Tumgik
#o yüzden onu çok takdir ve tebrik ediyorum
Tumblr media Tumblr media
#yeniden başlıyoruz#allah yardımcımız olsun#allah yolumuzu açık etsin#senaryonun bir parçası olmak konulu etiketimizden devam ediyoruz#şimdi sırada görkem bey var#görkem bey hayatınızı nasıl tanımlarsınız#iyi ama biraz yorucu her koldan çalışmak biraz yorucu olabiliyor ama onun dışında iyi her şey iyi diyor sevgili görkem#ve onu yerine uğurlarken babası geliyor#şimdi ben oğluma güveniyorum ama o çok yoruluyor ve bazen hiç çalışmamazlık ediyor ben anlamıyorum onun gibi#yetenekli birisinin iş bulamaması bir sonuç değil bırak da iş bulmasın o kendi işini düzenlemeye ve yönetmeye çalışıyor#o yüzden onu çok takdir ve tebrik ediyorum#başka diyeceğiniz bir şey var mı annesi#ben de kocamın söylediği gibi oğluma güveniyorum ama o benimle konuşmuyor bir şey var mı diye endişe ediyorum#umarım bir gün benimle konuşur da işin gerçeğini ben de anlamış olurum burada karanlıkta oturup#herhangi bir şey yapmamak onun için bu garip geliyor#lütfen anlayışla karşılayacağınıza söz verin diyor annesi#şimdi sıra mikrofonu çok sevdiği dayısına veriyoruz o çok yetenekli bir çocuk#diyor dayısı ama ara sıra aklı gidiyor ben ondan çok korkuyorum ara sıra çok deli veya çok doğru şeyler söyleyecek gibi oluyor#benim görkemim nerede diyor dayısı#ondan korktuğunu ve davranışlarında bir ahlak veya doğruculuk eksikliği olmadığını görüyor ama tam olarak nasıl yardımcı#olacağını veya ne yapacağını bilmiyor#şimdi mikrofonu kardeşi Selena ya veriyoruz#ben abimi SEVİYORDUM ama sonra benimle konuşmayı kesti#hep o aptal oyunlarını oynuyor benimle hiç vakit geçirmiyor diyerek#ne kadar üzgün olduğunu belirtti kardeşi#ve şimdilik bizden bu kadar belki yarın size yeni bilgilerle geliriz haydi sağlıcakla#görkem haberleri sundu
0 notes
conveyd · 3 years
Text
Appreciation! Aferin çocuğum çok güzel baş kaldırıyorsun bana ama tembelsin. O yüzden ben mukemmelliyetciyim dedim. Kardeşimin gördüğü muameleyi görmekten korkma belki de. Paranın önemi yok dedim. Mesela baristayim ve latteyi tam kıvamında yaptım, istendiği gibi, alan kişi mmmh bu latte müthiş elinize sağlık dedi ve manajerim döndü, tebrik ediyorum hatasizsin dedi. Bu iş bile bana çok yeterli gelirdi, maaş değil, başarı. Parayla isim yok. Mukemmelliyetcisiniz yani. Aslında hiç değilim. Mesela takintilarim yok. Peki neden mükemmel latte yaptınız? Çünkü zayıf olmamak için. Latteyi kıvamında yapamamak zayıflık mi? Evet güçsüzlük, beceriksizlik göstergesi, ezilmek demek. Peki, latteyi kıvamında yapmazsanız ne olur. O günüm korkunç geçer, aslında o latteyi kötü yaptığıma sebepler ararım, ben değilim mi kanıtlamaya çalışırım çünkü ben hata yapamam, zayıf degilim. Nasıl zayıf oluyorsunuz bu konumda? Karşımda ki kişinin yanında zayıf konuma düşüyorum. Benim beceriksizligim onu benden üstün yapıyor ve bana hukmettiriyor. Peki tiyatro ya nasıl yansiyor bu?Mesela dün tiyatro da 10 yıllık en eskilerden biriyle sahneye çıktım ve o benden çok daha güldürdü ve sahneye hakim oldu bense onun yanında çok zayıf kaldım. Peki bu normal değil mi? Başka nerelerde yaşıyorsunuz bunu? Heryerde. Fiziksel olarak üstün olması bir kişinin, beni kavgada dovebilicegi anlamına gelmesinde