Körleşme [Elias Canetti]
Elias Canetti'nin eseri dünyasız bir kafada başlıyor. Sevgili dostumuz Kien
-ki bana kalırsa Don Kişot'un bir değişik versiyonudur- dünyası olmayan
muhteşem bir belleğe sahiptir ki gerçek dünya ile uzaktan ya da yakından zerre
miskal alakası yok.
“Ama yıkılmaz bir belleği vardı ve yeni kitaplığın tümünü kafasında
taşıyabilirdi. Çantası boş kaldı.”
“Aslında küçük erkek çocukları, değerli bir özel kitaplıkta
büyümeliydiler. Salt ciddi kişilerle ilişkilerin yer alacağı bir günlük yaşamı
loş, sessiz, aklın egemenliğinde bir atmosfer, gerek zamanı, gerek mekânı en
dikkatli biçimde düzenlemeyi öğretecek sürekli bir eğitim -bu nazik
yaratıkların çocukluk yıllarını atlatabilmeleri için, böylesi bir ortamdan daha
değerli bir yardımcı düşünebilir miydi?”
Gün gelir gerçek dünyadan bir insanla karşılaşır.
“Fiyatlar gün geçtikçe yükseliyor. Patatesler şimdiden öncekinin iki
katına ulaştı.”
Roman 30'lu yılların Almanya'sının, Hitler Almanya'sının ürünü. Gerçek
dünyadan insan Faşizmi temsil ediyor.
“Ne kadar büyük bir adaletsizlik diye düşündü. Ağzımı istediğim zaman ve
istediğim sıklıkta kapayabiliyorum. Oysa bu denli iyi korunmuş olan bu organın
görevi nedir? Yalnızca besinlerin vücuda girmesine yardım etmek. Buna karşılık
kulaklar, her türlü saldırıya açık.”
Dünyasız kafa dünya ile ilişkiye girdikçe şoktan şoka giriyor.
“Gelecek; kendini nasıl atabilirdi acaba geleceğe? Şimdiki zaman, geçip
gitmesine ses çıkarmadığı takdirde, artık Kien'e hiçbir zarar veremezdi. Ah,
bir ortadan kaldırılabilseydi şu şimdiki zaman! Dünya üzerindeki tüm mutsuzluklar,
yeterince gelecekte yaşayamamaktan kaynaklanıyordu. Bugün dayak yediği
takdirde, yüz yıl sonra bunun ne önemi kalacaktı? Yapılması gereken, içinde
yaşanılan zamanı geçip gitmeye bırakmak ve dayaktan ileri gelen şişleri
görmezlikten gelmekti. Tüm acıların suçu, şimdiki zamanın sırtındaydı. Kien,
geleceğin özlemini çekiyordu; çünkü geleceğe ulaştığında, yeryüzünde daha çok
geçmiş bulunacaktı. Geçmiş iyiydi, kimseye bir zararı yoktu; Kien, geçmişte
yirmi yıl süreyle istediği gibi ve mutlu yaşamıştı. Kim mutlu olabiliyordu ki
şimdiki zamanda? Evet, duyularımız bulunmasaydı eğer, o zaman şimdiki zamana da
dayanılabilirdi. O zaman anıların yardımıyla -demek ki yine de geçmişte-
yaşanılabilirdi. Başlangıçta yalnızca söz vardı; ama var'dı; başka deyişle
geçmiş sözden önce vardı. Kien, geçmişin bu öncelikli konumu karşısında
saygıyla eğildi.”
Bir saatten sonra bir de bakıyorsunuz ki Kien dünyaya düşüyor fakat dünyanın
kafasız olduğunu fark ediyoruz bu düşüşte, Kien fark etmiyor tabi ki.
“Merdivenin alt basamaklarında düşünceli düşünceli duruyor ve -pis
servete karşı duydukları açgözlülük nedeniyle kitaplarını buraya getiren terk
edilmiş yaratıkları adına - böyle bir işleve yaraşır ölçüde temiz olmayan
merdiven adına - kitapları alıp da okumayan görevliler adına - tavan arasında,
yangın tehlikesi içinde bulunan odalar adına - kitapların rehin bırakılmasını
yasalara hakaret saymak için kılını bile kıpırdatmayan bir devlet adına- basım
işinin kendilerine artık doğal görünmesi nedeniyle, her bir basılı harfin özel
bir kutsallığı içerdiğini tümüyle unutan insanlık adına utanç duyuyor insan.”
“Cennette, der vicdan, doksan dokuz doğrudan çok, eğriyken doğrulmuş bir
kişinin gelişine bayram edilir.”
“İnanın bana sevgili dostum, bu dünyada parayı sık sık aklına
getiren değil, hiçbir zaman aklından çıkarmayan insanlar var; yaşamlarının her
saat, her dakika ve de her saniyesinde parayı düşünüyorlar! Hatta daha da ileri
giderek, bunların başkasının parasını düşündüğünü bile öne süreceğim.”
“Elbette bir hizmet karşılığı para almak kabalıktı, ama bu tür
ahlaksızlık ayaktakımı arasında çok yaygındır, derinlere kök salmıştır, hatta
eğitimli sınıflara bile uzanmıştır. Platon buna karşı savaştı ama sonuç alamadı.”
“Bununla birlikte, sayfa sayılarına bakıyor, 500'den fazla sayfası olan
kitaplara karşı saygı duyuyordu. Bunların bir değeri olsa gerekti, kitapları
yerine koymadan önce pazar yerindeki yolunmuş tavukları yoklar gibi elinde
şöyle bir aşağı yukarı tartıyordu.”
