#körfez savaşları
Explore tagged Tumblr posts
mehmetkali · 4 years ago
Text
SMS – Yeni Kurallarla Yer Hizmetleri Operasyonu Yazı:53
SMS – Yeni Kurallarla Yer Hizmetleri Operasyonu Yazı:53
Covid-19 pandemisini önlemek amacıyla havaalanı işletmecileri, terminal kuruluşları, yer hizmetleri kuruluşları, havaalanına getiren ulaşım araçları ile yolcularda dahil olmak üzere her bir kurumun kendi bünyesinde alması gerekli tedbirler belirlenmiştir. Covid-19 salgının durma noktasına gelen havacılıksektöründeki işletmelerin salgın sürecinden nasıl etkilendiklerini hepimiz yakınen biliyoruz.…
View On WordPress
0 notes
bymuamma · 5 years ago
Text
Tumblr media
Biz Mezhepçilik Yüzünden Kimseye Lânet Okumayız! Zâlim Sünnî de Olsa Allâh'ın Lâneti Zâlimlerin Üzerine Olsun!
Zulmü ve cinâyeti kim işlese karşısındayız. On milyon insanın muhâcir olmasına, on binlerce kadının ırzına tecâvüz edilmesine, perîşân edilmesine sebep olmuş bir adam Sünnî olsa da katledilirse seviniriz, Şî'î olsa da katledilmesine seviniriz.
Nitekim Saddam Sünnî'di, ama zâlimdi. Halepçe'de binlerce Müslüman Kürdü katletmişti, onu da hiçbir zaman tutmadık, onun ölümü üzerine de şunları söyledik: "Zâlim yeryüzünde Allâh'ın kılıcıdır, onunla başka bir zâlimden intikâmını alır.
Bizim şeyhlerimiz:
"صدام! الله يصدمك!"
"Ey Saddâm! Allah kırsın seni!" diye bedduâ ederlerdi.
Bağdâdî'nin de ölüm haberini duyunca sevince ğark olduk, ancak daha önce ölümü hakkında çıkan asılsız haberler sebebiyle hemen sevinmedik, ihtiyatlı davrandık.
Burada sevinmemiz; insanların kanına giren cânilerin ortadan kalkmasınadır, yoksa bir insanın ölümü hakkında hiçbir mezheb tassubumuz yoktur.
Nitekim Ehli Sünnet hiçbir zaman ne bir farklı mezhebin, ne de bir farklı din mensubunun katline imzâ atmazlar.
Biz IŞİD'e de bunun için herkesten önce karşı durduk ve "Cehennem köpekleridir" diye en ağır ifâdelerle onları teşhîr ettik.
Dolayısıyla dünyâda iki milyara yakın Müslümanın bir buçuk milyara yakını Ehli Sünnettir, başka ülkelere mezhep veyâ rejim ihrâc etmeye uğraşmazlar.
Müslümanların iki tâne baş belâsı vardır; birisi İran rejiminin kurdurduğu Haşdi Şabi gibi mezhepçilik için yurtları işgâl eden Şîî terör örgütleridir, birisi de Vehhâbîlerdir.
Bugün Ortadoğu'da yaşanan bütün savaşlar ve işgaller Amerika ve İsrail tarafiından bu iki fırkanın eliyle vekalet savaşları yöntemiyle yürütülmektedir, olan Müslüman halka olmaktadır.
Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin başını çektiği Vehhâbîlik, IŞİD gibi, el-Kâide gibi büyük terör örgütleri doğurmuş ve bütün Müslümanların kanına girmiştir.
İran da Yemen'e kadar mezhep ihrâc edeyim derken Yemen'de on milyon insanın perîşân olmasına, binlerce insanın aç susuz ölmesine sebep olmuş ve hâlâ olmaktadır.
Dolayısıyla gerçek Ehli Sünnet; aslâ kimsenin aç kalmasına, açık kalmasına râzı olmaz. Mazlum olan kâfir de olsa mazlumu kurtarmaya çalışır. Ama İran, Suriye ve Irak'ta sırf mezhepçilik yüzünden suçsuz, bî günâh Müslümanları öldürüp, asıp kesip yurtlarından etmiştir ve etmeye devâm etmektedir.
Bunlar zâten benim sözlerimden anlaşılmaktadır. Ama bâzıları kasıtlı olarak görüşlerimizi yanlış yansıtmaktadır.
Müslüman geçinen birilerinin, zâlimlerin katline dâir üzüntü ifâdeleri de bir türlü İran rejiminden aldıkları desteklerle orantılı olsa gerektir.
Yabancı rejimlerden destek alanların, yarın emir alma tehlikesine düşecekleri de unutulmamalıdır.
Son söz olarak: "Allâh'ın lâneti bütün zâlimlerin üzerine olsun!" âyet-i kerîmesi kâfîdir.
67 notes · View notes
lolonolo-com · 3 years ago
Text
Dünyada Sosyal Hizmet Uygulamaları Final Deneme Sınavı 6
Dünyada Sosyal Hizmet Uygulamaları Final Deneme Sınavı 6
Dünyada Sosyal Hizmet Uygulamaları Final Deneme Sınavı 6 Dünyada Sosyal Hizmet Uygulamaları Auzef Sosyal Hizmet 2022 LOLONOLO Dünyada Sosyal Hizmet Uygulamaları Final Deneme Sınavı 6 Aşağıdakilerden hangisi Ortadoğu’da yaşanan sosyal sorunlardan biri değildir? a) Petrol krizi b) Etnik yapı c) Nazi rejimi d) Körfez savaşları Cevap : c) Nazi rejimi Aşağıdakilerden hangisi Ortadoğu’daki sosyal…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
hetesiya · 3 years ago
Text
Kim kurtarıcı; Erdoğan mı MbZ mi? - Al-Monitor: The Pulse of the Middle East
Kim kurtarıcı; Erdoğan mı MbZ mi?
Erdoğan’ın BAE güvenlik prensini sarayda ağırlaması sıra dışı bir gelişme. Güvenlikten öteye ilişkilere reset atacak bir çerçeveyle masaya oturuldu. Ancak bölgesel konulardaki sürtüşmenin boyutları, bu ilk vuruşun başarısına dair soru işaretlerini gidermiyor.
Fehim Tastekin
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan birkaç yıldır karşılıklı ithamlarla rayından çıkan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile ilişkileri düzeltmek için önemli bir adım attı. Erdoğan, 18 Ağustos’ta BAE Ulusal Güvenlik Danışmanı Şeyh Tahnun bin Zayed’i sarayında ağırladı. 
Bu hızlı gelişme iki tarafın değişen koşullarda önceliklerindeki çakışmaları yansıtıyor. Düne kadar Türk siyaseti ve medyası Emirlikleri Libya, Suriye, Mısır, Sudan, Tunus ve Somali’nin yanı sıra Doğu Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’nda Türkiye’nin karşısına çıkan küçük ama “şeytani” bir güç olarak resmediyordu. Özellikle Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid (MbZ) hedef alınıyor; 2013’de Müslüman Kardeşler’e darbe yapan Abdülfettah el Sisi’ye arka çıkmak, Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) diye sınıflandırılan Gülen Cemaati’ni desteklemek, 15 Temmuz 2016 darbe girişimini finanse etmek, Libya’da Mareşal Halife Hafter üzerinden vekâlet savaşı yürütmek ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ı Türkiye’ye karşı kurmakla suçlanıyordu. Hükümetin kontrolündeki medyaya göre “karanlıklar prensi” MbZ, Türkiye’ye karşı operasyonlarda Filistinli Muhammed Dahlan’ı kullanıyordu. 