bile. Hayır, diyorum olurum dayak yemem. Yenilgiyi yok olmakla bir tutuyorum. Yok olurum yada var olurum. Peki neden elinizde olmayan şeyler dahil heryerde? Çünkü kardeşim gucsuzdu ve bunu gösterirdi. Babam onu sürekli ezerdi gucsuzlukleriyle, kardeşim babama dise dis karşı çıkabildiği halde babam onu diğer şeylerle vururdu. Tembel herif derdi ama bana hiç bir zaman hiç bir şey diyemedi, beni ezemedi çünkü ben hep heryerde çok gucluydum. Hata yapmazdım, fire vermezdim. Onun ve ailesinin beni annemi ve kardeşimi ezmesine de izin vermezdim. Ben hepsini korurdum çünkü benden korkardı çünkü ben çok gucluydum, hiçbir açığım yoktu. Peki ya latteyi muhteşem yapmakla bunun nasıl bir baglantisi var? Görülmek dedi ve ağlamaya başladı. Takdir edilmek. Başımın oksanip, afferin yavrum sen bunu muhteşem yapiyosun demek. Peki takdir edilmezmiydiniz? Hayır çok taktir edilirdim. O kadar çok taktir edilirdim ki, yapmadığım şeyleri başkalarına yapmışım gibi anlatılarak bu taktirim abartilirdi. Aslında ben sadece olduğum gibi görülmek ve taktir edilmek istedim, kahveyi eksik koydugumda aslında full koymuşum gibi başımın oksanmasini istedim. Ama o müdürüne hesap verirken bu dedi kahveyi full koydu. Bravo, çok iyi bir barista yetiştirmiş sin. Ben kahveyi benim aslında koydugumu hemde full koydugumu anlatmam gerektiğini ve kendimi göstermem gerektiğini anlayana kadar bu böyle devam etti. Birşey daha var. Nedir? Verdiği hiç bir sözü tutmazdi. Bununla nasıl bir bağlantı kurdunuz? Sana dondurma alicam akşam söz derdi, kendi canı isterse alırdı. Neden almıyoruz diyince de, böyle pis pis alışkanlıklarınız var kilo derdi yani bu sadece bir ornekti. Kısacası sadece kendi için yaşardı. Bizim basarimiza kendi başarısı için önem verirdi. Kendi başarısı için bizim olmayan başarılarımızı yalan söylerdi başkalarına, o zaman daha çok utanır ve daha zayıf hissederdim, yapabilicegimin daha iyisini yapamadığım için sonra beni inandirirdi, hayır kahveyi full koydun derdi, insanlara bunu rahatlıkla full diyebilirsin, çünkü full ama değildi ben gerçeği biliyordum, yalan söylediğimi bile bile, utana utana, ben kahveyi full koydum diyordum, her seferinde yerin dibine geçiyordum. Keşke kahve eksik olduğu halde o yeterli olsaydi, gayet full e yakın olmuş, afferin sana deseydi ve evet bu çocuk full e yakın yaptı, başardı bu işi kavradı deseydi de, aslında kahvenin full olmasının imkansız olduğu halde ben kendimde onu full yapma zorunluluğu hissetmeseydim. Keşke dünyanın bana sunduğu o toleransı bilebilseydim.
Kısacası ben kendim olamadım. Aynaya baktığımda gördüğüm, rüyalarımda hissettiğim bir bedenim hiç olamadı çünkü mükemmel olmak zorundaydım. Mükemmelliğimi bozucak en ufak birşey yok olmam demekti. Hata yaptığım an, elimde ki bıçağı göğsüme saplayip bu işi bitirmem gerekti ama ben kendi onuda yapmaya korktugum için her yerimi bicakladim, kan revan içinde yürümeye çalışıyorum. Halbuki sakince oturup beklesem yaralarımin geçmesini, iyileşmeyi ve korkmasam hata yapmaktan artık. Aslında korkmuyorum da ama hata yaptıktan sonrasını beceremiyorum işte. Hata yapsam ve haykırsam deli gibi "Ben hata yaptım çünkü ben bunu BECEREMEDIM!!!" Ben bu işi beceremedim, ben bu konuda zayıfım ve bu çok normal.
