#kusursuz çember
Explore tagged Tumblr posts
Photo
Göz kamaştıran bir beyazlık: Daire Daire, neredeyse 400 bin takipçisi olan ve her hafta yeni bir bölüm yayınlayan bir Youtube programı. Ortalama 15’er dakika süren her bölümde, Türkiye’nin ağırlıkla İstanbul olmak üzere, çeşitli şehirlerinden birtakım evler, geniş açılar ve yavaş çekimler eşliğinde sahipleri tarafından detaylıca teşhir ediliyor. Tuvalet kağıtlarının banyoda nerede durduğundan, kapı önündeki paspasın ne renk olduğuna kadar uzanan geniş yelpazede bir detaycılık ile yapılıyor bu. Ev sahipleri evlerindeki eşya ve nesneleri nerelerden edindiklerini, kimlerden miras aldıklarını, neden özellikle o eşyayı şu köşede istediklerini doğallaştırılmış, apaçık bir gururla anlatıyorlar. Evin kirası ya da alım/yapım değeri ise söylenmiyor (yeni bir akım olan Tiny House’lar hakkında verilen genel ve üstünkörü birtakım rakamlar hariç) zira para konuşmak bu Daire’sel dünyada muhtemelen görgüsüzlük olarak addediliyor, ancak Daire’deki evler ve sahipleri katiyen görgüsüz olamazlar, bilakis “ilham vermek” gibi yüce bir amaca hizmet ediyor gibi görünüyorlar. Velhasıl programın tanıtım metninde de şöyle yazıyor: “Daire'de kusursuz görünen, mükemmel döşenmiş, kurallara bağlı evler yok; gerçek insanların stil sahibi ve iyi fikirlerle dolu gerçek evleri var! Sizi de katalogtan fırlamış evler değil, insanların kapılar ardında o evlerin tadını nasıl çıkardığı ve yaşamları sizi heyecanlandırıyorsa, bu kanal size ilham verebilir.’’ Bu yazılanlar doğru değil çünkü Daire’deki evlerin hepsi kusursuz görünen, mükemmel döşenmiş ve kurallara kesinlikle bağlı evler. Kusursuzlar çünkü hiçbir evin herhangi bir tamirata ihtiyacı olmadığı açık; tavanları akmıyor, sifonları çalışıyor, ısınma sorunları yok ve musluklarından 7/24 sıcak su akıyor. Mükemmel döşenmişler çünkü hiçbirinde yatacak, oturacak, yemek yapacak alan sıkıntısı yok. Eşya açısından da bir eksiklik yaşıyor gibi görünmüyorlar; bütün evler sırf temel ihtiyaçlardan ibaret olmayan, üzerine zaman harcayarak, dükkan gezerek, gerekirse sipariş edilerek, evdeki diğer eşyalarla uyumu gözetilerek edinilmiş eşyalarla dekore edilmiş. Kurallara da sıkıca bağlı evler bunlar, zira en basitinden bu programda yer almaya layık görülmüşler, bu programın kurallarına bağlılar yani. Hepsi makbul ve havalı olduğuna gönülden inanılan zevklerle donatılmış, itinayla yerleştirilmiş, tertemiz evler; çiçeklerle, sanat kitaplarıyla, dergilerle, ufak tefek enteresan ve “anlam yüklü” objelerle dolu. Nişantaşı’nda, Kozyatağı’nda, Ulus’ta, Çukurcuma’da orta-üst sınıf hayatlar yaşayan insanların evleri. Daire, neoliberal kapitalizme giriş dersi niteliğinde bir seri. Serbestlik prensibiyle hareket eden neoliberalizmin konu artı değer olduğunda sınırlara saygısı yoktur, sınır çizmek kâr getiriyorsa o ayrı tabii. Bu nedenle eviniz, evinizi nasıl döşediğiniz, hangi koltuğu ne için kullandığınız kolaylıkla kâr getirecek birer yatırım ihtimaline dönüşebilir. Kişiyi devlet ve toplumdan bağımsız, tek başına ayakta kalması gereken ve bencilliği oranında başarılı addeden kendi suretinde bir mikrokozmos olarak kuran sistem bu şekilde öncelikle özel alanlarını onları pazarlamaktan çekinmeyecek yatırımlar olarak düşünen öznellikler inşa eder. Sonra da bu öznelerin kendilerini kendi rızalarıyla piyasaya açmasını sağlar. Karşılığında bazen para, bazen takdir/onay/hayranlık alacağımızı bildiğimiz için özel alanlarımızı piyasaya uygun, yani metalaştırılabilir şekilde organize etmeye başlarız, ki Instagram ve influencer kültürü bunun en açık tezahür ettiği alanlar. Her yerde artı değer gören, zevk, fikir gibi kavramları kazanım getirecek kültürel sermayeler olarak sahiplenen özneler birer limited şirketi, birer marka gibi davranmakta beis görmezler zira bu zamane ruhudur, bu dünyada var olmanın temel şartıdır. Daire de bu geleneği takip ederek özel alanların pazarlanabilirliğine oynuyor. Bu açıdan programın/projenin/şirketin kendisine kapı açan evlerle ticari işbirlikleri içine girdiğini söylemek mümkün. Aynı zamanda kendisine yatırım yapma suretiyle piyasa değerini artıran izleyiciler yarattığını da. Neoliberalizm insanların bireyselliğine göz diker, kişisel alanlarını pazara açar, ancak bu alanların da belirli bir esnekliğe sahip olması koşulunu koyar, en azından serbest piyasanın kuralları gereği istendiğinde regüle/deregüle edilebilmelidirler. Tıpkı Daire’nin yaptığı gibi, insanların beğenilme arzularını kışkırtarak, düzenleyip yönlendirerek kendini döndüren bir dünyadır burası, insan değerinin ölçüldüğü ve bunun estetik, zevk gibi afaki (değil tabii) şeylerle yapıldığı bir dünyadır. Makbul zevkler Daire’nin Youtube sayfasından başka bir tanıtım metninde de şöyle deniyor: “Burada her hafta zevk sahibi, ilham veren insanların evlerine gidiyoruz. Kusursuz evlerin, tek özelliği pahalı olması olan mobilyaların, aşırı düzenin peşinde değiliz. Farklı ve içinde fikirler barındıran daireler görürseniz bize göstermeyi unutmayın.’’ Meselenin asla yapısal ya da sınıfsal değil, bireysel bir zevk ve vizyon olduğuna inanmamızı bekleyen bu paragrafta bu kelimeler ekonomik eşitsizliği gizleyen, gizlemekle kalmayıp onu ihya eden şiddet kelimeleri olarak beliriyor. “Önemli olan para ve onun getirdiği imkanlar değil, ilham ve fikirdir’’ demeye getiren, onlardan da herkesin eşit faydalanabileceğini iddia eden düpedüz bir yalan bu. Bu kelimeler orantısız zenginlik, imtiyaz ve imkanlarla dolu bu dünyaların suçluluk duygusundan ayıklanmış bir şekilde teşhir edilmesini ve bu teşhirden tatmin olunmasını mümkün kılıyor. Aynı zamanda ilham vermeyi ve fikir sahibi olmayı “ahlaklı olmakla” eşitliyor. Bu kelimelerin iyilikle, erdemlilikle bir tutulması, bazı kişiler tarafından iyilik saçacak şekilde mimlenmiş olmaları, şahit olunan şey karşısında duyulacak politik rahatsızlığı da ayıplanacak bir şey olarak kodlayıp devre dışı bırakmaya yarıyor. Konuşulması gereken asıl şey bazı insanların nasıl bu kadar refah içinde yaşadığı iken, ne kadar açık fikirli ve zevk sahibi oldukları haline geliveriyor. Bu noktada Daire videolarına yapılan yorumların kanal sahiplerinin onayından geçtiğini belirtmekte fayda var; yani ancak uygun görülen yorumlar yayınlanıyor, bunlar da hayranlık, takdir, imrenme gibi pozitif ya da hafif ironik serzenişte bulunan “gülümseten”, zararsız yorumlar. Daire’nin dünyasında görgüsüzlüğe olmadığı gibi olumsuzluğa, eleştiriye de yer yok. Sinsi ve zehirli bir kişisel gelişim diktası hüküm sürüyor bu dünyada. Görgü, ilham, fikir sahibi gibi süslü kelimeler, içlerinde aynı zamanda başka tip ayrımcılıkları da saklıyor. Servetten ancak “zevksiz” bir teşhir söz konusuysa rahatsız olunabiliyor örneğin; muhafazakar Müslüman zenginlerin evleri ne kadar görgüsüzdür, ne kadar zevksizdir, o renkler yan yana kullanılır mı? Göz vardır, nizam var... Bu kelimeler beyaz zenginler için ekstra kullanışlı zira anaparaya talip olan ve kendi belirlediği ahlak değerlerini paylaşmayan yeni zenginleri çember dışı bırakan görünmez güç alanları olarak da işliyor. Üstelik kök salmış egemenlikleri sayesinde Instagram’da, sanat galerilerinde, filmlerde, şarkılarda çok uzun yıllardır propagandasını yaptıkları zevklilik dedikleri şeyi, içselleştirmiş “halkın” desteğini de yanlarına alarak kendi statü ve dokunulmazlıklarını bir kere daha sağlamlaştırıyorlar. “Hiç İkea gibi durmuyor.’’ “Apartman görevlisi sağolsun benim için kurdu, montaj parası vermedim.’’ “Bu koltuk İkea’dan ama hiç İkea gibi durmuyor. O yüzden seviyorum.’’ “Kendime uygun hale getirmek için evi kırdım döktüm.’’ “Ev ararken tek kriterimiz vardı, bütün odaların ışık görmesi.’’ “Şu küpü de Edremit’te bir eskiciden aldım.’’ “Manzaraya karşı yemek yapmak daha keyifli.’’ Bu cümleler, Daire’de yer alan bazı ev sahiplerine ait. Anonim apartman görevlisi sağ olsun tabii, bedavaya işimi yaptırdım. Ayrıca maazallah o koltuğun İkea olduğu belli olsaydı ne olurdu? Daire’de evini paylaşanların en büyük korkusu avam olmak, “sıradan” insanlarla aynı mobilyaları, aynı zevki paylaşmakmış gibi duruyor. Ancak neredeyse ölümle bir tutulan bu ihtimale dair korkunun ecele faydası yok, Daire’nin dünyası son derece jenerik bir dünya. Insta’lanabilir ölçüde “zevkli” addedilen, ana akım Instagram’la aynı beyaz, heteroseksüel, orta-üst sınıf imgeler kataloğunu paylaşan, aşina olduğumuz bir dünya. Bu dünyada böyle imgelere maruz kalan izleyicinin bakışı da ehlileştirilmek suretiyle hizaya, belirli bir zümrenin hizasına çekilmeye çalışılıyor. Para paylaşılmıyor elbette ama neyin zevkli neyin ilham verici olduğuna, neyin görgü neyin görgüsüzlük olduğuna dair bir sözleşmede birleşmeye zorlanıyor izleyenler. Zenginlik ve imtiyazlılık sebepsizleştilerek önce doğallaştırılıyor, sonra romantize ve idealize ediliyor. Daire bu açıdan neoliberal bir mikrokozmos gibi çalışıyor. “Şunu şuradan aldım ama rengini beğenmedim, şu renge boyadım’’ derecesindeki yüzeysel anlatıları bireysel ilham öyküleri diye pazarlıyor. Daire, sistemin bize dayattığı bencilliği yüceltiyor ve bunu içselleştirmiş kitlenin özel, kişisel alanlar yaratma arzusunu sömürüyor. Bu şekilde hem içerik sağlayıcıları hem de içeriği izleyenleri bu marka kimliğine dahil ediyor. Çok cingöz bir strateji bu, Daire’de yer almak için evlerinin Daire’deki evler gibi döşendiği bir geleceğe yatırım yapan insanlar yaratmayı amaçlayan, bu yatırımı yapabilmiş olanları “fikir sahibi, kendine has” yani “değerli” ilan eden bir strateji. “Ve bu kanaldaki tüm evler Türkiye'de.’’ Yukarıdaki cümleyle Daire, “Türkiye’nin sadece altın varaklı mobilyalarını görgüsüzce insta’layan zevksiz yeni zenginlerin değil, zenginliklerini zevkli bir şekilde teşhir eden köklü [zengin’in görgülücesi] insanların da yaşadığı bir yer’’ olduğunu müjdeliyor. Bu evler Bali, Nordik, Parizyen, İskandinav tarzlarda ama inanır mısınız Türkiye’de! Bu açıdan Daire’nin kurumsal kimliğinin aydınlanmacı, liberal bir dünya görüşünden beslendiğini söylemek mümkün. Neredeyse Orta Doğu olarak işaretlenmiş bir coğrafyada yaşamaktan hicap duyması beklenen, bireysel özgürlüğünü ilham, zevk gibi söylemler yardımıyla elinde tutabileceğinden emin olan, buna yönelik tüm yatırımları içselleştiren bir gruba konuşan bir marka kimliği bu. Bir insan neden çok pahalıya mal olduğu açık seçik ortada olan evini milyonlarca insanla paylaşmak ister? Zenginliği gururla, detay detay teşhir etmek nasıl önemli, itibarlı bir şey haline gelir? Daire’nin temsil ettiği dünya, belirli bir prototipin (kentli, iyi eğitimli, aileden zengin, meslek sahibi) beyazlığı sadece evinin duvarları ve eşyaların renginden ibaret kalmayan dünyası. Sterilliğin, dışlamanın, imtiyazın, statünün vahşi ve saldırgan dünyası. İlham falan vermeyen, olsa olsa rencide eden bir dünya. https://www.5harfliler.com/goz-kamastiran-bir-beyazlik-daire/
