#kekler
Explore tagged Tumblr posts
Link
Muhteşem sunumlu çok lezzetli kek tarifi mutlaka denemlisiniz
#kek#kekler#kektarifleri#havuçlukek#portakallıkek#kekçeşitleri#keklerim#tarif#tarifdefterim#tarifsunum#sunumaski#sunumsever#orangecake#cakes#recipe#recipes
0 notes
Text
Ben sana; "Gel beraber mükemmel bir çift olalım, hiç ayrılmayalım, herkes bizi kıskansın." demiyorum ki.
Gel diyorum beraber insanları boşvererek şarkı söyleyelim diyorum. Dört dörtlük söyleyelim de demiyorum ki.
Bilmediğimiz yerleri sallarız Allah ne verdiyse.
Ben sana gel beraber yemek yapalım, mükemmel kekler pişirelim demiyorum ki.
Mahvedelim; yemeği de mutfağı da.
Ama yiyelim yine de biz yaptık diye.
Sonra gel harika bir hayatımız olsun demiyorum ki.
Kavga edelim, ayrılalım.
Aşkı kuvvetlendiren ayrılıklar değil midir zaten? İşte, olsun.
Sıkıcı bir beraberlik olmasın.
Kavga da olsun arada.
Beraber kitap okuyalım, kültürlü iki çift olalım demiyorum ki ben sana.
Gel diyorum, beğendiğimiz kitapları alalım kültürlü olmak mı? Boşver.
Zevkimize uygun okuyalım.
Sadece beraber okuyalım diyorum.
Sonra ben sana numaradan korku filmi izleyelim böylece sana sarılabileyim, romantik olur demiyorum ki.
Gel diyorum, ya komik bir film izleyelim kahkahalarla eğlenelim.
Ya da hüzünlü bir filmle göz yaşlarına boğulalım.
İçimizden nasıl geliyorsa yani.
Sonra ben sana romantik akşam yemekleri yiyelim, mum ışığında olsun demiyorum ki...
Gel diyorum, söyleyelim bir ekmekarası ciğer, yiyelim beraber.
Sonra ben sana aç romantik bir müzik dans edelim beraber demiyorum ki.
Gel diyorum; açalım bir hip-hop kopalım beraber.
Sonra ben sana gel sinemaya gidelim, güzel filmler izleyelim, gezelim beraber demiyorum ki saftriğim...
Gel diyorum, al formaları maça gidelim, bağıralım avazımız çıktığı kadar.
Sonra ben sana karda güzel fotoğraflar çektirelim, kıskandıralım insanları demiyorum ki.
Gel diyorum al şu kar topunu fırlatalım beraber milletin kafasına.
Sonra diyorum gezelim park bahçe, basketbol maçı yapalım beraber.
Ben demiyorum ki sana; Mükemmel bir çift olalım, kusursuz, harika anlaşalım.
Ben sana mükemmel biri ol demiyorum ki...
Ben diyorum ki sana; gel benimle hayatını yaşa. Kimsen o ol, değiştirme kendini, doğal olalım.
Ne istiyorsak onu yapalım.
Gel diyorum bak, söylüyorum.
Bi daha söylemem bak :)
Gel; boşverelim insanları, keyfimize bakalım, mutlu olalım…
Yani kısaca, Şems-i Tebrizi'nin dediği gibi;
"Sen ol da; ister yâr' ol, ister ' yara ';
lütfun da başım üstüne, kahrın da..."
146 notes
·
View notes
Text
Sillagen Hakkınıverir köşemizde bugün. Kötü olmaya yakın mandalina vardı. Bu mandalinayı tüm kullandıkları bir kek tarifi vardı. Bildiğiniz kabuklu kaynatıp çekiyorsunuz. Ve icine atıyoruz. Üstüne de kalan mandalinanın suyu ve nişasta kullanarak jöle sos yaptım. Kaba bir görütüsü oldu. Limon gibi olmadı.Jöleli kekler olur ya meyveli aynen o biçim. Arada mandalinanın minicik kabukları ağza geliyor çok hoş. Ben meyveli kek çok severim belki sevmeyeyniniz vardır. Yine de paylaşalım 🥹
22 notes
·
View notes
Text
İzdiham dergisinin sloganı gibi; hepimiz ölecek yaştayız. Bu sebeple; "Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz." efenim. Tabi yine de böyle değişik kekler yemesek daha iyi.