Bir psikolog seansi sonrası notlar.
0 notes
utopianatolia · 7 years
Text
Kitaplar...
230) Gogol- Bir Delinin Hatıra Defteri
Vay anasını, şu işe bak! Biz Rusçayı zor okurken, genel 
müdür hazretleri Fransızca, Almanca, ingilizce kitaplar okuyor... Zaten hazretin yüzüne bakmak yeter; haşmet akıyor!.. Ağzından bir tek boş laf çıkmaz. Evrak getirdiğim zaman bazan lütfedip hatırımı sorar. "Sağlığınıza duacıyız ekselans!" derim. Ne de olsa devlet adamı...
Doğruca evime gittim. Şiir defterini çıkardım. Sevgilim için şahane bir şiir yazdım.  Sevgilimi bir saat göremesem, Bir yıl görmedim sanırım. Sensiz hayatın tadı yok, Sensiz yaşamaktan nefret ederim.  Puşkin' den kopye ettiğimi sanıyorsunuz değil mi? Hayır, tamamen ilk ilhamın eseridir. Zaten Puşkin olsaydı, ancak bu kadar yazabilirdi... Asil aşka, asil bir şiir yakışır. 
"İnsanlar, köpeklerin gerçek kabiliyetlerinin farkına varsalardı hayat ne sıkıcı olurdu... Onlar varsın ev köpeklerini efendilerini eğlendiren birer şaklaban sansınlar... Böylesi daha iyi; hayatımız bolluk ve refah içinde geçiyor. Küçük hanım benim için deli oluyor. Babası da sık sık okşar beni. Sütümü ve çayımı bol krema ile içiyorum, iyi ki kapı köpeği olarak doğmamışım... Şu bizim mankafa "Polkan"ı, koca kemikleri kemirirken görünce acıyorum. O kokmuş, pis kemiklerden ne zevk alır bilmem... Kuş ya da av etinden başkasını yiyemem. Ziyafetlerde, bazı görgüsüz misafirlerin beni çağırıp ellerinde mıncıklayarak topak ettikleri ekmeği uzatmaları yok mu; nefret ediyorum. Fakat "sevimsiz bir köpeğiniz var" demesinler diye zıplayıp ekmeği havada yakalıyorum.  Salaklar da zevkten bayılıyorlar..."  Tüh sana münasebetsiz köpek! Ne saçma sapan şeylerden bahsediyor? Öbür sayfaya bakayım; belki işe yarar birşeyler bulurum: 
İspanya'da siyasi durum pek karışıkmış. Taht devrilmiş, devlet ileri gelenleri idareyi kime vereceklerine karar verememişler. Her yerde isyan hareketleri başlamış, bu iş bana çok garip göründü... Taht nasıl devrilmiş? Yaşlı bir senatörü tahta oturtmak isteyenler varmış... Kral kayıpmış... Bu mümkün değil! Taht kralın hakkıdır. Yaşlı bir senatörün önünde kim eğilir? Kral nasıl kaybolur? Taht kralsız, devlet başsız olur mu? Kral vardır! Arasınlar, bulsunlar!.. Fransa, ingiltere veya Almanya... Ne bileyim, bir yerlere gitmiştir... 8 Aralık Daireye gitmeye hazırlanıyordum. Aklım yine şu ispanya işine takıldı. Gitmekten vazgeçtim. Nasıl sıradan bir senatörü kral koltuğuna oturturlardı? Her şeyden önce bir şeref  meselesi bu... Sonra, Avrupa da tanımaz bu senatörü!.. Başta Fransa itiraz eder. ingiltere ise bahane arıyor... ispanya'ya ait bir iş neden beni böyle derinden etkiliyor? Elim hiç bir işe varmıyor... Yemekte çok dalgın olduğumu Mavra Ana da farketmiş. Bir ara iki tabağı birden yere fırlatmışım... ikisi de kırılmış tabii. Yemek yemekten vazgeçip dolaşmaya çıktım. Akşama kadar düşünmek için sakin bir yer aradım. Geziden dönünce yattım. Yattığım yerden ispanya meselesini çözmeye çalıştım. 