1 note
·
View note
Text
jilet yiyen kız ya da devrim yolunun iyi photoshop’tan geçmesi
beni tanıyan dostlarım bilir ki, aktivizmle uzaktan yakından alakam yoktur. belli politik ideallerim olsa da bunları gerçekleştirmek için genelde hiçbi şey yapmam, ama yapana da engel olmam. olsun diye en çok uğraştığım şey muhtemelen iett’nin yaptığı, ancak ekrem imamoğlu’nun başkan olmasıyla yapmayı bıraktığı oyuncak çekilişlerinin geri gelmesiydi; onu da her hafta iett’yi etiketleyip tivit atarak alnımın akıyla başardım. allahın bi yerden alıp bi yerden verişi olarak yorumlanabilecek bi şekilde, aktivist olmayı başaramasam da teoride fena değilimdir. yani iyi düşünürüm, ama gerçekleştirmem. hiç unutmam; lisedeki futbol takımımızda yıllarca kalecilik yaptıktan sonra geçirdiğim bir omuz sakatlığı sonucu eldivenlerimi bırakmam gerekmişti, ve ben de daha uygun bir pozisyon olacağını düşünerek forvete geçmiştim. yeni pozisyonumdaki ilk maçımda, havadan gelen bi pası ayağımın tersiyle önüme almak gibi manyak bi hareket yapmaya yeltenmiş, ancak fizik kurallarıyla ters düşmem sonucu, ters takla atarak kendimi yerde bulmuştum; hem topu kaybetmiş, hem de iyi giden atağı mahvederek takım arkadaşlarıma rezil olmuştum. sorun farklı değildi: düşüncem iyiydi ama yine uygulamada sıçmıştım. yerden kafamı kaldırdığımda kaptanımız hakan’ı şaşkın gözlerle yanıma gelirken gördüm. elimden tutmasını, beni kaldırmasını ve sonra popoma vurarak gidişimi izleyeceğini hayal ediyordum. ancak hayaller, sevgili dostlarım, gerçeklerle her zaman barışmayabiliyor: zira hakan o gün ne elini uzattı ne de popoma vurdu. gelip “ihsan, sen bu oyunu kaleden izleye izleye öğrenmişsin, ama siktir git sahada zaten 7 kişi var” dedi ve uzaklaştı. tepkimi göstermek için sahadan çıkarken topa son bi vuruş yapıp kaleye sokmaya çalıştım, ancak top yan okulun bahçesine uçtu ve ben de kaçarak halı sahadan çıktım. üstümü değiştikten sonra yoldan bir çiğ köfte dürüm aldım ve eve doğru yürümeye başladım. yürürken olanları düşünüyor, bir gözden geçirme yapıyordum. tahmin ediyorum ki hakan’ın bu sözlerinden alındığımı ya da kalbimin kırıldığını filan düşüneceksiniz sevgili dostlarım; ama tam aksine, hakanın teorik bilgime yaptığı övgüyü düşündükçe çiğ köfteyi daha bir iştahla yiyordum. sonuçta futbolu kafamda çözmüştüm, oynamasam ne olurdu. sözün özü, hayatımın her alanında kafamdaki planı kusursuz kurabilsem de onu gerçekleştirmede hiç başarılı değilimdir. bana o kafamın içindeki hali yeter çünkü, potansiyelken mükemmeldir ve pratiğe dökme işi artık angaryadan başka bi şey değildir. bunları bu kadar kolay söylediğimi görüp de, kendimle ilgili bu yargılara hiç sorgulamadan ulaştığımı sanmayın, zira hikayemin konusu tam da bununla ilgili.
gayet güzel bir bahar sabahında, bi kampüsteki dersimden çıkmış, öbür kampüsteki dersime hızlı adımlarla giderken, kampüs meydanında bi eylem olduğunu gördüm. her zaman yaptığım gibi, eylemdekilere birkaç saniye boyunca “evet sizi onaylıyorum ama vaktim yok, derse yetişmem gerek” bakışı attıktan sonra yoluma devam ettim. ancak tam bu anda aklıma içi boş olan suluğum geldi ve onu doldurmak üzere, üniversitemdeki en sevdiğim şeylerden biri olan su sebiline vardım. suluğumu bedava suyla doldururken bakacak bir şey bulamayıp tekrar kafamı eyleme çevirdim, ve izlemeye başladım. renkler, sloganlar, afişler her zamanki gibiydi; ÇİRKİN. bundan önce gördüğüm eylemlerden hiçbir farkı yoktu. ancak farklı olan bi şey vardı, eylem sözcüsünün tam arkasında duran kızıl saçlı afet. size onu tam olarak tarif edebilir miyim bilmiyorum, ama şunu diyebilirim ki onu gördüğüm an kafamda ahmet kaya’nın “jilet yiyen kız” şarkısı çalmaya başlamıştı: saçları şıra köpüğü desem, kaşları bıçak izi kırmızı. işte o, böylesine bir kadındı. ve sonumuz kuşkusuz cehennem olmalıydı. bu düşüncelerle ona kitlenmişken elimin ıslanmasıyla irkildim, onu izlerken suluğumu taşırmıştım. artık dolu olan suluğumdan bi yudum aldım ve “dersin g.tüne koyayım” diyerek eylemin etrafındaki çembere katıldım. onunla mutlaka tanışmalı, en azından instagram’ını bulabilmek için etraftaki tanıdıklarımı kestirmeliydim. kaderin cilvesi mi dersiniz, yoksa yalnızca bir tesadüf mü bilmem; eylemcilerin halaya durmasıyla beklediğim fırsatı çok geçmeden elde ettim.
halaydan ve sonrasından detaylıca bahsetmeme gerek yok. sadece şunu diyebilirim ki, kardeş türküler eşliğinde çekilen bu halay sadece ideolojik bir halk dansı değildi, jilet yiyen kız’la tanışmam için gereken duble yollu, sıfır asfaltlı, yap işlet devlet modeliyle inşa edilmiş bir köprüydü. serçe parmaklarımızın birbirine dolandığı bu ahenkli rakstan sonra, jilet yiyen kız artık sadece bir telefon uzağımdaydı. gece gündüz onu düşünüyor, whatsapp fotoğrafını zoomlayıp bırakıyor, kampüsün neresinde bir kalablık sesi duysam, kırmızı kolsuz üstü slogan yazılı atlet gibi olan eylem şeyi giyen insan görsem gözlerim onu arıyordu. böyle böyle günler geçti, ancak ilerleme kaydettiğim söylenemezdi. bu günlerde ona birkaç defa haftalık keşif listemden beğendiğim şarkıları atsam da, aldığım yanıtlar hiç onun da bana yanık olduğunu gösterir türden değildi. “iyiymiş”, “güzelmiş” gibi çok sıkıcı yanıtlar veriyordu. ama buna rağmen, bir insan sarrafı olan ben, onun bir “dry-texter” ya da kurumesajcı olabileceği düşüncesine sarıldım; bu demek oluyordu ki bu iş mesajlaşmakla olmayacaktı. onu mutlaka yüz yüze görmeliydim. bir akşam vakti cesaretimi topladım ve ona “haftasonu uygunsan buluşalım mı” diye mesaj yazdım. ben hamlemi yapmıştım ve artık oyun sırası ondaydı. çok geçmeden bana haftasonu kadıköy’de eylem olduğunu, örgütçe orada bulunmalarını gerektiğini söyledi. ben de buna kırılmadığımı ve onu onayladığımı belli edercesine “ok iyi eylemceler :))” şeklinde şakalı bir mesajla yanıt verdim. bunu ona belli etmesem de mesajı okuduğum gibi leonard cohen dinlemeye başlamıştım. ancak jilet yiyen kız, “istersen sen de gelebilirsin” diyerek beni de eyleme davet edince, yine kalbimden vurulmuştum. halayda gerçekten onu etkilemiş olmalıydım. leonard cohen’i durdurdum ve hemen “this is kardeş türküler” playlistini açtım. fırsat bu fırsattı, her ne kadar aktivist olmayan bir insan olsam da, işin ucunda jilet yiyen kız vardı ve vakit, halay vaktiydi.
eylem yerine vardığımda vakit kaybetmeden metreler öteden gözüme kestirmiş olduğum o’nun yanına gittim. bana döndü, “aa hoşgeldin” dedi ben de “hoşbuldum” dedim. tam nasılsın diye soracakken elime beyaz fon üzerine büyük puntolar kullanılarak siyah renk times new roman’la yazılmış “kahrolsun”lu çirkince bir pankart tutuşturdu, ve “seni gördüğüme sevindim” dedi. ve daha benim “bu ne böyle yaa, daha renkli bi şeyler yok muydu” dememe kalmadan kalabalığın içinde kayboldu. sloganlar, pankartlar, polis müdahalesi derken yaklaşık bir saat sonra eylem bitmişti. elimde pankartla kalakalmıştım, daha kötüsü jilet yiyen kızı yarım saat önce gözden kaybetmiştim ve kadıköy’ün yabancısı olduğum için ne yapacağımı da bilmiyordum. sessizce oradan ayrılmaya yeltenmiştim ki, birinin beni adımla çağırdığını duydum, bu elbetteki o’ydu. beni birer bira içmeye davet etti; bira içerken bizden, okuldan, sosyalizmden konuştuk. “devrim” dedi kafa salladım, “lenin” dedi gözlerimle onayladım, “marks” dedi “katı olan her şey buharlaşıyor abi” dedim ve tırt kişiliğimi ondan gizlemeyi başardım. sabırsız okuyucularım için o gecenin devamını özetlemem gerekirse, diyebilirim ki birbirimizin yasak bölgelerine indik, tüyleri ısırgan kırmızı.
bu ateşli gecenin sabahında zengin bir kahvaltıdan sonra bana “seni bir yere götürücem bugün, sürpriz” dedi ve yeniden kadıköy sokaklarına koyulduk. ben az bilinen süper bi kafeye filan gidicez diye beklerken, beş dakikalık yürüyüş sonrası bir börekçinin önüne gelmiştik. börekçi de olsa sevdiceğimin beni getirdiği bir börekçiydi, bunu hemen romantize etmeliydim: “beni börekçiye mi getirdin çenn” diyerek onu öpmeye eğildim, ancak büzüşmüş dudaklarımı karşılıksız bırakarak eliyle “özgür sosyalistler” yazan tabelayı işaret etti; camda bir sosyalizm semineri duyurusu asılıydı, anlamıştım ki sevdiceğim beni davasıyla tanıştırmak istiyordu. sosyalizmi belgesellerden takip eden ve marşlarla, kocaman meydanlardaki kızıl bayraklarla filan bilen ben, dernek binasına girdiğimde adeta şoke olmuştum.