“Eski hastalarına iyi olduklarından, uğraşlarından, geleceğe ilişkin
tasarılarından söz ederken, şöyle küçük yanıtlar almayı beklerdi: " O
günler çok daha güzeldi!", "Şimdi o denli boş ve budalaca bir hayat
sürüyorum ki!" "Yeniden hasta olabilmeyi yeğlerim!" "Beni
neden sağlığıma kavuşturdunuz?" "İnsanlar bir kafanın içinde ne denli
görkemli bir evrenin saklı olabileceğini kestiremiyorlar." "Aklın
sağlıklı olması bir tür bunama demektir." "Sizi hapse atmak gerek!"
"Beni en değerli varlığımdan yoksun kıldınız!" "Sizi yalnızca
bir dost olarak takdir ediyorum. Uğraşınıza gelince insanlığa karşı işlenmiş
bir suçtan başka bir şey değil." "Bir ruh baytarından başka bir şey
değilsiniz!" "Utanın!" "Bana hastalığımı geri verin!"
"Sizi dava edeceğim!" "Sağlıklı olmak, ölümden farksız!" Bu
yanıtların yerine bir övgü ve çağrı yağmuruna tutuluyordu. Rastladığı insanlar
şişman, sağlıklı ve normal görünüyorlardı. Dilleri, yoldan gelip geçen öteki
insanların diliydi. Ya bir tezgâh edinmeye çabalıyorlar ya da bir tezgâhın
ardında çalışıyorlardı. En iyi olasılıkla, bir makinenin başında
bulunuyorlardı.”
“Görüyorsunuz ya, baylar, bu dahi paranoyakla kendimizi
karşılaştırdığımızda, ne kadar zavallı aptallar ve dar görüşlü kişiler olarak
kalıyoruz! Biz gerçeklerin tutsağıyken o tutkuların insanı, biz hep
başkalarından alınma, elden düşme deneyimlerle yaşarken o kendi deneyimlerine
dayanıyor. Tıpkı dünyamız gibi sonsuz bir yalnızlık içerisinde, kendi evreninde
dolanıp duruyor. Korkmak hakkına sahip. Yörüngesini açıklamak ve korumak için
gösterdiği yetenek tümümüzün tuttuğumuz yolları açıklamak ve savunmak için
gösterdiğinden daha büyük. O duyularının yarattığı yan��lsamalara inanırken
bizler sağlıklı duyularımızla algıladıklarımıza kuşkuyla bakıyoruz. Aramızda
bulunan bir avuç inançlı kişi ise başkalarının binlerce yıl önce onlar için
yaşamış oldukları deneyimlere sarılıyor. Bizler düşleri kutsal sözleri,
sesleri, nesnelere ve insanlara göz açıp kapayana dek yaklaşabilmeyi
gereksiniyoruz. Ve bunları kendi içimizde bulamadığımız zaman geleneklere
başvuruyoruz. Kendi yoksulluğumuz yüzünden inanan kişiler olup çıkıyoruz.
İçimizde daha da yoksul olanlar bundan da vazgeçiyorlar. Ama ya karşımızdaki? O
aynı kişilikte hem Allah'ı hem peygamberi hem de Müslüman kişiyi birleştiriyor.
Ona kronik paranoya etiketini yapıştırmamız bir mucizeyi mucize olmaktan
çıkarır mı? Bizler nasırlaşmış akıllarımızın üstünde cimrilerin paralarının
üstüne oturmaları gibi oturuyoruz. Bizim düşündüğümüz anlamda akıl bir yanlış
anlamadan başka bir şey değil. Eğer salt düşünce düzeyinde sürdürülebilen bir
yaşam varsa öyle bir yaşamı sürdürebilen tek insan şu karşınızda gördüğünüz
delidir.”
“... insanların daha yüksek bir hayvan türü olan kitle...”
“her kadın lükse duyduğu aşk uğruna yaşar ve ölür.”
565 sayfalık bu kitaptan altını çizebileceğim onlarca yerden buraya
alabildiklerim bu kadar oldu. Kitabın Türkçeye çevirisi için rahmetli Oğuz
Atay'a teşekkür etmemiz gerektiğini söylüyor Ahmet Cemal tevazuuyla. Kendisine
de teşekkür ederim bu güzel çeviri için. Kitap Sel Yayıncılıktan çıkmış. Daha
önceki baskısının hangi yayınevine ait olduğunu bilemiyorum. Dikkat çekici
aforizmalarla örülü olan roman boyunca insan ister istemez düşünceden düşünceye
geçiyor. Hararetle tavsiye ederim.
