#koridorudur
Explore tagged Tumblr posts
dolunay66 · 4 years ago
Text
Tumblr media
Rameshwaram tapınağının bu dış koridorları, 30 fit yüksekliğindeki 1212 sütunla desteklenen toplam uzunluğu 3850 fit olan dünyanın en uzun koridorudur.
9 notes · View notes
konnektom · 4 years ago
Text
Bir idamlık Halil vardı asıldı...
Orgeneral Kenan Evren: “Adalet yerini bulsun diye bir sağdan bir soldan asıyorduk. Asmazsan bunlar virüs gibi çoğalır, işte o zaman Atatürk ilke ve inkılaplarından koparız.” Manisa Saruhanlı’dan bir vatan evladı… Henüz 18 Yaşında. İmam Hatip son sınıfta evlenir ki üç beş günlük damattır daha. Bir bakar darbe olmuş (12 Eylül 1980) apar topar alınmış karakola. Karıştığı hadise var mıdır, yoksa kulp mu takılır bilmiyoruz. Bildiğimiz şu ki isnat edilen suçları kabul etmeyecektir asla. 3 Haziran 1983 günü radyo ve televizyonda idam edildiğine dair haberler yayınlandığında, emniyete götürülmüş sıkıştırılmaktadır hâlâ... Kalem kıranların vicdanları da rahat değildir anlaşılan. İşkence iki gün sürecek ve bir şey alamayacaktırlar ondan. Ne belge, bilgi, ne itiraf, ne imza…Lakin koskoca konsey başkanı “asılsın” buyurmuştur, dönecek değillerdir ya!
MÜSAİT MİSİNİZ HOCAM? 5 Haziran akşamı iki sivil memur Muradiye Camii imamı Abdullah Hoca’ya gelirler, “bi’ nikâhımız vardı hocam!” -Buyurun gidelim tamam. Araba Buca Cezaevinin önünde durur. Hâkimler, hekimler, cankurtaranlar… Anlar ki yine darağacı kuruldu avluya… Abdullah Hoca daha evvel solcu gençlerin infazına getirilmiş ancak onlar “biz Allah’a, kitaba inanmıyoruz” deyip dinî telkini reddedince bükmüş boynunu çekilmiştir kenara. Elbette endişelidir, terslenmekten çekinir ne de olsa. Derken kapı açılır, elleri arkadan kelepçeli iki mahpus (Selçuk Duracık ve Halil Esendağ) içeri alınırlar. Gençler “Selamün Aleyküm” derler sıcak, mülayim bir ses tonuyla. Üzerlerinde kefene benzer libaslar, başlarında akça pakça namaz takkeleri ve ayaklarında bu gün için saklandığı belli çoraplar vardır... Kar beyaz ama! Sanki eski bir dost gibidirler, bir yerlerden aşina. Odadakilerle bakışır gülümserler. Ne bir tavır, ne bi’ eda. Tabip sorar “Herhangi bir şikâyetiniz?” “Yok, elhamdülilah” derler “taş gibiyiz evvelallah”. -Son arzunuz? -Mümkünse cenazelerimiz ailemize verilsin, o kadar. Hocaefendi “Kardeşlerim” der, “Dünya bir imtihan koridorudur. Ölüm ise ahiret hayatına açılan kapı. Ne mutlu bu yola Allah teâlâya iman ederek çıkanlara…” Gençler ikişer rekât namaz kılar, son dualarını yaparlar. Nur alâ nur, bir sükûnet oturur simalarına.
BOYNUNDA YAFTA..Ortalık nasıl sessiz, ökçeler çınlar avluda. Projektörler yanınca sehpa daha bir büyür sanki, kara kara gölgeler yollar sağa sola. Yağlı urgan tehditkârdır, hafif hafif salınmakta… Ürpertici bir manzara… Hoca efendi: “Yaşım altmışı geçmiş” de, “alacağımı almışım dünyadan. Buna rağmen ürkmedim desem yalan olur. Elim ayağım titredi heyecandan.” İnfaza Selçuk’tan başlarlar. Yafta asılır boynuna, delikanlı dimdik yürür sehpaya. -Allah’a gidiyorsun Selçuk. Tebessümle başını sallar “biliyorum hocam, inşallah!” Tekbir getirir, tevhid söyler, zikri hiç kesmez son ana kadar. Boynuna urganı geçirirken cellatına bir şeyler fısıldar. Adamın yüzü değişir, allak pullak olur âdeta. Cellat sandalyeyi çeker, o malum çatırtı. Bedeni döner döner ve yüzü kıbleye gelince durur hizada. Hekim tamam deyince alır, masaya yatırırlar, manalı bir tebessüm, sanki başka âlemlere bakmakta.
