÜRKLÜĞÜMÜ" TÜRK OLMAK.... ZOR İŞTİR ZOR... NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE... Türkiye'nin ABD Seattle Fahri Konsolosu olan Sayın J. F. Gökçen'in "TÜRK OLMAK NASIL BİR DUYGUDUR?" konulu yazısı... (Yüreğimize tercüman olmuştur...) TÜRK OLMAK... Aslında çok şeydir, Türk olmak. Türk olmak, Osmanlı'nın borcunu ödemektir. Kosova'da ve Bosna'da, Batı Trakya'da ve Makedonya'da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir. Türk olmak; Kıbrıs'ta, Hocalı'da, Anadolu'da ve Balkanlar'da soykırıma uğrayıp karşılığında yapmadığın soykırımla suçlanmaktır. Türk olmak; Faşist olmaktır, Vatanına, milletine, tarihine sahip çıktığında... Demokrat ve cağdaş olmaktır vatanına, milletine, tarihine sövüldüğünde... Türk olmak, lisanının Avrupa'da yasaklanmasıdır ve yine Türk olmak kendini ve derdini anlatamamaktır. Avrupa'da hor görülmek Türk olmaktır, Ataların bir çok asır önce Viyana'yi kuşattiği için hoş görülmemektir Sadece kuşatıp; Napolyon gibi bütün Viyana'yı yakmadığı için. Türk olmak; Selanik'te Pontus Anıtı'nın, Viyana'da çiğnenen yeniçeri minberinin ve Malta'da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir. Türk olmak zordur, çetindir ve eziyetlidir. Üç kıtadan dönüp, Bir küçük yarımadada misafir muamelesi görmektir. Sayısız imparatorluk kurmak Türk olmaktır. Türk olmak; Arabaya koşulan ilk atın vatanında, Ilk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta, Yazının bulunduğu, Paranın icat edildiği Her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta, Kalkınmak için yabancı sermaye beklemektir. Türk olmak; Truva'dan bu yana, Sümer'den bu yana serpilerek gelse de, tarihten eski bu topraklarda, Bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek değerlerine rağmen, Bir haftalık hafiza ile yaşamaktır. Doğu Roma'yı da, Batı Roma'yı da yıkıp, Yeni Roma olan AB'ye girmeye çalışmaktır, Türk olmak. Türk olmak; - Mostar'da köprüdür, - Kerkük'te kaledir, - İstanbul'da Kızkulesi'dir, - Anadolu'da buğdaydır, - Çukurova'da pamuktur, - Ege'de tütün, - Karadeniz'de fındık, - Trakya'da ayçiçeğidir. Türk olmak; - Çanakkale'de ölmektir. - Çanakkale'de ölmeden önce düşmana su vermektir, - Onun yaralısını sırtında kendi hastanesine taşımaktır. - Düşmanın ardından rahmet okumak, kanlısından helallik almaktır. - Kar yağdığında kayak yapmayı değil, evsizleri düşünmektir. - Balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmek kırıntısı, yazın su koymaktır. - Yağmura rahmet, kara bereket diye bakmaktır. Türk olmak; - Harap bir ülkede, zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip, - Tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile, paylaşacak ve sahiplenecek tek varlığı fakirlik olmasına rağmen, yedi düvele meydan okumaktır. Türk olmak; - Askere davul-zurna ile uğurlanmaktır, - Belki de dönmeyeceğini bilerek. Türk olmak; - Annenin, şehit oğlunun ardından; 'Bir oğlum daha olsun, onu da vatan icin göndereceğim.' demesidir. - Babanin gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken 'Vatan sağolsun!' demesidir. Türk olmak; Her hükümetin - Enkaz devraldığı, ama - Ardında enkaz bırakmadığı ülkede olmaktır. Türk olmak; - Ecdadın