#küçük hanımefendi
Explore tagged Tumblr posts
Text
Çok Hızlı! (2) (Orhan 36 Y., Bursa)
Sevgi'yi arabayla kaynanasının muhitine bırakırken, akşam mesaj yazmamamı, misafirinin geleceğini, bana cevap yazamayacağı için aklının kalacağını, benim de boşuna cevap bekleyeceğimi söylemişti. Eve gidip duş aldım. Votkayı arabada bırakmıştım, dolaptan Rakı çıkardım. Zaten pelte gibi olmuştum, iki kadeh içip yattım. Deliksiz bir uyku çektim.
Sabah duşumu alıp kahvaltımı yaptım, evden çıktım. Arabaya atladığım anda geldi ilk mesaj: "AKLIMDAYDIN :)" diye. Cevap yazdım, "Ben bugünün de dün gibi süper bitmesini istiyorum :)" diye. O da, "Kahve molasında görüşürüz :)" yazdı. Saat 10:00'da odasındaydım. Direkt sarıldım, dudaklarını dudaklarıma hapsettim. Kollarımdan kurtulup elimi tuttu ve bayanlar tuvaletine doğru gittik. İçerde 4 tane tuvalet, bir de kova ve paspasları koydukları bir bölme daha vardı. O bölmeyi açtı, içeri girdik. Kapıyı kilitleyip, "Acele etmemiz lazım!" dedi. Hemen önlüğünü açtım, yüzünü duvara döndürüp ellerini duvara dayadım. Pantolonlarımızı dizlerimize indirdim. Götünün yanaklarına küçük sessiz iki tokat attım, her tokatta resmen tüm vücudu titredi. Külodunu kenara çekip, yarağımı amına soktum. "Ohhh!" diye bir ses çıktı ikimizden de, sessiz olmalıydık.
Tişörtünün altından ellerimi sokup göğüslerini avuçlarken öyle bir şehvet vardı ki aramızda, yanıyorduk resmen. Göğüslerinden çektiğim parmaklarımı ağzına uzattım, deli gibi emmeye başladı. Ben amına pompalamaya devam ettikçe taşaklarım amına götüne çarpıyor, '��lap, şlap!' sesleri çıkıyordu. O an daracık pembe göt deliği süper cezbediciydi. Sol elimi belinden çekip işaret parmağımı göt deliğine bastırdım. "Offf!" dedi, ama ilk boğuma kadar parmağım götüne girdiğinde amının suları bacaklarından akmaya, kasılarak orgazm olmaya başladı. Yakalanmamak için birkaç pompalamadan sonra ben geri çekilip beline ve kalçalarına boşalttım tüm döllerimi. Toparlanıp çıktık ayrı ayrı. Kadınlar Çay ocağının yanındaki tuvaletleri kullandıkları için bu tarafa çok sık gelmiyorlarmış, öyle söyledi odasında oturup nefeslenirken...
Haftanın kalan günleri sadece mesaj sohbetiyle geçti geceli gündüzlü. Bu arada o kadar çok şey öğrendik ki birbirimizle ilgili. Kocasının aslında seksi sevip yapmaya çalıştığını, ama ön yargılarından kurtulamadığını öğrendim. Mesela, adam eve pørnø CD getiriyor, ama yarağının emilmesini ve emildikten sonra karısının dudaklarını tiksinç görüyor, aynı şekilde karısının amını yalayıp sonrasında öpüşmeyi sevmiyormuş. O yüzden bunca yıllık evliliklerinde birer kez oral yapmışlardı. Oysa Sevgi her iki türlü oral seksten de (birer kez yapmalarına rağmen) müthiş zevk almıştı. Kocası eve bir kez çoklu (anal, oral, cuckload, swinger) CD getirmiş. Ama daha ikinci dakikada seyretmekten vazgeçip Sevgi'yi sikip boşalmış. Sevgi kocasının eve geç geldiği günlerde defalarca seyredip her seferinde de eliyle defalarca boşalmış. Bu arada ben de defalarca karımı amından ve götünden nasıl siktiğimi yazıyor, onu daha da azdırıyordum...
Perşembe gecesi gelen mesaj farklıydı, kocasının yarağını ağzına almak istediğini, ama kocasının öğürerek sikişi yarıda kestiğini yazdı. Delirmiştim ve daha çok ister olmuştum. Cuma günü eşimin ablası geldiği için oğlumla annesinde kalacağını yazdım. Fabrikada yakalanırız korkusuyla biraz mesafe koymuştuk aramıza. "Sen ne yapacaksın akşam?" diye sordu. "Oturur içerim, nasılsa yarın tatil!" dedim. "Kocam birahaneye gider her Cuma akşamı, sarhoş gelir!" dedi ve birahaneyi tarif etti.
Plan hazırdı. Akşam 20:30'da kocasının gittiği birahanedeydim. Masaların hepsinde birer, ikişer insan vardı. Kocasını önceden gördüğüm için masasına yanaştım, tek oturuyordu. Müsaade istedim, buyur etti. Bir bira ve ortaya meyve ve çerez söyledim. Tanıştık. "Hamit ben!" dedi, "Ben de Orhan!" dedim. Ne iş yaptığımı sordu, söyledim. Nerede çalıştığımı sordu, söyledim. "Aaa, karım da orda çalışıyor, ismi Sevgi!" dedi ve karısını tarif etti. Afallamış gibi yaptım ve "Sevgi hanım bizim odacı, çok hanımefendi, çok iyi, işini de iyi yapıyor!" dedim. Gevrekçe güldü ve "Sağolun!" dedi. Ben de karımın ailesi ile şehir dışına çıktığını, benim de en yakın birahaneye kapak attığımı söyledim. Bu arada Sevgi ile yazışıyorduk. Sevgi'ye, "Hikmet 4 bira içti!" yazdığımda, "Beşinciyi içerse pert!" yazdı...
"Ben artık kalkayım!" dediğimde, Hikmet de hareketlendi. Hesabı ödedim. Teşekkür etti, beraber çıktık. Bana, "Eee gecenin devamı dedi?" dedi. Ben de, "3-4 bira alır evde devam ederim!" deyip tekel bayisine yöneldim. Saat 22:00'yi geçiyor olsa da halen gizli kapaklı satış vardı. "İçer misin, sana da alayım mı?" dedim. O ara telefonu çaldı, arayan Sevgi idi. Hikmet ona, "Orhan beyle tanıştım, beraber çalışıyormuşsunuz!" dedi. Ben bu arada 4 bira kendime alırken, Hikmet'e işaret edip, "Sevgi de içer mi?" diye sordum ve 4 bira daha söyleyip ayrı torbalara koydurdum. Hikmet telefonda, "İçer mi Sevgi de diye soruyor?" diye sordu. (Oysa biz çoktan yazışmıştık detayları). Dönüp hikmetin eline poşeti tutuştururken, Hikmet telefonda, "Tamam..." diyordu. Telefonu kapatınca, "Ne oldu?" dedim. Sevgi (Davet et adamı, bak bira almış, hesabını ödemiş, evde de yalnızmış, ayıp!) demiş. Hikmet bunu bana aktarınca, "Ya olmaz, sizi rahatsız etmeyeyim!" dedim. "Ne demek Orhan bey!" dedi, beni nerdeyse zorla evine götürdü.
Kapıyı çaldığında, açıldı. Sevgi'nin üzerinde tek parça önden düğmeli sarı bir elbise vardı, yakası oldukça açık, dizlerinin 4 parmak üstünde. Hikmet karısına, "Bak güzelim, sana iş arkadaşını getirdim!" dedi yarı dili dönmeyerek. Sevgi elini uzatıp, "Orhan bey hoşgeldiniz!" dediğinde yarağım elbiseden mi temastan mı dikildi anlamadım. Sevgi karşımıza, ben ve Hikmet üçlü koltuğa oturduk. Çerez tabakları ve biralar bardakta geldi. Sevgi eğilip kalktıkça götü, göğüsleri hep frikikti ve Hikmet sarhoştu, anlamasa da gözleri kayık, ama takipteydi. Yarım saat sonra birahanede içtiği 4 biranın üstüne, evde ikinci birayı bitiren Hikmet'in gözler iyice kaymaya, dili dönmemeye başladı. Koltukta kaykılmıştı, gözler kapanıyordu.
Sevgi bana bacaklarını açıp kapayarak içindeki G-Stringi gösteriyor, beni daha çok kıvrandıyordu. Önden düğmeli sarı elbisesinin altında sütyen olmadığını daha ilk anda anlamıştım zaten. Hikmet'in nefes alışları düzenleşip küçük horultular çıkarmaya başladığında, Sevgi kalkıp kocasını dürterek, "Git yerine yat!" dedi. Hikmet kalkıp bana baktı, ama gördüğüne dair en ufak bir ibare olmaksızın karısının kolunda yatak odasına gitti...
Birkaç dakika sonra Sevgi tüm düğmelerini açmış, sexy elbisesi, sütyensiz göğüsleri ve siyah G-stringiyle salonun kapısında belirdi. Elimi uzattım (Gel!) işareti yaptım. Geldi, direkt yere oturup fermuarımı açtı, yarağımı ağzına aldı. Emmiyor adeta esir alıyordu diliyle. O kadar güzel yalıyordu ki dayanamadım, tüm akşam bu anları düşündüğümden olsa gerek döllerimi ağzına boşalttım. Elleri ile yarağımı kökünden tutup sağarak tüm döllerimi yuttu. Bu kez yer değiştirip, onu koltuğa oturttum. Dilimi amına soktum, sıra bendeydi. Bızırını dudaklarımın arasına alıp emiyor, sıkıştırıyordum. İki parmağımı amına soktum, dilimle parmaklarımdan kalan yerlere sürtüyor, amının suyunu yalıyordum. Kasıla kasıla orgazm oldu. Dudaklarımın ve parmaklarımın üzerine işiyor sandım bir an...