Read the full article
0 notes
KUTSAL KİTAP NE DEMEKTİR? VE DÖRT BÜYÜK KİTAP
Bir dinin esaslarını bildiren kitaba "kutsal kitap" denir. Her şeyi ve insanı yaratan Yüce Allah'tır. 0 yarattığı insanın gereksinimlerini bilir. insanla ilgili her türlü bilginin de sahibidir. Yüce Allah, insanların gereksinimlerine göre gereken bilgileri peygamberleri aracılığı ile bildirmiştir. Nelere inanılacağını, nasıl ibadet edileceğini, güzel ahlak kurallarını içeren kitap, "kutsal kitap" tır. İslam dininde kutsal kitaplara inanmak, iman esaslarındandır. Bütün dinlerde kutsal kitap anlayışı vardır. Zira dinler, inananlarına mesajlarını ve öğütlerini kutsal kitaplarda bildirirler. Ayrıca bunlarda birey ve toplumun uyması gereken her türlü davranış şekilleri, yer almaktadır. Bu bakımdan ilahi olmayan dinlerde de "kutsal kitap" bulunabilir. Bunlar, genellikle ilahi kitaplardan derlenmiş kitaplar olarak değerlendirilmektedir. 2. ALLAH NİÇİN VAHİY GÖNDERMİŞTİR? Vahiy kelimesi sözlükte "ani telkin" anlamına gelir. Dini terim olarak "Allah'ın peygamberlerine gönderdiği ilahi sözler, emir, yasak ve tavsiyeleri içeren ilahi bilgiler" demektir. Vahiy, aracılı veya aracısız olarak gelmiştir. Aracısız vahiyde Allah, manayı peygamberin kalbine doğdurur. Aracılı olan ise ya elçi ile olur veya elçisiz. Elçi ile olursa vahiy meleği Cebrail, vahyi getirip peygambere bildirir. Elçisiz aracılı vahiyde ise peygamber Allah'ın sözlerini işitir; fakat O'nu göremez. Allah'ın insanlara değişik zamanlarda gönderdiği büyük kutsal kitapların sayısı dörttür. Bunlar ise, sırasıyla Tevrat, Zebur, İncil ve Kuranıkerim'dir. Şimdi bunları sırasıyla daha ayrıntılı olarak tanıyalım. 3.1. Tevrat: Tevrat, ibranice bir kelime olup kanun ve öğreti anlamlarına gelmektedir. Bununla beraber 0, Allah tarafından Hazreti Musa'ya indirilen kutsal kitabın da adıdır. Tevrat'ın bir diğer adı da "Ahd-i Atik" (Eski Antlaşma) dir. Her Müslüman, Tevrat'ın Allah tarafından Hz. Musa'ya gönderildiğine inanmaktadır. Bugün Yahudilerin elinde bulunan Tevrat, daha önce israiloğullarına (Yahud e) verilen değildir Bundan dolayı, Müslümanlar Tevrat'ın tahrip edilmemiş asıl nüshasına inanırlar Yüce Allah da asıl Tevrat'a Kuran da şöyle işaret etmiştir; ''Biz, içinde doğru rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat'ı indirdik...'' 1 3.2. Zebur: Kelime olarak "yazılı şey ve kitap" anlamına gelen Zebur, Hz. Davut'a indirilmiş olan ilahi kitabın adıdır. Dinimize göre, Müslümanların Zebur'a da inanmaları gerekmektedir. Her Müslüman, Zebur'un Allah tarafından Hz. Davut'a gönderilmiş kutsal kitap olduğunu kabul etmektedir. Nitekim Kuranıkerim’de bu konuda, "Gerçekte biz, peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık. Davut’a da Zebur'u verdik." 2 buyrulmaktadır. Bugün Zebur'un Tevrat içinde yer aldığı belirtilmektedir. Tevrat'ın içinde mezmurlar adı ile yer alan kısmın, Hz. Davut’a verilen Zebur olduğu kabul edilmektedir. Zebur, ilahi kitapların en küçüğü olup onun yeni dini hükümler getirmediği kabul edilmektedir . 3.3.İncil: İncil kelime olarak "müjde" anlamına gelir. Hz. İsa'ya gönderilen kutsal kitaptır. İncil, Hz. İsa hayatta iken yazıya geçirilmediğinden, ona inananlar tarafından sonradan yazılmıştır. Bu yüzden değişik İnciller ortaya çıkmıştır. Yapılan toplantılar sonucunda bunlardan dördü kutsal kitap olarak kabul edilmiştir .325 tarihinde İznik' de toplanan Konsilin kabul ettiği dört İncil şunlardır: 1. Matta, 2. Markos, 3. Luka, 4. Yuhanna Bunların dışındaki İncilleri ise İznik Konsili yok etmiştir. Bugün, havarilerden Barnaba tarafından yazıldığı ileri sürülen bir İncil'den de söz edilmektedir. Bu İncil, diğerleriyle bir çok bakımdan, uyuşmamaktadır. Bunların başında ise tevhit ilkesi gelmektedir. Barbana İncil'i diğerlerinin aksine Tevhit ilkesini kabul etmektedir. Barnaba İncil’inin orijinal bir nüshasının Paris'te bir prensin kütüphanesinde, diğer bir nüshasının da Vatikan'da papalık kütüphanesinde olduğu bildirilmektedir. İncil'de esas itibariyle İsa'nın hayat hikayesi ile ahlaki öğretiler yer almaktadır. İncil, hukuki düzenlemelere yer vermez. Hıristiyanlar aynı zamanda Tevrat'ı da kutsal kitap olarak kabul ettikleri için hukuki düzenlemeler konusunda Tevrat'ı esas alırlar. Hıristiyanlar Tevrat'a Ahd-i Atik (Eski Ahit), İncil'e Ahd-i Cedit (Yeni Ahit) adını vermişlerdir .Zebur da dahil olmak üzere hepsini bir arada toplayan büyük kitaba da kutsal kitap anlamında "Kitabı Mukaddes" demektedirler. 3.4. Kur'an: Kuranıkerim, Allah'ın Hz. Muhammed (S.A. V .) aracılığı ile bütün insanlara gönderdiği vahiylerin toplandığı kitabın adıdır. Sözlükte "toplamak, okumak, bir araya getirmek'' anlamına gelen Kur'an, Allah tarafından gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. Kur'an, Hz. Peygamber'e 23 sene içerisinde ayet ayet, sure sure indirilmiştir. 114 sure ve 6666 ayet olan Kuran’ın ilk suresi Fatiha, son süresi ise, Nas süresidir. Kuran’ın her yirmi sayfasına cüz denir. Otuz cüzden oluşan Kur'an, Hz. Muhammed tarafından da ayet ayet yazdırılmış ve korunmuştur. Ayrıca her gelen ayet, çoğu Müslüman tarafından ezberlenmiştir. Bu bakımdan ilk defa dünya tarihinde yazı ile ezber yöntemi ikisi bir arada kullanılmıştır. Böylece Kuranıkerim iki yoldan korunmuştur. Dolayısıyla onda hiçbir değişiklik yapılmamış ve ona hiçbir insan sözü karıştırılmamıştır. Yüce Allah, Kuran'ı kendisinin koruyacağını bildirmiştir: ''Doğrusu kitabı (Kuran-ı) biz indirdik, onun koruyucusu da elbette biziz.'' 