#sadıç
Explore tagged Tumblr posts
berceste-i · 1 month ago
Text
Tumblr media
Boynu bükük kaldı şiirlerin uğrayanı kalmamış köprüler gibi bi iğne mi yoksa çuvaldız mı dikse yaraları kabuk bağlamış kelimeleri..
36 notes · View notes
alpersadic · 1 year ago
Text
Edip yazar Alper Sadıç
Edip yazar: Alper Sadıç
                        1977 yılında Ankara’da hayata başlayan Alper Sadıç, çocukluk yıllarını bir ege kasabasında sürdürmüştür. Selçuk Üniversitesi Biyoloji Öğretmenliği mezunu, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nde yüksek lisans programını tamamlamış ve aktif olarak İstanbul’da bir ortaokulda Fen Bilimleri öğretmeni olarak hayatına devam etmektedir. Akademik makaleleri çeşitli dergilerde yayımlanırken şu anda simit çay edebiyat etkinlikleri tarafından üç ayda bir çıkan Betik dergisine minimal öyküleriyle katkıda bulunmaktadır. Yazmayı bir meslek olarak değil de heyecanını diri tutan bir destek olarak gördüğünü ifade eden Alper Sadıç, aynı zamanda benim de ortaokul Fen Bilimleri öğretmenliğimi yapan, benim için kıymetli öğretmenlerimdendir. Yollarımız çok kısa bir süre kesişse de öğrenim hayatımda kendimi şanslı hissetmemi sağlayan bir eğitimcidir kendisi. Her zaman öğretmenlerin öğrencileriyle gurur duyduğu bu dünyada bana öğretmenimle gurur duymayı öğretti şu zamanlarda. Kendisinin öyküden, novellaya, romandan, bilim kitabına kadar kaleme aldığı ve okuyucuya sunduğu eserleri bulunmaktadır.  Bilgi birikimine, öğütlerine ve düşüncelerine sıralarından geçerken de değer verdiğim öğretmenimle yıllar sonra yolumuzu tekrar birleştiren güçlü kalemi oldu. Yer yer Tanzimat esintili eserleri, geniş kitap bilgisi, güçlü betimlemeleriyle Alper Sadıç, kitapları ve kendisi hakkında daha fazla bilgi edinilmesi gereken eser sahiplerimizdendir.
Ortaokul yıllarında kapısından bakmaya bile çekindiğimiz öğretmenler odasında emektar hocam ile kıymetli eserlerini konuşmak benim için oldukça iyi bir tecrübeydi. İyi bir öğretmen bir insanın sahip olabileceği en değerli şeylerdendir.
 Sözlerime öncelikle okuttuğu öğrencilerinden hâlâ elini çekmeyen, desteğini esirgemeyen bir öğretmen olduğunuz ve röportaj teklifimi içtenlikle kabul ettiğiniz için teşekkürlerimi sunarak başlamak istiyorum.
 ·         Öncelikli olarak ilk aldığınız kitap neydi ve bu kitabı neden almak istediniz?
 Simyacı kitabı; ismi, kapağı ilgimi çektiğinden dolayı almak istemiştim. Babama kitabın ismi hakkında sorularımı yöneltmiştim fakat yaşıma uygun bir açıklama yapmamıştı. Belki de bilerek fazla açıklamak istemedi. Teşvik etmek, merakımı okuyarak gidermemi sağlamak için böyle yapmıştı. Bu yüzden kendim alıp okumak istedim.
 ·         Konularınızı neye göre seçiyorsunuz, baştan bir plan içerisinde misiniz yoksa hikâyenin akışına karakterlerin duygularına göre mi hareket ediyorsunuz?
 Yazarın sermayesi kendi yaşantısıdır derler. Biyografik ya da otobiyografik eserlerim bu ilke ile ortaya çıktı. Sadece gerçekleri yazdığım bu eserlerimi olay yeri tutanağı gibi de oluşturmadım. Edebiyat da tam olarak böyle bir şey aslında. Yaşanılanları uygun bir dil ile hisleri paylaşmak için icat edilmiş bir iletişim şeklidir edebiyat. Kurgu metinlerde ise çarpıcı bir son gereklidir, öykü yazma yarışmasında bana birincilik getiren en önemli etkenin öykümün çarpıcı final bölümü olduğunu düşünüyorum. Bazen gerçeği hayal dünyasında harmanlayabiliyoruz, karakterler yazı içerisinde kendini buluyor.
  ·         Yazar olarak bir mahlas kullanacak olsanız bu ne olurdu?
 Edip takma ismiyle yazabilirdim.  Anlam olarak saygılı, nazik kimse ve edebiyatla uğraşan kişi anlamına geliyor. Anlamı itibarıyla kendi adımla yazmasam bu takma adı seçerdim.
 ·         Kaç yaşında yazmaya başladınız?
 40 yaş tam olarak diyebilirim. İnsanın kendini yazmaya hazır hissetmesi gerekiyor. Yazar bir arkadaşımın söylediği gibi şişe yani zihin okumalarla dolup taşınca yazma eylemi sahneye çıkıyor.
  ·         Hangi edebiyatçıları kendinize yakın buluyorsunuz, Ben yazı yazmalıyım dediğiniz bir dönüm noktanız oldu mu?
 Hayatta olmayan yazarlar arasından Ahmet Mithat Efendi benim için efsanedir. Refik Halit Karay, Ahmet Haşim, Peyami Safa ve Sabahattin Eyüboğlu; bu beş yazar benim için çok önemlidir. Tanışma fırsatım hâlâ devam eden, gidip elini öpmek, sohbet etmek istediğim yazar ise Sevinç Çokum’dur. Amin Maalouf, Jean-Cristophe Grangé yabancı yazarlar olarak çok okuduğum eser sahipleridir. Her ikisi de mesleğinin getirmiş olduğu tecrübeyi edebiyata çok iyi yansıtmış ve bu durum beni oldukça etkilemiştir. Polisiye türünü edebiyattan pek saymazdım ama Grangé’yi okurken polisiyenin de edebiyat olduğunu kabul ettim.