Kalkıp kocasını kontrol edip geri geldi. Bir bira açıp ikimizin bardaklarına bölüp verdi. "Nasıl aşkım, benim öküz içerde sızmışken, karısını ağzınla sikmek?" diye sordu. "Muhteşem amk, harikasın sen, bunu kırk yıl düşünsem akıl edemezdim!" dedim. Sevgi de, "Seyrettiğim pørnøda böyle bir sahne görmüştüm, ordan aklıma geldi. Hem korkudan, hem de zevkten ölecektim!" dedi. Koltukta kucağıma çektim. Yarağım yine taş gibiydi. Direk üzerine oturtup alttan pompalamaya başladım. Avuçladığım kalçalarını sıkıyor, okşuyor, dudaklarımı ve dişlerimi göğüslerine ve göğüs uçlarına geçiriyordum. Sürekli kalkıp oturarak daha sert daha tempolu sikişiyorduk. O an Hikmet kapıdan girse bile eminim umrumuzda olmazdı, duracak halde değildik...
Sürekli, "Sik aşkım, devam et!" diyerek beni gazlayan Sevgi'nin götüne orta parmağımın ikinci boğumuna kadar soktuğumdaki zevk seslerine kocası halen nasıl olurda uyanmaz ona şaşırıyordum. Sevgi kaçıncı kez orgazm oldu bilmiyorum, ama ben artık kendimi tutamıyordum. Dudaklarını dudaklarıma kapatıp delice kalkıp oturuyordu. Birden kasıldım ve içine fışkırmaya başladım. Sırılsıklam terlemiş, vıcık vıcık vücutlarımız sımsıkı birbirimizin kollarındaydık.
Saat 01:20 olmuş biz halen koltukta birbirimizle oynayıp bira yudumlarken yatakodasından sesler geldi. Sevgi toparlanıp kalktı, bakmaya gitti. Hikmet tuvalete kalkmıştı ama yatakta oturuyormuş. Sevgi onu tuvalete götürdü, sonra tekrar yatağına yatırdı. Adam külçe gibi uyuyordu. Bu arada ben de koridoru geçip yatakodasının önüne gittim. Sevgi'nin elinden tutup yatakodasına soktum. Kocası gök gürültüsü gibi horlarken onu makyaj aynasına dayadığı elleriyle domaltıp, amını arkadan parmaklamaya başladım. Üç parmağım içinde bir pørnø sitesinde gördüğüm hızlı parmak hareketini yapıyordum. Amının suları nasıl fışkırıyor, Sevgi bağırmamak için elini ısırıyordu.
O sularla sürekli göt deliğini ıslatıp, yarağımın kafasını bastırdım o pembe küçücük göt deliğine. Yarısına kadar girdiğimde Sevgi götünü çekmek ister gibi yaptı, canının yandığı belliydi, ama bunu da çok istiyordu. Daha ilk göt deliğini okşadığım sevişmede anlamıştım bunu. Köküne kadar soktum götüne yarağımı. Uzanıp sol elimle göğsünü avuçladım, sağ elimle de amını. Çok değil, bir dakika geçmeden Sevgi titreye titreye orgazm olurken, ben kafamı sağa çevirip Hikmet'e baktım. Hikmet horlarken, ben de iki adım ötesinde karısının götüne oluk oluk boşaldım.
Saat 02:30'da ayrılıp evime gittim.
[Orhan]
184 notes
·
View notes
Text
Adam: Sen kendin okuyabilirsin istersen,
Kadın: Hayır, senden dinlemek çok daha güzel...
Ve adam başlar okumaya,
"Küçük Köpekli Kadın
Sahile yeni birisinin geldiği söylendi: Küçük köpeği olan bir hanımefendi. İki haftadan beri Yalta da olan ve orada evi olan Dimitri Dimitriç Gurov, yeni gelenlerle ilgilenmeye başlamıştı. Verney salonunda otururken, kumral saçlı, orta boylu, bere takmış ve peşinde beyaz bir Pomeranya cinsi köpeğin koştuğu bir kadın gördü. Ve daha sonra pek çok kez kadına bahçelerde ve meydanda rastladı. Yalnız başına yürüyor, hep aynı bereyi giyiyordu ve yanında hep aynı beyaz köpek vardı. Kim olduğunu kimse bilmiyordu ve herkes ondan köpekli hanım diye söz ediyordu...."
Ve Kadın kitabın hiç bitmemesini istedi..
#Bir film bir kitap önerisi#the reader#okuyucu#Küçük köpekli kadın#Anton Pavloviç Çehov#positivity#love
198 notes
·
View notes
Text
"On dokuz yaşındaydım. Şımarık büyümüştüm." Güldü, başımı kaldırıp ona baktım. Gözleri yatağının ucundaki bir boşluğu izliyordu. "Yanlış anlama, kimseye zararım yoktu ama hiçbir şey de umrumda değildi. Kendi hâlimde bir gençtim işte. Okumakla yazmakla işim olmazdı. Kısacası, serserinin tekiydim."
Aklında canlandırdıkları yüzüne küçük tebessümler çiziyordu, bense tepkisizdim. Hâlâ anlattıklarının içerisinde annemi arıyordum.
"Bir gün yolda yürüyorum, eve dönüyorum. Bahar aylarındayız, hava çok güzel. Saat beş ya da altı. Her zaman önünden geçtiğim sıradan bir durağın önünden geçeceğim." Durup nefeslendi. "Durağın önünden geçerken onu gördüm, anneni. Üzerinde açık mavi bir elbise, saçları senin saçlarınla aynı renk, açık bırakıp mavi bir bandana takmış. Durakta oturuyor, yanında mavi çantası, elinde bir kitap, gözlerini o kitaptan hiç ayırmıyor."
Tebessümü silinmedi ama çenesi kasıldı.
"Ve ağlıyor. İç çeke çeke ağlıyor hem de, onu öyle görünce etrafıma bakındım önce. Kimse yoktu. Korkmuştum. Ne tepki vereceğimi de bilemedim. Böyle birkaç dakika bekledim, kitabın diğer sayfasına geçti. Yanına gidip gitmemekte kararsızdım. Nihayet birkaç dakika daha bekledikten sonra yavaş yavaş yanına yaklaştım fakat yine bir şey diyemedim. Orada öylece durup beni fark etmesini bekledim."
"Fark etti mi?"
Bana bakıp güldü.
"Sence?"
Sorduğum sorunun ne kadar absürt olduğunu idrak edince ben de güldüm. Önüne döndü ve anlatmaya devam etti.
"Bir süre bekledikten sonra başını kaldırıp bana baktı. Gözleri ağlamaktan kızarmış, üstelik hâlâ ağlamaya devam ediyor ve her şeye rağmen çok güzel."
Sesindeki heyecan bir an için ruhuma dokundu, hâlâ ondan bahsederken heyecanlanacak kadar çok seviyordu annemi. Belki de Aziz Bey'in hayatı boyunca en iyi yapabildiği şey annemi sevmekti.
"Onu görünce donakaldım bir an, bütün serseriliğimi unutup 'Hanımefendi,' dedim. 'İyi misiniz? Neden ağlıyorsunuz?' Tanıdıklardan biri beni öyle görse bir ömür dalga geçerdi." Gülerek başını iki yana salladı. "Annen hiçbir şey demedi, biliyor musun? Gördüğüm en değişik kadındı. Bu dediğim onu gördüğüm ilk an ve onu gördüğüm son an için de geçerli."
Meraklanmıştım, yine de bir şey sormak yerine devam etmesini bekledim.
"Elindeki kitabın son sayfasındaymış, kitabı kapatıp bana uzattı, aldım."
Susunca kaşlarım çatıldı.
"Sonra?"
"Çantasını alıp gitti."
Gülerek, "Ne?" diye sordum. Bunu beklemiyordum.
Dudaklarını sarkıtıp omuz silkti.
"Benim de hayatım boyunca tek bir roman bile okumuşluğum yok. Hiçbir şey anlamadım, kitabı da alıp eve gittim."
"Okudun mu?"
Güldü, "Hayır." diye yanıtladı. "Ertesi gün kitabı alıp aynı saatlerde o durağa gittim, anneni göremedim. Belki gelir diye oturup bekledim. Bir dakika, iki dakika, üç, dört, beş derken canım sıkıldı. Kitabı alıp arka kapağına baktım, sayfalarını karıştırdım. Sonra kitabın ilk sayfasını okurken buldum kendimi. Akşama kadar orada öylece kitaba daldım, bitiremedim tabii. Hava kararınca kalkıp eve gittim. Ertesi gün yine gittim, yine ve yine. Kitabın son sayfalarını okurken o durakta ben de ağladım."
Son cümleyi söylerken sesi titredi, neredeyse ağlayacaktı. Gülümsedim.
"O gün mü geldi annem?"
