#sıfır şaka maalesef
Explore tagged Tumblr posts
cninzihni · 9 months ago
Note
Bugün hayatınızın son günü olsaydı ne yapardınız ?
Ne yapsam diye düşünerek günü bitirirdim
6 notes · View notes
shadelessmind · 6 years ago
Text
Ritim ve Nazım (Rhythm and Poetry)
Üst not: Şarkı isimlerine dokunarak ilgili linklere gidebilirsiniz, hepsini video olarak eklemeye izin vermedi arayüz. 
Şaka maka 3 haftadır, hatta 4 haftadır düzenli olarak yazıyorum. Askerden fişek gibi döndüm adeta. Aslında düşününce öyle o kadar da çok değil anlatacaklarım. Ve yine aslında bu yazı çizi işlerini düzene bindirmek ilerleme kaydedebilmek için bir must olsa da ben yine mutlak kararsızlığımla bu blog ve evdeki defterler de dahil tüm bu içimdeki cerahatin dışavurumunu kendim için mi yoksa toplum için mi yaptığıma karar veremediğimden bir düzene sokup her hafta “ne yazmalı, ne anlatmalı” diye düşünmek mi yoksa kafam patlama noktasına gelip de “artık anlatmalıyım” diyerek burada sonlandırmak mı benim yapıma daha uygun onu bilemiyorum. Bu hafta da böyle olsun da. Zaten perşembenin geleceği çarşambadan belli olduğundan konu hazırdı ama altı doldurulmamıştı. Bu sefer müzikle ilgili yazayım diye geçirmiştim geçen hafta bu zamanlar içimden. Hani her yazımın başına, ortasına, sonuna veya bilumum yerlerine fon müziği iteliyorum ya, o şarkılar da genelde birkaç bin kişinin dinlediği rap şarkıları oluyor ya, onun nedenini açıklamış olmak için bir nevi. 
Sene 2005, ortaokul 2. sınıftayım ve sonrasında hayli buhranlı geçecek olan ergenliğe yeni yeni girmeye başlamışım. O zamanlar walkmanler eskimeye başlıyor, akranlarım abilerinin ablalarının discmanleriyle müzik dinleyip bununla övündükleri dönemdeler ve mp3 çalarlar ise yepyeni teknoloji. Hem 13 yaşında bir çocuğun bütçesine göre hiç ucuz değiller, hem de yeni teknoloji işte, bilinmiyor pek. Ama oradalar, varlar, ve minicik pil boyutunda aletin içine milyonlarca şarkı yükleyip yanında taşıyabiliyor, her yere götürebiliyor ve müzikten noksan kalmıyorsunuz. Öyle müzik aşığı biri olmamama rağmen ergenliğin verdiği bir şeylere özenme hissinden de olsa gerek ben de bu mp3 çalarlardan birine sahip olmak istiyordum. Hatta yeni çanta alırken yan tarafında o zamanlar yine popüler olan kulaklık kablosu sokma deliği olan çantalardan almıştım. Öylesine bir hazırlık. iPod falan o zamanlar varmış ama benim elmanın varlığından haberdar olmam 2005′ten çok sonrasına dayanıyor. İnternetle geç tanıştım. Neyse. Sony, Philips gibi markalar da mevcut ama tabii ki kaliteli ve pahalı. En alınabilecek düzeyde olan ise Minton o zamanlar. Sloganı hala kulağımda çınlar: It’s all in Minton. Gerçi şimdi Google’a yazınca hiçbir şey çıkmadı ama olsun, ben hatırlıyorum. Israrlı istemeler ve canhıraş pazarlıklar sonrasında sonunda aileme aldırmayı başarmıştım o 128 Mb hafızalı mp3 çaları. Artık en havalı ben olacaktım okulda.
Aldırmasına aldırdık mp3′ü ama, evde bilgisayar da var ama, nasıl yükleniyor bu müzikler hiç bilmiyorum. İnternetim de yok. Soluğu bir internet cafede aldım ve bana bir mp3 cd’si hazırlamasını söyledim. Sıfır istek parça, sen ne varsa yükle abi. Nitekim o dönemin internet cafelerde çalınan pop şarkılarından oluşan bir cd vardı elimde ve ben şarkıların tümünü olduğu gibi mp3 çalarıma doldurmuştum. Zaten yaklaşık 40 şarkı kadar alıyordu. Mp3 çalarım cebimde, kulaklıklar kulağımda, müziği sonuna kadar açıp bisiklet sürerek lojmanın boş sokaklarında dolaşıyordum. Muhtemelen kimse kulağımdaki tıkaçları görmüyordu ama ben eskisinden on kat daha havalı hissediyordum. Şarkılar birbiri ardına ilerlerken bir şarkı bitti. Ve ritmik bir alkış sesi, arkasından da daha önce hiç duymadığım bir şarkının basları ve melodisi tınlamaya başladı. Hemen ardından da tiz bir ses “Hala meclisim alaaa/ Ben bulamıyorum hiç manaaa” diye hıphızlı sözleri olan bir şarkı söylemeye başladı. 