1 4. KUTSAL KİTAPLARA İMAN, İMANIN ŞARTLARINDANDIR İslam’da iman esasları, birbirleriyle bağlantılıdır. Bundan dolayı, kitaplara iman, diğer iman esaslarından ayrılmaz. Allah'a inanmak, bizi onun peygamber gönderdiğini kabul etme sonucuna götürür. Peygambere iman da onların Allah'tan getirip tebliğ ettiklerini tasdik etmeyi gerektirir. Peygamberlerin tebliğ ettikleri şeyler de Allah'ın kitaplarında bildirilenlerdir. Öyleyse iman esasları bir bütündür. Bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak olmaz. Ben Müslüman’ım diyen hiçbir kimse, ben Kuran’a inanırım ama Tevrat'a, Zebur'a, İncil’e inanmam diyemez. Bunun gibi, Kuran’ın şu ayetine inanırım, şuna inanmıyorum da diyemez. Derse, imanın bütünlüğü ve Allah'a inanmanın bir değeri kalmaz. Bu, Allah'a güvenmemek anlamına gelir. 5. KURAN'IN DİNİ HAYATIMIZDAKİ YERİ VE ÖNEMİ 1. Dinimizi Öğrenmek İçin Kutsal Kitabımıza Başvuralım Yüce Allah Kuran-ı, insanlara doğru yolu göstermek için göndermiştir. Kuran' da, Allah'ın istediği gibi iyi, doğru, dürüst insan olmanın yolları anlatılmaktadır. Kuran'ı okuyup anlayan insan, onda en doğru inanış esaslarını, en güzel ahlak kurallarını ve dinin en temel kural ve ilkelerini bulabilmektedir. Bunun için, Kuran'ı okuyup anlamak çok gerekli ve faydalıdır. Allah'tan yeni bir kitap gelmeyeceği için yeni ihtiyaçlara göre Kuran’ın zaman zaman yeniden yorumlanması (tefsir edilmesi) gerekir. işte Kuran tefsirleri böylece ortaya çıkmıştır ve çıkmaktadır. Kuran’ı Arapça aslından okumak ibadet sayılmış ve sevap kabul edilmiştir. Bunun için Müslümanlar, Kuran okumaya çok önem vermişlerdir. Şurası bir gerçek ki Kuran sadece yüzünden ve ibadet niyetiyle okunmak için gönderilmemiştir. Asıl olan, Kuran’ın manasını anlamaktır. işte bu yüzden, Müslümanlar, kendi dilleriyle yapılmış olan meal ve tefsirleri okumalı ve üzerinde düşünmelidirler. Bu da bir ibadettir ve çok sevaptır. 5.2. Davranışlarımızda Kutsal Kitabımızdaki Öğütleri Dikkate Alalım Davranışlarımıza yönelik öğütlerin Kuran'da yer aldığının Yüce Allah şöyle bildirmektedir: ''Andolsun ki biz Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık...'' 2 Buna göre, Kuran, aynı zamanda bir öğüt kitabıdır. Davranışlarımızı Kuran'ın öğütlerine göre düzenlediğimizde başlıca şu ahlaki özellikler karşımıza çıkıyor: a Adaletli olmak b. Doğruluktan ayrılmamak c. Utanma duygusuna sahip olmak ç. Ölçülü olmak d. Hoşgörülü olmak e. Yumuşak huylu olmak f. Güvenilir olmak g. Cömert olmak h. Sabırlı davranmak, aceleci olmamak 1. Böbürlenmemek, kibirli yürümemek i. Vefalı olmak, nankör olmamak j. Büyükleri saymak, küçükleri sevmek k. Yoksulu, yetimi, kimsesizi kollamak 1. Haram yememek, kul hakkını gözetmek gibi Müslüman olarak günlük hayatta Kuran'ın öğütlerini dikkate almalıyız; onları davranışlarımızda rehber edinmeliyiz. O zaman huzuru ve mutluluğu daha çabuk yakalarız. 6. KUTSAL KİTAPLARDAN ÖĞÜTLER Kutsal kitaplar, insanlar tarafından yazılmış kitaplardan çok farklıdır. Çünkü onlar, Allah'ın sözleridir. Bu sözler, insanlara öğütler vererek doğru yolu göstermektedir. Şimdi bu kutsal kitaplardan sırasıyla bazı öğütleri aktaracağız. a. Tevrat'tan Öğütler: "Babana ve anana hürmet et, ta ki Allah'ın, sana vermekte olduğu toprakta ömrün uzun olsun." , "Katletmeyeceksin.'' , "Zina etmeyeceksin.'' , "Çalmayacaksın." b. Zebur'dan Öğütler: "Kamil insana göz koy ve doğru adama bak; Çünkü akıbet selamet ehlinindir. Fakat asiler birlikte yok olacaklar; Kötülerin sonu kesilecektir" , "Ne mutludur °.adama ki düşüncelere bakar; Şer gününde Rab onu kurtarır." c. İncil’den Öğütler: "Ne mutlu merhametli olanlara; çünkü onlara merhamet edilecek. Ne mutlu yüreği temiz olanlara; çünkü onlar Allah'ı görecekler." "Ve işte, biri İsa’ya gelip dedi: Ey muallim ebedi hayatım olsun diye ne iyilik yapayım? Ve İsa ona dedi: iyilik için neden bana soruyorsun? iyi olan biri vardır; fakat sen hayata girmek istiyorsan emirleri tut. 0, İsa’ya: Hangilerini, dedi. İsa da: 'Katletmeyeceksin; zina etmeyeceksin; çalmayacaksın; yalan şahadet etmeyeceksin; babana ve anana hürmet edeceksin ve komşunu kendin gibi seveceksin' dedi." ç. Kuran-kerim’den Öğütler: "Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken insanların mallarından bir kısmının, yalan yemin ve şahadet ile yemeniz için o malları hakimlere (yetkililere veya mahkeme hakimlerine el altından) vermeyin." 1 "Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın her türlü hareket ve davranışınızda dürüst olun, çünkü Allah dürüstleri sever." 2 "Ey iman edenler! Hep birden barışa girin (barışçı olun). Sakın şeytanın peşinden gitmeyin çünkü 0, sizin aşikar düşmanınızdır." 3 "(inananlar) Sabrederler, dürüst olurlar, huzurda (Allah'ın) boyun bükerler, hayıra harcarlar ve seher vaktinde Allah'tan bağış dilerler." 4 Görüldüğü gibi ilahi kitapların hepsi insana doğruluğu, dürüstlüğü öğütlemektedirler. Herkese iyilik yapmayı, kötülükten sakınmayı istemektedirler. Kısaca onlar, insanın dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşmalarını hedeflemektedirler.
