#sinema yazıları
Explore tagged Tumblr posts
Text
yüreğine insanca yaşamanın ateşi düşecektir bir gün. işte o zaman yangın büyüyecek, önü alınmaz olacaktır.
yılmaz güney - salpa
#kitap#edebiyat#blogger#felsefe#kitaplar#blog#kitap kurdu#charles bukowski#yılmaz güney#salpa#boynu bükük öldüler#sinema yazıları#sinema blog#sinema replikleri#oblomov#sabahattin ali#kuyucaklı yusuf#içimizdeki şeytan#kürk mantolu madonna#nazım hikmet#nazım ile piraye#nazım’dan#bertolt brecht#maksim gorki#ahmet erhan#gülten akın#ahmet telli#attila ilhan#sevda sözleri#ülkü tamer
5 notes
·
View notes
Text
JOSE SARAMAGO'NUN BAŞYAPITI "KÖRLÜK" KİTABINI İNCELİYORUZ
“Kör olmak, körlükten daha az önemlidir; insanın içindeki karanlığı görmemektir asıl sorun.” – José Saramago, (Körlük) Nobel ödüllü yazar José Saramago’nun muazzam başyapıtı “Körlük” kitabını detaylı bir şekilde analiz ediyoruz! Bir salgın hayal edin; bu salgın, insanları aniden görme yeteneklerinden mahrum bırakan ve onları sadece bir beyazlıkla çevreleyen bir hastalık. Bu süreçte hayat devam…
View On WordPress
0 notes
Text
İtiraf etmeliyim, gençlere gıcık oluyorum!
Bunları söylemenin yaşlılık olduğunu söyleyip küt diye engel koydu küçük yavşak! Engel koymanın halen bende bir duygusal yükünün olması bir yana, bir insanı önce haddin olmayan sıfatlarla niteleyip açıklamasını beklemeden siktirip gitmek, sonra da varlığını senin için silmek, pek öyle "gençlik" "cool"luk filan değil, basbayağı denyoluk! Bu yeni gelen neslin bence en çirkin tarafı bu tutarsız, ölçüsüz, arsız kaypaklığı... Sürekli beni söylemediğim bir cümleyle yargılar, iyi de bunu ben söylemedim ki sen söylüyorsun sürekli diyince de "alıngansın!" (+ engel). İnsanlar arası iletişim yeni keşfetilmiş birşey değil, ya da z kuşağı ortaya çıkana kadar karanlık çağlarda değildik iletişim bilimlerinde. Artık bu benden öncesi de, sonrası da Tufan kafasının biraz fazla faydacı olup her kulba uymadığını birilerinin söylemesi lazım. İletişimi yanlış kavramışsan bunu belirtmek "alınganlık" veya "yaşlılık" değil, ama ne kadar da kolay fırlatıveriyorlar böyle lafları ve etkisinden en ufak bir haberleri olmasın diye de iyice cüretkar takılmaları gerekiyor. Ama sen onların hoşuna gitmeyen bir tarafını iletirsen vay haline! Eğer adam yerine koyar da lafını dinlemeye kalkarsa sıkılıp basıyor engeli daha ortasına gelmeden cümlenin, ya da baştan dinlemeyip bunu da bir tür muhalefet olarak gördüğünü belirtiyor. Sanırım şöyle büyük bir fark var z ve ondan önceki kuşaklar arasında: Diğer kuşaklarda insanın içinin boş olduğu ve zamanla bilgiyle, tecrübeyle dolduğunu öne süren bir varsayım hakimken, z kuşağında, biraz canım o an ne istiyorsa bende var zaten diyen, herşeyin en iyisini zaten onun anlamış, bilmiş ve öne sürmüş olduğu önyargısı fazlasıyla ön planda. Öğrenmeye değer pek birşey yokmuş gibi davranıyorlar, tabi böylece "gelenek" ten bihaber görünüyorlar. Sinema mı, "kimseyi seyretmiyorum, etkilenmek istemem!" Edebiyat mı? "Aman o beni okudu mu ki?" ...
Diğer kuşaklar olarak, yazılı bilginin bir şekilde dünyada "kaldığı," medeniyet denilen dizgede bir birikim yarattığını hepimiz kabul etmiş gibi kitaplardan başımızı kaldırmazdık. Nasıl ki kitap okumamız arttıkça cehaletimizin de sürekli genişlediğini anlıyoruz, benzer bir paradoks, z kuşağının yazıyla ilişkisinde de mevcut: Ben, bu bireyin ve temsil ettiklerinden o denli nefret ediyorum ki, onun herhangi bir üretimini de onun bir parçası sayıp, kaydadeğer dahi bulmuyorum. Ama, onu yenmek için de onun taktiklerini öğrenmem gereken yer de yazıları. Ama onlardan -ve dolayısıyla yazılarından- nefret ediyoruz ve okumuyoruz. Peki nereden öğreneceğiz karşı olmak istediğimiz fikirleri?
İnsan ilk gençlikte hakikaten bayağı iğrenç bir şahsiyet oluyor, kafa göz yararak iletişim, sürekli hakaret, suçlayıcı yargılar ve sızlanma, ancak kesinlikle kendisine toz kondurmama... Hiçbir konuda eşitlik hoşlarına gitmiyor sanki hep bir ezen-ezilen arama, kurban
Bilmiyorum belki de tüm bunları söyleten itkini de ihtiyarlık olduğunu kabullenmek lazım ama, arkadaş daha 50 olmamışız, bücür kalkmış yaşlı diyip cevabı dinlemeden "kib by" yazıyor, basıyor engeli... Sebebi de alıngan olmammış. Oldu, gözlerim doldu...