HÜSN-İ HATİME Halil “darağacında slogan atacak mısın” diye soran arkadaşlarına “hayır” demiştir, “asla!” Son cümlesinin kelime-i şehadet olmasını ister zira. Yürekli bir çocuktur, intihar olmasın diye tabureyi tekmelemeyecektir, ölümden korktuğundan değil yoksa. O da arkadaşı gibi eğilip bir şeyler söyler celladının kulağına. Bedeni aynen Selçuk gibi döner, yüzü kıbleye gelince, son nefesini verir uzunca bir solukla. Boğazından urganı çıkarıp masaya yatırırlar. Gözleri yarı açıktır, belli ki güzel şeyler seyretmektedir o anda. Abdullah Hoca göz kapaklarını çeker, çenesini bağlar. Yasin-i şerif tilavetine başlar. Mesleği icabı çok ölü görmüştür ama bunlar başka... Salih bir müminin uyku hâli vardır simalarında. Cellat duvarın dibine çökmüş, elleri şakaklarında. Hoca efendi çıkarken yaklaşıp sorar “sahi ne söylediler sana?” -Belki inanmayacaksın ama hakkını helal et dediler hocam. Bize genelde küfredilir oysa…
MÛTÛ KABLE ENTE MÛT! Halil ölmeden ölen bir gençtir. Allah’tan (celle celalüh) ne gelirse başı üstüne. Kahrın da hoş der, lütfun da… Devletin vereceği idam gömleğini istemeyecek kadar hassastır, idam hâli bu, ola ki yırtılır, kirlenir zeval gelmesindir milletin malına. Kendine o güne has bir libas yaptırmak ister, bezi helal parayla alınsındır ama… Koğuşta 23 ülkücü vardır, bakın şu işe ki alayından çıkan para bir bez alamaz. O günlerde içlerinden birine beyaz bir nevresim gelmiştir, terzi ustaca keser biçer, cübbe kefen arası bir şey çıkarır onlara. Tamam olmuştur işte. Eğer namazlarını bununla kılar, zikre bununla otururlar ve gözyaşlarıyla yuğup yuğup yıkarlarsa… Halil’in bir niyazı daha vardır Cenâb-ı Hakk’tan. Ah ruhunu, yağmurun hafif hafif çiselediği bir seher vakti teslim edecek olsa.Arzu işte… Nelere kadir değildir ki yüce Mevla!
BENDEN DUYMUŞ OLMAYIN AMA! Buca Cezaevinde o gün alışılmadık bir hava vardır. Gazeteler bırakılmamış, mazgal açılmamıştır. Bu “infaz var” demektir temayüllere bakılırsa. Yine kimi sallandıracaklardır acaba? Terzi geçerken fısıldar, “Halil ile Selçuk’u asacaklar haberiniz ola!” Koğuş buz keser âdeta. Ne yapabilirsin ki? Derhâl abdestler alınır, seccadeler yayılır, okumasına bilen Mushaf-ı şerifini açar, bilmeyenler tespihlerine sarılırlar. Duvar, duvar, katil duvar. Dua ile ulaşabilirler anca… Gece yarısına kadar iki hatim indirir, sık sık parmaklıklara çıkar Salat-ü selam yollarlar Server-i Kâinat’a… Bu yanık seda arkadaşlarının hücrelerine de ulaşıyordur mutlaka... Şafak sökerken serinlik çöker, inceden yağmur atar. Hani toprak kokusunu yükseltecek kadar. Tuhaf! Şu kavruk İzmir haziranında! Koğuştakiler ağlamaklıdır. “Halil’in duası kabul oldu arkadaşlar!” Ölüme özenilir mi? Nasıl özenilmez, birazdan can vereceğini biliyorsun ve sana tövbe, helalleşme, kelime-i şehadet imkânı tanınıyor.
ARDIMDAN AĞLAMAYIN! Ertesi sabah gardiyanlar koğuşun gediklilerini çağırırlar. “Gelin, müdür beyin verecekleri var.” Halil’in emanetleridir bunlar… Yatak döşek, üst baş, cüz, takke, misvak ve dinî kitaplar… Notlar arasında kıldığı kaza namazlarının listesi vardır. Ölümle ilgili ayet-i kerime ve hadis-i şerifleri toplamıştır bir kâğıda. Ve bir mektup. Annesine babasına hitaben yazılmış. Besmele ile başlar, Resul-i Ekrem’e salat ve selamlarla devam eder. Ebeveynine “sabredin” der, “arkasından yakınmak mevtayı bizar eder zira!” Ve küçük küçük paketler… Üşenmemiş tek tek etiketlemiştir. Ancak gazeteye sarılı bir bez dikkatlerini çeker. Üzerinde ne yazı, ne işaret. Ya çoraptır, ya fanila. Ne olabilir ki başka? Tereddütle açarlar. Aaa o da ne? Yeşil bir tülbent! Etrafında zarif bir oya… İhtimal; iki buçuk yıl kaldığı ölüm hücresinde hanımın danesi dert ortağı olmuştur ona. Boğazlarda düğümler, yutkunan yutkunana... İşe yarayan eşyaları mahpuslara dağıtır, hatıraları ailesine yollarlar. Halil’in babası dindar bir insandır. Olanları tevekkülle karşılar. Annesi de öyledir zahir, lakin bir soru gezinmektedir kadıncağızın kafasında. Tamam, oğlu tekbirlerle, tehlillerle vefat etmiştir ama… Şehadet makamına ulaşmış mıdır acaba? Mürüvvet Hanım o gece rüyasında cennet bahçelerinde dolanmaktadır. Sahabeler toplanmış, sanki birini bekliyorlar. Merakla sorar: Hayırdır, neler oluyor burada? Bilmiyor musun, şehit Halil’in düğünü var. Resulullah Efendimiz teşrif buyuracak nikâhını! Süphanallah!
