#kendini eğitme
Explore tagged Tumblr posts
Text
Finlandiya neden en mutlu ülke?
#finlandiyanedenenmutluülke #finlandiyadayaşam #dünyamutlulukraporu #yaşamkalitesi #mutluluğunniteliği #finlandiyacüzdandeneyi #doğadazamangeçirmek #eğiticipodcast #kendinigeliştir #turkishcoffee
Bugün Finlandiyanın neden en mutlu ülke olduğundan ve bu ülkede yaşayanların bu mutluluğa nasıl ulaştığından konuşacağız. İsterseniz buyrun konunun detaylarına geçelim. Bu arada yaptığım yayınları beğeniyor ve yeni yayınları kaçırmak istemiyorsanız dinlediğiniz platformlardan abone olarak tüm yayınlara anında ulaşabilir veya [patreon] üzerinden bana destek olabilirsiniz. Para =? Mutluluk En…
View On WordPress
#cüzdan deneyi#doğa ile iç içe bir yaşam#etik kurallar#eğitici podcast#finlandiya#finlandiya cüzdan deneyi#finlandiya neden en mutlu ülke#gösterişsiz hayat biçimi#kendini eğitme#kendini geliştir#mutluluğun sırrı ne#Turkish Coffee
0 notes
Text
Bölüm 274: Fazla ihtişam kalabalığın yan bakışlarını üstüne çeker
İkisi de üzerini değiştirip at binicilik giysilerini giydi ve günün kalanını çiftlikte rüzgar gibi oradan oraya at koşturarak geçirdiler.
Nangong Jingnu'nun ata binme becerileri epey körelmişti; Qi Yuxiao başladıkları anda üstünlüğü ele geçirmişti. Nangong Jingnu küçük çocuğun atını çayırlıkta dört nala sürüşünü izlerken sessiz bir iç çekmekten kendini alamadı: doğuştan gelen içgüdüler sahiden de gizemli şeylerdi.
Yuxiao'yu eğitme maksadındaydı ama daha önce ona hiç ata binme eğitmeni tutmamıştı. Küçük çocukta böylesine bir at sürme yeteneğinin olması tamamen kendi çabaları sayesindeydi, ya da belki... damarlarında Çimenli Ovaların kutlu kanı aktığı içindi.
Nangong Jingnu gezintileri sırasında da Qi Yuxiao ile epey muhabbet etti. Yaşıtı olan diğer çocuklardan daha zeki ve daha anlayışlı olabilirdi ama yine de bir çocuktu sonuçta. Bu sohbet sayesinde Nangong Jingnu çabucak istediği şeyi öğrenmiş oldu— Tıpkı tahmin ettiği gibi, Mingzhu Odası'ndaki saray hizmetkarları efendilerine zorbalık ediyordu!
Birkaç hizmetkar Ekselanslarına ders çalışmasını ya da erken kalkmasını "hatırlatmak" gibi bahanelerle devamlı Qi Yuxiao'nun çalışma odasına ve yatak odasına dalıyordu. Nangong Jingnu daha geçenlerde zorbalığa uğrayacağından korktuğu için Qi Yuxiao'ya ödüller bahşetmişti. Daha yaşı da küçüktü; şahsi hizmetçileri sürekli değiştirilirse gelişimine zararı dokunurdu. Önceki hanedanın prensesinin saraylar bölgesinde saklanan başka piyonları da olabilirdi, Yuxiao'nun yanına ulaşırlarsa bu bir felaket olurdu.
Nangong Jingnu eskiden Qi Yuxiao'nun yakınında hizmet eden Linzhi ve Xiancao isimli hizmetçi kızları yumuşak başlı ve kabiliyetsiz hallerinden hoşlanmadığı için ağır iş yapmak üzere çamaşırhaneye yollamıştı. Şimdi düşününce bunun üzerinden birkaç sene geçmişti, neden onları geri çağırmıyordu ki? Ne de olsa temiz bir geçmişleri vardı ve ağır işle geçen birkaç yıldan sonra doğal olarak Yanyang Prensesi'ne hizmet etmenin değerini bilirlerdi.
Ama Nangong Jingnu böyle yapmanın sorunun asıl kaynağını çözmeyeceğini hissediyordu...
Alaca karanlık çöktü. Günün çoğunu oynayarak geçirdikten sonra saraya dönüş yoluna koyuldular. Yuxiao çok yorulmuştu; araçta başını Nangong Jingnu'nun kucağına koyup uyuyakaldı.
Nangong Jingnu başını eğerek küçük çocuğa baktı ve eliyle Qi Yuxiao'nun hafif terlemiş alnını sildi. Uzun bir süre kafa yorduktan sonra bir karara varmıştı.
Ertesi gün Nangong Jingnu meclis yetkililerini atlatıp iç meclis süreciyle bir imparatorluk emri çıkardı, "Göğün istemi ve imparatorun buyruğuna kulak verin: Yanyang Prensesi zeki, düşünceli ve ailesine vefada kusur etmeyen biridir. Bundan hoşnut olduğumdan, Yanyang Prensesi şimdiden tezi yok Ganquan Sarayı'nın ikincil odasına taşınacaktır. Onu bizzat yetiştireceğim. Hepsi bu kadardı."
Nangong Jingnu sorunun asıl kaynağını çözmek için bu yolu seçmişti.
Sadece Xiancao ile Linzhi'yi onun yanına vermek yetmezdi. Ancak Qi Yuxiao'ya direkt kendisi bakarak onun güvenliğini sağlayabilir ve ona zorbalık edenleri aynı hataya düşmeye cesaret edemez hale getirebilirdi.
Yuxiao daha küçüktü, o yüzden henüz "küçük piç"in asıl anlamını çözemiyor olabilirdi. Ama yaşı büyüdükçe bu yara da onunla beraber büyürdü...
Ne var ki...
Nangong Jingnu bu hamleyi Arka Saray'ı ilgilendiren aile içi bir mesele gibi göstermek içine ne kadar uğraşırsa uğraşsın haber duyulduğunda meclis yetkilileri arasında bir velvele koptu. Şu an Xing Jingfu görevde değildi, bu yüzden yazınsal yetkililer sadece Lu Boyan'ın peşinden gidebilirdi. Lu Boyan anında altı bakandan beşine bir mesaj iletmiş: onunla saraya gelmelerini ve derhal imparatorla görüşmelerini istemişti. Elbette Savaş Bakanı yapılan Qin De'yi es geçmişti.
Bizzat imparator tarafından yetiştirilmek— bunu tarif etmek için "ihtişam" kelimesi yetmezdi. Tarih boyunca imparator tarafından yetiştirilen neredeyse her prens büyüdüğünde tahtın varislerinden biri haline gelmiş ve bu kişilerin yarısı da bir sonraki imparator olmuştu.
Zamanında Nangong Rang Nangong Jingnu'yu kendisi yetiştirirken kimse buna karşı çıkmamıştı çünkü Nangong Jingnu tek meşru evlattı. Hem de küçük yaşta annesini kaybetmişti ve bir prensesti. İlk İmparatoriçe ile merhum imparatorun evlilik hayatlarına meclis yetkilileri de şahitlik etmişti. Ama artık işler değişmişti: kadın imparatorluğun bir örneği oluştuğuna göre bir prenses de sıradaki imparator olabilirdi!
Her ne kadar Bei'an soylusunun hayatta olup olmadığı belirsiz olsa da Kadın İmparator yeni bir İmparatorluk Eşi seçmediği sürece merhum imparatorun altın albümü ve yeşim belgesi bahşettiği Qi Yuxiao Majestelerinin meşru en büyük evladı sayılırdı...
Bu durum krallığın varisiyle ilgiliydi, nasıl aile içi mesele olarak kalabilirdi ki?