24 notes
·
View notes
Text
Bir restoranda çalışmanın en güzel yanı mutfaktaki ablanın sürekli kekler börekler yapıp getirmesidir...
17 notes
·
View notes
Text
AKŞAM ÇAYI BENDEN☕️☕️☕️☕️☕️☕️PASTA VE KEKLER İÇİN KİM SPONSOR OLACAK😉😉😉
youtube
10 notes
·
View notes
Text
Sen iki ters bir düz kırgınlıklar örerken beş numara şişle
Yumuşacık kakaolu kekler yapardı karşı evin annesi
İmrenirdim
Mutfağındaki eksik malzemeden bihaber
Tepeleme dolu kızgınlıklar yüklerdim dişlerimin arasına
Bilmezdim anne
Karşı evin babasında bitermiş iş
Bunu görmezdim
Hep başın ağrırdı
Başın, hep ağrırdı
Sırf bu yüzden bile bazı zamanlar
Seni sevmezdim
Küçüktüm anne
Bilseydim evinde su faturası ödenmemiş
Çeşmeden akmayan suya
İsyan etmezdim
Sen iki kere ikinin dört ettiğini ekmek hesabından bilirken
Mis kokulu çamaşırlar asardı karşı evin annesi
Özenirdim
Ellerindeki çamaşır suyu kokusundan rahatsız
Çocukça bir küskünlük eklerdim gecelerime
Oysa ellerin ruhuma akarmış saçlarımdan
Ömrümü tararmış titreyen parmakların
Bilmezdim anne
Büyümek denen illet dayanıncaya dek kapıma
Ellerinin ne muhteşem olduğunu bilmezdim
Küçüktüm anne
Yoksa
Gün aşırı patlayan sarı ampulü
Mumla yamayacak yüce gönlünü
Ezecek kadar ezilmezdim
Sen çalı süpürgesiyle süpürürken dış kapının ağzını
Taze boyalı saçlarını savurarak süzülürdü karşı evin annesi
Ayağında yüksek topuklu ayakkaısıyla
Düşündüm de şimdi
Ne iğreti dururdu o topukların üstünde dursan
Senin çatlamış ayakların vardı anne
Hacı Şakir kokardın en beyazından
İncecik bir yemeniyle gizlerdin
Ölünce her bir teli yılan olacak sandığın sırma saçlarını
Çok yeni anladım anne
Ağaran her saç telinden üstüme düşen payımı
Çocuktum anne
Bir bisikletim olsa bütün mutluluklar benimdi
Babam eve sarhoş gelmiş geç gelmiş
Hepsi sabah sokağa çıktığımda biterdi
Bilmezdim anne
Karşı evden arta kalan çantalar dolusu giysi
Üstümüze cuk otururken
Ruhuna azap olur akarmış
Bilmezdim benim annem gözünün yaşıyla
Her bayram arifesi
Vitrinlere bakarmış
Sen ilkokul fişlerimi kardeşimle hecelerken
Telefonu keşfetmiş karşı evin annesi
Bilsen ne cahildin ne görgüsüzdün gözümde
Yak deseler yakacağım o dakika dünyayı
Yık deseler
Ne şu eski divan kalacak
Ne çiçekli perdeler
Şimdiki aklımla ah bir sorsalar bana
Desem
O tertemiz günlerim
Hani şimdi nerdeler
Ben ay sonunu nasıl getireceğim diye
Hesaplar yaparken bir gün
Oğlum nefes nefese yararak ortalığı girdi içeri
Yumuşacık kakaolu kekler yapmış dedi karşı evin annesi
Çok geç anlıyor insan anne
İlle de kendi annesi
İlle de kendi annesi...