İrfan Özfatura - Türkiye Gazetesi
Tumblr media
alıntıdır
2 notes · View notes
belkidebirharfimben · 5 years ago
Text
Esma ayetlerin tutkalıdır
Kur'an Allah'ın el-Mütekellim isminden gelen kitabıdır. Kainat Allah'ın el-Halık isminden gelen kitabıdır. Kur'an'da tecelli eden diğer bütün isimler el-Mütekellim isminin gölgesinde görünürler. Kainatta tecelli eden diğer bütün isimler de el-Hâlık isminin ardında tebessüm ederler. Yani ki, Kur'an Rabbimizin 'okunan kitabı'dır, kainat ise 'yaşanan kitabı'dır. Peki bu sistemde 'nübüvvet' nereye düşer? el-Cevap: Nübüvvet de yine Rabb-i Rahim'imimizin el-Hâdî isminden gelen yüce bir müessesesidir. O da bir kitaptır. Ama insandan bir kitaptır. Muallimdir. Kainat okulundaki Kur'an dersinin öğretmenleridirler. Onların tedrisinde ayrıcalıklı olan şey 'okunan' ile 'yaşanan'ın eğitimini kendilerinde birleştirmeleridir. Yani, başta Efendimiz aleyhissalatuvesselam olmak üzere, bütün peygamberler hem 'okunan'la hem de 'yaşanan'la kuşanmış eserlerdir. Çift kanatlı/boyutlu yol göstericilerdir. Hem 'vahiyden beslenişleri' hem de 'kainatı yaşayışları' onlara Kur'an-kainat ilişkisini açıklamada bir berzahiyet yüklemiştir. Evet. Sünnetin müslümanlar için 'olmazsa olmazlığı' da buradan kaynaklanır zaten: İki âlem arasındaki geçişkenlik en muvaffakiyetli şekilde nebilerin rehberliği üzerinden sağlanır. Yani öğrenilir. Elhamdülillah. Verdikleri dersler sayısınca hem de. Buradan şuraya geçelim: Kur'an'da bildiğiniz gibi 'Nahl' isminde bir sûre var. Anlamını çoğunuz bilirsiniz ya ben yine de zikredeyim: Nahl 'arı' demek. Sûreye bu ismin verilmesinin sebebi içinde arılardan bahsedilmesi. Hakkında bilgi veren hemen her metinde yazıyor bu. (İnternette de kolaylıkla bulabilirsiniz.) Fakat meselenin oralarda pek bulunmayan yönü şu: Bu isim sûreye sadece 'arılardan bahsettiği için' verilmemiş olabilir. Ya? Nahl belki de burada bir sembol. Bir kanunun ucu. Bir uyanışın dikkat çekici başlangıcı. Tıpkı Newton'un başına düşen elma gibi arkasında saklanan büyük bir düsturdan haber veriyor. Peki neymiş bakalım o? el-Hâdî isminin kanun şeklindeki tecellisi. Allah 'hidayet verici'dir. el-Hâdî özetle bunu söylüyor. Hidayet ne demek peki? En kısa şekliyle 'doğru yol' diyorlar. Bunu 'şimdilik' kaydıyla kabul edelim. Girmeye çalışalım. Bu makamda merhabamız bir sualle olacak: "Yol bulan sadece biz miyiz?" İşte, bu suali sormayı başardığınız an, sûrede verilen bütün misaller havada uçuşmaya başlıyorlar. Nihayet birbirlerini bulmuş kardeşler gibi sarılıyorlar. İpe dizilen inci taneleri gibi gülümsüyorlar. Aynen. Yani farkediyorsunuz: Hak Teala arının yol buluculuğundan bahsediyor. Çünkü kendisinin 'yol göstericiliğini' görmemizi istiyor. Bunu gördükten sonra, el-Hâdî ismini okuduktan sonra, artık kainatın her köşesi de onun renginden bir renk almaya başlıyor. Nihayetinde inandığımız tevhid değil mi? Hepsinin ilahı aynı Allah değil mi? Çiçekler başkalaşsa da güneşleri bir değil mi? Mesela: Başka bir ayetinde diyor: "Yolunuzu bulmanız için de ırmakları ve yolları yarattı!" Hadi bakalım. Oldun mu sen de şimdi bir arı? Maşaalllah sana. Çırp akıl kanatlarını. Duyalım neşeli vızvızlarını. Demek bu mübarek sûreye 'Nahl' isminin verilmesi 'içinde arının zikredilmesinden' değil sadece. Ya? Herşeyin bir parça arı olduğu farketmesi için. Arı bir kapıdır. Dağlar, ırmaklar ve yollar birer kapıdır. "Hakikî hakaik-i eşya esmâ-i İlâhiyedir!" Eğer bugün fiziği, kimyayı veya biyolojiyi yasalarla avlamaya çalıştığımız gibi, bütün eşyayı kanunlar içinde tarif etmeyi başarabilsek, tabir-i diğerle 'herşeyin teorisine' ulaşabilsek, onun Esmaü'l-Hüsna olduğunu görürdük. Varlığı tefekkür ederek ulaştığımız düsturlar aslında bize Allah'ın isimlerini anlatıyorlar. Herbirisinin ardına düşüldüğünde bir/birçok ismin gölgesine ulaşılıyor. Eşyadaki düzene bakıyoruz mesela. Düzenleyici olanı buluyoruz. Sevgiye bakıyoruz mesela. Sevdireni buluyoruz. Merhamete bakıyoruz mesela. Rahman'ı