1 note
·
View note
Meraklı Çocuk ile Annesi: Kitaplar
İslam’ın Amentüsü – Meraklı Evlat İle Anası kitabının ‘Kitaplar’ hikayesinin animasyon sinemasında, kutsal kitaplar ve değeri anlatılıyor.
HABERE ILIŞKIN MEDYA İÇİN TIKLAYIN
Mahmut Kaya tarafından kaleme alınan, Amentü duasının açılımından gelen ‘İslam’ın Amentüsü – Meraklı Evlat İle Annesi’ kitabı animasyon olarak hazırlandı. Animasyonlar şiirsel bir lisanla evlatların ilgisini çekecek yalın bir anlatımla yapıldı.
İslam’ın esasları olan Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine olan inancın anlatıldığı, ‘İslam’ın Amentüsü’ kitabında 14 şiirsel anlatım konum alıyor. Prof. Dr. Mahmut Kaya tarafından yazılan kitabın animasyon uyarlaması ise Kanal 7 Dijital Medya ünitesi tarafından gerçekleştirildi. Animasyonların tamamı Youtube’da bölge alan Kanal7 Evlat sahifelerinde ve www.izle7.com’dan izlenebilecek.
KİTAPLAR
Animasyon sinema; “Gökten kaç kutsal kitap indirilmiştir? Gökten indirilen son kutsal kitap nedir? Tahrife uğramayan kutsal kitap hangisidir? Kur’an-ı Kerim kime indirilmiştir?” sorularına cevap veriyor.
‘Kitaplar’ hikayesinin animasyon sinemasında, gökten indirilen dört kutsal kitap olduğu, bu kitapların büyük kısmının yanlış tefsirlerle tahrife uğradığı, yalnız Kur’an-ı Kerim’in tahrife uğramadığı ve onun âlâ korunması gerektiği aktarılıyor.
Meraklı Çocuk ile Annesi: Kitaplar
0 notes
Sofie'nin Dünyası
Sofie’nin Dünyası
Jostein Gaarder
Pan Yayıncılık
İLKGENÇLİK KİTAPLARI
YEŞİM TOPRAKSIZ
Yolu Sevgiden Geçen Herkes…
Siz de hissediyor
musunuz? Bu coşkuyu, bu sevinci… Bu… bu duyguları. Yaşasın
sevgi! Her yerde sevgi! İçimde güneşler patlıyor. Bunu evrenin
her köşesine taşımalıyım. Anlıyor musunuz? Anlıyor
musunuz?
Tabii ki anlamıyorsunuz.
Anlık ve yoğun duyguları okurlarca
anlaşılabilecek bir hale sokmadan, yazarın o anda içinden
geldiği gibi anlatması, aklına gelen her şeyi yazması, ortaya
anlaşılırlıktan uzak bir metin çıkmasına yol açar çünkü. Yazar
derdini olduğu gibi anlatamamış, neler düşündüğünü, neler
duyduğunu anlamayı okura bırakmıştır. Mazeret hazırdır: Bu yüce
duygular sözcüklere sığmaz! İster istemez akla “dil ne işe
yarar” sorusu geliyor. Elbette okur da yazarın o anda kendisine
çok kutsal gelen sözcüklere nasıl anlamlar yüklediğini
bilebilseydi iyi olurdu. Ne yazık ki böyle bir metin (tamam,
çok derin ve muhteşem anlamlar taşıyor olabilir, ama) ancak
yazarı için anlamlıdır.
Bu ufak sorun, yazarın peygamberlik görevine
gölge düşürmez. Onun işi hâlâ insanlara (hıh!) hiç ama hiç
bilmedikleri o muhteşem duyguları anlatmak ve onları bilmemneye
davet etmektir. O bir görev insanıdır; seçilmiştir.
Bir yazar bu şeyi yazıp bir yayınevine
gider. Benim teorime göre asıl niyeti insanlığa ışık
getirmektir; bir ilk gençlik kitabı yazmaya hiç hevesi yoktur.
Bu terim ve tabii bu yazın türü işte bu anda doğar: Yayıncının
fikri bu şeyi yeni yetmelere satmaktır. Yayıncı lafını bilirse
yazar da gurur duyar elbet; amacı kainata yönelik olduğuna göre
gençlere yatırım yapmalıdır. Sonuçta “ilk gençlik kitabı”
etiketiyle yayınlanmasa da bir süre içinde kitap bu yazın
alanında yerini edinir.
Bu tür kitaplar bir yaşa kadar insana
anlamlı gelir. Bir yaştan sonra ise okunmaları imkânsızdır.