BAE özellikle Arap Baharı sonrası Müslüman Kardeşler’in iktidar alternatifi olarak yükselmesine karşı takındığı sert politikayla Erdoğan’la ters düştü. Erdoğan, 2017’de komşu ablukasıyla karşılaşan Katar’a askeri üs kurarak Suud-Emirlik ikilisinin başını çektiği bloku karşısına almıştı. Doha’ya dayatılan 13 şarttan birisi Türk üssünün kapatılmasıydı. 
2017’de BAE Dışişleri ve Uluslararası İşbirliği Bakanı Abdullah bin Zayed, Osmanlı’nın Medine müdafii Fahreddin Paşa’yı “hırsız” olarak niteleyip, “İşte Erdoğan’ın dedelerinin Müslüman Araplarla ilişkisi buydu” diyen bir tweeti paylaşınca gerilim şiddetlenmiş, tepki olarak Ankara’da BAE Büyükelçiliği’nin bulunduğu sokağın ismi “Fahreddin Paşa Sokağı” diye değiştirilmişti. 
Erdoğan, BAE 2020’de İsrail’le ilişkileri normalleştirmeye dönük Abraham Anlaşmaları’na taraf olduğunda Türk elçisini çekme tehdidi savuracak kadar Emirliklere öfkeliydi. 
Libya’daki kızgınlık çok ileri boyuttaydı. Ankara’ya göre 2020’de askeri kayıpların yaşandığı Vatiyye Üssü’ne yönelik saldırı BAE uçakları tarafından gerçekleştirmişti.
Erdoğan’ın “eski Türkiye” diye yerdiği dönemlerin dış politika yaklaşımıyla Ankara’nın en rahat anlaşacağı Arap ülkelerinin başında BAE gelebilirdi. Fakat vekâlet ve nüfuz savaşları iki ülkeyi pek çok dosyada karşı karşıya getirdi. 
Hâliyle Şeyh Tahnun’un Türkiye’deki muhatabı Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan ya da sarayın “ulusal güvenlik danışmanı” İbrahim Kalın yerine doğrudan Erdoğan tarafından sarayda ağırlanması parıltılı bir U dönüşü olarak gözleri kamaştırdı. 
Kuşkusuz Türkiye’nin Mısır-Körfez bloku ile ilişkileri normalleştirmek için başlattığı diyalog BAE’yi de kapsıyor. İstihbaratçılar seviyesinde tarafların birbirinin nabzını yokladığı da biliniyordu. Fakat BAE-Türkiye ilişkilerini yakından takip edenlerin bile beklemediği türden bir gelişme yaşandı. Tahnun istihbarat prensi ama masaya yatırılan konular, güvenlikten ekonomiye ilişkilere reset atmaya matuf bir kapsamdaydı. 
Erdoğan görüşmeyle ilgili bilgi verirken özellikle BAE’den gelecek “ciddi” yatırımlara değindi. Erdoğan’ın verdiği bilgilere göre görüşmeye Varlık Fonu Başkanvekili Erişah Arıcan ve Yatırım Ofisi Başkanı Burak Dağlıoğlu da katıldı. Heyetler hangi konularda yatırım yapılacağına dönük bir yol haritası üzerinde durdu. Erdoğan müjde verir gibi “Çok ciddi bir yatırım hedefleri var. İnanıyorum ki çok kısa zamanda BAE ülkemizde ciddi yatırımlara girecek" dedi. Birkaç aydır istihbaratçılar arasındaki temasın ilişkileri belli bir düzeye getirdiğini ve yakında MbZ ile de görüşebileceğini ve yaşanan sıkıntıları gidereceklerini belirtti. 
BAE Devlet Başkanı Diplomasi Danışmanı Enver Gargaş görüşmeyi “tarihi ve olumlu bir toplantı” olarak niteledi. Gargaş’a göre toplantının ana odak noktaları işbirliği ve ekonomik ortaklıklardı. Türkiye’ye karşı sert tutumuyla bilinen Gargaş, Dış İlişkilerden Sorumlu Devlet Bakanı olduğu dönemde "Arap dünyası Tahran ve Ankara tarafından yönetilmeyecektir. Bölgedeki jeostratejik yarış Kahire ve Riyad merkezli güçlendirilmiş bir Arap birliğini gerekli kılıyor" demişti. Şimdi verilen olumlu mesajların geçerliliği pek çok dosyanın üzerinden geçmeyi gerektiriyor.
Türkiye’nin Mısır-Suud-Emirlikler hattındaki normalleşme arayışlarının en öngörülemez halkasını BAE oluşturuyordu. Doha’nın komşularla barışmasından sonra Katar Emiri Şeyh Temim’in dostu Erdoğan için Riyad ve Abu Dabi’de zemini yumuşatacağı umuluyordu. Birkaç ay önce suç örgütü lideri Sedat Peker’in Dubai’ye sığınıp oradan Erdoğan’ı köşeye sıkıştıracak ifşalarda bulunması Emirlikler’le normalleşmeye aciliyet kazandırdı. İstihbaratçılar düzeyinde yürütülen temasların ilk sonucu, Peker’in 13 Haziran’da 10 saatliğine alıkonulduktan sonra video yayınlarının durdurulması oldu. 
Bunun ötesinde Körfez ülkelerine karşı tutumda görülen dramatik değişimde, ciddi bir döviz darboğazına giren Türkiye’nin kaynak arayışı etkili. Erdoğan 9 Ağustos’ta görüştüğü Libya Başbakanı Abdülhamit Dibeybe’den 3.8 milyar dolar alacağın ödenmesini isteyerek içine düştüğü umutsuzluğu açığa vurmuştu. Ve şimdi Türkiye’nin düşman saydığı Hafter’in ana destekçisi BAE bir bakıma para kesesini sallayarak geliyor. 
Bu durumun Türkiye'nin bölgesel politikalarını değiştirmesi yönündeki baskıyı artıracağından şüphe yok. Fakat Türkiye’ye elini uzatmadan önce Kahire-Ankara diyaloğunun neticesini görmeyi tercih eden BAE’nin birdenbire yumuşaması kendi ihtiyaçlarına da işaret ediyor.
İki ülke arasında güvenliğe karşılık ticaret, ticarete karşılık güvenlik dengesi kuruluyor. Peki, tarafları bu dengeye getiren nedir? Birkaç faktör sıralanabilir:
Libya’da Emirlikler hedefine ulaşamadı ama Hafter elindeki güçle Türkiye’nin tek başına Libya’da oyun kurmasını önlüyor. İki ülkenin de kendi çıkarlarını garantiye alabilmesi işbirliğini dayatıyor. Bu ihtiyaç Kahire-Ankara yakınlaşmasında da temel faktörlerden biriydi. 
İkincisi, Suriye’de BAE Şam’la geliştirdiği ilişkiyle Türkiye’yi sıkıştırmayı umuyordu ama Türk askeri varlığını etkileyecek bir baskı kurulamadı. Buna karşın BAE’nin Suriyeli Kürtlere el atması Ankara’da alarma yol açtı. Türkiye’nin beklentileri açısından BAE ile işbirliği, Emirliklerin Kürt dosyasından elini çekmesini temin edebilir ve Şam’ı etkilemek için olumlu bir rol oynayabilir.