buluyoruz. Terbiyeye bakıyoruz mesela. Rabliğini buluyoruz. Hasılı: Bunlarla ilgili diğer bütün okumalar daha üstlerindeki bir anayasanın altmaddeleri olarak dünyamızda tezahür ediyorlar. Fakat bazen bu altmaddeler aklımızı başımızdan alıyor. Hatta bazısı daha da ileriye gidiyor: Yasalardaki sarhoşluğuyla anayasayı inkâr ediyor. Kanun koyucuya karşı da körleşiyor. Halbuki bir kanun koyucu olmadan hangi kanun yürürlükte kalabilir? İşleyebilir? Risale-i Nur okumalarının bana kazandırdığı yeteneklerden birisi de herşeyi Esmaü'l-Hüsna'ya dönük şekilde düşünebilme refleksidir. Buna 'refleks' diyorum. Çünkü bir noktadan sonra ihtiyarsız olarak da bunu yapıyorum. Şuur gibi yanımda taşıyorum. Eğitimini aldığım şey hayatıma yön veriyor. Sadece hayatıma mı? Hayır. Kur'an ve kainat tefekkürlerime de. Hatta Kur'an ve kainat arasındaki ilişkiyi anlamama da bu refleksim ciddi bir zenginlik katıyor. Anayasa bilgisinin böyle bir artısı vardır. Anayasayı bilirseniz yasaları yerli yerine koyabilirsiniz. Esma'yı bilirseniz şeyleri ayetleştirebilirsiniz. Ve dahası: Ayetler arasındaki ilişkileri o berzahlardan geçerek daha sıkı şekilde kurabilirsiniz. Esmaü'l-Hüsna'ya dair sahip olunan marifet ve bu marifeti kullanabilme yeteneği/pratiği, bilimkurgu filmlerinde boyut atlamayı sağlayan kapılar gibi âdeta, 'okunan-şahit olunan-tecrübe edilen' arasındaki geçişkenliği sağlar. Kainatta okuduğunuz bir isimden onun Kur'an'daki karşılığına, Kur'an'daki karşılığından sünnetteki karşılığına, sünnetteki karşılığından kendi hayatınızdaki izdüşümüne ulaşabilirsiniz. Onların birbirinden ayrı/parçalı şeyler olmadığını farkedebilirsiniz. İşte yine Nahl sûresinin kapısını çalma zamanı geldi. Ama bu defa el-Hâdî kapısından içeriye girmeyeceğiz. er-Rahman isminden eşiğini öpeceğiz. Hatta bu defa arıdan bahseden 68. ayete kadar da çıkmayacağız. Daha evvelinde takılacağız. Bununla birlikte yine bir parça arı kardeşin vızvızını dinleyebiliriz. Zira el-Hâdî ismi ile er-Rahman ismi arasında da bir geçişkenlik var. Evet. Esma ayetler/şeyler arasında geçişler sağladığı gibi kendi içinde de geçişleri olan bir kapılar koridorudur. Birini tefekkür ederken birçoğunun kapısı daha çalınabilir. Hatta bazen mecbur kalınabilir. Girilebilir. Hemen 63 ve 64. ayetlerin kısacık meallerini misafir edelim: "Allah’a andolsun, senden önceki ümmetlere de (peygamberler) göndermişizdir. Fakat şeytan onlara işlerini süslü gösterdi de (iman etmediler). işte o, bugün onların velisidir. Ve onlar için elem verici bir azap vardır. Biz bu Kitab’ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik." Görüldüğü gibi burada öncelikle ümmetler birbirlerine nübüvvetle bağlandı. Sonra da hidayet ve rahmet birbirine bağlandı. Yani el-Hâdî ve er-Rahman isimlerinin birbiriyle ilişkisine, daha doğrusu, birbirine bakar yüzlerine dikkat çekildi. Ancak bir sonraki ayette bir sıçrama yapacağız. Hadi bakalım. Onun da kısa bir mealini alalım: "Allah gökten bir su indirdi ve onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz ki bunda dinleyen toplum için bir ibret vardır." Bana öyle geliyor ki: Kur'an tefekkürümüze zarar veren şeylerden birisi de onu parçalamaktır. Ne demek bu? Belki biraz şu demek: Kur'an'ı okuduğunuz zaman, farklı şeylerden bahseden ayetler arasındaki ilgiyi 'bir bütünlüğün parçasıymışlar gibi' aramıyorsanız, okumanızda sığlaşmaya başlıyorsunuz. Halbuki Esmaü'l-Hüsna bizi bu tür bir sığlaşmadan da kurtarıyor. Onlara dair okumalarınız zihninizin arkaplanında çalıştığında ayetler birbirine açılır yollar gösteriyor. Uygulamalı olarak görmeye çalışalım: 63 ve 64. ayetlerde bize 'nübüvvet kanunu'ndan bahsedildi önce. Bütün ümmetlere peygamber gönderilmiştir. "Neden?" diye soracaksanız da cevabı oradadır: "Çünkü şeytan diye birşey var." Ha, ona kadar çıkamadınız mı, o zaman şuraya gelin: "İnsana kötü işleri süslü gösterilebilir." Tarihte birçok misali vardır bunun. Şeytanı inkâr edenler dahi bunu inkâr edemezler. Küresel