Sözlerimi daha yeni bitirmiştim ki, başvezir, suratıma ardı ardına iki sopa indirdi. Canım çok acıdığı halde ses çıkarmadım. Yüksek rütbe verilecek şövalyelere böyle davranıldı-ğım hatırladım. Demek, ispanya hala bu geleneğini sürdürüyor... Yalnız başıma kalınca devlet işleriyle meşgul olmaya başladım. Önce sınır meselesini çözmem gerekiyor... Bazı cahilşer hala aynı topraklar üzerinde bulunan Çin'le ispanya'yı ayrı memleketler zannediyor. Tahta çıkar çıkmaz önce maiyetime bu gerçeği söyleyeceğim. Diyeceğim ki,  "ispanya yazın üzerine Çin yazısı çıkaracaktır!"  Bütün dünyayı ilgilendiren, çok önemli bir mesele daha var. Yarın sabah saat yedide, Ay, dünyamıza bindirecek. Bundan kimsenin haberi yok. Ünlü ingiliz fizikçisi Wellington da bu hususa işaret etmişti; ama tarih bildiremediği için herkes ona gülüp geçmişti. 
Sonunda yakayı ele verdik tabii. Canavar engizisyoncu elindeki sopa ile kafama vurmaya hazırlanırken horoz taktiği uyguladım. Her horozun bir ispanya'sı vardır ve kuyruklarının altında saklarlar... Ellerimle kafamı saklayıp ispanya' mı herife döndürdüm... Adam sopayı havada sallayarak tehditler savurdu. Bir gün kafamı kırıp elime vereceğini söyledi. Anlaşıldı, bunlar kafasız bir kral istiyorlar!.. Engizisyoncu hışımla odamdan çıkarken homurdanmaya devam ediyordu. Aldırmadım tabii. Onun bir ingiliz maşası olduğundan şüphem kalmadı. 349 yılının 34 Şubatı  Allah'ın artık dayanacak gücüm kalmadı! Bittim, tükendim!.. Neden dinlemiyorlar? Bakıyorlar, ama görmüyorlar. Kulakları var ama duymuyorlar... Benden ne istiyorlar? Onlara ne zararım dokundu ki, işkence ediyorlar? Başımla ne alıp veremedikleri var? Vücudum ateşler içinde yanıyor! Dünya gözlerimin önünde topaç gibi dönüyor. . .
işte bu "bir daire "de, görevine bağlı, çalışkan bir memur vardı. Ne zaman, kimin aracılığı ile daireye girdiği bilinmiyordu. Bilinen o ki; kaç müdür, kaç şef değiştiği halde o hep aynı dairede, aynı derecede ve aynı masada kalmıştı. Kendisini tanıyanlar, onun sırtında paltosu ve dazlak kafasıyla dünyaya geldiğini söyleyerek gülüşüyorlardı. Hikâyemizin kahramanı, yıllardır hep aynı dereceden maaş aldığı halde, bir gün olsun âmirlerine sitem etmedi. Ağzı var dili yok, elinden kalem düşmez, başını yazdığı evraktan kaldırmaz, sadık bir devlet memuruydu. Arkadaşlarının alaylı sözlerine kızmaz, onlarla ağız dalaşına girmez, kendi halinde sakin bir adamdı. Çalışkanlığının ve saf kalpliliğinin dışında kıskanılacak hiçbir mahareti yoktu. Kısa boylu, yüzü çiçek bozuklarıyla çopurlaşmış, kızıl saçları alnına doğru iyice seyrekleşmiş, tombul bir adamdı. Gözleri de biraz bozuktu 
Soyadı "Başmaçnikov" du. Başmaç, fakir kimselerin giydiği adi cins kundura manasına geldiğine göre; kahramanımızın ataları da başmaç giyer, yılda bir kere pençesini tamir ettirirlermiş. Bütün bunlar söylentiden ibaret tabii. Yine söylenenlere bakılırsa, memur Başmaçnikov'un adının da soyadı kadar ilginç bir hikayesi var. Adı Akaki Akakiyeviç. Zavallı annesi, lohusa yatağında yatarken, vaftiz babası kalem müdürü Ivan Ivanoviç Yaroşkin'le, vaftiz annesi komiser karısı soylu Anna Semyonovna Belobruşkina başucunda onu tebrik ediyorlar. Seçmesi için üç azizin ismini söylüyorlar: Mokki, Sossi, Hozzi... isimlerinden üç zavallının çilekeş ve fakir bir hayat sürdükten sonra Hakk'ın rahmetine kavuştuklarını tahmin etmek zor değil. Annesi, oğlunun çilekeş bir hayat sürmesini arzu etmediği için yüzünü buruşturunca, komiser karısı isimleri beğenmediğini anlamış. Bu sefer rastgele takvim yapraklarım açarak üç isim daha bulmuş: Dulla, Tulla,Vulla...  Anne bu isimleri de beğenmemiş: —Ne biçim isim bunlar? demiş. 