İşin kötüsü herkesin yüreğinin bir yerinde tatlı bir anı olarak
bu kitaplardan biri yatar. Ömür boyu da orada durur.
Martı Jonathan Lıvıngston
İnsanın on küsur yaşındayken “ilk kitabını”
okuması fikri nereden çıktı ki? Yeni ve sahte bir başlangıç
yapmanın ne alemi var? O zamana kadar okunanları değersiz, daha
sonra okunacakları değerli kılmak niye? Bunu özellikle
Martı’dan bahsederken soruyorum çünkü hem küçük (üstelik
kitabın çoğunu da resimler kaplıyor) hem saygın olduğu için bu
ikinci başlangıç noktası çoğunlukla bu kitap olur.
Kitabın yazarı Richard Bach’ın asıl mesleği
pilotluk. Uçmanın verdiği hazzı kendi inancıyla birleştirmiş ve
bu yoğun duygusunu okurlarla paylaşmak istemiş.
Kitabın kahramanı Martı Jonathan Livingston,
uçmayı öğrenmek için (martılar genelde uçmaz ya) ailesine ve
sürüsüne karşı koymuş idealist bir martıdır. Uçmakta diğer
martıların yapamadığını görür. Uzaklara gidebilmenin kendisini
özgür kıldığını hisseder. Günlük yaşamla, yemekle filan uğraşan
sürüsünü sıkıcı ve zavallı bulur. Bir gün Jonathan kendisine
doğru yolu gösterecek bir uçuş öğretmeniyle tanışır. Öğretmen
ışıklar saçan bir ermiştir:
…tüm yaşamın özü olan o görünmez
yetkinliğe ulaşmak için çabalamaktan asla caymamalarını
öğütlüyordu. Sonra, konuşurken, tüyleri giderek parlaklaştı ve
sonunda o denli parladı ki, hiçbir martı ona bakamaz hale
geldi. ‘Jonathan, sevgi üzerinde çalışmayı sürdür.’ Son sözleri
oldu bunlar. (s. 62)
Ermiş öğretmeninin yolunda giden Jonathan,
sürüsüyle ters düşer. O da erer ve “yüce martının biricik oğlu”
olarak anılır (erdiği anda İsa olmuştur yani). Zamanla görevi
daha genç bir martıya devretmesi gerekir. Toplumdan dışlanan
Fletcher’le tanışır. Bildiklerini ona aktarır. Bu yeni
peygamberin sözleri Martı’yı özetler niteliktedir:
Bir martı sınırsız bir özgürlük kavramıdır.
Yüce Martının bir görüntüsüdür. Ve bir kanadından öbürüne, tüm
bedeniniz düşüncenizin ta kendisinden başka bir şey değildir.
(s. 95)
Martı, uzak doğu kökenli bir felsefenin
Hıristiyan tarzı bir uyarlaması. Yazarın bu işi birkaç sayfada
yapmış olmasıysa kayda değer bir olay.
Richard Bach, Uzak Diye Bir Yer
Yoktur adlı kitabında kendini aşmayı amaçlamış ve uzak
doğulu felsefesini çok daha az sayfaya sığdırmayı başarmış.
“Çünkü önemli olan gerçeği bilmendir. (…) Ama unutma,
gerçeğin bilinmiyor olması, onu gerçek olmaktan alıkoymaz.”
(s.31) Eşeği sağlam kazığa bağlamak bu olsa gerek. Biz Bach’ı
anlamasak da gerçek gerçektir. Açıkçası yazarın bu kitabının,
Martı’nın satışına güvenilerek yazılmış ticarî bir ürün
olduğuna inanıyorum.
Sİmyacı’nın Kİşİsel Menkıbesİ
Paulo Coelho son
zamanların en çok ilgi çeken gençlik yazarlarından. Yazar
Simyacı’yla üne kavuştu ve Beşinci Dağ’la çok
satanlar listesindeki yerini pekiştirdi.
Santiago adlı Endülüslü genç bir simyacı,
bir falcıdan Mısır Piramitlerine gidip bir hazine bulacağını
öğrenir ve hemen yola koyulur. Bütün Kuzey Afrika’yı kapsayan
yolculuğu boyunca torbalar dolusu felsefî deneyim kazanır. Bu
deneyimlerin en önemlisi, süphesiz “yüce reis”le tanışmasıdır.
Simyacıyla yüce reis arasında derin anlamlarla yüklü şiirsel
konuşmalar geçer:
Allah’ın büyüklüğünü görmek istiyorum, dedi
reis, sesinde saygı vardı. İnsanın, rüzgara dönüşmesini görmek
istiyorum. (…) Rüzgâr bana senin Aşk’ı tanıdığını söyledi,
dedi delikanlı güneşe. Aşk’ı biliyorsan, Evrenin Ruhu’nu da
biliyorsundur. (…) Bulunduğum yerden (ve dünyadan çok
uzaktayım), sevmeyi öğrendim. (s.
150)
Simyacı’da
beni asıl düşündüren nokta kitabın temel fikri olan “kişisel
menkıbe” kavramı. Menkıbe aslında yazgı değil, öykü anlamına
geliyor. Bir kontrol edilemezliğin yanı sıra bir olmuş
bitmişlik, yaşanamazlık anlamı taşıyor. Buna karşın kitapta
Santiago’nun bütün eylemleri bu kişisel menkıbeye bağlanmış.
İddia edilen şu: Herkesin bir kişisel menkıbesi vardır, yaşamı
onu aramak ve gerçekleştirmek içindir, ayrıca yaptığı her
eylemin nedeni de yine bu menkıbedir. Bu menkıbe yazgıysa, yani
eylemlerimizi kontrol ediyorsa, istesek de istemesek de
gerçekleşecektir; bizim Simyacı’dan hiç bir ders almamız
gerekmez. Yok yazgı değil de yaşamın amacıysa kitaptan
menkıbemizi aramamız gerektiği sonucu çıkıyor. Nasılı kolay:
Menkıbemiz bizi menkıbemize götürecek.