Üstelik, yaşlı yetkililerin neredeyse hepsi Yanyang Prensesi'nin Majestelerinin öz kızı olmadığını biliyordu. Bei'an soylusunun başka biriyle zina etmesi sonucu dünyaya gelmişti. Böyle gayrimeşru bir çocuk nasıl bizzat imparatorun kılavuzluğuna layık olabilirdi?
İmparatorluk emri çıkarıldığında meclis yetkilileri imparatorla görüşmek istedikleri için imparatorluk çalışma odasının dışında topluca saatler boyu diz çöktü.
Nangong Jingnu bunu çoktan öngörmüştü. Önce boncuklu perdenin indirilmesini emretti, ardından "ölümüne sadık" meclis yetkilileri imparatorun çalışma odasına alındı.
Boynundaki Qi Yan'ın bıraktığı izler henüz geçmemişti. Meclis yetkililerinin böyle bir şeyi görmesine asla izin veremezdi.
Nangong Jingnu: "Bakanlar buraya ne için geldi?"
Lu Boyan elinde yeşimden bir plaketle ilk öne çıkan oldu, "Majestelerine bildiriyorum, bizler bugün buraya Majestelerinin Yanyang Prensesi'ni bizzat büyütme kararına yönelik şüphelerimizi dile getirmek ve imparatorun niyetini sormak için geldik."
Nangong Jingnu pek önemsemeden başını salladı. Güzel gözleri odada şöyle bir gezindi, ardından sakince, "Herkes aynı sebepten mi burada?" diye sordu.
Birkaç saniyelik bir sessizlikten sonra kalabalık hafif bir sesle onayladı.
Nangong Jingnu: "Bunlar benim ailevi meselelerim. Çizgiyi aşmıyor musunuz?"
Lu Boyan: "Majesteleri yanılıyor. Derler ya aile, krallık ve yeryüzü; hükümdarın meseleleri krallığın meseleleridir. Tarihte hükümdar tarafından büyütülüp de ileride krallığın varisi için seçenekler arasında bulunmamış bir prens var mı hiç? O yüzden..."
Maliye Bakanı yaşça en büyükleriydi, bu yüzden öne çıktı ve araya girdi, "Bu yaşlı yetkili haddini aşarak Majestelerinden tekrar düşünmesini istiyor. Majesteleri Yanyang Prensesi'ne düşkün olabilir ve biz yetkililer Majestelerinin Yanyang Prensesi'ne neler bahşettiğine aldırmayız, ama korkarım Yanyang Prensesi'nin statüsü bizzat imparatorun rehberliğine layık değil!"
Maliye Bakanı Lu Boyan'ın adamlarından değildi ama içtenlikle meclisin iyiliğini düşünen, adaletten yana bir yetkiliydi. Bu yaşlı yetkililer Qi Yuxiao'nun nereden geldiğinin gayet farkındaydı. Maliye Bakanı, Nangong ailesine ait bu dünyanın başka bir soydan gelen insanların eline geçeceğinden korkuyordu.
Nangong Jingnu: "Buna layık olup olmadığına ben karar veririm. Ayrıyeten... Yuxiao'nun altın albümü ve yeşim belgeleri merhum imparator tarafından bahşedilmişti. Adı çoktan bizim soyumuza kaydedildiği için... umarım tekrar Yanyang Prensesi'nin statüsüyle ilgili bir şey gündeme getirilmez."
Lu Boyan: "Majesteleri, bu dünya Nangong ailesinin dünyası. Yanyang Prensesi imparatorluk ailesinin kanını taşımıyor, Majesteleri lütfen tekrar düşünsün."
Nangong Jingnu bir kez kıkırdadı. Tam da Lu Boyan'ın bunu demesini bekliyordu.
Nangong Jingnu: "Demişken... Zhonglie soylusu Zhuohua Prensesince evlat edinildi ama Zhuohua Prensesi'yle beraber adına tanınmış topraklara gitmedi. Onun yerine şu an başkentte kalıyor, öyle değil mi?"
Lu Boyan: "Öyle."
Nangong Jingnu: "Zhonglie soylusu daha küçük. Şu an kimin rehberliğinde?"
Lu Boyan: "Majestelerine cevap veriyorum, karım onu himayesi altına aldı. Bu yetkili de ara sıra ödevlerinden imtihan ediyor."
Nangong Jingnu: "Ah... Öyle mi? O zaman neden Zhonglie soylusunun çalışma odasında doğru düzgün çalışmadığını ve onun yerine birkaç asilzadeyi toplayıp diğerlerine despotluk ettiğini ve terbiyesiz laflar ettiğini duydum?"
Lu Boyan'ın yüzü kasıldı. Kendini hazırlayıp, "Bu yetkili... bilmiyor," diye yanıtladı, "Ama bu yetkili bu meselede göze görünenden fazlası olabileceğini düşünüyor."
Nangong Jingnu telaşsızca dedi ki, "Hatırladığım kadarıyla bu çocuk zamanında senin adına geçirilmişti. Zhonglie soylusu krallık uğruna can verdiğinde bu çocuğu asıl soyuna geçirdim. Zamanı hesaplarsak, bir-iki yıl önce olsa gerek. Doğru mu?"
Lu Boyan: "Doğru."
Nangong Jingnu: "O halde Zhonglie soylusuna Yanyang Prensesi'ne açık açık 'küçük piç' diyerek hakaret etmeyi kim öğretti?"
Lu Boyan'ın yüzünün hali komple değişti. Diğer efendiler Majesteleri Kadın İmparator'un ağzından çıkanı duyunca olayı az buçuk çözdüler.
Bu insanların tümü aklı kitaplarla dolu çok okumuş birer bilgindi. En çok da asilzade oğullarının yetiştirilme tarzına önem verirlerdi. Kalplerinde kötü şeyler taşısalar bile asla acımasızca konuşup başka insanları kırmazlardı. Wei Krallığı'ndaki bilginlerin çoğu buna inanıyordu.
Epeyce kişi Zhonglie soylusu ile aynı fikri taşısa da, öyle ağızlarına geleni söylemek utanılacak bir şeydi.
Lu Boyan: "Majesteleri, bu gerçekten de ciddi bir mesele. Majesteleri lütfen kanıtlasın."
Nangong Jingnu soğukça homurdandı, "Ne? Danışman Lu benim bir çocuğa kumpas kurduğumdan mı şüpheleniyor?"
Lu Boyan: "Bu yetkilinin ne haddine..."
Nangong Jingnu: "Zhonglie soylusu henüz küçük ve de liyakat sahibi bir adamın oğlu. İşleri onun için zorlaştırmak istemiyorum, ama Yanyang Prensesi de İmparator babamın zamanında altın albümü ve yeşim belgesi bahşettiği bir prenses. Bu meselenin peşinden gitmenin ne gibi sonuçları olacağını gayet iyi biliyorsun. Zaten ailelerimiz arasındaki yakın ilişkiyi bozmak da istemiyorum. O yüzden olası gücendirici lafların önüne geçmek adına Yanyang Prensesi'ne direkt kendim bakmaya karar verdim. Zhonglie soylusu Lu ailesine mensup. Bu olay uzarsa... Sol Danışman kendi fikir yürütebilir."
Bu cümle Lu Boyan'ı zor bir duruma sokmuştu: Lu Zhongxing'in geçmişte sadece bir oğlu olmuştu, yani Nangong Jingnu her şeyi açıklığa kavuşturmuştu. Yuxiao'yu sırf Zhonglie soylusu ona hakaret ettiği için bizzat yetiştirmek üzere sarayına almıştı, fakat oğlanın Zhonglie soylusunun varisi olduğunu göz önüne aldığından meseleyi uzatmayacaktı.
İmparatorluk ailesinin fertlerinden birine hakaret etme suçu hafife alınacak bir suç değildi. Lu Boyan arkasındaki sebebi öğrendiği halde üstelemekte ısrar ederse hiç şüphesiz kardeşinin yetim oğlunu hiçe saydığı için kınanırdı.