Ceza - Rapstar
Durdum ve bu neymiş diye şarkının adına baktım. Sadece “Rapstar” yazıyordu, şarkıcı adı olmadan kaydedilmişti dosya. Sonuna kadar dinledim o şarkıyı. Sonra başa aldım ve tekrar dinledim. Sonra tekrar... Ritm ve akan sözler büyülemişti resmen. Yaklaşık 1 hafta kadar aynı şarkıyı tekrar tekrar dinlediğimi hatırlıyorum. Bu 1 haftanın içinde de şarkıyı söyleyenin “Ceza” diye bir “rapçi” olduğunu. O güne kadar “rap” diye bir şey bile duymamışken bir anda favori şarkım oluyor bu arkadaş. Sonra başka bir internet cafeye gidiyorum ve Ceza’nın tüm şarkılarının olduğu bir cd doldurmasını istiyorum. Evet tüm şarkılarının. Adam da sağolsun bana Medcezir albümünün tamamını ve Rapstar albümünün bir kısmını indirip satıyor. Hatta albümde Hasat Zamanı’nın enstrümantal versiyonu vardı cd’de ben uzunca bir süre onu sözleri olmayan bir şarkı zannetmiştim. Demem o ki Rap müzikle tanışıklığım 2005 yılına dayanmakta ve o senenin içinde bir gün aniden oldu. Sonrasında uzunca bir süre “Cezacı” oldum, sonra liseye başlayınca gelen daha depresif ruh haliyle birlikte yine uzunca bir süre “Sagopacı” oldum, daha sonra lisenin son senesi “Tupac”, üniversitenin ilk senesi “Eminem” derken bir süre ara verdim zira artık zaten çevremde az olan rap müzik dinleyicisi sayısı neredeyse sıfırlanmıştı. Ama sonra kendi kendime dedim ki ben bu müziği ilk dinlemeye başladığımda etrafımda yine kimse yoktu ve ben tek başıma keşfederek dinlemiştim. Şimdi de birisi için dinlemiyorum, kendi başıma yine dinleyebilirim ki bunu deme zamanım da yaklaşık 2012-2013 yıllarına tekabül ediyor. Benim ara verdiğim sürede bir sürü yeni ve tanınmayan rapçi türemiş, eski gençler büyümüş, genel olarak gelişen ve ulaşılabilirliği kolaylaşan teknolojiyle birlikte hem müzik kalitesi yükselmiş hem de en çok önem verdiğim kısım olan sözler konusunda da fena işler yapılmamaya başlanmış. Falan filan. Bu kısımları ortalama bir rap müzik röportajında da okuyabilirsiniz zaten. Hatta şunu söylemeleri de gayet kuvvetle muhtemel: Yıllarca “Rap müzik 5 seneye hak ettiği yere gelecek” diye söyleyip durdular yıllarca. Yaklaşık 20 yıldır bunu hep duyduk. Sanırım artık hak ettiği yere gelmiş durumda. Popülariteden tamamen uzak kalarak bunu başarması mümkün değildi, eskiler de zaten özünü korumanın önemini vurguluyordu sürekli, bugün baktığımızda da özünü büyük oranda koruduğunu söyleyebiliriz diye düşünüyorum. (Mumble rap ve popüler olana hitap edeceğim diye şebeklik yapanlar hariç)
Gelelim asıl konuya, yazıyı yazma fikri kafamda oluştuğunda kararlaştırdığım ana temaya. Biraz önce de ipucu verdiğim üzere her türlü müzik türünde benim için en önemli olan kısım sözler. Melodi hep arka planda kalıyor ve tamamlayıcı unsur oluyor bende. Şiirden pek anlamıyorum ama aslında Ritm And Poetry’nin de o şiirselliğine vurgunum yıllardır. Ve benimle birlikte, ben büyürken onun da büyüyüp olgunlaşmasına, her sene ve her yaşta dinleyebildiğim ve bana hitap eden şarkılar bulabilmeme. Bu yazının asıl başlangıç noktası da buydu. Rap müzikle tanışıklığım yukarıda dediğim gibi Rapstar’la olmuştu ve tam olarak ergenliğin başlarına tekabül ediyordu. Bunu da Sagopa Gölge Haramileri’nde çok güzel ifade ediyordu: 
Sakal bıyıkla geride kaldı Yunus’un hamlık evresi. Sivilce, akne katledildi soldu yüzümün güneşi. 
Sagopa Kajmer - Gölge Haramileri
Veya mesela o zamanlar başıma en çok gelen, en çok yaralayan şeylerden biri. Arkadaş çevremde çok fazla çürük arkadaşım vardı ve ben hepsini can dostum zannediyordum. Sonra Sagopa tekrar sahneye çıkıp tekrar doğrudan bana hitap ediyordu Maskeli Balo ile:
Her gün başka derslerde karşımda bambaşka bir hoca ve de her sınavda farklı notlar almanın psikolojisine adım attığımda sanırım ilkokuldaydım, yani çocuktum, yola çıkmış yeni yolcuydum, ben bu yolda çok mola verdim, muhabbete daldım, yolumu uzattım. Çok sima tanıdım, ima aldım yüzleri aklıma kazıdım, adı anıldığında işte dostum dedim, adım anıldığında tanımam dedi taktı maskesini yüzünü çevirdi ve sildi kalıcı tüm izleri, geri getiremediği zaman eskide kalan anı defterimi, her sayfada düştü maskesi.