Simyacı şiirsel ve heyecan verici bir kitap. Ne var ki Paulo
Coelho nedense kitabının tam merkezine bir totoloji
yerleştirmeyi uygun görmüş.
Sofı’nin Mütevazı Dünyası
Klişeleşmiş “bilgi
çağı” söyleminin bir parçası olarak XXI. yüzyıl başarılı ve
bilgili insanı tasvir edilir: Bu kişi bir konuda uzmandır,
diğer her konuda da “yeterli düzeyde” bilgi sahibidir. Böylece
yeryüzünde konuşulan hiç ama hiç bir şeye yabancı kalmaz. Her
an söyleyebileceği bir kaç sözü bulunur. Bilgi konusunda
iddialı ve mütevazıdır; kendi bildiği “az”ın doğruluğunda inat
eder, çünkü bu bilgi o alandaki diğer bilgilerden fedakârlık
edilerek kazanılmış bir şahanedir. Yine de her fırsatta kendi
alanı dışındaki konularda bilgisinin az olduğunu
kabullenir.
Sofi’nin Dünyası’nın yazarı Jostein Gaarder’in böyle bir insan olduğunu
tahmin ediyorum. Ne kendi uzmanlık alanı ne de yan alanı
sayılabilecek bir alanda her yerinden inat fışkıran bir kitap
yazmış. Kitap, felsefe tarihi üzerine bir roman-ansiklopedi.
Eğlenceli sürprizler, animasyonlar iyi hoş da, ne yazık ki
haklarında sayfalarca bilgi verilen düşünürlerin ne
düşündükleri Gaarder’in pek umrunda değil. Bu sayfaların
yazılmasının nedeni ise inat; bilmese de bilebileceğini
ispatlama inadı. Yazar kendinden o kadar emin ki, ünlü
düşünürleri “olsa olsa böyle düşünmüştür” mantığıyla
konuşturuyor. Ne de olsa kimseler kendisinden daha fazla
okumamıştır.
– Bu lafı biraz daha açar mısın?
– İşçi bir mal ürettiğinde bu malın
belli bir satış değeri olur.
– Evet?
– İşçinin ücretini ve diğer üretim
giderlerini malın satış değerinden düşersen geriye bir değer
kalır. Marx buna artı-değer ya da kâr diyordu.
– Anlıyorum. (s. 451 Marx)
Efendim? Ben anlamıyorum. Hesabı yavaş yavaş
bir daha tekrarlayabilir miyiz?
İpek Ongun:
Bir Misyon İnsanı
İpek Ongun, uzun yıllardır ülkemizin
ilkgençlik yazınında sarsılmaz bir yere sahip. Yaş On Yedi,
Bir Pırıltıdır Yaşamak ve Bu Hayat Sizin adlı
kitapları yazıldıkları zamandan beri kitapçıların raflarından
inmedi. Çünkü ebeveynler ve öğretmenler, onlu yaşlardaki
çocukların eğitimini tamamlamak, onlara hayatı zahmetsizce
anlatabilmek için İpek Ongun’un kitaplarını almayı bir vicdan
borcu olarak görüyorlar.
Zaten Ongun da kitaplarını gençlere değil,
onlarla en kolay ve en mükemmel yoldan ilgilenme (hem ucuz hem
iyi: Bir geç dönem kapitalizm mitosu) arzusu içinde olan
ebeveynlere satması gerektiğinin bilincinde görünüyor.
Kitapların kapaklarını kot pantolonlar, papatyalar ve aşırı
çekici genç kızlar (o Yaş On Yedi’nin kapağındaki 25’lik
bayan da kim acaba?) süslüyor. Arka kapaklarda ise İpek
Ongun’un çok sevdiği ve onu çok seven gençlerle (ne de olsa
hepsi aynı kalıptan çıkma) çekilmiş fotoğraflar var. Biraz
ilgisiz bir baba, bu kitapları almasa, eve gittiğinde “beni
sevmiyor musun” sorusuyla karşılaşacağından korkar.
Ongun’un kitaplarında TRT tarzı bir isyan
havası seziliyor. Sürekli bir itiraz etme hali söz konusu.
Ancak itirazın nesnesi yok. Bir cümlede okul ya da yetişkinler
yeriliyor, öbür cümlede barış sağlanıyor. Bu kararsız
isyankârlığın gençleri cezbedeceği, kimseye güvenmeyip
ellerindeki kitaba güvenecekleri hesaplanmış olsa gerek. Ongun,
kitaplarının insan yaşamındaki olağanüstü yerinden emin
görünüyor:
Barselona Gold adlı kasetten Placido Domingo’nun Friends
Forever ve Michael Jackson’un Heal the World adlı
şarkılarını ya da sizin çok sevdiğiniz bir parçayı çalın. Ve
müziği dinlerken bu bölümle ilgili şu maddeleri iyice bir
düşünün.” (Bu Hayat Sizin s. 126).
Yani bir okurdan, kendisine kitabı okumanın
ötesinde zaman ve emek ayırmasını istiyor. Kitap kitap değil
çünkü: Ongun, bir gencin duygusal dünyasını biçimlendirmede
kendisini öyle yetkin hissediyor ki onun hangi şarkıları
dinlerken duygulanabileceğini bile düşünmüş. İçimden bir ses
“ya da sizin sevdiğiniz parça”nın yayıncının uyarısıyla
eklendiğini söylüyor. Bu ufak yaşama alanı için sonsuz
teşekkürler…
İpek Ongun’un misyonu, gençlere (kendi
deyişiyle “gücünü sevgi ve bilgiden aldığının artık farkında
olan [yani yazarın diğer kitaplarını okumuş] XXI. yüzyıl
öncülerine) hiç bilmedikleri, başkalarının onlara anlatmadığı,
anlatmak istese de anlatamadığı, kendisi sözünü etmedikçe
bilinemeyecek olan bir şeyi aşılamak: Sevgi!