0 notes
Text
Esmez tabii Akbelen ormanı gibi doğa hazinesini;limak/kolin/cengize peşkeş çekersen Türkiye ormanlarını arapa satmak için yaktırırsan her yere zevksiz beton mağaralar yaparsan ucube yazlık saray için güzelim okluk koyunun içine edersen esmez de gürlemez de bir gazeteci"Atatürk vatandaşla polimik yapan(ki sıradan vatandaş değil paralı aktrol)mahmut tanalı bastonla kovalardı" demiş kovalamazdı hep yakınıp hep oyunu aynı kişi ve partiye veren arap sürtükler gibi giyinip afgan talibanı kisveli kişileri kovalardı sen orman kesiliyor/pahalılık aç bırakıyor/baskı var maaş az /mülteci işgâli var vs de sonra seçim sandığını görünce git gine o yerdiklerine oy ver bu bir psikolojik rahatsızlıktır hele seçimlerden önce muhalefeti göklere çıkartıp rus destekli seçim kaybedişte korkudan muhalefete yüklenen bunca zamma sesini çıkarmayan paralı gazeteci,Chp'nin başına emir aldığı şekilde İmamoğlunu getirmek isteyen derin Türk ve İngilizlere hizmet eden sözde ülkücü asenaları görseydi o bastonu nasıl kullanırdı ben biliyorum iktidara lâf diyemiyorsunuz çünkü para alıyorsunuz korkuyorsunuz hiç değilse sinema/edebiyat yazıları yazın da ülkede muhalefet yok muhalefet denenler:koltuk sevdalısı imamoğlu onu yönlendiren derinlerin kuklası akşener bir de kasayı dolduran şantaj kasetiyle yüzünü solduran ince Chp ve Kılıçdaroğlu avanaklığından meclise giren eski Akp devşirmesi babacan mülteci istilası mimarı fetönün uslu çocuğu davutoğlu ve kokmaz bulaşmaz fetöcü uysal derseniz ülkede muhalefetin zerresi olmadığını herkes anlar hadiii işinizi yapmıyorsunuz göbek atın muktedirleri eğlendirin para havadan geliyor zaten pek aktrol yok ortada çünkü bu gazeteciler daha iyi satılık trol çıktılar üzerine alınan şikayet etsin aptal değiliz herşeyin farkındayız😤😠😈
instagram
1 note
·
View note
Text
Fatih Özgüven Kimdir
Yazar ve çevirmen Fatih Özgüven, 2 Ekim 1957 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. Kitaplarının ve çevirilerinin yanında, sinema yazılarıyla da bilinmektedir.Avusturya Lisesini ve ardından İÜEF İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Birçok dergi ve gazetede çevirileri, sinema ve edebiyat yazıları yayınladı.Boğaziçi Üniversitesi’nde sinema ve edebiyat dersleri verdi. Özellikle Nabokov,…
View On WordPress
0 notes
Text
Sinema yazarı Sungu Çapan hayatını kaybetti
Fotoğraf: https://twitter.com/SahafHeybeli Sinema eleştirmeni, grafik tasarımcı Sungu Çapan hayatını kaybetti. Uzun zamandır Cumhuriyet gazetesinde her cuma sinema yazıları kaleme alan Çapan, mesleğininin duayenleri arasında gösteriliyordu. 76 yaşında aramızdan ayrılan Çapan, bir süredir hastanede tedavi görüyordu. Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) üyesi de olan Sungu Çapan’ın ölüm haberini yakın…
View On WordPress
0 notes
Text
Tanrım
beni sıfırla,
beni baştan yarat ,
beni yoğur
Beynime iğne saplayan sebepleri görmemi engelle!
Bir piç gibi bakılmanın ne demek olduğunu anladığımı unuttur!
Dünyada bizi bize bıraktın
Bizi al insanlarla yoğur
Oysa herkesin ederi budur
Bizleri saklama kendi içimize
Bizi içinize kat
Tanrım hak ver bizlere
#tumblr#yazar#sinema#replik#hayatsokaklarda#duvar yazıları#şiir duvarda#bazen#istanbul#etiket#aklıma ne zaman gelsen#aklımdasın#küfürsokakta#küfürlü sözler#küfürheryerde#artists on tumblr
4 notes
·
View notes
Text
yalan söyledim, hepsini uydurdum. beni zorladılar, yalan söylemeye zorladılar. yalancının, şaşkının biriyim ben. dışımız, içimiz hepsi sahte. yalanla dolanla yürütemedim işimi, yalnız kaldım. o zaman ölmek istedim, her şey gibi ölüme bile hile kattım.
#ahgüzelistanbul
#kitap#edebiyat#blogger#felsefe#kitaplar#blog#kitap kurdu#film müzikleri#şiir#ah güzel istanbul#yeşilçam#sadri alışık#music#ayla algan#yılmaz güney#sinema#sinema replikleri#sinema yazıları#film movies#film photography#türkan şoray#vesikalı yarim#senaryo#müzik#eski sinemalar#attila ilhan#ahmet hamdi tanpınar#huzur#saatleri ayarlama enstitüsü#kürk mantolu madonna
10 notes
·
View notes
Text
3F
“football, fucking, fiesta” hayat anlayışını nasıl biz bulamadan başkaları buldu anlamış değilim. herifler hayat anlayışının bile kalitelisini buluyor.