"Hayır. Ama artık bunu neden yaptığını anlamıştım. Soruma kendi yöntemleriyle cevap vermişti. Kitap bitti ama ben pes etmedim. Her gün gittim oraya, her gün orada onu bekledim. Tam bir ayın sonunda yeniden gördüm onu. Bu sefer üzerindeki sarı elbise ve saçlarındaki sarı bandanasıyla. Çanta aynı çanta, elinde farklı bir kitap."
135 notes
·
View notes
Text
Biraz tebessüm 😀
Adam otomobil almayı düşünüyor. Gazetedeki ilanlara bakıyor. Derken, o da ne, "250 DOLAR A MERCEDES" Yanlış basılmış deyip sayfaları çeviriyor. Ertesi gün yine aynı sayfa, yine aynı ilan. 250 DOLAR A MERCEDES" Hata devam ediyor diye düşünmüş. Ertesi gün yine aynı sayfa, aynı ilan. "250 DOLAR A MERCEDES" Bir dakika yaa bir arayıp ikaz edeyim, yanlış yapmasınlar deyip numarayı çevirmiş. Çok kibar ve güzel sesli bir bayan cevap vermiş,
-Buyurun beyefendi. -Hanımefendi, gazetede bir mercedes ilanı var, siz mi verdiniz? -250 dolar a yeni bir süper lüks mercedes, bunu soruyorsunuz sanırım Evet, zaten sadece siz aradınız. -Yani, ilan doğru mu? -Evet beyefendi, arabayı almak mı istiyorsunuz? -Yani 250 dolar a mercedes öyle mi..? Evet. -A ar.. arab.. araba ara.. arabayı gö.. gö.. göreb.. görebilirmiyim? -Tabii adresi vereyim yazın. Adam hızla yola düşer, şehir dışındaki adresi bulur, görkemli bir malikanedir. Bahçeden girer, zili çalar, Bir uşak kapıyı açıp adamı salona alır. Güzel, genç ve alımlı bir bayan gelir, kibarca karşılayıp buyur eder adamı. -Hanımefendi, ara.. ara.. aa.. aarabayııı g.. ggö.. görebilirmiyim? -Tabii ki, buyurun garaja gidelim. Garajın kapısı açılır,... pırıl pırıl, özel yapım, son model mercedes tüm ihtişamıyla orada.
-Ha ha han hanımefendi, a a ara araba ça çal çalışıyor mu? -Alın anahtarları deneyin. Adam elleri titreyerek arabaya oturur, anahtarları takıp marşa basar, araba saat gibi çalışmaktadır. -P.. pe.. pekii, y.. yü.. yürüyor mu? Diye sorar. -Bahçede bir tur atın isterseniz. Adam bahçede bir tur atar, evet... Mercedes şahane... Geri döner ve sorar. -Şimdi ben, size 250 dolar verirsem bu arabayı alabilirmiyim yani? -Evet Beyefendi, aynen öyle. Adam yine elleri titreyerek cebinden çıkardığı paraları kadına uzatır. Kadın aracın belgelerini imzalayıp adama uzatır, -Hayırlısı olsun beyefendi, deposu da dolu, arabanızı güle güle kullanın.
Adam arabaya biner, tam gidecekken döner ve dökülür: -Hanımefendi, Allah aşkına ne olursunuz şu işin aslını bana anlatın, yoksa delireceğim! Kadın buruk bir kahkaha atarak "pekiyi", der. Ve çantasını açıp bir kağıt Çıkartır.
-Bu benim geçen hafta sekreteri ile yurtdışına kaçan utanmaz eşimin bıraktığı mektup: Bakın ne diyor: "Sevgili karıcığım bana çok emeğin geçti, beni affet...Sana evi, çocukları, eşyaları, şirketlerden birini, sahildeki yazlığı bırakıyorum. Senden küçük bir ricam olacak: Lütfen garajdaki mercedesi sat ve parasını bana yolla"
Alıntıdır
34 notes
·
View notes
Note
Silloş balımmm senden bir açıklamalı ff alabilir misin lütfen lütfen lütfen sana ilk defa anonim oluyorum
@yasamgibi : kendi halinde sakin dünyasını anlatır. meşhur Ayfer kişisidir. @shathaofmoon bu kızın salça olmasını ve çıkartmalı duygu durum postlarını çok seviyorum. @pir-imugan kendi kendine konuşur yükselir hatta bu durumu beni çoğu zaman güldürür., çok güzel rb ( @terk-iterk ) yapar. @hislendik kendi halinde post atmasını ve meşhur arkadaşlığı olan @musterih ile birlikte günlerini paylaşmasını çok seviyorum. Pamuk şeker gibi dünyaları var. @cileklipalet bu tumblr'ın mihenk taşıdır bu olmazsa duvar yıkılır. Öyle bir blog yani çilek. @shinmen-takezo çok güzel rb yapıyor 😲 oluyorsun @thorfinnn hesabında ise kendi halinde takılılıyor. Bazen zorbalıycı birisi şşş kimseye söyleme. @paradoksadam sitede bence tanımayan yoktur. Devlet başkanı gibi bir şey. 🤝🏻 @tamamsenkazandn onun dünyası sakinlik ve sükunet üzerine kurmaya çalışırken bazı çalkantılar oluyor ama onu okumalısın. @havadaabulut sanata doymayayım sürekli muhteşem tablolar mı görmek istiyorsun onu takip etmelsin. @umutsuzvebulutsuz günlük hayatında olup biteni anlatır bazen kendi içsel çıkarımlar yapar bazen de sen okuyunca uu bunu düşünmemiştim olursun. @portakalmisim komik ve eğlenceli blogu var onunla birlikte @hudara yı anmasam olmaz karamsar yazılarına bakıp aldanma gayet eğlenceli biri ama o kafasını düzene koymak için yazıyor. @aykoza gagaga gülüşünü, absürt benzetmelerini, ve sitede ansızın bir cuşuhuruşa gelerek sözler söylemesini seviyorum. @anadoludadolananbedewi mit ajanı gibi post atar. Postunu çoğunlukla ne anlatmak istediniz hanımefendi olarak algılarsın ama geceleri eğlenceli bir blog oluyor. @ballilokma tatlı severliği ve onu kadar tatlı post atmasıyla tanınır. Birde koreli bebekler. @katreisaadet bu aralar çok aktif değil rabbim afiyet versin. Ama onu okumayı çok seversin eminim çok güzel konuşur hiç beklemediğin bir an da ona aşık olabilirsin. @miyavgil ya bu kızın kendi kendine takılmasını çok seviyorum ya. Böyle küçük tatlı kedilerin konuştuğunu düşün öyle. @muvaffakolcak doğallık ve samimiyet bir şeyi saklama ihtiyacı hissetmemesini seviyorum. Çoğu zaman kendime yakın buluyorum. @beyazmantoluu ay günlük uzun postlarını okumayı sevdiğim nadir insanlardan birisi. Çok sakin ve kendi halinde bir hali var ve bloguna da yansıyor. @maaveraa evett prensess doğru duydun postta kendi kendine söylenirken yauv ne kadar tatlısın diyebileceğin bir blog. @kudusyolcusu sitenin sosyal aile ve politikalar bakanı gibidir. Sıklıkla yardım postu paylaşır ve insanlara yardım etmeyi çok sever bunun yanında postları da çok güzeldir. @b12eksikligi bu kız işe aynıyız o kadar çok benziyoruz anlatamam. Güzel post atar. @kadifekalp kendi halinde sakin aile hayatını anlatır etliye sütlüye pek karışmak istemez ama bazen öğreticilik ve ablalık vasfından yol gösterici konuşmalar yapar. @citirekmek siteyi şenlendiren birisi normalde ama şu sıralar keyfi yok rabbim ona da afiyet versin. Anketleri muazzamdır. Kendi kendine yükselir sonra bir sevgi seli gibi postlar atarsa şaşırma karadenizli. @zatimuhterem ben çok konuştum diyip kendi kendine rahatız olduğumuzu düşünüp kendine stres eder. Halbuki onun kendi iç sesini daima okumak güzeldir. @benrumi rüzgar gülü gibi kendinde çok fazla renk barındırıp ışık saçan bir blogg, çok tatlı @kafamdakinetlikk bu kızın fotoğraf çekmesine, kuşuna, civcivine ve kendi halinde post atmasını çok seviyorum. @geldikyine kendi halinde sakince takılan birisi, hatta ürün değerlendirme köşesi var belki dikkatini çeker. @visalilall bu kız elif adı gibi blog kullanıyor yani tam bir çizgisi var benim gibi çok konuşmaz az konuşur, güzel konuşur. @mel-inoe ay bu kızın rblerini çok seviyorum, böyle bloguna bakınca aaa bu kadar karanlık falan 23 falan deme. Çok tatlı ve çıtı pıtı bir kız. Kendi yaşamını anlattığı postlarını ve rblerini çok seviyorum. @overthinkstan bu kızın nasıl tıp kazandığına şahit olmak istiyorum diyorsan takip etmelisin bunun yanında renkli bir kişilik ve bana sillagen ablam demesini seviyorum
76 notes
·
View notes
Text
size yaşadığım bir olayı anlatmak isterim. normalde bu tarz konuların uluorta konuşulmasından pek hoşlanmam ama yalnız olmadığımı bunu illa ki içimizden bir çok hemcinsimin yaşadığını bildiğim için paylaşmak istedim. bir bayram ziyaretinde misafir olduğumuz evde bir aileyle tanıştık.bir tane hanımefendi var niyetini çok net zaten anladım en başından, bakışından tavrından her şeyinden. önce yavaş yavaş beni övmeye iltifat etmeye filan başladı nazik bir şekilde karşılık verdim. sonra bu sefer oğlundan bahsetmeye başladı. dünyanın en yakışıklı en mükemmel insanı olduğunu tüm kızların onun peşinden koştuğunu ne iş yaptığını ne kadar kazandığını filan anlatmaya başladı. benden iki yaş küçük olduğunu ama bunun ona göre hiçbir sorun teşkil etmediğini hatta doğrusunun ona göre böyle olması gerektiğini filan söyledi. ve konu sonra birden başına gelen adli olaylara karıştığı suçlara aşırılıklara uçarılıklara filan kadar geldi. ve hiçbiri hoş olmayan ve kabul edilemeyecek şeyler. ve sevgili hanımefendi de oğlunu eğitecek dinginleyebilecek birini aradığını söyledi. ve ciddi bir ısrar ve ikna çabası içerisine girdi. akıl alabilecek şeyler değil gerçekten. sevgili anneler hiçbir müslüman hanım kız ciddi manada hiçbirimiz sizin senelerce eğitemediğiniz evlatlarınızı eğitmek, ömrünün en genç en körpe en acemi yaşında böyle bir imtihanın böyle bir sorumluluğun altına girmek zorunda değil, değiliz. evlilik tabi ki nasip işidir kaderinizde kim yazıldı bilemezsiniz. ya da yola çıktığınız insanın yolun ortalarına ya da sonlarına doğru nasıl bir imtihan yaşayacağını nasıl değişeceğinide. hatta Allah korusun kimse kendinin bile ne olacağını bilemez. ama en başından her şey ayan beyan ortadayken böyle bir şeyi kabul etmek gerçekten akıl kârı değil. kimsenin sizin hayatınıza müdahale etmesine söz sahibi olmasına sizin yerinize hakikat bildiği şeyleri dayatmasına göz yummayın. Allah korusun bunların hiçbiri büyük konuşmak kınamak değil Allahtan korkar yine Allah’a sığınırım. hepimizin salihane ettiği dualar var elhamdülillah rabbimize güveniyoruz tüm kalbimizle. kaderimize güzellikler göz aydınlıkları yazsın. çok kalmaz silerim. sadece bi minik içimi dökmek istedim beni birazcık üzdüğü için. selametle.