Sagopa Kajmer - Maskeli Balo
Tabii bir de dönem şarkıları vardı. Her yaşımda o yaşıma hitap eden şarkılar. Mesela yine Sagopa’nın 24′ünü ilk dinlediğimde 16-17 yaşlarındaydım ve “Ben bu şarkıyı 24′ümde de dinlerim” dediğimi hatırlıyorum, ve tabii 24′ümde de dinlediğimi, şimdi de dinlediğimi... Bu örnekleri verirken yaşa göre sıralamanın daha uygun olacağını düşünüyorum. Hatta bunun gibi örnekleri çoğaltmak için sonradan bir kısa araştırma da yaptım ancak kendi bildiğim şarkılar dışında sadece 2 ekstra örneğe ulaşabildim:
MT - Yaş 17:
2008 senesinde yüklenmiş Youtube’a. Tam da o yıllarda yapılabilecek bir underground rap şarkısı. Hafif arabesk bir sample üzerine yazılan depresif sözler. 17 yaşımda dinlemedim ama varlığından haberdar olsaydım dinlerdim muhtemelen.
Sansar ft Rahdan - 18 Yaş:
Bu da bir üsttekine benzer. Sansar’ın yaptığı ilk işlerden muhtemelen. Bunu da 18 yaşımdayken dinlemedim, ama eğer varlığından haberdar olsaydım belki de dinlemezdim.
Bu 21′lik yolculuğuma bir şarkılık mola
Doğdu sorumluluk duygularım hayat girdi zora
Hidra - Ölüme İnat 2:
21 yaşımdayken dinlemediğim ama sonradan dinleyip listeye eklediğim şarkı. Hidra’nın defalarca dinlenebilen Ölüme İnat’ından sonra aynı rüzgarla devam ettirmek istediği devam şarkısı. 
Acımasızca geçip giden zamanda geriye kalan sadece yalnızlıklar oldu.
Dudaklarım kilitli. Hoşçakal bugün... Sen de yolcusun, dünlerimde sorgusun ve 24′lük yorgunsun. Git de dinlen gidenlerle. Yarınım kapıda bekliyor ve son veda zamanı...
Sagopa Kajmer - 24:
Ve işte o şarkı. Bugün de dinleyince tüylerimi diken diken eden sözler. Sago bunu o zamanlar çok yapıyordu. Dudaklarım titriyordu, boğazım düğümleniyordu, gözlerim nemleniyordu, bakışlarım donuklaşıyordu, sonra sözler kulaklarımda tekrar çınlıyordu baştan. Bugün, o günkü şarkılarıyla bunu yine yapabiliyor, ama bugünkü şarkıları için aynısını söylemek pek mümkün değil maalesef. 
Yaşım yirmi beş, dün erken olan şimdi ge�� Yaşadıkça hissizleş, yasa dışı işsiz genç Ben ettim hayalimle izdivaç Sayfalarca dizdim Rap, Pislik, pislik, pislik, pislik, pislik hep
Ezhel - Alışamadım:
Bir anda günümüze geldik fark ettiyseniz. Bu mesela tam yirmi beş yaşımda dinlediğim şarkı. Ezhel’i tabii ki liseli zamanlarımdan, Ais zamanlarından beri dinliyorum ve hatta en iyi şarkılarının Müptezhel albümünden önce yapıldığını iddia edenlerdenim ama albümdeki çok tartışılan Trap ve Auto Tune unsurlarının da itin götüne sokulmasını biraz abartılı tepki olarak görüyorum. Bir rüzgar yakaladı, bırakın tadını çıkarsın. 
Bir gün kandıracak kirlenen zihinleri, O saçma sapan yazılmış, memleket şiirleri... Ya kör oldu gözlerim, ya soluyo renkleri, tabloların, Abi neden kayboluyor bilincim? Bu hız, bu telaş, bu kaygı, bu 26 yaş, erken değil mi yani? Kalk bi gözlerime bak Aç bi sözlerime bak ve yaşlı insanlara bak, Kaçmış olanları anla, şartlı salınanlardan.
Gazapizm - Memleketsiz:
Tam da yirmi altı yaşında dinlediğim şarkı. Öncesinde hatta Gazapizm ismini duyup “o ne lan” diye tüm ön yargımla bu adamı arabesk rapçi zannettiğimi itiraf etmeliyim. Sonradan birkaç şarkısını dinledikçe fark ettim ki aslında şarkılarında gayet de benimle anlaşabilen biriymiş Anıl. Allahtan Çukur’la birlikte öğrenmedim, diziden bir müddet öncesine dayanıyor tanışıklığımız. 
Yazı ve liste uzayıp giderken yaş içeren şarkılarda sona geldik.
Ve yaşım artık 28, bunu ben istemedim Bana verilen her yeni role inat hiç büyüyemedim Bu kadar mutluyken kendimle başkası olmayı deneyemedim Kaybedilenleri fark edemedim ve gösterilen yoldan yürüyemedim 
2na - 28:
Bu şarkıyı dinlediğimde değil yirmi sekiz, on sekiz yaşında bile değildim. O zamanlar İzmir’de yine az bilinen ama bence başarılı, kaliteli işler yapan bir grup vardı ismi Salt Empoze. Ve o grubun tek başına da şarkı yapan üyesi 2na. Belki de isim tercihlerinden dolayı tanınmaları mümkün olmadı, bilmiyorum ama tek bir albüm sonrasında müzik yapmaya devam etmemeleri üzmüştü beni o zamanlar. Sözleriyse o zaman da dokunaklıydı, şimdi de öyle, yirmi sekizime geldiğimde de öyle olacak. 