3 notes
·
View notes
Text
Yeşilçam’ın En Beğenilen Kadın Oyuncuları
Yeşilçam’ın En Beğenilen Kadın Oyuncuları
Yeşilçam filmleri bir döneme damgasını vurmuştur. Yeşilçam’ın en beğenilen kadın oyuncuları gerek oyunculukları gerekse güzellikleri ile kendilerinden çokça söz ettirmişlerdir. 1960’lı yılların Yeşilçam’ı Türkan Şoray, Filiz Akın, Fatma Girik, Hülya Koçyiğit döneme damgasını vuran dört büyükler olarak anılmaktadır. Türkan Şoray Türkan Şoray Türk sinemasının “Sultanı ve “Şoray Kanunlarının”…
View On WordPress
0 notes
Text
Şiir, insanın yalnızlığına tutunma çırpınışının öteki adıdır. Bir itiraz, bir mutsuzluk bilinci hâlinde yaşadığı dünyaya, sözcüklerle, katlanma gerekçeleri yaratmasıdır. Dünyayı yaşanır kılma eylemidir. Varlığına ilişkin, başkalarının yaptığı tanımları reddedip, insanın kendi anlamını oluşturmasıdır. Sığındığı her şeyin, mezarı olduğunu görmüştür. Çok özel bir ürperme hâli olan aşk bile, ikinci gün, bütün ağızlarda aynı cümleyi kurmaktadır. Bu aşağılanmaya teslim olmamak için, insanın kendi kalbinin bile dışına çıkma girişimidir şiir. Zamanın kuşatmasına karşı, bir özgürlük tasarımı oluşturma güzelliğidir. Kendi uzaklığı için, insanın insanlara sunduğu bir özürdür. Kalabalığa gönderilen bir yalnızlık elçisidir. Tamamlanmış her şeye karşı geliştirilen bir yetmezlik bilincidir. O ‘uzun denklem’dir, kirpiklerle kalpler, eşiklerle ufuklar arasına çekilen. İnsanın kendi hayatını, başkalarının mürekkebi ile temize çekmesidir. Benzer kaderleri yaşayanlara sunulan bir güven duygusudur. Hayal anahtarlarıyla gerçeğin kapısını açma büyüsüdür. Şiir, harflerden taşan ikinci hayattır. Gelecek hayatlardan pay isteme doyumsuzluğudur. Bir tedirginlik sanatıdır şiir, yakınlıktan da uzaklıktan da aynı pişmanlığı duyar. Kenar mahallelerin geri dönüş saatleridir şiir. Kasaba kahvehanelerinde, dışarıya hiç bakılmayan pencerelerdir. Önüne bakan insanların kat ettiği yollardır. Bir çocuk bakkaldan çıkıyor, avcunda küçücük bir güneş; şiir, çocuğun bakkala girişidir. Yoksulluğun, arka cebinde taşıdığı aynadır. Kalbinin insana o bağışıdır ki, sinema afişlerinin yalana döndüğü yerde, insanın elinden tutar. Işıkların değil, gölgelerin türküsüdür. Bir kadının kirpikleriyle çizdiği gözyaşı haritasına, adamın kuramadığı cümledir şiir. Annelerin güneşe serdiği kış yataklarıdır. Tenha evlerin, sokaklardan hıncını almasıdır. Bir halkın, silahlara çocuklarını s��rdüğü o varlık savaşıdır. Askerlerin otobüsten indirdiği kızın götürüldüğü yerden çok ötesidir. Okul önlerindeki çocukların, aynaların karşısında ezberlediği noktasız sözlerdir. Yolu her gün biraz daha kısalan bir ihtiyarın, bahçesini sevmesindeki hazırlıktır şiir. Hapishane camlarından içeriye dolan seslerdir. Aşkın, kendisini hem bulduğu hem yitirdiği tek çaresizliğidir. Zamanın kalbe açtığı kesiklere, yine zamanın bastığı tütündür. Bir uzaklaşma sanatıdır şiir; herkesi yanına alarak uzaklaşma... - Şükrü Erbaş, Bir Tedirginlik Sanatı: Şiir (Sarkacın Kalbi) (Çekilme Suları, Bütün Yazıları-2) - Görsel: Aki
#Şükrü Erbaş#Bir Tedirginlik Sanatı: Şiir#Şiir#İnsan#Hayat#Yalnızlık#Hüzün#Yaşam#Yürekbalı#Sarkacın Kalbi#Aki
67 notes
·
View notes
Photo
#Repost @sebahattinabi with @make_repost ・・・ ABİDİN DİNO - 23 MART 1913 1913 yılında İstanbul'da doğdu. Çocukluğu İsviçre ve Fransa'da geçti. Robert Kolej'de eğitim görürken, sanata duyduğu ilgi nedeniyle ortaöğrenimini yarıda bırakarak resim, karikatür ve edebiyatla uğraşmaya başladı. Dino'nun ilk karikatür ve desenleri 1930'lu yıllarda Yarın gazetesinde, ilk yazıları Artist dergisinde yayımlandı. 1933 yılında sanatçı arkadaşlarıyla birlikte D Grubu'nu oluşturdu, 1934'te Atatürk'ün isteğiyle sinema öğrenimi görmek üzere Rusya'ya gitti. 1930'lu yılların son yarısında Londra ve Paris'e giden Abidin Dino, Gertrude Stein, Tristan Tzara ve Pablo Picasso gibi zamanın önde gelen sanatçılarıyla dostluklar kurdu. 1938 yılında Türkiye'ye dönen sanatçı, arkadaşlarıyla birlikte bu kez Liman (Yeniler) Grubu'nu oluşturdu. Dino bu dönemde çeşitli dergilerde yayımlanan yazı ve desenleriyle yeni bir gerçeklik kavramı üzerinde duruyordu. 