  ·         Yazdıklarınızı kimsenin okumayacağını bilseniz yine de yazar mıydınız?
 Evet. Bu bir doyum benim için. Ancak bir yazarın en büyük mutluluğu paylaşmaktır. Paylaşmak için de yazıyorum. Okuyucularımın değerlendirmeleri benim için oldukça önemlidir. Eserlerim hakkında yorumlarını dinlerken, yazdığım kitabı elimde tutarken, içimde elimde tuttuğum kitabın benim dünyamdan çıkmış olmasının gururunu yaşıyorum. Bu gurur egodan çok mutluluk ve emeğin karşılığını somut bir şekilde görmenin vermiş olduğu heyecandan kaynaklanıyor.
  ·         Yazmış olduğunuz yazılarda sonun geldiğini nasıl anlıyorsunuz, karakterler hala yaşıyorken anlatımın son bulacağı yere nasıl karar veriyorsunuz?
 Ahmet Mithat Efendi’nin kendi evindeki matbaası ile yazdıklarını Tercüman-ı Hakikat adlı gazetesinde belirli zaman aralıklarıyla bölüm bölüm yayınladığı eserleri bulunmaktaydı. Bir gün yayınladığı bölümde kitabın başkarakterini öldürüyor ve bu bölümden sonra bütün Galata esnafı evini basıp, bu karakter nasıl ölür diye tepki gösteriyor. Hatta bir esnafın attığı taş Ahmet Mithat Efendi’nin başına geliyor ve başını yaralıyor. Bu olay sonucunda Ahmet Mithat, eserin bir sonraki bölümünde karakterin ölmediğini, komada olduğunu belirten bir bölüm yayımlıyor. Bu aslında okuyucudan çok yazarın hissiyatıyla alakalı bir durumdur. Bir kitap kaleme alınırken, girişteki yazar ve finaldeki yazarın bir olmaması gibi yazdığı karakter de aynı değildir. Bir karakter eğer eser içerisinde gelişme kaydetmiş ve okuyucuyu etkilemeyi başarmışsa çekileceği zamanı da bilmelidir.
 ·         Karakter ve tiplemelerinizde kendiniz ya da yakın çevrenizdeki insanlardan esinleniyor musunuz?
 Tabii, elbette. Yazarın sermayesi kendi yaşantısıdır. Bir karakterin betimlemesini yaparken mutlaka çevremi gözlemlerim. Bir gözüm yazdığım metinde bir gözüm de çevremde olur yoksa kurguya nasıl gerçeklik hissi katabiliriz ki? Sadece karakterlerde değil kurgu mekânlar oluştururken de çevreyi gözlemlerim. Bahçe Evi adlı eserimde bir okuyucumun dikkati ve bana ulaşmasıyla bir sonraki baskıda metinde küçük bir düzeltme yaptık. Bu düzeltmenin sebebi ise, kitabın bir bölümünde asmaların goruğa durmasıyla erik ağacının çiçek açmasının aynı döneme denk gelmesiydi. Kitapta betimlemede bulunurken iki ayrı zamanda gerçekleşecek olayı aynı zaman içerisinde oluyormuşçasına ele almışım. Kurgu olaylarda gerçeklik yakalamalıyız. Bu yüzden gözlem yapmak ve kurguyu gerçeklikle ele almak oldukça önemlidir.
  ·         Bir röportajınızda‘’Yazar önce okumalı, ruhunu kitap okuyarak beslemeli’’ demişsiniz, yazarların bu ser��vende doygunluğa ulaştığı bir nokta olduğunu düşünüyor musunuz, yoksa okumak hep aç olmak mıdır?
 Okumanın sonu yok. Blake Snyder, ‘O Kediyi Kurtar’ adlı kitabında, toplam 20 farklı senaryo var ve bütün filmler bu senaryolar üzerinden dönüyor demiş fakat bu senaryolar aynı olsa da renkler, motifler, işleniş biçimleri farklıdır. Edebiyat zaten budur, aynı konuları bahse alırken kendimize özgü duyguları aktarmak, hissettirmek önemlidir.
  ·         ‘’Manayı en sade şekliyle’’ yazdığınızı ifade ediyorsunuz, sizce karmaşık olay ve cümle yapıları okuyucu üzerinde nasıl bir etki uyandırır?
 Hitap ettiğiniz kitle ile alakalı. Eğer üniversitelerde görev yapan kurullar için kitap yazıyorsanız kompleks cümleler sorun teşkil etmez. Ben eserlerimde daha çok sade ama basit olmayan bir üsluptan yanayım. Çok sevdiğim yazarlardan Sevinç Çokum, öğrencilik yıllarında kaleme aldığı bir yazı ile öğretmeninden övgüler alırken, bir sonraki yazısında notu beklediği kadar yüksek olmamış. Bunun nedenini öğretmeni Farsça ve Arapça kelimeleri de oldukça yoğun kullanması olarak açıklamıştır. Öğretmeni Türkçe yazmasını tavsiye etmiş. Yani dili zengin göstermek isterken karmaşık yapılı cümle yapısına sahip, farklı dillerden devşirme kelimelerle eserler ortaya koymak sade üslupla kaleme alınan eserlerden üstün değiller.
  ·         Bakır Çalığı kitabınızda kendi kurguladığınız bir son bulunmamaktadır. Bir okuyucunuz olarak Ruhi’nin bundan sonra ne yapacağını hayatını nasıl şekillendireceğini merak ediyorum. Sizin kurgu dünyanızda Ruhi şu an ne konumda?
 Ruhi mücadeleye devam ediyor. Kendine bulduğu uğraşı benimsemiş ve bu uğraşın onda oluşturduğu duygular olumlu duygular olmasa da onun tuhaf bir şekilde hoşuna gidiyor. Bu duyguyu benimsediği ve hissetmek istediği için kendisiyle ve çevresiyle çatışmaya devam edecektir.