Muhtemelen hayatımın geri kalanında da bu bol kıyafetli, hayattan memnuniyetsizliği hat safhada ve dilleri kılıçtan keskin olan bebeleri kulağımdan eksik etmeyerek geçireceğim. Tabii ki dinlediğim tek müzik türü rap değil. Ancak kendimle baş başayken, içe dönük ve düşünceli zamanları yaşarken, belki de dertleşmeye ihtiyacım varken ama derdimi ses tellerimden geçirip cümlelere dönüştürmeye üşenecek kadar bitkinken benimle sohbet eden ve gerilen, titreyen, patlamak üzere olan kaslarımın gevşemesini de sağlayan yegane şarkılar bu yukarıdakiler gibi olanlar olacak. Tabii hepsi bu kadar değil, liste uzar gider ama ben sadece birkaç tane daha ek yapmak istiyorum sonuna. İçinde yaş olgusu geçmeyen ama dinlediğim zamanlarda beni derinden etkileyen sözler içeren şarkılar. Mesela,
İnanç bir tarladır, hedefi olanların sürdüğü. Gülmek bir mükafattır, ağlayan gözlerin gördüğü. Ölüm bir karanlıktır, tüm ışıkların söndüğü. Madalyon 2 taraflıdır, iyi ve kötünün böldüğü.
Feri kaçmış iki göz, birbirine sarılmış iki titrek dudaktan ibaret suratım. Yardım çağır... Kurtarır bedeni elbet birileri ya Kürdan kollar ağırlığından ezilir dokunsalar ağlarım, ağrısı feryat Tahammülsüzüm Dindirir acını elbet bi melek ya
Sagopa Kajmer - Kürdan Kollar
Şarkının adı bile direkt beni anlatıyordu lise yıllarımda. Kürdan kollar. Şimdi de çok farklı değil gibi ama o zamanlar bu çelimsizlik hali beni hem üzen hem de düzeltemediğim bir durumdu. Sonradan sonraya fark ettim aslında düzeltebileceğimi ama bunu kalıcı hale getirecek istikrarı sağlayacak kadar güçlü bir iradeye sahip olmadığımı, en azından spor yapmak konusunda. 
Son olarak...
Gri şehre doğdum, senelerden doksan bir Anamın karnında bile müzik noksan değil Okula başlamadan yazdım, fazla yaramazdım Ellerimde defter içinde gizli rapler Çünkü okul değil müzikti bana rehber Dersler ezber o yüzden para etmez Bebelerle doğaçlama öğretmene dissler Pantolon kıçımda müdür muavinim izler
90 BPM - Başa Döner Tekrar:
Bu şarkının girişini Ezhel yapıyor. Bahsettiğim şu Müptezhel’den önceki parlak dönemlerindeki tınıyı buradan almak mümkün. Devamı da çok iyi zaten ama asıl bu şarkının vurucu kısmı en sondaki outro kısmı ki aslında orası Kötülük Bizim İşimiz albümünün de çıkış noktası. Hikaye şöyle ki kendisi de 90BPM’de olan Kayra’nın evine bir gün al komşusunun çocuğu geliyor ve bir resim yapıyor. Devamını Kayra’dan dinleyelim:
Yani öyle bi' şey ki, şunu çizen çocuk, bildiğin, yemek falan seçmeyen çocuk. Ispanak yer, pırasa yer, karnıyarık yer, dümdüz bi' çocuk Okul, dersler falan hep 10 numara, her şeyde başarılı Uslu, aynen, annesinin babasının dediğini ikiletmeyen çocuk, öyle bi' çocuk şu dünyada Bu çocuk ama bunu çiziyor, böyle bir şeyi çiziyor ve altına "Kötülük bizim işimiz" yazıyor Onun da içinde var bi yerlerde demek ki, ama bastırıyor çocuk işte ve sadece belli başlı yerlerde çıkartıyo' bunu O yüzden kötülük bizim işimiz Belki de
E bu benim :D Tam anlamıyla bahsettiği o dümdüz, başarılı, efendi, uslu, aklı başında, çalışkan çocuk benim. O dersanede sıraların altına, okul dolaplarına, soyunma odalarına başarısız graffiti denemeleri yapan çocuk da benim. Ve daha şimdi aklıma gelmeyen ama toplumsal normların tam ortasına s��çmak amacıyla yaptığım minik aykırı davranışlar. 
Yine bir sürü şey anlattım, ama bir noktaya varabildim mi emin değilim. Daha da anlatmasına anlatırım, ama şimdilik yeterince örnek verdiğimi düşünüyorum. İnsanlar müzik dinlerken bazen sadece dinlenmeyi, vakit geçirmeyi ve gevşemeyi amaçlıyorlar, bazen de bir arayış içinde oluyorlar. İlham ya da cevap ya da onun gibi bir şeyler arayabiliyorlar. Benim de kendimi aradığım ve bulduğum şey rap müzik işte. Tüm o eleştirilere, “rap de müzik mi yaaee eheh” eziklemelerine ve görmezden gelmelere rağmen. Ben anlam yüklüyorsam, benim için anlamlıdır. 