Rusya'da "Kutsal Devlet" geleneğinin bir felsefesiydi bu... Büyük şefin huzuruna çıkmak kolay değildir. Büyüklerin davranışlarını, en önemsiz makamda bulunanlar bile taklit etmekten zevk alırlar. Geçenlerde biri anlattı. Sekizinci dereceden bir memur, özel kalemin başına geçici görevle atanınca ilk işi kendisine bir makam odası ayırmak olmuş. Kapıya da kırmızı apoletli, sırma yakalı, üniformalı bir nöbetçi dikmiş. Bu yetmiyormuş gibi, arşiv salonundaki dosyaları depodaki bir odaya kaldırtıp burasını "toplantı salonu" yapmış. İşte bizim nüfuzlu müdür de böyle sonradan görme, torpille gelme bir acemi kişiymiş. Acemiliğini örtmek için de elinden geldiğince sert görünmeye çalışıyormuş. "Yönetimin temel şartı disiplin ve sertliktir." diyormuş ve tekrarlı -yormuş: —Sertlik, sertlik ve sertlik! 
Bu Rus halkı da tuhaf doğrusu. Kelime ve kavramlarda da bir beraberlikleri yok. Kimi hayalet adama "hortlak" derken, kimileri de "ermiş kişi " diyormuş. Daha çok paltosu soyulanlar "hortlak" diyormuş. Hayalet adam, palto soygununda o kadar ileri gitmiş ki; eski-yeni demeden önüne gelen adamın paltosunu soyup gözden kayboluyormuş. Bu yüzden üşütüp hastalananların sayısı gün geçtikçe artıyormuş. Anlattıklarına göre, hortlak adam, aynı anda birkaç yerde birden görünüyor; bilhassa nüfuzlu kişilerin, zenginlerin ve kanun adamlarının paltolarını soyuyormuş. Palto soygununda, Akakiyeviç'in soyulduğu gece kulübesinde uyuyan bekçi de nasibini almış. Hayalet adam, bekçinin sadece resmi paltosunu almakla kalmamış; zavallının elbisesini de alıp don-gömlek bırakmış. Gecenin ayazında iç çamaşırı ile kalan bir adam zatürreye tutulmaz da ne olur? Bekçinin hastahanede yoğun bakımda olduğunu söylüyorlar. Hatta zavallı kurtulmaz; ölür diyorlar. 
(Kovalev, omuzlarını silkerek konuşmasını sürdürdü.) Takdir edersiniz ki, bunun bir şeref ve borç meselesi olduğunu düşünürseniz... Umarım anlıyorsunuz efendim... - Üzgünüm ama, söylediklerinizden hiçbir şey anlamadım. - Niçin anlamak istemiyorsunuz derken, Kovalev öfkelenmeye başlamıştı. Bunda anlamayacak ne var? Mesele gayet açık; siz bizzat benim burnumsunuz!.. Burun şaşkındı; dikkatlice Binbaşı'yı süzdü, kaşlarını çattı: - Herhalde yanılıyorsunuz beyefendi. Ben kendime ai-tim. Hem sizinle nasıl bir münasebetimizi olabilir ki? Elbisenize bakılırsa siz başka bir dairedensiniz... Burun, hiçbir şey olmamış gibi tekrar dua etmeye koyuldu. 