=Deniz İnan=
9 notes
·
View notes
Text
Alerji oldum diye kekler miyim insanları boş sorularla uğraşmak istemiyorum
6 notes
·
View notes
Text
Ben sana; "Gel beraber mükemmel bir çift olalım, hiç ayrılmayalım, herkes bizi kıskansin." demiyorum ki. Gel diyorum beraber insanlan boşvererek şarkı söyleyelim diyorum. Dört dörtlük söyleyelim de demiyorum ki Bilmediğimiz yerleri sallariz Allah ne verdiyse. Ben sana gel beraber yemek yapalım, mükemmel kekler pişirelim demiyorum ki, Mahvedelim edelim; yemeği de mutfağı da Ama yiyelim yine de biz yaptık diye. Sonra gel harika bir hayatımaz olsun demiyorum ki. Kavga edelim, ayrılalım, Aşkı kuvvetlendiren ayrlıklar değil midir zaten? İşte, olsun. Sıkıcı bir beraberlik olmasin. Kavga da olsun arada. Beraber kitap okuyalım, kültürlü iki çift olalım demiyorum ki ben sana. Gel diyorum, beğendiğimiz kitapları alalım kültürlü olmak mi? Boşver. Zevkimize uygun okuyalım. Sadece beraber okuyalım diyorum. Sonra ben sana numaradan korku filmi İzleyelim böylece sana sarılabileyim, romantik olur demiyorum ki, Gel diyorum, ya komik bir film izleyelim kahkahalarla eğlenelim. Ya da hüzünlü bir filmle göz yaşlarına boğulalım. İçimizden nasıl geliyorsa yani. Sonra ben sana romantik akşam yemekleri yiyelim, sana çiçekler alnıca, öp beni demiyorum ki, Gel diyorum, söyleyelim bir çiğ köfte, yiyelim beraber. Sonra ben sana aç romantik bir müzik dans edelim beraber demiyorum ki, Gel diyorum açalım bir hip-hop kopalim beraber. Sonra ben sana gel sinemaya gidelim, güzel filmler izleyelim, gezelim beraber demiyorum ki salak. Gel diyorum, al formaları maça gidelim, bağıralım avazımız çıktığı kadar. Sonra ben sana karda güzel fotoğraflar çektirelim, kıskandıralım insanları demiyorum ki Gel diyorum al su kar topunu firlatalım beraber milletin kafasına. Sonra diyorum gezelim kaykayla, basketbol maçı yapalım beraber. Ben demiyorum ki sana, Mükemmel bir çift olalim, kusursuz, harika anlaşalım. Ben sana mükemmel bir kadin ol demiyorum ki...Ben diyorum ki sana; gel benimle hayatını yaşa. Kimsen o ol değiştirme kendini, doğal olalım. Ne istiyorsak onu yapalım. Gel diyorum bak, söylüyorum Gel: bagverelim insanları, keyfimize bakalım, mutlu olalım.
Yani kısaca, Sen ol da; ister yâr' ol, ister yara , lütfun da başım üstüne, kahrın da...
51 notes
·
View notes
Text
Son zamanlarda hafta sonu gezmeye çıkmadıysam eve birilerini davet ediyorum. Önceden kapım kendime bile kapalıydı ama artık kapımı olabildiğince açık tutmaya çalışıyorum. Bu hafta sonu da arkadaşlarımı ağırladım.
Dün, gece yarısına kadar oyun oynadık. Bugün de gündüz çılgınlar gibi kek yaptık. Çılgınlar gibi diyorum çünkü aklımıza gelen her şeyi ayrı ayrı denedik sjshs. Akşam da film izleyip Hıdırellez dileklerimizi yazd��k. Tüm güzel, iyi niyetlerin hayırla ve kolaylıkla olması için dualar ettik.
Kızlar çoktan yatıp uykuya daldı, ben de dinlenip uyumayı düşünüyorum. Her Mayıs'ta özellikle de Hıdırellez günü Ederlezi dinlemeyi çok seviyorum. En çok bu versiyonu seviyorum:
Yaptığımız kekler listesi: limonlu, portakallı, kakaolu portakallı, damla çikolatalı, kakaolu fındık kremalı, parça çikolatalı, karamelli, bademli, havuçlu cevizli tarçınlı, incirli cevizli, kakaolu fındıklı, kuru kavunlu. Evet hepsini ayrı ayrı yaptık ve yedik ajxhshxha. İncirli cevizliyi ayrıca daha büyük bir kalıpla yapmayı isterim. Arkadaşlar da en çok kakaolu portakallı keki sevdiler.
Bir dahaki sefere meyveli kekler yapmayı düşünüyorum. Hayat kısa, kekler pişiyor ajahxhs.
10 notes
·
View notes
Link
Sunumu şık tadı nefis sunumu ile mutlaka denemeniz gereken bir tarif.
#elmalıkek#kek#kekler#kektarifleri#elmalırulokek#recipe#recipes#applecakes#applerecipecake#cakes#cakerecipe#recipeofthedays#tarifler#yemekteyiz#sunum#sunumaski#sunumönemlidir
0 notes
Text
Doğum Günü Yazısı'24
İyi ki doğdum.
Eskilerin yolun yarısı dediği yaşın sonuna geldik bugün. Ola ki yolun yarısı buysa cidden -ki sonunun ne zaman geleceğini bilemediğimiz bir yolda henüz yarıya gelmiş olmak bir lütuftur- diyebilirim ki ben yolumdan razıyım. Neden derseniz, otuz beşi kısaca bir anlatayım oraya da geleceğim.
Bu yaşımın ilk adımında kendime bir göz ameliyatı hediye ettim. Daha da sıklaşan göz enfeksiyonları ve artık lens/gözlük ikileminin verdiği bıkkınlık bana bu yaşta aniden bu kararı verdirdi. Sanırım otuz beşin en tutku dolu anı, ameliyattan hemen sonra duvardaki saati okuyabildiğimde kahkahayı bastığım an oldu. Sonrasını ise ne siz sorun ne de ben söyleyeyim diyeceğim ama, buraya anlatmaya geldim malum, anlatacağım.
35 yaşımda öğrendim ki, lazer göz ameliyatı göz numarası benim kadar yüksek insanlar için hiç de kolay bir ameliyat değilmiş. Ameliyattan sonraki 4 gün, hiç uyumadım ben. Hiç. Fiziksel olarak imkânsız gözükebilir, ama gerçek. Tam 3 gece – 4 günü, gözlerimin içine kum dökülmüş ve bu histen kurtulmak için kafatasımdan çıkmaya çalışıyorlarmış gibi bir hissiyatla ve kendi kendime saatlerce “tek yol sabretmek” diye sayıklayarak geçirdim. Dört gün boyunca gözümü açıp yemek yiyebilmek için kendimi “Duygu seni aç bırakırım” diye tehdit ettim. Dördüncü günün sonunda göz kapaklarım hala açılmayı reddettiği için sinirlenip, sesli bir şekilde kendimle kavga etmeye başladım. Ne yaparsam yapayım tam 4 gün boyunca gözlerimin acısı ve ağrısı hiç geçmediği gibi ben bununla baş etmeyi de beceremedim. 35 yaşımda öğrendim ki ağrı çekmekten daha beteri, ağrının ne zaman ve nasıl geçeceğini bilmemekmiş. Sonra bir Cuma günü, hepsi aniden bıçakla kesilmiş gibi bitti ve hayatımın lensli olan dönemi böylece 35 yaşımda sona erdi.
Ekim ayında, Kara Kitap adında bir gruba dahil oldum. Bir ay boyunca yalnızca 4 gün, ikişer saat de olsa tanıdığım, zihninin köşelerine ucundan da olsa dahil olduğum ve benden dürüst düşüncelerini esirgemeyen bir sürü yazarla tanıştım. Bana hiç bilmediğim bir konuda tüm cesaretimle kendimi göstermeyi ve tam olarak beceremesem de en azından denemeyi öğrettiler. Bir de her öykünün sonunda mutlaka bir kriz olması gerektiğini… Yeni yaşımda tekrardan, kısa da olsa aralarına dönmeyi ve yine hikayelerini dinlemeyi umuyorum.
Bu yaş bol bol, uzun uzun, keyif dolu İngiltere günleri gördü, gerek kışında gerekse baharında. Hadi dediğimde kalkıp kendimi ikinci evime atabilmenin huzuru, neşesi ve keyfini istesem de tam olarak anlatamam fakat diyebilirim ki ailem, arkadaşlarım, Londra sokakları, kutulanmış Pimm’s, Arlington’da kahkaha dolu akşam yemekleri, yağmurlu East Sussex sabahları, Rye’da tanıştığım köpek, Eastbourne’daki küçük İtalyan restoranı, yıllar sonra bozduğumuz lanetler, küçük limonlu kekler, beni dükkanın vitrininden kendine çağıran kolye uçları, korsanlar, balıkçı müzeleri, çakıllı sahiller, uçsuz bucaksız golf sahaları ve ne kadar uzun kalırsam kalayım hep içimde duran bir gün daha kalma isteği her seferinde o topraklara ne kadar aşık olduğumu bana tekrar tekrar hatırlatmaya devam etti.
Şubat ayında yine çok yakın dostlarımdan birini yurt dışına uğurladım. Sevdiklerimin hep benden uzaklara gitmesi artık yıl geçtikçe beni daha da yoran bir ritüel haline dönüştü. Üzerine, bu yaşın sonlarına doğru bir de kuzenimi ve tabii yeğenimi ülkenin bambaşka bir şehrine uğurladım. Belki de hayat önüme sevdiğim insanları görme bahanesiyle şehir şehir, ülke ülke gezme imkânı koyuyordur diyerek kendimi kandırmaya çalışıyorum. Öyleyse bile, yine de zor.
Bahar geldi sonra. Jimmy Carr geldi, Daniel Sloss geldi, Professor Brian Cox geldi. Bu yaşımın bahar ayları bir kahkahadan diğerine, bir heyecandan ötekine, bir uçaktan ikincisine derken bir yandan en sevdiğim viskinin boğazımdan geçişi kadar telaşsız, bir yandan da boş arazide rüzgâra karşı dört nala gidiyormuşum gibi bir hızda geçti, gitti. Yeğenlerim büyüdü, keyifli masalarda keyfe kadehler kalktı, golf oynandı, çiçekler koklandı, fotoğraflar çekildi ve mütemadiyen mutluluktan ağlandı…
Sorunlar da oldu tabii otuz beşte, olmadı diyemem. Mayıs ayından Eylül başına kadar yeniden Ekin ile görüşmeye başladık bir süre. İçimde sıkıntılı, fark edilmeyi bekleyen bir alan vardı adını bir türlü koyamadığım, daha fazla bekletmeden bir bilene sorayım dedim. Öğrendim ki, öfkeymiş meğer bir türlü anlam veremediğim. Başkalarını kırmayayım diye gösteremediğim, gösteremedikçe kendimi örselediğim, içime attığım, içime attıkça kendimi hasta ettiğim şey hep öfkeymiş. “Yapacak bir şey yok” culuğumun yeni sebebi öfkemi kontrol altına alma, yönetme isteğiymiş meğer. Eski anlamını kaybedince bu sefer de öfkelenmeden hayata devam etme anahtarım olmuş “yapacak bir şey yok”. Bu yaşımda öğrendim ki, öfkelenmek de gerekliymiş. Belki de yapılması gereken, hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini bilsen bile öfkelendiğini göstermek, dışa vurmakmış. Öfkemi, huzursuzluğumu ve kızgınlığımı dile getirmeyi bilmediğim gibi, farkında bile değilmişim kızgın olduğumun, hep sadece kırgınım sanmışım. Üzülmek sanmışım midemdeki yanmayı, göğsümdeki sıkışmayı hep. Öfke olduğunu bilseydim de üslubunca gösterebilir miydim bilmiyorum ve hiç de zannetmiyorum ama, artık bu yaşımda öğrendim. Yeri gelince cevap vermeyi öğrendim, kırılmak yerine kızmayı öğrendim, haklıysam üste çıkmayı öğrendim. Ağırbaşlı olmanın her zaman iyi olmadığını, yeri gelince diş göstermenin de bir o kadar önemli olduğunu öğrendim. Sınır koyamamamın esas sebebinin, öfkemi bilememek olduğunu bu yaşımda anladım.
En çok da “görülmediğime öfkelendiğimi” öğrendim otuz beşimde. Görülmemek kelimesi sıkça duyduğum ama bir türlü anlamlandıramadığım bir kelimeydi benim. Ne demek “görülmemek”, ancak öğrendim. Görülmekten korkmamayı da öğrendim tabii ister istemez, zira görülmediğin için üzülürken, kendini saklamak çözümün bir parçası değil. Haliyle, kendini sevmenin de gerçekten ne olduğunu otuz beşimde öğrenmek zorunda kaldım. Nevrozuyla, huzuruyla, güzeliyle, çirkiniyle, eksiğiyle, fazlasıyla beni ben yapan her şeyi, tek tek önüme koyup, hepsinin toplamının ortaya çıkarttığı insanı sevmeyi öğrendim. Daha önceleri kendimi sadece kabullenmişim meğer. Bu yaşımda ilk defa, kendimden gerçekten razı olmayı öğrendim.
Temmuz bu yaşın en zor, en yavaş ve en dirençli vakti oldu. Uzun zamandır kıyısında köşesinde dolandığımız bir sorun vardı, çözdük. Benim annemi yıkacak sorun pek yoktur dünyada ama bu beni yıkmaya çok yaklaştı. Hayatımda ilk defa bu yaşımda tam bir buçuk ayın nasıl geçtiğine dair hiçbir fikrim yok ama şükürler olsun ki hatasız, kazasız, belasız tünelin sonuna vardık. Şimdi seneye bir benzerini daha yapacağız ama onu da seneye anlatırım artık.
Ağustos ayında Bodrum’a gittim yeniden, havuz kenarındaki bir zeytin ağacının dalları altında bu yılın en huzurlu anlarından birini yaşarken uzun uzun düşünmeye vaktim oldu. Geldiğim yolu düşündüm, gittim yönü, seçtiğim insanları, seçmeden içine düştüğüm durumları düşündüm. Yolun yarısındayım ve dürüst olmak gerekirse, kendimi hiçbir şeye geç kalmış hissetmiyorum. Çocuk istiyor gibi hissetmiyorum mesela. Tam 3,5 yıldır aşksızım ama yalnız hissetmiyorum. Sevilmediğimi de hissetmiyorum. Yanlış yerdeymişim gibi hissetmiyorum mesela veya hayatımda eksik bir şeyler varmış gibi gelmiyor hiç. Yeterince yükselememişim gibi hissetmiyorum. Başarısız hissetmiyorum. Sakin bahçelerde sakin kokteyller içip dostlarımla gülmekten sınırsız keyif aldığım günlerde kalbime dalga dalga yayılan bir huzurun içinde sessiz, şükürbaz ve mutluluk gözyaşları içindeyim. Daha iyisi olabilir biliyorum, ama her şeye rağmen kendim için ilmek ilmek ördüğüm hayatımdan gerçek anlamda memnunum. Dönüp bu yazıyı okuduğumda, otuz beşimle ilgili bunları hatırlamam, hepsinden önemli.
Aile özlemi çekiyorum sadece, geniş, keyifli, arada birbirini çekemese de kalben, ruhen birbirine bağlı, yan yana geldiğinde tüm dertlerini unuttuğun insanlarla dolu, neşeli masaların özlemini çekiyorum. Dostlarımın aile keyiflerine davet edildiğimde onları içten içe kıskanmamayı diliyorum biraz, “aile dostumuz” kavramının yıllar evvel kaybolmamış olmasını diliyorum misal… Şansıma şükrediyorum sonra. Yakın çevremde kaybettiklerimi uzak çevremde bulduğuma şükrediyorum. Hayat bir yerlerden kendini tamamlıyor gibi hissediyorum açıkçası. Beş farklı ağacın gölgesinde sağlıkla günü batırabildiğime şükrediyorum, uzaktaki köpeklerin neden havladığını düşünmekten başka derdimin olmadığı günlere şükrediyorum.
Velhasıl en başta dediğim gibi, ben yolumdan da razıyım. Zira bu yıla geri dönüp baktığımda uzun zamandır ilk defa yaş almış veya yaşlanmış değil, sadece yol almış hissediyorum kendimi. Yorulmuş değil de yenilenmişim gibi… Bir önceki yazımı okudum bu yazıya başlamadan evvel, görüyorum ki tüm temennilerim ve tüm hedeflerim arkamda yerini almış; geçtiğim yıl ışıl ışıl dönüp buradan bakınca.
Otuz beşte başka hikayeler yazacağım demiştim misal, ciddiydim. Oturdum kocaman bir kitap yazdım bu yaşımda sayfa sayfa, hece hece; gerek sabahları erken kalkıp gerek geceleri geç yatarak, bazen sırf beğenmedim diye yirmi bin kelimesini silip baştan yazarak, bazen de gördüğüm rüyalara uyup hikayenin akışını tamamen değiştirerek geçirdiğim günlerin sonunda, çok uzun bir süredir hayalini kurduğum yazarlık, bu yaşımda hayatımın bir yerinden bana dahil olmuş oldu. Kafamda kurduğum bir hikâyeyi kağıda dökebilmek zannettiğim kadar kolay olmadı açıkçası ve yüksek ihtimalle yazdığım “şey” mükemmel ve hatta iyi bile olmadı ama bugüne kadar yarattığım en güzel şey oldu. Bugün itibariyle Eylül ayı başında anlaştığım editörümün ellerinde, son haline getirilebilmek için kesilip biçiliyor ve hatta belki yerden yere vuruluyor. Her nasıl olacaksa olsun hedefim, yeni yılda bir basılı kitabım olması. Sonra da - umarım - daha nicelerini yazmak.
Otuz beşim için en büyük temennim, güçlü olduğum bilgisi ile güçsüz olduğum kaygısı arasında sıkışıp kalmamak demiştim. Bu yıl genel kültür zannettiğim birçok şeyin know-how olduğunu anladığımda, iş hayatıma ve çalıştığım yerlerde kendimi konumlandırışıma bakış açım tamamen değişti. Bundan tam 10 yıl önce daha bu işe yeni yeni başlarken ve henüz bilfiil 8 yılını harcadığı mesleğini bir çırpıda geride bırakmış bir avukatken, moda fotoğrafçısı bir dostum bana, “Koşma, yürü, belki kaslarını kaybedeceksin ama kanatların çıkacak.” demişti. Uzun ve dik bir yokuşta yürüye yürüye doldurduğum yıllar sanıyorum otuz beşimde bana hak ettiğim kanatları bahşetti.
Bu yaşın sonlarına doğru uzun süredir kanırta kanırta oldurtmaya çalıştığım şeyler için kendime mola izni vermeye karar verdim. Zira yıllardır sürekli bir şeyleri arzulamak, o şey için çabalamak ve henüz sahip olmadığım şeylerin bile özlemini çekmek artık beni yordu. Daha da önemlisi, otuz beş yaşımda, aslında yaşadığım hayata düpedüz âşık olduğumu anladım. Kendime kurduğum düzenin her saniyesine ayrı hayran olduğumu, önüme çıkan her türlü engele, zorluğa ve sınava rağmen yine de kendimi “Benim hayatımı yaşayan biri karşıma geçip mızmızlansa, onu tokatlardım.” derken bulduğumda anladım. Bu yaşımda biraz da olsa sürece güvenmeyi, olan ve olmayan durumlara teslim olmayı ve “Ben elimden geleni yaptım, demek ki şimdilik olacağı bu kadar.” demeyi öğrendim.
Otuz altımda sürekli belli şeyleri oldurmaya çalışmak yerine, kapıma gelen her imkândan razı olmaya ve içlerinden gönlüme en çok yakışanı seçmeye karar verdim. Şimdilik isteğim yeni yaşımda daha da yavaşlayarak kendim için kurduğum bu mükemmel hayatın keyfini daha çok çıkartabilmek, daha sık İngiltere’ye gidebilmek, daha çok resim yapabilmek, farklı kıtalardaki dostlarımı ziyaret edebilmek, daha çok golf oynayabilmek, daha çok viski tadabilmek ve bir şekilde kitabımı bastırabilmek. Gerisini – umuyorum hep birlikte – yaşadıkça göreceğiz. Buraya ister ilk defa, ister tekrar tekrar uğrayan herkese, kocaman öpücükler. Birlikte, nice yıllara.
Dee.
3 notes
·
View notes
Text
bir suredir ne yaparsam yapayım ayni kiloda takili kalmistim dun yetti canıma artık diye çikolatalı kekler kimizi şaraplar ve muhtelif diğer alkollu icecekler tükettim bu sabah bi kilo eksik uyandım benim vücudum darlama sevmiyor demek ki
4 notes
·
View notes
Text
Kokular gerçekten bir zaman makinesi gibi bize anıları hatırlatır, bir daha yaşatır. O sevdiğiniz kişinin saçındaki şampuan kokusu ya da sizi çocukluğunuza geri götürecek anneanne evindeki kurabiyeler-kekler gibi… 🤍
4 notes
·
View notes
Text
Ya bu böyle ele yapışmayan bir hamur ile kek yapıyorlar yumuşacık meyveli deli gibi o kekin tarifini arıyorum. Bildiğimiz kekler gibi değil yabancıların keki.
12 notes
·
View notes
Text
Sen iki ters bir düz kırgınlıklar örerken beş numara şişle
Yumuşacık kakaolu kekler yapardı karşı evin annesi.
İmrenirdim...
Mutfağındaki eksik malzemeden bihaber
Tepeleme dolu kızgınlıklar yüklerdim dişlerimin arasına...
Bilmezdim anne,
Karşı evin babasında bitermiş iş;
Bunu görmezdim.
Hep başın ağrırdı...
Başın, hep ağrırdı...
Sırf bu yüzden bile bazı zamanlar
Seni sevmezdim.
Küçüktüm anne,
Bilseydim evinde su faturası ödenmemiş
Çeşmeden akmayan suya
İsyan etmezdim.
Sen iki kere ikinin dört ettiğini ekmek hesabından bilirken
Mis kokulu çamaşırlar asardı karşı evin annesi
Özenirdim.
Ellerindeki çamaşır suyu kokusundan rahatsız,
Çocukça bir küskünlük eklerdim gecelerime.
Oysa ellerin ruhuma akarmış saçlarımdan,
Ömrümü tararmış titreyen parmakların
Bilmezdim anne.
Büyümek denen illet dayanıncaya dek kapıma,
Ellerinin ne muhteşem olduğunu bilmezdim
Küçüktüm anne
Yoksa
Gün aşırı patlayan sarı ampulü,
Mumla yamayacak yüce gönlünü,
Ezecek kadar ezilmezdim.
Sen çalı süpürgesiyle süpürürken dış kapının ağzını,
Taze boyalı saçlarını savurarak süzülürdü karşı evin annesi...
Ayağında yüksek topuklu bir isyan
Düşündüm de şimdi
Ne iğreti dururdu o topukların üstünde dursan!
Senin çatlamış ayakların vardı anne,
Hacı Şakir kokardın en beyazından.
İncecik bir yemeniyle gizlerdin,
Ölünce her bir teli yılan olacak sandığın sırma saçlarını.
Çok yeni anladım anne,
Ağaran her saç telinden üstüme düşen payımı...
Çocuktum anne,
Bir bisikletim olsa bütün mutluluklar benimdi.
Babam eve sarhoş gelmiş geç gelmiş,
Hepsi sabah sokağa çıktığımda biterdi.
Bilmezdim anne,
Karşı evden arta kalan çantalar dolusu giysi
Üstümüze cuk otururken
Ruhuna azap olur akarmış!
Bilmezdim benim annem gözünün yaşıyla her bayram arifesi
Vitrinlere bakarmış!
Sen ilkokul fişlerimi kardeşimle hecelerken
Telefonu keşfetmiş karşı evin annesi
Bilsen ne cahildin ne görgüsüzdün gözümde
Yak deseler yakacağım o dakika dünyayı,
Yık deseler
Ne şu eski divan kalacak,
Ne çiçekli perdeler...
Şimdiki aklımla ah bir sorsalar bana
Desem
O tertemiz günlerim,
Hani şimdi neredeler?
Ben ay sonunu nasıl getireceğim, diye
Hesaplar yaparken bir gün
Oğlum nefes nefese yararak ortalığı girdi içeri...
Yumuşacık kakaolu kekler yapmış dedi karşı evin annesi!
Çok geç anlıyor insan anne,
İlle de kendi annesi...
İlle de kendi annesi...
Deniz İnan /Karşı Evin Annesi
13 notes
·
View notes