Ah tabii liseli yıllarımın hatrına son bir bonus bırakmadan olmaz:
Yaşamak sorun oldu Hayallerim kayboldu Cash Flow doğdu
Cash Flow - Hayata Küstüm
14 notes · View notes
yallah-arabistana · 3 years ago
Note
şimdi bi cocuk var yani vardı yani hâlâ var maalesef de neyse adı da FURKAN sıfır saka. ben buna anaokulundan beri aşığım(hayır ortaokul son ama böyle deyince daha kötüsü de olabilirdi deyip teselli ediyorum kendimi 12’yim bu arada) neyse işte ben zamanında buna ölüyorum bitiyorum her sabah AŞKIM SEVGİLİM diye uyanıyorum(ama ona böyle değilim tabi) işte arada buluşuyoruz bu ortama selam dünyanın en yakısıklı zeki zengin çocuğu geldi seklinde giriş yapıyo bu da sıfır şaka. neyse bu amk çocuğu beni aldattı bi kızla ama sonrasında yasadığım olaylar 3 senedir kabusum, kızın adında kız ismi görünce öğütmeye başlıyorum falan öyle saçma sapan olaylar, kız bana yüzyüz yüzsüz mesaj atıp dururdu. bunlar zamanında sevgili olup ayrıldılar 1 ay falan, sonra çocuk bir süreye kadar bana yazıp duruyordu ama hep kavgayla ve ben diğer kızı daha çok sevdim senden ZAA tarzında bitiyodu konuşma. sonra bu koz çocuğu istemedi falan bu da ortamlarda bana bi kız bulun nolur bi sevgili falan takılıyodu karantina geldi o ara bulamadı, 11’de yaptı sevgili onu da sağolsun beni bi anda her yerden ekleyip sevgilisinin fotoğrafını atmasıyla öğrendim🙏🙏🙏 neyse tamam hacı mutluluklar derken bu kızı da başka bi kızla aldattı 1 ayda falan zaten ayrıl barış bi ilişkileri vardı bi ay içinde. neyse yeni sevgilisi ile falan öpüşürken snap falan atardı arkadaşları bunları ben de görürdüm, sonra bu kız ile de ayrılmışlar. sebebini bilmiyordum, geçen yıl başı günü gördüm ki bi DAĞ EVİNDE(hayır siz nesiniz aq) taaa beni aldattığı kız ve arkadaşları ile serdar ortaç şarkısında alkollenmece… bunca senedir bu kızı sevdiği için mi böyle yapıyodu diye düşünüyorum ben de … ama belki de yavsaklıktandır. kız da sevgilisi yokken istemiyo varken mi istiyo anlamadım:( zaten ikisi de çember yaptı küçücük şehirde ama neyse. demek ki aşıklar. karma da tutmuyo. böyle
karmanin tutmasi icin sen su FURKANI bir sal.. bu kadar diyorum... bu cocuk uslanmaz ama evren furkanlari tam umudu kestigimiz anda gonderir. o zaman da bize tek bi sey duser (şutlamak) sen bana bi güven ya
1 note · View note
mimarol · 7 years ago
Photo
Tumblr media
Selam
Ben mimar olmak isteyen fakat başka insanların düşünceleri yüzünden kafası allak bullak olmuş bir öğrenciyim.
Öncelikle dürüst olmanızdan dolayı bana vereceğiniz herhangi bir cevap benim için çok değerli. Çok uzatmadan soruma geçeyim.
Küçüklüğümden beri bir şeyler tasarlamak hep hoşuma gitmiştir. Ama şans mı şanssızlık mı bilemediğim bir şey var ki maalesef fen lisesinde okudum ve hocaların yönlendirme adı altında yaptığı beyin yıkamaya maruz kaldım.
Sağlık dışındaki sektörleri gereksiz ve iş bulma imkanı sıfır görüyorlar.
Çok soruldu farkındayım ama mimarlık için kişinin kendisi mi önemli yoksa mezun olduğu üniversitenin ismi bile yeterli mi iş bulma konusunda?
Ve bir şeyler tasarlama konusunda tıkanmaktan korkuyorum. Cevaplamanız benim için çok önemli.
Şimdiden teşekkür ederim.
---
Artık iyi mimari bürolar mezun olduğunuz üniversite yerine portfolyonuza yani o ana kadar yaptığınız işlerin dosyasına bakıyorlar. Kadın erkek diye ayırmıyorlar. İyi ofis sizin özgeçmişinizdeki fotoğrafa bile bakmaz. İşinize bakar. “Benim tasarım problemlerime çözüm bulabilir mi?” diye sorgular o kadar. Eğer şartlar uygunsa sizi işe alır. Portfolyo hazırlamak önemli, çok da gereksiz grafikli olmasın ama sizi anlatsın yeter.
Sağlık dışındaki sektörler gereksizdir. Doğrudur.
Keza o sağlık sektörünün faaliyetlerinin icra edildiği mekanlar çok kötü olunca, ne hekim rahat eder ne hasta. Yanlış yönlendirmeler yüzünden ve tabii şehircilik yüzünden ambulans acile yetişemez, gencecik hasta mevta olur.