Evet... İşte böyle bir olay yaşanmıştı ülkemizin Kuzey başkentinde! Bir insanın burnunun bir gün aniden bulunduğu yerden kaybolması, bir memur kılığında şehirde gezmesi, Kovalev'in kayıp burnunu gazete ilanıyla araması gerçeğe aykırı şeyler olarak görünüyor hep!.. Gazete ilanının pahalıya patlayacağından değil... Ben de para düşkünü bir insan değilim, işin yakışıksız ve tuhaf tarafı, Ivan Yakovleviç'in sabah kahvaltısında kestiği yeni pişmiş ekmeğin içinde burnun ne işi var? Olan biteni bir türlü aklım almıyor! işin anlaşılmaz yanı da, yazarlar böyle bir konuyu nasıl yazıyor? Bu yazının yurdumuz için hiçbir faydası yoktur, insanlarımız için de öyle... Peki ne vardı bunu yazacak? inanın, bunu ben de bilmiyorum. Gene de şunu belirtmeliyiz ki, dünyada bu tür saçmalıklara her yerde rastlanıyor. Onları kabul edebiliyorsak, bu hikâyeyi de normal kabul etmemiz gerekir. Kim ne derse desin; binde bir de olsa, dünyada bazen böyle şeyler oluyor!..
5 notes · View notes
selindelioglu · 7 years
Text
Ezilenler Edebiyatı
Son yıllarda ezilenlerin dilinden konuşarak romantizm yapan ve toplumun belli bir kısmı tarafından sahiplenilerek eserler veren bir alt kültür edebiyatı baş gösterdi. Uzun bir süre sesine ses bulamamış milyonlar da biraz da olsa kendilerini anlayan, onları yazan insanları görünce sorgusuz sualsiz biat etme yoluna gittiler. Bir şeyi çok sevmenin hep destekçisi oldum. Bence çok sevmek başlı başına takdir edilecek bir şey. Lakin çok severken objektif olma yetisini kaybetmek, kültürel ve toplumsal erozyona sebep olabilir. Şöyle ki...
Tumblr media
Sevilen romanları ve fenomen olmuş Behzat Ç’siyle bu güruhun başını çeken isimlerden biri Emrah Serbes. Hepimizin bildiği trajik olayın baş kahramanı. “Kınadığını yaşarsın” düsturuna körü körüne inanan biri olarak dikkatli konuşmak istiyorum. Kazalar, dikkatsizlik, anlık hatalar herkesin başına gelebilir ama kör kütük sarhoş olup, bir de üstüne hız yapıp bir aileyi yer yüzünden silmek ve olayın sonrasında 112′yi bile aramadan “Bu işten en az zararla nasıl çıkarım?”ı hesaplamak apayrı bir şey. Zaten içkili direksiyon başına geçen herkes cinayete davetiye çıkarıyor, bu Serbes’e özel bir durum değil. Hiçbir anında iyi niyet barındırmayan bu olay toplumu otuz beşe böldü.
1- Vay pislik’çiler 
2- Büyük konuşma, başına gelebilir’ciler 
3- Tamam, linç etmeyin. Adam itiraf etmiş işte, daha ne uzatıyorsunuz’cular 
4- Olay çözülmeden suçlamayın diyen hayranlar
Öncelikle, adama hakaret etmek istemiyorum. Cidden eminim onun cephesinde de haklılık içeren bazı anlar vardır. Belki ağır depresyondaydı. Alkolizm o depresyonu susturma çözümüydü. Alkollü olduğu için karar mekanizması çalışmadı ve araba sürmemesi gerektiğini göz ardı etti.......