Lu Boyan: "Bu yetkili, bu yetkili... eve dönünce kesinlikle onu sorguya çekecek. Bu doğruysa daha sıkı terbiye edilecek. Majestelerine lütfunun bolluğu için teşekkürler."
Nangong Jingnu: "E o halde siz efendiler de malikanelerinize dönebilirsiniz. İmparatorluk emri çoktan çıkarıldı; imparator her sözünde ciddidir. Siz bakanlar da lütfen çok kafa yormayın. Yanyang Prensesi'ni kendim bakmak üzere yanıma almamın sebebi sadece imparatorluk ailesi fertlerinden birinin hakarete uğramasını istememem."
... ...
O gece Nangong Jingnu Ganquan Sarayı'nın yasaklı bölgesine gitti. Qi Yan çok hoş bir şaşkınlığa kapılmıştı. Nangong Jingnu'yu tekrar görene kadar uzun bir süre geçer diye düşünmüştü.
Nangong Jingnu yanında yemek kutuları getirmişti, Qi Yan'ın yatak odasında beraber akşam yemeği yediler. Nangong Jingnu kendi isteğiyle en son oradan ayrıldıktan sonra neler olduğunu anlattı. Qi Yan sessizce dinledikten sonra, "Bu kul da Yuxiao'nun statüsünün bizzat Majesteleri tarafından büyütülmeye uygun olmadığı kanaatinde," diye karşılık verdi.
Nangong Jingnu: "Ama sonuçta Yuxiao senin kanından geliyor ve ben de onu tüm samimiyetimle önemsiyorum. Kötü muamele görmesini istemiyorum."
Qi Yan sessizce iç geçirdi ve şöyle yanıtladı, "Bazen kötü muamele görmek o kadar da kötü bir şey olmayabilir. Kaldı ki..." Nangong Jingnu'nun yüz ifadesindeki hafif değişimi gören Qi Yan tam vaktinde konuşmayı bıraktı.
Qi Yan Yuxiao'nun geçmişinin ve bulunduğu çevrenin onu zaten ömür boyu kötü muamele görmeye mahkum ettiğini düşünüyordu. O halde neden erkenden bu farkındalığa varmasına ve mizacını törpülemesine izin vermesinlerdi ki?
Kaldı ki... Rüzgarla ilk, kubbeyi örten ağaç devrilirdi. Bizzat imparator tarafından büyütülmenin getirdiği ihtişam fazla büyüktü; kan bağı olmayan Yuxiao için uygun değildi. Ama Qi Yan Nangong Jingnu'nun suratındaki saklanamayan hayal kırıklığını görünce bunu sırf iyi niyetten yaptığını anladı, böylelikle daha fazla bir şey söylemedi.
Qi Yan: "İmparatorluk emri çoktan çıkarılmış ve imparator her sözünde ciddidir... Bundan böyle Majestelerine zahmet olacak."
— —
0 notes
Text
kasım
kendimi bildim bileli ne zaman kasıma girsek içim bir garip olur. sebebi kasımların getirdikleri mi yoksa benden götürdükleri mi bilmem. belki yılların anı hafızasıdır, birikiyordur zaman geçtikçe. ben cogu zaman yasadıklarıma anlam veremem zaten. anlam arayısının da cok yorucu oldugunu dusunurum. herseye sebep bulamayız ki,bazen sebebi olmamalı basımıza gelenlerin, ya da bile bile bizim getirdiklerimizin.
sahi nedendir göz göre göre belaya koşmamız? bazen insan sonunu bildiği hikayeyi yine de tekrar tekrar yaşar ya. acaba bu sefer farklı bir son olur mu düşüncesinden midir, yoksa ben zaten biliyordum böyle olacağını demek için mi? ikisi de olmayabilir.
11. ayda kendime izin veririm,kendimi daha iyi anlayabilmek adına. kendine izin vermek de ne demekse artık. yaşım ilerledikçe her anımdan pozitif ve maksimum verim alma çabasıyla dolmuş taşmışken doğru duygu regülasyonunu anlık yapamayıp 'kendime izin veriyorum yaa' diye sanki yasak sonrası bir ödülmüşçesine yine verimliliğe kendimi köle edişimi adlandırmanın bir yolu işte. eğer siz de benim gibi duyguları uçlarda yaşayıp surekli kendinizi mesgul edecek obsesyonlar buluyorsanız belki anlayabilirsiniz.
bu ay komple bir başka da, 7si ve 23ü ozellıkle ayrıdır. birinde doğum günü kutlar diğerinde yas tutarım. tek başıma kalır bir 35'lik açar anarım geçmişi. işte derim nasıl da akıp gidiyor zaman. bugun bir melankoliyle uyandım. saçmasından bir bowl hazırladım pek de tatsız. hemen cıktım yola yürü babam yürü. dinlenmek icin filtre kahve aldıgımda bi düşündüm ' ne ara filtre kahve içmeye başladım?' hiç de sevmezdim. fark etmeden alışkanlıklarımı değiştiriyordum ve bununla birlikte gelen büyüme stresi ile yüzleştim. çok erken yaşta fazla şey gördüğümü düşünüyorum. hep haddimden fazla şey bilerek büyüdüm. hevesli olduğumdan değil, mecbur oldugumdan. üzerinde kontrolüm olmayan bir bilinçsiz kendini eğitme,yetiştirme durumu. sanki gözümü bir açtım ve bu kadar yaşanmışlık ile ben başbaşaydım.
yaşanmışlıklarım ve ben olarak ayırdım. çünkü beni ben yapan şeylerin yaşadıklarım oldugunu düşünmüyorum. beni ben yapan şey onlara verdiğim bedensel ve zihinsel tepkilerim. işte pek de 'iyi' yönettiğimi düşünmediğim zamanlarda kendimden fazlasıyla uzaklaştıgımı hissederim. bu aralar yine kontrolden cıkmıs gibiyim. sanki herşeyi o kadar kontrol etme eğilimindeyim ki bu beynimde dehşet bir kaosa sebep oluyor ve yarım yarımlıkla geçiyor günlerim. fazla zorluyor gibiyim. tam bu bunalmışlık ortasında kasım geldi. tamam seda biraz gazdan ayagını cekme vakti diye düşündüğümden kendime ufak tefek alanlar açtım.
işte kaçtıgım veya zorla yüzleştiğim onca şey arasında kasımlar bana düşünmek için fırsat verir. ben bundan sonraki kasımları biraz değiştirmek istiyorum. bunun ıcın yapmam gereken şey 2024 kasımı bu yolda değerlendirmek. açıkçası yine başıma beklemediğim işler gelir mi bilmiyorum. kendimi bildim bileli diyerek başladım ama ben kendimi de pek bilmem aslında. anlaşılabilir miyim? bunları dökerken baskaları tarafından anlaşılmak gibi bir kaygım yok. kendi karmamı yaşamaktan sıkıldım. blogu yeniden aktif edince taslakta kalan bir metnimi okudum bu yazıya başlamadan. hala fazla empati yapıyorum ona. bu hislerden kurtulmak için de kasımları değiştirmek istiyorum işte. bir küçük not defteri aldım ceplik. biraz ona biraz buraya. umarım ne istediğini bilmez halime gerekli faydayı saglayabilirim artık. guncellemeye devam edecegim.
1 note
·
View note
Text
“islâm, insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkarma ümidini, kendini ve toplumu eğitme, etkileme ve yüceltme ümidini veren tek eksiksiz öğretidir.”
10 notes
·
View notes
Text
Bir insanın değerlendirilmesi nasıl olur? Yaşamda bunca çatışmalara, bunca didinmelere, bunca haksızlıklara, harcama ve harcanmalara neden olan ve aynı zamanda doğru yapılması böylesine güç olan bir kişinin değerlendirilmesi neye dayanır? Bir insanı doğru değerlendirmenin imkanı ve şartları nelerdir? Bir insanın doğru değerlendirilmesi, onun yapı bütünlüğünün görülüp anlaşılmasına dayanır.