O sağlıkçılar çok para mı kazandılar. Aferin onlara. Saygı mı gördüler. Daha da artsın. Ne isteyecekler bunlar olunca; iyi konutlarda oturmak, iyi sosyal mekanlarda yaşamak isterler ama her iyi birey sağlıkçı olunca bu mekanları tasarlayacak mimarlar yokturlar. Bilimciler, fizikçiler, kimyacılar, öğretmenler, tarihçiler, şairler, ressamlar ve müzisyenler... Hiçbiri yoktur.
Böyle gider bu. Sadece sağlık sektörünü önemli görenler ancak  ya da beli ağrayan ve torunu doktor olunca beli ağrımayacak zanneden nineler, dedeler ise sevimlidirler. Rehberlikçi ise sallayın gitsin.
Ayrıca o rehber kişiler de çok başarısız canım. Siz sağlık sektörü dışındarki ihtisas dallarının işe yaramaz olduğunu belirtiyorlar da neden kendileri bu meslekteler. Tam bir başarısızlık örneği, kronik obez diyetisyen gibiler... Şaka bir yana mimarlık ve tasarımcılık kötü mesleklerdir. Gecesi gündüzü yoktur.
Fakat bir dakika annelik de saçma bir uğraş. Çocuk hastalanır, ateşlenir, bakımını yap, eğitimine kendini heba et ne bileyim yeme yedir, giyinme giydir. Sonra bir de sana yaşlandığında bakmama riski de var.
Her şeye faydacı yaklaşamazsınız. Nispeten yüksek bir puana sahip olup tıp yerine mimarlık yazabilirsiniz. Ben ve tanıdığım bir sürü mimar öyle yaptılar. Şimdi pişmanlar mı? Sanmıyorum.
Gani gani severek, okudum, tecrübe ettim şimdi öğretim görevlisiyim. Sağlıkçı olsaydım daha çok param olurdu. Fakat müteahhit de olabilirdim. Ya da tüccar. Sonu yok bu seçim hayıflanmalarının.
Siz kendinize bakınız efendim. Sağlıkçı olursanız bu sektördeki sert mücadelenin meslek SEVİLMEDİĞİ HALDE 10 kat daha meşakkatli olacağını unutmayın.
Şu anda mimar olarak sorunları ona bölebiliyorum ve nispeten daha az etkileniyorum. Yani sağlıkçı olsaydım ve bu sektördeki zorluklar beni üzseydi daha da mutsuz olurdum. Size bir sır vereyim sağlıkçı olmak çok zor iş. Ülke iyi yolda mı bilmem. Ancak siz kendi mesleğinizi kendi içinizden gelerek seçiniz.
Mimarlık istemiyorsanız, eser miktarda bir sevmemezliğiniz varsa içinizde seçmeyin sakın. Zorla güzellik estetik cerrahı da olsanız olmaz.
Dinlemeyin onları...
2 notes · View notes
yfs-t-t-2623 · 4 years ago
Link
Sıcak para politikası nedir
SICAK PARA POLİTİKASI NEDİR Dolar neden düşüyor , borsa niye tarihi bir yükseliş içinde , anlatalım .Önce Sn Berat Albayrak'ın istifa dilekçesinde son sözü olan Allah sonumuzu hayretsin sözünü bir kenara not edin , ve Şimdi bakın şöyle bir hesap yapın , Avrupa'da faiz sıfır. , Avronuzu alıp Türkiye'ye gelip , bozduruyorsunuz ,  %17'den faize koyuyorsunuz , O ara Avro sabit kalıyor yada hükümetin zekice çabasıyla minicik artıyor , Vade sonunda TL'den çıkıp Avro alıyorsunuz.Karınız avro bazında %17Süper kazanç  ve dünyanın hiçbir yerinde böyle bir kazanç yok . Sıcak para gelirken geçici ve sahte bir ekonomik rahatlama yaratır  .Borsa şahlanır Kurlar düşerİçeride sahte bir bahar yaratır . Lakin çıkarken %17 daha fazla dövizi alır götürür .yakar , yıkar . Biz hep kolayına kaçtık Yapısal reformlar ile Türkiye'yi ekonomik olarak reel bir ekonomi modeline oturtmak için çaba göstermek yerine kolayına kaçtık , halende kaçıyoruz . Doları tutmak için faiz artırmaya çalışan MB başkanlarını  ihanetle suçlayıp kovduk . Şimdi , Yerine gelen faiz artırıyor .Bu kez de adamı kahraman ilan ediyoruz  , şaka gibi ! Bu politika sonucu Şimdi resesyon  (enflasyon içine durgunluk ) gelecek ve görün bakın bu gün kahraman ilan ettiğimiz o bakanı da kovacağız . Pardon günü gelince Reis kovacak .İşin kötüsü bu durumun tuhaflığını da bir türlü fark edemiyoruz ! Sn Erdoğan Bu tezinde hala ısrarlı mı acaba. Faizler düşürüldü ama enflasyon hızla arttı. Eğer tez doğruysa, faizlerin artırılması sonrası enflasyonun da artmasını beklememiz gerekmez mi?