halkların devrimini ateşleyecek, bizi kapitalizmin boyunduruğundan kurtaracak örgütün merkezi biri çay ocağı olan iki odadan ve diğer odadaki beyaz plastik sandalyelerden oluşuyordu. sosyalizm zor zamanlardan geçiyor olmalıydı. jilet yiyen kız elime karton bardakta çay tutuşturdu ve birlikte semineri dinlemeye başladık. semineri veren insan altmışlarındaydı ve yazları ananemlerin yanına, kayseriye gittiğimde karşılaştığım yaşlılardan tek farkı yıllar boyu tütüne maruz kalmaktan sararmış, levent kırca bıyıklarıydı. sizlere yalan söyleyecek değilim dostlarım, konuşmacının sık bıyıklarını delice kıskanmıştım; köse olmasam da bıyıklarım her zaman seyrek çıkmıştır ve hep böyle bıyıklara özenmişimdir. bıyık güzeldi, ancak geri kalan her şey bana babamların köyünün kahvesini hatırlatıyordu. artık konuşmayı dinleyemiyor, insanları ve odayı inceliyordum. bizim yaşlarımızdaki birkaç gencin dışında dinleyicilerin hepsi 60larındaydı ve birçoğu sandalyelerinin yanlarında boş karton bardaklarla uyukluyordu. derneğin kaloriferi de yoktu ya da çalışmıyordu, o yüzden herkes içerde montlarıyla duruyordu ve bu çok çirkin bir görüntü oluşturuyordu; dedemin her zaman dediği gibi, bazen sarımsağın seyreği sıkından iyidir ya da mont dışarda güzeldir. insanların durummu böyleydi, duvarlarda ise a4 kağıtlara renksiz olarak anlaşmalı ozalitçilerde bastırılmış, sosyalizm önderlerinin düşük çözünürlüklü resimleri, ve aynı eylemdeki gibi kötü fontlarla yazılmış sloganlar yer alıyordu. sosyalizmin grafik tasarımla alıp veremediği neydi anlamıyordum, bu pankartlar kimin elinden çıkıyordu? acaba sosyalizmi içerden sabote eden birileri mi vardı? ya da grafik tasarım bir burjuva alışkanlığı mıydı? gördüklerimle çok fena öfkelenmiştim, yerimde duramıyordum. sevdiceğime dönüp “bu ne hal papatyam, kremlin meydanı’ndan, stalingrad’dan bu hale nasıl geldik!” dedim. biraz sesli söylemiş olacağım ki, tüm derneğin dikkati üzerimde toplanmıştı.
bu benim anım olmalıydı. yavaşça ayağa kalktım ve sesimi olabildiğince kalınlaştırıp, “bu ne hal yoldaşlar, devrim jpg’ci olmuş png’ye düşman! bu marks’ın hali ne, pikselleri sayılıyor; bu halka bir renkli kartuşu bile fazla mı gördünüz? hadi onu geçtim times new roman ne ya, paper mı yazıyoruz? devrim yapıyoruz, devrim!” diye, motivasyonel bir konuşma gerçekleştirdim. ben konuşmamın herkesi gaza getirmesini, içlerindeki devrim aşkını ateşlemesini beklerken; kulaklarımda odaya hakim olan huzursuzluğun sessizliğini duyuyordum, çıt çıkmıyordu. bunun belki de bir değişimin işaretçisi olduğunu düşünerek sözlerime devam etmeye çalışsam da, çok geçmeden anladım ki, bu huzursuzluğun sebebi bendim. sessizce yerime oturdum, biraz şiddetli oturmuş olmalıyım ki plastik sandalyem kaydı ve kendimi yerde buldum. herkes beni izliyordu ama kimse kaldırmak için bile yanıma gelmiyordu. kafamı jilet yiyen kız’a çevirdim ama o bile beni tanımazlıktan geliyordu. artık burada istenmediğimi anlamıştım, sanırım devrim, konu grafik tasarım olduğunda eleştiri kabul etmiyordu ve istenmediğim yerde duramazdım. son kez o’na döndüm ve “katı olan her şey buharlaşıyor, ama benim sana olan aşkım asla, terket buraları benimle gel jilet yiyen kız, seninle aşk devrimi yapalım, aşk” diyerek son kez şansımı denedim. ancak o bana bakmak için kafasını bile çevirmedi. kaybetmiştim. times new roman yine kazanmıştı. yoldan çiğ köfte aldım ve eve yürümeye başladım. anlamıştım ki devrim de diğer her şey gibi kafamdayken güzeldi. spotify’dan leonard cohen açtım ve çiğ köftemi yemeye başladım.
1 note
·
View note
Text
Tutuklular Çemberi
Doktor Sugita Genpaku elinde tuttuğu anatomi kitabındaki resimlere, günlerdir bakmaktadır. Hiçbir geleneksel Japon resmi, kitabın sayfalarındaki çizimler kadar etkilememiştir doktoru. Alman meslektaşı Johann Adam Kulmus'un yazdığı anatomi kitabını, ülkesi Japonya'da yalnızca bir tane olduğu için gözü gibi korumakta, kitabın insan organlarının resimleriyle dolu sayfalarının meraklı bir doktor tarafından yırtılıp çalınmasından korkmaktadır.
Takvimler 1771 yılını gösterir... Tanrı'nın mızrağının ucundan düşen bir su damlasından oluştuğuna inanılan Japonya, okyanusun ortasında duran bir sandık gibi kapalıdır dış dünyaya. Doktor Genpaku, anatomi kitabındaki çizimlerin doğru olup olmadığını anlamak için kadavra üstünde çalışmaya karar verir. Ama ortada büyük bir sorun vardır, ülkesinde bu tür çalışmalar yasaktır! Doktor Genpaku ve arkadaşları, idam edilen bir kadın mahkumun cesedini ele geçirirler. Kadının bedenine ilk neşter vurulup göğüs kafesi açıldığında, Doktor Genpaku da, anatomi kitabında o bölgedeki organların resimlerinin görüldüğü sayfayı açar... Kadavranın karın bölgesine gelindiğinde, kitapta midenin, pankreasın, böbreğin çizimlerinin olduğu sayfalar bulunur...
*Doktor Genpaku’nun anatomi kitabı.
Yapılan bu çalışma sonrasında, Doktor Kulmus'un hazırladığı anatomi çizimlerinin kusursuz olduğu anlaşılır. Şimdi, Doktor Genpaku'nun önünde kadavra bulmaktan daha zor bir engel vardır: Kitabı Japoncaya çevirmek!
Doktor Genpaku'nun elindeki kitap, eserin Flemenkçe baskısıdır ve o yıllarda Japonya'da Flemenkçe bilen hiç kimse yoktur! Flemenkçe-Japonca bir sözlük de bulunmadığından Doktor Genpaku anatomi kitabını şifre çözer gibi çevirmeye başlar. Tam üç yıl süren bu zorlu uğraş sonucunda, arkadaşlarının da yardımıyla Japon bilim tarihinin en önemli eserlerinden biri olan Kaitai Şinşo (İnsan Anatomisi Üzerine Yeni Bir İnceleme) yayımlanır. Doktor Genpaku, Flemenkçe bir kelime dahi bilmeyen arkadaşlarıyla, Flemenkçe yazılmış bir anatomi kitabının sayfalarını, organ resimlerine bakarak tercüme ettikleri o günleri şöyle anlatacaktır: “Tek bir kelime dahi çevirmeden, sabahtan günbatımına değin birbirimizin yüzüne boş boş baktığımız günler oluyordu. Uzun bir bahar gününü, 'Kaş gözün üzerinde büyüyen tüydür' gibi bir cümleyi anlayabilmek için harcadığımız çok olmuştur.”
İşte, kendi kabuğuna böylesine kapalı olan Japonya'nın dünyaya açılımı 1800'lü yılların ikinci yarısında, İmparator Meici tarafından sağlanmıştır. Bu dönemde Avrupa tabak, çanak, fincan gibi Japon seramiklerini çok sevmiş ve ithal etmeye başlamıştır. Tüccarlar, uzun süren deniz yolculukları sırasında eşyanın kırılmaması için kağıtlara sıkıca sarılmasını isterler. Porselen ve seramikler hazırdır, sipariş de vardır, ama günlerce sürecek olan deniz yolculuğunda ambalaj olarak kullanılacak kağıt ihtiyacı da çoktur!
Geleneksel Japon resim sanatı olan "ukiyo-e" yetişir imdada. Doğa ve gündelik hayata ilişkin olan bu resimlerden Japonya'da öylesine çok vardır ki, eski ve kullanılmayan "ukiyo-e"ler Avrupa'ya gönderilen kırılacak eşyanın sarılıp sarmalanmasında kullanılır.
İlk gemiler Avrupa kıyılarına ulaşınca, akılları porselen ve seramiklerin kırılıp kırılmadığında olan tüccarlar ilk önce paketleri açıp, kontrol ederler ve bu sırada eşyanın sarılı olduğu kağıtları da atarlar.
Zamanla, "ukiyo-e" resimlerinin limanlarda biriken kağıtları sanatsever tüccarların ilgisini çeker. Karlı dağların, köpüklü dalgaların, köprülerin, meyve ağaçlarının çiçekli, incecik dallarının insana baktığında huzur veren renklerle çizildiği resimlerden etkilenenler öylesine çoktur ki, onlardan biri Anvers Limanı'na her gün gelmekte ve porselen takımları koruma görevi sona erdikten sonra atılan Japon resimlerini toplamaktadır. O adam Hollandalıdır ve tek kelime Flemenkçe bilmeyen Doktor Genpaku'nun yaptığı gibi, hiç tanımadığı Japon resim sanatının dilinden etkilenerek tablolar yapıp, altlarına imzasını "Vincent van Gogh" olarak atacaktır!
Van Gogh, Harvard Üniversitesi'nin Fogg Art Müzesi'nde sergilenen Three Pairs of Shoes (Üç Çift Ayakkabı) adlı tablosunda, o ayakkabıları giyen köylülerin acılarını, çilelerini, umutlarını yansıtır beyaz tuvale. Sanatçı için resim doğada ve o doğa içerisinde emek harcayan, üreten insanların dünyasındadır. Kardeşi Theo'ya yazdığı bir mektuptaki, "Paris'te daha çok çarıklı resim bulunmaması yazıktır doğrusu," sözünün nedeni de bu düşüncesidir. Yaşanmışlık, gidilen yollar, iyisiyle kötüsüyle sürülen bir hayatın izleri ayakkabının üstünden çok altındadır. Bu nedenle van Gogh, söz konusu tabloda olduğu gibi, Amsterdarn'daki müzesinde sergilenen A Pair of Shoes (Bir Çift Ayakkabı) adlı tablosunda da ayakkabıların birini ters dönmüş olarak gösterir bizlere.
Vincent van Gogh'un öyle bir tablosu vardır ki, sanatçının öteki eserleri arasında aykırı ve çok farklı durmaktadır. Moskova Puşkin Müzesi'ndeki bu tablonun adı Prisoners Round-after Gustave Dore'dir (Tutuklular Çemberi-Gustave Dore'den Sonra). Bu tablonun öyküsünü öğrenmek için Fransa'nın Strasbourg kentinde yaşayan yedi yaşındaki bir erkek çocuğun yanına gidelim...
Dadısı Françoise, kapıyı açtığında karşısındaki çocuğu görünce şaşkınlıktan neredeyse küçükdilini yutacaktır: "Tanrı adına! Efendi Gustave, ne oldu sana böyle?.. Kutsal Bakire aşkı için, ayakkabıların nerede? Annen seni bu durumda görünce ne diyecek? Neredeydin?"