Üçüncüsü, Afganistan’daki gelişmeler bölgesel denklemi değiştiriyor. Doha’daki Taliban liderleri Kabil’de iktidara transfer olurken devrik Cumhurbaşkanı Eşref Gani, BAE’ye sığındı. Bu durum Katar’ı kazanan, BAE’yi kaybeden yapıyor. Emirlikler Türkiye’nin yeni dönemde Afganistan’da önemli bir yer edineceğini düşünerek kaybını bu kanaldan telafi edebilir.
Suudi-Emirlikler ilişkisindeki bozulma da bir diğer kışkırtıcı faktör. Yemen’de ortaklığın bozulmasıyla başlayan soğuk savaş büyüyor. Suudi yatırımcıların BAE’den çekilmeye başlaması Emirliklerin alternatif arayışını artırıyor. Ayrıca Kahire-Ankara ve Riyad-Ankara normalleşmesinin ilerlemesi hâlinde BAE’nin açığa düşme ihtimali, Şeyh Tahnun’u Ankara’ya getiren sebeplerden birisi. 
Eski ABD Başkanı Donald Trump döneminde İran’a karşı ve İsrail’den yana oluşan ortak cephe Joe Biden’la birlikte belirsizlikle karşılaştı. ABD’nin Afganistan’dan düzensiz ve hızla çekilmesi Körfez’deki müttefikleri koruma garantisine dair kuşkuları daha da artırdı. Emirlikler, İran’la derin ticari ilişkilere güvense de İsrail’le normalleşme sonrası Tahran’ın tehditkâr bakışları altında. Muhtemelen bu gelişmeler de Türkiye ile yakınlaşma ihtiyacını artırıyor. Ancak bu arayış “İran’a karşı Türkiye” şeklinde formüle edilebilecek bir şey de değil.
BAE’nin desteklediği Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdülfettah Burhan ve Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed’in Ankara ziyaretleri Kızıldeniz siyasetini gözden geçirmeyi gerektiriyor.
Ortaklığın teşvik edici boyutunda her iki ülkenin de büyük hevesler beslediği limanlar konusunda işbirliği potansiyeli yatıyor. Emirlikler bu konuda kısa sürede inanılmaz bir yol aldı. Dubai merkezli DP World 15 yılda 40 ülkede 82 deniz ve kara terminali kuran ya da işleten bir ahtapota dönüştü. Ancak yatırım alanlarına dair henüz paylaşılan bilgi yok. 
Bu yakınlaşma ülkelerin dış politikasını nasıl etkiler? Türkiye’nin BAE’den gelebilecek nakit para ve yatırımlara ihtiyacı var.
Diyalogun ilerlemesi ise sorun teşkil eden konularda yakınlaşmaya bağlı. Türkiye, FETÖ mensuplarının Dubai ve Abu Dabi havalimanlarını kullanmasına izin verilmemesini, bunlar arasında arananların yakalanıp iade edilmesini, BAE’nin Kürt dosyasından elini çekmesini, Doğu Akdeniz’de Yunan ve Rumlarla ortak hareket etmemesini istiyor. Ankara’nın Peker’in iadesini ya da susturulmasını istediği de konuşuluyor. BAE’nin önceliği ise Orta Doğu’da Müslüman Kardeşler projesinin önlenmesi, Türkiye’nin bu harekete desteğini kesmesi, BAE’nin kara listesinde olup Türkiye’de barınanların iade edilmesi, Ankara’nın Yeni Osmanlı çağrışımı yapan müdahaleci ve genişlemeci politikaları terk etmesi. 
BAE yatırım kartıyla Erdoğan’ın işini kolaylaştırırsa bu durum Ankara’nın bölgesel politikalar üzerindeki değişim baskısını artırabilir. Yine de iki ülkenin orta yolu bulması kolay değil.
0 notes
egedensondakika · 5 years ago
Text
MÜSİAD İzmir Başkanı Bilal Saygılı: Ticaret Savaşlarından Kazançlı Çıkabiliriz
Tumblr media
Müstakil Sanayici ve İş Adamları Derneği (MÜSİAD) İzmir Başkanı Bilal Saygılı, İzmir Medya Platformu Başkanı Ahmet Kaplan ve platform üyesi gazeteci-yazarlar ile bir araya geldi. MÜSİAD İzmir olarak kent ekonomisinde çok önemli roller aldıklarını kaydeden Saygılı, İş dünyasının ekonomiye bakışına yönelik değerlendirmelerde bulundu. İş dünyasının ekonomiye bakışı ve beklentileri başta olmak üzere güncel konular hakkında çarpıcı açıklamalarda bulanan MÜSİAD İzmir Başkanı Bilal Saygılı, MÜSİAD olarak İzmir ekonomisinde önemli bir güç olduklarını kaydederek, 8500 yıllık İzmir kentinin, farklı dünya insanlarının ortak buluşma merkezi olduğunu dile getirdi. Saygılı, “İzmir, uluslararası coğrafyada ender nadide şehirlerden biridir. Amacımız, bu güzel kenti en iyi şekilde temsil etmektir. Yaşadığımız topraklarda, vatanımızda neler yapabiliriz, ülke ekonomimize ve kültürümüze nasıl katkılarda bulunabiliriz, bunun için çaba sarf ediyoruz” dedi. HER KRİZ BİR FIRSAT OLUŞTURUR 1991 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Makine Mühendisliği’nden mezun olduğunda, bugünkü adıyla Körfez krizinin beraberinde getirdiği sorunlar nedeniyle; akademik hayata devam edemediğini ve ticarete atıldığını dile getiren Saygılı, “5 Nisan kararları, Avrupa Birliği, Gümrük Birliği süreçleri, Uğur Mumcu cinayeti, Eşref Bitlis’in şehit edilmesi ve 28 Şubat hadisesi ülkemizi karanlık bir sürece sürükledi. Akabinde 2001 krizi ve 2008 küresel kriz, ülkemizi olumsuz etkiledi. Oysaki her kriz bir fırsat oluşturur. Düşen olmayıp, buradan nasıl kalkarız, nasıl güçlü bir Türkiye ekonomisi oluşturabiliriz kaygısı içinde olduk. İşte MÜSİAD, bu duygularla kurulmuştur. MÜSİAD, birbirinin bereket kapısı olan, birbirinin menfaatini ülke menfaati olarak gören güçlü bir kurumdur” dedi. İZMİR’DE 44 BİN KİŞİYE DOĞRUDAN İŞ SAĞLIYORUZ Yurt içi teşkilatlanmasında 81 ilde 89, yurt dışında ise 95 ülkede 225 şube ve temsilciliklerinin olduğunu kaydeden Saygılı, toplam 11 bin üyenin 320’sinin İzmir MÜSİAD’a ait olduğunu belirterek toplamda 44 bin çalışanla İzmir ekonomisinin %18’ine hitap ettiklerini belirtti. MÜSİAD İzmir Şubesi olarak İzmir ekonomisinde çok önemli bir rol aldıklarını ifade eden Saygılı, İzmir Ticaret Odası’nın (İZTO) üye ödül töreninde yer alan MÜSİAD üyelerinden bahsederek, hem ihracata katkıda bulunduklarını, hem de vergi ödemede önemli bir kurum olduklarını dile getirdi. BU ÜLKEDE YÜZDE 7500 FAİZ ORANLARI YAŞANDI İş dünyasıyla medyanın birlikte bir bütün olarak hareket etmesi halinde, ülkemizin sağlıklı bir şekilde kalkınabileceğinin önemine değinen Saygılı “İş dünyası ve basın, bir elmanın iki yarısı gibidir. İş dünyası gelişirse, istihdam artar ve medya emekçilerinin de doğru haber yapma azmi yükselir. Aksi durumda 2001 krizi hepimizin malum bir örneğidir. 