Öyleyse niye artırdık bu faizi.Tezin yanlışlığını anlamak için ne tam olarak ne olması gerekiyor ? Türkiye ekonomisi o kadar zavallı bir durumdaki ki ! Ekonomiyi canlandırmak için faizi düşürüyor. Dolar fırlıyor. Herkes yoksullaşıyor. Doları tutayım diye dolar satıyoruz , Merkez bankasında para kalmıyor. Ödemeler dengesi çöküyor. Bu kez faiz artırıyor, sonuç resesyon oluyor ki , Sonuç olarak piyasada yaprak kımıldamaz hale gelir . Küresel tefeci eşkiyası için , Süper Kazanç dediğim tam olarak budur  Dünya ortalamasında Tefeci Faizi bile bu kadar değil. Sıcak para politikasının hiçbir getirisi yoktur , Sadece Günü kurtarır .Sıcak para politikasına tekrar geri dönmek Sadece küresel tefeci eşkiyasını ülkeye davet etmekten başka bir işe de yaramaz Küresel tefeci eşkiyası Bu parayı senden, benden alıp gidiyor .Bu tezgahı kuranda ;Hükümetlerin kendisi oluyor maalesef Yapısal reformlar yapacağımıza İşin kolayına kaçıyoruz .Uygulamaya konan sıcak para politikasıBilin ki yarın tüm halkı ateş olup yakacaktır . Not Sıcak para politikası nedir Sıcak para, portföy yatırımlarına denir. Burada sıcak para denmesinin nedeni gelen paranın fabrika yatırımı gibi kalıcı, elle tutulur, gözle görülür değil, portföylere, borsaya, devlet iç borçlanma senetleri gelen  ve kısa vadede çıkıp gidebilecek paraya denmektedir Ahmet Atam
0 notes
tugceozdemir · 7 years ago
Video
youtube
Merhaba canımtolarrr, 
Uzun zamandır yokum buralarda. Görüşmeyeli hayatımda da ciddi değişiklikler oldu mesela evlendim, mesela iş değiştirdim. Güzel dilekleriniz için teşekkür ederim, aynılarından hatta daha güzellerinden ben de size diliyorum. Çok mutlu olun inşallah. :) 
Peki bayram değil seyran değil, ben neden durduk yere bu alemlere geri döndüm. Malum burasını bir iç dökme, dert yanma mecrası olarak görüyor ve hayatımı düzene soktuktan sonra (kime göre neye göre) buralara yolum düşmez oldu gibi görünüyor olsa da amma ve lakin ki hiç de öyle değil. 
Hayat farkındalığımı birazcık yitirmiş gibiydim ama geri kazanmaya niyet ettim Allah rızası için... Gelgelelim kendimi arayış sürecimde, çeşitli sorgulamalar peşindeydim. Neyi yanlış yapıyor, neyi doğru yapıyordum hatta bazı zaman çok mu ileri gidiyordum? Kendimi suçlamaya da meyilli bir bünye olduğumdan, hep kendimi şamar oğlanı yapıyordum. Hala da yapıyorum, bakmayın akıllanmadım. Ama çeşitli sonuçlar elde ettim, en azından boşa kürek çekmiyorum. 
Benim bu işimden önceki patronum, mesleki anlamda çok saygı duyduğum ve teknik anlamda müthiş donanımlı bir insan. Ancak bu müthiş donanım zinhar teknoloji ve yönetim mefhumlarını barındırmıyor. Dolayısıyla bu kadına hem sonsuz saygı duyuyor hem de aynı oranda yargılıyordum. Evet ben yargılayıcı bir insanım, yaptığım kişilik testinde öyle diyor, birazdan o konuya da geleceğim. 
Hatta bence şimdi o konuya gelmeliyim. 16 kişilik tiplemesi diye bir teori var ve hangi kişilik tipine girdiğimizi görmek için bir test uyguluyorlar. Ben de bu testi uyguladım ve gerçekten de içsel olarak düşündüğüm, kendime dair bir çok şeyin cevabını net bir şekilde orada buldum. Bu teste göre ben, detaycı, emin olmadan konuşmayan, sessiz sakin ortamları dışarıdaki kalabalık ortamlara tercih eden, gerçekleri doğru kabul eden ve insanları buna göre yargılayan biri gibi görünüyorum. Nitekim bu tamamen doğru. Ancak şöyle de sanıyordum ki, ben insanları gerçeklere göre yargılıyorum ama kendi kişilik tipimden olduklarını düşünerek, iyi ya da kötü diye puanlama yapıyorum aralarında. Kendi kişilik sınıfımda olmayanları ötekileştiriyorum ve onları kendime yakın görmediğim gibi, uzaklaştırıyorum da etrafımdan. Çünkü hiç birine tahammül edemiyorum. O kadar zayıf bir toleransım var ki -hatta hiç yok-, olumsuz olarak sınıflandırdığım insanları görmeye bile tahammülüm yok. Politik davranamadığımdan da işler çığırından çıkıyor ve çatışma doğuyor. 