 ·         Sadece Ruhi’yi değil, kitabınızdaki Zeytin karakterinin yolunu da çok merak ediyorum. Okula gidebilecek mi, Ruhi’yi o da seviyor mu bunların hepsi için birçok cevabım ve hikâyem var ama asıl eser sahibinin gözündeki yolu ve tercihleri merak ediyorum. Bir devam kitabı gelecek mi?
     Okurlardan gelen en büyük eleştiri Bakır Çalığı eserimin tam tadında bitmesidir. Devam kitabı okurun bana tavsiyesidir. Ben de düşünüyorum. Bu konuda bir devam kitabı çok istendiği için gelebilir.
 ·         Bakır Çalığı kitabı bir köyde geçmek yerine şehirde geçseydi sizce kurguladığınız karakteriniz Ruhi nasıl bir yol izlerdi, örtülü gerçeği yine de bulmaya çalışır mıydı yoksa hayatın akışına dalıp gider miydi, çevre eserlerinizde ve sizin hayatınızda önemli bir etken mi?
 Şehir insanı yorar, dertlerini unutturacak yeni dertlerle oyalar. Dolayısıyla örtülü gerçeği bulmaya çalışacak zamanı, enerjisi kalmaz; yeni davaları olur. Büyük şehir değirmen gibidir, öğütür insanı. Küçük yerlerde insanın davasını kamçılayan etmenler vardır çünkü karmaşıklık azdır. Ruhi’nin tutumu şehirde yaşayan ve büyüyen bir karakter olsaydı değişebilirdi.
 ·         Tasarladığınız bir karakterin kendi kontrolünüzden çıktığı ve bir çizgiye, benliğe ulaştığı, yaptıklarına sizin bile şaşırdığınız durumlar oldu mu?
 Elbette oldu. Ben Bulut Kapısı adlı eserimde erkek karakterin –Rasim- hoşlandığı kızın –Herdemet- izini sürdüğü zaman çok etkilenmiştim. Kendi hayal dünyama çok şaşırmıştım.
 ·         Sizin için yazı yazmak ne anlama geliyor tek cümle ile anlatacak olsanız bu ne olurdu?
 Yazmak bir doyumdur. Okumak aç olmaktır demiştik. Yazmak ise tam tersi. Doyduğunu yeniden yazmak isteyene kadar hissetmektir. Bir öyküyü kaleme aldığımda küçük ya da uzun soluklu olsun o kadar mutlu oluyorum ki onun üzerinde düzeltmeler yapıp vitrine hazır hale getirmek müthiş bir şey. Aslında cümleleri okuyucunun anlamasına uygun hale getirmek sancılı bir süreç, meyvesi tatlı bir olgunlaşma dönemi olarak tabir edebiliriz.
 ·         Bahçe Evi kitabınızda sizinle birlikte o köstebeğe ne olduğunu hayatı boyunca merak edecek birçok okuyucunuzun olması ve size ait bazı olayı birçok insanla paylaşmış olmak size ne hissettiriyor?
 Biz üç kardeşiz. Bahçe Evi’ni kaleme aldıktan sonra benim bir küçüğüm, bunca olayı nasıl hatırlayabiliyorsun diye sordu. En küçük kardeşim ise bunlar bizim özelimiz, geniş kitlelerle paylaşmak doğru mu diye sorguladı. Annem ise babamla anılarımıza ait olan bu eseri, henüz onunla ilgili bir eser kaleme almadığım için hafif kıskanmış bir tavırla “benim de ölmem mi lazım beni yazman için” diye eleştirdi. Onlara verdiğim en güzel cevap bunları ben yazmasaydım unutulacaktı oldu. Babama duyduğum özlemden dolayı bu eseri kaleme aldım, annem ile ilgili ise çok şükür ki hâlâ hayatta, ulaşabileceğim bir konumda olduğu için ve anılarımız oluşmaya devam ettiği için anılarımızdan oluşacak bir kitabı henüz kaleme almadım.  En küçük kardeşime cevabım ise babamı biraz tanıtmak istedim oldu. Babam vefat ettikten sonra onu internette arama motorunda ararken sadece yaşadığımız yer olan Nazilli Belediyesi’nin taziye mesajını gördüm ve çok etkilendim, yıllarca bu ülkeye emeği geçmiş bir polis memurunun hakkında araştırma yaparken sadece bir ölüm ilan metninin bulunması beni çok hırpaladı. Dünyadan bir Neşet Sadıç’ın geçtiğini anlatmak ve bundan daha fazlası olduğunu aktarmak istedim. Bu nedenle babamla anılarımızı kaleme alarak onu tanıtmak istedim.
  ·         Hayatınız boyunca tek bir türden eser verecek olsaydınız bu hangi tür olurdu?
 Roman olurdu. Çünkü bende romanın açılımı çok önemlidir, roman edebiyatın okyanus olan kısmıdır. Bir öyküden yazarın ruh dünyasını tamamıyla yakalayamazsınız ama roman da yakalanır. Kalemim öyküye yatık olsa da roman yazmak benim için önemli bir meziyet. Romanda oluşturduğunuz karakter büyüyor, gelişiyor ve siz bunu gözlemleyebiliyorsunuz; oldukça etkileyici bir izlenim diyebiliriz.
 ·         Biyoloji bölümü mezunu olduğunuzu biliyorum. Bilim ve edebiyatı kıyaslayacak olursak nasıl farklar ve benzerlikler bulabiliriz, sizin için biraz daha önde olan hangisidir?
 Farkları; bilimde gerçek ön plandadır; bilim saf gerçektir, manevra yapamazsınız gerçekler buna müsaade etmez, sonuçlar tıpkı bir reaksiyonun girdisi çıktısı gibidir, formüle edilirler. Edebiyatta böyle değildir. Forrester’ı Bulmak adlı filmde; bir kitap için iyi bir roman nasıl yazılır bunu bu kitapta öğretmişsiniz ama edebi değeri tartışılır anlamı taşıyan bir kitap yorumu vardır. Romanın nasıl yazılacağını formülüze ederiz fakat bu roman özelliği taşımaz. Hatta bu formüle göre de yazabiliriz fakat yazdığımız iyi bir roman olmayabilir.