7 Şubat sabahı 8’de televizyonları açtığımızda 1 saat içinde yüzde 7500’e çıkan faiz oranları ülkemizde dramatik sahneler yaşatmıştı. Gazeteler kapandı, trajlar düştü. İşsizlik arttı, intiharlar kendini gösterdi. Ülke olarak zor günlerden geçtik. Bir daha böyle sıkıntıları yaşamamak için birlikte hareket etmeliyiz” ifadelerini kullandı. DEĞERLERİMİZE VE GENÇLİĞİMİZE SAHİP ÇIKALIM Ülkelerin geleceğini o toplumun kültürel değerleri, kadim medeniyeti ve geleceğe bakan vizyonunun şekillendirdiğini söyleyen Saygılı, “Bizlere düşen, günümüzde modern ve emperyalist toplumların oluşturduğu değersizleştirme ve değerleri yok etme anlayışıyla mücadele ederek gençliğimize sahip çıkmak olmalıdır” dedi. TİCARET SAVAŞLARI İÇİNDEKİ BİYOLOJİK SAVAŞ Tüm dünyayı etkisi altına alan korona virüsünü, son 15 yıldır dünyada süregelen ticaret savaşlarının bir yansıması olarak gören Bilal Saygılı, “Artık ülkeler, asker çıkartıp nükleer silah kullanarak saldırmıyor ve işgalde bulunmuyor. Bunların yerini ticaret savaşları ve kültür savaşları aldı. Uluslararası ülkelerin merkez bankaları ve büyük şirketlerin kartelleri birbirini çökertme hamlelerinde bulunuyor. Çin merkez bankasının bozmadığı dolar rezervi 1.8 trilyon dolar. Bunun yüzde 80’i altına bağlı. Altına bağlanmış rezerv kültürünün çok zorlanacağını düşünmüyorum. ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin, Çin’e karşı yapmış olduğu bir hamle olarak bakmak lazım. Canımız isterse 3-4 bin kişiyi öldürerek hizaya getiririz mesajı verilmek isteniyor. Çin bundan etkilenmeyecek ama karşılıklı uzlaşmayla ders alacaktır. ‘Ben sizsiz yapabilirim’ diyen bir dünyadan, ‘beraber yapabiliriz’ diyen bir dünyaya geçecek. Daha net bir ifadeyle söylemek gerekirse bu hadise ticaret savaşları içindeki biyolojik savaştır. Bu hamlelerle dünya para hareketi yüzde 10 yer değiştirdi. Kanaatimce Mayıs 2020’de süreç eski haline döner. Çin’deki korona çalkalanmasından ekonomik alanda faydalanmamız durumunda, ülkeye giren ithalatın yüzde 7’sinin, Türk ekonomisi tarafından üretilmesiyle, ihracat rakamlarındaki artış miktarı yüzde 15’leri bulacaktır. Matematik yalan söylemez” diye konuştu. ÜLKEMİZE VE KENTİMİZE GÜVENİN ESERİ 2018 yılında İzmir’e 715 yabancı firma yatırım için geldiğini ve 2019 yılında ise İzmir’e gelen firma sayısının 916’ya ulaştığını söyleyen Bilal Saygılı, “Bu artış, yurt dışında hem ülkemize, hem de kentimize yönelik bir güvenin eseridir. Dünyanın her bölgesine iş seyahatlerimiz oluyor. Geçmişte, ülkemize yönelik dedikodudan öteye geçmeyen kurgular vardı. Şimdi ise uluslararası alanda Türkiye’ye yönelik güçlü bir güven gözlemliyorum. İstemeyerekte olsa, bizi kabul etmek zorunda kaldılar” dedi. Kemalpaşa’da bulunan Saygılı Rulman’da gerçekleşen toplantı sonunda, MÜSİAD İzmir Başkanı Bilal Saygılı, işbirliği içinde olma niyetini yineleyerek, İzmir Medya Platformu Başkanı Ahmet Kaplan ve platform üyelerine katılımlarından dolayı teşekk��rlerini sundu. Read the full article
0 notes
korfeztvhaber · 5 years ago
Link
Günümüzde ileri medeniyet seviyesine erişmiş olan tüm ülkelerin bu güne geliş hikâyeleri, hep bir ülkü birliği etrafında toplanabilmelerine bağlı olarak oluşmuştur. Özellikle 1. ve 2. Dünya savaşları sonrası yerle bir olan ülkelerin neredeyse 20-30 yıl sonrasındaki durumlarına baktığımızda ülkü birliğinin ne denli önemli olduğu gün gibi ortaya çıkmaktadır. Almanya İkinci dünya savaşı sonrasında çok büyük
0 notes
mgmstrateji · 5 years ago
Text
S-400 YÜKSEK İRTİFA HAVA SAVUNMA FÜZE SİSTEMİ DİYE YAZILIR BEN YAPTIM OLDU DİYE OKUNUR
Tumblr media
07.07.2019 / ANAKARA Bu konuda daha önce ��ıkan yazıları görmek için TIKLAYINIZ 1, TIKLAYINIZ 2. Türkiye, ABD tarafından, S-400 gerekçe gösterilerek, alımı iptal edilmediği takdirde, 31 Temmuz 2019 tarihinde F-35 ortak üretiminden çıkarılacağına dair yazılı olarak uyarıldı. Bunun yanında Kongreden de benzer yönde bir yasa geçirilerek yaptırımların yolu açıldı.  Genel olarak bakıldığında, süreç içinde karşılıklı ileri geri hareketler yapılmakta, hasmane cümleler kurulmaktadır. Bu arada S-400’lerin üretimi tamamlandı. Eğitim için gerekli sayıda personel Rusya’da eğitim görmeye gitti ve silah sistemi de temmuz ayı içinde Türkiye’de yerini alacak. Sistemin nereye konulacağı henüz kamuoyu tarafından bilinmemekle birlikte, kişisel korumanın öne çıkarılacağının değerlendirilmesi sıkça yapılmaktadır.  Rusya, silah sistemi konusunda tam bir işportacı gibi davranmaktadır. Hatta bazı uzmanları çizgiyi aşarak cumhurbaşkanının kişisel korunmasının bu silahla sağlanacağını dahi işaret etmektedirler. Hatta bunun yanına bir de “alçak savunma sistemi olan PANTSIR” önerilmektedir. Bazı uzmanları ise eğer PATRIOT alınsaydı Türkiye’nin NATO veya Batı ile bir savaşında bunlar metal yığını olurdu lafını dahi etti. Oysa aynı gerçek Türkiye’nin Rusya veya Rusya müttefikleri ile savaşta da geçerlidir. Bu sefer S-400’ler metal yığını olacaktır. Yine bazı uzmanları Türkiye’nin S-400’ü alarak bağımsız hareket ettiğini söylemekten bile çekinmedi, belli ki akıl tutulması yaşıyor. Oysa asıl bağımsızlık böylesi bir sistemi ülkenin kendisinin üretmesidir. Dikkat edildiğinde, bu uzmanların öne sürdüğü gerekçelerin ve kullandığı dilin bilgisiz ve aklı çalışmayanlara yönelik olduğu, tavrın ise işportacıdan öteye geçmediği görülecektir. Hangisi Üstün? Bazı tespitler yapalım. ABD/NATO hava ve deniz gücü bakımından ezici bir şekilde üstündür. Rusya ise devasa bir kara gücüne sahiptir. Çok sayıda tanka ve topa sahiptir. Balistik füze konusunda ise Rusya sayıca üstün olmakla birlikte ezici değildir. Seyir füzeleri konusunda ise ABD/NATO üstündür. Elektronik karşı koyma ve elektronik karşı koymaya karşı koymada her iki tarafın da başa baş olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek. Gerçekler bu olunca geliştirilen hava savunma sistemlerinde temel değerler bunları esas almakta olup, eksikliği kapatma veya üstünlüğü artırma yönündedir.   