Soğuk bir kış günü eve yalınayak dönen çocuk yanıt verir: "Tamam Françoise, bugün oldukça talihsiz bazı kimselerle, özellikle de korkunç derecede yoksul küçük bir çocukla bayağı bir yol yürüdüm. Benim gibi biriydi, ama paçavralar içindeydi ve ayağında pabuçları yoktu. Kışta kıyamette onu öyle görmek beni üzer, biliyorsun. Bu yüzden ona kendiminkileri verdim, çünkü onun benim gibi ayakkabı alacak bir babası yok. Bu konuda hiçbir şey söyleme. Eski pabuçlarımı dört ay daha giyerim. Ayaklarına tam uydu; ne şans değil mi? Anneme söyleme, yoksa bana çok kızar!" Gustave Dore'dir, ayakkabılarını çıplak ayaklı bir arkadaşına verecek kadar duyarlı olan çocuğun adı... Ve, bu duyarlığını büyüdüğünde resimlerine, gravürlerine taşıyacaktır.
Vincent van Gogh, 1890 yılında, Arles' daki St. Paul Akıl Hastanesi'nde tedavi görürken, kardeşi Theo ona Gustave Dore'nin bir gravürünü gönderir. Dore'nin Newgate-Exercise Yard (Newgate Hapishanesi'nde Volta Atan Mahkumlar) adlı bu eserinde, Charles Dickens'ın "Londra'nın sefaletini ve suçluluğunu barındıran bir depo" olarak tanımladığı ünlü hapishanede çember şeklinde volta atan mahkumlar görülür. Van Gogh, Dore'nin bu eserinden öylesine çok etkilenir ki, aynısını tuvale aktarır. Dore'nin gravüründeki hapsedilmişlik duygusu ve duvarlar arasından kurtulma arzusu, van Gogh'un akıl hastanesinde yaşadığı sıkılmışlıkla bire bir örtüşmektedir. Öyle ki, resimde adımlarını özgürlük tutkusu ve suçluluk duygusuyla atan adamlar arasında, ortada duran ve bize doğru bakan şapka giymemiş tek mahkum Vincent van Gogh'tan başkası değildir.
*Gustave Dore *Van Gogh
6 notes
·
View notes
Text
Talimat 11
Rab diyor ki:
1. İnsanlık, Cennetteki Babanızın sevgisinde kurtuluşunuzu arayın; Doğrusu size söylüyorum, Tanrı'yla bağlantı, ruhunuzdaki mutluluğu hissettirecek.
2. Kişi ruhsal yola girdiğinde, sonunda mutluluğa giden yolu bulmuş olacaktır. Öğrenciler, ruhunuzda cennetin krallığına sahip olmanın ve hissetmenin mucizesini kavrayın!
3. Size yine sevgiyi öğreterek öğretiyorum, çünkü sizin için bir okul olan hayatın öğretilerini öğrenmek üzereyken, yolunuzda size gösterdiği her şeyi anlamamışsınızdır.
4. Ey sapan koyunlar gibi ağlayan ve korku dolu bir sesle Çobanınıza haykıran sevgili çocuklarım! Gözlerinizi çevrenizdeki gerçekliğe kapattığınızda, nihayet dünyadaki tüm sefaletinizin nedeni olduğumu düşünürsünüz; diğerleri onların iyiliğine ve üzüntülerine kayıtsız kaldığıma inanıyor.
5. Babanızı bu şekilde düşündüğünüzde ne kadar nankörsünüz ve benim kusursuz adaletimi yargılamakta ne kadar adaletsizsiniz!
6. Sadece acıdan beslendiğini, yaşadığın dünyanın mutluluksuz bir dünya olduğunu ve yaşadığın hayatın var olmaya hakkı olmadığını söylediğinde seni duymadığımı mı sanıyorsun?
7. Beni sadece, sizi cezalandırdığıma, size merhamet etmeyi reddettiğime ve Babanızın şefkatini ve iyiliğini unuttuğuma inandığınızda beni hissedersiniz; faydalarını kutsamak yerine hayatınızdan şikayet edersiniz.
8. Bunun nedeni, gözlerinizi gerçeğe kapatmanız ve çevrenizde sadece acı ve gözyaşları görmeniz ve her şeyin ödülsüz kalacağına inandığınız için umutsuzluğa kapılmanızdır.
9. Eğer bu isyan, anlayışsızlık, her gün ilk düşünceniz Babanızı kutsamak yerine hayatınız ne kadar farklı olurdu ve ilk sözleriniz, O'nun sevgisinin size getirdiği pek çok fayda için teşekkür ettiğiniz sözlerdi! Ama artık bu erdemleri hissedemiyorsunuz çünkü beden ruhunuzu rahatsız etti ve siz benim öğretimi unuttunuz; bu nedenle, kalbinizden kovduğunuz bu hislerden söz ediyorum.
10. Kader, Tanrı'nın ona yerleştirdiği merhamete sahiptir. İnsanların kaderi ilahi iyiliklerle doludur.
11. Bu iyiliği genellikle bulamazsınız çünkü onu nasıl arayacağınızı bilmiyorsunuz.
12. Her ruh için planladığım kaderin içinde sert ve acı bir yola girerseniz, onu yumuşatmaya çalışıyorum ama asla acısını artırmamaya çalışıyorum.
13. Dünyada insanların birbirine ihtiyacı var, kimse çok fazla değil ve kimse çok küçük değil. Bütün yaşamlar, birbirleri için varoluşlarının tamamlanması ve uyumu için gereklidir.
14. Fakirlerin zenginlere ve bunlara ihtiyacı var. Kötülerin iyiye ihtiyacı var ve bunlar da eski. Cahil olanın bilene ihtiyacı vardır ve bilenin de cahile ihtiyacı vardır. Küçüklerin büyüklere ihtiyacı var ve onlar da çocuklara ihtiyaç duyuyor.
15. Her biriniz bu dünyadaki yerine Allah'ın hikmeti tarafından yerleştirildiniz ve birlikte olacağına yakınsınız. Her insana, içinde yaşaması gereken ve birlikte yaşaması gereken enkarne ve bedensiz ruhların bulunduğu çember atanır.
16. Bu şekilde tanışırsınız, her biri kendi yolunda, azar azar görevi, sizi yükselten sevgiyi öğretmek olan; Başkalarından acı çekeceksin, bu da seni arındıracak. Bazıları size ihtiyaç duyduğunuz için acı çekecek, bazıları ise acınızı telafi etmek için sevgilerini verecek; ama hepsinin size bir mesajı var, anlamanız ve kullanmanız gereken bir öğreti.
17. Size tekrar söylüyorum, benim talimatımda bulunmanıza rağmen, her varlığın sizin için sakladığı mesajı tanımadınız.
18. Kardeşlerinizden her birinde, kendisinden öğrenmeniz için sunduğu iyi tarafı ve kötü tarafı arayın, böylece onu düzeltmenize yardımcı olabilirsiniz. bu şekilde yaşam yolunda karşılıklı yardımlaşarak yürüyeceksiniz.
19. Bir an için durun ve düşünün, çünkü size iyi gelebilecek birçok kişinin gitmesine izin verdiniz. Kaçırdığınız dersler oldukları için bu fırsatların geçmesine izin vermeyin.
20. Her insan, sonunda size tatlı veya acı gerçeğini veren bir öğreti, bir sevgi veya nezaketsizlik beklentisidir; ve böylece dersten derse gideceksiniz, bazen öğrenecek, bazen öğreteceksiniz, çünkü kardeşlerinize de sizinle birlikte dünyaya getirdiğiniz mesajı iletmelisiniz.
21. Doğrusu size şunu söylüyorum, eğer insanlık bu öğretileri anlasaydı, yeryüzünde çok fazla ağlamazdı.
22. Yaşam yolunuzdan herhangi bir şekilde geçen her enkarne ve enkarne ruhun * kaderinizde size yardım edeceğini unutmayın. * Ruh enkarne oldu: hâlâ bedensel bedeninde yaşıyor; cisimsiz ruh: artık maddi bedeninde ikamet etmiyor.
23. Senin için dünyaya kaç tane ışık ruhu gönderdim ve sana olan sevgimi kutsamak için durmadın!
24. Size gönderdiğim birçok ruha, onların kaderinizin bir parçası olduklarını fark etmeden aldırmadınız; ama onu nasıl alacağınızı anlamadığınız için, eli boş bırakıldınız ve daha sonra pişmanlık gözyaşları dökmek zorunda kaldınız.
25. İnsanlık, kaderiniz yaratılan her şeyle uyum içinde olmaktır. Size bahsettiğim bu uyum, tüm yasaların en büyüğüdür, çünkü onda Tanrı ve işleriyle mükemmel bir birliktelik bulacaksınız.
26. Etrafınızdaki ruhları ve yaşamda yolunuzla kesişenleri inceleyin, böylece onların erdemlerini takdir edin, size getirdikleri mesajı alın veya sizden alacaklarını onlara verin.
27. Kaderin önünüze koyduğu komşularınızı neden hor gördünüz? Size getirdikleri öğretiyi bilmeden onlara kalbinizin kapısını kapattınız.
28. Çoğu zaman, ruhlarınıza bir huzur ve rahatlık mesajı getiren kişiden uzak durursunuz ve sonra bardağınızı acı ile dolduran siz olduğunuzda şikayet edersiniz.
29. Hayat onunla beklenmedik değişiklikler ve sürprizler getirir ve yarın bugün küstahça reddettiğiniz kişiyi özlemle aramak zorunda kalırsanız ne yapacaksınız?
30. Yarın bugün reddedilen ve hor görülenleri özlemle aramanız gerekebileceğini, ancak bunun çoğu zaman çok geç olacağını unutmayın.
31. Eğer çocuksanız, ana babanızın nezaketini anlayın ve takdir edin. Eğer bir ebeveynseniz, çocuklarınızı anlayın. Evli iseniz, birbirinizi tanıyın ve birbirinizi sevin; ama henüz gelmediyseniz ve kaderinize bağlananı bekliyorsanız, onu kabul etmeye, onu anlamaya hazırlanın.
32. Sapkınlıklar ve anlamsızlıklar yoluyla daha da fazla acı yaratmayı bırakın ve yaşam kitabını okumayı öğrenmediğiniz için, en azından doğrudan sizi çevreleyenlerin manevi asaletini okuyun.
33. İnsanlık, sözümü anlayın, benden öğrenin ve kimseyi benden nasıl kovmadığımı görün, çünkü biliyorum ki hepiniz benim çocuklarımsınız, bana ihtiyacınız var.
34. Nasıl usta olacağınızı anlamak için bu öğretiyi öğrenin; ama önce kardeş olmayı öğren.
35. Hepiniz hayatın büyük derslerini öğrenmenin kaderiniz olduğunu anlamalısınız; çünkü ancak bu şekilde mükemmelliğinizin zirvesine ulaşırsınız, ancak bu şekilde büyük olursunuz. Aksi halde Rabbinize karşı her zaman hoşnutsuzluk, şikayet ve anlayışsızlık, küfür ve sitemler olacaktır.
36. Öğretilerim yolda danışmanınız olsun ve içinizde sizi asla umutsuzluğa düşürmeyecek ve sizi adım adım anlayışın en yüksek zirvesine götürecek bir güç hissedeceksiniz.
37. Ağlarken gördüklerinizi teselli edin. Tanrı seni onlara götürdü, çünkü işin burası.
38. Hayatınızda daha fazla hata yapmamak için öğrettiklerimi anlayın; Kardeşlerinize uygulayacağınız her suç, ister sözlerle ister işlerle olsun, vicdanınızda silinmez bir anı olacak ve sizi uzlaşmaz bir şekilde kınayacaktır.
39. İlahi planın yerine getirilebilmesi ve insanlar arasındaki bu kadar büyük ruhsal sefaletin sona ermesi için hepinize ihtiyaç duyulduğunu bir kez daha söylüyorum.
40. Bencillik var olduğu sürece, acı da var olacaktır. Kayıtsızlığınızı, egoizminizi ve küçümsemenizi sevgiye, şefkate dönüştürün ve huzurun size ne kadar sürede geleceğini göreceksiniz.