 ·         Üzerinde çalıştığınız bir projeniz var mı şuanda?
 Evet. küçürek öykülerden oluşturduğum bir kitap dosyam var. En fazla 1000 kelime ile yazılan öykülere küçürek öykü diyoruz. Eli kulağında yayımlanmak üzere. Yaklaşık 25 öykü yer alıyor. Aslında benim gayem küçürek öyküyü, öykünün bir alt dalı olmaktan çıkartıp başlı başına bir edebiyat dalı yapmak. Az sözle çok şey anlatmak gerçekten çok zor. Blaise Pascal'ın “Daha kısa bir mektup yazacaktım ama vaktim yoktu” cümlesi tarihe geçmiş özlü sözlerden biridir. Az yazıp çok şey anlatmanın, uzunca açıklama yapmaktan daha zor ve uğraş gerektiren bir meziyet olduğunu düşünüyorum.
·         Kendiniz için mi yazıyorsunuz yoksa bir toplumsal mesaj içerikli kanal kullanarak okurlar için mi?
 Kendim için yazıyorum. Paylaşmak güzel bir şey fakat doyum noktasında bencillik yapmak lazım, yazmak eyleminin bana hissettirdiği duygular tarif edilemeyecek derecede iyi ve keyif verici. Ruhumu bu doyumdan alıkoymak istemem. Zamandan ve sevdiklerinizden bu kadar fedakârlık yapmak, bu kadar güzel duyguları hissetmek için aslında. Bence bu hoş görülen bir bencillik olmalıdır.
 ·         Eserlerinizde karşıma çıkan Charles Buhowski’nin ‘’Gerçekten yaşamak için önce birkaç kez ölmelisiniz, bunun başka yolu yok.’’ sözünün hayat mottonuzda yeri olduğunu düşünüyorum. Sizce gerçekten yaşamak için önce birkaç kez nasıl ölünür?
 Yaşamanın kıymetini böyle anlarsınız. İnsan çok nankördür. Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür derler. İnsan unutmak üzere kurulmuştur ve bu bir nimettir. Yaşamak bir bedeldir. Sait Faik Abasıyanık; maddi açıdan zorluk çekmeyen, çalışmak zorunda olmayan bir edebiyatçıydı. Şiirlerini çoğunlukla Beyoğlu-Burgazada arası vapur seferlerinde kaleme alırdı. Bir gün yurtdışına çıkmak için pasaport çıkartırken mesleği bölümüne işsiz yazılması onun çok ağırına gitmiş. Belki de bir farkındalık kazanmıştı. Bana göre Sait Faik’in bir ölümü de burada olmuştu. Dönüm noktası gibi düşünebiliriz.
  ·         Şu anki deneyimlerinizle yazmaya başlamadan önceki Alper Sadıç’a ne söylemek istersiniz?
“Her yazar bir roman teorisyenidir,” böyle bir cümle okumuştum. Yani hiçbir roman bitmemiştir aslında yazar kendi iç dünyasında yazdıklarını aktararak romanı ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla kendisi de gelişim gösteriyor. İlk yazdığım eser olan Bulut Kapısı ve şimdiki eserlerim arasında elbette fark var ama bunu bir basamak olarak görüyorum. Şimdi olduğum yere gelmek için geçmek zorunda olduğum bir basamak.
·         Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
 Okumak bir erdemdir. Okumak lazım. Bizim insanımızın bu konuda biraz eksik. Örneğin ortaokul öğrencilerin girdiği LGS sınavı kitap okuyan öğrenciyi istiyor. Aynı zamanda öğretmen olduğum için bu yorumu kolaylıkla yapabilirim. Okumanın bir branşı yoktur.  Boş zamanlarımızda kitap okumalıyız sözü yerine, okumak için zaman ayırmalıyız sözünü daha doğru buluyorum.
2 notes · View notes
shopsuqi · 2 months ago
Text
Söz nişan kına düğün nikah parti organizasyon ve özel gün hediyeleri,
Gelinndaamt sadıç ve nedime akseusarları,
Sosyal medya hizmetleri,
WEB çözümleri ve E-Ticaret hizmetleri için ulaşabilirsiniz.
@shopsuqi
.
.
.
.
.
.
#hediye
#hediyelik
#sosyaşmedyauzmani
#sosyalmedyadanismani
#sosyalmedyaajansi
#webtasarim
#grafiktasarim
#seo
#eticaretuzmani
#eticaretajansi
#eticaretdanismani
#izmir
#ecommerce
#dropshipping
#smallbussiness
#turkish
#shop
#market
0 notes
pazaryerigundem · 7 months ago
Text
Bursa Büyükşehir'den 'Hıdırellez' konseri
https://pazaryerigundem.com/haber/169690/bursa-buyuksehirden-hidirellez-konseri/
Bursa Büyükşehir'den 'Hıdırellez' konseri
Tumblr media
Bursa Büyükşehir Belediyesi Orkestra Şube Müdürlüğü Çalgıcı Mektebi Roman Orkestrası tarafından verilen ‘Hıdırellez’ konseriyle vatandaşlar baharın gelişini doyasıya kutladı.
BURSA (İGFA) –Baharın müjdecisi, bolluk ve bereketin sembolü olan Hıdırellez, Bursa’da da coşku içerisinde kutlandı.
Büyükşehir Belediyesi Çalgıcı Mektebi Roman Orkestrası da verdiği konserle kutlamaları taçlandırdı. Merinos Atatürk Kongre Kültür Merkezi’ndeki konsere, Bursalılar yoğun ilgi gösterdi.