1940'lı yılların başında İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı'nca Adana'ya sürgüne gönderilen Dino, 1950'li yılların başında Paris'e gitti ve yaşamını orada sürdürdü. Resimleri, dünyanın dört bir yanında resmi ve özel koleksiyonlarda bulunan ünlü sanatçı, aralarında Pertev Naili Boratav'ın Türk Masalları, Nâzım Hikmet'in Kuvayi Milliye ve Yaşar Kemal'in Deniz Küstü gibi yapıtlarının da bulunduğu kitapları resimledi. Abidin Dino, 1993 yılında Paris'te öldü. Ölümünden sonra, Kısa Hayat Öyküsü, Kel ve Verese adlı oyunları; Eller, Pera Palas, Sinan adlı anlatıları ile 1938-1993 yılları arasında yazdığı yazıları Kültür, Sanat ve Politika Üstüne Yazılar başlığıyla yayımlandı https://www.instagram.com/p/CMxJsBRs5sb/?igshid=1vut7gqkh6dt9
15 notes
·
View notes
Photo
. "Bir yazara hayran olmak çok başka bir şeydir. O yazarın külliyatını okursun, yazara ilham olmuş yerlere gidersin veya oraları anlatan gezi yazıları okursun. Yazarın beslendiği kaynakları gözden geçirirsin. Yani o yazara emek verirsin. Yazar seni besler sen de o yazardan aldığın ilham ile başka yazarlara açılırsın. Bunlar bizim memleketimizde az bulunur işlerdendir. Bizde işler nasıl yürür? Bir yazarın en fazla iki eserini okursun. Üç eserini karıştırırsın." syf.15 . "Roman okuruz çünkü akşama kadar didinen insan akşam olunca yemek, uyumak, eğlenmek ister. Eğlenmenin vazgeçilmesi ise hikâyedir. Çağlar geçer ama insanın hikâyeye düşkünlüğü geçmez. Hikâyeler türlü çeşit hallere girer. Masal, türkü, ağıt, sinema, dizi, radyo oyunu, roman aklımıza hangi maskesi gelirse gelsin hepsinin gerisinde hikâye vardır." syf.31 . "Yazar kısmı kendine mevzu bulmak maksadıyla seyrettiği, dinlediği, okuduğu ne varsa biriktirir de sonra onları boncuktan kolye yapar gibi ipe dizer, sıralar. Bu garipsenecek bir iş değildir. Periyodik olarak yazmak zaten modern zamanlara mahsus bir iştir. Eskiden kişi ömrü boyunca belki bir divan oluşturacak kadar ancak yazardı. Öyle olunca da divan gelecek nesillere kalacak bir "eser" olurdu. Bizim yazdıklarımız "eser" kıymeti taşır mı meçhul." syf.55 Hikâyelerini sevdiğim Mustafa Çiftci bu kez hem yazı çizi hem de insanlık halleri üzerine yazdığı denemelerini bir araya getirmiş. #mustafaçiftci #kalfauykusu #iletişimyayınları #kitap #neokuyorum #okumakiptiladır #okumahalleri #deneme https://www.instagram.com/p/CQUUdb6JGcP/?utm_medium=tumblr
4 notes
·
View notes
Text
Ekonomi ve Finans Nedir? Neden Önemlidir?
Ekonomi, insanların kıtlık karşısında nasıl karar verdiklerinin incelenmesidir. Bunlar bireysel kararlar, aile kararları, iş kararları veya toplumsal kararlar olabilir. Etrafınıza dikkatlice bakarsanız, kıtlığın hayatın bir gerçeği olduğunu göreceksiniz. Kıtlık, insanların mal, hizmet ve kaynaklara yönelik isteklerinin mevcut olanı aşması anlamına gelir. İstediğimiz mal ve hizmetleri üretmek için emek, araç gereç, toprak ve hammadde gibi kaynaklar gereklidir, ancak bunlar sınırlı arzda bulunur. Tabii ki, nihai kıt kaynak zamandır - zengin ya da fakir herkesin istediği malları elde etmeye çalışmak için günde sadece 24 saati vardır. Herhangi bir zamanda, yalnızca sınırlı miktarda kullanılabilir kaynak vardır.
Artık hangi iktisat çalışmaları hakkında bir genel bakış elde ettiğimize göre, neden bu konuyu incelemekte haklı olduğunuzu hızlıca tartışalım. İktisat, öğrenilmesi gereken birçok önemli kavram olmasına rağmen, öncelikle ezberlenmesi gereken bir olgular toplamı değildir. Bunun yerine, ekonomi, cevaplanması gereken soruların veya üzerinde çalışılması gereken bulmacaların bir toplamı olarak düşünülmelidir. En önemlisi, ekonomi bu bulmacaları çözmek için araçlar sağlar. Henüz ekonomi "böcekleri" tarafından ısırılmadıysanız, ekonomi okumanız için başka nedenler de var.
Küresel ısınmadan dünyadaki yoksulluğa, Suriye, Afganistan ve Somali'deki çatışmalara kadar bugün dünyanın karşı karşıya olduğu hemen hemen her büyük sorunun ekonomik bir boyutu var. Bu sorunları çözmenin bir parçası olacaksanız, onları anlayabilmeniz gerekir. Ekonomi çok önemli.
Ekonominin iyi vatandaşlık için önemini abartmak zordur. Bütçeler, düzenlemeler ve genel olarak yasalar hakkında akıllıca oy kullanabilmeniz gerekir. ABD hükümeti, 2012'nin sonunda “mali uçurum” nedeniyle durma noktasına geldiğinde, ilgili sorunlar nelerdi? Biliyor musun?