41. Bütün öğrettiklerimi dikkatlice düşünün!
42. Kendinizi tanıyın! Her zaman insanların varlığına baktım ve tüm acılarının ve mutsuzluklarının nedeninin ne olduğunu biliyorum.
43. En eski zamanlardan beri insanların nasıl kıskançlıktan, materyalizmden, iktidar susuzluklarından hayatlarını aldıklarını gördüm; sadece madde olduklarına inanarak ruhlarını her zaman ihmal etmişlerdir ve insan formunu yeryüzünde geride bırakma vakti geldiğinde, sadece maddi yaşamlarında yarattıkları, ruh için herhangi bir mutluluk olmadan kalmıştır. hasat toplamak; çünkü onları aramadılar, düşünmediler, ruhun veya bilginin erdemlerine önem verdiler. Kendilerini Tanrı'ya götürecek yolu aramadan yaşamaktan memnundular.
44. Hayatı, ona acımasız dediğiniz için sevmeyen, insanda vicdanın önemini anlamadığınız ve kendinize onun tarafından rehberlik edilmesine izin vermediği sürece, gerçek değeri olan hiçbir şey bulamayacaksınız.
45. Ruhu maddenin ve onun tutkularının üzerinde daha yüksek bir yaşama yükselten vicandır. Maneviyat, eyleme geçmeyi başarırsanız, Tanrı'nın büyük sevgisini hissetmenize izin verecektir. O zaman hayatın anlamını anlayacak, güzelliğini görecek ve bilgeliğini keşfedeceksiniz. O zaman ona neden hayat dediğimi anlayacaksın.
46. Kim onu tanıdıktan ve anladıktan sonra doğru olmadığını söyleyerek bu doktrini reddetmeye cesaret edecek?
47. Gerçek değerinizin vicdan olduğunu anladığınızda, Babanızın yarattığı her şeyle uyum içinde yaşayacaksınız.
48. O zaman vicdan fakir insan hayatını güzelleştirecek; ama ilk insan, doğruluk ve hikmet yolunu takip etmek için, kendisini Tanrı'dan ayıran tüm tutkulardan uzaklaşmalıdır. O zaman gerçek hayat sizin için başlayacak, bugün baktığınız hayat kayıtsızlıkla başlayacak çünkü neyi küçümsediğinizi bilmiyorsunuz ve mükemmelliği hakkında hiçbir fikriniz yok.
49. İnsanoğlu, çağlar boyunca ruhsal olarak tembel kaldınız çünkü gerçek mutluluğun ve gerçek barışın, onların ruhsal yaşamın bir parçası olan gerçek yaşamın bir parçası olduklarını anlamadan insan varlığına ait olduğuna inandınız.
50. Seni sevenleri ve senden nefret edenleri ara; zalim dediğiniz hayatı, size bilgelik dolu açık bir kitap gibi olduğunu bilmeden sevin. Başkalarının sevinçleri kadar üzüntüleri de sizi harekete geçirsin. Her insanda bir usta görün ve kendinizi kötülüğün değil, iyinin yaşayan bir sembolü olarak hissedin, çünkü hayattaki çalışmalarınıza göre bedenlediğiniz sembol yaratılacaktır.
51. İnsanlar cehennemi ebedi bir işkence yeri olarak hayal ettiler, onlara göre buyruklarımı ihlal eden herkes geliyor. Ve bu cehennemi ciddi suçlar için yarattıkları gibi, daha küçük suçlar için başka bir yer ve ne iyi ne de kötü yapanlar için başka bir yer hayal ettiler.
52. Ahirette sevinmediğini ve acı çekmediğini söyleyen kişi doğruyu söylemiyordur; hiç kimse acı çekmez, neşesiz değildir. Zihin en yüksek huzura kavuşana kadar üzüntüler ve sevinçler her zaman karışacaktır.
53. Duyun, Çocuklarım: Cehennem enkarne ve enkarne olandır, bu dünyanın sakinlerinde ve "Spiritüel Vadi" de; Cehennem, büyük acıların, korkunç pişmanlığın, çaresizliğin, acıların ve kötü günah işleyenlerin acısının sembolüdür. Fakat ruhlarını sevgiye doğru geliştirerek kendilerini bu sonuçlardan kurtaracaklar.
54. Öte yandan, gerçek mutluluğu ve gerçek huzuru simgeleyen cennet, dünyanın tutkularından Tanrı ile bir birlik içinde yaşamak için yüz çevirenler içindir.
55. Vicdanınıza sorun ve cehennemde mi yaşadığınızı, suçlarınızı kefaret mi edeceğinizi veya cennetin huzuruna nüfuz edip etmediğinizi bileceksiniz.
56. İnsanların cennet ya da cehennem dedikleri belirli yerler değildir, ruhunuzun "manevi vadiye" ulaştığında elde ettiği şey işlerinizin özüdür. Herkes cehennemini tecrübe eder, kefaret dünyasında yaşar veya ilahi ruhun bahşettiği yüceltme ve uyumun mutluluğunu yaşar.
57. Ben senin Babanım ve sen benim çok sevgili çocuklarımsın. Gelin, yaratılmış olanların üzerine çıkın ve Bana gelin.
58. Sevgili öğrenciler, bu zamanlar insanlık için yargı zamanlarıdır. Borçlarınızı ödemeye başlamanız için son tarih geçti. Şimdi geçmiş dişi domuzların hasadını, çalışmalarınızın sonucunu veya sonuçlarını topluyorsunuz.
59. İnsanın işini yapmak için bir zamanı ve yaptıklarından sorumlu olmak için başka bir zamanı vardır; ikincisi, içinde yaşadığın zamandır. Bu yüzden hepiniz acı çekiyor ve ağlıyorsunuz. Tıpkı bir ekim vaktiniz olduğu gibi, başka bir hasat vaktiniz olduğu gibi, Tanrı da size kendi kanununa uymanız için ve doğruluğunu göstermek için bir tane daha vermiştir.
60. Şimdi ilahi yargı zamanında yaşıyorsunuz. Acı sizi ağlatır, insanlık kendi gözyaşları içinde kendini arındırır, çünkü kimse kefaretten (suçundan) kurtulamaz.
61. Kaderiniz üzerine düşünmeniz gereken doğruluk zamanları vardır, böylece daldırma ve ruhsallaştırma yoluyla, yanlış yönlendirmeyen veya aldatmayan, ancak sizi barış yoluna götüren vicdanın sesini duyabilirsiniz.
62. Ruh için en zor şey, madde aracılığıyla ruhsallaşmaya ulaşmaktır; insanlar için en zor şey, özünde kendini tanımaktır. Hayatınızın boşa gitmesine izin vermeyin, tüm derslerini öğrenin. İşiniz bilgelik kazanmak, çevrenizdekilere öğretmek ve ruhunuzu mükemmelleştirmek.
63. Halkım, ruhsal kaderinizin büyük olduğunu biliyorsanız, o zaman sevgi yolunu kullanın ve bilgeliğimin ilahi aleviyle iman ışığını ateşleyin.
64. Bana gelin, insanlık, Ben Umut'um, bu kaos zamanında size barış mesajını getiren söz verilen Yorgan benim. Çünkü sen çok ağladın ve acı çektin, tesellim ve aşkım bir rahmet kaynağı olarak sana dökülüyor.
65. Size doğrusunu söyleyeyim, yasamı birçok kez çiğnediniz; ama benim aşkımda kendinizi arındıracağınız da aynı derecede doğru. Bu süre zarfında sizi rahatlatmak yerine sadece yargıç olarak gelirsem ne yapardınız?
66. Ben size haçınızda yardım etmeye gelen Sevginin Efendisiyim. Adımlarınıza rehberlik eden, yalnızlığınızda ve acılığınızda yanınızda duran seyahat arkadaşınızım. Ben beklediğiniz iyi arkadaşım. Ruhunuzun talep ettiği bakım benim, çünkü benim aşkım size hayat veren besindir.
67. Bana her zaman ihtiyaç duydunuz, ama en önemlisi insanlığın acı dolu bardağı noktaya kadar boşalttığı o zamanlarda. Bu yüzden seninleyim, çünkü ben senin Kurtarıcınım. - Ağlıyorsun ve ben senin ağlamalarını kutsuyorum, çünkü günahkarların gözyaşları kalplerin döllendiği kutsanmış çiğdir.
68. Ruhunuz, ruhani dünyadaki sözümü duymak için maddeden uzaklaştı ve benimle sözsüz konuştu.
69. Daha gelişmiş ruh, insan sözcüğünün manevi düşüncenin ifadesini zayıflattığını ve azaldığını bilir; bu nedenle varlığının en iç kısmında gizli olarak taşıdığı sırrı yalnızca Allah'ın bildiği dilde ayağa kalkmak ve konuşmak için maddi dudaklarını sessiz tutar.
70. Acınızın üstesinden gelin, gözyaşlarınızın üzerine çıkın ve Beni dinlemeye devam edin. Üçüncü Kezin insanlık için geldiğini anlayın ve hazırlanma sorumluluğunu hissedin. Bana itiraf et ve ruhunu yükselt. Duanızı işitiyorum ve size lütfumu ve bağışlamamı sunuyorum.
71. Beni "dağın tepesinden" evinize inerken gördüğünüzde ve Sözümü işittiğinizde ruhunuz titrediğinde ve Bana "Rab, bizimle olduğunuzu biliyoruz" diyorsunuz, beni ruhani şarkılarla övüyorsunuz. - Ama benim gelişimi herkes hissetmedi ve tekrar erkeklere geldiğimin farkına varabilmeniz için sözlerimin ve kanıtlarımın sürekli kendini tekrar etmesi gerekiyor. İnsanoğlunun içinde bir ev, yaşayacağım bir tapınak aradım ve henüz bulamadım; ama benim Varlığımı ve onunla Adaletimi ve Sevgimi hisseden kalplere dönüştürene kadar kayaları parlatmayı bırakmayacağım.
72. Bir anlayışsızlık çölünde dolaştığınızı hissettiğinizde cesur olun ve öne çıkın. Ama müjdeyi diğer ülkelere ulaştırmak için benim irademe göre çölleri ve dağları geçmene izin verirsem, işe koyul; çünkü suyunuz bittiğinde, susuzluğunuzu gidermek için kayadan fışkırmasına izin vereceğim ve uzun yolculuk için gücünüz yoksa, sizi canlandıracağım.
73. Size emanet ettiğim iş narindir. Hain ellerin bu hazineyi daha sonra ilhamlarının meyvesi olduğunu söylemek için çalmalarına izin vermeyin ve bununla kendilerini yüceltirler ve şüphesizleri küçük düşürürler.
74. Bana geldiğinizde, sizden soracağım ve size verdiğim her şeyin hesabını isteyeceğim; ama çoğunuz Bana, "Tanrım, mirasımı kaybettim" diyeceksiniz. Sonra size onu aramanızı söyleyeceğim ve onu geri kazanana ve tüm emirlerimi yerine getirene kadar bana geri dönmeyeceksiniz. - Eğer sizinle bu şekilde konuşmasaydım, uyuyakalır ve kendinizi kurtaramazsınız.
75. Bugün sakladığınız sözümün özü, yarın insanlığın yararına bilgelik sözleriyle dudaklarından akacak. Bu yolda sebat ederseniz, onda ruhunuzu besleyecek sağlıklı ve besleyici sevinçler bulacaksınız.
76. Hardal tohumunun büyüklüğüne inanın ve büyük mucizelerin gerçekleştiğini göreceksiniz. Bugün size İkinci seferde olduğu gibi diyorum: Konumunu değiştirmek için bir "dağ" emrini verin ve itaat edileceksiniz; elementlerin öfkesini durdurun ve bunun gerçekleştiğini göreceksiniz; benim adıma hasta bir kişiye iyileşmesi gerektiğini ve kendisini hastalıktan kurtulmuş olarak göreceğini söylüyor. Ama size bir mucize bahşedilmişse, kayıtsız kalmayın, ilahi işi ruhunuzla algılayın ve takdir etmeyi anlayın.