Ama büyük resme baktığınızda depresyonunuzun en masum haliyle sadece ama sadece sizi tüketmesi gerekir. Başka insanların sizin hatalarınızın bedelini ödememesi gerekiyor. Ben hayatım boyunca yaya oldum. Benzin parasından çok para döktüm belki yollarda. Üstelik 10 küsür yıldır ehliyetim de var. Araba alacak birikimim de oldu ama almadım hiç. Düşünmedim. Çünkü dalma huyum var ve bu özelliği yüzünden dostları tarafından dalgıç olarak anılan biri olarak kötü olaylara sebebiyet olabilirim diyerek hiç istemedim. Hatta ehliyetinin süresi dolduğu için arabasında çevirmeye yakalanan arkadaşım “Ehliyeti olan var mı? Geçsenize yerime” dediğinde bile geçmedim ön tarafa. Sorumluluk biraz da sizin başka insanların hayatlarına verdiğiniz değerle ölçülür. Bu masum bir “başımıza gelebilir” olayından ziyade, “bile bile lades” şımarıklığı dostlar. Bunu kabul edelim. Kaç sezon Behzat Ç izlediğinizin veya Serbes’in kitaplarına ne kadar para döktüğünüzün bu öyküdeki doğru yanlışı değiştiremeyeceğini kabul edelim. “Geç gelen” itirafın bile masumiyetinin konuşulduğu bir toplumsal davada bu kadar örnek alınabilecek şey varken elbette konuşulacaktır, neden susulsun? Bu veya bu tarz konular ne kadar konuşulursa yanlışlarının ifşa olması o kadar sağlanacak, yasada bu konuyla ilgili bir açık varsa gündem oluşacak ve belki düzeltilecek, insanların alkollü araba kullanmaya karşı ufak da olsa bir imtinası olacak, ünlü insanların bazı büyük hataları icra ederken iki kez düşünmesi ve bir şeyleri örtbas ederken korkuları olacak. TABİ Kİ konuşalacak. Siz kimsiniz ki insanları susturmaya çalışıyorsunuz? Bir edebiyatçıya sevginiz, yanlış giden şeyleri doğru hale getirmek isteğinizin önüne mi geçiyor gerçekten de? Nasıl insanlarsınız? Dünyanın en küçük empati yolculuğunu yapalım: “Bu olayda ölen senin ailen olsaydı, Emrah’ı savunabilir miydin yoksa en ilkel duygu olan intikamla hareket etmeye mi çalışırdın?” Bu felaket onun yazarlığını kötü yapmayacağı gibi, onun yazarlığını sevmeniz de bu olayı daha masum hale getirmez.
Ben de Woody Allen’a kendimi bildim bileli öldüm bittim ama karısını üvey kızıyla boynuzlamasındaki ahlaksızlığı da inkar etmedim. Yılmaz Güney’e hasta oldum hep ama onu hapse ve sonrasında sürgüne yollayan suçun bir düşünce suçu değil de bir adi suç olan cinayet olduğunu ve onun da sözlü tahrik olsa bile katil olduğunu kabul ettim. Polanski’nin filmlerini çok severim ama sübyancı olduğunu hep söylerim. Bill Cosby en büyük şokumdur, onu hep sevmişimdir ama neredeyse taciz/tecavüz iddiası olmayan amerikalı kadın olmamasından sonra işini ve şahsiyetini ayırmışımdır. Bir sanatçıyı sevmeniz onun ahlaki ve cezai suçlarından mesul olmamasını gerektirmez. 
Tabi ki olayın kanıtları en düzgün şekilde incelenip eğer günahı alınıyorsa ortaya çıkarılacaktır ama bugüne kadar basına yansıyan deliller gerçekse çok acı bir tabloyla karşı karşıyayız demektir.
Tumblr media
Bir diğer örnek aynı romantik alt kültürün bayıldığı bir diğer yazar olan Burak Aksak. Kendisinden Leyla ile Mecnun çıkar çıkmaz, arkadaşım Melis’in “Dün bi dizi izledim, ak sakallı dede Mecnun’a geliyor beraber çay içiyorlar falan. Komikti ya.” demesiyle haberdar olmuştum. Absürd dili, ilk sezonu beni eğlendirip yer yer güldürse de sonradan çok ayağa düşmesi ve ilk sezonu aratması sebebiyle bırakmıştım. Şahane bir oyuncu kadrosu olduğu hala su götürmez bir gerçek. Dün de Emrah Serbes’in ardına bu özgün işi yapan genç senarist Burak Aksak ile ilgili bir skandal patladı. https://www.evrensel.net/haber/334417/burak-aksak-kadin-stajyere-saldirdi-iddiasi 
Eğer doğruysa sahibi olduğu yayın evinde yasal olarak suç olduğu halde sigortasız çalıştırdığı stajyeri künyede yazılmak isteyince küfür ve fiziksel şiddetle kovulduğu yönünde olan bu ayrıntılı iddia hemen gündemde yer tuttu. Gerçekse bu konuyla ilgili ters giden çok şeyi bünyesinde barındıran bir skandal daha. Sigortasız insan çalıştırmak, telif haklarını hiçe saymak, küfür ve fiziki şiddet. Bu alt kültürün, “yenildik ama ezilmedik bir çay içelim hayat böyle”ci insanlarının insan harcamak konusunda bu kadar tereddütsüz olması ne acı. 