S-400 veya PAC-3’ün diğerine üstün olduğunu söylemek beni aşar, hatta herkesi aşar. Çünkü her ikisinin de çalışma sistemi farklı. S-400’ler radarın çalışması ve yönlendirmesiyle işini görüyor. Ayrıca daha ziyade uçaklara karşı geliştirilmiştir. Kısaca anlatmak gerekirse; olası düşman ülkeden bir uçağın kalktığı 600 km menzilli radar ile tespit ediliyor. Uçağın yönünden emin olunuyor, gerçekten düşman uçağı olup olmadığı IFF ile sorgulanıyor. Yanıt olumsuz veya sistem kapalıysa düşman uçağı olduğu değerlendirilip uygun mesafeye gelince üzerine füze gönderiliyor. Görece ucuzluğunun ana nedeni budur. Bu sistem elektronik harp hilelerine daha açıktır. PAC-3’ler ise bir şebeke üzerinden çalışıyor. Daha ziyada balistik füzelere karşı geliştirilmiştir. Temel çalışma sistemi uzaydaki füze algılayıcı uydular - yer istasyonu (ECHELON sistemi diyelim) - askeri haberleşme uydusu - Füze Uyarı Merkezi - askeri haberleşme uydusu - AWACS uçağı - en uygun bataryaya ateş komutu vermek şeklindedir. Bir örnekle açıklayalım. Diyelim ki birkaç tane füze İran’dan ateşlendi. Yönünün Almanya olduğunu uzaydaki füze algılayıcı uydu tespit etti. Bu bilgiyi en yakın Echelon yer istasyonuna (İngiltere) bildiriyor. O da bunu yörüngedeki askeri haberleşme uydusuna bildiriyor. Bilgi buradan ABD’deki füze uyarı merkezine gidiyor. Orası bilgiyi değerlendirip ayrıntıları belirliyor ve bilgiyi askeri haberleşme uydusuna gönderiyor. O da bölge üzerinde 24 saat uçmakta olan AWACS uçağına aktarıyor. Bilgi, buradan olaya müdahale etmesi istenilen PAC-3 bataryasına gönderiliyor ve o batarya füzeyi/füzeleri hesaplanan zamanda ateşliyor. Bu iş için standart dört dakikadır. Ama bugüne kadar olan bu süre iki dakikayı aşmamıştır.  Görüldüğü gibi ciddi bir teknoloji ve yatırım söz konusudur. Zaten Reagan döneminde ortaya atılan Yıldız Savaşları projesinin bir bölümüdür. İşte bu yüzden daha pahalıdır. Bu sistem elektronik harp hilelerine daha kapalıdır. Tüm bunların yanında ABD sistemi Körfez savaşlarında SCUD’lara karşı test edildi. Kesinlikle %100 başarı sağlanamadı. Derseniz ki ne oldu, derim ki %50’yi koyun cebinize. Raporlara yansıyan şekli ile söylemek gerekirse hedefe düşecek füze de vuruldu, boş araziye düşecek olan da vuruldu. Bunun yanında ıskalanıp hedefini vuran SCUD’un yarattığı tahribat da bir güzel seyredildi. S-400’ler ise henüz test edilmedi. Her ne kadar Suriye’de Hyemmim hava üssünü koruyan sistem varsa da aktif hava savunmasına katılmadığını söylemek yanlış olmasa gerek. Çünkü İsrail elini kolunu sallaya sallaya Suriye’ye hava harekâtı düzenlemiştir. Bunda F35’lerin radar imzasını almak isteği etkin olmuş mudur yoksa her zaman yapageldikleri gibi danışıklı dövüş içinde mi olmuşlardır? Bildiğiniz üzere ABD-Rus-İsrail gizli servisleri daha yeni Kudüs’te toplandılar. Anlayın artık.     Tüm bu tip sistemlerin asla ve asla %100 başarısı söz konusu olamaz. Her iki sistem de yeri yalayarak gelen seyir füzeleri ile helikopterlerin taarruzuna açıktır. Yani bir adet seyir füzesi veya çılgın bir çift pilot sistemi tamamen çökertebilir.   Birbirine üstünlüğü kıyaslayanlar şimdi kıyaslasın. Temelde tamamen farklıdır bunlar. Niye Yerli Sistemde Israr Ediyorum? Bu gerçeği vurgulamamıza neden olan tüm hava savunma sistemlerinin birbirlerine olan benzer yanları ile Falkland savaşı gerçeğidir. Açalım: İkişer bataryadan oluşan iki tabur halinde alınacak sistemin bazı niteliklerine bakmakta fayda var. Ama önce hava savunma sistemlerinin taarruz edene ateş etmesi için o hava aracının “dost hava sahasına” girmesi gerekir veya açık bir savaşta olunması. Hava sahasını şöyle tanımlayalım. Eğer tamamen kara ülkesiyseniz kara sınırlarının uzaya iz çıkımı hava sahasını oluşturur. Yok, hem kara hem de deniz ülkesiyseniz, denizlere komşu olan diğer ülkeler ile aranızdaki kara suları mesafesinin en dış hattının uzaya iz çıkımı hava sahasını belirler. Bu iz çıkımı düz olur, Helenlerin iddia ettiği gibi “konik” olmaz. Böylesi bir durum komik kaçar. Gelelim konumuz olan S-400’e: Her bir bataryanın elinde 36 adet füze vardır. Bu füzeler dörderli olarak araçlara yüklenmiştir. Her taburun elinde 72 adet füze oluyor. Bu demektir ki ateşlenmeye hazır 144 füze var. Bunlara yedek olarak alınmış 48 füze daha var. Bunlar araç üstünde değildir, atış için yüklenmesi gerekir. Tam bu noktaya dikkat ediniz: Araçtaki diğer füzeler atılmadan ya da hava taarruzu geçmeden yüklenemiyor. Yüklenmesi ise bir saati buluyor. Ayrıca bu sistemin ana radarı, aksi seçilmediği sürece, her düşman füzesine iki adet füze kilitliyor. Toparlayalım: Sistem, tehlike anında 72 adet hedefi ateş altına alabilecek durumdadır. Bu durumda üzerinize gelen hava araçlarından sadece ve an fazla 72 tanesi tahrip edilebilir. Tüm füzeler