#sahn-ı seman medresesi
Explore tagged Tumblr posts
e-yyup · 2 years ago
Text
Sahn-ı Seman Medresesi
Fatih Sultan Mehmet 1470/istanbul
Medreselerin önemi!!
Tumblr media
Fatih Sultan Mehmet Han;”medresenin kapısını önüne bir kuyu açın ve mazgal ile kapatın. Talebelerin ayaklarında ki toz toprak biriksin,benim mezarımı bu toprakla örtün” diye vasiyet etmiştir.
Umulur ki Cenab-ı Hak,onların yüzü suyu hürmetine bizlere merhamet eder.. 🤲 🤲
21 notes · View notes
kitabice · 2 years ago
Text
İstanbul’un fethinin 570. yıldönümü kutlu olsun…
Fatih Sultan Mehmet… O ufukların sultanıdır. Çağdaştı; felsefeye ve resim sanatına ilgiliydi. İtalyan ressam Bellini’ye yağlı boya resmini çizdirdi. Eğitime inanılmaz önem verdi. 53 gün süren kuşatmanın ardından dumanları tüten şehre girdiğinde verdiği ilk emir: “Buraya bir üniversite kurun” du. İstanbul Üniversitesi’nin logosuna bakın 1453 yazar zira Fatih’in kurduğu Sahn-ı Seman Medresesi üniversitenin temeli sayılır. Dönemin süper beyni Ali Kuşçu’yu günlük 200 akçe gibi rekor bir ücretle bu üniversiteye transfer etti. İlme o kadar sevdalıydı ki; bu medrese okutulacak ders kitaplarını kendisi belirlediği gibi çocukların öğle yemeğinde yiyecekleri menüyü bile bizzat kendi elleriyle hazırladı. Üstelik bu medreseden mezun olan öğrencileri takip etti; bu maksatla onların adlarını, durumlarını, aldıkları görevleri yazdığı bir defter tuttu. Talebelere de çok ehemmiyet verdi, geceleri geç vakit medreseleri dolaştı, onların çalışıp çalışmadığını teftiş etti çalışkan olanları mükâfatlandırdı, bazen de imtihan heyetlerine başkanlık etti. Hafta iki kez alimlerle buluşur istişare yapardı. Kitap okumaya inanılmaz meraklıydı, sarayında zengin bir kitaplığı vardı. 7 dili ana dili gibi bilir, gelen elçilerle tercümansız konuşurdu. Hoşgörünün de sultanıydı: Hristiyanların, Musevilerin törenlerini izlemeye giderdi. İstanbul’un manevi mimarı olan ilim adamlarını ihmal etmez, sık sık ziyaretlerine gider, gönülleri hoş eder, şairleri ilim adamlarını maaşa bağlar; hatta ilme olan düşkünlüğünden onlar gibi sarık takardı. Fethin ardından İstanbul'a 500'ün üzerinde mimari eser kazandırdı ve şehri bir "Medine-i Fazıla" (Erdemliler Şehri) yaptı. Kurdu kuşu bile bile ihmal etmedi: Kışın dağlara et bıraktırdı, yem serptirdi… Antik Yunan ve Bizans uygarlığına karşı yoğun bir ilgisi vardı. Kahramanları Akhilleus (Aşil) ile Büyük İskender'di ve Hıristiyanlığı bu dinin alimleriyle tartışacak kadar iyi bilirdi. Kendisine verilen "Fatih" unvanının yanında "Ebu'l-Hayrat" (Hayırlar Sahibi) diye de tanınırdı. Mütevazıydı ordusuyla Trabzon’un fethi için meşakkatli Karadeniz dağlarında ilerlerken ordusuyla yer içer sohbet eder ve derdi: “Bu gayelerimiz hep İslam için…” 30 yıl saltanatı boyunca 2 imparatorluk, 4 krallık ve 11 prensliği kendine bağladı; 900 bin kilometrekare olan Osmanlı topraklarını, 2 milyon 214 bin kilometrekareye çıkardı. Ege'nin Akdeniz'in Adriyatik'in her tarafını coğrafyacı kadar iyi bilir, eline kağıt kalem verin ezbere çizerdi. Matematiğin en zor dalı olan trigonometride uzmandı. “Avni” mahlasıyla şiirler yazdı…
1 note · View note
kemterkul · 7 years ago
Photo
Tumblr media
●●●4 MEZHEP MÜFTÜSÜ ALİ HAYDAR EFENDİ (K.S.)●●●
İstanbul Fâtih Çarşamba’daki İsmet Efendi Dergâhının postnişini. Nakşibendî tarikatının Hâlidî kolundan gelen silsilenin son halkalarından bir halkadır. İsmi, Ali Haydar olup, babası Molla Şerif Efendidir. Ahıskalı Ali Haydar Efendi diye meşhur olmuştur. 1870 (H.1288) senesinde Batum’un Ahıska kazasında doğmuş. 1960 (H.1380) senesinde İstanbul’da vefat etmiştir. Kabri Edirnekapı Sakızağacı kabristanındadır.