Gecenin ilk bölümünde solist Semih Ersoy sahne aldı. ‘Görünce âşık oldum, bahçe duvarından aştım, altınlarım dizi dizi’, ‘lafımı olur’ gibi birbirinden hareketli ve sevilen şarkıları salonu dolduranlar için seslendiren Semih Ersoy, dinleyenlerden büyük alkış aldı.
Tumblr media
Konserin ikinci bölümünde ise solist Esra Erduvan sahne alarak en sevilen eserleri Bursalılar için seslendirdi. Konser boyunca orkestra sanatçılar ve solistler performanslarıyla dinleyenlere unutulmaz bir akşam yaşattı.
Çalgıcı Mektebi Roman Orkestrası Başkanı Evren Sadıç, konsere yoğun ilgi gösteren Bursalılara teşekkür ederek, baharın müjdecisi Hıdırellez’in herkese şans getirmesini diledi.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
shipperisi · 7 months ago
Note
Arabamı düğün arabası olarak göreceğim, üstelik sadıç olarak kendim kullanacağım hiç aklıma gelmezdi. Büyüyoruz be..
Tumblr media
Oooo harikay olmusss YA İNANMIYORUM HEPİMİZ BÜYÜDÜK SAKA GİBİ
1 note · View note
ramazanserdar · 1 year ago
Text
SUSURLUKSPOR, 100 YILLIK BİR MİRAS…
İlk kulüp yeri Tunalıların karşısındaki eski Mavi Köşe (şimdi Keltepeliler Kahvesi) çay evinin tahta merdivenlerle çıkılan ikinci katıydı.
İlk kulüp başkanı Müdür Bey lakabıyla bilinen Cemal Tez'di.
İlk yöneticiler ise Naci Giray, Fazlı Tuncer (öğretmen) ve İsmet Yörük'tü.
1925 yılından 1935 yılına kadar “İdmanocağı” adı altında kurulu bulunan kulübümüz, o tarihlerde özel ve resmi maçlar düzenledi, civar ilçe ve köyleri ile tümende alay maçları yaptı.
1935 yılında Balıkesir’de lig maçları yapan kulübümüzün adı bu yıllarda “Susurluk Gençlik İdman Yurdu” oldu.
O dönemde imkânlar kısıtlıydı. Mevcut yöneticiler kulübe gelir getirmek amacıyla deve güreşleri, yağlı güreşler düzenliyor, kurdukları müsamere ekibi ile civar ilçelerde çalışmalarını sürdürerek gelir topluyorlardı.
1941 yılında alay ile yapılan futbol maçında kavga çıktı, bu nedenle bir süre müsabakalar oynanamadı. 1942 yılından 1945 yılına kadar da savaş nedeni ile maçlara ara verildi.
1946 yılında kulübümüzün adı Susurluk Gençlik Kulübü oldu, liglere bu isimle katıldı. Kulüp binası da aynı tarihte, Hacı Celal Cem'in (Susurluk Eczanesinin olduğu bina) üst katına taşındı.
Susurluk Gençlik Kulübü'nün sahası o tarihlerde şimdiki Şehir Stadı'nın olduğu yerdi.
Tuğla ocağı olarak çalıştırılmakta olan stat yeri halk tarafından kazma-küreklerle temizlendi, taşlar el arabaları ile atıldı.
1946 yılında kulüp başkanlığına Hayri Cem getirildi.
1956 yılına kadar bir yıllık ara ile 9 yıl bu görevi sürdürdü.
Kimlerle yoktu ki yönetimlerde; İsmet Yörük, Yılmaz Susurluk, Halil Alataş, Sabri Dündar, Salih Zeki Altunbaş, Nuri Eroğlu, Rıfkı Ünder, Hasan Işıkhan, Nihat Algan, Mehmet Doğan, Recep Bölükoğlu, Basri Yolasığmaz, İbrahim Bozoğu, M. Ali Gül, Yusuf Akın, İhsan Çevikkalp…
O dönemdeki sporculara da bakalım…
Kaleciler:
Adnan Özbey, Sadettin Duran (Beara Sadettin), Hadi Kural, Şerafettin Serezli.
Oyuncular:
İhsan Ümit, Hakkı Buzcuoğlu, Selahattin İçli (Doktor), Bedii Bey, Muammer Güzel, Salih Zeki Altunbaş, Mehmet Demirbaş, M. Ali Gül, Ahmet Bozoğlu (Borazan köylü), Hasan Serezli (Çengel Hasan), Kemal Sadıç, Fahri Serezli, Hüsnü Altunbaş, Rıfkı Parlakoğlu (Köfteci Rıfkı), Arif Boran (Terzi Arif), Kudret Bölükoğlu, Necati Dal, Nejdet Atay (Şekerci Nejdet), Mustafa Boran, Güngör Çayırcı, İhsan Çevikkalp, Muhsin Zengin (Bacak Muhsin), Rahmi ve Sami Kardeşler, Seyfi Dikbaş (Seyfi Dayı), Nidai ve Hüdai Dağtekin, Mehmet Kula, Yılmaz Akgün, M. Emin Yenioğlu (Miki), Hasan Kale (Gâvur Hasan), Süleyman Altunbaş (Berbat Süleyman), Arap Nuri, Kaptan Nejat, Dursun Cihangir, Kürt Selahattin, Şinasi Çıkrıkçı, Hasan Kök, Hikmet Üstündağ, Mutaf Nejdet, Koti Hakkı...
Susurluk Gençlik Kulübü, 1949 yılında Marmara gurubunda liglere katıldı ve şampiyon oldu.
1954 yılında belediye başkanı Nuri Eroğlu, şimdiki Gençlik Spor Müdürlüğü binasını kulüp binası olarak inşa ettirdi. 500 TL karşılığında alınan yerin inşaatında Şeker Fabrikasından işçi ve malzeme yardımı yapıldı.
1956 yılında Susurluk Gençlik Kulübü binası hizmete girdi, daha sonra Beşeylül Gençlik Kulübü ile ortak lokal olarak kullanıldı, ikinci kat, Nurettin ve Kudret Bölükoğlu kardeşler tarafından sinema salonu olarak düzenlendi.