yaşadığı kıtlıktan dolayı, çayın yanında gelen şekerden fazla olanı garsona geri vermektir. - Ayni nedenle Türk olmak, yemeği ziyan etmekten korkmaktır. - Göz hakkına, diş kirasına saygıdır. Türk olmak; - Evindeki bir kap aşın yarısını Tanrı misafirine vermektir. - Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır Türk olmak. Türk olmak; - Milli maçta ağlamaktır. - Ayhan Işık'a, Belgin Doruk'a aşık olmaktır. Türk olmak; - Aşkını ölesiye sevmektir. - Aşkı için ölmektir, - öldürmektir. - Sevdiceğinin elini bir kez tutamadan, toprağa girmektir. - En güzel aşk şiirlerini yüreğinde hissetmektir. - Eşkiyaya türkü yakmaktır, Türk olmak. Türk olmak; - Yunus'u bilmektir, - Aşık Veysel'i sevmektir. - Mevlana'yi, Haci Bektaş-i Veli'yi ve Hoca Yesevî'yi, tek bir satırını okumasa da yüreğinde taşımaktır. Türk olmak; - Saz çaldığında, - Ney üflendiğinde, - Kös dövüldüğünde ve kaval çaldığında, - Yüreğinin derinlerinde bir sızı sezmektir, - Bir de Yemen Türküsü'nde... - Hayatın sana verdiklerine 'Nasip', - Vermediklerine 'Kısmet'demektir. - Her işin 'Hayırlısına'inanmaktır ve - Ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir. Türk olmak; - Asya'da "Batılı", - Avrupa'da "Doğulu" diye tepki görmektir. - Irk sözünü bilmeden yaşamak, yaradılanı Yaradan'dan ötürü sevmektir. - Magazin programları ile dizilerin arasına sıkışsa da, silkinip üzerindeki ölü toprağını atabilmektir. Türk olmak; - En zayıf gününde bile dünyaya meydan okumak, - En dertli gününde bile her ufunetin bir şafakta biteceğini bilerek tevekkül göstermektir. Türk olmak; - Anadolu'da her düşen yağmur damlasına hamdetmek, - Her çıkan başak için şükretmektir. Türk olmak; Medeniyetler mezarlığı Anadolu'da dik durabilmektir! Zor iştir Türk olmak, Zor.............................. Yine de .......... NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE!!!
0 notes
Text
CENEVRE GÖRÜŞMELERİ SONRASI İÇİN HAZIR MIYIZ?
Önce, "İstikşafi Görüşmeler" adıyla (1994), sonra, “Dolaylı Görüşmeler” (1997), daha sonra da “Yüz Yüze” (2001) ve “Doğrudan Görüşmeler” (2002) adıyla devam eden; Mehmet Ali Talat’ın Cumhurbaşkanı olmasından sonra, “Kıbrıs’ta adil, kapsamlı ve kalıcı bir çözüme ulaşılması için” başlatılan "Müzakereler"le bugüne kadar gelen Kıbrıs Sorunu’na çare bulma çabalarında son aşamaya gelindi. Yukarıda sözünü ettiğim görüşmeler ve aralarda yapılan tüm girişimler, Türk tarafının iyi niyet çabalarıyla başlatıldı ve hepsi de Rum tarafının olumsuz tavrı yüzünden sonuçlandırılamadı. Kahin olmaya gerek yok, bugün başlayan “Cenevre Görüşmeleri”nden de sonuç alınamayacak. Aslında, Ada’yı bir jenositten (hem Rumların hem de Türklerin soykırıma uğramasından) kurtaran, 15 Kasım 1983 tarihinde yeni bir devlet kuran Türk tarafının, iyi niyet çabaları göstererek soruna çözüm bulma gayretini, daha da ötesi "hemen çözüm" hevesini tam anlayamadığımı söylemeliyim. Birincisi, bu istek Rum tarafında olmalı; ikincisi böylesine sorunlarda halkta "hemen çözüm" olacağı algısı son derece yanlış. Çünkü, Rum tarafının bu konuda hem acelesi yok hem de hevesi hiç yok. Tüm gayreti ise Türk tarafından bekliyor. Biz ise, “müzakereler al-ver sürecidir” diyerek