Bir önceki patronum tamamen benim kişilik tipime uygundu, testi çözse eminim birebir ya da benzer bir sınıfa dahil olduğumuzu görecektik. Bana karşı davranışlarına çoğu zaman kızsam da, durup objektif düşünmeye çalıştığımda, kızdığım hareketlerini bile anlaşılır buluyor ve sakinleştiğim zaman kendimi haksız çıkarıyordum bu iç hesaplaşmadan. Nitekim karşısında hiçbir zaman sağlam duramadım ve tam da bu sebepten yine kendimi suçladım. Hayattan her şeyin mantık çerçevesinde ilerlemesini beklemek, dünyada hiç savaşın olmamasını, hiç kimsenin hiçbir zaman üzülmemesini ve hep mutlu olmalarını beklemek kadar temelsiz bir istek. Aynı zamanda ölümcül derecede de yıpratıcı; düşünsenize ideal hayat görüşünüz herkesin mantıklı olması ve bu mantık çerçevesinde hareket etmesi, işlerin de buna göre yürümesi. İnsan doğası ve hayatla taban tabana zıt ve gerçekleşmeyecek bir beklenti. 
Bu karakter belirleme testlerinin amacı ise (Harvard Business Review dergisinde çokça belirttiği üzere) taraflar arasındaki farklılıkları göstererek, iletişim tarzlarını ona göre düzenleyebilmenin karakterlerin bir arada çalışmasının ve yaşamasının çok daha kolay hale gelmesini sağlamak. Evet bu da %100 başarı sağlayabilecek bir amaç değil, çünkü hayatta hiçbir şey ideal değildir, ancak olabildiğince kolaylaştırmak. Benim için kendimin ve çevremdekilerin hareket ve davranışlarının arkasında yatan sebeplerin farkına varıp ona göre kendini çok yıpratmamak. Nitekim benim de en büyük derdim insanları haddinden ve hakettiklerinden fazla kafaya takmak. Karaktersiz olanlarınkini karaktersiz olduklarından dolayı -sinek küçük ama mide bulandırır hesabı-, karekterli olanları ise kafamda fazla büyüttüğümden. 
Her neyse, konuyu dallandırıp budaklandırarak anlatmaya devam edeceğim yüksek müsaadenle, çünkü çok doluyum anlatabiliyor muyum? Elim güzel bir kalem tuttukça yazmaya yeltendim uzun zamandır ama hep o kağıdı fırlatıp attım iki satır karalayıp. Hazır ilham gelmişken, bu sefer klavye de akıp gidiyorken şöyle bir rahat rahat içimi dökeyim. 
Ne diyordum, heh evet eski patron. Ben bu kadına saygı duyuyorum saygı duymasına ama onun gibi de olmak istemiyorum. Çünkü bilgi donanımı açısından çok zengin olsa da etrafındakilere zulmetme boyutunda davranışları var. Hatta bir çok insanın işi bırakma sebebi de tamamen bu davranışlar. Aynı zamanda kadın olduğundan, ben hem kendimi cinsiyetçilik üzerine verdiğim mücadeleyle başbaşa buluyorum hem de bu tavrının altındaki motivasyonu çok net görebiliyordum. Aynı zamanda, yaptığım test sonucu öğrendiğime göre, doğru ve gerçek bilgiye saygım sonsuz olduğundan ve kadın asla boş martaval okumadığından saygımdan gram eksilemiyordu. Bir türlü kadını şöööylee gönül rahatlığıyla suçlayamıyordum, ve hala suçlayamıyorum. 
Yaptığım teste göre (ne testmiş arkadaş) benim dışımda 15 adet daha kişilik tipi bulunuyor ve hepsi gerçek, hepsi hayatımızın içinde at koşturuyor. Ben kendi karakterimdekilerle takılayım siz gidin az ötede oynayın diyemiyorsunuz çünkü dedim ya öyle bir dünya yok, keşke olsaydı ama. Özel hayatımızdaki kişileri bir nebze seçebiliyor olsak da, -aile hariç onları zaten hormonlar nedeniyle seviyoruz- iş hayatımızda karşımıza çıkan insanları seçmek konusunda etkimiz sıfır sıfır sıfır. Dolayısıyla bir şekilde bu insanlarla ilişkimizi yönetmek, idare etmek durumundayız. Benim de en başarısız olduğum konu maalesef ki bu, bazı şeyleri tamamen olduğu gibi hiç yumuşatmadan söylemem ve yukarıda belirttiğim gibi kendi karakterime yakın bulduklarım dışında geri kalanların üzerini doğrudan çizmem sebebiyle. Ama böyle olmuyordu, işler böyle gitmiyordu çünkü tatlı dil Allah’ın cezası yılanı bile deliğinden çıkarıyordu. Şimdi yılanın ne suçu var deme lütfen, yılan orada metafor diğer o 15 karakteri temsil ediyor :p Şaka şaka farklı karakterler güzel yoksa hayat benim gibilerle dolu olsa valla çekilmez, işler çok net ve düzgün yürür o ayrı :P Tamam tamam devam edeyim. (Daha ne kadar devam edeceksin Tuğçeciğim, kafamız çorba oldu?!?) 
Peki bu ilişkiyi nasıl idare etmeliyiz? Yazının bundan sonrası yaşadığım örnekler ve kendime öğütler şeklinde olacak, acaba bir başka yazının konusu olsun muuuu? Evet olsunnnnn, ayrıca bir de yukarıda ufaktan değindiğim ama anlatmak istediğim olayların kafamdaki kapsamı yüzünden yarım kalan bir konu var. Kadın olmak ve erkek olmak üzerine. Bunu da bir başka başlıkta yazayım ki arayı soğutmadan devam edelim, değil mi ama 😊 
Sizi özlemişim be, ohh ..
0 notes