Benim de hakkında hukuki süreç yaşıyor olduğum için isim ve ayrıntı veremeyeceğim bir bela geçti başımdan. Duruşmalarım devam ediyor lakin sözleşme vaadiyle oyalanırken senaryomun/fikrimin isteyerek ya da istemeyerek bir şekilde büyük bir firmaya çaldırıldığı bir olay yaşadım ve fikri hırsızlığın ne olduğunu çok iyi bilirim. Telif Hakkı sizin yazıp çizdiğiniz her şeyi sizin için koruyan bir haktır ve şakaya gelmez. Zaten iddialar doğruysa kişilerin bilgisayar ve telefon kayıtlarından izi çok kolaylıkla sürülüyor lakin birinin emeğini harcamak bu kadar kolay olmamalı. Bu olay genelinde konuşmuyorum, belki de dikkat çekmek isteyen bir gencin karalama kampanyasıdır belki her kelimesi doğru kalp kıran bir tecrübedir. Lakin bir gerçek var ki o da: Türkiye’de bu iş böyle. Doğruysa şaşırmayacağımı biliyorum. Genç arkadaşları haklarını savundukları ve tiranlığa boyun eğmedikleri için ayrıca tebrik ediyorum. Umarım parasız adam çalıştıran, fikir işçisinin garantisi, övündüğü tek şey olan isim yazma hakkını çiğneyip atan, hakkını aradığında da senin ondaki forsa sahip olmaman sebebiyle kenara kolayca itip üzerine 5 dakika bile düşnmeyen zihniyeti el birliğiyle öldürrüz. Bu konu da keza diğer konu gibi konuşuldukça toplumda değişiklik yaratacak bir konu. Elbette cinayete sebep olmak gibi adi bir suç değil ama genç bir insanın inancını çalmak da bir hayli ağır bir suç, atlamayalım.
Aynı güruhtan ve şahsen yönetmenliğini beyanlarından çok daha başarılı bulduğum sinema insanı Ünlü de geçtiğimiz aylarda Recep İvedik’in İnek Şaban’dan çok daha halktan bir karakter olduğunu belirtmişti. Halkı tanıdığını ve filmlerindeki duygunun yaşadığını düşünsem de son zamanlarda duyduğum en yanlış demeç olan bu demeci şöyle özetleyeyim.
Tumblr media
Kemal Sunal’ın sinemada eşi benzeri olmayan bir başarıya imza atarak ölümsüzleştirdiği İnek Şaban karakteri bir zamanlar Türkiye’de iyi olan her şeyi simgeliyor. İyilik, art niyetsizlik, masumiyet, yardımseverlik, kötülüğe iyilikle karşılık vermek, hakkında ne kadar kötü planlar yapılırsa yapılsın iyi niyetiyle efsunluymuşçasına hep dört ayağı üzerine düşmek. O yüzden özellikle 70′lerin ikinci yarısı ve 80′lerde yaptığı Şaban filmlerinde genellikle Ali Şen ya da Şener Şen’in canlandırdığı uyanık karakterlerin simgelediği ve hep Türkiye’nin çirkin alışkanlıklarını, onların iyilikle nasıl yenildiğini göstermiştir. Adeta ideali temsil etmiştir. Her kesimden insanı küfürsüz ve osuruksuz güldürmüştür. En büyük küfür Eşşolu Eşek olan çocuksu bir saflığa sahip bir insandan bahsediyoruz. Şaban’ın her serüveni adeta Faşo Ağa’ya başkaldıran proleterya şovalyeliğidir. Bunun hakkını kimse yiyemez, basit bir fikir olarak belirtiyorsa bile haklarında varılabilecek en saf ve doğru çıkarım şu olacaktır: YEŞİLÇAM’I BİLMİYOR.
Sanırım bu romantik alt kültür sanatçısının kendisiyle oturup bir günah çıkarması ve bazı şeyleri tekrar tekrar değerlendirmesi gerekiyor. Başarı bir sanatçı olmakla iyi bir toplum sanatçısı olmak arasında bir yerlerde...
0 notes