ateşlendikten sonra kalan 48 yedek devreye alınır ve bu da en fazla 24 adet hedefe etkili olabilir. Böylelikle 96 hava aracı tahrip edilir. Bundan sonrası yok. Sonrası için Rusya’ya “arkadaş bana füze gönder” mesajı iletilir. Peki, gelir mi? Asla gelmez. Parasını konuşmuyorum bile. Birinci ve İkinci Körfez Savaşlarında müttefik ülkelerin kaç seyir füzesi kullandığını, kaç uçak, helikopter, İHA ve SİHA çıkışı yaptığını, kaç tane füze ateşlediğini beyan etmeyeceğim, siz araştırıp öğrenin. Ondan sonra da kaç tane “on bin” füzeye gerek olduğunu hesaplayın. Bir de buna Türkiye gibi bir ülkeye yapılacak saldırının büyüklüğünü ekleyin (Türkiye işgale uğrayacakmış ya). Falkland savaşında, Fransa dostu İngiltere’ye, Arjantin’in elinde bulunan Exocet füzelerinin homing bilgilerini vererek ve Peru’nun elindeki füzelerin Arjantin’e aktarılmasını engelleyerek yardımcı olmuştur. Ülkede bazı yerli ve milli aklı evveller, NATO’nun veya Batının Türkiye’yi işgal edeceğini yırtınırcasına söylüyor. Oysa öyle bir şey yok. Ülkede, her yönü ile belli olan, birini kendini akıllı sanan seçmene seçtirirler ve her yönü ile uygulamak istedikleri Sevr anlaşmasını, mevcut pratikte olduğu gibi, uygulatırlar. Sonuç olarak da, ülkenin tüm silah fabrikaları yabancılara satılır, üretmeye kalktığı tüm silahlar motorsuz kalır, tüm üretim ve sanayi alt yapısı yine yabancıların eline geçer, et ve ot dış ülkelerden alınır, ülke Arap ve Ortadoğu bataklığına saplanır, bu arada mevcut askerin %30’undan fazlası terhis ettirilir ve tüm bunlar kendini yerli ve milli olarak adlandırılan kişilere yaptırılır. Aklını peynir ekmekle mi yedi ki o batılı kendi adamını yabancı bir ülkede öldürtsün? Sorarım size, tablosu bu olan ülkenin işgal edilmesine gerek var mıdır? İşgal daha pahalı ve getirisi az olan değil midir? Bir başka gerekçem ise yerli üretimin “yok ondan aldın, benden almadın, küstüm sana, ortaklığa sığar mı” saçmalığını ortadan kaldırmasıdır. Yerli üretimde kimse, uluslararası anlaşmalara aykırı olmaksızın yapılan işlerde, niye bunu yaptın, niye buna sahip oluyorsun diyemez. Ama sen bu gibi sistemleri üreten bilimin temeli olan matematiği seçmeli, bu gibi sistemleri yok sayan ve korunmayı Allaha havale eden dini zorunlu ders yaparsan, daha çok pinpon topu gibi tokadı yedikçe bir o tarafa bir bu tarafa gider durursun. Evet, Türkiye bir savaş esnasında silahsız ve mühimmatsız kalmak istemiyorsa tüm silah ve teçhizatının bütün parçalarını kendi topraklarında üretmek zorundadır ve bunların hiç birinde yabancı ortağı olmamalıdır. Ama bu sömürgecilerin emirlerini yerine getirenlerin düşüneceği ve yapacağı bir iş değildir. Savaşan biri olarak savaşta en önemli eksiğin silah ve mühimmat olduğunu çok iyi bilirim. Bunlardan yoksun olan kişinin öleceği veya esir olacağı kesindir. İman gücü veya evliya mı dendi? Geçiniz bu soytarılıkları. O zaman sormak gerekmez mi “ne demeye S-400 alıyorsun diye?”          Sadece yukarıdaki sebepler bile YERLİ ÜRETİMİ DİKTE EDER. Yukarıda bahsi geçen Körfez Savaşlarına katılmama gerekçesi olan yüksek irtifa hava savunma füze sisteminin olmaması konusunda, 1991 yılından veya 2003 yılından beri yan gelip yatanların konuşma hakkı hiç yoktur. İşin üzerine ciddiyetle varılsaydı bugün bu silahları satan ülke konumuna gelmiş olunurdu. Neden S-400 – F-35 İlgisi Kuruldu Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin (GKRY) 1998 yılında Rusya’dan hava savunma sistemi almaya karar verdiği sırada Türkiye, NATO toplantılarında, “Bu, Türkiye ile Yunanistan ya da GKRY arasında bir sorun değildir. Bu NATO’nun Rus yapımı füzelerle ilgili sorunudur. Bu füzeler, NATO ittifakı açısından güvenlik riski yaratır ve tehlikelidir.” dediği gerçeğin bir kez daha hatırlayarak devam edelim. Sisteme entegre edilmesi istihbarat açısından sorun teşkil etmektedir. Eşyanın tabiatı gereği, hava savunma sistemini elinde bulunduran her ülke, kendi hava araçlarının ve füzelerinin selameti açısından, tüm bilgilerini bu sistemin kataloğuna entegre eder. Hal böyle olunca F-35 de tüm bilgileri ile S-400’ün ve pek tabi ki üretici ülkenin hafızasına girecektir. Bu gerçek Türk kamuoyu tarafından bilinmemektedir ve özellikle anlatılmamaktadır. ABD ise bu konuda hassastır ve haklıdır. İsrail karşı çıkmaktadır. İsrail F-35 programında olmamasına rağmen silahı ilk satın alan ülkedir. Bulunduğu coğrafyada ilk olduğu gibi tek de olmak istemektedir. Onun bu durumunu ortadan kaldıracak olan ise Türkiye’nin aynı silahtan sahip olma gerçeğidir. Türkiye programın içinde olmasına ve çeşitli üretimlerde bulunmasına rağmen programdan çıkarılmak üzeredir. Siparişini verdiği ve üretilen uçaklara pazar bile bulundu. Polonya’nın alacağı basına yansıdı. S-400 krizi İsrail’in eline böyle bir fırsat verdi ve o da bunu sektirmeden kullanıyor. Devreye hemen Yahudi lobilerini ve Evangelistleri sokarak durumu kendi lehine çevirmiştir. Böylesi bir fırsat bölgedeki dengeleri değiştirecek güçtedir. İsrail öteden beri Türkiye’nin F-35 almasına karşı çıkmaktadır. Bu karşı çıkma 2002’de yoktu ama değişen iktidar ile oluştu. İsrail’in terörist diye tanımladıkları ile Türkiye’nin içli dışlı olması İsrail’i gelecek konusunda kaygılandırdığından alabileceği her tedbiri almak istemiştir. Türkiye’nin Suriye politikası yani Esad’ı devirme kararında olması İsrail’in bu isteğini daha da körüklemiştir. Bu körüğün üzerine benzin döken yine Türkiye olmuştur. Hem Esad’a ölüm diyor hem de Esad’ın bölgedeki tek destekçisi olan İran’a uygulanan ambargoyu delmek için Sarraf