Temel bir ekonomi anlayışı sizi çok yönlü bir düşünür yapar. Ekonomik konularla ilgili makaleleri okuduğunuzda, yazarın argümanını anlayacak ve değerlendirebileceksiniz. Sınıf arkadaşlarının, iş arkadaşlarının veya siyasi adayların ekonomi hakkında konuştuğunu duyduğunuzda, sağduyu ile saçmalığı ayırt edebileceksiniz. Güncel olaylar ve kişisel ve iş kararları ile güncel olaylar ve siyaset hakkında yeni düşünme yolları bulacaksınız.
Bir mal veya hizmet üretmeyle ilgili görevler bölündüğünde ve alt bölümlere ayrıldığında, işçiler ve işletmeler daha fazla miktarda çıktı üretebilir. Smith, toplu iğne fabrikalarına ilişkin gözlemlerinde, tek başına bir işçinin günde 20 iğne yapabileceğini, ancak 10 işçiden oluşan küçük bir işletmenin (bazılarının iğne yapımıyla ilgili 18 görevden iki veya üçünü yapması gerektiğini) gözlemledi. , bir günde 48.000 iğne yapabilir. Her biri belirli görevlerde uzmanlaşmış bir grup işçi, tüm mal veya hizmeti kendi başlarına üretmeye çalışan aynı sayıda işçiden nasıl bu kadar çok üretebilir? Smith üç neden sundu.
Birincisi, belirli bir küçük işte uzmanlaşma, çalışanların üretim sürecinin avantajlı oldukları kısımlarına odaklanmalarına olanak tanır. (İlerleyen bölümlerde bu fikri karşılaştırmalı üstünlüğü tartışarak geliştireceğiz.) İnsanlar farklı becerilere, yeteneklere ve ilgilere sahiptir, bu nedenle bazı işlerde diğerlerinden daha iyi olacaklardır. Belirli avantajlar, sırasıyla ilgi ve yetenekler tarafından şekillendirilen eğitim tercihlerine dayanabilir. Örneğin, yalnızca tıp diploması olanlar doktor olmaya hak kazanır. Bazı mallar için uzmanlaşma coğrafyadan etkilenecektir - Kuzey Dakota'da buğday çiftçisi olmak Florida'dan daha kolaydır, ancak Florida'da turist oteli işletmek Kuzey Dakota'da olduğundan daha kolaydır. Büyük bir şehirde veya yakınında yaşıyorsanız, başarılı bir kuru temizleme işletmesi veya sinema işletmek için yeterli müşteriyi çekmek, seyrek nüfuslu bir kırsal bölgede yaşamaktan daha kolaydır.
Sebep ne olursa olsun, insanlar en iyi yaptıkları şeyin üretiminde uzmanlaşırlarsa, bazılarında iyi oldukları ve bazılarında olmadıkları şeylerin bir kombinasyonunu üretmekten daha üretken olacaklardır. Bu tarz sebeplerden dolayı ekonomi ve finans öğrenmek büyük önem taşımaktadır.
Eğer sizler de bu konu hakkında bilgi almak isterseniz şu sayfadaki “gerçekten profesyonel ve uzman bir şekilde yazılmış olan” yazıları okumanızı öneriyoruz:
https://technogezgin.com/category/kariyer-onerileri/ekonomi-ve-finans/
2 notes
·
View notes
Note
Merhaba, sanatla ilgili bloglar sayfalar dergiler bilgi aldığın vaktini geçirdiğin şeylerden birkaç tane yazabilir misin?
selamlar,aşağıdaki kaynakların genelde mailing listleri var.ben oradan ya da facebook üzerinden takip ediyorum.önerilere açığım!
nitelikli blog yazıları için:
https://manifold.press/
güncel sanat/tasarım haberleri,kapsamlı araştırma dosyaları için:
https://www.unlimitedrag.com/
reklam ve abikgubik şeyler için
https://bigumigu.com/
ingilizce binlerce alternatifi var ama türkçe olarak güzel kaynak
https://www.tasarlayanlar.com/
iç mimari tasarıma meraklı olanlar için:
https://clippings.com/
haftalık mailleri çok pratik oluyor şu arkadaşın:
https://www.getrevue.co/profile/kultiginakbulut
geliştirilmesi gerekiyor ama içerik güzel:
http://www.mimarizm.com/
life-style gibisinden
https://xoxodigital.com/
sinema/müzik üzerine ama beni illüstrasyon manasında da etkiliyor:
https://bantmag.com/
güzel etkinlikler ve fikirler olabiliyor
https://atolye.io/tr/anasayfa/
bilmeyeni dövüyorlar
https://www.dezeen.com/
https://www.wallpaper.com/
https://design-milk.com/
https://www.designboom.com/
istanbuldaki expatlar için
http://wesee.ist/
yine sinema:
https://www.filmloverss.com/
onedio’nun güzel hali
https://www.demilked.com/
adı üstünde nordik:
http://nordiksimit.org/
güzel işler oluyor:
http://in-between.online/
mekanda adalet için:
https://beyond.istanbul/
vitra’nın destekçisi olduğu blog.türkçe için güzel kaynak
https://www.vbenzeri.com/
burada da güzel şeyler var
http://www.artfulliving.com.tr/
32 notes
·
View notes
Photo
Fiziksel Tiyatro Araştırmaları’nın heyecanla beklenen yeni oyunu ‘Kalabalık Duası’nı, yönetmeni Güray Dinçol, yazarı Volkan Çıkıntoğlu ve oyuncusu Tolga İskit ile konuştuk.
Gülin Dede Tekin|Yayın tarihi: 21 Şubat 2020
https://www.timeout.com/istanbul/tr/tiyatro/efsunlu-sehrin-efsunlu-hikayesi
https://www.timeout.com/istanbul/tr/tiyatro/kalabalik-duasi
‘Şatonun Altında’ oyunuyla Türkiye tiyatrosunda fark yaratacağının sinyallerini veren Fiziksel Tiyatro Araştırmaları dört yıl sonra, kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir oyunla seyirci karşısına çıktı. Her unsuruyla baştan sona insanı etkisi altına alan, hikâyede anlatılan efsunlu şehir gibi efsunlu bir oyun ‘Kalabalık Duası’. Neresinden başlamalı ki anlatmaya… Volkan Çıkınt��oğlu’nun ‘Bir Meşrutiyet Faciası Yahut Gündüzlerimiz’ metninden hatırlayacağınız, gerçeği kurcalayan, yer yer ona çomak sokan muzip dili ‘Kalabalık Duası’nda da devam ediyor. Sıkışıp kaldığı şehirdeki bekleyişine son vermek için düştüğü arayışta İstanbul’da yer yer keşmekeşin peşinde savrulan bir adamın öyküsünü izliyoruz sahnede. Onunla beraber savruluyor, savrulurken nadiren de olsa içimize sızmaya çalışan konsantrasyonu kaybetme riskini yanımızda taşıyarak İstanbul’un efsununa kapılıyoruz. Güray Dinçol’un kusursuz rejisi metinden rol çalıyor adeta. Anlatının olanaklarını zorlayan, birçok unsurun alışılmadık şekilde yan yana getirildiği bir formülü var Dinçol’un. Resim, plastik sanatlar, fotoğraf, çağdaş dans, geleneksel tiyatro, clown ve hikaye anlatıcılığı yekvücut oluyor. Yer aldığı projelerdeki performanslarıyla mutlaka aklımızda, kalbimizde iz bırakan Tolga İskit ise bugüne kadar yaptığı tüm işleri gölgede bırakacak üst düzey bir oyunculuk sergiliyor. Tek kişilik oyunların günden güne arttığı tiyatro camiasında çıtayı çok yükseklere taşıyor. Ruhtan ruha, bedenden bedene, sesten sese su gibi akıyor. Işık tasarımına imza atan Utku Kara’nın katkısı çok büyük bu başarıda. Müzik seçimi, dekor ve kostüm de keza oyunla bütünleşmiş. Sürecin kendisine duyulan kıymetin azaldığı zamanlarda, sürece verdiği değerle, araştırmaktan hiç vazgeçmeyen heyecanıyla son yılların en samimi ve başarılı işi ‘Kalabalık Duası’. Adını uzun yıllar anacağımıza eminiz. Siz de mutlaka yolunuzu ‘Kalabalık Duası’nın muzip ve mistik dünyasına düşürün.
Yazdığınız iki oyuna baktığımızda bir üslubunuz, diliniz olduğunu görüyoruz. Aynı yerden olmasa da ilk oyununuza yakın bir hissiyatı var ‘Kalabalık Duası’nın. Taze bir yazar olarak yazma sürecindeki arayışınız nedir?
Volkan Çıkıntoğlu Üslup demeniz beni rahatlattı çünkü önce biçimden hareket ediyorum. Nasıl bir biçim kurabilirim? O bana nasıl yazar eylemi ve yazar hareketliliği sağlar? O hareketlilik acaba nasıl bir içerik çıkarır? Bunları düşünüyorum. ‘Bir Meşrutiyet Faciası Yahut Gündüzlerimiz’ ve ‘Kalabalık Duası’nın tek ortak yönü bence dili kullanma şekli. Yoksa temaları çok ayrı.
Gerçeklik algılarında da kesişiyorlar sanki.
Volkan İkisi de gerçekliği kurcalıyordu. Acemi bir yazar olarak klasik dramatik yapıyı kurmakla ilgili problemim var. Sinemada karşılaştığımız klasik dramatik hikayeler, zaman ileriye giderken karakterlerin hikayelerinin açılması ve bazı şeylerin ortaya çıkması... Bununla ilgili hem felsefi olarak hem kalem olarak bir problemim var. O yüzden gerçeğin tamamını göremiyorum. Gördüğüm kısmını çarpıtmayı, onu kurcalamayı, onunla oyunbaz bir ilişkiye girmeyi seviyorum. Bu oyunbaz şeyin üslubunu nerede bulabilirim diye yazıyorum.
‘Kalabalık Duası’ için “Hikayesi anlatılamayan oyun.” demiştiniz daha önce. Oyunun hikayesini nasıl anlatırsınız okuyucuya?
Volkan Efsunlu bir İstanbul hikayesi. Ama bu tanımdan da kendimi alıkoymaya başladım. Çünkü aslında bir İstanbul hikayesi kurma gibi bir derdim yoktu. İlk olarak Balat Monologlar Müzesi’ne Balat semtiyle karşılaşmanın bendeki karşılığı olarak kısa bir monolog yazmıştım. Daha büyük bir meseleye girdiğimde aslında önemli olanın şu olduğunu fark ettim: Mekanla insanın karşılaşmasından ne çıkabilir? Çünkü insan kendini mekana ve zamana göre tanımlıyor. Benim içinde bulunduğum ve kendimi tanımladığım mekan da İstanbul hasbelkader. Mekanımızın karşılığı İstanbul olunca, onun şekilsizliği, geçmişi, geleceği, hissi, güzelliği, çirkinliği kurcaladığım şeyler oldu. Son noktada İstanbul hikayesi gibi görünüyor ama benim için bir insanın mekanla olan ilişkisi.
Güray Dinçol Varoluşsal bir mesele var her iki oyunda da. Fona matrak bir şehir ya da durum alıp varoluşsal, mistik ve muzip olanı kaleminde yan yana getirebiliyor. Bu bana çok ilginç geliyor. İki oyunun en büyük ortak paydası, Volkan’ın yazarlık çizgisinde buluşturduğu şey. Muziplik ve var olma meselesine dair ürettiği aforizmalar, teoriler, denemeler, esinlenmeler... Bir de çok eklektik yazıyor. Her şeyden besleniyor. Duvar yazıları, büyük bir edebiyatçıdan alıntılar, oyuncunun doğaçlaması... Bu şehir gibi. O noktada yakaladığı damar çok doğru. Hem şehrin mistik, yaramaz yanını hem de ritmik, neşeli yanını verebiliyor. Çok tuhaf bir terazisi var oyunlarının.
Bu efsunlu hikaye nasıl ekibine kavuştu?
Volkan Balat’taki monologla ilgili güzel dönüşler aldıktan sonra uzun bir monolog yazmak istedim ama uzatmayı beceremedim. Bir sene sonra malzemeler birikince, mekan ve insanı nasıl karşılaştıracağımı düşünürken sinema çıkışı bekleme teması geldi aklıma. Bekleme teması tüm bu eklektik malzeme ve şehir temasını, mekan ve insanın karşı karşıya gelmesini çok iyi açıklıyor. Hem çok doğulu hem de batılı bir şekilde açıklıyor. Doğulu çünkü topladığım malzemenin bir kısmı tasavvuf ağırlıklıydı, doğu felsefesi içeriyordu. Batılı çünkü Beckettian bir yanı var. Bunun üzerine bir taslak oluşturdum. Önce Balat’ta oynayan oyuncu ile çalışırım diye düşünmüştüm ama olmadı. Daha önce ilk halini okuttuğum Güray’ın yönetmek istediğini biliyordum. Bir de sezgisel bir şekilde Tolga’nın yapabileceğini düşündüm. ‘Cambazın Cenazesi’nde izlemiş ve çok beğenmiştim. Beraber Medrese’de Grotowski atölyesine katılmıştık. Çok mülayim bir karakter olduğunu görmek bende ilginç bir karşılık buldu. Metindeki karakterin de tüm bu bilgi yüküne rağmen masum ve beceriksiz bir hali var. Bir de Seyyar Sahne’de öğrendiğim kadarıyla, tek kişilik bir oyunun anlamlı olması için sanatçının hikayeyle kişisel bir yerden kesişmesi gerek. Sadece sanatsal bir kaygı ile o makine çalışmıyor. İçeride bir yere dokunduğunda estetik bir dünya açılıyor. Güray’ı da “Ne güzel Batılı bir tekniğe sahipsin, Frankofon takılıyorsun ama sana modern bir meddahlık yapma şansı veriyor bu metin.” diyerek ikna ettim.
Fiziksel Tiyatro Araştırmaları’nın ve sizin klasikleri bambaşka açılardan yorumlamanıza alışığız. Bu sefer yepyeni bir metinle çıktınız karşımıza.
Güray Beni heyecanlandıran şey, Volkan’ın metni dönüştürmeye açık olmasıydı. Süreç içerisinde şekillenen bir işti. Başta Fiziksel Tiyatro Araştırmaları işi olarak başlamadı. Kendi adıyla mı çıksa, sadece bu oyuna özel bir kumpanya mı kursak gibi fikirler vardı. Çünkü ‘Şatonun Altında’ gibi bir oyun çıkardık ve insanların bizi tanımladığı bir biçim var. Dört sene oldu yeni oyun yapmalıyız diye telaşlanıyorduk. Sonra süreç öyle şekillendi ki oyun adeta “Ben bir araştırmanın ürünüyüm ve son derece fizikselim. Senin iyi bildiğin bir yerden geliyorum ama bir yandan da çok geleneksel bir tonum var.” demeye başladı. Ben oyuna bir takım uydurma kavramlarla yaklaşıyorum. Performatif meddah diyorum, Bektaşi Clown diyorum. Bunlar yan yana gelebilecek kavramlar değil aslında. Birazcık da hayatla kurduğum ilişki, yaşım, bu şehirde geçirdiğim zaman itibarıyla muzipliğimi kaybetmeden olgun bir kanal, tasavvufi ama matrak bir arayış içindeymişim. Belli bir tarihte bir yere teslim etmek zorunda olmadığım işler hep bir yolculuk gibi geliyor. Nereye gideceğini bilmiyorsun, sadece yolu biliyorsun. Bu oyun da acelesiz, ferah bir şekilde ilerledi ve bir baktık ‘Şatonun Altında’ya bir erkek kardeş gelmiş.
Uzun bir çalışma dönemi geçirdiniz sanırım.
Güray Mart’ta bir araya gelmiştik. Bazen iki üç ay hiç çalışmadık, bazen ayrı ayrı çalıştık. Ama oyun bir yerde çalışıyormuş. Bu oyun bana şunu da öğretti: Zaman reel prova zamanından ibaret değil. Sizin oyunla geçirdiğiniz vakit, o oyun üzerinde düşünmek… Bu vakti yaptığımız işe vermek gerekiyor. Hepimiz piyasa şartlarında aceleciliğe düşüyor ya da düşmek zorunda kalıyoruz. Fiziksel Tiyatro Araştırmaları işi olduğunu oradan da anladım. Biz bir araştırma yapıyor ve olgunlaşma sürecinde seyirciye açıyoruz. Bu oyun da o süreçte seyirciye açılmaya başlandı. Çok fazla seyircili ön gösterim yaptık. Çalışma pratiğim adına yepyeni bir yol bulduğumu düşünüyorum. Bu lüksüm oldukça da hep böyle çalışırım.
Uzun çalışma süreci, devam eden diğer işlerinizden ayrıştırıyor mu oyunu? İçerisinde her şeyden biraz biraz görebildiğimiz bu oyun süreci sizin için nasıl geçti?
Tolga İskit Öncelikle çok şanslı bir oyuncuyum. Kendi jenerasyonumun iki muhteşem insanıyla çalıştım. En temel dertlerimden biri biçim. ‘Şatonun Altında’yı izlediğimde vurulmuştum. İki deli kadın ve bu adamın aklı nasıl bir akıl, bunlara yapışmam gerek vaziyetindeydim. Güray’la çalışmayı çok istiyordum. Ve bu projede denk geldik. Güray ve Volkan süreç kavramını iyi yöneten, içselleştiren ve bununla mutlu olan insanlar. Beni ilk zorlayan şey bu oldu. Ben tam tersiyim. Yapalım ve iyisini hemen görelim, ilk denemede en iyisini bulalım isterim. İkisi de çok büyük öğretmen oldu bu noktada. Her seferinde, “Tamam, ama başka ne?” diye sordular. Çok fazla fiziksel çalışma yapmam nedeniyle içeriyle uğraşma meselesini çok aksatmışım. Bunu dayattı bana. Seyirci ile buluştukça, hataları da gördükçe rahatladık.
Seyircinin ne görmesini, ne hissetmesini istediniz?
Tolga Hep konuştuğumuz şeylerden biri, bu anlatan adamın bir kere hem kafa karışıklığından ve yaşadığı deneyimlerden dolayı sahip olduğu sızıyı kaybetmeden, metindeki o muhteşem mizahı da kaybetmeden, çok iyi kurgulandığını düşündüğüm felsefeyi de kaybetmeden bunların arasında seyirciyi diri tutabilir miyiz? Doğrusal da bir metin değil sonuçta.
Güray İyi bir hikayeyi lezzetli bir biçimde anlatıp, seyirci ve oyuncunun birlikte aynı nefesi alarak ve ferahlayarak salondan çıkması... Öyle zamanlardan geçiyoruz ki iyi bir hikayeye, şiirsel bir yolculuğa, masal dinlemeye çok açız. Başı sonu olmayabilir hikayenin ama umut veren bir yanı var. Yaşadığımız zamanın melankolisine, yoğun duygularına kapılıp sanatın iyi gelen yanını unutuyoruz. Bu oyun bana bu işi neden yaptığımı hatırlattı. Ben bir hikaye anlatıcısıyım. Hikayemle iyi gelmek istiyorum. Hikaye iyileştiricidir. İkinci olarak da gelenekselle çağdaşın kesişiminde, tam da bu şehrin çekirdeğinde kıymetli bir yan var. Meddah, ortaoyunu konularında derinleşmiş, araştıran bir insan değilken bir baktım karşıma bu coğrafyadan bir biçim çıktı. Sonra o biçim daha iyi bildiğim batılı gelenekle birleştiğinde oluşan sentezin bu şehrin, bugünün insanına iyi gelen bir yanı olduğunu fark ettim. Hem teatral araştırma hem de niyeti iyilik üzerinden giden manevi araştırma enteresan bir şekilde birleşti. Dolayısıyla bu oyunun seyirci için de bizim için de bir deneyim vadettiğini söyleyebilirim. Birlikte bir yolculuğa çıkıyoruz. 70 dakikalık bir hikaye deneyiminin peşine düştük. Sanki o muradımız seyirci ile buluşunca karşılığını buldu.
Volkan Her şey şu anda gerçeğin temsiline soyunmuş durumda. Tiyatronun “Kendime ait bir gramer kuracağım, önce bunu çözeceksin, buna ikna olacaksın ve bunun üzerinden beni sevmeyi öğreneceksin.” demesini seviyorum. İnsanlara hiçbir şey demese bile şunu bırakmasını seviyorum: Gerçeği arama; hayal kurmayı ve dünyaya kendi bakışını kazandırmayı ara. Ben ‘Kalabalık Duası’nda da hayal kurabileceğin bir ihtimal ortaya atıyorum. Sen de buradan çıktığında kendi varoluşuna, ölümle ve zamanla ilişkine, kendi hayaline dair heyecanlan. Tek istediğim bu. Tiyatroya bir ödev biçeceksem de bu olsun.
Güray Fiziksel Tiyatro Araştırmaları olarak baktığımız birkaç anahtar sözcük var. Teatral hakikat, oyunsu coşku, oynama hali ama hayatın oyun yoluyla yeniden üretiliş biçimi gibi yerlere bakmayı seviyoruz. Gerçekçi bir biçimden ziyade oyunun kendi dilinin hakikatinin peşine düşüyoruz. Dolayısıyla belki gördüğünüz bir sürü şey abartılı ya da büyük görünmekle birlikte altında yatan bir teatral arzu var. O teatralleşmiş biçimi çok önemsiyorum. Hayatı tekrar eden bir sanattan ziyade, hayatı kendince yeniden yorumlayan bir sanat dili bana çok çekici geliyor. Anlatının sahnedeki olanakları sonsuz. Tiyatrotem’in yıllardır üstünde durduğu anlatının yeniden keşfi ve ‘Tehlikeli Oyunlar’la gelişen tek kişilik oyunlar yeniden seyircide karşılığını gördü. Biz de bu karşılığını görmüş biçimin yeni bir arayışının içine düşmüşüz. Bu hedeflerle çıkmamıştık yola ama bir baktık karşımızda o anlatı geleneğinin yeniden yorumlandığı bir anlatı var. İyi bildiğimizi düşündüğümüz bir kanalın araştırılacak, derinleştirilecek yerlerini bize gösteren bir proje oldu.
1 note
·
View note