verebileceğimiz her tavizi veriyoruz. Bana, tüm müzakere sürecinde, Rum tarafının verdiği tek bir taviz söyleyebilir misiniz? Bazılarının çözüm bazılarının barış adını verdiği süreçte, Mehmet Ali Talat ve Mustafa Akıncı gibi ideali Rumlarla birleşme olan iki liderle bile anlaşamayan, başka bir söyleyişle onların tavizlerini bile az bulan Rum tarafı, yarın başlayacak görüşmelerde de Türk tarafının önerilerini yeterli bulmayacak ve çözüm başka bahara ertelenecek. Esasen bu yaşananlar, Rum-Yunan tarafının stratejik masabaşı taktiğinden başka bir şey değil. Rum-Yunan ikilisinin, son iki yüzyıldır hiç sıcak savaş kazanmadan bugünkü topraklarına bu taktiği sayesinde ulaştığını bilmeyen yok. Kıbrıs’ta da aynı yolu deniyorlar ve maalesef biz de buna uyum sağlamaya çalışıyoruz. AKEL’in yıllar önce söylediği gibi, Girne Kalesi’ne Kıbrıs bayrağı asılmadıkça çözüm olmayacak. Güzelyurt’u, Karpaz’ı değil tüm Kıbrıs’ın tamamını almadıkça müzakerelerden sonuç alınamayacak. Biz ise, her müzakere sürecinin sonunda, Rumların hedefine biraz daha ulaştığı tavizleri vermekle ve onların çıtasını yükseltmekle kalacağız. Bir AB yetkilisinin “Garantiler, AB’nin birincil hukukudur” hatırlatmasına bile sahip çıkamayan ve Türk tarafı için hayati önem taşıyan “Garantiler” konusunu sulandırmakta beis görmeyen, “Vatandaşlık” hakkını yüzde 20’ye kadar gerileten ve vatandaş olamamış, ancak KKTC’de yıllardır yaşayan hatta burada doğan binlerce soydaşını KKTC’den atmayı göze alan, “Mülkiyet" konusunda, takas ve tazminat tercihleri üzerinde ısrar etmek varken “1974 öncesi bireylerin mülkiyet hakkını tanıyan” bir tavır takınan, diğer tüm sorunlarda anlaşmaya varıldıktan sonra görüşülecek “Toprak” konusunu Cenevre’ye kadar götüren KKTC Müzakere Heyeti’nin verdikleri, ileride gerçekleştirilecek müzakerelerin başlangıç noktası olacak. Bilinmeli ki bugün başlayan “Cenevre Görüşmeleri” başarısızlıkla sonuçlanırsa bunun tek suçlusu, Türk tarafının tüm iyi niyetine rağmen Rum tarafına ait olacaktır. Ancak, tahmin ediyorum ki, Akıncı’nın çözüm konusunda gösterdiği gayreti bile yeterli bulmayanlar olacak; bu fikirde olanlar, yeniden bir müzakere süreci başlamasını talep ederek veya Türkiye’yi suçlayarak, Rum’un masabaşı başarısına katkıda bulunmaya devam edeceklerdir. Sözü uzatmadan şunları da söyleyeyim: “Cenevre Görüşmeleri”inden sonra gerçekleştirilecek hamle, KKTC’nin Kıbrıs Türk Cumhuriyeti haline dönüştürülerek tanınmasını sağlamaya çalışmaktır. Daha da öteye giderek, Rum tarafı ile ilişkileri, Türkiye’nin Rum tarafını tanımaya kadar götürmesi için girişimlerde bulunmak; Ada ülkelerinin anakara olmadan yaşayamayacağı gerçeğini göz önüne alarak her iki ülkenin de Türkiye ile bağlarını güçlendirmek ve Türkiye'nin zenginliği Ada’ya getirmek olmalıdır. 82. il tuzağına düşmeden; yeniden "Taksim" ya da "Enosis" tartışmaları yaşamadan, “Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin” tüm dünya tarafından tanınması halinde, çökmek üzere olan AB’nin şimdiye kadar getiremediği avantajlarına da gerek kalmayacaktır. Bu saatten sonra, küresel güçlerin müzakere tiyatrosunun aktörü olmaya hiç gerek yok.
1 note
·
View note