52 notes
·
View notes
Text
BİRAZ TEBESSÜM...😂😂😂
Adam otomobil almayı düşünüyor. Gazetedeki ilanlara bakıyor. Derken, o da ne, "250 DOLAR A MERCEDES" Yanlış basılmış deyip sayfaları çeviriyor.
Ertesi gün yine aynı sayfa, yine aynı ilan
"250 DOLAR A MERCEDES"
Hata devam ediyor diye düşünmüş. Ertesi gün yine aynı sayfa, aynı ilan.
"250 DOLAR A MERCEDES"
Bir dakika yaa bir arayıp ikaz edeyim, yanlış yapmasınlar deyip numarayı çevirmiş. Çok kibar ve güzel sesli bir bayan cevap vermiş,
-Buyurun beyefendi.
-Hanımefendi, gazetede bir mercedes ilanı var, siz mi verdiniz?
-250 dolar a yeni bir süper lüks mercedes, bunu soruyorsunuz sanırım Evet, zaten sadece siz aradınız.
-Yani, ilan doğru mu?
-Evet beyefendi, arabayı almak mı istiyorsunuz?
-Yani 250 dolar a mercedes öyle mi..?
-Evet.
-A ar.. arab.. araba ara.. arabayı gö.. gö.. göreb.. görebilirmiyim?
-Tabii adresi vereyim yazın.
Adam hızla yola düşer, şehir dışındaki adresi bulur, görkemli bir malikanedir.
Bahçeden girer, zili çalar, Bir uşak kapıyı açıp adamı salona alır. Güzel, genç ve alımlı bir bayan gelir, kibarca karşılayıp buyur eder adamı.
-Hanımefendi, ara.. ara.. aa.. aarabayııı g.. ggö.. görebilirmiyim?
-Tabii ki, buyurun garaja gidelim.
Garajın kapısı açılır,... pırıl pırıl, özel yapım, son model mercedes tüm ihtişamıyla orada.
-Ha ha han hanımefendi, a a ara araba ça çal çalışıyor mu?
-Alın anahtarları deneyin.
Adam elleri titreyerek arabaya oturur, anahtarları takıp marşa basar, araba saat gibi çalışmaktadır.
-P.. pe.. pekii, y.. yü.. yürüyor mu? Diye sorar.
-Bahçede bir tur atın isterseniz.
Adam bahçede bir tur atar, evet... Mercedes şahane... Geri döner ve sorar.
-Şimdi ben, size 250 dolar verirsem bu arabayı alabilirmiyim yani?
-Evet Beyefendi, aynen öyle.
Adam yine elleri titreyerek cebinden çıkardığı paraları kadına uzatır. Kadın aracın belgelerini imzalayıp adama uzatır, -Hayırlısı olsun beyefendi, deposu da dolu, arabanızı güle güle kullanın.
Adam arabaya biner, tam gidecekken döner ve dökülür:
-Hanımefendi, Allah aşkına ne olursunuz şu işin aslını bana anlatın, yoksa delireceğim!
Kadın buruk bir kahkaha atarak "pekiyi", der. Ve çantasını açıp bir kağıt Çıkartır.
-Bu benim geçen hafta sekreteri ile yurtdışına kaçan utanmaz eşimin bıraktığı mektup:
Bakın ne diyor:
"Sevgili karıcığım bana çok emeğin geçti, beni affet...Sana evi, çocukları, eşyaları, şirketlerden birini, sahildeki yazlığı bırakıyorum. Senden küçük bir ricam olacak:
Lütfen garajdaki mercedesi sat ve parasını bana yolla"
Alıntıdır
8 notes
·
View notes
Text
Sabaha karşı balık tutmaya çıktım. Yani sahile inmeyi, vakit geçirmeyi çok sevdiğim için ve hadi bir de bizimkiler eve dönünce oo balık mı yakaladın diye sevinsinler diye tutuyorum genelde balıkları (gerçi tutamıyorum çoğu zaman dhfnf) bir başka canlıya zarar verme fikrinin çirkinliği ve üzüntüsü çıkmıyor kafamdan hiç, en azından bunu kendim yaparak beslenmek istemem. Anlayacağınız balık tutunca da kahroluyorum, sivrisinek öldürünce de :d Bilmiyorum, önceki hayatımda ağaç değilsem bile, sonraki hayatımda ağaç olmayı istiyorum. Ama maalesef bu hayatımda etçil ve eril bir bireyim. (bu yaşamımda vegan falan olamam gibi, Haşo beyden gelen adanalılık genleri yüzünden sürekli mangal yakma isteği var içimde :d) Bugün yemek için ava çıkmak zorunda kaldığım bir yaşamın içine düşücek olsam, yapamam guzum diyemesem de o mecburiyetin içinde bile böyle hissedeceğimi biliyorum. İnsanların çirkin gördüğü bir böcüğü dahi beni korkuttuğu için öldürmeden önce konuşup ikna etmek isterdim. Fakat anlaşamıyoruz kendileriyle.
şöyle bir anım var; arkadaşımla yolda yürüyoruz, kadının biri çığlıklar atıyor, bir fareyi kaldırımın köşesinde sıkıştırmış hayvana bağırıyor da bağırıyor, hayvan şoka girmiş. Bir de tosun görseniz kafes dövüşünde sizi dövecek kadar iri bir şey. Kadın bizi görünce taş atın öldürün demeye başladı. (Tamam hanımefendi bayan da biz tetikçi miyiz?) Baktım arkadaşa, koca kaldırım taşını eline almış atmaya hazırlanıyor.(ulan ne ara döndün aldın o taşı) Ben kıyamadım tabii, kendine gelir de belki kaçar diye küçük bir taş fırlattım. ama atarken de sanki tamam bu iş bende tavrında rol kesiyorum. gerçekten de taşın değmesiyle şoktan çıktı hayvan hoplaya zıplaya kaçmaya başladı. ben kadına bakıyorum, kadın eli ağzında fareye doğru bakıyor, arkadaş elinde kaldırım taşı öyle duruyor dbfjf. fare biraz ilerde hop mazgalın içine daldı. Tabii ben arkadaşı dürttüm hemen topukladık. Kendimi iyi hissettiğimi hatırlıyorum, içim mutluluk doluydu yürürken. Yalnız kadın ne sövmüştür arkamdan dhdjjf Yani kendimi koruma içgüdüm dışında bir canlıya zarar vermek ya da ondan faydalanmak düşüncesi çok üzücü. Faydalanmak derken, tavuk kanadını da çok sevdiğimi belirtmek isterim fnfnfj (keşke vegan olsam mis gibi ıspanağımı yesem, sonra efendim az hurmayla tatlandırılmış iğrenç kekimi yiyip mutlu olsam.) Balık da tutamadım zaten oh beslemiş oldum onları bütün yemi yediler afied olsun. Ben zaten tuttuğum balıkları da yiyemiyorum çoğu zaman. Kabile hayatı yaşasak beni fazla duygusalsın diye kovarlardı diyerek bu postu sonlandırıyorum.
58 notes
·
View notes
Text
cuma sunum. cumartesi zeynep, doğu türkistan vakfı, iki çinli hanımefendi. bugün sevgili kuzenim sena ve yıldız hamidiye camii. günlerim güzelleştikçe güzelleşti. bunları uzun uzun yazacağım yer burası değil, küçük notlar düşmek istiyorum buraya sadece
3 notes
·
View notes
Text
2024 önsözü
Okuldan hiçbir zaman hoşlanmadım; okullar da beni sevmedi. Sayısız okul değiştirdim ve bıraktım; üstelik derslerde iyiydim.
Elbette lisede de okullarla olan tutkulu aşk hikayem bütün dramasıyla sürdü. Daha yeni çıkan sakallarıma ben bile anlam verememişken, onlara düşman kesilen kocaman öğretmenler saçlarımın uzunluğuyla da obsesif bir ilişkiye girdiler. Renkli hırka ve kazaklar giymek yasaktı. Küpe takmak, saç boyatmak, makyaj yapmak. Bazı öğretmenlerin dersinde su içmek bile yasaktı. Hiçbir zaman güler yüzle karşılanmadık; bile bile yetişkinler tarafından nefret edilmeye gidiyorduk her gün. Üniformaların içine sokulup bin bir türlü baskıya boyun eğmemiz bekleniyordu. Sahiden karakterim gereği, başka hiçbir sebeple değil; okullar bana ne kadar bela olduysa ben de onlara o kadar bela olmuşum. Mezun olduğumuz sene müdür yardımcısına benim hakkımdaki fikirlerini soran babam "No comment." cevabını almıştı.
Her gün hissettiğim baskıya kendimce karşı koymanın eğlenceli yollarını da bulmuştum. Kısa filmler çekip, yazılar yazıp, matematik dersinde haftalık edebiyat dergisi K'yı okuyarak geçirdiğim o günlerden birinde, aklıma başka bir şey daha gelmiş.
Kasım 2009; 17 yaşındayken okulumda gerçekleşen bazı saçmalıkları alaya aldığım bir yazı yazıp bunu anonim bir blogda yayınladım. Okulun adıyla açtığım bir profille Facebook'ta bütün okulu ekledikten sonra, kameraların yüzümü tespit edemeyeceği bir gizli operasyon kılığında gittiğim bir internet kafede, yazımı yayınladığım blogu okuldaki yaklaşık iki yüz kişinin duvarına paylaştım.
Ertesi gün elbette okul bu yazıyla fokurduyordu. Yalnızca öğrencilerin arasında değil; öğretmenler de öğretmenler odasındaki bilgisayarın başında. Birisi müdür yardımcısının bilgisayarının ekranında da blogu görmüş. Felsefe öğretmeni bunu yapan öğrencinin IP adresinin bulunacağını ve onu dava edeceklerini söyledi. Öfkesi anlaşılabilir; resmen hepsinin suratlarını türlü türlü fotoğraflara yapıştırmışım. Fakat kimse benden doğrudan hesap sormadı; kimsenin elinde bunu yapanın ben olduğuma dair herhangi bir delil yoktu, olamazdı da.
Canım edebiyat hocam elbette benim yazı dilimi bilir. Yakın bir arkadaşım o öğretmenimin düzenlediği bir tören sırasında cesurca bir hareketle blogdaki yazıyı bütün okula duyurdu. Bu ister istemez, töreni düzenleyen öğretmenimizi de bu işin içine çekip tehlikeye attı. Öğretmenim bana, "Her kim bu yazıyı yazdıysa işlevini gördü; mesajı gerekli yerlere ulaştı. Şimdi kaldırabilir bence." dedi. Bu girişim aleyhimize dönmeden, iyi bir zamanlamayla, bu patlattığım enerjiyi bir bütünlüğe kavuşturmam için nezaketli bir öneri.
Birkaç gün sonra yazıyı kaldırıp bloga bir tavuk yahnisi tarifi koymuştum.
Blogu silmeden önce çıktısını alıp arşivlemişim. Bu yaz, dedemle anneannemin köyevindeki kitaplığı düzenlerken buldum.
O dönemin öğrenciliğini yaşamakta olan 17 yaşında birinin ağzından bir eleştiri. Bence değerli. Yeniden erişilebilir olsun istedim.
Şimdilerde öğrenciler benzer muamelelere maruz kalıyor mu bilmiyorum. Bazı açılardan bütün bunlar küçük dertler gibi de görünebilir. Fakat geçenlerde Ahmet Emin Yalman'ın Köy Enstitüleri hakkındaki kitabı Yarının Türkiye'sine Seyahat'i yıllar sonra yeniden okudum. Eğitimin yıllar içinde nasıl bir kepazeliğe dönüştürüldüğünü o kadar net gösteren bir karşılaştırma yaratıyor ki.
Bir gün bu berbat sistemi baştan aşağı değiştirip hep beraber özgürleşelim.
Hayatım boyunca tanıdığım birkaç olağanüstü öğretmenim oldu; onları da sevgiyle anarak,
Mayıs
Ali kıran baş kesenlerin dünyasına hoş geldiniz.
Muhabirlerimiz sizler için canlarını ortaya koyarak bu dehşet verici dünyanın içine girip, çarpıcı röportajlarla eğitim-öğretimin en güzel taraflarını bizlere yansıttılar.
Uzaktan bakıldığında şipsevdi rengindeki okulun oldukça ürkütücü bir havası vardı. İçine girdiğimizde ise ne kadar tatlı karakterlerle karşılaştığımıza şaşırdık ve önyargımızdan utanç duyduk. Bizi kambur duruşlu, sarı boyalı saçlı bir hanımefendi karşıladı ve gömleğimizi pantolonumuzun içine sokup saçımızı kestirmemizi söyledi. Ona öğrenci değil gazeteci olduğumuzu anlatmaya çalışırken “Bir saniye” dedi ve arkasından geçen kırmızı hırkalı kız öğrencinin iki kolunu ve kafasını çevik bir hareketle bedeninden ayırdı. “Hah, şimdi oldu. Buyrun sorularınızı alalım.”
-Bize biraz kendinizden bahsedin.
-Adım S.T. Nerede, ne zaman doğduğumdan emin değilim. Öğrencilerim benim bu okulun harcından çıktığımı düşünüyorlar. Haklı olabilirler. Zira bu okul dışında hayatımın hiçbir hareketi yoktur. Okul benim her şeyim. Onu, öğrencilerimi çok seviyorum!
Duygusal anlar yaşayan müdür yardımcısı S.T. ona uzattığımız mendile gözyaşlarını sildi ve yanından geçen uzun saçlı erkek öğrenciye hiçbirimizin duyamayacağı yüksek bir frekansta haykırdı, okulun dışındaki köpekler acıyla inlediler.
S.T.: Daha ne diyebilirim ki. Anı yaşamaktan yanayım. Her sabah erkenden okuluma gelir, şimdi pek sevilmeyen bir Alman liderin motivasyon konuşmalarıyla güne başlarım. Nöbetçi olmadan önce yanıma uğramaları gereken öğrenciler üzerinde doğu Asya ülkelerindeki yıllarımda öğrendiğim dayanıklılık testlerini uygularım.
-En sevdiğiniz gün hangisidir?
S.T.: Pazartesilere bayılırım. Pazartesi günüme pilates yaparak başlıyorum ve ruhumun tazelenme döngüsünün tamamlanması için İstiklal Marşı bitene kadar derin nefes alıp veriyorum. Off… Sıra halinde benim önümden geçip okula girmek zorunda olan o öğrenciler yok mu. İşte o zamanlar, “Tanrım, iyi ki öğretmenim!” diyorum. Onlar benim avucumun içindeki minik, aciz, zayıf, korkak, körpe, savunmas… Yani, onların eğitim ve öğretimi, çok mühim, çok değerli.
-Disiplin kurallarına uymayan öğrencilere uyguladığınız yaptırımlar nelerdir?
S.T.: Valla öncelikle velileri geeeldi geldi, gelmedi onlar da gelmesin. Velisini çağırmayan ve öksüz olanları ise kitaplığımdaki özel bir kitabın ittirilmesiyle açılan gizli odama alıyorum ve onları orada… Orada… Ay, nerede bu asi öğrenciler, nereye kayboldular!
-Teşekkür ederiz S.T. ilerleyen saatlerde başka konularda da görüşlerinizi alacağız.
Biz kendisine veda ederken o kolonların arkasına saklana saklana giden küpeli bir kız öğrenciyi ayağından çıkan ÇIT sesiyle fark etti ve kulağını kökünden koparıp yedi.
Koridorun sonunda elinde bir Türkiye haritası taşıyan bir hanımefendiye rastladık.
-Merhabalar. Bize kendinizden bahsedin.
-Ayy çok ani oldu. Neyse, anlatayım. Ben N.H. İnsan eline karşı antipatim var ve öğrencilerimin o el denen berbat organdan kurtulmalarını istiyorum; bu yüzden onlara elleri kopana kadar bütün ders bir daha asla okumayacakları yazılar yazdırırım. Bir gün bana bunun için teşekkür kartları gönderecekler. (Başkalarına yazdırarak tabi.)
-Kıyafet yönetmeliği konusunda çok hassas olduğunuzu duyduk. Bu hassasiyetiniz nereden geliyor?
N.H.: Zor bir çocukluk geçirdim :( İlkokulda okulumun zorba kızı beni hep aynı kıyafetleri giymeye zorladı. Okulda onun yüzünden hep aynı gömleği giydim. Beni okulun dışında da gözetliyordu ve kıyafetimi çıkarmaya kalkıştığımda kafama büyük magmatik ve tortul kayaçlar fırlatıyordu. Yıllar geçti, ben büyüdüm ama kıyafetlerimi hiç çıkaramadım. Sonra o zorba kızın aslında bana iyilik yapmaya çalıştığını anladım. Gördüm ki yıllarca aynı kıyafeti giymek zorunda kalarak modaya karşı olağanüstü bir hassasiyet geliştirebilmişim. Ben de modaya bu hassasiyetle büyümelerini istediğim öğrencilerimin önce ondan mahrum kalmalarını istiyorum.
O sırada “kıyafet yönetmeliği” sözünü duyan S.T. alevler ve dumanların içinden yanımızda belirdi. Gülümseyen N.H. “O kıyafet yönetmeliği lafının geçtiği yerlerde oluşuverir. Biz ona aramızda on sekiz harfli diyoruz.” dedi.
S.T. söze girdi. “Kıyafet yönetmeliği çok önemlidir. Eğitimin temel taşı, baş hedefi, tek anlamıdır. O olmasa etraf rüküş giyimli öğrencilerle dolacaktı. Hayatta katlanamam. Paris’te böyle değildi.”
N.H. müdür yardımcısına katıldığını söyledi. “Ayrıca bütün öğrencilerin ekonomik durumu aynı değil. Fakir öğrencilerimizin diğerlerine imrenmelerini istemiyoruz.”
-Sizce bir sosyal devlette neden yeni kıyafetler alamayacak kadar fakir insanlar var?
-Merhaba gençler! Nasılsınız?
-...
-Keyfiniz yerinde mi? Hayat nasıl?
-...
-Iıı… Buraya röportaj yapmaya geldik. Konuşmak isteyeniniz var mı?
-...
Kimse tek kelime etmedi.
Kıyafet yönetmeliği Madde 12 - Lise ve dengi okullarda (1) b. Erkek öğrenciler:
Ceket, gömlek ve pantolon giyerler; kravat takarlar. Okul yönetimince uygun görülmesi halinde, sıcak mevsimde sadece gömlek ve soğuk mevsimde ceket altına kapalı yakalı kazak giyilebilir. Okul içinde baş açık, SAÇLAR KISA ve temiz olur. Ense düz ve açık olup favori, sakal ve bıyık bırakılmaz. Zincir, kolye, yüzük vb. ziynet eşyası takılmaz.
Yönetmelik saç uzunluğuna dair göreceli bir terim olan kısadan daha ileri bir detaya girmiyor. Öğrenciler üzerinde zorbalıkla uygulanan bu baskıyı öğretmen ve okul yöneticileri tamamen keyfi, kişisel bir tanımlamayla belirliyorlar. Dolayısıyla öğrenciler tamamen o öğretmenin tolerans düzeyine, insafına bağlı olarak bedenleriyle ilgili çok doğal olan bu meselenin eziyetine maruz bırakılıyorlar.
Sınıftan çıktığımızda enerjik bir hanımefendiyle karşılaştık.
-Merhaba. Kısa bir röportaj için vaktiniz var mı?
-Ahh… Bu sene görev ve yetkilerim arttı. Dolayısıyla çok meşgulüm. Ama pekala ricanız üzerine konuşacağım.
-Bize biraz kendinizden bahsedin.
-Adım S.K., tarih öğretiyorum. Bir yandan da artık idarede görev alıyorum. Çocuğum ceketini giy. Çocuğum gömleğini düzelt. O kravatın hali ne öyle. O saçı kestir. TANRIM, BEN NE DİYORUM!”
S.K. yeni yetkileriyle birlikte gelen sorumlulukların onun karakterini değiştirmesinden korktuğunu söyledi.
-Önceden öğrencilerim beni çok severdi. Sevilmeyecek biri değildim ki. Özgürlüklerden yanaydım. Şu işe bakın! Beynime taktıkları idari görevli çipi yüzünden söylediklerimi kontrol edemiyorum. Tanrım! ÇILDIRIYORUM!
Filozofun yorumu:
“Vatandaş vezir olunca yüksek vergiye okey demiş. Sevgili dostum, bazen yeni makamlara yükselenler geçmişlerini unutur, önceden savunduğu değerleri motomot silip atmak öyle durumlarda çok da zor olmaz. Üj, bej yetki uğruna karakterinden ödün vermek de bizim kitabımızda yazmaz.”
S.K. kederli bir halde alnına masaj yaptı ve konuşmaya devam etti.
-Bazen öğretmenlerin padişahtan çok padişahçı olduğunu düşünüyorum. Öğrencilerimiz yaşadıkları baskıların anlamsızlığını sorguladıklarında “Kuralları koyan biz değiliz, bunlar yönetmelik.” diyoruz. Ama yönetmelikleri düzenleyen kim? Eğitimi doğrudan sağlayan biz öğretmenlerin, öğrenciler için daha iyi olacak uygulamalara dair neden söz hakkımız yok? Hatta bu eğitimi alan, neredeyse bütün zamanını buraya veren öğrencilerin kendilerinin neden hiç söz hakkı yok?
Koridorun başından ritmik bir müzik yükseldi ve ortaya iki yandan takla atarak gelen iki kadın ve ortalarında salınarak, ağır ağır yürüyen başka bir kadın çıktı.
Bizler yaramaz kızlarız! Cessi, Yohanna ve Tiffani, SAVULUN!
S.K. panikle kaçmaya çalışırken, üç kadından sağdaki Yohanna ve soldaki Tiffani çevik bir hareketle S.K.’yi kolundan tuttular.
“Demek diktamıza karşı propaganda yapan vatan haini sensin.” Durumu hemen iki metre arkalarında duran Cessi’ye telsizle bildirdiler. Cessi sinsi adımlarla yanlarına geldi ve “Demek o artiz sensin.” dedi. Ekibimiz bu vahim manzara karşısında endişe duyarak oradan uzaklaştı.
Filozofun yorumu:
“Aga diyeyim sana, yağın bulaşsın bana. Güzel arkadaşım, kod adı Yohanna olan S.E. ve Tiffani olan N.D.’nin bu tür hareketleri, bize her öğretmenin S.K. gibi vicdan hesaplaşmaları içinde olmadığını, bazılarının gayet de keyifle bu zorbalığın bir parçası olmak için güce yanaştıklarını gösteriyor. Üçlünün yaptıkları Hindistan gezisinde örgütlendiklerini düşünüyoruz zümremce.”
Bir pencerenin önünde, bir çevçevenin içinde bize gülümseyerek bakan bir öğrencinin fotoğrafına rastladık. Hemen altında “B. seni unutmayacağız.” yazıyordu. Bir öğrenciye bu fotoğrafın hikayesini sorduk.
“B. geçen sene kanserden öldü. Çok sevilen bir arkadaşımızdı. Bir yıl içinde sürekli kötüye giden durumuna rağmen, ölümü yine de hepimiz için büyük bir şok oldu. Gerçi müdür yardımcımız S.T. onun öldüğüne hala inanmıyor. Zaten B.’nin hastalığının ilk günlerinden birinde B. düşüp bayıldığında S.T. onun numara yaptığını söyleyerek eve gitmesine izin vermemişti.”
Kanımızı donduran bu açıklamayı hemen S.T.’nin kendisine sorduk. S.T. önce bu olanları anlatan öğrenciyi cebinden çıkardığı alev tabancasıyla kavurdu ve bir sigara yaktı, kocaman bir dumanı mikrofonumuza üfledi ve konuşmaya başladı.
“Abicim ben ölüme inanmam. Hayatın ebedi olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bu dünyada acı, özlem, yas, sevgi, dostluk, hatta anne sevgisi; hepsi külliyen yalan. B. de öldüm diye duygu sömürüsü yapıyor şimdi, bak göreceksin bir yıl sonra ortaya çıkacak tıpış tıpış gelecek. Elvis ve B. ölmedi. Ayrıca punk’s not dead.”
Bu sözleri gayet soğukkanlılıkla söyledikten sonra şuh kahkahalar atan S.T.’nin daha önceden de okul merdivenlerinden inerken sara krizi geçirip yere düşen bir öğrenci için “Dikkat çekmeye çalışıyor. Yalandan yapıyor.” dediğini öğrendik.
Benzer bir durum A. adlı öğrencinin herkesi sarsan ölümünün ardından idarede görev alan F.K.’nin, arkadaşlarının yasıyla ağlayan öğrencilere saldırmasıyla gerçekleşti. F.K. konu hakkında “Biz FBI tarafından her koşulda soğukkanlılığımızı korumak üzere eğitildik. Hiçbir ölüm ya da kayıp bizi etkileyemez. Öğrencilerimizin daha güçlü olmalarını istiyoruz. Ağlayanları dövüyoruz.” dedi.
Kameramanımız objektifini koridorun başına çevirirken, bir erkek öğrenci kamerayı görüp panikle vücudunun mahrem yerlerini kapattı. Koşarak yanına gittik ve ona neden çırılçıplak olduğunu sorduk.
“Öğretmenimiz E.S. önce kolumdaki bilekliği, sol kulağımdaki küpeyi, ardından siyah hırkamı, mavi gömleğimi, baskılı tişörtümü, kanvas pantolonumu ve arkasında KISS MY ASS yazan bokserımı aldı. Ben de kravatımla cıscıbıl kaldım.”
-Ama bu nasıl olur?!
“Oluyor işte; öğretmenler kurallara uymadığını düşündükleri eşyalarımıza kalıcı olarak el koyabiliyor, onları çöpe atabiliyorlar.”
Konuyu duyan bir kız öğrenci yanımıza geldi.
“Derse elimdeki kahveyi bitiremeden girdiğimde kahvemi çöpe döktürüyorlar.”
-Hay Allah, biz E.S.’nin başka bir okula tayin edildiğini duymuştuk ama.
“Evet, yeni okulunda bizim okulumuzu kötülüyormuş. Ayrıca okulumuzda çalıştığı dönemde edindiği kıyafet hasılatıyla bir defile düzenleyerek okulun ilk haftasında dikkatleri üzerine çekmiş.”
İki öğrenci S.T. tarafından kazan dairesinde zehirli gazla öldürülürken, ekibimizin dikkatini bir sınıftan gelen öksürük, hatta adeta boğulma sesleri çekti. Sınıftan içeri girdiğimizde bir öğrencinin boğazını tutarak çırpındığını gördük. Çabucak çantadan çıkardığımız bir şişe suyu öğrenciye uzatıyorduk ki başka bir el tarafından durdurulduk.
“DURUN!”
-Aman efendim, öğrenciniz boğuluyor. Burada bir öğretmen olarak önce sizin müdahale etmeniz gerekmez mi?!
“Öncelikle. Saygıdeğer arkadaşım. Ne için. Gelmiştiniz?”
-Türkiye Cumhuriyeti eğitim sisteminin güzelliklerini belgelemeyi amaçlayan bir proje için röportajlar yapıyoruz.
“Öyle mi. Buyrunuz oturunuz.”
-Öğrenciniz boğuluyor. Neden su içmesine izin vermiyorsunuz?
“Efendim. Acı. Çekilir. Boğulma. Yaşanır. Boğulsunlar efendim. Boğulsunlar. Boğulma, yaşanmalıdır.”
-Ne.
“Bu bir. Özel durumdur. Ama ben. Normal şartlar altında da. Dersimde. Bir öğrencinin. Su içmesine. Katiyen. Müsaade. Etmem.”
-Bunu yapmanızın sebebi nedir?
“Efendim. Bu. Benim. Nevi şahsıma. Münhasır. Problemlerimden. Kaynaklanmaktadır. Ayrıca. Küresel ısınmayı. Herkesten çok. Dikkate almaktayım. Evimi aydınlatmak için. Geleneksel ampul yerine. Fitilli lamba kullanıyorum. Evimin bahçesine. Bambu diktim. Neden? Çünkü bambular. Bahçe bitkilerinden. Çok daha fazla. Karbondioksit emer. Televizyonumu stand-by’da. Bırakmam. Öğrencilerimin de. Su israfında. Bulunmalarından. Hoşlanmıyorum. O su. Kıtlık geldiğinde. Çok fazla. Değerlenecektir.”
-Su bir doğal ihtiyaç değil midir? Bunu üç gün içemeyen insanlar ölüyor. Susuzluğunu gideren öğrenciler hem dersi daha iyi anlamaz mı?
“Efendim. Acı. İnsanı. Olgunlaştırır.”
Suratı mosmor kesilen öğrencinin öldüğü sırada zil çaldı ve teneffüs zamanı ekibimiz sınıfı terk etti. Merdivenden inerken S.T.’nin iki öğrenciye çılgıncasına haykırdığını gördük.
“HAYDAR BEY DE BENİM ARKADAŞIM AMA BEN ONUN KOLUNA GİRİP DOLAŞIYOR MUYUM?!?!?!?!”
Ama… Hocam…
“Sus! Cevap veeerme bana cevap veeermiyceksin. Zaten yine takmışsın lensleri ölü balık gibi bakıyorsun.
E hocam…
“Kaybolun! Bu seferlik hayatınızı bağışlıyorum. Şanslısınız ki bugün evden çıkmadan önce dünden daha az öğrenci öldüreceğime dair kendime söz vermiştim. Ama bir daha sizi baş başa diz dize görürsem gördüğüm yerde vururum!”
S.T.’ye onu bu kadar sinirlendirenin ne olduğunu sorduk.
“Ay Allah’ım, ahlaksızlık kol geziyor. Toplumda hiç ahlak kalmadı. Zaman kötü ve bu gençler de kötü yoldalar, gördünüz mü oğlan nasıl da kolunu kızın omzuna atmış, e pes doğrusu. Ben de gencim ve havalıyım ayrıca I know how to rock ama ben karşı cinsle öyle içli dışlı hiç oluyor muyum?”
Filozofun yorumu:
“Sevgili dostum. Kendilerinde motomot başka insanların ahlakına müdahale etme cüreti bulan insanların asıl kendileri ahlaktan nasibini alamamıştır. Başkalarını ahlaksızlıkla suçlayarak kendilerinde daha yüksek ahlaki değerler olduğunu ispatlamak zorunda hissedecek denli acizdirler. S.T. öyle görünüyor ki bunca çok değerli fonksiyonunun yanında bir de namus bekçiliğine soyunmuştur.”
İşte durum böyle sevgili okuyucularımız. Projemiz çerçevesinde ülkemizin eğitim-öğretiminin ne kadar erdemli, doğru, mantıklı, insancıl, sevgi ve saygı dolu kişilerce yürütüldüğünü gözler önüne sermekten gurur duyuyoruz. Bunu yaparken endişelenmeye ne gerek var? Biz köprüyü geçene dek ayıya dayı deme taraftarı değiliz; geçtiğimiz her köprünün manzarasını seyredebilmek bizler için daha değerli.
Okula yaptığımız ziyarette, okullarda gerçekten de büyük çelişkilerin olduğunu gördük; ve gözlemlerimiz sonucunda okulun bir toplum için en kritik yerlerden biri olduğu, ve ancak okullarında özgürleşebilen insanların yaratacağı bir toplumun yaşanılası bir yer olabileceği düşüncesine vardık.
İşler buradan bakıldığında vahim görünüyor. Biraz uzaktan baktığımızda da öyle. Daha uzaktan yine aynı. Fakat umut değerlidir; boş bir şey de değildir. Hareket ve değişim getirir.
Nasıl bir dünyada, nasıl yaşamak gerek? Parayla cennetin anahtarını satanlara gidip cehennemin anahtarı nasıl talep edilir? “Evladım manyak mısın, cehennemin anahtarını alıp ne yapacaksın?”
Banane banane. İsterim de isterim. Evet, isterim de isterim.
Galiba deli deyip bir miktar para karşılığı elimize verdikleri bir anahtar.
Bu anahtarla meydana koşanlar.
Heyyyy, cehennemin anahtarı bende! Kapısını az önce kilitledim! Artık kimse oraya gitmeyecek!
Kilitledim orayı!
Duydunuz mu?
Artık özgürsünüz!
2 notes
·
View notes
Note
Merhabaaa, nasılsın bakalımm? Uzun olduuu:)) Dedim dur bi uğrayayım, rap ağırlıklı geldim, hatta full rap sanırım:))) Umarım çok iyi gelirler sana, keyifli dinlemeler:)💜🎶💐🌸
Çakal-Promilim Yüksek
Ahiyan & No.1-Kan Kaybı
No.1-Yıldızlar
Motive-Hanımefendi
Tefo & Seko-Kimler Gelmiş
Bu kadarcık:) Çok iyi gelsinler sanaa:) zor günlerden geçeriz abla, bunlar hep oldu ve olur. Yıkılırsın, üzülürsün, düşersin.. Bunlar hep olur ama sen bunlara rağmen ayağa kalk. Devam et. Ben buradayım, istediğin an gel. Konuşmaya ihtiyacın olursa gel, ya en fazla boş boş konuşur kafa dağıtırız ne var sankiiii:)) İyi ol ablacım, iyi ki varsın. Ve çok değerlisin🌸🍀💜💐🌼🤍🏵🌷🌺🌹
Merhaba küçük hanımm ,günüme çok güzel renk kattın ,iyiyim teşekkür ederim.hemen açıyorum hatta açtım bile . gelirler gelirler . sana da çok iyi gelsinler . bugün ki enerjimden bak sana da yolluyorum ,pencereni açık tut tamam mı 💃🏻🥳🥳🌹🌷. ben de önereyim sana belki iyi gelirler . hatta belki değil net iyi gelsinler ,iyi hisset 🌿🍀
No.1-Tekel Mavisi
Stabil-Bilmeyen mi var ?
Sansar Salvo - Bombalar Hedef Bulur
Allame,Joker - Tanınmayalar
Şiir!Heja -Büyüdüm
Farazi,Kayra - Mertel Kasetçilik
bunlarda benden olsun .hayat bu her şey bize bazen mutlu bazen mutsuz. sen de ayağa kalkmayı unutma🥳 , bazen sendeleriz bazen düşeriz ama kalkışlarımız bizi biz yapar. çok teşekkür ederim. iyi ki varsın ve çok çok değerlisin 💫, sen de çok çok iyi ol . unutma en büyük destekçin hala benim ⭐️🌸. sen de aynı şekilde her zaman buradayım . lütfen hayat seni yıldırmasın , güpgüzellikler diliyorum , musmutlu ,bol kahkahalı günlerin olsunn küçük hanım 🌸⭐️💜🍀🌷💐💐🌼🍀
2 notes
·
View notes
Text
bu sene bende çınar aşkı ayyuka çıktı. bugün nasibimde yaman dedeyi ziyaret etmek varmış.
bugün yıllardır istediğim halde bir türlü yolumun düşmediği, nasip olmadığı Selimiye camiine gittim. metrodan inip, 12 numara ile üsküdara inerken bir caddede bri sürü çınar apaöı görğnce burda ineyim dedim .önce çiçekci camiyi namideger küçük selimşye caminde biraz soluklandım, gezdim, haziresinde dua ettim. sonra orda tanıştığım hanımefendi bana Nevmekan selimiyeyi tarif etti. yolda giderken de yaman dedenin hemen camiinin karşısında kapıdan girince soldaki ilk kabristanda meftun oldugunu söyleyğnce listeme orayıda ekleyerek önce Nev mekana uğradım. tarihi mekan çok hoş ve dingin bir atmosferi var. akan suyun yanında kendime birşeyler ısmarladım. yıllardır ilk defa kendi kendime dışarda bişey yedim. genelde hep birisiyle giderim. kendi kendine olmak, düşünmek çok da keyifliymiş. tam karşımda bir kapı duruyordu. antika bu kapıya baktıkça düşündüm. bunca iddiaya, dört elle sarılmamıza rağmen şu kapı kadar dünyada ömrümüz olmayacak. orda oturmak keyifliydi fakat mekan gurultuluydu. zamanımda kısıtlı oldugu için solugı selimiye camiinde aldım. biraz haziresinş dolandım, etrafını gezdim, içinende baktıktan sonra. kendimi tam orta yerde olan çınar ağaçının altında soluklanırken , agaça dalmış vaziyette buldum.
aman yarabbı bu nasıl bir güzellik. bu nasıl sade, oturaklı ve asıl bir duruş. gölgesi, dalların arasından sızan gölgesi ... her hali çok çok güzeldi. camiler ayrı güzel ,hazireler ayrı bir ruhanıyet ve kesınlıkle suret ediyor, çınarlar bambaşka bişey.
hazireler bunca hırsın ne kadar boş oldugunu anlatıyor. çınar ise gürültü yapmadan, koşmadan sade bir şekilde yaşamanında mumkun oldugunu kendisinin bunu yıllarca yaptıgını bunca yıl yalamasına rağmen hala sade ve haşmetli oluna bileceğini anlatıyor. İstanbul sizinle güzel.
2 notes
·
View notes
Text
evden çıkmam için gereken enerjiye küçük kızçe okula gitmeden hemen önce yatağın içinde kikirdeyerek, birtakım gülüşmeler saçmalamalar eşliğinde ulaşmış oldum. büyüdü hanımefendi bunu daha önce çok yapardık hatta aynı yatağı paylaştık onca sene o yüzden özlüyorum ona sarılıp koklamayı, yatağın içinde oynamayı. çok müsaade etmiyor artık büyümüş öyle diyor. sabah saçını okşuyorum kaçıyor, o zaman sen okşa benim saçlarımı sevgiye ihtiyacım var benim senin yok galiba dedim :)
şu dünyanın eteğine kıyısından bucağından biraz tutunabiliyorsam sebebi onlardır. yaşama sevincimi zinde tutan yegane sebeplerim onlardır. bende hep yanınızda varlığınız daim olsun canım çocuklarım.
iyi ki 🤍
7 notes
·
View notes
Text
Sabah bitki çayı almak için A101'e girdim. Kasada güzel bakımlı 55-60 yaşlarında ama doğal bir kadın vardı. Meğerse eski belediye başkanının e��iymiş. Yeniden aday olmuşlardı biliyorum. Bizim oturdugumuz binayı da kardesinden satin aldik. Kasada bana bekar mısınız? dedi. Evet bekarım dedim ay dedi internetten birini bulamıyor musunuz millet dedi buluyor. Kasadaki kızı göstererek bu da bekarmış diyor. Kız diyor ki o sıra ben daha 22'ime girdim 🥹 daha yaşım küçük falan. Zaten markete bir ton düşünce ile girmişim. Kadının ilk sorusunun bekarlık sonra bize oy verin tamam mı? Dedi. Ben o kadar kafam dolu ki bilmiyorum burada aday kim dedim. Kadın kaç yıldır buradasınız dedi. O sıra aptal Nur ne dediğinin farkında mısın oldum inşallah veririz dedim konuşmayı bitirmek için. Dışarda oğlunu göstererek bu da Alper oğlum şu apartmanda Meltem kızım diyor. Anlıyorum hanımefendi evden bir sürü kafa doluluğuyla çıkmışım bugün bana bekar mısın? ve oy verin sorusuna kendimi hazirlamadim açıkçası. Bazen sabah ne gibi sorular sorulacagini bilsek keşke bilakis kafamız 1500ken
22 notes
·
View notes
Text
Jeanne Moreau'dan Lucia Bosè'ye, bu arada Delphine Seyrig, Bulle Ogier, Madeleine Renaud, Dominique Sonda, Isabelle Adjani, Catherine Sellers gibi kadın oyuncularla ayrıcalıklı ilişkileriniz olduğunu siz de kabul ettiniz. İçlerinden pek çoğu sizin dostunuz oldu en azından.
Madeleine Renaud her zaman en sevdiğim dostlarımdan biri oldu. İşlevsel ve özensiz giyim tarzımızla da benzeriz birbirimize. Onunla tiyatrodan konuşmayı, daha çok da onu dinlemeyi severim. Sıcaklığını, "naif" masumiyetini severim —Beckett bir gün, onun dehasının bu olduğunu söylemişti— bu onu öyle bir hale getiriyor ki, şu anda bile sahneye adım atmak Madeleine için dehşet verici bir deneyim.
Savannah Bay'ı onun için yazmışsınız.
Bütün Gün Ağaçlarda'da, annem rolünü yorumlayışını unutamıyordum. Ona annemden söz etmemi istedi. Ben de fotoğraflarını gösterdim. Sarsıcıydı. Madeleine o küçük Parisli hanımefendi havasından çıktı ve Hindiçin'de yerlilere ders veren bir öğretmene dönüştü.
Odéon'un o koca sahnesinde, birdenbire annemi gördüm sanki, solmuş, yaşlanmış.*
Yatak odanızda Delphine Seyrig'in büyük bir fotoğrafı asılı; onu India Song'u yorumlaması için tesadüfen seçmiş olamazsınız.
Onu keşfeden Resnais oldu. Geçen Yıl Marienbad'da için istemişti onu. Sene 1961. Delphine sekiz yıldan beri tiyatro yapıyordu, yabani, temkinli bir kadındı, röportaj vermezdi, davetlere katılmazdı ama yine de, en büyük Fransız kadın oyunculardan biriydi. Sanırım daha onu görmeden, telefonda sesinin o olağanüstü iniş çıkışlarını işittiğimde seçmiştim Delphine'i.
Buna karşılık, Nathalie Granger'de oyuncular Jeanne Moreau ve Lucia Bose oldu. Senaryoyu onları düşünerek mi yazdınız?
İki büyük yıldızla çalışma fikrini seviyordum. Klişeyi tersine çevirerek, bedenlerini arkadan göstererek ya da bacaklarında, yüzlerinde, göğüslerinde oyalanmadan ellerine odaklanarak.
Kadının ritmine saygı gösteren, fena halde beş paralık edilmiş, alışılmış kadınlık hallerine başvurmadan bir film yapmak istiyordum. O iki kadınla aramda oluşan o kadınlar arası anlaşmadan güzel anılarım var.
Jeanne'a gelince, daha Moderato Cantabile döneminde fark ettim onun bakışındaki olağanüstü zekâyı, rollerinin içine nasıl bir ciddiyetle girdiğini. Brook'la birlikte film çevirirken, sürekli bana gelip Anne Desbaresdes'in yaşamı hakkında bir şeyler sorardı ve ben de onu memnun edebilmek için hemen oracıkta bir şeyler uydurmak zorunda kalırdım.
Jeanne bana çok benzer: İkimiz de, tüm hayatımız boyunca aşkın gücüyle ayakta kalmışız. Bunun o sırada var olan bir aşk olması gerekmez, henüz orada olmayan, gelecek ya da bitmiş olan bir aşk da olabilir.
* Jean-Louis Barrault'nun sahneye koyduğu oyun, 1 Aralık 1965'te, Odéon'da oynandı.
s.101-102
Marguerite Duras Askıya Alınmış Tutku
Söyleşi: Leopoldina Pallotta Della Torre
Çeviren: Birsel Uzma Can Yayınları
3 notes
·
View notes
Text
Birkaç gün önce şu minik hanımefendi sabahın sekiz buçuğunda tüm tramvayı inletti o güzel sesiyle. Sonra karşısındaki kişi birden bir çizgi film açınca koca tramvayda sadece o çizgi film sesi duyuldu herkes gülümsedi, beğenmeyince mızmızlandı ve film değişti. Ben de bi güzel anı fotoğraflamak istedim :) başta şarkı/film açan kişi tanıdıkları sanmıştım ama tanışmıyor oluşları olayı daha tatlı bir hale getirdi gözümde :) hayat o kadar da dayanılmaz değil be, küçük mutlu güzel anlar var. Belki de böyle anlar için yaşıyoruz ya da böyle anlar sayesinde yaşayabiliyoruz böyle kötü bi devirde. İyi insanlara denk gelesiniz :)
3 notes
·
View notes