denen adamı kullanıp kişisel çıkarlar elde ediyor. Bu İsrail’in gözünden kaçmadı ve o günden beri Türkiye’yi bölge konularında boşa çıkarmak, güçsüz kılmak için elinden gelen her şeyi bir program dâhilinde yapmaya başladı. F-35 programından Türkiye’nin dışlanması da bu kapsamda değerlendirilmelidir. İlginçtir, İsrail İran’a ait üsleri ve depoları bombalarken Ruslar bunu seyretti. Oysa ellerinde bunu engelleyecek S-400 sistemi vardı. Gören gözler için, İran’ı Rusların da Suriye’de görmek istemediğini görmek bir sorun değildir. Yine hatırlatmak isterim ki, ABD-Rus-İsrail gizli servisleri daha yeni Kudüs’te toplandılar. Günümüzde bölgede ciddi bir İsrail-Rus-Mısır- Suudi yakınlaşması mevcuttur. Türkiye’nin sözleşme imzaladığı hava kuvvetleri için 100+16 adet F-35A ile deniz kuvvetleri için 32 adet F-35B, toplamda 146 F-35 ciddi bir denge değişikliği getirmektedir. Batı ile ilişkileri bozulan ve bu arada boşluğa savrulan Türkiye’nin toparlanma sürecinde çok büyük bir zaman kaybedeceği ve modern harp silah ve araçlarında çok geride kalacağı bir gerçektir. İşte ne olacaksa o dönemde olacağından Türkiye’yi son derece zorlu ve çokça kayıp yaşayacağı günler beklemektedir. Bunun da esas mimarı Türkiye ve onu yöneten iktidar partisidir. ABD Neden İstemiyor? Şu gerçeğin altını kalın çizgilerle çizelim: Türkiye ABD için kesinlikle hiçbir dönem stratejik ortak, stratejik müttefik olmamıştır. Sadece bir ittifak ortağı ve sırtına binilen kullanışlı, uyumlu bir ortak olmuştur. Türkiye için ABD her şey olmuştur. Bunu en iyi siyasiler bilir; çoğu kez iktidar dağıtan bile olmuştur. İki ülke arasında İran, Yunanistan, Kıbrıs, dolandırıcılık, karşılıklı terör destekçiliği ve terörle işbirliği, Doğu Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arama, siyasi güvensizlik ve benzerleri gibi birçok konuda sorun vardır. Bu arada BOP/GOP eş başkanlığı dağıttığını ve dağıttığı kişi ile sorun yaşadığını unutmadan ekleyelim. ABD istedi bir göz, Türkiye verdi iki göz misali, bunlara en son S-400 eklendi. Buna F-35 iliştirildi ve tüm diğer sorunları bu ikisi üzerinden görüyor. İlginçtir tüm bunlar, F-35 anlaşmasının imzalandığı 2002 yılında ortalık yerde yoktu, zamanla oluştu. Yüksek İrtifa Hava Savunma Sistemi Stratejiktir Değildir Tartışması Bir tartışma var “S-400 sistemi stratejik bir silah mıdır, yoksa operatif veya taktik bir silah mıdır” diye. Tek erin kullandığı ve omuzdan atılan hava savunma silahları ile kara birliklerinin yine kara birliklerine karşı kullanmak için geliştirilen silahları hava araçlarına karşı kullanıldığında taktik silahtır. Bahsettiğimiz silahlar ile seyir füzelerinin, uçaklardan atılan bombalar ve füzeler ile balistik füzelere etkili olmasından bahsetmiyoruz. Şimdilik böyle bir silah yok ama yapılmayacak manasını taşımaz. Savaş halidir; basit bir taktik hava savunma silahı ile stratejik görev yapmaya gelen bir uçağı düşürmek mümkündür ve belki de böylesi bir olay onlarca kez gerçekleşmiştir, kim bilir… İşin içine güdüm, herhangi bir yöntemle yönlendirme, radar gibi cihazların girdiği kısa menzilli orta irtifalı bazı silahları operatif seviye olarak adlandırmak mümkündür. Zaten bunlar genelde kolordu, ordu veya dengi seviyelerde kullanılan silahlardır ve bu birimlerin “ilgi ve etki” alanında çalışacaktır. Bunlara HAWK, bunun yerini alan HİSAR, KORKUT gibi silahları örnek vermek mümkündür. Gündemi işgal eden silah sistemi benzersiz görme yeteneği ile (600 km) düşmanı daha havalanır havalanmaz görmektedir. Sonra da herhangi bir silahını ateşleyemeden yine benzersiz olan bir başka özelliği (menzili 400 km) ile de düşürülebilmektedir. Açın Google Earth’ü ve Ege kıyılarında bir yere silahı yerleştirin ve görme mesafesi ile menziline bakın. Aynı şeyi Akdeniz kıyıları için de yapın. Karadeniz kıyıları için yapmayın, oradan gelecek taarruza karşı bu silahı kullanamayacağınızı aklınıza sokun. Yunanistan’ın, Mısır’ın, İsrail’in kıpırdayamadığını gördünüz mü? Şimdi soruyorum; bu silah stratejik midir değil midir? Böylesi bir silah hangi kuvvetin, hangi birimin kullandığına bakılmaksızın stratejiktir. Çünkü karşı tarafın niyet ve maksadını değiştirten, planlarını boşa çıkartan bir güce sahiptir. Bunun yanında eskiden kurulu olan dengeyi de bir anda değiştiren bir güce sahiptir. Ama yine de güçsüz olduğunu, iyi bir taarruz sonrasında metal yığınına döndüğünü bu yazı içinde var olan “Niye yerli sistemde ısrar ediyorum” bölümünde anlattım. Çünkü binlerce füze istiyor. Unutmayın en güzel araba sahip olduğunuz arabadır, en iyi ve güçlü silah kendi ürettiğinizdir.  Hava ve deniz hâkimiyet teorisini öne çıkarmaktadır. Bulunduğu ve kapladığı yer itibarıyla kara hâkimiyet teorisini öne çıkarmıştır. Read the full article
0 notes
yavuzbay-fan · 5 years ago
Text
Tumblr media
ANLAYANA​ (1/1)
BÜYÜK SAVAŞ!
STRATEJİTÜRK DER Kİ:
Bugünün Dünyasına Baktığımızda;
- Ahtapotizm Vatikan (Üst Akıl!)
- Emperyalist Amerikano (Sopası!)
- Emperyalizmin Suidiler​ (Finansörü)
- Emperyalizm Avrupa (Destekçisi!)
- Siyonizmin İsrail (Uygulayıcısı!)
- Tüm Küreselci.. (Taraflılar!)
ÜST AKIL+PLAN UYGULAMALARINDA;
"Yeni Dünya Düzeni"
Saldırılarında top yekün dizaynlarıdır.
(BOP<>GOP<>SOP<>GHP)
Komple ve Projeleridir.
Başta,
Akdeniz, Ege, OrtaDoğu, UzakDoğu,
Hazar ve Afrika nın tümü üzerinden,
Siyasi, Ekonomik, Stratejik ve Askeri
Despotluk kontralarıyla.
Esas ve Asıl Uygulama Hedefleri;
Türkiye Cumhuriyeti Devlet'inin
Varlığı ve Toprak Bütünlüğüdür.
BİLİNENDİR;
Yahudi inancına göre en geç..
2023 yılına kadar..