Ve nihayetinde… 1975 yılında Susurluk Gençlik ile Beşeylül Gençlik Kulüpleri birleşerek Susurlukspor kuruldu.
Görüldüğü gibi...
Susurlukspor sadece bir futbol takımı değil, tarihiyle, sporcularıyla, yöneticileriyle, hepimizin sahip çıkması gereken bu şehrin bir “kültür mirası…”
Ramazan S.TOPRAKTEPE
1 note · View note
sametkalem · 2 years ago
Photo
Tumblr media
#sametkalem #düğün #sadıç #keşfret #keşfetteyiz #keşfetteyim (Saklı Orman Kır Dugunu) https://www.instagram.com/p/CiYRZe3gWSz/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
b12eksikligi · 2 years ago
Text
Bu parlaadan hayır getirmicee bellidin sadıç.
23 notes · View notes
merdumgirizbirgenc · 3 years ago
Photo
Tumblr media
Sadıç. (Ödemiş Birgi) https://www.instagram.com/p/CTFmiWcAAt4NYJwvVCeFvuWWBjrHkHn5nehE9o0/?utm_medium=tumblr
1 note · View note
berkebolatt · 4 years ago
Note
İyi geceler sadıçların sadıcıı
Sanada iyi geceler sadıç
7 notes · View notes
berceste-i · 30 days ago
Text
İnsanız ya huyumuz kurusun.. başkalarına bakarken hep kendi pencerelemizden bakarız ben olsam hööyle yapadım deriz ben olsam hiç öyle yapmazdım deriz onu yapadım bunu yapadım şunu yapadım deriz de deriz.. Emme acık aralayıp da karşımızdaki insanın penceresinden bakmaıı akıl edemeyiz..
8 notes · View notes
bornovacicekcimis · 7 years ago
Photo
Tumblr media
#bornovaçiçekevi #bornovaçiçekçi #bornovaçiçekçisi #bornovaçiçekçilik #bornovadüğünarabası #bornovanikahsalonu #bayraklı #özkanlar #gelinarabası #gelinarabasısüsleme #düğünarabası #düğünarabasısüsleme #düğünarabasısüsü #düğün #nikah #evleniyoruz #mutluluklar #mutluyuz #sadıç #arabasüsü ☎0232 388 99 33 (Bornova çiçekçi)
0 notes
bornovacicekcimisss-blog · 7 years ago
Photo
Tumblr media
#bornovaçiçekçilik #bornovaçiçekçi #bornovaçiçekçisi #bornovaçiçekçim #bornovaçiçekçimisss #bornova #bayrakli #bornovanikahsalonu #küçükpark #özkanlar #gelinarabasi #gelinarabası #gelin #damat #düğün #düğünarabası #arabasüsü #arabasüsleme #evleniyoruz #çiçekçimisss #çelenk #çelenkgöndermedenolmaz #mutluluklar #tebrikler #sadıç #sağdıç #düğünalayı ☎0232 388 99 33 (Bornova çiçekçi)
0 notes
degistirmekgerekir · 5 years ago
Text
Bayramda günü birlik bi yerlere gitmeyi planlıyoruz.Tek ehliyeti olan benim.Bi taraflarımı yırttım ben araç kiralayamam diye ki kiralayamam.Neyse bugün güç bela ikna ettiler fiyat sormaya diye gittik bizim arabayla.Kiralık yerine satılık bi yere girmişiz ve öyle bi yere girdik ki arabayı çıkaramadım.Tam çıkaramazken babamın sadıcıyla karşılaştık.Baktık çıkaramıcaz oğlundan rica ettik.Oğlu da sarhoş olduğumuzu falan sandı çünkü sürekli gülüyoruz:d ama biz normal hayatta da gülüyoruz.bunun 12-8 çalışıp bu saate kadar uyumamayla hiçbir alakası yok tabi:d çocuk tutturdu sadıç babama götürcem teslim etcem sizi falan aldı götürüyo alsls araba bizim ama arka koltuktayım ve çocuk durmuyo:d neyse sonra durdu,eve kadar sağ salim geldik.uzun bi süre araba görmek istemiyorum.arkadaşlarım da kiralayamacağımı yaşayarak anlamış oldu.iyi oldu bi bakıma:d
5 notes · View notes
harabatehli · 6 years ago
Text
Kekstra
Yeni Kekstra reklamını izledim. İzlemeyenler bulsun izlesin. Nazlı eskiden okul birincisiydi şimdi İnstagram fenomeni. Eskiden Kekstra tek eğlencesiydi şimdi Kekstranın fotoğrafının getireceği like sayısı. Tam bir tez konusu. 10 senede başta Kekstra olmak üzere çocuklarımız, onların ilgi alanları, öncelikleri kısacası her şey değişti. Ben okula telefon götürdüm diye babam bana kızmıştı şimdi çocukların elinde milyarlık telefonlar, adam derste İnstagram geziyor hoca laf deyince veli hoca dövüyor. Kekstra'nın kreması azaldı keki ıslak peçete gibi oldu jölesi damağa yapışıyor eski tadı kalmadı. Okulda kozalakla top oynardık biz. Kozalakla top oynadığımız bahçeye dört başı mamur saha yaptılar adamlae sahanın kenarında telefon oynuyor. Kekstra eskiden de aman aman bi para değildi şimdi de sanırım en fazla 1 liradır. Biz Kekstra'yı ikiye bölerdik Apo ile. Şimdi çocuklar o kadar acımasız ki... 10 sene demişim. En az 15 sene önce. Büyüdüğümü unuttum. Paramız yoktu çeşme suyuna Nazo yapardık vişneli. 25 kuruş paketi. Apo Ben Burak onu içerdik. Genzimizi yakardı o kimyasal vişne ekşisi. Dilimizi boyardı. Ama paylaşırdık. Burak çıksa gelse mezarından "sadıç" dese "ey guzum" derim. Ramazanda oruç tutmadığımı, oruçlu olduğu halde onun evinde tost yediğimi, tosttan sonra sigara içip tam söndürmeden çöpe atınca evi az kalsın yaktığımı yine anlatsa yine gülerim. Kekstra değişti. Dünya değişti. Ben de aynı kalmadım.