77. İnsanlığa büyük felaketler gelecek; Doğada ayaklanmalar olacak, elementler engellerini kıracak: yangın tüm bölgeleri mahvedecek, nehirlerin su kütleleri kıyılarını aşacak, denizler değişecek; su altında gömülü alanlar olacak ve yeni topraklar ortaya çıkacak. Birçok yaratık hayatını kaybedecek ve insandan daha derin olanlar bile yok olacak. Her şey kargaşa ve kafa karışıklığı olacak ve eğer kendinizi şimdiden hazırlamazsanız, sınavlarda zayıf olacak ve başkalarına güç veremeyeceksiniz ve böylece benimle ruhum olacak gelecek nesillere iyi bir örnek bırakamayacaksınız. ruha bağlanmak için. Eğer yolunu yapmazsanbeni ruhsallaştırma yolunda değil bilim yolunda arayacaklar ve bu benim isteğim değil.
78. 1950'den sonra bu büyük sınavların başlangıcını göreceksiniz. İzle ve dua et; tanı beni millet. Tüm erdemleri içeren sözüme göre hareket edin ve kendinizi kurtarın. Doğrusu size şunu söylüyorum: Sözümü işiten ve ona göre davranan kurtulur ve sonsuz yaşama girer. Öğrencilerime üç gün içinde inşa edeceğimi söylediğim o tapınak, bugün ruhunuzda inşa ettiğim tapınaktır. Bu tapınak yok edilemez; Vakıfları babalarınıza emanet ettim ve çocuklarınız onun tamamlanmasını yaşayacak.
79. Hiç kimse bu tapınağa saygısızlık edemez, putperestliğin, açgözlülüğün, bencilliğin veya ikiyüzlülüğün onu işgal etmesine izin veremez; çünkü karanlık ve vicdan azabı, onunla alacakları tek ödül olacaktır. Fakat ruhunuzda taşıdığınız ve babanızın yaşamak istediği apartman olan bu içsel mabedi kıskançlıkla korursanız, uzaktan ve yakından yaklaşan, daha ruhani olanları özleyen erkek, kadın ve çocukların kervanlarını göreceksiniz. Yardım bu dairenin kapılarını çalacak.
80. Birçoğu kurt gibi gelecek ve sizi alt etmeye çalışacak; Fakat hem ibadetinizin hem de yaptığınız işlerin saflığı ve doğruluğu karşısında nazik koyunlara dönüşecekler.
81. Düşünün ve yatak odanızın sessizliğinde sizi sorgulayayım; bu sorular insanların size soracağı sorularla aynı olacak ve bundan sonra onlara borçlu olduğunuz cevabı vermek için hazırlanmanızı istiyorum.
82. Size öğrettiklerimi ve emirlerimi verdiğim sırada, gevşemeden savaşmanız için sizi güçle doldurdum. Sevgili çocuklar, çarmıha gerildiği yol boyunca seyahat etmeden önce çarmıhınızın yüküyle dağın tepesine ulaşmanız mümkün değildir. * (* İsa'nın çarmıha gerildiği Calvary'nin zirvesine ulaşmadan önceki yaşamının sonuna atıfta bulunulur. Haçını Kudüs sokaklarında taşımak zorunda kaldı.
83. Yasamın gerektirdiği gibi tüm öğretilerimi yerine getiren bir kişi ne zaman ortaya çıkacak: yüce ve parlak ruha, yüksek hislere ve parlak zekaya sahip bir kişi?
84. Eğer "insan" kelimesinin bir yaratık anlamına geldiğine inanıyorsanız - zayıf, küçük ve kötülük tarafından sonsuza kadar götürülmeye mahkum - büyük bir yanılgı içindesiniz. İnsanlar maddi ve manevi acılarını eritme potuna sahipti, böylece mücadelelerinin, deneyimlerinin ve gelişimlerinin meyvesi gerçek insanlar haline gelebilsin. Tohumunuzun böyle bir meyve veremeyeceğini düşünüyor musunuz? İsrail, Sözümden şüphe etme. İbrahim ve Yakup'a soylarının yeryüzünün tüm halkları için bir nimet ve teselli olacağına söz verdiğimi hatırlayın.
Huzurum seninle olsun!
0 notes
Text
“Soru” denen bu kelimeyi ve soru işareti simgesini anlamakta fayda var. Soru işareti çok anlamlı bir simgedir.Şaşırtıcı da olsa, temeli insanlık tarihindeki ilk olaya, Havva’yla yılanın elma ağacının yanında karşılaşmasına dayanır. Yılan Havva’nın aklında ilk sorunun belirmesine neden oldu: Meyveyi yemeli mi, yoksa yememeli mi? Soru işareti kuyruğu üzerinde dikilen yılanı temsil eder.Tarih, tüm insanlık tarihi bir soru işaretiyle başlar. Yılan başlatmıştır onu. Kuyruğu üzerinde dikilir halde bu simgenin, soru işaretinin içinde kalmıştır. Kuyruğu üzerinde durup Havva’yla konuşmuş, onu elmayı yemesi için ayartmış olmalı.Başka bir açıdan da, doğru anlaşıldığında, bilginin nasıl var olduğunun simgesidir bu. Her türlü bilginin başında sorular yer alır. Soru sormak bir araştırmanın başlangıcıdır.Ama soru soru olarak kalırsa, sen de Adem olarak kalır ve asla bir İsa’ya dönüşemezsin. Bu yüzden diğer simgenin de anlaşılması gerekir: bu da kendi kuyruğunu yiyen yılan simgesidir.Yılan bu halde bir çembere döner. Yılan kendi kuyruğunu yemeye başladığında bu bir arayıştır artık. Neden arayıştır?Bir soru sadece soru olarak kaldığında, sözel veya zihinsel bir yanıt bulmakla ilgilenir.Oysa sözel veya zihinsel hiçbir yanıt onu tatmin edemeyecektir. Yanıtlar yeni sorular doğuracaktır.Felsefenin yolu bu olagelmiştir. Felsefe soru işaretiyle, kuyruğu üzerinde duran yılanla eşanlamlıdır.
Soru kendi kendini yutmuştur; işte koan budur. Yılan kendi kuyruğunu yemeye başlamıştır: artık çember tamamlanmış, kusursuz hale gelmiştir. Kusursuz çember bilgeliğin simgesi olagelmiştir. Soru bilginin başlangıcı, kusursuz çember ise bilgeliğin simgesidir.
Osho-Sır
0 notes
Photo
Küre, merkez noktasından yüzeyine olan uzaklıkların hepsinin eşit olduğu geometrik şekildir. Biz bu uzaklığa yarıçap diyoruz. Merkezden yüzeyin neresine giderseniz gidin, ölçecek olduğunuz mesafe yarıçapın ta kendisidir. Dolayısıyla küre, kusursuz bir geometriye ve simetriye sahiptir. Kürenin yüzeyinin neresinden bir nokta alırsanız alın, uzaklık yarıçap(r) olacağından her noktaya uygulanan çekim kuvveti de aynıdır. Newton’ın keşfettiği Kütle Çekimi Kanunu bugün hala pratikte işimize yaradığı için küresel yapıyı açıklamada onu kullanabiliriz. Evrende bulunan kütleler yakınlıklarına bağlı olarak birbirlerine bir çekim uygularlar; bunun sonucunda ise öbeklenerek gruplar, kümeler oluştururlar. Oluşan grup ve öbekler de giderek küresel veya çembere ait bir geometri oluşturur. Bu durum çekim kuvvetinin ve kürenin kusursuz simetrisinin bir sonucudur. Ay gezegen mi admin gelenler yazmadan burda konu başlığına başka bir şey bulamadığım için bu şekilde yaptım :) • Hazırlayan ve düzenleyen:@_ysnplt • Kaynaklar: https://popsci.com.tr/neden-tum-gezegenler-yuvarlak/ • Etiketler #bilimadamları #bilimşenliği #bilimdünyası #bilim_akimat #bilimfuarı #bilimteknik #bilimselçalışmalar #bilimveteknoloji #ilginç #ilginçfikirler #ilgincvideolar #i̇lginç #gezegenler #gezegen #ay #satürn (Dünya Gezeni) https://www.instagram.com/p/CDMDY_hHSLq/?igshid=184lqrcqx1q9d
#bilimadamları#bilimşenliği#bilimdünyası#bilim_akimat#bilimfuarı#bilimteknik#bilimselçalışmalar#bilimveteknoloji#ilginç#ilginçfikirler#ilgincvideolar#i̇lginç#gezegenler#gezegen#ay#satürn
0 notes
Photo
RT @gztcom: Kendi ekseni etrafında dönen buz parçası kusursuz bir çember oluşturdu https://t.co/BudbMOYp3l https://t.co/FNpHw7tkA2
0 notes
Video
instagram
Evrende küre şekli dışında bir gezegen görmemiz olası mı? Sadece gezegenler değil aynı zamanda evrende gördüğümüz yıldızlar, gezegenler ve birçok yapı küresel bir yapıya sahiptir veya çember tarzı bir şekil oluşturabilir. Bunu Newton'un sözünü ettiği"Kütle çekim kanunu" ile açıklamak mümkün"Evrende bulunan kütleler yakınlıklarına bağlı olarak birbirlerine bir çekim uygularlar. Bu çekimin sonucunda en nihayetinde öbeklenerek gruplar, kümeler oluştururlar. Bu gruplar ve öbekler de giderek küresel veya çembere ait bir geometri oluşturur. Bu tamamen çekim kuvvetinin ve kürenin kusursuz simetrisinin bir sonucudur. Kürenin yüzeyinin neresinden bir nokta alırsanız alın, uzaklık yarıçap(r) olacağından her noktaya uygulanan çekim kuvveti de aynıdır." Yani cevap içinde bulunduğumuz fizik kanunları için hayır. :) https://www.instagram.com/p/CD_00RflCjA/?igshid=1do256ojl2tje
0 notes
Video
instagram
Yüzey Gerilimi Sayesinde İplikle Oluşturulan Kusursuz Çember 👌 . . #mühendis #üniversite #nemuhendisi #universite #engineer #engineering #inovasyon #inovation #viral #interesting #ilginç #fizik #physics https://www.instagram.com/p/B3jMN68Hg7d/?igshid=1bd93asdorky9
#mühendis#üniversite#nemuhendisi#universite#engineer#engineering#inovasyon#inovation#viral#interesting#ilginç#fizik#physics
0 notes
Photo
. GARANTILI - FATURALI CUBE FRITZZ 180 HPA RACE . 9850 TL . Kadro: 180mm Travel HPA Ultralight (Siyah/Neon Sarı) (176-192 Cm Boylar için Ideal) Maşa: Fox 36 Float FIT4, Açık/Orta/Kilit Modları, 180mm Şok: Fox Float X Performance 3 Pos Açık/Orta/Kilit Modları Gidon Boğazı: Race Face Ride 35 Gidon: Race Face Chester 35, 780mm Aynakol: Race Face Æffect SL 32T, 170mm Elcikler: Cube Fritzz Grip Arka Aktarıcı: Shimano XT RD-M8000 SGS Shadow+ 11sp Ruble: Shimano XT CS-M8000 11-46T Zincir: Shimano XT CN-HG701 Frenler: Formula RC Rotorlar: Avid Clean Sweep XX 185mm ön ve Lifeline 180mm arka rotor Jant Seti: SunRingle Inferno 25 Çember, Intense Hadley Göbek (Sadece göbekler 400 $ + KDV) Lastikler: Schwalbe Hans Dampf 27.5x2.35 Sele: SDG Circuit MTN Sele Borusu: RockShox Reverb Stealth 150mm Travel Dropper Post Matchmaker 31,6mm Sele Kelepçesi: CUBE Screwlock, 34.9mm Chain Guide: e*thirteen LG1 Chain Guide, ISCG05 Kadro Boyu: L Ağırlık: 14 - 14.5 kg ----------------------------- Makineyi Erdoğanlar Bisiklet'ten sıfır olarak aldım. Fatura Tarihi 19.01.2017 Yani Garantisi 1 sene kadar daha devam ediyor. Fotoğraflardan da görüleceği üzere tertemiz ve bakımlı. Belli belirsiz birkaç çizik dışında hiçbir kusuru yok. Beni Tanıyanların Bileceği Gibi Elimde Toplamda 11 Tane Makine Olduğundan, Fritzz'i En Fazla 50 Saat Kadar Kullandım. (Strava Bilgileri) Maşa, Şok, Rulmanlar Kusursuz. Toplanmayı bekleyen 2 makine daha var depomda yer açmak için satıyorum. 180mm travel ile Enduro / FR kategorisinde olup Kilitlenen Süspansiyonlara Sahip Yokuş Tırmanabilen Başka Makine Piyasada Zaten Yok. Bisiklet ile Aynı Renklere Sahip L Beden "Sıfır" Uzun Kollu O'neal Jersey ve Makinedeki MarshGuard Stealth Black Çamurlukları da Hediye Ediyorum. Parça Satışı : Kadro + Sokma Mil + Fox Float X Şok + Furç + Sele Kelepçe + E-Thirteen Chain Guide + PressFit Orta Göbek + Race Face Aynakol Şeklinde Set Ayrıca Fox Float 180 MM Performance Series FIT4 Kilitli Maşayı da Satabilirim. Daha iyisini, ucuzunu ve temizini bulabiliyorsanız gidip alabilirsiniz arkadaşlar.Ankara içi elden teslim ederim, şehir dışına alıcı ödemeli kargolarım. ( Ama Gelip Elden Almanızı Tercih Ederim.) (Ankara, Turkey)
0 notes
Photo
YOGA BİLİMİNDE İYİLEŞME ÜZERİNE YORUMLAR… 02/09/2017
“Sağlık zenginliktir.
Zihnin huzuru mutluluktur.
Yoga yolu gösterir. V.D.Sarasvati”
Uzun bir süredir yoga yapıyor ve yaptırıyorum. Kendi deneyim, bilgi ve araştırmalarıma dayanarak derslerimde ve sonrasında bana sorulan birçok soruya bazı cevaplar ararken karşılaştığım kaynak kitaplar ve hocalar ile onlardan aldığım bilgiler ışığında “yoga derslerinde ne oluyor da insanlar şifa buluyor” un cevabını vermeye çalıştım. Belki böylece yoga yapıp şifa bulan birçok insana da cevap teşkil edecek, hatta yogaya başlamak isteyip de kafasında sorulara cevap bulamamış birçok kişide bu yazıdan böylece yararlanabilecek.
Elbette bu yazı, araştırdıkça daha derine girdiğim ve her an deneyimledikçe ve okuyup dinledikçe içinde kaybolduğum bir okyanus gibi olan yoga biliminin bir damlası niteliğinde.
(3)”Bilim tıp ve psikoloji yüzyıllardır muazzam gelişmeler kaydetmekle birlikte henüz kimse bedenle zihin ve zihinle ruh arasındaki sınırı belirleyebilmiş değildir. Onlar ayrılamaz, onlar birbirine girmiş karışmış birleşmiştir. Zihnin olduğu yerde bedende vardır, bedenin olduğu yerde ruh da. Ne var ki günlük deneyimlerimiz bu üçünün temelden ayrıldığı yönünde. Zihinsel bir etkinliğe daldığımızda bedenin farkında olmayız artık, bedenle meşgul olduğumuzda da ruhu gözden kaçırırız. “
Güncel tedavi anlayışımızda bir hastaneye gittiğimizde fark ettiğimiz gibi her alan ayrıdır ve gün geçtikçe de daha fazla ayrılmaktadır. Hastanelere eklenen ek binalarda bu ayrışmanın göstergesidir.
Oysa yoganın kelime anlamı bütünlemek birleştirmektir. Yoga yapıyor olmanın en büyük şifa gücü de bu bütünlükten kaynaklanmaktadır. İnsan, eksik parçalarını tamamladıkça bütünlenmiş hisseder.
(1)“Uruk kralı Gılgamış’ın ölümsüzlüğü araması gibi tarihin her döneminde insanlar ab-ı hayat, ambrosia, elixir arayışında olagelmişlerdir. Bu, Pradipika’da soma olarak geçer. Farklı toplumlarda ortaya çıkan farklı sağlık sistemlerinin altında yatan dürtü de budur. “
Yoga bir çeşit kendi kendini iyileştirme sistemidir, Hatha Yoga Pradipika’da “Soma” olarak ifade edilen bir çeşit (ölümsüzlük iksiri) anlamında kullanılan bu içeceğin dışarda değil, kendi içimizde olduğunu bilmektir. Yani insanı iyileştiren tek güç yine kendi içindedir. Bu gücü açığa çıkarmanın bir yoludur yoga. Yoga özgürlüktür, bedeninin sınırlarına rağmen, onun içinde kendi kendine yardım etme özgürlüğünü tatmaktır.
(2)İnsan bedeni biyolojik bir makineyse eğer, onu yöneten bu karmaşık biyolojik yapı, çalışmasıyla birbirini destekleyen, lenf, hormon ve sinir sisteminin tümünü içerir. Bu sistemlerdeki aksamalar, eksik ya da fazla salgı üretimi bu makinede farklı etkileşimler oluşturur. Oysa kusursuz bir psikoloji, yalnızca kusursuz bir biyolojik yapı ile ifade buluyorsa, o zaman bu karmaşık sistemlerin aralarındaki iletişimin sağlıklı kurulması yani koruyan ve besleyen bir lenf sistemi, hormon salgılayan salgı bezleri ve karmaşık sinir hücrelerinin arasındaki karşılıklı sağlıklı bir iletişimin olması anlamına gelir. Ve hatta tüm bunların insan davranışına olan etkilerini de eklersek, bir bilim dalı olan Biyo-psikoloji ile karşılaşmamız an meselesidir.
Batı dünyasının bakışına göre Biyo-psikoloji beynin ve nörotransmitterlerin davranışlarımızı, düşünce ve duygularımızı nasıl etkilediğini, zihinsel eğilimlerimiz ile olan bağlantıları analiz eden psikoloji dalıdır. Bu alan, temel psikoloji ve nöro-endokrinolojinin birleşimi olarak düşünülebilir.
Eğer Yoga biliminin nasıl iyileştirdiğine daha da yakından bakacak olursak o zaman işin içine biyolojik anatominin yanı sıra enerji beden anatomisi de girer, yani çakralar. Böylece yoga biliminden bakınca Biyo-psikolojik anatomi çerçevemizde genişlemiş oluyor.
Çakra Sanskrit dilinde bir terimdir, kelime anlamı: çember, tekerlek; psiko - fiziksel enerji merkezi anlamında kullanılır. Bedenimizde çakraların var olduğu yerlere denk düşen yerin yakınında bir sinir ağı merkezi olduğu gibi, salgı bezlerimizde bulunmaktadır.
Düzenli bir şekilde yoga asanalarını (duruş) uygulamak çakraları etkiler, yani bu da, sinir ağları ve salgı bezlerimizin de yaptığımız yoga asanalarından etkileneceği anlamına gelir.
Böylece yoga asanalarının çakralara, çakraların salgı bezlerine, salgı bezlerinin de zihin ve beden sağlığına etkilerini hissederken, biyolojik değişimlerin, psikolojik etkilerini yani Biyo-Psikolojiyi de daha iyi anlarız.
(4)”Asanaların da simyasal etkisinden söz edilebilir. İ.Ö. 2. Yüzyılda yogilerin baş üstünde durarak birçok rahatsızlığı aştıklarından söz edilir. Çünkü hareket ve duruşun dönüştürücü etkisi vardır. Nasıl sözle zihin dönüşüme uğruyorsa, hareket ve duruşla da beden dönüşüme uğrar.”
Burada, yukarıda bahsettiğim biyo-psikoloji bilimi ile yoga asanları arasındaki bağa simyasal bir bakış açısından yaklaşılmış. Her iki durumda, yani İ.Ö. 2. Yüzyılda da, yeni bilim olarak sunulan biyo-psikolojide de yoga asanalarını uygularken bedenimizde sadece bir bedensel egzersizin biyolojik etkilerinden çok daha fazlasının gerçekleştiğini görüyoruz.
Bir yoga dersinden çıkarken yenilenmiş, dönüşmüş ve tazelenmiş hissetmemizin nedeni de bu farkında bile olmadan gerçekleşen simya.
Yoga biliminde iyileşmenin gücü üzerine araştırıp yorumlar yapıyorsam eğer, bahsetmeden geçmemem gereken çok önemli bir başka konu da nefes konusu.
Nefes sınırlarımızı genişleten, özgürleştiren, insanı düşünsel ve duygusal anlamda açarak kabuğunu kırmasını sağlayan, doğal akışında ise bedene ve zihne şifa veren bir güçtür. Hastalığın ve erken yaşlanmanın sebebi hücrelerin oksijenle yeterli seviyede buluşamamalarıdır. Canlılığın ve iyi olma halini devam ettirmenin en önemli şartı, nefesle yeterli oksijen alabilmemizle ilgilidir.
(5)”İnsan dünyaya geldiğinde ilk nefesini alır; giderken de son nefesini verir. Yaşam nefes almak üzerine kurulmuştur. Yaşamdaki bütün deneyimler nefes örüntüleriyle karşımıza çıkar. Yapılan en küçük bir hareket bile nefesin değişmesine neden olur: Bir kitabı kaldırırken farklı, koşarken farklı, uyurken farklı nefes alınır. Çoğu insan nasıl nefes aldığının, hatta nefes alıp almadığının bile farkında değildir. Ne zaman ki nefes almakta zorlanır, ancak o an nefesin varlığını kavrar. Elbette, nefes almadan yaşanamayacağını da bilir. Nefes görünmez ama asal bir bütünlüktür. O halde diyebiliriz ki insan bedeni nefes almak üzerine tasarımlanmıştır.”
Nefes, yoga duruşlarında bedenin hareketini ve zihni birbirine bağlarken kullandığımız bir araç vazifesi görüyor, yani odaklanma. Yaptığımız eyleme bir farkındalık kazandırmak ve algımızı tamamen yapılan bedensel hareketin içinde tutmak için. Yoksa televizyon izlerken de yoga asanaları yapılabilir, ancak beden asanayı yaparken oluşan hislerini algılayamayacaktır. Algı televizyonda olunca farkındalıkda tv de izlediğimiz program ile sınırlı kalalacaktır. Bu durumda sadece kas ve eklemlerimi hareket ettirmiş, ancak nefesimizi bilinçli kullanmadan bunu yapmış ve böylece hiçbir farkındalık katmamış olacağım. Nefes alıp verdiğimin farkında olarak yoga asanalarını, meditasyonu ve gevşemeyi yapmak bizi, anda tutmanın ve yaptığımız eylemin içinde olmanın en güvenli yolu olarak daima yerini koruyacaktır. Eğer eylemlerimizde nefesimizde odaklanamazsak zihin ya geçmişte ya da geleceğe giderek ansal farkındalığın dönüştürücü gücünden yararlanamayacaktır. Yoga yapmak bu aşamadan itibaren yapmak değil olmak anlamına gelir ki, bu da hissetmektir. Hissetmeye başladığımızda varlığımızın en derin doğasıyla karşılaşmaya başlıyoruz ki, bu da en derin iyileşmedir.
Ben yoga yapmayı her zaman sağlıklı, uyumlu ve dengeli bir yaşam biliminin anahtarı olarak gördüm. (6) Yoga Sutra’da (II,46) sağlam, dengeli ve hoş diye tanımlanan ve iyi bilinen yogin duruşunu (sthirasukham) ifade eder.” Çünkü sadece yoga asana uygulamak bile sağlam, dengede ve hoş bir beden ve zihin durumu içinde kalmaya davet eder bizi. Yaşamın stresli akışına kaptırıp, kendimizi koy verip gitmemizi değil, yaşamamızı salık verir yoga bilimi.
Hariom tat sat
Fatma Nur Kayral (Priiti Kana)
Yarararlanılan kaynaklar:
1- Gılgamış’ın Öğrettiği ya da Yoga Bir Panacea mıdır? / Bora Ercan Mayıs -2017 http://hariomyogamerkezi.tumblr.com/post/159481797476/g%C4%B1lgam%C4%B1%C5%9F%C4%B1n-%C3%B6%C4%9Fretti%C4%9Fi-ya-da-yoga-bir-panacea
2- Yoga / Dada Ach. Hiranmayananda Avt. S: 45,46
3- Yoga ve siz / b.k.s. İyengar s: 87
4- Suryadan Patanjali’ye Yoga / Bora Ercan s: 160
5- Yrd. Doç. Dr. Levent Suner /Nefes ve Oyuncu/ A. Ü. DTCF, Tiyatro Bölümü, Oyunculuk Anasanat Dalı
6- Yoga Ölümsüzlük ve Özgürlük / Mircea Eliade / s:83
0 notes
Text
fragmanlar
Ateş
Kocaman ateş
Tam orta yerinde kırılgan bir çemberin
Bir yaz gecesi
Kurulmuş çadırdan bir kent
Orta yerinde ateşin
Rüzgarla dans ediyor kıvılcımlar
Ve gökyüzüne uçarken kayboluyor birer birer
Çığlıklar, sesler, ne varsa çemberde dönen
İç döküntüleri
Kadınlar
Ağıtlar, en çok
Ve ortada
Ateş, kocaman
Ne tür kelamlara davetiye,
Bu gece ağzından çıkacak nefes
Bu yaz gecesi en azından
Uzak durun sürüngenler
Yanaşmayın sinsi sinsi
Kolay kolay kurulmaz çember
Çadırdan kentler
Terk edin bataklığımızı şimdi
Şimdi..
Şimdi biraz sakinleş. Biraz durul. İçine çekil. İçine ulaş. Yol bil, çıkış bil, ses bil, dil bil…hişş biraz sakinleş. Midenden gelen gürültüyü duy ve selamlaş. Kendine yabancı olma. Kendini sev. Büyü. Erginleş. Seril, serpil. Evet, hepsi serbest. Hepsi sana ait ve sana bağlı. Küçümseme kelimeleri. Sana bağlı diyorum. Anla. Sakinleş. Bir çiçeğin serpilişini düşün. Ya da çekilişini suların. Ortada noktada buluş. Gel ve sus.
Kendi haline bırak. Yönetme. Yöneten olma. Hisset ve uyan. Dene, geceden tepeye ulaşana kadar dene. Ortasında değilsin çemberin. Parçasısın. Uyan. Duymak isteyeceğin şeyler söyle. Karanlığını bil ve korkma. Karanlığına uyan. İçindekine ulaş. Bak ortada, ateş. Açıklaması zor biliyorum. Sana diyorum. Aynılıktan öte diyorum her şey. Bir yaz gecesi. Tam vaktidir şimdi konuşmanın. Özgürleşmenin biraz. Biraz diyorum çünkü öyle hemen özgürleşemez insan. Biraz daha ateş ve daha büyük bir çember. O kadar çok şey var ki oynamak istemediğin. Delir. Delirmek iyidir. İçindekine ulaş. Kurtar kendini bu zehirden. Yeniden çık ve geceye karşı dur.
Dur dinle. Her şey çok karışık. Başlangıçtan beri böyledir bu. Her şey çok karışıktır her zaman. Aksi düşünülemez. Karışıklık bu varlığın bir parçasıdır. O yüzden karışıklık aslında bir yokluk değildir. Bir çıkış yokluğundan bahsediyorum. Bazen ben mi anlatmalıyım yoksa sen mi biraz konuşmalısın emin olamıyorum. Kaç kıvılcım daha büyüleyecek bizi bu gece. Kaç gece daha büyüyecek, kaç gece daha ateşi hissedeceğiz. Bazen senden çok korkuyorum ama hakkını vermem lazım ki çoğu zaman varlığın beni çoğaltıyor. Ve bu bütün bir yaz mutlu etmeye yetiyor. Evet çokluk. Hep ihtiyaç duyarız. Başlangıçtan beri böyledir bu. Aksi düşünülebilir mi? Biraz daha kor, biraz daha köz, biraz daha kül. Küllerde duman. Dumanda rüzgar. Ve bizim bütün çemberi saran bir yaz gecesi zavallılığımız. Şimdi?
Neden kavga ettikleri belli olmayan iki köpek. Farklı tür, aynı cins. Herkese ait bir sokak ortasında. Üstelik bir yaz günü. Çok acı veriyor bir berberin bir berberi traş etmesi bana. Trenlerin her yere gidebilmesi çok acı veriyor. Bir ayının kutuplarda ne işi olur diyorum. Ağlıyorum. Bütün yalnızlıklara ağlıyorum. Ve çok kızıyorum anne bir buzağının danasını beklememesine. Neden diyorum salak balık aynı oltaya bir daha bir daha.? Neden bu kadar korkuyorsunuz bostan korkuluğundan ihtiyar kargalar? Sıçın, tepesine tepesine sıçın. Alay edin karşısına geçip; Sen deyin ne kadar da korkunçsun ey bostan korkuluğu! Sonra kahkahaha atın şaraplarınız salya sümük dökülürken gaganızdan. Hep bir nefes daha, bir nefes daha büyüsün çember. Sönmesin ateş. Ne kadar da yorgun herkes.
Deriin bir nefes. Ve başla. Aşkla başla. Ritim tut. Evet, işte böyle. Duur, duy, duyumsa, beklee. Şimdi, yakala. Kaçır arada. Bırak. Arkana bakma. Din dan don din, hoop tıks. Çok iyi böyle asansör. Aferin. Durma. Yukarı çık. Kapat ışıkları bekçi efendi. Bu gece paydos. Şehre paydos. İmama paydos. Öğretmene, dişçiye paydos. Marangozlar çalışsın sadece. Ve aşk yapanlar. İlerle. Biraz hızlı. Biraz daha hızlı. Hızlanarak. Şimdi dur. Üfle. İçinde biriken ne varsa üfleyerek çıkar. Şimdi kalbinde ince bir ayar. Dinle. Din dan din din dan, hoop tıks. Bak geliyor yine ekinler. Yeşeriyor şımarık bir buğday tanesi. Hani şu geçen yazdan kalan. Ne kadar da çenesi düşüktü. Giderek içinden geliyor şimdi içinden gelmek istenen. Evet duymaya çalış tabi. Ve anlat. Ama hisset önce. Haykır. Ağıdın müzik olsun binlerce yıl öncesine ait. Atalarının huzuruna çık. Kavuş. Kökleri dünyanın kendisine en yakın duran o atalarınla barış. Af dile. İlerle. Ellerin cebinde belki. Tatlı bir ıslık ağzından dökülen. Yeni kurumuş toprak dünden gelen yağmurdan. Yemek artıklarını topluyor ufacık bir çocuk. Ve suratıyla dans ediyor kara bir sinek. İzle. Bekle. Derin bir nefes. Şimdi uyan.
İkiye böl. Böl. Her şeyi ikiye böl. Bir masayı örneğin, böl ikiye. Bir çantayı, bir ayakkabıyı.. Böl. İkiyi de ikiye böl. Ve böyle yaşa. Olur mu yahu hiç öyle!? Hiç öyle şey olur mu yahu? Oluyor tükürük. Balgam oluyor. Bak dünyayı kaça böldüler. Taşları bak kaça böldüler. Bak derelere, bak nehirlere, bak şu şeylere artık kaça böldüler? İnsanı kaça kaç kere böldüler? Hiç öyle şey olur mu? Yahu öyle şey olur mu hiç? Bir devenin başını kesmek için kaç sebebin var? Nefes almak için kaç sebebin var yaşamaktan başka? İşte yaşamak. Tek şartı nefes almak. Bunu nasıl unutabildin, bunu nasıl bilemedin. Yıllardır burnunda taşıdığın, ağzından soluduğun yegane gerçeği nasıl göremedi her görmek istediğini gören bir çift göz. Onca çift gözler. Nasıl göremediniz? Böldünüz her şeyi. O kadar çok böldünüz ki bu parçaları toplayabilene aşk olsun. Aşk olsun milyarlara böldüğümüz bu yapbozu bir araya getirebilene? Biz bu kadar bölünmüşken, ayrılmış, parçalanmışken nasıl idrak edebiliriz bizim dışımızda olanı, biteni? Nasıl anlayabiliriz yer altından geleni? Gökyüzünde görünmeyeni? Nasıl? O kadar ağlamalıyız ki, o kadar ağlamalıyız ki, ne kadar ağlanabiliyorsa o kadar ağlamalıyız. Tüm günahlarımız göz yaşı olup akarken gözümüzden; göz yaşlarımızla yıkanmalı, göz yaşlarımızla kurulanmalıyız. Suya karşı günahkarız. Günahımız var aya, dağa, taşa. Nasıl temizleneceğiz? Hangi dans kurtaracak bizi? Hangi toprak derman olacak yaralarımıza ve ana olacak çocuklarımıza? O yüzden ikiye böl. Her şeyi ikiye böl. Bu ateşi de, çemberi de., bu yaz gecesini de.. Ama işe kendinden başla. Kendini bölebiliyorsan o zaman her şeyi böl. Öl.
İşte yine geldik. Bu kez koşuyoruz. Neşe var içimizde. Ayaklarımız çıplak, beklenildiği üzere. Her şey beklenildiği gibi. Kupkuru yapraklar kupkuru olmaları gerektiği gibi kupkuru. Ve toprak henüz kurumuş, dünden gelen yağmurdan. Giderek heyecan. Kovalamaca. Büyülemece. Ağır ağır yükseliyor havaya ateşten çıkan duman. Dumanda rüzgar. Rüzgar da duman. Göz kırpıyor yıldızlar. Uzaklardan gecenin sessizliğini o kadar güzel bozuyor ki sular. Sanki hayat suda başladı da orada öylece kaldı. O kadar büyük ki gökyüzü, büyük olabildiği kadar büyük. Bağırsan, anlatsan. Ortak olsan. Duyumsasan. Azımsamasan. Anlaşsan. Yaklaşsan. Daha fazla yaklaşsan. Yaklaş ve bağır. Boş ve derin bir kuyuya tepesinden bağırmak gibi. Tüm yalanlarını bu boşluğa dökmek mesela. Dur, kaçma. Kuyudan yankılanacak olan sesini duyumsa. Kendi sesine kulak ver. Yalanlarını çıkar ağzından, dilinden, midenden, kalbinden, dişinden. Dürüst ol. Önce kendi sesine. Sonra sesinin değebileceği her şeye. Bu kadar basit. Duyumsa. Kanıksa. Neden bu kadar kızgın bazı amcalar. Neden bu kadar hızlı yürüyor bu koca kafalar. Cepleri söylenildiği gibi silah mı dolu gerçekten! Bak bir kızın dondurma yalıyor dilleri. Hişş amann. Aman haa! Dillendirme. Dellendirme delirebilecekleri. Ateşi izle ve at kuyuya bu düşünceleri. Bunlar bir avuç insan. Sık avucunu sıkabildiğin kadar şimdi. Ez. Hızlan. Ez. Daha güçlü. Daha hızlı. Parmaklarını batıra batıra ez. Az. Yetmedi ez. Ez. Yetmedi az. Daha güçlü batır. Suratın öfkeden tanınmayacak hale gelene kadar sık. Batır parmaklarını. Ve çek at kuyudan aşağı. Üzerine üzerine tükür ve küfür. Bırak yankılansın bu delilere savurduğun küfürler, tükürükler gökyüzünde. Temizle insanı bu bir avuç insandan. Avuç aç şimdi. Şükret. Duyumsa. Yaşa.
Şimdi biraz sakinleş.
Biraz durul.
bir yaz gecesi
gökyüzüyle seviş
ve büyüt büyütebildiğin kadar çemberi.
�,�ل8
0 notes
Photo
Savrseni krug _ Kusursuz çember (1997)
#Savrseni krug#Kusursuz çember#Ademir Kenovic#Mustafa Nadarevic#Almedin Leleta#Almir Podgorica#drama#war#savaş#film#movie#sinema#cinema#Bosnian#Sarajevo#poster#afiş
7 notes
·
View notes