Bir insanın değerlendirilmesi için dayanak, değerlendirilen insanın görme gücünün, yapıp ettiklerinin, değerlendirmelerinin, yorumlarının, varsa özel imkanlarının ve bu gibi şeylerin olabildiği kadar tam bilgisidir. Değerlendirenin kafasındaki insan örneğinin nasıl bir insan olduğu, insandan neler beklediği ise; değerlendirenin insan olarak kendi yapısına, kendi kendini eğitmesine, kendi gözlerini eğitme derecesine, değerler dünyasına bağlıdır.
Şu var ki, bir insanın kendi gözlerini eğitmesi sıfıra yakın olabilir; yani kafasındaki insan örneği ona kabul ettirilmiş olabilir. Böyle bir insanın, son derece ''iyi niyetli'' bir insan olsa bile, kendi çapını aşan insanları anlayamayacağı, onları doğru değerlendiremeyeceği apaçıktır.
İoana Kuçuradi İnsan ve Değerleri
18 notes
·
View notes
Text
temel yaşamsal ihtiyaçlarımızı karşılamada o kadar yetersiz kalabiliyoruz ki, bu refahı sağlamadan kendini gerçekleştirme gibi motivasyonlara ulaşana kadar aşmamız gereken epey engelimiz oluyor. maslow, herzberg ya da mcclelland... hangi kuramı sunarsanız ya da hangi teoriyi ortaya atarsanız atın bu böyle.
bu sebeple ki, ülkede bir şeylerin gelişmesi günden güne zorlaşıyor. "üst kesim" bir şekilde ülkeden uzaklaştıkça kendini eğitme seviyesi nispeten daha düşük olan kesim ülkede kalmaya mecbur oluyor ve evlenip coğalan insanlar da bu insanlardan oluşuyor (ve bu insanlar daha fazla çoğalıyor). bu da korkutucu bir kültür bozulmasını sağlıyor uzun vadede. zaten dünyanın en büyük sorunu bu kadar kalabalık olmamız iken bir de kendini eğitmiş insanların daha az, kendini maddi/manevi beslemekte zorluk çeken insanların daha fazla insan dünyaya getirmesi problemleri sürdürülebilir hale getiriyor.
7 notes
·
View notes
Text
MEDYADAN AL EĞİTİMİ…
Okullar açıldı, uzun bir tatil sonrasında öğrenciler ders başı yaptı.
İyi de hiç kapanmamıştı ki “okullar” açılsın.
Gazetelerde, televizyonlarda, internette “eğitim” zaten tüm hızıyla devam ediyordu.
Siz eğitimin(!) sadece okullarda mı verildiğini zannediyordunuz yoksa?
Medyadan sadece haber almıyoruz artık.
Hayatımız ile ilgili önemli kararları da medyayı takip ederek alıyoruz.
Öyle bir hale geldik ki çocuklarımızın eğitiminide medya sayesinde gerçekleştiriyoruz.
Kimse kimseyi kandırmasın.
Aile terbiye etmiyor…
Okul terbiye etmiyor…
Toplum terbiye etmiyor…
Çünkü “medya” sayesinde toplum, “eğitme” işine son verdi.
Eğitim vermek, izlenecek bir yol göstermekdemektir ama bunu yapabilmek için önce izlenecek yolu tanımak gerekir.
Hayatın kendisi amaçsız başıboş dolaşmak olmuşsa,
Saygısızlık almış başını gitmişse,
Ulaşılması gereken bir hedef bir amaç yoksa, nasıl yol gösterilebilir ki?
Medya, neye inanmamızı istiyorsa ona inanıyoruz.
Medya, neyi kötülememizi istiyorsa onu kötülüyoruz.
Medya, neyi sevmemizi istiyorsa onu seviyoruz.
Medya, nelerden hoşlanmamız gerektiğini istiyorsa onlardan hoşlanıyoruz.
Medya “öğretiyor” bize her şeyi…
Mutlu olmayı bile.
“Şu arabayı alırsan...”
“Şu evde oturursan...”
“Şu kıyafetleri giyersen…”
“Şuraya tatile gidersen…”
“Şu parfümleri, mücevherleri, saatleri kullanırsan…”
Yani, -beni takip edersen, beni izlersen mutlu olursun- diyor, bizler de mutlu olmak için tüm bunlara sahip olmanın yollarını arıyoruz.
Ve bu uğurda çoğu zaman sonu dramlarla biten, parçalanan aileler bırakıyoruz geride…
Dizilerdeki hayatların içinde yaşıyoruz bir de…
Bir zamanlar severek okuduğumuz romanların, şimdilerde, dizi çekmek uğruna lime limeedilmiş hallerini izlerken, dizi kahramanlarıyla seviniyor, yine onlarla üzülüyoruz.
Sanal bir dünyada yaşıyoruz ama gerçek gözyaşları döküyoruz.
Sanal bir hayatın içinde gerçek acılar çekiyoruz…
Dizilerdeki karakterler gibi bir kendini beğenmişlikhali içindeyiz.
Herkes kendine hayran, herkes kendini beğenmiş…
Tek derdimiz -başkalarının da bizi beğenmesi- olmuş.
-Yeterince zayıf mıyım?
-Yeterince modaya uygun giyiniyor muyum?
-Başkaları beni gördüklerinde yeterince kıskançlık duyacaklar mı?
Tek amacımız görülmek...
Arabamızla, eşyalarımızla, kıyafetlerimizle sadece görülmekiçin yaşıyoruz.
Olduğumuz gibi değil, olmak istediğimiz gibi davrandığımız için zorluklar yaşıyoruz hayatın her alanında.
Kısacası hepimiz “Medya” sayesinde “eğitiliyoruz” zaten.
Okullarımız ise bu gerçek(!) okulların arasında hala eğitim vermeye çabalıyor.
Ne diyeyim, 2021-2022 Eğitim(!) yılı hepimize hayırlı olsun…
Ramazan S.TOPRAKTEPE
2 notes
·
View notes
Text
Ekstazinin Hikayesi
50'li yıllarda amerika'da alexander shulgin (sasha) adı verilen bir bilim adamı, 16 yaşında harvard'dan (kimya veya biyoloji dallarından birinde, net hatırlayamıyorum) burs kazanıyor. bir süre sonra kendi çalışmalarına odaklanmak için okulu bırakıyor. tam bir klasik zeki adam tribi yani. bu çalışmalar ise genellikle saykodelik psikoloji üzerine. her şeyi, bütün kimyasal reaksiyonlardan teorik işlere kadar her şeyi kendi laboratuarında yapıyor ve bu şekilde bir sürü saykodelik ilaç çeşidi üretmeye başlıyor. yanılmıyorsam karısı ann'in beyanına göre yılda 200 farklı çeşit demişti bir röportajda. bunları da kendi ve karısı üzerinde deniyor ama halka dağıtıma geçmiyor bunlar.
sasha, fazlasıyla zeki birisi ve bu ilaçların insan beyni (brain değil tabii bundan kasıt, mind) üzerindeki etkilerini çok ilginç buluyor. 1976 yılına kadar hem kendi bireysel çalışmalarına, hem de dow adı verilen bir firmada çalışmalarına devam ediyor. hatta bir süre de ordu için çalışarak karşı ülkelerin askerlerinin üzerinde savaş sırasında halüsinasyon/fiziksel kontrolsüzlük gibi semptomlar oluşturan ilaçlar da keşfediyor.
.1976 yılında ise, ilk olarak 1910’lu yıllarda kabaca bulunmuş olan mdma, kendisine, öğrencilerinden biri tarafından üzerinde çalışması için öneriliyor. mdma üzerinde çalışmaları sonuç veriyor ve zamanında tam doğru olarak keşfedilememiş olan mdma, kendisi tarafından yeniden keşfediliyor, farklı bir formül farklı bir yöntemle. ilk mdma tecrübesini ise özet olarak şu şekilde aktarıyor:
‘kendimi kafa olarak çok temiz hissettim ve tamamen dürüst olabiliyordum. birisi bana bir şey sorduğunda normalde yalan söylediğim konuların aksine kendimi yanlışlarımla kabul edebilip bunları çok daha kolay dillendirebiliyordum. bu da bana ikili ilişkilerimde inanılmaz bir dürüstlük, temizlik ve ilerleme kaydetmeme yardım ediyordu’.
kendisi saykodelik ilaçların en çok empati kısmına önem veren, o kısmından etkilenen bir kişi idi ve empatiyi bu seviyelere getirip insanın kendisini tanımasına yardımcı oluyor olması onun için en önemli etkenlerdi. sasha’nın eşi ise mdma’i aldığı zaman kitabını yazmaktan çok keyif aldığından, kendisine düşünce temizliği sağladığını söylüyor.
ardından mdma, bu etkileri sebebiyle psikoterapide kullanılmaya başlıyor ve etkileri 83% oranında pozitif oluyor. eski zamanlardan kalma videolar var bu konuda internette. mdma alan çok sorunlu bir çiftin etki altındaki videoları ve iletişimleri gerçekten ilgi çekici.
bir süre sadece psikolog muayenehanelerinde kullanılan bu ilaç, bir noktada tabii ki dışarıya sıçrıyor: halka. yavaş yavaş insanlar gece kulüplerinde, danslarda, festivallerde bu ilacı kullanmaya başlıyor ve çok seviyorlar. sokak adı ecstasy (ekstazi) tabii, içine katılan başka şeyler ile beraber saf mdma olmaktan çıkıyor. bu kullanım artışı devleti rahatsız ediyor, bunun sebebi ise ‘insanların bu kadar yüksek bir şekilde bu kadar çok eğlenmesinin tehlikeli olabileceği’. ancak ironiktir ki terapide kullanılırken kimseyi rahatsız etmiyordu bu ilaç, yani aslında bu noktada saykodelik ilaçlara (veya spesifik olarak mdma/ecstasy’ye) olan karşı görüşün neden çıktığını ve neden bu kadar sertleştiğini anlamak çok mümkün değil. kendini eğlendirmekten keyif alan insanların eğlencesinden rahatsız olan devlet büyükleri sorunun başı oluyor. ki o noktada mdma’in kanıtlanmış yan etkileri yok bile.
neyse, bunların üzerinden bir süre geçiyor, bu süre boyunca da insanlar çılgınca eğleniyorlar, her şey çok güzel. ama sonunda tabii ki ecstasy’nin yasaklanması ciddi olarak konuşulmaya başlıyor. buna tepki olarak ise insanlar amerika'da bir festivalde toplanıp hep beraber ex almaya karar veriyorlar. burada şöyle ufak bir komplikasyon oluyor; bu festivaldeki haplar, oradaki kişilerin bilgisi dahilinde olmadan, içermesi gerekenden 5 kat fazla madde içeriyor ve alan kişilerin çoğu için bu miktar haliyle çok fazla. gecenin sonu çok fazla sayıda kişi için hastanede ateş nöbetleriyle geçiyor ve hayat kayıpları da yaşanıyor. ecstasy tamamen yasaklanıyor. bu noktadan sonra alttan gelen nesil için ise drug denilen şey bir tabu oluyor; zira halka kötülemesi/negatif empozesi o kadar iyi yapılıyor ki, distopyalarda bebeklere elektrik vererek eğitme sisteminden çok farklı olmuyor bu durumun. polislerin bakış açısından ise sadece bir yükselme hırsı oluyor uyuşturucular. kimse bunun ne olduğunu araştırmıyor ve sadece bunu engelleyip devlet adamlarının/üstlerinin gözlerine girmek derdine giriyorlar. bu da bize sasha’nın başta hedeflediği şeyin ne kadar uzağına geldiğini gösteriyor konunun.
sasha, çalışmalarını paylaşmaktan hiç çekinmeyen bir kişi. kendisine sorulan sorulara açık açık uzun uzun cevap vermesi de ecstasy’nin yayılmasında önemli bir etken. kendisi, aksine, çalışmalarını paylaşmak ve bulduğu bu şeyden dünyanın mahrem kalmamasını istiyor. bunun için ise pihkal adı altında bir kitapta bütün araştırmalarını, çalışmalarını, deneylerini ve sonuçlarını en ince ayrıntısına kadar yayımlamak istiyor. yayınevinden reddediliyor, eşiyle beraber kendileri basıyorlar.
sasha’ya, o zamana kadar çalışmaları bilimsel amaçlı ve ilerlemeye yönelik oldukları için müdahale etmeyen dea (amerika'nın narkotik bürosu), pihkal sebebiyle müdahale ediyor ve kendisinin lisansı alınarak çalışmaları sonlandırılıyor. 3 adet incelemeye rağmen pihkal’de herhangi aykırı bir şey bulamıyorlar. ancak bu kitap birçok baskın mekanında cookbook olarak kullanılırken bulunuyor.
sasha 2014 yılında, 88 yasında ölüyor.
bu günlerde ise mdma eski savaş veteranları üzerinde psikoterapide deneniyor. afganistan’da, ırak’ta savaşta travmaya maruz kalmış askerler üzerinde yine 80%‘in üzerinde bir başarı sağlıyor, sağlamakta. yıllardır ailesiyle iletişim kuramayan, geceleri halüsinasyon ve rüyalardan uyuyamayan kişilerin travmalarını ve halüsinasyonlarını bitirmekten, iletişimsizlikten bitme seviyesine gelmiş evliliklerini kurtarmaya kadar gidiyor mdma’in başarıları. bunun dışında artık mdma üzerinde çalışmak legal. enstitülerde, üniversitelerde çalışmalar yapılabiliyor ve artık bir ilaç olarak reçeteyle yazılabilecek noktaya 2021 yılı içerisinde gelmesi bekleniyor.
1 note
·
View note
Text
Insanı hayat bazen öyle bir hale getirir ki yalnızlığını sever ve öyle yaşarsın. Ben artık yalnızlığımı seviyorum. Aslında pekde yalnız sayılmam, bu dünyada bana ait iki şey daha var - odam ve pirinç ışıklarım... Insan kendini yalnızlığın "yalnız kalmak" olmadığını anlayacak şekilde eğitmeli. Evet içimden kendime bas-bas bağırdım çok şey var ama insanlara bunu diyemiyorum. Çünkü biliyorum! Ne desemde anlmayacaklarını biliyorum. Insallah gün gelirde herkesi kendi gibi güzel anlayan biriyle karşılaşır. O güne kadar sabr edin ve ya kendinize yetmeyi öğrenin. Olsun kendim kendime yetiyorumda, artıyorum bile. Yalnız değilim yani, Kendim varım. Insanlar yapmacık zaten, gün gelirde benim gibi olan sizlerde buna şahit olursunuz. O gün aynen şöyle dersiniz "Kendime hoş geldim". Çok acı verici olduğunu düşünmeyin, inanın bana en güzeli bu. Iyi geceler) Kendinize hoş geldiniz...🖤
#kendine hoş geldin#karanlıkta#kalmak#için#karanlık#odaya#ihtiyacımız#yok#...#beyzaalkoc#3391kilometre#3391km#0kilometre#0km#egeninincisi#egeninizmiri#ege#egeveizmir#egeizmirindir#izmir#SoundCloud
3 notes
·
View notes
Text
EDEP:
Her anne ve baba, edepli çocukları olsun ister. İyi ve edepli çocuklar, anne-babanın yüz akı ve iftihar vesilesidir. Birbirleriyle karşılaştıkları zaman selam veren, tatlı konuşan, büyüklerine saygı gösteren, büyükleri geldiğinde ayağa kalkan, bilgili, takvalı, iyi insanlara saygı gösteren, edepli oturan, yemek yeme adabına riayet eden, yemeğe başlarken "Bismillah" diyen, tıka basa yemeyen, temiz ve pak olan, kimseyle alay etmeyen, bir şey söylendiğinde yerine getiren vb. çocuklar, anne babayı onurlandırırlar ve gururlandırırlar. Böyle çocuklar sadece kendi anne babaları tarafından değil, başkaları tarafından da sevilirler.
İmam Ali şöyle buyuruyor: "Önder, önce kendini eğitmeli sonra diğerlerini. Önce kendi edebiyle örnek olmalı ve sonra öğüt ve nasihatle."
İmam Ali(a.s): "Edep insanın kemalidir."
İmam Ali(a.s): "Babanın, çocuğu için bıraktığı en iyi miras, onu güzel edeple yetiştirmesidir."
İmam Cafer Sâdık(a.s): "Çocuğunun yedi yıl oyun oynamasına müsaade et ve yedi yıl ona yaşam edebini öğret."
İmam Ali(a.s): "Hiçbir süs edep kadar güzel değildir.
İmam Ali(a.s): "Edepsiz olan kimsenin ayıpları çok olur."
İmam Ali(a.s): "En güzel edep, kendinden başlamandır.
5 notes
·
View notes
Photo
Mucizelere İnanır mısınız? Ben inanırım! MUCİZE hayatın kendisidir! Bazen ödüller tuzaklara, kayıp veya başarısızlıklar ödüle ve en önemlisi bir felaket mucizeye dönüşebilir. Bunlar “ Hayatın” bizi koruma, eğitme ve geliştirme yöntemleridir. Beni tanıyan herkes ne kadar objektif, mümkün olduğunca optimist ve ayakları yere basan biri olduğumu bilir. Aklım her zaman pozitif bilimden yana çalışır, ancak, daima sağduyumu ve hislerimi takip eder. Bu iki kutuplu akıl ve yürek dünyasında yolumun “Kuzey Yıldızı” Sevgi’dir Evet, yeni hayat, yeni macera... 50 yaşımın arifesinde, aileme “miras” kalacak bir masal hediye etmek istedim. #Gerçek Mucizelerin Masalı - Godael! Kitap başta tüm aile üyelerime ve kendini benim aile çatımda gören ve kim olduklarını bilen herkese ithaf edilmiştir... Bu maceraya girmeme sebep ve kitabın fikir babası olan kardeşim Soner’e, varlık sebeplerimiz Annem ve Babama, yolumun ışığı olan, hem cesaret hem editörlük desteği veren eşim Volkan’a ne kadar teşekkür etsem azdır. Gurur kaynaklarım ikizlerim Can & Ece ve sevgili yeğenim Simay’a, hayat yoldaşlarım Selda, Tufan, Tarkan, Deniz’e ve Filiz Abla’ya yazdığım her süreçte bana destek oldukları ve teşvik ettikleri için çok teşekkür ederim. Bu mirasın varoluşuna ve nefes almasına destek veren, bir dosttan çok daha fazlasını ifade eden “meleklerim” Mehmet Taner, Zuhal Alyanak Taner ailemizin en önemli parçalarıdır. Ne kadar minnet duysam azdır. Yayınlanma sürecinde bana mentörlük yapan, ilk andan itibaren adım adım desteğini esirgemeyen ve olağanüstü anlatımıyla kitabın arka kapak yazısını kaleme alan, sevgili dostum Uzay Gökerman’a sonsuz teşekkür borçluyum. Son olarak, Cinius Yayınevi sahibi sevgili Zeynep Aytekin, editörüm Alp Arslan, kapak çalışmasını yaratan Neslihan Yardımlı ve emeği geçen tüm çalışanlar, sizlerle olmak çok güzel... Yardımlarınız ve desteğiniz için çok teşekkürler... Hoş geldin “GERÇEK MUCİZLERİN MASALI- GODAEL”! Evrene ve sizlere emanet ediyorum. Aşkla ve Sevgiyle... #gercekmucizelerinmasalıgodael #ilknurakpinaryucedag #kitap #mucizelereinnirmisiniz #newlife #ig #kardeskardeseyolhikayesi #anidefteri #seyirdefteri #roadtrip #carpediem (En Huzur Veren Yerde, Nihayet Evde) https://www.instagram.com/p/BrFimQjA_oEoC1yhF2V9JAlJAeOjrhapA-kkoo0/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=skpyl844px44
#gerçek#gercekmucizelerinmasalıgodael#ilknurakpinaryucedag#kitap#mucizelereinnirmisiniz#newlife#ig#kardeskardeseyolhikayesi#anidefteri#seyirdefteri#roadtrip#carpediem
1 note
·
View note
Text
ŞİRK Şirkin kelime anlamı "ortaklık" demek olup Türkçe meallerde, yer yer Allah'a "eş koşmak", "ortak koşmak" olarak da çevrilmiştir. Kur'an'da Allah'tan başka ilah olmadığı gerçeği "La ilahe illallah" hükmü ile haber verilmektedir. Allah'ın tek güç ve kudret sahibi olduğu tek ilah olduğu çok kesin bir gerçek olmakla birlikte ne yazık ki olaya zahiri anlamıyla bakılmaktadır. Bu sebeple ilah kelimesinin anlamını bilmek gerekmektedir. Bu konuda geçerli olan tanım Kur'an'da tarif edilendir. Allah Kur'an'da Kendisi'ni bize birçok sıfatıyla tanıtmış olup Kendisi'nden başka ilah olmadığını bildirmiştir. Yani Allah'ın sıfatlarına sahip başka hiçbir varlık bulunmayıp Allah'ın herhangi bir sıfatına başkasının sahip olduğunu iddia etmek "şirk koşmak" anlamına gelmektedir. Fakat Allah'ın sıfatlarından bazıları insanlar içinde kullanılabilir. Bunda hiçbir sakınca bulunmayıp sakıncalı olan zenginliğin kişinin kendisinden kaynaklandığını düşünmektir. İnsan bu zenginliğin Allah'tan olduğunu bilmeli ve Allah'ın dilediği zaman bu zenginliği alabileceğinin bilinci içerisinde olup zenginlik verilen kişiyi değerlendirirken de onun zengin ya da fakir olmasının hiçbir önemi bulunmayıp onun Allah'ın bir kulu olduğu düşünülmelidir. Mümin ne yapıp edip, bütün iradesini, gücünü kuvvetini, dikkatini toplayıp şirk bataklığına düşmekten kendini kurtarmalıdır. Zira şirk içinde olmanın, Allah'ı unutup insanları, olayları Allah'tan bağımsız gibi düşünmenin karşılığı Allah katında çok büyüktür. Mümin Allah'ı unuttuğunda kaderi unuttuğunda şirke düşer. Bu durumsa kişide tevekkülsüzlük olarak kendisini gösterir. Bu durum sonucunda ortaya çıkan üzüntü, stres, sıkıntı ve huzursuzluksa tevekkülsüzlüğün ve gizli şirkin ortaya çıkış şeklidir. Yine kadere karşı direnmekte şirktir. Çünkü kader hiçbir zaman değişmez. Ne kadar tedbir alıp çabalayıp çırpınsanızda kaderinizde ne yazıldıysa onu yaşarsınız. Zira bütün yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız daha biz doğmadan kaderimizde belirlenmiştir. Yine yas Allah'a isyan etme olup mümin başına gelen her imtihanda çok büyük hayır olduğunu düşünmelidir. Zira her mümin bu dünyaya cennete girmek için ruhunu eğitme amacıyla gelmektedir. İmanda derinleşmenin en güzel yolu şüphesiz başına gelen her olayda yüzünü Allah'a çevirmek ve sürekli Allah'a sımsıkı sarılmaktır. Ayrıca ara bir yol aramak bazı olayların Allah'ın kontrolünde bazılarının da insanların veya başka varlıkların kontrolünde olduğunu düşünmek şirktir. Yani cüzzi irade var demek şirktir. Şirke örnek vermek gerekirse; 1) Başka varlıklarda yer alan özellikler örneğin; güç, güzellik, zeka vb. onlara ait olduğunu düşünmek şirktir. Zira bu özellikler onlara ait değildir. Bu sebeple bu özellikleri onlara ait saymak onları da Allah gibi varlığı kendinden olan bir ilah saymak demektir. 2) İslam dini özgürlük dini olduğu hâlde Müslüman denince akla sanat, bilim ve güzellik karşıtlığı gelmeside şirktir. 3) Şeyhlerden ve evliyalardan himmet istemek şirktir. Örneğin; yetiş ya şeyhim demek şirktir. 4) Mezheplere uymak şirktir. Zira Kur'an'da haram olmayan konular mezheplerce haram kabul edilmiştir. 5) Bir insan soru sorduğunda o soru güzelse bu sorunun soruyu soran kişiden olduğunu düşünmek, müzik dinlediğinde ben dinledim demek, yemek yediğinde ben yedim demek şirktir. Zira soruyu sorduran Allah'tır. Müziği dinleten , yemeği yediren Allah'tır. Bu sebeple Allah sordu, Allah dinlettirdi, Allah yedirdi demek gerekir. 6)Öfke şirktir. Zira her şeyi yaratan Allah'tır. İnsan bir durumu görüp onun Allah'tan olduğunu unutup öfkelenirse bu şirk olur. Zira o durumu yaratan Allah'tır. 7) Şifanın ilaçtan olduğunu düşünmek şirktir. Zira şifayı yaratan Allah'tır. İlaç sadece bir vesile olup ilacıda yaratan Allah'tır. 8) İnsanların kazandığı başarıları, sahip olduğu üstün özellikleri zekasını, güzelliğini, soyunu zenginliğini, mallarını, rütbesini, mevkisini vb. özelliklerini kendi eseriymiş gibi düşünmekte şirktir. Zira bunları o kişiye veren Allah'tır. 9) Herhangi bir kadına duyulan sevgi, Allah'a karşı duyulan sevgiden öte bir sevgiyse, söz konusu durum şirki doğurur.
0 notes
Note
Haklılık payı var bu feministliği sadece hanfendi hakları olarak görmenizde ama unutmayın cinsiyet eşitliği o.Ve onları da yetiştirenler sizler gibi kadın. Cehaletin elinde büyüdüyse o hale geliyor.Haklısınız evet ama bu durumu erkek olarak doğduğun için seni affediyorum ama bir daha yapma olayına çevirmeyin. Gelecekteki nesilleri iyi yetişirebilmek adına kendinizi geliştirin.Umarım farklılık oluşturabilirsiniz bu farkındalıkla.Ama görünüşe göre cinsiyet savaşı adlı olaya vesile olacaksınız.
Çocuğu yetiştirmek için kendini eğitmesi gereken sadece kadın değil,babalar da kendilerini eğitmeli çocuğunu yetiştirmeli.Bu iki kişinin yapacağı bir iş sadece bir tarafın "görevi" değil.Öyle bir olaya çevirdiğimiz yok onu nerden çıkardınız anlamadım.Biz cinsiyet savaşına vesile olmayacağız bu ülke adaletini erkekten yana kullanıyor zaten ve bu savaşı o başlatıyor.Bu ülkede bir kadın tecavüzcüsünü öldürünce müebbet yiyor fakat facebooka "can almaya gidiyorum 7 sene sonra gorusuruz" yazip karisini defalarca bicaklayip olduren adama " iyi hal" indirimi yapılıyor.Biz "eşitlik" istiyoruz.Eşit adaletten başlayarak her konuda eşitlik.Neden eşitlik sizler tarafından "daha fazlasini istiyormuşuz" gibi algılanıyor anlamış değilim.
3 notes
·
View notes
Photo
Osmanlı Akıncı Bülent -(OAKINCI70TR)- -(GÖNÜLDOSTLARI)- Kandiliniz Kutlu Olsun Hayırlı Cumalar Sevgili Gönüldostları Sevgilerimizle Hayırlı Kandiller Diliyoruz...... 🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷 🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿 🌷💗🌠🌙💗💡💟🌙🌙🌙💟💡💗🌠🌙💗🌷 🌍💗🌠🌙💗🌍👉"Kandil"👈💗🌠🌙💗🌎 🌷💗🌠🌙💗💡💟🌙🌙🌙💟💡💗🌠🌙💗🌷 🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿 🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷 Sene, beş yüz yetmiş bir, Rebiyülevvel ayı, Günlerin on ikisi, nura boğdu semayı, Nebiyi müjdelerken Mevlid’in habercisi, Niyazla geçen gece, çağırıyor Cuma’yı. ****** Melekler akın akın semadan indirilir, Ayetler gelir dile, yürekte sindirilir, Uyuyanlar uyanır, gafiller ayılırlar, Yılların acıları Kadir’de dindirilir. ****** İçi dışı başkayız, biliyoruz Yarabbi, Yine gözyaşımızı siliyoruz Yarabbi, Aciziz, eşiğinde umut ile bekleriz, Katından Berat’ını diliyoruz Yarabbi. ****** İnsanoğlu kinini beyninde eritmeli, İsyankâr benliğini kalbinde eğitmeli, Yaşamalı Miracı, nefsini eze eze, Ona gelemeyenin ayağına gitmeli. ****** İnsanın her niyeti kendisinin elinde, İçinden geçirdiği olmalıdır dilinde, Üç ayların içinde nice ayetler gizli, Geceleri ihya et Regaip kandilinde. ****** İlahî nur olarak önce tohum atıldı, Nebi’nin aşkı ile kâinat yaratıldı, Âlemi sevindirdi gönüllerin incisi, Varoluş gerçeğine melekler de katıldı. ****** İçimizdeki kini, sıfıra indirelim, Barış için savaşıp, zalimi sindirelim, Nice kanlar akıyor Filistin’de, Gazze’de, Yeni yılla birlikte acıyı dindirelim. ****** Kâbe’nin yollarını açan tırpan olayım, Hacıların üstüne ince türban olayım, İlahî rıza için yoluna canım feda, İsmail’in misali, makbul kurban olayım. ****** Verimli su gibi akar öğretmen, Her zaman ileri bakar öğretmen, Aydınlık bir nesil üretmek için, Mum gibi kendini yakar öğretmen. ****** Akrabayı ziyaret vazifemiz olmalı, İmanlı insanların içi temiz olmalı, Neşeli halimizi dostlara iletirken, İnsanî duyarlılık ilk ilkemiz olmalı. ****** Melekler akın akın iner Kadir gecesi, Şeytanlar feryat edip siner Kadir gecesi, O gecenin içinde öyle bir saat var ki, O anda ıstıraplar diner Kadir gecesi. ****** Gafletle geçirmeyin Şaban’ın on beşini, Dualarla söndürün cehennem ateşini, Akıtın gözyaşını, eller semaya açık, Seherde karşılayın Beraat güneşini. ****** Semanın kapıları açılır bu gecede, İlahî rahmet nuru saçılır bu gecede, Gözyaşına karışmış dualar arşa çıkar, Ululuk makamına uçulur bu gecede. ****** Fitne üreten güçler umarım bu yıl solsun, Cennet gibi ülkeme barış gülleri dolsun, Gelin, dua edelim, el açalım Allah’a, Miladî yeni sene ülkeme kutlu olsun. ****** Kendine güvenilir, öğüt doludur sözü, Üstünde bulut gezer, emrindedir gökyüzü, Avuç açıp yalvarsa, rahmet iner yerlere, Abdullah’ın yetimi, Amine’nin öksüzü. ****** Gecenin zulmetinden nuru sıyırmak gerek, Hakikati batıldan seçip ayırmak gerek, Kabul olması için Hak katında, kurbanın, İçimizdeki putu baltayla kırmak gerek. ****** İsrail istemiyor barış dolu dünyayı, Her dakika artıyor şehitlerdeki sayı, Yeni yılı bizlere hayırlı kıl Allah’ım, Şehitleri bol olan, geldi Muharrem ayı. ****** Cennete uçmak için, her doğan Türk neferdir, Hayatı onun için ölene dek seferdir, Gülerek şehit olur değerleri uğruna, Her Türk’ün adı Mehmet, göbek adı Zafer’dir. ****** Rahman’a kul olarak akmalı gözyaşımız, Hak yolunda olmalı daima uğraşımız, Barış ve huzur ile yaşamak dileğiyle, Ümmete kutlu olsun Hicrî sene başımız. ****** Sava gölü kurudu, Kisra sarayı çöktü, Putlar yere serildi, şeytan gözyaşı döktü, Bu mübarek gecede o “nur tanesi” doğdu, İnsanı cehaletten kurtaran yol gözüktü. ****** En yüce nimet akıl, insanlara verildi, Her türlü kolaylıklar onlara gösterildi, Âleme şeref verdi güzel ahlak sahibi, Kurtarıcı olarak dünyaya gönderildi. ****** Biçare insanoğlu, yüce katında aciz, Mal gölünde yüzeriz, ama yinede acız, Avucumuzu açıp, af dileriz Yarabbi, Başımız öne eğik, Berat’ına muhtacız. ****** Manevi duygularla kaynayarak taşınız, Masivayı aşarak öteye ulaşınız, İlahî nur inerek âlemi kucaklarken Sizin de kutlu olsun Hicrî sene başınız. ****** Yaşamak istiyorsak Regaib’in özünü, Dinlememek gerekir, kör şeytanın sözünü, Bu mübarek gecede, el açarken Allah’a, Nefsi zincire vurup, açmalı kalp gözünü. ****** Ferhat’ın aşkı ile kayaları delmeli, Tefekkür eyleyerek, hakikate gelmeli, İsra yürüyüşüyle bu Cuma gecesinde, Secdeye kapanırken, Mirac’a yükselmeli. ****** Tefekkür eylemeli alınan her nefesi, Gafletten uyarmalı dinlenen Kur’an sesi. Nefisi okşasa da şeytanın fısıltısı, Dualarda gizlidir Berat’ın mucizesi. ****** Mahyalı minareden okunuyorken ezan, Ulvi duygular kaplar yüreğimizi bazan, Her sene daha erken koşar adımla gelir, Bizleri istemese gelir miydi Ramazan? ****** İnsan artırmak ister sevap derecesini, Melekler kayıt eder her sözün hecesini, Gafletten uyanarak secdeye kapanalım, Duayla geçirelim bu Kadir gecesini. ****** Mekke’deki yaşantı Resul’e oldu zehir, Aranır oldu artık, kurtaracak bir nehir, Tarihe damga vuran hicretin ilk adımı İslamiyet beşiği Medine, yeni şehir. ****** Allah’ın en sevdiği habibisin ey Nebi, Çaresiz ümmetinin, tabibisin ey Nebi, Cehalet batağında çırpınırken insanlık Kurtuluş bayrağının sahibisin ey Nebi. ****** Hakikat arıyorsan, kibir zirvesinden in, Gönüllere yükselen tevazu atına bin, Mirac heyecanını yaşamak istiyorsan, İnsanları kucakla, içinde olmasın kin. ****** Ya Rab, sana aşikâr bizim her ahvalimiz, İbadetlerimiz az, dağ gibi vebalimiz, Cuma günü kapında Berat’ına muhtacız, Merhametin olmazsa, nice olur halimiz? ****** Ümitsizce yüzerken gaflet içinde bizler, İşlediğimiz hata, biri birini izler, Hızır gibi yetişti kurtarıcı Ramazan, Bizlerin günahını oruç ile temizler. ****** -«(Sezayi Tuğla)»- Osmanlı Akıncı Bülent -(OAKINCI70TR)- -(GÖNÜLDOSTLARI)-
1 note
·
View note
Text
MEDYADAN AL EĞİTİMİ…
Okullar açıldı, uzun bir tatil sonrasında öğrenciler ders başı yaptı.
İyi de, hiç kapanmamıştı ki “okullar” açılsın.
Gazetelerde, televizyonlarda, internette “eğitim” zaten tüm hızıyla devam ediyordu.
Siz eğitimin(!) sadece okullarda mı verildiğini zannediyordunuz yoksa?
Medyadan sadece haber almıyoruz artık.
Hayatımız ile ilgili önemli kararları da medyayı takip ederek alıyoruz.
Öyle bir hale geldik ki çocuklarımızın eğitimini de medya sayesinde gerçekleştiriyoruz.
Kimse kimseyi kandırmasın.
Aile terbiye etmiyor…
Okul terbiye etmiyor…
Toplum terbiye etmiyor…
Çünkü “medya” sayesinde toplum, “eğitme” işine son verdi.
Terbiye etmek, eğitim vermek, izlenecek bir yol göstermek demektir ama bunu yapabilmek için önce izlenecek yolu tanımak gerekir.
Hayatın kendisi amaçsız başıboş dolaşmak olmuşsa, saygısızlık almış başını gitmişse, ulaşılması gereken bir hedef bir amaç yoksa nasıl yol gösterilebilir ki?
Medya, neye inanmamızı istiyorsa ona inanıyoruz.
Medya, neyi kötülememizi istiyorsa onu kötülüyoruz.
Medya, neyi sevmemizi istiyorsa onu seviyoruz.
Medya, nelerden hoşlanmamız gerektiğini istiyorsa onlardan hoşlanıyoruz.
Medya öğretiyor bize her şeyi… Mutlu olmayı bile.
“Şu arabayı alırsan...”
“Şu evde oturursan...”
“Şu kıyafetleri giyersen…”
“Şuraya tatile gidersen…”
“Şu parfümleri, mücevherleri, saatleri kullanırsan…”
Kısacası, -beni takip edersen, beni izlersen mutlu olursun- diyor, bizler de mutlu olmak için tüm bunlara sahip olmanın yollarını arıyoruz.
Ve bu uğurda çoğu zaman sonu dramlarla biten, parçalanan aileler bırakıyoruz geride…
Dizilerdeki hayatların içinde yaşıyoruz bir de…
Bir zamanlar severek okuduğumuz romanların, şimdilerde dizi çekmek uğruna lime lime edilmiş hallerini izlerken, dizi kahramanlarıyla seviniyor, yine onlarla üzülüyoruz.
“Sanal” bir dünyada yaşıyoruz ama “gerçek” gözyaşları döküyoruz.
Sanal bir hayatın içinde gerçek acılar çekiyoruz…
Dizilerdeki karakterler gibi bir kendini beğenmişlik hali içindeyiz.
Herkes kendine hayran…
Herkes kendini beğenmiş…
Tek derdimiz -başkalarının da bizi beğenmesi- olmuş.
-Yeterince zayıf mıyım?
-Yeterince modaya uygun giyiniyor muyum?
-Başkaları beni gördüklerinde yeterince kıskançlık duyacaklar mı?
Tek amacımız görülmek…
Arabamızla, eşyalarımızla, kıyafetlerimizle sadece görülmek için yaşıyoruz.
Olduğumuz gibi değil, olmak istediğimiz gibi davrandığımız için zorluklar yaşıyoruz hayatın her alanında.
Kısacası hepimiz “Medya” sayesinde “eğitiliyoruz” zaten.
Okullarımız ise bu gerçek(!) okulların arasında hala eğitim vermeye çabalıyor.
Ne diyeyim.
Yeni “eğitim” yılı hepimize hayırlı olsun…
Ramazan S.TOPRAKTEPE
1 note
·
View note