'Süleyman Mabedi'nin inşa edilmesi gerekiyor.
Restorasyon Finansörleri olan,
Ürdün ve Suudi ler bu işin destekçileridir.
Şayet bu olmazsa, yerine getirilmezse.!
İsrail'in (Arz-ı Mevud)un yok olacağıdır.
Bunu da Siyonizmin her Yahudisi bilir.
KESİNDİR!;
Kâhin olmaya gerek yok.
21. yy'ın en büyük..
'Taraflılar' - 'Tarafsızlar' Savaşları..
Ortadoğu'da, Akdeniz de, Hazar da..
TÜM BU BÖLGELERİN;
Coğrafyası-Kapısı-Köprüsü-Pergeli olan;
Türkiye Devleti'nin?
Hemen yanıbaşında olacak.
'Mahşerin' emperyalist devletleri.
Bu büyük savaş-larını 3 yıl içerisinde gerçekleştirme uygulamasındadır.!
BOP GEREĞİNCE;
"Ilımlı İslâm-Arap Baharı; Kanlı Dizayn"
Irak, Libya, Fas, Tunus, Mısır düştü.
Suriye bölündü.
İran diz çöktürülüyor.
Suudi ve tüm Körfez ülkelerini,
İngiltere-ABD-İsrail-Fransa yönetiyor.
İngiliz ve Mısır F-16'ları,
Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimine,
Amerika İran'a, Akdeniz'e,
Fransa Membiç de,
Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki askerî varlığını korumak ve genişletmesi,
YPG-PYD sınırımız Fırat'ın ötesinde,
İran Suriye, Yemen ve Lübnanda..
'2. DÜNYA SAVAŞI'NDAN BU YANA;
Büyük, Derinsel ve Stratejik Askeri..
Her türlü konuşlanmış durumdalar.
Büyük Projelerinin Uygulamalarında..
Bu 'Büyük Savaş'taki plan..
Uygulamalarına hazırlık yaptıklarıdır.
Dönemin Eski Dışişleri Bakanı, Rice;
BOP ile ilgili en çarpıcı açıklamayı..
ABD‘nin güvenlikten sorumlu danışmanı olduğu 2003 yılında yapmıştı.
"Orta Doğu‘yu Dönüştürmek"
Başlıklı​ Beyanatında;
'Fas‘tan Basra Körfezi‘ne kadar..
Orta Doğu‘da bulunan..
22 devletin rejiminin, sınır ve haritalarının değiştirileceğini,
Türkiye‘nin de bunların içinde olduğunu vurgulamıştı.
Tüm Bunlar da;
ÜST AKIL+PLAN
Projelerinin Gereğidir.!
'Yönetenler' Vatikan-İngiltere.
'Sopası' Amerikan.
'Çobanı' İsrail-Suidiler.
Trump;
Seçim öncesi çalıştırıldığı dersinde.!
İktidara gelir gelmez..
Birincisi; Esas hedef olan Türkiye;
(Sınırları. Ege Adaları. Doğu Akdeniz.)
İkincisi; Bölge hakimiyetinde Molla İran,
Üçünçüsü; İsrail'in güvenliğini sağlamak;
(Kudüs'ü Yahudizme peşkeş çekmesi!)
Dördüncüsü; Körfez ülkelerine silah satımı.
Beşincisi; Ticaret hegemonyasında;
Rusya ve Çin'i ekonomik abluka altına almak.
Böylece de;
Batılı emperyalist ülkelerin dizaynında..
OrtaDoğu'nun ve Körfez'in ülkelerinin
çağ dışı, ilkel, bağnaz ve köle ruhlu kral, emir ve şeyhlerini tamamen kukla idari yöntemlerle yönetebilme hegemonyası.
Bu Uygulama da;
Başta İran'a yönelik herhangi bir baskı ve provakasyon tüm bölgeyi savaşa sürükler.
Ahtapotizm taraflıların herkesin..
İsrail'e hizmet ettiği..
'Kanlı Arap Baharı'yla..
Tüm bu bölgeyi perişan eden;
ABD ve bölgesel müttefikleri ile..
"BÜYÜK SAVAŞ"
Dizaynını hazırlığı bir planın peşindeler.
Bölgenin Son Durumu;
Trump İran'a saldırmaya hazırlanıyor.
Körfez'in kral, emir ve şeyhlerinden para sızdırmaya çalışıyor.
Geçen hafta uçak gemisi USS Abraham Lincoln'u İran'a 20 mil uzaklıkta Bahreyn'e yollayan Trump hemen peşinden..
B-52 stratejik bombardıman uçaklarını Katar'daki El-Adid üssüne gönderdi.
Aynı Trump Bahreyn ve BAE'ne 6 milyar dolarlık Patriot füzeleri sattı.
Pentagon olası İran saldırısına karşı bölge ülkelerine Patriot gönderileceğini açıkladı.
"Büyük Savaş"
Hamlelerinde Son Kontralarıyla.?​ 1/2..
0 notes
uzakinsan · 7 years ago
Text
kış bitmedi tıpkı körfez savaşının hiç olmadığı gibi. yaz gelmeyecek, yalnızca güneş uzun metrajlı bir film daha çekecek. Baudrillard gerçeği, tüm savaşları kaybetti ve tüm savaşların tek galibi varken kulağıma eğilip körfez savaşının hiç olmadığını söyledi.
4 notes · View notes
mehmetkali · 4 years ago
Text
SMS – Yeni Kurallarla Yer Hizmetleri Operasyonu Yazı:53 https://ift.tt/2RuxM1G
Covid-19 pandemisini önlemek amacıyla havaalanı işletmecileri, terminal kuruluşları, yer hizmetleri kuruluşları, havaalanına getiren ulaşım araçları ile yolcularda dahil olmak üzere her bir kurumun kendi bünyesinde alması gerekli tedbirler belirlenmiştir. Covid-19 salgının durma noktasına gelen havacılık sektöründeki işletmelerin salgın sürecinden nasıl etkilendiklerini hepimiz yakınen biliyoruz. Bu yazı dizimde yukarda saydığım kuruluşlardan Yer Hizmetlerini ele aldım.
Yer Hizmetleri havayolu operasyonlarının ayrılmaz bir parçasıdır.
IATA standartları belirleyerek, küresel çözümlerinin uygulanmasını başlatarak ve teşvik ederek endüstriyi yer hizmetlerinde gelişmiş emniyet ve operasyonel verimliliğe yönlendirmeye çalışmakta. IATA çeşitli kuruluşlarla beraber Yer Hizmetleri için bir dizi kurallarla beraber yeni dokümanlar hazırladı. Covid-19 salgını sırasında Yer Hizmetinin nasıl yapılması gerektiğine ilişkin bilgilere bakmadan önce pandemi krizinde Yer Hizmetlerinin karşılaştığı zorluklar neler olabilir?
Bakalım..
*Hızlı değişen ve değişen yerel ve bölgesel düzenlemeler
*Personel eğitimi/ tazeleme eğitimleri
*Ekipman ve tesis hazırlığı
*Hizmete dönüş için operasyonel hazırlığı
*Değişken uçuş programlarına göre insan gücü ve ekipman planlaması yapmak.
Yapılan planlamalara istinaden yönetim kadroları kriz ortamına hazır mı? Sadece pandemi olayına odaklanmayalım. