#kanıtlar
Explore tagged Tumblr posts
Text
Onursuz Hain Seyit Rıza
✍🏻 Yılmaz Dikbaş
https://www.gundemarsivi.com/onursuz-hain-seyit-riza/
Değerli Dostlar,
Nergiz Yayınları rafından yayımlamış olan ↗ “TÜRK MİLLETİNE SUİKAST” adlı kitabımdan bir bölümü aşağıda sizlerle paylaşıyorum:
30 Temmuz 1937, Cuma
Dersim isyanında elebaşı Seyit Rıza, bugünün tarihiyle, İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na bir mektup gönderdi.
Daktiloyla Fransızca yazılmış olan bu mektup, el yazısıyla “Dersim Generali Seyid Rıza” olarak imzalanmıştır.
Şimdi size, bu mektubun aslını sunuyorum.
Mektubun Fransızca aslı, Türkiye’de ilk kez burada yer almaktadır.
Dersim-Kurdistan
Le 30 Juiliet 1937
Ministêre des Affirs Etrangêres
Monsieur le Ministre,
Depuis des annêes le gouvernment Turc tente d’assimiler le peuple Kurda et dans ce but opprime ce peuple, interdisant les journaux et les publications de langue Kurde, persêcutant les gens qui parlent leur langue d’origine, organisant des emigrations forcêes et sutêmatiques des territories fertiles du Kurdistan aux territories incultes de l’Anatolies oû ces emigrês pêrirent en Grand nombre.
Dernierement le gouvernment Turc a essayê de penstrer dans la region de Dersim qui restait, grâce a une etente avec le gouvernement Turc â l’abri de ces persêcutions.
Devant ce fait, au lieu de pêrir sur les routes lointaines de l’emigration, les Kurdes ont pris les armes pour se dêfendre, comme en 1930 dans le mont d’Ararart et dans la vallêe de Zilan et Bayezid.
Depuis trois mois une guerre atroce sevit dans non pays.
Malgrês l’inegalitê des moyens de combat et en dêpit de l’emploi dêavion de bombardement, de bombes incendiares, de gas asphyxiants, moi et mes compatriotes nous avons pû tenir l’armêe Turque en êchec.
Devant Notre rêsistance les avions turcs bombardent les villages, les incendient, et tuent les femmes et les enfants sans dêfance et ainsi le gouvernement turc se venge de son êchec en persêcutant les hbitants de tout le Kurdistan.
Les prisons regorgent de la population paisible Kurde et les intellectuels sont fusillês, pendus ou exilês dans des rêgions isolêes de la Turquie.
Trois millions de Kurdes se trouvant das leur pays et ne demandant que en paix et en libertê en conservant leur race, leur langue, leur traditions, leur culture et leur civilasation, par ma voix s’adressent â votre Excellence, vou prient de faire bênêficier le peuple Kurde de la haute influence morale de votre gouvernement, pour metre fin a cette injustice cruelle.
J’ai l’honneur Monsieur le Ministre, de vous prier d’agrêer l’expressin de ma haute considêration.
Le generalissmeou Dersim
Seyid Rıza
Mektubun Türkçe Çevirisi
İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na
Dersim-Kürdistan
30 Temmuz 1937
“Sayın Bakan,
Yıllardan beridir Türk Hükümeti, Kürt halkını asimile etmeye çalışmakta ve bu amaçla gazete ve Kürt dili yayınlarını yasaklamakta, anadillerini konuşanlara eziyet ederek, Kürdistan’ın verimli topraklarından gidenlerden büyük bir bölümünün telef olduğu Anadolu’nun çorak topraklarına zorunlu göçler düzenleyerek bu halka baskı yapmaktadır.
Son günlerde Türk Hükümeti, kendisiyle yapılan bir antlaşma sonucu bu baskılardan arındırılmış Dersim bölgesine de girmeye kalkışmıştır.
Bu olay karşısında Kürtler, göçün uzak yollarında can vermek yerine kendilerini korumak için 1930′da Ararat Dağı’nda, Zilan ve Beyazıt Ovası’nda olduğu gibi silahlara sarıldılar.
Üç aydan beri ülkemde vahşi bir savaş ortalığı kırıp geçirmektedir.
Savaş olanaklarının eşitsizliğine ve bombardıman uçaklarının, yangın bombalarının, boğucu gazların kullanılmasına rağmen ben ve yurttaşlarım Türkiye ordusunu başarısızlığa uğrattık.
Direnişimiz karşısında Türk uçakları köyleri bombaladılar, yangınlar çıkardılar ve savunmasız kadın ve çocukları öldürdüler. Böylece Türk Hükümeti, tüm Kürdistan halkına zulüm ederek yenilgisinin intikamını alıyor.
Hapishaneler yumuşak başlı Kürt halkıyla dolup taşıyor, aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor ya da Türkiye’nin ıssız bölgelerine sürülüyor.
Üç milyon Kürt ülkesinde bulunuyor ve sadece soylarını, dillerini, geleneklerini, kültürlerini ve uygarlıklarını koruyarak barış ve özgürlük içinde yaşamak istiyor. Kürt halkı, benim sesimden Ekselanslarına sesleniyor ve hükümetinizin manevi etkisinden Kürt halkını yararlandırmanızı sizden istirham ediyor.
Sayın Bakan, en derin saygılarımın kabulünü rica ederim.”
Dersim Generali
Seyid Rıza
Şimdi iki soru iki cevabımız var:
Birinci soru: Seyit Rıza bu mektubu İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na nasıl gönderdi?
Cevap: İngiliz belgelerinden öğreniyoruz, Seyit Rıza mektubunu İstanbul’daki İngiliz Büyükelçiliği’ne göndermiş ve onlardan mektubun Londra’ya ulaştırılmasını rica etmiş.
İkinci soru: Peki, İngilizler Seyit Rıza’nın mektubuna cevap vermişler mi?
Cevap: İstanbul’daki İngiliz Büyükelçiliği, Seyit Rıza’nın mektubunu İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na şu el yazısı kısa notla birlikte göndermiş:
23rd September, 1937
We close herein a copy of a letter which we have received from Seyid Rıza.
Needless to say that we have not sent any acknowledgement.
Türkçesi:
23 Eylül 1937
“Seyit Rıza’dan almış olduğumuz bir mektubun kopyasını ekte sunuyoruz.
Söylememize gerek yok, Seyit Rıza’ya mektubunu aldığımıza dair bir teyit göndermedik.”
Son bir soru: Seyit Rıza’nın mektubunu alan İngiltere Dışişleri Bakanlığı bir cevap vermiş mi?
Cevap: Evet vermiş, ama Seyit Rıza’ya değil! Cevabını İstanbul’daki Büyükelçiliğe göndermiş.
İşte o mektubun İngilizce aslı:
British Embassy, İstanbul
5th October, 1937
Thank you for your letter of September 23 (E 5529/466/44), enclosing a copy of a letter from Seyid Riza.
We feel that it would create a good impression if we could let the Turkish Government know, unofficially, that no notice has been taken of it.
Would you have any objection to our acting accordingly?
We should also like to know by what means it reached you.
Türkçesi:
Britanya Büyükelçiliği, İstanbul
5 Ekim 1937
“Seyit Rıza’dan aldığınız mektubun bir kopyasını iliştirdiğiniz 23 Eylül 1937 tarihli (E 5529/466/44) mektubunuz için teşekkür ederiz.
Eğer bu mektubun varlığından Türk Hükümetini resmi olmayan yoldan haberdar eder ve bu mektubu hiç dikkate almadığımızı bildirirsek iyi bir izlenim yaratmış olacağımıza inanıyoruz.
Böyle davranmamıza sizin herhangi bir itirazınız var mı?
Seyit Rıza’nın mektubunun size hangi yoldan ulaşmış olduğunu da bilmek isteriz.”
Son bir değerlendirme yapalım.
Dersim isyanının elebaşı Seyit Rıza, İngilizlerden yardım dileniyor.
Tarihte, yabancılardan yardım ve merhamet dileyerek bağımsızlığını elde etmiş bir halk var mı?
İngilizlerden yardım dilenen Seyit Rıza’nın onurlu ve şerefli bir kişi olduğunu söyleyebilir misiniz?
Seyit Rıza’nın yardım dilendiği İngilizler, mektubuna cevap bile vermiyorlar! İngilizler, Seyit Rıza’nın mektubunu dikkate bile almıyorlar!
Seyit Rıza’nın o çok güvendiği İngilizler, Seyit Rıza’nın mektubundan Türk Hükümetini haberdar edelim, böylece Türk Hükümeti üzerinde iyi bir izlenim yaratalım, diyor!
Onur ve şeref gibi yüce değerleri bir yana bırakalım, Seyit Rıza’nın sömürgeci İngilizleri hiç anlamamış, hiç öğrenmemiş olmasına ne diyelim? İngilizlerin dostaları yoktur, çıkarları vardır, deyimini bile bilmeyen, bilgisiz ve bilinçsiz Seyit Rıza, silaha sarılıp Türkleri arkadan vurmakla hem çok sayıda günahsız Kürtlerin ölmesine neden olmuş hem de Türk Milletine Suikast düzenleyenlere uşaklık yapmıştır…
Yılmaz Dikbaş
27 Aralık 2023, Çarşamba
0532 233 31 52
0 notes
Text
💄💋✨’
2 notes
·
View notes
Text
Konuşmadığım arkadaşımın ölüm haberini alıyodum rüyamda barışmak anlamına geliyormuş
#Rüya anlamlarına da hiç inanmam#Bu da alakasız olduğunu kanıtlar gibi#Çünkü kimsenin bi çabası yok tekrar konuşmak için
5 notes
·
View notes
Text
Donald R. Prothero – Yirmi Beş Keşifte Evrimin Öyküsü (2024)
“Anlatılan senin hikâyen.” Evrim teorisi modern bilimin ve özellikle de biyolojinin en görkemli başarılarından biri. Yeryüzünün geçmişinde yolları birbiriyle kesişen sayısız öyküden görkemli ve gür bir aile ağacı oluşturup canlıların geçmişini, bugününü ve geleceğini birbirine bağlıyor. Dünyaya ve dünya içindeki yerimize ilişkin bakışımızı derinleştirmekle kalmayıp evrenin boyutları ve hayatın…
View On WordPress
#Cemal Can Tarımcıoğlu#Donald R. Prothero#Evrim Kuramı#Evrim Teorisi#Fol Kitap#Kanıtlar Kâşifler Doğrular ve Yanlışlar#Yirmi Beş Keşifte Evrimin Öyküsü
0 notes
Text
Bütün okul hayatım boyunca yaşadığım en güzel gündü bee. Resimde apocu Kadirle sohbet ettik. Muhabbeti çok sarıyor, kral çocuk. Bana diyor heci baba. Herkese öyle diyror :) Biyoloji mis gibi geçti. Son dört ders boştu ve bizi eve gönderdileeeer 🥳🤟💃🕺 o çok nazik edebiyatçı hoca bey sayesinde. O kadar tatlı bir hoca kiii..(sadece iki kere konuştuğunu gördüm:D, keske dersimize de girseydi. Var ya onun icin edebiyati yalar yutardim, sindavdan 110 alırdım, edebiyat derslerinde uyumazdim...) Otobüs yolculuğum da güzel geçti. Binerken arkalara baktim bos yer yok ayaktaydim ki bir abi gülümserek geç otur dedi. Gülümseyerek konuşmak ne hoş ya. Geçen de otobüse yarım binmiştim :D çantam dışarıda ben içeride. Çok rezil!!! Neyse yine abinin biri çantaya dokunarak kontrol edip, bir şey olmaz babında gözünü kırptı başını salladı, bir şey olmaz azcık dışarıda kalmış dedi. Seviyorum böyle babacan hareketleri haa. Sonra da..Ulan şaka gibi. Eve geldim bizimkiler düğüne gitmiş. Bi erco bey evde o da hasta. Gün güzel geçiyor.
#nurgülün tenefüslerdeki tatlılığı ve ilgisi çokkk tatlıydıı#resimciden artik nefret etmiyorum#nurgülü seviyorum#okulun olmadıgı günleri daha çokkk seviyorummmmm#yarın da tatilllll çooook güzeeeelllllllll#hayatımda hic iyi insan görmediğime dagir ufak tefek kanıtlar ahsh#dairrrrr#uan bu klavye niye boyle yapiyorrrr
0 notes
Text
Yorumreyonu - Platin
Google Haritalar incelemelerini satın almanın, işletmeler için gelişmiş çevrimiçi itibar ve güvenilirlik dahil olmak üzere çeşitli avantajları olabilir. İşletmeler, olumlu yorumlar satın alarak imajlarını geliştirebilir ve daha fazla müşteri çekebilir. Google maps yorum satın al hizmeti sunan Yorumreyonu web sitesi, işletmelerin çevrimiçi itibarlarını ve müşteri güvenini artırmalarına yardımcı olan böyle bir platformdur. Bu incelemeler, sosyal kanıt işlevi görür ve olumlu incelemelere sahip bir işletmeye güvenme olasılıkları daha yüksek olduğundan, potansiyel müşterilerin karar verme sürecini etkileyebilir. Ek olarak, gerçek insanlardan alınan geri bildirimler olan organik harita incelemeleri, işletmelere değerli bilgiler ve geri bildirimler sağlayabilir. Bu nedenle, Google harita yorum satın al seçeneği, bir işletmenin çevrimiçi itibarını ve güvenilirliğini önemli ölçüde artırabilir. Google Haritalar incelemeleri satın almanın bir diğer avantajı da artan görünürlük ve maruz kalmadır. Olumlu yorumlar, bir işletmenin Google Haritalar'daki görünürlüğünü artırarak, arama sonuçlarında görünme ve potansiyel müşterileri çekme olasılığını artırabilir. Yorumreyonu gibi hizmetlerin yardımıyla işletmeler, platformdaki görünürlüklerini artırabilen gerçek ve ucuz Google Haritalar yorum paketleri satın alabilirler. Bu nedenle, Google maps yorum hizmeti satın almak, bir işletmenin görünürlüğünü artırmak ve daha geniş bir kitleye ulaşmak için stratejik bir yol olabilir. Güven, müşterileri çekmede ve dönüştürmede çok önemli bir rol oynar ve Google Haritalar incelemeleri satın almak, işletmelerin güveni artırmasına ve dönüşümleri artırmasına yardımcı olabilir. Google Haritalar 5 Yıldızlı Yorum Satın Al gibi hizmetlerle işletmeler, potansiyel müşteriler arasında güven oluşturabilecek gerçek ve organik 5 yıldızlı yorumlar elde edebilir. Pozitif incelemeler, bir işletme için onay görevi görerek müşterilere güvenilir olduğunu ve kaliteli ürün veya hizmetler sunduğunu gösterir. Ayrıca, müşterilerin başkalarının görüşlerine ve deneyimlerine güvenme olasılığı daha yüksek olduğundan, incelemeler değerli sosyal kanıtlar sağlar. İşletmeler, Google Haritalar inceleme hizmetlerine yatırım yaparak güvenilirliklerini artırabilir ve sonuçta dönüşümleri artırabilir. Bu nedenle, Google Haritalar incelemelerini satın almak, güveni artırmak ve müşteri dönüşümlerini artırmak için etkili bir strateji olabilir. Ürünlere göz atmak ve bilgi almak için web sitemize göz atabilirsiniz.
1K notes
·
View notes
Text
Bilmeyenler için ben liseyi Yabancı Dil bölümümde tamamladım, Hacettepe Üniversitesi’nde İngiliz Dili Edebiyatı okudum, üniversite öğrencisiyken çeviri yapmaya başladım ve çok uzun bir süre devam ettim, şimdi yine iki dil arasında gidip geldiğim bir işte çalışıyorum. Lisans eğitiminin ilk senesinde “Britanya tarihi” dersleri alıp ikinci yılda “Britanya’da kültür ve toplum” şeklinde ilerledikten sonra “İngiliz Dili” olayına giriş yaptım, yaptık. “Dil aslında tarihtir, dil toplumdur, kültürdür” demenin güzel bir örneğidir bu sıralama. Tam da bu yüzden hayatımın yarısı İngilizce ağırlıklı geçmiş olmasına rağmen Türkçeme sahip çıkmaya, onu yozlaştırmamaya, başka dillerin kelimelerini dilime dahil etmemeye, kısacası “başkasının tarihine, kültürüne, toplumuna hizmet etmemeye” çalışıyorum elimden geldiğince. Bu zor bir şey çünkü insan beyni gün içinde kullandığı iki dili birbirinden ayrı tutmak için fazladan efor sarf etmeyi gerektiriyor (benim hafızamda bir de Fransızca için ayrılmış bir bölüm var, neyse ki İngilizcede olduğu kadar egemen değil). Zaten beni bu nedenden ötürü iki dili birbirine karıştırarak konuşan veya yazan insanlara “salak” derken görebilirsiniz. Aslında bunu ben demiyorum, bilimsel bir gerçek bu; kimisinin beyni bunu yönetecek kadar gelişememiş, en temiz özeti bu.
Bir dönem şeylerle çok dalga geçiliyordu ya, TDK’nin “alttan ittirmeli üstten tüttürmeli çok oturgaçlı getirgeçli götürgeç” gibi türetimleriyle. İşte güncel ve popüler bir örnek olarak; selfie kelimesini özçekim olarak değiştirdi falan. Aslında bunların hepsi bir dil kurumunun tarihi, kültürü ve toplumu koruma çabasından ileri geliyor. Dilin bu hususlardaki önemi hayal edemeyeceğiniz kadar büyük çünkü.
Mesela ben etimoloji içerikli gönderilerde “bu kelimeyi bin sekiz yüz bilmem kaç yılında falanca dilden almışız” diyorum ya, bu direkt Türk tarihiyle bağlantılı bir durum. O yıllarda o yöreyle savaşmışız, orayı işgal etmişiz veya ora tarafından işgal edilmişiz ve o yörenin diliyle etkileşime girmişiz. Aldığımız o kelime döktüğümüz kanların, verdiğimiz çabanın nişanesi gibi düşünün. Başka bir ülkeyle ittifaka girmiş, omuz omuza mücadele vermişiz ve oradan da belirli kelimeler ve deyişler almışız. Türkçenin dünya üzerindeki en zengin dillerden biri olması, tarihinin ve kültürünün ne kadar zengin olduğuyla bağlantılı.
Bir topluluğu parçalamak, ayrıştırmak ve çökertmek istiyorsan önce onun diline kastedersin. Örneğin, İngiltere’nin Afrikalı sömürgelere kendi dilini konuşturmamasının nedeni tam olarak bu. Kendi değerleri üzerinden örgütlenmesinler, değerlerini ifade edemesinler ki toplumsal bilinçleri yükselmesin, köklerini dile dökemesinler… Kürtlerin kendi dillerinde eğitim görememelerine vb bu kadar içerlemelerinin sebebi de aynı. Jazz müzik mesela, kendi dillerinde konuşmalarına izin verilmeyen kölelerin tarlada inşaatta köpek gibi çalışırken, “şarkı söylüyorum” ayağına yatarak kendi dillerinde birbirleriyle haberleşebilmeleri için ortaya çıkardıkları bir janra. Tarihe baktığınızda bölünmeler ve bölme girişimleri hep dille başlar. Dil senin tarihinin özetidir, tarihini silmek isteyen, önce diline kasteder.
Ben Selanik’te Osmanlıların son derece kanlı girişimlerinin olduğu Beyaz Kule’yi ziyaret ettiğimde, kapıdaki görevli içeride Türkçe konuşmamamızı rica etmişti. Belki hatırlayan çıkar, burada o konuda bir yazı yazmıştım. Dile yöneltilen bu alınganlık, yine dilin ne kadar önemli ve korunması gereken bir değer olduğunu kanıtlar nitelikte. Tarihte kanlı bıçaklı olduğumuz çoğu ülke Türkçeden deli gibi korkuyor. Zaten pek çoğunun dilinde Türkçe kelimeler yoktur, almazlar, reddederler. Alırlarsa bile inkar edip, “Yunanca bu kelime” falan derler çünkü bizim dilimiz, tarihimizin şanını onlara hala dün gibi hatırlatıyor.
Takip ettiğim YouTube kanallarından birine cevap vermelerini hiç ummadığım bir yorum yazmıştım “dilimizin ağzına sıçmak yerine sahip çıksanız” minvalinde. O kanal bana dedi ki “her şey gibi dil de evrenselleşiyor, ne var bunda?” O kadar ama o kadar tehlikeli bir söylem ki bu, İngiltere / Amerika hegemonyasını besler türden. Sen bu ülkeleri “evren” olarak kabul ediyorsun böyle düşünerek, söyleyerek. Hangi hadle? Böyle bir boyun eğiş, teslim oluş olabilir mi?
Dil konularına her girdiğimde yaptığım gibi yine 1984’e atıfta bulunacağım. Ben Orwell’ı yalnızca bir yazar olarak değil, dile bilimsel ve kuramsal yaklaşımından ötürü büyük bir hayranlık duyuyorum. Kitapta linguist bir karakter var, topluma dayatılacak olan yeni dilin sözlüğünü yazıyor. Dilden milyonlarca kelime çıkarılıyor; yerine zıt kelimeler konuyor. “İyi” diye bir kelime varsa, “kötü” diye bir kelimenin var olmasına hiç gerek yok. “İyi değil” dememiz kafi bu sözlüğe göre. Görüş yelpazesini, bireyselliği, ifade özgürlüğünü tamamen kısıtlayan bir teşebbüs; neticesinde de bu toplumun robottan farksız bir hale getirilmesi amaçlanıyor. Bu hale gelmiş bir toplumu dilediğin gibi yönetebilir, sömürebilirsin çünkü. İşte bu “evrenselleşme” dedikleri şey o denli tehlikeli.
Her şey “komplo teorisi bunlar komplooo” denemeyecek kadar bilimsel; size ne yapılmaya çalışıldığını ve ne yaptığınızı göremiyorsunuz. Gün içinde “gaslighting, vibe, hellooo” falan derken, sizin dilinize korku ve iğrenme dürtüsüyle yaklaşan bir kültürü beslediğinizi fark edemiyorsunuz. Türkçe öyle bir neslin salaklığıyla, iki neslin vurdumduymazlığıyla yok olabilecek kadar köksüz bir dil değil ama başlangıç aşamasını besleyenlerden biri belki de sizsiniz.
Türkçede diğer dillere çevirilmesi son derece güç, hatta imkansız olan yüzlerce kelime var. Bu şu demek; “bizim kültürümüz o kadar biricik ki sizde bir karşılığı olamaz efendim.” Eğer sen “lovebombing” kelimesinin senin dilinde bir karşılığı yokmuş gibi konuşursan, aynı prestiji karşı tarafa tanımış olursun.
Dil seni toplumun kalanına bağlayan, toplumun bir parçası olmana olanak tanıyan en önemli şey. En basit örnekle “ghosting” dediğinde boş boş suratına bakan jenerasyonla aranda dev bir uçurum oluşuyor, parçalanmanın harika bir örneği değil mi? Türk’sen Türkçene sahip çık. Oturduğun yerden “toplumsal yozlaşma var yaaa” demek yerine nöronlarını yor, dilini koru ki oturduğun yerden yozlaşma ahkamı kesmeye hakkın olsun. Ağzınız bu kadar yavşamışken bunu yapmaya hakkınız yok. Türkçeyi katletmekten acilen vazgeçin, tabii kendi dilinde konuşmasından dahi rahatsız olunan bir medeniyetten, artık kendi dili kalmamış bir medeniyete dönüşmek istemiyorsanız. “Evrenselleşmek (!)” istemiyorsanız. Ne münasebet ulan, ne münasebet?
70 notes
·
View notes
Text
Cialis 20 mg
Cialis 20 mg , erektil disfonksiyon için bir çözümden daha fazlasını temsil eder; birçok kişi için yenilenmiş bir güven ve yakınlık duygusunu temsil eder. Bu güçlü ilaç, penise giden kan akışını artırarak erkeklerin performans kaygısının stresi olmadan spontane tutku anları yaşamasını sağlar. Cialis'in arkanızda olduğunu bilerek hayatın samimi anlarının tadını tereddüt etmeden çıkardığınızı hayal edin.
Dahası, Cialis'in benzersiz faydası uzun süreli etkilerinde yatmaktadır. Zamanlama ve hazırlık gerektiren diğer ilaçların aksine, Cialis 36 saate kadar rahatlama sağlayabilir ve bu da çiftlerin spontaneliğe kapılmalarına olanak tanır; sıradan günleri sıra dışı akşamlara dönüştürür. Birçok kullanıcıya hitap eden şey bu özgürlüktür: katı programlara veya beklentilere bağlı kalmak yerine, an geldiğinde yakınlığı kucaklayabilme yeteneği.
Dahası, Cialis kullanımı sadece fiziksel faydalarla ilgili değildir; aynı zamanda duygusal bağları da besler. Kişinin performansında güvende hissetmesi, öz saygıyı artırabilir ve partnerleriyle ilişkileri derinleştirebilir. Erkekler tekrar kendilerine geldiklerinde, ilişkilerinde canlı sohbetlerin ve şefkatli etkileşimlerin yeniden canlandığını fark ederler; bu da gerçek canlılığın sadece yatak odasında bulunmadığını, birlikte geçirilen hayatlar boyunca da geliştiğini kanıtlar.
42 notes
·
View notes
Text
You remember your first love
because they show you,
prove to you, that
you can love and be loved, that
nothing in this world is
deserved except for love, that
love is both how you become a person and why.
İlk aşkınızı hatırlarsınız,
çünkü size sevebileceğinizi ve sevilebileceğinizi gösterir,
kanıtlar, bu dünyada sevgiden başka hiçbir şeyin hak edilmediğini, sevginin hem nasıl bir insan olduğunuzu hem de neden olduğunuzu gösterir.
22 notes
·
View notes
Text
Ailenin ilk çocuğu üzerinde kurulan baskı; sanki bir sürü sorumluluğa sahip gibi hissettirmiştir her zaman. Bir de küçük kelimesini aileler yakıştırmıyorlarmış gibi çocuğun "büyük çocuk o" kurala gebe gitmesi... Sen hiçbir zaman küçük olmadın çocuk, sen her zaman bir bireydin ve her zaman bir amacın vardı. Anne-babana sürekli bir şeyi kanıtlar nitelikte kendini göstermeye çalıştın, hiçbir zaman onlara karşı çıkmadın ama aslında çok yanlış yaptın.
#alıntı#aşk#edebiyat#hikaye#kitap#tumblr#kitapkurdu#love#wattpad#books#kitap önerileri#kitaplar#kitap alintilari#kitap alıntıları#kitap alıntısı#kitapalintisi#gece#kitaplık#kesfetteyiz#kesfet#sevgi#şiir alıntıları#şiir#şiirsokakta#şiirheryerde#şiirler#sözler#tumblr şiir#anlamlı sözler#geceye bir söz bırak
40 notes
·
View notes
Text
"Özler insan. Elinde olanı kaybettiğinde özler ama. Çünkü eline geçmeyen bir şeyi ya da kişiyi bilmez ki, nasıl hissettirdiğini bilemez. Bilmediği şeyi de özleyemez.
Sevdiği şeyler elinden gidince özler insan. Bir insan olabilir, bir eşya hatta bir an bile olabilir.
Onu bekler, gelmeyeceğini bile bile... Onu ister, olmayacağını bilse de...
Ona olan özleminden zaman zaman dizleri titrerken kimi zaman da özlem yaşama sebebi, ayakta kalmak için tutunduğu dal olur. Kalbi titrer, gözleri dolar eskiyi düşündükçe. Kaybetmeseydi yapılabilecek güzel şeyleri düşündükçe bir yumru oturur boğazına ve ne yaparsa yapsın o yumru gitmez oradan. Özlem öyle bir raddeye dayanır ki bir süre sonra yaşanan kötü şeylerin bile özlemini duymaya başlar. Çünkü kötü de olsa "O" nunla yaşanmıştır, olayın öznesi "O" dur. Bu duygu bir süre sonra o kadar özdeşleşir ki "O" nunla. O, özlemin kendisi olur.
Çok sevmektendir bu özlem. Kıymetini yeterince bilememektendir belki de. Keşke yatar altında hep. Keşke bunu da yapsaydım onunla, keşke böyle olmasaydı, keşke, keşke... Ama keşkeler koskoca okyanusta yüzmeye çalışırken ayağınıza zincirle bağlı güllelerden farksızlar benim gözümde. O saf ve temiz özlem duygunuza zarar verir. Sadece dibe çeker, size hiçbir faydası olmaz hatta ölümünüzün sebebi olur. İşte keşkelerimiz de böyle bizi geçmişe çeker, sadece çeker ve acı içinde boğulmamızı seyreder öylece. Durum buyken ne geçmişe müdahale edebiliriz ne de o acıyı çekerken eskiden yaptığımız yanlışlarımızdan herhangi bir ders alabiliriz. Ama bu demek değil ki özlem duyulmamalı.
Özlem güzeldir, saftır, sevginin varlığını kanıtlar. O olmasa bile O'nu yaşamak hatta O'nun için yaşamaktır. O'nun için gülmek, O'nun için yürümek, O'nun için ağlamak ve üzülmektir, O'nu yaşatma çabasıdır. Özlemek fedakarlıktır. Kalbinin ve aklının bir köşesini hatta bazen tamamını ebediyen ona ait kılmaktır."
Karanlık Yıldızım
#karanlık yıldızım#karanlıkyıldızım#kitap alintilari#kitap alıntıları#kitap alıntısı#kitap sözü#kitaplar#gecenin karanlığı#karanlık#kitap#çokça özlem#geçmişe özlem#özlem sözleri#özlemişim#özlemek#özledim
93 notes
·
View notes
Text
epey oldu aslında. konuşmayalı, yazmayalı ve en çok da düşünmeyeli. zaman zaman fısıldamak istiyorum, ama işte tam da o anlarda sanki herkes beni dinliyormuş gibi oluyor. şehir trafiğine ara veriyor, okul zilleri çalmayı bırakıyor, sanatçılar konserlerini durduruyor. bak dediğin gibi bu defa dünya benim etrafımda dönmüyor. ben dünyanın etrafında dönüyorum. tüm bunlar ben ne zaman kendime seni fısıldamaya çalışsam bir anda oluveriyor. odalara sığınmakta buldum çareyi. odama. benden başka kimsenin giremediği, konuşamadığı ve pek tabii duyulamadığı odama. öyle eskisi gibi öfkeli değilim. ya da başka bir şey. tek bildiğim hiçbir duyguyu öylesine canlı yaşamıyorum. sanki cansız bir canlı dolanıyor zihnimin parmaklarında. uzun tavan bakışmalarım oluyor bir kere. gözünü hiç ayırmadan kırk iki dakika bakarsan tavan da konuşuyor seninle. ama bunu tercih etmem. dinlemek istemiyorum. uzun tavan bakışmalarından sonra birtakım kanıtlar bırakılıyor arkada. solgun beniz, ıslak kirpikler ve karıncalı zihin.
ıslak kirpik dememe bakma. artık ağlamıyorum bir de. artık dediğime de bakma. artık olalı yıllar oldu. harbiden artık mıydı. avuntu mu yoksa. güzelliği mi. dağıldık, bu bizim sırrımız. ne diyorduk, gözyaşı güzelleyicileri gelmeden gözyaşını şişeye doldurup denize bırakmaktan bahsediyorduk. öyle olmasa bile öyle. gerek yok öyle yaşlara derim. yaşanır, yaş alınır, yaşlanılır ve yaşanılır. yaşlanmak cilde iyi gelir deseler de boşver sen bunları.
bundan başka bir gün çıkmasın karşına kelimelerim. bugün de çıkmasın ister kalbim. ama oldu da çıktı, seni hiç kabullenmedi bu zihin. ama bu gece son kez ısınsın dudaklarım.
47 notes
·
View notes
Text
Herkese biraz sınır ve me time
Uzum zamandır hayatımın odak merkezinde işim vardı. Yoğun bakımda çalışmak ve özel sektörde görev yapmak işleri normal şartlarda olduğundan daha da zorlaştırıyor. Bu da kendimi ve kendi ihtiyaçlarımı ekseriyetle geri planda tutmama neden oluyordu. Son günlerde iş ortamında yaşadığımız kaos nedeniyle (herkesin herkes hakkında dedikodu yapması ve herkesin her olay hakkında yalan söylemesi kaosu) biraz işe ve iş yerinde kurduğum dostluklara olan inancım (dolayısıyla da hevesim) kırıldı. Kötü mü oldu, hayır çünkü kendime odaklanabilmek için zaman ve motivasyon bulmaya başladım.
Çok uzun zamandır kitap okumayı ihmal ediyordum. Tekelioğlu Kütüphanesi'ne uğrayıp güzel bir şiir kitabı seçtim kendime. Okuma alışkanlığını yeniden kazanmanın en güzel yolu, edebiyatın en saf ve yoğun haliyle başlamaktır diye düşündüm. William Blake, uzun zamandır ilgimi çeken şairlerden biriydi. Şiirlerindeki tema üzerine epeyce araştırma yapmıştım fakat tüm Türkçe şiirlerinin basılı olduğu bir kaynağı okumamıştım. Tozan Alkan çevirisi ve Varlık Yayınevi sayesinde artık okuyabiliyoruz :)
Bir de biraz kişisel bakım rutini oluşturmak istedim. Çünkü ben diğer kızlar gibi her gün belirli rutinleri olan biri değilim. Çünkü işim düzensiz. Her günüm bir diğeri gibi olmadığı gibi, her günümün süresi de bir diğerine eşit değil. Bu yüzden gün içerisinde yaptığım her şey düzensiz ve rutinsiz. Artık 30'lara merhaba dönemine de girdiğim için, bu tür cilt bakım rutinlerini minimal düzeyde de olsa artık başlamalıydım. Ben egzama sorunuyla çok uğraştığım için genellikle Avene ürünlerini kullanıyorum. Temizleme ve nemlendirme olarak iki aşamalı temel düzeyde basit bir rutin oluşturdum. Cildime inanılmaz iyi geliyor bu ürünler, dokunduğumda elimde hissettiğim nemlilik ve yumuşaklığı seviyorum. Umarım düzenli kullanımda daha fazla faydasını görürüm. Biraz da saçlarımın uçlarını kestim. Sağlıklı uzaması için tabii ki, çok fazla kısaltmadım. Tüm bunları yaparken de geçen yıl sonbahar için hazırladığım Autumn 🍂 listesini açıp dinledim. Ruhumun da güzelleşmeye ihtiyacı vardı, bunu da kaliteli müzikle karşıladığımı düşünüyorum. Öyle. Şimdilik içimi dökmek istediklerim bu kadar.
Dipnot: Müzikler çok kaliteli. Jazz ve Blues seviyorsanız, Spotify'da aratabilirsiniz. Avene ürünleri egzama ve hassas ciltli olanlar için harika birer tercih. Göz altı morlukları, yoğun bakım hemşiresi olmanın en berbat hediyesi. Evet, burnumun ucunda sivilce çıkacak. (Bu, gerçek bir cadı olduğumu kanıtlar mı?)
7 notes
·
View notes
Text
Menendez Kardeşlerin Cezalarının Yeniden Değerlendirilmesi
Menendez Kardeşler Üzerine Yeniden Değerlendirme Lyle ve Erik Menendez, anne ve babalarını öldürmeleri sonucunda ömür boyu hapis cezasına çarptırılmalarıyla Amerikan kamuoyunu ikiye bölen iki kardeş olarak biliniyor. Şimdi ise, savcılık bu cezaların yeniden gözden geçirilmesini ve şartlı tahliye edilmelerini talep etti. Jose ve Kitty Menendez, 20 Ağustos 1989’da Beverly Hills’deki lüks…
#ünlüler#şartlı tahliye#Cinayet#cinsel taciz#George Gascón#hapis cezası#Hukuk#Jose Menendez#Kitty Menendez#Los Angeles#Mahkeme#Menendez kardeşler#Netflix#psikolojik taciz#savcılık#yeni kanıtlar
0 notes
Text
Bir gün paşa gibi yaşarım, gerisi ne olursa olsun" diyenleri gördük. Çok sahtekâr bir biçimde, değerlere yaklaşıp hırsızlayanları gördük. Bunu demagojiyle yapanlar kadar, bunun adına sergilenen pratikleri gördük.
Önderlik ve onun uğruna boğuşma büyük bir olaydır. Ben halen kendimi dört dörtlük önder yerine koymuyorum, fakat büyük bir savaş yürütüyorum. Şunu da hemen belirteyim ki, oldukça alçak gönüllü davrandık ve Önderlik olayını geliştirmek için her şeyimizi verdik. Ama biz henüz savaşı bırakmadık. Bize dost, düşman herkes tarafından her şey yapılmak istenmiştir. Ama buna rağmen halen peşinde koştuğumuz savaşım konuları, savaşın kendisi vardır. Ya- dırgamıyorum. Önderlik olayında artık tarih konuşuyor, bir halk konuşuyor; her şey olacak ve sen de buna katlanacaksın, o yeteneği göstereceksin! Artık burada "Kişiliğimin şu ihtiyacı, kişiliğimin şu zorlanması, kişiliğimin şurası-burası" demeyeceksin! Mademki ön- derliğe soyundun, o zaman her şeye hazır olacaksın! Buna bir kader olarak da yaklaşmayacaksın! Madem sosyalistsin, madem insanın yaratıcılığını esas almışsın, bu konuda bu yüce kavramlara layık olmayı bileceksin! Bunda gözyaşı edebiyatı yapmak, "Ne kadar yo- ruldum, ne kadar yıprandım, bana şöyle yardım, bana böyle yardım et" demeyeceksin! Hayır, kendini düşürmeyeceksin! Ne yapacaksın? Bu sanatın gerekleri neyi istiyorsa, ona ulaşacaksın! Gerekeni ya- pacaksın! Sıkılmadan, yorulmadan, gevşemeden, sürekli artan tempoyla yapacaksın! Mademki savaşın en yoğunu söz konusudur, tam bir savaşçılığı yapacaksın!
Önderlik gerekleri yetenekler elverdiğince yapılmaya çalışılıyor. Karşınızda çok olumladığınız, çok değişik biçimlerde kavramak, benimsemek durumunda olduğunuz bir olay, bir olgu, kişilik yok veya insanın bir sigarasına karşı gösterdiği ilgiyi, yeterliliği bile göstermeme gibi her şeyiyle çelişen bir inkârı yapmanızı gerektiren durumlarla ve kişiyle karşı karşıya değilsiniz. Bunu iyi anlayacaksınız. Ne sizin bağlılıklarınız sizi bu biçimiyle bazı sonuçlardan kurtarabilir ne de karşınızdaki kişi size istediğiniz gibi hareket etme şansını verir. Önderlik olayında buna yer yoktur. Bağlanma kadar, temsilde de buna yer yoktur. İster lehte, ister aleyhte gereken neyse yapmak, sizin de kendinize sahip çıkmanızın doğru tarzıdır. Kapsamı derinliğine çiziliyor, kapsam üstüne kapsam yaşanılıyor, biçim üstüne biçim yaşanılmaya çalışılıyor. Bu sizi çok yakından enterese eder. Buna ulaşmak, yaşamak, mümkünse temsil etmek önemlidir. Her şey biraz özgürce, gönüllüce tayin ediliyor. Gönlü- nüzü, özgürlüğünüzü korumak istiyorsanız ve bunu bir önderlik imkaân dahilinde görüyorsanız, bağlılığınızı, temsilinizi en az yü- rütülen kadar, esasta bağlayıcı olan kadar yürütmek için, kavrama ve uygulama, yeteneğinizi sürekli gözden geçirerek, düzeltecek ve yetkinleştireceksiniz. Bunları da vurguladıktan sonra, mevcut çıkışı biraz daha iyi değerlendirme gücüne kavuşursunuz ve kendiniz için sonuçlar çıkaracaksınız.
Bütün belirtiler, kanıtlar şunu gösteriyor ki, bu büyük direniş genelde ve özelde direniş şehitlerimizin anısını ve vasiyetine bağlı olarak yürütülmekte olan bir savaştır. Bu savaşın bütün yönleriyle, ideolojik-politik, pratik hazırlıkları, her cephede, her alanda bağ- lantılarıyla, büyük fedakârlığıyla, büyük şehitleriyle bu noktaya getirildiği açıktır. Ve bütün PKK olumluluğun bir sentezi, somut bir ifadesidir.
Peki, niye başka bir slogan ardına sığınıp, başka bir çıkış ortaya çıktı? Bu sizi ne kadar ilgilendirir ne kadar sorumlu kılar? Direnişe doğru temelde bağlanma, hiçbir gerekçe yokken inkâr ediliyor. Bunun bu eğilimle, bu çıkışla bağlantısı var. Direnişe gerçekten layık olmanın yapılacak işleri vardır. Basit bir örgütlenme, basit bir siyasi-askeri hazırlık, bu konuda ciddi bir girişim olmadığı gibi, mesele bile yapılmıyor. Bu da başka tellerden çalındığına dair bir işarettir. Düzenle rahatlıkla uzlaşma, düzenin içinde yürüme, yaşamı normal kabul etme, sapmaya doğru ciddi bir belirtidir. Parti doğrul- tusuyla bu oldukça açıklanan, kanıtlanan, ispatlanan doğrultuyla kolay kolay bütünleşmeme, bundaki itirazı saptırmanın etkili olduğunu gösterir. İtiraz ne kadar büyükse, kendini dayatmak ne kadar büyükse, etki altında kalmanın o denli geliştiğini gösterir.
Kendim, özellikle zindan direnişçiliğinin son yıllardaki bazı du- rumlarını zaman zaman düşündüğümde şu sözcükleri sarf ettiğimi bilirim; "Bir sapma gelişiyor veya yanlış anlama var" dedim. Sanırım bu sözlerim belgelenmiştir de. 1982 direnişçiliğinin Önderliği kurtarmak istediği belliydi. En son ne deniliyordu? Bir
savunma hakkı verilirse, fazla şehit vermeye gerek yoktur. PKK'nin adını anma ve savunma, tek şart budur. Gerekirse fazla şehit vermeye gerek yoktur. Bunun için şahadete ulaşılıyor. Özellikle 1984'lerden sonra bu direniş neye büründürüldü? Yaşam koşullarının düzeltilmesine. Artık nasıl gelişti, kimler ne kadar rol oynadı ve önlem alamadı bilemiyorum. Aslında çok iyi niyetli bir talep de olsa, içinde bin bir tehlikeyi barındıran bir talepti. Sanırım düşman bunu değerlendirdi ve tasfiyecilik, sağ çıkış veya bugün kendini karşımıza yepyeni bir yaşam biçimiyle çıkartan önderlikte bunu iyi kavradı veya bizzat oluşturdu.
Büyük zindan şehitlerinin direnişçiliğinde böyle bir talep var mıydı? Hepinize açık söylüyorum ki, yoktu ve siz bu direnişlerde giderek listeyi uzattınız, halen de bu durum vardır. Ben de başlangıçta olabileceğini söyledim. Yani bazı taleplerde bulunula- bilirdi, ama fazla önemsememek gerekirdi. Sonra bir baktık ki, yaşam hakkımız, daha iyi yaşama koşulları adı altında tam bir tuzak! Hem de zindan olayını inkâr etmek, başlı başına büyük bir sapmanın içinde bulunmak oluyordu.
Zindan koşullarında, hedefinde imha olan bir politikada, normal insanca yaşanılır koşulları talep etmek, düşmanı tanımamak demektir. Hangi düşmandan, hangi yaşam hakkını istiyorsun? "Ben hayatımı koyarım ortaya ve isterim" diyorlardı. Hayatını koydun, ne verdi sana? Bu yaşam makbulün müdür? Burada küçük bir reformizme de başlangıç vardır. "Kürtçe konuşma serbest bırakılmalı" talebini biz ileri süremeyiz, siyasi bir talep haline de getiremeyiz. Bizim tüm talebimiz, hatta yaşam hakkı istememiz bir özgürlüktür. Kürtçe de olsa, bunun basit bir gerekçesidir. O dönemin dayatılacak bir talebi değildir. Nitekim bugün düzenin başı Kürtçe serbestliğini de tanıyor, bu özel savaşın yürütülmesinde bir adımdır ve herkes bunun böyle olduğunu da biliyor. Zindan talebinin bu temelde bir çıkışın bir gerekçesi haline getirildiği bilinir.
İyi niyetli olduğunuzu söyleyeceksiniz. Evet, iyi niyetliydiniz, iyi bir talepti de. Kendinizi diğer bütün gerçeklerden koparırsanız iyi bir taleptir. Beni de böyle bir yanılgıya düşürmek için bazı sorular sordular; "Kürtçe serbestisi iyi bir şey değil midir?" dediler. Cevabım şuydu; ondan önce Kürt halkına serbestlik olsun! Kürtlüğünü
kırk yıl Türkçeyle icra etsin mühim değil! Halkın kendisine serbestlik olduktan sonra, onun konuştuğu dile de elbette serbestlik olur. Diline serbestlik var, kendisine yok! Kürtçe konuşmamıza serbestlik var, ama bütün varlığımıza zincirleme egemenlik var! Bundan ne anladınız? Dikkat edin, sapma nasıl gelişiyor? Sorun böyle ele alınmazsa bir sapma oluyor. Kendisini bir akım olarak yaşatmak isteyen reformizm "Dil serbestisi" sloganıyla ortaya çıkıyor. Parti buna müsaade etmiyor veya bu talepleri de devrim için kullanıyor, o ayrı bir meseledir. İnsan kendisini bir slogana kaptırdı mı ve giderek peş peşe başkalarını sıraladı mı, nerede du- racağını bilmez, reformizme uzanıp gider. Öyle bir noktaya gelinir ki, ihanetin en kötüsüne gidilebilir.
Hatta bu konuda şunu söyledim; "İçeri için elde edilen haklar, dışarıdaki halkın haklarından fazladır. Halk yarı yarıya açtır, gazete ve kitap okuyamaz. Büyük işsizler ordusu vardır. Fakat zin- dandaki yapı bunun çok üstünde bir yaşam düzeyindedir. İnceleme, okuma düzeyi tutturmuştur. O zaman dışarıyı istememeli" dedim. Uğruna savaştığın taleplerin, en önemlilerini ancak içeride elde edebilirsiniz. Buna nasıl ulaşıldı? Başlangıçta çok masumane olan, ama giderek kendini bir tutku haline getiren, bir yaşam tarzı haline getiren yaklaşımlar oluyor ve mevcut çıkışın bununla çok yakından bağlantısı vardır. Bu yaşam tarzıyla çok yakından bağlantısı vardır.
Bu son çıkışın sahibi tip, buradayken askeri ve siyasi çabalarımıza ilgi bile göstermiyordu. Bir yıl gözlemledim. Bir fakirin evine gidip, bir parça ekmek yiyip onunla bir sohbete girmiyordu. Gözünü nerede yaşam standartları biraz fazlaysa oraya dikiyordu. Zor durumda olan bir yoldaşın hal-hatırını sormuyordu. Kendi şahsını yüceltecek, kendine bağlanacak kişi arıyor, düşkün arıyor ve buluyordu. Mutlak anlamda bağlı kişilerle, sabahlara kadar amansız konuşuyor ve ölümüne kendine bağlıyordu. Bugün zindan direnişimizin önderliğini sürdürenler, "Kendisini bize karşı çok sevdirmişti, çok sevmiştik, çok bağlanmıştık" diyor. Emek bizim, çaba bizim; sava- şıyoruz, kan döküyoruz, durmuyoruz ve bir şeyler kazanıyoruz; birazcık emek sarf etmeyen tip, kalkıp bin bir zorlukla yarattığımız emeklere, değerlere sahip çıkıyor, el koyuyordu. Kadroyu ve halkı böyle ele alıyordu. Herkese müthiş egemen olmanın hesapları için
deydi, bana bile egemen olmanın korkunç düzenbazlıkları içindeydi. Özellikle zindanda 1984'ten sonraki yaşam tarzında biraz dönüşümün oluşması ve taleplerin değişmesinde önemli oranda rol oynamıştır.
İkide bir, "Bana fazla yeme-içme, rahat olanaklar sağlanmazsa, ölüm orucuna yatarım" istemlerinde bulunmak büyük bir hatadır. Parti yapısıdır, eğer önderlik bunu söylerse ölümüne yatarlar. Çünkü PKK direnişçiliğinde karar alındı mı, ölümüne yatarlar ve bu büyük bir imkândır da. Bazıları bir şeyleri kurtarmak ve elde etmek iste- diklerinde de bu yapıyı kullanırlar.
Parti kitlesinin direniş eğilimi üzerine bir oyun daha yapılmıştır, bir örgütlenme ve merkez yaratılmıştır. Merkez, gerek oluşum tarzı ve gerek yürütülüş tarzı itibariyle PKK'nin genel önderlik gerçeğiyle uyuşmuyor. Aslında görünüşte bağlıdırlar, halen de öy- ledirler ve hepsi de ölümüne bağlıdırlar. Gelen değerlendirmelerde bunu fark ettikleri için yazıyorlar. "Biz Parti Önderliği'ne ölümüne bağlıyız" diyorlar. Hatta en üst düzeydeki temsilcimiz bile bunu söylüyor; "Biz Parti Önderliği'nin yanlışlarının da militanıyız. Ben Parti Önderliği'nin yanlışlarının da militanlığını yürüteceğime söz veriyorum" diyor. Bunlar, bizim açımızdan çok önemli de değildir. Lakin oluşan merkez, önemli oranda birçok sol partide görüldüğü gibi ve reel-sosyalizmin çözülüşünde ifadesini bulduğu gibi hem bürokratiktir hem de çok liberaldir.
Bu bürokrasi biliyorsunuz ki, reel-sosyalizmde, buna vücut veren partilerde liberalizmi konuşturarak kapitalizme savrulma biçiminde bir sonuca yol açıyorlar. Katı bürokratiktir, kendi halkının bütün tepkisine özgürlükte ne kadar bilinçsiz örgüt olursa olsun, ona karşı ayağa kalkmalarına yol açıyor. Aslında bunun bir küçük karikatürü dayatılmıştır. Bu tipin bununla yakın bağlantısı vardır. Kendi payına en aşırı liberalizmi yaşarken, kitleyi yönlendirme gücü olarak çok katı bir bürokrasiyi dayatmıştır. Öyle ki, bazı küçük belgeler vardır. "Biz Parti Önderliği'ne bir rapor iletmek istiyoruz, merkez yıllardır bu raporu okuduğu halde sunmuyor" diyorlar. Bir kez bu merkezin okumak için yetkisi yoktur. İkincisi, ne olursa olsun saygı gereği bir rapor, bir mektup yazılıyorsa, o iletilecektir. Bana yüzlerce mektup gelmeliydi, meğer ambargo koymuşlar veya merkezden geçmeyen hiçbir şey gönderilemez şeklinde yaklaşıyorlar. Bu bir
merkezdir. Bu neyin merkezidir? Hepsi de merkez adına yapılıyor. Aslında merkez bir yere kadar gereklidir, ama bütün bir kitlenin çeşitli özlem ve taleplerini değişik biçimlerde Önderliğe sunma söz konusu olduğunda, sonuna kadar açık tutacaktır.
Zindana şu yönlü talimatımız vardı; "Ben alayım almayayım, okuyayım okumayayım, bir akım başlatalım; tabandan isteyen herkes yazılı ve sözlü neyi varsa sunsun Önderliğe" demiştik. Bu bir demokrasi olayıdır, işleyişidir. Kesinlikle bastırılmamalıdır. Bir Önderlik gelişirken, onun demokratik karakterde olması için, herkes ulaşmanın araçlarına, imkânlarına kavuşmalıdır. Talimatımızda bu çerçevedeydi. Biz buna başından beri de çok dikkat ediyorduk. Bu ilke işletilmiyor. Merkez veya kitle bilinçli mi bunu yapıyor? Doğru bildiği içindir. Partinin birlik-bütünlüğüne hizmet yaptığına inandığı içindir. Fakat bunu en liberalce ve sonuna kadar bireysel çıkar için kullanmak isteyenler de yapıyor. Kitleye karşı diktatörlük uyguluyor, kendisine karşı müthiş fırsat, imkân ayırıyor! Çok yakından göz- lemlediğimizde, gerekirse kendi kendisini dakikası dakikasına görevsiz bırakıyor, duygusallığa terk ediyor. Her türlü filozofça de- yimleri kendileri kullanıyorlar ve siyaset dışında bambaşka işler yapabiliyorlar. Çuvallarla gönderdiği mektupları var, siyasetle, askeri sanatımızla, siyasi ve örgütsel sanatımızla alakası olmayan içeriklerle doludur. Kendisine bu kadar özgürlük tanıyor, ama kitleden birisine, bir mektup yazma özgürlüğü tanımıyor. Bu diktatörlük değil de nedir? Sözüm ona demokrasicilik yapıyorlarmış! Sözüm ona biz diktatörlük eğilimini ifade ediyormuşuz! Hiçbir hakkı ve yetkisi olmadığı halde, kitleye bu kadar bürokrasi ve dik- tatörlüğü uyguluyor, kendine de bu kadar özgürlük tanıyor! Temelde partinin hiçbir değerine, özellikle onun askeri-siyasi çalışmalarına, örgütsel faaliyetine katkısı şurada kalsın, hırsızlamaktan başka bir çaba içinde olmadığı halde, bu merkezde bunu yaptırıyor.
Cezaevi içinde, adeta ikinci bir cezaevi yaratılmıştır. Öyle anlıyorum ki, önemli bir kesim de böyle bir merkezin sıkıntısını artan oranda duyuyor. Bizzat merkezin içinde yer alanlar sıkıntılarını bana iletiyorlar. "Biz sıkıntılıyız" diyorlar, buraya gelenlerden de bunu görmemek mümkün değildir. Bir aygıttan, bir işleyişten sıkın- tılıdır, ama temelde bunu etkileyen, sıkıntıya boğan bu formasyon
ve işleyiştir. Her yönüyle kendilerine özgürlük tanıyorlar, hem de sınır tanımayan bir özgürlük tanıyorlar. Bu da hem bu kitlenin ve hem de bu merkezin ağı içinde ortaya çıkmıştır. Sanıyorum kitleye şu verildi; "Bazı haklar için direniyorsunuz ve alıyorsunuz. Biraz daha direnin, bir lokma daha fazla olur. Bir ufak özgürlük daha elde edersiniz!" Bu bir avlanma gerekçesi de olabilir. Bu talep giderek bir alışkanlık, bir alışkanlık giderek bir yaşam tarzına dön- üştürülüyor. Bir sahte önderlik böylece vücut buluyor.
Buraya geldiler ve gördük. En ufak bir askeri faaliyete, bir örgüt çalışmasına katılım yoktu. Herhangi siyasi bir çalışmaya ilgi yoktu. Kendisine taban oluşturmak için uğraştı, hem de en düşkün bay ve bayanları bularak, bunu müthiş komplocu bir tarzda ve inanılmaz yöntemlerle, geliştirilmek istenilen Önderliğe karşı kullanmaya çalıştı. Kime el atıyorsa, anında zehirliyor. Çok kısa süre içinde, ancak büyük bir çabayla önleyebileceğimiz tahribatları ortaya çıkıyor. Örgütsel istemleri de böyledir. Zindanı bir tarafa bırakalım, halen dayatıyor ve istemlerle bazı kişileri bize karşı çıkarıyor. Vaz- geçirtemiyoruz, "Bu özgülüktür" diyorlar. Ama özgürlük savaşla kazanılır. Özgür bir ilişki kurmak, bu emeğin sahiplerine yaklaşmak, en yoğunlaşmış olarak askeri faaliyete katkı sağlamak, mutlaka bir şeyler oluşturmakla olur. Peki, bu sırtında yükseldiğin kişilerin emeğine hiçbir katkı sağlamadan, nasıl bu özgürlük hakkını kendinde görüyorsun? Buna sosyalizm anlayışı diyorlar; ama sosyalizmde özgürlük, savaşla ve emekle kazanılır. Onun neresinde olduğunu sorduğumuzda da bizi diktatörlükle suçluyorlar.
Büyük bir saptırmayla karşı karşıyayız. Ne verdi, ne istiyor? Biz onun yakasını bırakmışız, ama o yavuz hırsız misali yakamızı bı- rakmıyor. Paramızı ve silahımızı aldı, çaldı, halen de bizi bırakmıyor. Bu evi biz inşa ettik, her şeyin bu evin etrafından emekle karşılandığı bellidir. Geliyor, giriyor, yiyor, içiyor ve şimdi çıkıyor, hiçbir şey duymuyor, bu sefer de bütün evin kendisine tapulanmasını istiyor! İşte gözü karalık bu kadar! Ne verdi ne istiyor? Ölçüyü kaçırmamak gerekir derken, bunu kast ettik!
Özgürlük anlayışı iyi, sosyalizm anlayışına sahip olmak önemli, ama bunlar savaşla kazanılmaz mı? Özgürlük, ancak uğruna savaşılarak kazanılır. Savaş da en yoğunlaşmış siyaset ve onun
daha da yoğunlaşmış ifadesi olan askerlikle kazanılır. Sen bir fişek sıktın mı? Sen ufak bir siyasi çalışma yaptın mı? Bunlar da örgütü kazanmakla mümkündür. Örgüt; insan bulmak, ilişki kurmakla ve en önemlisi de onları eğitmekle mümkündür. Fazla ilişki kurmayacak, insan bulmayacak, bulup da eğitmeyecek, onların irade ve düşünce birliğini sağlamayacak; tam tersine bir de onları dıştalayacak, onlara en alçakça diktatörlüğü dayatacak, kişiliğine ve emeklerine asla saygılı olmayacak, ondan sonra da sınırsız özgürlüğü, sınırsız yetkiyi isteyecek! Bu tipin yapmak istediği budur. Ölçüler kaçırılsa bile bu kadar kaçırılamazdı.
Bunları söylerken gafil yaklaşmayacağız. Bunda kendi geriliğiniz önemli bir nedendir. Kural-kaideleri, emeğin ölçülerini sağlam bil- memek veya gereklerini yerine getirmemek, bu durumların imkân bulmasında rol oynar. Bir yerde PKK'lilerin ne kadar demokratik, sosyalist karakterini geliştirip geliştirmemesiyle veya ne kadar de- mokratik, sosyalist olup olmamalarıyla yakından bağlantılıdır.
Görüyorsunuz ki, kanıtlanan sapmanın da ötesinde, gözü kara bir gasp, bir darbe, bir komplo gerçeğidir. Zindan bunun için kul- lanılmıştır. Zindan kullanılırken, bazı taktikler, zindan merkezi için, kitlesi için kullanılmıştır. Bazı taktikler vardır, kimine karşı kendisini vazgeçilmez bir sevgi kaynağı haline getirirken, kimisine de evvela kendisine gerekmediği halde, ona bile uzanabilmiştir. Bunlar böylesine bir sahte önderliğin gelişmesi için gereklidir. Yapay taleplerin, sahte taleplerin giderek gündeme gelmesiyle devam eder. Bu kadar yaşam düşkünüdür. Zindandaki yaşamı neye çevirmiştir? Basit talepler uğruna bir savaşıma çekmiştir. "O kadar bilinçli değildi, öyle bir talimat da yoktu" diyebilirsiniz. Politikada böyle düşünülemez. Politika bir bütünlükle kavrama sanatıdır ve içinde de pek bilinçlilik payı aranmaz. Süreçtir, eğilimdir, hatta bazen en gereksiz gibi gözüken biri devrimci eğilime kavuşturulduğu gibi, en devrimci biri de bazen provokasyona koşturulabilir. Bütün bunlar mümkündür. Politika bilimini okursanız, yüzlerce örneğiyle karşılaşırsınız. Politik bilinciniz fazla gelişmeden, kendinizi doğru ve yanılmaz yargı sahipleri olarak görmeyin.
1982 Direnişi doruğu eşittir; iğne ucu kadar bir imkânı bulup ör- gütlenme, siyasileşme, askerleşmedir. Bu çok daha iyi anlaşılıyor
mu? Savaş, her an iğne ucu kadar fırsattır, bulduğunuzda yapacaksınız. Buna hepimiz evet diyor muyuz? 1982 direniş anısına, vasiyetine bağlılık ancak böyle olabilir. Bunda gafil olmak ne demektir? Çok iyi imkânlar olduğu halde, gelişmiş örgüt ve savaş imkânları olduğu halde, bunu elinin tersiyle itmektir, hatta işlemez duruma getirmektir. "Gerilla ikinci plana düşmüş, şehir öne çıkmış" deniyordu. Öne çıkmayı görüyoruz ve kim öne çıkarıyor onu da görüyoruz. Gerilla nasıl ortaya çıktı, gerilla şehri nasıl ortaya çıkarttı? Gerilla kitleyi nasıl ortaya çıkarıyor? Hangi sloganlarla kitleler yürüyor? Bunların hepsini görüyoruz.
Bütün bunları bir tarafa itmeyi planlıyordu. Aslında ne şehre, ne ovaya inancı var; ne gerillaya, ne ufak bir ilişkiye, örgütlenmeye inancı var. Bütün bunları da sözüm ona yeni bir yaşam tarzı olarak dayatıyor. Ekmek elden, su gölden, fırsat bulduğunda da hiçbir hesap vermeden kaçacak! İşte karşı karşıya olduğumuz bir diğer gerçek de budur.
Zindandan gelenlere soruyorum; bu sizin gerçeğiniz midir? Bu tipin altına imzasını attığı "Yaşasın Zindan Direniş Önderliği" slo- ganının gereği midir veya bu sloganının gerekleri bu mudur? Hiçbir savsaklamaya, şu veya bu biçimde gerekçeye, yorumlamaya tabi tutmadan, çok net cevap vermek gerekir. Çok açık ki, bu bir direniş yorumu değil, hele hele direniş şehitlerinin yorumu hiç değildir! 1982 büyük direniş kahramanlarının, şehitlerinin anısı ve mirası hiç mi hiç değildir! Etkilenme vardır, bir çıkış vardır ve fakat partiyi zorlayan sonuçları da vardır
Şehid Kemal Pir🌹
10 notes
·
View notes
Text
Bu güne kadar milyonlarca insan pes etti.
Öfkelenmiyorlar,
Ağlamıyorlar,
Hiçbir şey yapmıyorlar.
Yalnızca zamanın geçmesini bekliyorlar.
...Tepki gösterme becerilerini yitirmiş onlar.
Sense üzgünsün.
Bu da senin ruhunun hala canlı olduğunu kanıtlar...
Paulo Coelho
50 notes
·
View notes