Bu peygamberlik bahsinde İpek Ongun pek de
alçak gönüllü sayılmaz:
Şöyle düşünün. Diyelim ben bir kitap
aracılığıyla sizlere düşüncelerimi, birikimimi, bilgimi
aktarıyorum. Yani bendeki bilgiyi tüketiyorum. Tüketiyorum ama
bilgi diğer tüketilen nesneler gibi yok olmuyor, çünkü o bilgi
hâlâ bende. Ama siz… zenginleşiyorsunuz! Sizlere verince, bu
bilgi çoğalıyor ve sizler bu bilginin ışığında bana mektuplar
yazıyor, öneriler getiriyorsunuz. (Bu Hayat Sizin s.
208)
Yazarın bir diğer amacı da kişiliksiz
gençlere birer kişilik vermek. Gençlerin bu kişiliği hevesle
sahiplendiğini yine Ongun’dan öğreniyoruz:
Gittiğim okullarda gençlerden, “Şimdiye
kadar hep bizler için yazdınız. Nasıl davranmamız, neleri yapıp
neleri yapmamamız gerektiği konusunda bizi aydınlattınız [Işık,
daha çok ışık!]. Biraz da anne babalarımız için yazsanıza,”
önerileri geldi. (Bu Hayat Sizin s. 281)
Sevgili gençler neden “bizim için daha da
yazın” demiyor ki? Yoksa Ongunist alternatif hukuk sistemi
yeterince olgunlaştı mı?
İpek Ongun, kitaplarının diğer kitaplarla
birlikte kütüphanede değil de sevgili gençlerin başucunda
durmasını istiyor. Ancak kitaplarında bunu sağlayabilecek tek
özellik, bu isteğin doğrudan ifadesi…
Bir Misyon İnsanı Daha: Gülten
DayıoĞlu
Gülten Dayıoğlu
çocuklar ve gençler için kitaplar yazıyor. Yazarın en ünlü
kitabının Yeşil Kiraz olduğunu söylesek yanlış olmaz
herhalde. Hatta gördüğü ilgi üzerine kitabın ikinci cildi de
geçtiğimiz yıllarda yayımlandı.
Gülten Dayıoğlu, Yeşil Kiraz’da köy
yaşamı ve değerleriyle kent yaşamı ve değerleri arasında
çelişkilere düşen Kiraz adlı bir genç kızı konu ediyor. Yazar,
kitaptaki gerilimin iki ucu olarak Kiraz’ın ailesini (köy
değerleri) ve arkadaşlarını (kent değerleri) sunuyor. Üzücü
olan o ki, kitap için bu kadar önemli olan bu iki öğe de baştan
savma bir şekilde oluşturulmuş. Köylüler, aralarında saçma
sapan konuşup, iğrençlikler yapıp her tür özgürlüğe karşı çıkan
yabanıllar olarak tasvir ediliyor. Kentliler ise içki içip,
müzik dinleyip sabah akşam eğlenen namussuzlar olup çıkmış.
Anlaşılan Gülten Dayıoğlu’nun Türk toplumu hakkındaki birikimi
çoğunlukla gazetelerin üçüncü sayfalarına ve yarı eğitim amaçlı
Türk filmlerine dayanıyor. İçleri bomboş karakterleri
oluştururken sergilediği insancıllığı da oradan geliyor olsa
gerek.
Kitabın yazılış yılı 1992. Yine de Kiraz’ın
zengin arkadaşları (bu arada büyük şehirde zenginlerden başkası
yaşamıyor) kötü kötü giyinip kötü kötü dans ediyorlar.
Kendileri erkekleri toplayıp plaja giderken anneleri konken
oynuyor, babaları “kulüp”e gidiyor. Viski içiyorlar. Yazar,
70’li yılların korkutucu namussuz zengin tasarımının tozlarını
üfleyip bu tasarımı dekor olarak kullanmış. Dekor diyorum,
çünkü bu karakterler kitapta neyin kötü olduğunu göstermekten,
daha açıkçası bir genç kıza ibret olmaktan başka bir işe
yaramıyorlar. Öyküye bir katkıları yok.
Öyküye katkısı olmayan diğer grup ise
Kiraz’ın ailesi ve akrabaları. Köylülerin yalnızca kötülüğü,
aptallığı ve cahilliği temsil edebileceğine karar verilmiş.
Genç bir kıza yine anlam dolu mesajlar yollanıyor.
Genç kızın kendisine gelince; Kiraz’ın bütün
iç dünyası cinsellikten ibaret. İşin kötüsü (her on satırda bir
vurgulandığı üzere) Kiraz maalesef çok ama çok güzel. Hal böyle
olunca birer kurttan başka bir şey olmayan erkeklerden nasıl
kurtulacağını bilemiyor. Kitap boyunca Kiraz cinselliği hem
keşfediyor hem keşfetmiyor. Kitabın heyecan verici ve cesur
yanı da işte bu.
Gülten Dayıoğlu, kendisini genç kızları
erkeklere karşı bilinçlendirmekle görevlendirmiş. Işılay Saygın
ekolü korkuya dayalı ahlâk psikolojisini gelecek kuşaklara
taşımaya çalışıyor.
0
.bookmarked-avatar imgmargin: 3px;
Bookmarked By
devamı burada => https://goo.gl/QJl7fV
0 notes