güçlerin propagandalarıyla başardıkları algı yönetimi bugün herkesin şahitliğidir. Şeytan bütün bu hilelerin ardındaki kuklacı gibidir. Dikkatle bakan ipleri görür. Ardından vahyin gerekliliği izah ediliyor. Neyle? İnsanların ihtilafa yatkın fıtratlarıyla. Bir yerde birden çok insan varsa mutlaka ihtilafa düşerler. Orijinalliklerinin bir getirisidir bu. Hiçbir insan bir diğerinin tastamam aynısı değildir. Bu nedenle kendi hallerine bırakıldıklarını ortak bir doğruda buluşmaları zorlaşır. İşte bu açıdan vahyin varlığı gereklidir. Çünkü Allah el-Hâdî ve er-Rahman'dır. Kullarını hakikati bulmada şaşkınlığa düşürüp sonra da azap vermez. Bulabilmelerine imkan sağlar. Rahmeti de bunu gerektirir. Ceza varsa o cezadan sakınabilmenin bir yolu da olmalıdır. İnsanlara doğruyu seçmeleri için yol göstermezseniz yanlışı seçtiklerinde yanlış yapmakla suçlayamazsınız. Bu ayetler, bir silsile halinde aklımızı alıştırıp, el-Hâdî ile er-Rahman'ı birbirine bağlayınca artık bir sonrasındaki yağmur bahsi herhalde eskisi kadar garip gelmeyecektir. Gökten su indirmekle ölü topraklara can vermek Cenab-ı Hakkın herdaim görülegelen bir tecellisidir. Buna şaşırmayan insanların ölü kalplerine/ruhlarına el-Hâdî ve er-Rahman göğünden nübüvvet ve vahiy yağmuru yağdırılmasına da şaşırmamaları gerekir. Çünkü ölü toprakları diriltmek Cenab-ı Hakkın kapsamlı bir kanunudur. Her yerde tecelli eden bir rahmetidir. Topraktaki tecellisi öyledir. İnsandaki de böyledir. Bunlar bir kanunun farklı fizik sahalarında görülen uygulamalarıdır. Her neyse. Çok konuştum. Yazıyı da çok uzattım. Hakkınızı helal edin. Söyleneceklerin gerisini başka yazıya bırakıyorum. Eh. Evet. Nihayetinde arıyız. Bahçedeki çiçekleri görünce aklımız başımızdan gitti. Sürç-i lisanımız affola.
2 notes · View notes
yedi24haber · 7 years ago
Text
BBP Genel Başkanı Destici: Kürt koridoru değil, terör koridorudur
BBP Genel Başkanı Destici: Kürt koridoru değil, terör koridorudur
KOCAELİ Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Mustafa Destici, Afrin‘e yönelik operasyona ilişkin, “Türkiye, Kürtlere operasyon yapmamaktadır. Operasyon, PKK’ya, YPG’ye karşıdır. Suriye’nin kuzeyinde kurulmaya çalışılan koridor, Kürt koridoru değil, terör koridorudur.” dedi. İzmit Kadıköy Düğün Salonu’nda düzenlenen BBP’nin 25. kuruluş yıl dönümü etkinliğinde konuşan Destici, birliği…
View On WordPress
0 notes
sakarya360 · 4 years ago
Text
SAÜ'lü Prof.Selvi:'' Karabağ zaferi Türkiye ve Azerbaycan'ın birleşme koridorudur ''
SAÜ’lü Prof.Selvi:” Karabağ zaferi Türkiye ve Azerbaycan’ın birleşme koridorudur ”
Prof. Dr. Haluk Selvi: “Karabağ zaferi,birleşme koridoru oldu” – “Bu bir zaferdir, başarıdır fakat şimdi diplomatik açıdan bunu zafere dönüştürmek gerekiyor. Masada, Türkiye’nin tüm Orta Asya’ya açılacak olan koridoru muhafaza etmesi gerekiyor”– “Karabağ zaferiyle açılan koridorla Türkiye’nin Nahcivan, Karabağ ve Azerbaycan’la daha yakın kültürel, siyasi ve iktisadi iş birliğine girmesi ve…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
huseyinerol3453 · 4 years ago
Photo
Tumblr media
BİR İDAMLIK HALİL VARDI ASILDI... Orgeneral Kenan Evren: “Adalet yerini bulsun diye bir sağdan bir soldan asıyorduk. Asmazsan bunlar virüs gibi çoğalır, işte o zaman Atatürk ilke ve inkılaplarından koparız.” Henüz 18 Yaşında. İmam Hatip son sınıfta evlenir ki üç beş günlük damattır daha. Bir bakar darbe olmuş (12 Eylül 1980) apar topar alınmış karakola. İddia edildiği gibi karıştığı hala tespit edilmiş değil. Zaten isnat edilen suçları da kabul etmeyecektir . 