1 note · View note
ciddiyet-10-blog · 6 years ago
Text
-16-
evet
tekrar yazıyoruz
günlerdir zaten kafamızda yazıyoruz
inanılmaz buhran bi moddayım şu an
hem şl maçı hem survivor var
ve evdeyim
ve ikisini de izlemiyorum
şu an tek yapmak istediğim şey çok belli
kesinlikle yapmıcağım şey o da
olay şu ki
10 yıllık bi inziva sürecinin
bize hiç bi şey kazandırmadığını
hiç bişey öğretmediğini
hiç büyütmediğini hiç olgunlaştırmadığını
öğrenmiş bulunmaktayız
boku bokuna harcanan bi 10 yıl olmuş
sıfır kazanım
bi kıza karşı bişey hissettiğinde
asla açılamama noktasında
10 yıl önce bıraktığım çocuğum hala
bu açılamama sürecinde
küçücük hisleri
büyütüp büyütüp buhrana dönüştürme konusunda da
10 yıl önceki o zavallı çocuğum hala
10 yıl önceki ben
ve bugünkü ben
dağlar var aramızda
nefes harcamadan her gün geliştirdim kendimi
mental olarak büyüdüm de büyüdüm
maaşla çalıştırılan bi filozof edasında düşündüm
10 yıl her gün her saniye düşündüm
her alanda her konuyla ilgili düşündüm
dolayısıyla geliştim
zihin olarak çok daha farklı bi adamım
ama bi alan
kritik bi alan
10 yıl önceki çocuğun en zayıf alanı
gönül işleri
bugünkü bu çocuğun da hala en zayıf alanı
o alanda zaman donmuş sanki
geçmemiş orda 10 yıl falan
o çocuğum hala
aynı toyluk
aynı tecrübesizlik
aynı bilgisizlik
aynı zavallılık
aynı acz
o kızı tanımamdan bu yana geçen sürede
10 gün geçti artık
10 günde kafamda canlandırdığım senaryolar
harcadığım beyin mesaileri
başarısızlık
başarı
başarı sonrası başarısızlık
yıllarca hamlesiz bekleyip çok yıllar sonra gelen ani başarı
vesaire vesaire temalı
milyonlarca film canlandırdım kafamda
bütün bunlar yerine
ne olursa olsun
hangi yöntemle olursa olsun
nasıl bi sonuç getiricek olursa olsun
ufacık da olsa bi hamle yapabilseydim keşke
o hamleye gelicek tepki sonrasında devam etseydik düşünmeye
10 gün önce sadece tanıştığım bi kızla
10 gündür kafamda yaşıyorum
gerçekten çok acınası bi durum
çok çok acınası
haberi bile yok kızın
haberi olsa ağır kaçar zaten
nasıl takıntılı bi manyağa denk geldik diye
10 gün önce tanıştığı
10 gündür muhtemelen aklına bile gelmeyen bi adamım ben
ama benim yaşadığım buhran bambaşka aslında
aşk kelimesini zaten ağzıma bile almıyorum
o kadar da ders çıkartmamış değilim 10 yıldan o kadar da o eski naif çocuk değilim
sevgi hoşlanma beğenme kelimeleri bile büyük şu aşamada
bilemiyorum anlatım gücümü bile kaybediyorum o kadar keyifsizim şu an hayata karşı
şöyle toparlamaya çalışayım
bazı yakın arkadaşlarım var dostlarım
başbaşa kaldığımızda zaman zaman benim bu sorunuma dair muhabbet açmaya çalışırlar
ben çok net bi konu değiştirme tavrına bürününce üstelemeden vazgeçerler yıllardır
son 2 3 yıldır izin veriyorum bu konuların inceden konuşulmasına
tabiki bu sayfalara yaptığım gibi içimi açmıyorum
ne kadar ağır sorunlu olduğumu itiraf etmiyorum
sadece bi süre konuşmalarına izin veriyorum
ne düşünüyolar ne dicekler merak ediyorum
o konuşmaları da belli bi noktadan sonra kapatıyorum yine fazla derinleşmeden
ve son 2 3 yıldır şöyle bi demeç var dilimde
bu muhabbetler açıldığında sıkça kullandığım
ve bu böyle düşünüp taşınıp ben bu çocukları ne derimde atlatırım diye kurgulanmış bi demeç değildi
şöyle diyodum
evet bi ilişkim yok
evet bi ilişkim uzun yıllardır yok
evet bi ilişki kurma çabam da yok
çünkü ben bi kız güzel ya da bi kız akıllı filan diye gidip bi kıza yazılabilcek bi adam değilim
bana bişey hissettirmediği
kalbimde bi tepki bi heyecan yaratmadığı sürece
güzelliği ya da aklı ya da herhangi bir başka iyi özelliği
sadece takdir edebilceğim şeylerdir
yazılmak aklımın ucundan bile geçmiyor maalesef
yapamam bu ben değilim
hee ben rahatsız değil miyim bu ilişkisizlik durumundan
bu yalnızlıktan ben rahatsız değil miyim
ben istemiyor muyum artık benim de hayatımda birisi olsun
benim iyiliğimi benden çok isteyebiliceğiniz yanılgısına düşmeyin lütfen
sen bunu yılda bir dillendiriyosun ben bunu her gün düşünüyorum
ama yok
o kız yok
yıllardır yok
yıllardır hiç bi kıza karşı hiç bi tık yok
bi gün olursa
bi gün o kıza denk gelirsem
yarın o kıza denk gelirsem
şu kalbi tekrar heyecanlandırmayı başaran bi kız çıkarsa karşıma
ertesi gün değil
o an tutarım elinden
elde etmek için ne gerekiyosa yaparım
çünkü çok istiyorum o kızı
çok uzun zamandır arıyorum onu
başarırım başaramam
o beni ister istemez