İki yaşındayken annesini, dört yaşındayken babasını kaybeden Efendi Baba Ali Haydar Efendi 1894 yılına kadar süren ilk tahsilini memleketinde yaptı. Fakat Şeyh Şamil’in ve beraberinde ki Kafkas Müslümanlarının Rus zulmüne karşı direnişlerinde o bölgedeki birçok müderris ve şeyh şehit olmuş, tekkeler ve medreseler boş kalmış. Bu sebeple de, ilim tahsiline devam edebilmek için Erzurum’a gelerek Bakırc�� Medresesi’ne kaydoldu. Bir süre sonrada, buradan İstanbul’a gidip Fâtih Câmiinde İslamî ilimleri öğrenimine devam etti. Tahsilini tamamlayıp, Bâyezîd Dersiâmlarından Çarşambalı Hoca Ahmet Hamdi Efendi’den 1901 senesinde umumi icazetname aldı. Buradaki Medrese arkadaşlarının en meşhuru İskilipli Muhammed Atıf efendidir. Bir yandan hocasının derslerine devam ederken diğer yandan kâdı yetiştiren Medresetü’l-kudât’a giderek 1906 yılında mezûn oldu. Yapılan imtihanları kazanıp, Fâtih Câmiinde talebe okutmaya başladı. Böylece Fâtih Dersiâmları arasında yerini aldı. 1909 senesinde Fetvahanede fetva yazmakla vazifelendirildi. Daha sonra Sahn-ı Seman (Fâtih) Medreseleri fıkıh müderrisliğine tâyin edildi.
İlmiye Salnamesi’ndeki kayıtlara göre Ali Haydar Efendi’nin müderrislik hayatı şu şekildedir: “İlk olarak 1325 yılında Sadi Bey Medresesi üçüncü müderrisliği görevine getirildi. Ardından sırasıyla: Dâru’l-Hilafet-i Aliyye Medresesi kısm-ı âli fıkıh müderrisliği, Fetvahane Müsevvitliği, Heyet-i İtfaiyye Reisliği, Sahn Medresesi Müderrisliği görevlerinde bulundu. 1334’ten 1337 tarihine kadar ve bilahare 1340-1341 senelerinde de huzur derslerine ‘muhatap’ ve ‘baş muhatap’ olarak iştirak etti.”
●●●●●●●●●●●●●●●●●●●●●●
Ali Haydar Efendi ilk başlarda tasavvuf ve tarikata karşı çok mesafeliydi. “Te’lifi Mesail Heyeti” reisliğine atandığı, yani ilmî birikiminin çağın hukuki problemlerini çözmeye malik olduğu kanaatinin “Meşihat-ı İslamiyye” tarafından tasdiklendiği yıllarda bir Ramazan ayında Bandırma Merkez camiinde Ali Haydar Efendi halka vaazlar veriyor. Vaazlarında, Şeriat’a muhalif olanlardan, Müslümanları istila etmiş olan bid’at ve hurafelerden bahsediyor, yayılmasında etkisi olan tekkelerin, tasavvuf ve tarikat ehlinin aleyhinde konuşuyordu.
Bir gün sabah namazında kürsüye çıkarak; “Burada Bezzâz Ali Rızâ Efendi var, şöyle yapar, böyle yapar.” diye aleyhinde konuşunca dinleyen cemaat üzüldü, hayal kırıklığına uğradı. Cemâatin içindeki Bezzâz Ali Efendinin talebelerinden Börekçi Hasan Efendi namazdan sonra Bezzâz Ali Rızâ Efendinin yanına gidip durumu hocasına anlattı. Bezzâz Ali Rızâ Efendi; “Hiç merak etme, çok yakında bizim yanımıza gelecek.” cevabını verdi. Çok geçmeden Ali Haydar Efendinin gönlüne bir ateş düştü ve vaazda söylediği sözlerden pişman oldu. Pazar yerinde bez satan Bezzâz Ali Rızâ Efendinin yanına giderek, söylediklerinden pişmanlık duyduğunu bildirip, evlatlığa kabul etmesini istedi. Bezzâz Ali Rızâ Efendi kolundan tuttu, sırtını okşadı ve “İstanbul’da Hacı Ahmed Efendi var, ona git.” dedi.
Ahıskalı Ali Haydar Efendi İstanbul’a gelip bu zatı buldu. O da Topkapı’da bulunan Maşlaklı Ali Efendi denilen zata gönderdi. Ahıskalı Ali Haydar Efendiye Maşlaklı Ali Efendinin sözleri çok tesir etmiş ve mana âleminde bir takım değişiklikler olduğunu hisseden Ali Haydar Efendi Ali Rıza Bezzaz hazretlerine talebe olup sohbet ve derslerine katıldı. Tasavvufun manevi yolunda sürekli ilerledi. Ali Rızâ Efendinin vefâtı üzerine 1914 senesinde Şeyh İsmet Efendi dergâhı postnişinliğine, şeyhinin işaretiyle müridân tarafından seçildi ve vakıf şartı gereğince seçim mazbatası mühürlenip Meclis-i Meşayıh’a takdim edildi. Fakat iktidarda olan İttihat ve Terakki hükümeti onun bu vazîfeye getirilmesine mâni oldu. Usulsüz olan bu uygulama dergâh mensupları arasında huzursuzluğa yol açtı.
Ahıskalı Ali Haydar Efendinin postnişinliğine mâni olunmakla ilgili usulsüz uygulama, mürîdândan Hâfız Halil Sâmi Efendi tarafından yazılan bir dilekçe ile saraya intikâl ettirildi. Nihâyet 1919 senesinde Ali Haydar Efendinin postnişinliği pâdişâh tarafından tasdik edilerek vazîfesi kendisine iâde edildi. Bu vazîfesi tekke ve zâviyeler kapanıncaya kadar devâm etti. Şeyhülislâmlığın kaldırılması, tekke ve zâviyelerin kapatılmasından sonra açıkta kaldı, sâdece dersiâm maaşı ile iktifâ etti. Cebecibaşı Mahallesinde bulunan Şeyh İsmet Efendi dergâhında ikâmet etti.
Derin bilgisi ve kuvvetli bir hitâbet gücü olan Ahıskalı Ali Haydar Efendi, Mart 1915’te şeyhülislâmlıkta yeni kurulan “Te’lif-i Mesâil Heyeti” reisliğine tâyin edildi. Bu görevi esnâsında Mecelle’yi ikmâl için kurulan komisyonda vazîfe aldı ve iki senede Kitâbü’l-Büyû’ (Alışveriş kitabı) ve Kitabü’l-İcâre’yi hazırladı.
Birinci Dünyâ Harbi boyunca bu vazîfeyi devâm ettiren Ahıskalı Ali Haydar Efendi 1916 senesinden îtibâren her ramazan ayında huzur dersleri (pâdişâh huzûrunda yapılan ilmî ders ve sohbet toplantıları) başmuhâtaplığı vazîfesini yürüttü. Bu vazîfesi 1923 senesine kadar sürdü ve pâdişâhlığın kaldırılmasıyla son buldu.
Dört pâdişâhın zamanında bilfiil vazîfe yapmış olan ve bilhassa Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın iltifatlarına kavuşan Ahıskalı Ali Haydar Efendi, Cumhûriyet devri boyunca dînî tedrisât ile meşgul oldu. İskilipli Atıf Hoca, Tahir Mevlevî gibi o devrin büyükleriyle hapiste kaldı. Birçok âlim hakkında idam kararı verildiği halde kendisine manada kurtuluş işareti verildi ve Allah’ın hikmeti ve inayeti ile hakkında beraat kararı verildi. Velakin bundan sonra yirmi beş yıl kadar göz hapsinde tutuldu.
●●●●●●●●●●●●●●●●●●●●●●
Oğlu Hâlid Gürbüzler babasıyla ilgili olarak şunları söylemektedir:
“Babam kimseyle kötü olmamamızı söylerdi. Oturalım, çaylar, kahveler içelim demez, devamlı ilimle meşgul olurdu. Erzurum’dan Alvarlı Mehmed Efendi, Ramazanoğlu Sâmi Efendi sık sık ziyaretine gelirlerdi. Hasib Efendi ile Mehmed Zahid Kotku Efendi de gelirlerdi. Devrin bütün âlimleri ziyâretine gelir, sohbet ederlerdi.” Din ve devlet hizmeti görenlere büyük kıymet veren Ahıskalı Ali Haydar Efendi talebelerinin ve sevenlerinin ilmî yönden daha ileri olmalarını ister; “Sulbümden değil, yolumdan gelen benim evladımdır.” derdi. Kendisi ilmî mütâlaayı hiç bırakmazdı. Zevcesi Hanife Hanıma; “Hanife, Hanife yeni bir câhilliğimi daha gördüm. Yeni bir şey daha öğrendim.” derdi. Kendi tahsilinin kısa olduğundan bahsederek; “Benim tahsil müddetim beş senedir.” derdi.
Sert mizaçlı bir insandı. İbâdete çok düşkündü. Geniş çaplı düşünür, Müslümanların idaresi hakkında ihlaslı ve temiz insanların söz sâhibi olmasını, milletin ve devletin devamını isterdi.
Küçük oğlu Behâeddîn Gürbüzler’in ifâde ettiğine göre, ilim öğrenmek, öğretmek ve insanlara İslâmiyeti anlatmakla meşgul olurdu. Siyâsetle meşgul olmazdı. Hatta İttihat ve Terakki fırkasına girmesi için Hüseyin Câhit ve Talat Paşa tarafından teklifte bulunulmasına rağmen, tekliflerini kabul etmemişti. Talebelerine siyasetten uzak durmalarını tavsiye ederdi.
Tekke ve zâviyelerin kapatılmasından sonra Türkiye’de kurulan yeni idâreye karşı olduğu öne sürüldü. Ankara’ya götürülüp 1926’da İstiklal mahkemesinde yargılandı. Merhum Atıf Hoca’nın “Frenk mukallitliği (taklitçiliği) ve Şapka” adlı eserinden 100 adet kadar Bandırma’daki damadına satılmak üzere göndermesi sebebiyle tutuklandı. Ankara’da Tahir Mevlevi ile aynı koğuşu paylaşmışlardır. 31 Ocak 1926 günü muhakeme edildi. Daha sonra ders şeriki(ortağı) İskilipli Atıf efendi ile yüzleştirmesi yapıldı. Nihayet 3 Şubat 1926’da beraat etmiştir.
Dînî ilimlere vâkıf olan Ahıskalı Ali Haydar Efendi, kuvvetli hitâbetiyle dinleyenleri tesir altında bırakırdı. Ömrünü İslâm dînini öğrenmeye ve öğretmeye v ermişti. Kur’ân-ı Kerîmi çok okurdu. Nefse güvenmemeyi telkin eder, talebelerine ve sevenlerine nasihatlerde bulunurdu. Zamanın şartlarına göre dînî konuları anlatmak hâricinde sessiz bir hayat yaşadı.
Dini hizmetlere, emri- bil marufa büyük ehemmiyet verirdi ve “Din-i mübin-i İslam’ın devam ve bekası Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker(Allah’ın emirlerini anlatmak, yasaklarından sakındırmak)’in devamına; din-i mübin-i İslam’ın inkirazı(yıkılması) emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker’in terkine bağlıdır.” derdi.
Ali Haydar Efendi ömrünün son on yılını Bandırmada medfun olan şeyhi Ali Rıza Bezzaz Efendinin manada işaret ettiği Mahmud Efendi’yi yetiştirmekle geçti.
Vefâtından on gün evvel Fâtih-Çarşamba’daki Şeyh İsmet Efendi dergâhının yakınındaki evinde komaya girdi. On gün bitkisel hayat sürdü ve 1 Ağustos 1960 (H.1380) günü yarı beline kadar doğrulup “Allah” diyerek rûhunu teslim etti. Cenâzesini Mahmud Efendi, Mehmed Zâhid Kotku Efendi ile Ramazanoğlu Sami Efendi yıkadılar ve vasiyeti üzerine hocası olan Reîsü’l-Ulema Çarşambalı Ahmed Efendinin de kabrinin bulunduğu Fâtih Câmii kabristanına defnedilmek istendi. Fakat buna müsaade edilmedi. Hatta cenaze namazının bile bu camide kılınmasına izin verilmedi. Yavuz Selîm Câmiinde Ramazanoğlu Sâmi Efendi tarafından kıldırılan cenâze namazından sonra Sakızağacı kabristanında defnedildi.
8 notes · View notes
bilgipera-blog · 6 years ago
Text
Müderris, Sahn-ı Seman Medresesi, İstimâlet Politikası Terimleri Birer Cümleyle Açıklayınız.
Müderris, Sahn-ı Seman Medresesi, İstimâlet Politikası Terimleri Birer Cümleyle Açıklayınız.
A��ağıda Müderris, Sahn-ı Seman Medresesi, İstimâlet Politikası terimleri birer cümleyle açıklayınız kısaca olarak ele alacağız. Bazı kavramlar sosyal ve siyasal hayatı anlamlandırmak ve anlayış ve prensipleri ortaya koymak adına oldukça gerekli olarak kullanılmaktadır. Bu kavramlar bir tarihin özeti de olabilir. Kavramlar toplumların da doğru düşünmesi ve yönlendirilmesi anlamına gelebilir. Bu…
View On WordPress
0 notes