3 Haziran 1983 günü radyo ve televizyonda idam edildiğine dair haberler yayınlandığında, emniyete götürülmüş sıkıştırılmaktadır hâlâ... Kalem kıranların vicdanları da rahat değildir anlaşılan. İşkence iki gün sürecek ve bir şey alamayacaktırlar ondan. Ne belge, bilgi, ne itiraf, ne imza… 5 Haziran akşamı iki sivil memur Muradiye Camii imamı Abdullah Hoca’ya gelirler, “bi’ nikâhımız vardı hocam!” -Buyurun gidelim tamam. Araba Buca Cezaevinin önünde durur. Hâkimler, hekimler, cankurtaranlar… Anlar ki yine darağacı kuruldu avluya… Abdullah Hoca daha evvel solcu gençlerin infazına getirilmiş ancak onlar “biz Allah’a, kitaba inanmıyoruz” deyip dinî telkini reddedince bükmüş boynunu çekilmiştir kenara. Elbette endişelidir, terslenmekten çekinir ne de olsa. Derken kapı açılır, elleri arkadan kelepçeli iki mahpus (Selçuk Duracık ve Halil Esendağ) içeri alınırlar. Gençler “Selamün Aleyküm” derler sıcak, mülayim bir ses tonuyla. Üzerlerinde kefene benzer libaslar, başlarında akça pakça namaz takkeleri ve ayaklarında bu gün için saklandığı belli çoraplar vardır... Kar beyaz ama! Sanki eski bir dost gibidirler, bir yerlerden aşina. Odadakilerle bakışır gülümserler. Ne bir tavır, ne bi’ eda. Tabip sorar “Herhangi bir şikâyetiniz?” “Yok, elhamdülilah” derler “taş gibiyiz evvelallah”. -Son arzunuz? -Mümkünse cenazelerimiz ailemize verilsin, o kadar. Hocaefendi “Kardeşlerim” der, “Dünya bir imtihan koridorudur. Ölüm ise ahiret hayatına açılan kapı. Ne mutlu bu yola Allah teâlâya iman ederek çıkanlara…” Gençler ikişer rekât namaz kılarak, son dualarını yaparlar. Bu kardeşlerimize gani gani rahmet diliyoruz. Mekanları Cennet olsun. AMİN https://www.instagram.com/p/CB90mjEM5ga/?igshid=15uto1i85xh8p
0 notes
almostwingedhologram · 6 years ago
Text
HÜRMÜZ BOĞAZI, PETROLÜN VAZGEÇİLMEZ KORİDORUDUR
HÜRMÜZ BOĞAZI, PETROLÜN VAZGEÇİLMEZ KORİDORUDUR
(more…)
View On WordPress
0 notes
belkidebirharfimben · 5 years ago
Text
Leyla kanı içerek Mecnun olunmaz
Arkadaşım, “Halimiz nedir?” diye soruyorsun, anlatayım: Sultan, sofrasına davet etmiş, ama biz sofraya âşık olmuşuz. İkramlarsa zamanla mukayyet. Bitiyor. Sonra Sultan bizi başka odaya aldırmak istiyor. Misafirlik hep sofrada geçmez ya. Başka ihsanlar da olacak. Korkuyoruz.
Bu korkunun ismi nedir peki? “Sofra âşıklarının sofradan kalkma korkusu.” Sultanın hatırını kırma cür'eti. Her yerde bulur bizi. Ölümden korkarken de böyle. Gençlik giderken de böyle. İşte zor yazdığım günlerde kalemle misalim böyle. Sanki tabağımın sonuna geldim gibi.
Kalemden kaşığımla dibini dövüyorum. Çıkmıyor. Kolay yazma nimeti elimden çekilmiş gibi. Birkaç günlüğüne? Daha fazla bir zaman için? Kimbilir. Yoksunluk, o nimetin zatî bir özelliğimiz olmadığını, dolayısıyla onun için de ayrıca Allah'a borçlu olduğumuzu hatırlatıyor. Senin anlayacağın: Gaflet de perde perde. Varolduğun için borçlanmak her defasında yeniden borçlanmak değildir. Yaratılış big-bangden ibaret değildir. Halık ismine borcumuz Kayyum ismine borcumuz gibi değildir.
Hatırlayış şükrün madenidir. Hem hatırlayış azgınlıktan da korur. Evet. Hatırlamaktan memnunum. Fakat, neden açıkça diyemeyeyim, Hz. Musa efendimin duasında dediği gibi ‘otuziki kısım tekmili birden’ dilenciyim: Allah'ın vereceği her hayra muhtacım. Çünkü yaratılışım bu açlık üzerine. Birşeylerin sonuna gelmekten karanlıktan korktuğum gibi korkarım. Her ayrılık daha büyüklerinin kabuslarını çağırır.
Ölüm korkumun kaynağı budur. Yaşlanmak da bu yüzden üzer beni. Saçlarımın dökülmesiyle değil sorunum. Günlerimin de dökülmesi. Sevdiklerimin de günbegün dökülmesi. Hazan, sonbahara özgü değil, sofradaki hiçbir şeyi ıskalamıyor. Tabaklar bitiyor. Kaşıklar boş dönüyor. Sahipleri korkuyor. Dökülmek ciddi bir çağrışımdır. Ve der ki: Dökülüş istisnası bulunmayan bir kanun-u ilahîdir. Şecere-i hilkat herdem yapraklarını döker. Varlığına ölüm, korkusuna fena, yokluğuna beka deriz.
Yalnız yaprakların kaderi değil hepimizin kaderi dökülmek. Varlığımın bağlamından/dalından kopup yavaş yavaş bir kenara doğru itildiğimi görmem. Bir kırık oyuncak hikayesi. Ayaklar altında kalmam. Eskimem. Önemsenmez oluşum. Önemsediklerimin de önemsenmez oluşu. Sesimin çatlaklaşması. Zor duymam ve zor da duyulması. Lisanımın tuhaf bulunmaya başlanması. Daha az hayran olup daha çok acımaları bana insanların. Daha az fikrimi sorup daha çok duymazdan gelmeleri.
Beraber söylendiğim ve ancak onunla anlamlı olduğum cümleden uzaklaşıyorum. Tabaklar bitiyor. Kaşıklar boş dönüyor. Sahipleri korkuyor. Yabancı bir gezegende gibiyim. Gözüne girebileceği kimse kalmayınca insan neden göze görünmek istesin? Hani diyor ya mürşidim: "İhtiyarlık sırrıyla, hemen ekseriyet-i mutlaka ile, akran ve ahbabım ve akaribimden yalnız ve garip kaldım. Onlar beni bırakıp âlem-i berzaha gittiklerinden neş'et eden hazin bir gurbeti hissettim."
Memleketinde gurbetçi eder zaman insanı. Yakınları içinde yabancı eder. Mutluluk paylaşmaktır. Paylaşmak ancak aynı şeyleri değerli bulmakla mümkün. Bu payda yok oluyor en çok yaşlanınca. Esprilerini anlayamam. Hızlarına yetişemem. Dinledikleri müzikleri sevemeyişim de cabası. Gittikleri yeri özlüyorum. Anlaşılacağım ve anlayacağım o yeri özlüyorum. Ölüm önce sevdiklerimi almakla kendisini bana özletiyor.
Gitme zamanı yaklaşıyor. Anlıyorum. Hiçbir şey katamıyorum dünyaya artık. Dillerin farklılaşması, anlaşmazlık, rüzgarın insanları savurması... Babil kulesinde başa gelen birşey değil yalnız bu tefrika. Her çağın başında. Çok konuşan ihtiyar neden sevilmez hiç düşündün mü? Konuşmak gitmek istemediğinin işaretidir çünkü. Bir varolma çabasıdır.
Yaşlılardan beklenen daha çok susmaları. Gidiyorsun zaten. Daha fazla tutunmaya çalışıp yer işgal etmek niye? Çocukluğumu özlüyorsam o zamanlar sonun bahse değer olmayışından. Ne diyor Ian Mcewan Zamanın İzlerinde’de: “Çocuklar için çocukluk sonsuza dek sürer.” Aynen öyle. Herşeyin daha başındaydık. Yaratıldığımız noktaya daha yakındık. Eskitemiyordu o günlerde bizi hiçbirşey. Gün bizim günümüzdü. Bağlam bizim bağlamamızdı. Şakalarımız yeniydi. Yorumlarımız orijinaldi. Duyduğumuz her espriye gülerdik. Çünkü kendimizden sıkılmamıştık.
Bediüzzaman bir yerde insanı 'yorulmaz ve tok olmaz dünya seyyahı ve kainattan Rabbini soran yolcu' olarak tarif ediyor. Yorulmadığımız ve tok olmadığımız doğru. Ancak bir sınırımız da var. Doymanın sınırı değil de yutabileceğimiz lokmanın sınırı. Birşeyleri arkamızda bırakmak zorundayız yeni şeyleri hayatımıza sokmak için. Rengini unuttuğumuz gözler olmalı yeni gözlerin aklımızda kalması için. O sınırın farkındalığına vardığımız anlarda canımız yanıyor işte. İnsan sonsuz olana âşık yaratılmış. Neyi sevse sonsuz olmasını istiyor.
Hayır, dikkat et, aşk da bir ikram gibi kaçıyor burada. İkram değil halimiz. Muhtaç olan biziz. İnsan sonsuza aç yaratılmış. Bu yüzden doymak bilmiyor. Monotonluk yürümekten yılmayanın yolun sonunun geldiğini sandığı yerde gerçekleşiyor. Bitti sanıyorsun ve canın sıkılıyor. Yüreğinde güç var halbuki. Hem fıtratın da müsait değil bitene. Hz. İbrahim efendim "Batıp gidenleri sevmem!" derken neyin altını çiziyorsa sen de monotonluktan şikayet ederken aynı şeyin altını çiziyorsun.
Peki nasıl aşacaksın? Aşmak ancak Kasas sûresinin verdiği dersle mümkün: Neyin içinde ona bakan yüzü bulsan, işte, o yok olup gitmeyecek. Şunu da yanlış anlama: Ona bakan yüzü bulmak salt 'saf bir niyetle onun için yapmak'tan ibaret değil. Ona dair olan aynı zamanda 'ondan ona, ondan ötekine, ötekinden daha bir başkasına' geçilecek bir 'birbirine bakar şe'n ve namlar' ülkesidir. Daha doğrusu: Koridorudur. "Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi ona başlarız..." Allah'ın ismiyle başlamak Allah'ın hakkında başlamaktır. Allah hakkında (bakmaya, görmeye, bilmeye, yorumlamaya... vs.) başlarsan sonsuz bir yolculuğa çıkmış olursun:
"Öyle de, Ezel-Ebed Sultanı olan Rabbü'l-Âlemîn için, rububiyetinin mertebelerinde ayrı ayrı, fakat birbirine bakar şe'n ve namları; ve ulûhiyetinin dairelerinde başka başka, fakat birbiri içinde görünür isim ve nişanları; ve haşmetnümâ icraatında ayrı ayrı, fakat birbirine benzer temessül ve cilveleri; ve kudretinin tasarrufâtında başka başka, fakat birbirini ihsas eder ünvanları var.”
Sevdiklerimiz ölünce yanıyoruz. Yapraklar dökülürken hüzünleniyoruz. Çocuklar büyürken gamlanıyoruz. Tabağımızın dibine geldiğimizde üzülüyoruz. Çünkü sofraya âşık olduk biz. Çünkü tabaktakini tüketiyoruz. Tükenebilene âşık olmak bizi böyle bedbin yaptı. Tüketirken aslolanın o olduğunu düşünüyoruz. Azap veren çelişki burada: Leylasının kanını içerek mutluluk arayan Mecnunlar gibiyiz.
Yemek-içmek değil asıl problem. Ya? Nimeti yol kılmamak sorun. Onu onda bitirmek asıl israf. Onu onda bitirmesen elbette israf olmaz. Çünkü o bilmekle bitmeyecek olandır. Çoğu insan sanıyor ki 'besmele' ile başlamış 'elhamdülillah' demekle nimetle işimiz bitmiştir. Ne münasebet. 'Elhamdülillah' demekle o iş yeni başlamıştır. Çünkü kafamız daha yavaş çalışır, 'fikir' o kadar kısa süreye sığmaz. Sırası üçüncüdür. Hatırası bizde kalandır. Hatırlanandır. Hatırlandıkça yaşayandır:
"Evet, o Mün'im-i Hakikî, bizden o kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiyat ise üç şeydir: biri zikir, biri şükür, biri fikirdir. Başta 'Bismillâh' zikirdir. Âhirde 'Elhamdülillâh' şükürdür. Ortada, bu kıymettar harika-i san'at olan nimetler Ehad, Samed'in mucize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derk etmek fikirdir."
5 notes · View notes
huseyinerol3453 · 5 years ago
Photo
Tumblr media
BİR İDAMLIK HALİL VARDI ASILDI... Orgeneral Kenan Evren: “Adalet yerini bulsun diye bir sağdan bir soldan asıyorduk. Asmazsan bunlar virüs gibi çoğalır, işte o zaman Atatürk ilke ve inkılaplarından koparız.” Manisa Saruhanlı’dan bir vatan evladı… Henüz 18 Yaşında. İmam Hatip son sınıfta evlenir ki üç beş günlük damattır daha. Bir bakar darbe olmuş (12 Eylül 1980) apar topar alınmış karakola. Karıştığı hadise var mıdır, yoksa kulp mu takılır bilmiyoruz. Bildiğimiz şu ki isnat edilen suçları kabul etmeyecektir asla. 3 Haziran 1983 günü radyo ve televizyonda idam edildiğine dair haberler yayınlandığında, emniyete götürülmüş sıkıştırılmaktadır hâlâ... Kalem kıranların vicdanları da rahat değildir anlaşılan. İşkence iki gün sürecek ve bir şey alamayacaktırlar ondan. Ne belge, bilgi, ne itiraf, ne imza… Lakin koskoca konsey başkanı “asılsın” buyurmuştur, dönecek değillerdir ya! MÜSAİT MİSİNİZ HOCAM? 5 Haziran akşamı iki sivil memur Muradiye Camii imamı Abdullah Hoca’ya gelirler, “bi’ nikâhımız vardı hocam!” -Buyurun gidelim tamam. Araba Buca Cezaevinin önünde durur. Hâkimler, hekimler, cankurtaranlar… Anlar ki yine darağacı kuruldu avluya… Abdullah Hoca daha evvel solcu gençlerin infazına getirilmiş ancak onlar “biz Allah’a, kitaba inanmıyoruz” deyip dinî telkini reddedince bükmüş boynunu çekilmiştir kenara. Elbette endişelidir, terslenmekten çekinir ne de olsa. Derken kapı açılır, elleri arkadan kelepçeli iki mahpus (Selçuk Duracık ve Halil Esendağ) içeri alınırlar. Gençler “Selamün Aleyküm” derler sıcak, mülayim bir ses tonuyla. Üzerlerinde kefene benzer libaslar, başlarında akça pakça namaz takkeleri ve ayaklarında bu gün için saklandığı belli çoraplar vardır... Kar beyaz ama! Sanki eski bir dost gibidirler, bir yerlerden aşina. Odadakilerle bakışır gülümserler. Ne bir tavır, ne bi’ eda. Tabip sorar “Herhangi bir şikâyetiniz?” “Yok, elhamdülilah” derler “taş gibiyiz evvelallah”. -Son arzunuz? -Mümkünse cenazelerimiz ailemize verilsin, o kadar. Hocaefendi “Kardeşlerim” der, “Dünya bir imtihan koridorudur. Ölüm ise ahiret hayatına açılan kapı. Ne mutlu bu yola Allah teâlâya iman ederek çıkanlara…” Gençler ikişer rekât namaz kılar, son dualarını yaparlar. https://www.instagram.com/p/BzPE17AgKeh/?igshid=wg8k9lvzpy4k
0 notes
yedi24haber · 7 years ago
Text
BBP Genel Başkanı Destici: Bu harekat asla Kürtlere yönelik değildir
BBP Genel Başkanı Destici: Bu harekat asla Kürtlere yönelik değildir
İSTANBUL Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Mustafa Destici, “Bu harekat asla ve kat’a Kürtlere yönelik değildir. Orada ABD’nin CENTCOM’u aracılığıyla kurulmaya çalışılan açık aleni bir terör koridorudur. PKK/YPG/PYD, Afrin’i bir komüne, bir kantona dönüşmüştür.” dedi. BBP Genel Başkanı Destici, basın mensuplarıyla bir araya gelerek, gündeme dair açıklamalarda bulundu. Afrin’e yönelik…
View On WordPress
0 notes