ama denerim
sonuna kadar denerim
pınarda yaptığım gibi kabuğuma çekilip kederlenme moduna bi daha götümü sikseler girmem
anında karşısına çıkar çat diye söylerim
diyodum
diyodum
kelimeler belki net bunlar olmasa da
hep bu tınıda bi konuşma çektim son 2 3 yıldır beni seven beni düşünen beni huylayan dostlarıma
ve bu konuşmayı doğaçlama çekiyodum
çünkü gerçekten o kızı görürsem eğer
gerçekten böyle tepki vericeğimi düşünüyodum
meğer yine yanılıyormuşum
meğer yine bir bok bilmiyormuşum
meğer yine hiç bi fikrim yokmuş kendimle ilgili
konu karşı cinse gönül işlerine geldi mi
kendime en uzak insan benim
asla öngöremiyorum tepkilerimi
ve bu öngöremeyişler olumlu yönde tezahür etmiyor maalesef
her zaman en boktan ihtimal çıkıyor sepetten canlanmak üzere
ben de way aq diyorum
yine bamya olum diyorum
helal lan sana diyorum
istikrarın böylesi
pes kardeşim diyorum
diyorum da diyorum
ben hep kendim diyorum
belki de bu yazı işini bırakmam gerekiyodur
belki de kendimden çok
insanlarla biraz daha konuşmam gerekiyodur
ama şu kalp olmasa
şu duygusal mevzular olmasa
şu sevme ve sevilme ihtiyacı olmasa
bütün bu mevzuları çıkartabilsek insan hayatından
çok iyi adamsın be olum
baya iyisin yani
laf söyleyenin dilini götüne sokarım
ama işte bu mevzular
ahh bu mevzular
elini kolunu bağlıyo be kardeşim
o kadar kötüsünki bu mevzularda
kötü olmak bile bi derece
sen direk yoksun bu mevzularda
yoksunsun
bi düşün bi hayal et
kendi kendine
sadece düşünerek
bi takım da hayat tecrübeleri
daha ömrünün bu kadar başlarında başına neler gelebildiyse
baya geliştirmeyi başardın kendini
en başından farklı bi adam olsaydın
bu mevzularda bambaşka bi adam olsaydın
şu 10 yıllık yalnızlık sürecin yerine
1 2 tane uzun vadeli
3 5 tane kısa vadeli
3 5 tane de tek gecelik filan
ilişkin olmuş olsaydı
ne kadar bambaşka bi hayatın olurdu
neler öğrenirdin o ilişkilerden
neler katardı sana
sen neler katardın onlara
çok daha iyi tanırdın kendini
sen kendini sadece kendinleyken tanıyosun
bi de o insanlarlayken nasıl birisin
bi de onu görürdün
hayatı iki kişi yaşama potansiyelin nedir
bu işte ne kadar iyi olabilceksin
biraz da o alanda gelişirdin
yok
hiçbiri yok
bunların hiçbiri yaşanmadı
mahrum kaldın bunlardan
mahrum bıraktın kendini
devam ediyosun mahrum kalmaya
devam ediyosun kendini mahrum bırakmaya
bu kadar uzun uzun
oturup evde kendi kendine
dakikalarca kendi kendine kendini şikayet etmek
kendi analizini kendinle yapmak yerine
çık bi evden
bul bi o kızı
bi dene demi
ne kaybedebilirsinki
kaybedicek neyin var allah aşkına
ama işte
beynin
beynin düşünüyo bi yandan
ellerin daha yavaş yazıyo
beynin daha hızlı düşünüyo
yazının 2 3 sayfa ilerisinin
fragmanını yavaş yavaş görür gibiyim şu an zihnimde
çok daha ileri gidesin var
kendi kendini sikme
kendi eksikliklerini kendi yüzüne vurma
gibi
taşak isteyen zor bi seansa hazır tam kalbinden dalmışken
bi sürpriz yapıp
devam filmini bekletmektense
2 film bi arada konseptine dalasın var
yazarken yazarken
ilişkiler konusunda ne kadar sikik bir adam olduğunu
defalarca detay detay farklı yönleriyle usanmadan tasvir ederken
bu tasvirlerini seyirciymiş edasıyla okuyup bi yandan kendi genel analizine devam eden bilinçaltın
çok daha büyük bir sorunun olduğuna dair seni huyluyo şu an inceden
o sorundurki diyo
bu sorunun kaynağı sadıç diyo
sen bu sorununa 10 yıldır kafa yoruyosun
bak gördün tecrübe ettin
10 yılda bi arpa boyu yol kat edememişsin
çünkü diyo senin aslında böyle bi sorunun yok
senin çok daha büyük bi sorunun var
senin bu sorun sandığın
o esas ana temel sorununun sana yan etkisi
komplikasyon bu sadece diyo
sen esas hastalığını tedavi etsen
bu sorunun çözüme ihtiyacı kalmıcak çünkü bu sorun kalmıcak
diyo
piç
bunu diyo
haksız da demiyo
bilinçaltı yavaş yavaş su üstüne çıkıyo
artık ben de görüyorum o sorunu
son 1 2 yılda
ara sıra
çok çok üstü kapalı olsa da
itiraf kıvamında olmasa da ima kıvamında
ben de işaret ettim aslında bu sorunu
ama şu an
şu an
şu an bence bu kadarı yeterli
bilinçaltım anladı sorunu
bilincimin yüzüne de vurdu
bilincim de anladı
varsın bu gecelik yazıya dökülmesin
biraz daha beklesin bakalım
bi demlensin
taraflar bi sakince düşünsün
analiz etsin
hararetle değil
mantıkla tartışılabilir bi kıvama gelsin
ondan sonra yatıralım masaya
bu gece bu seans
benim için yeterli
1 note · View note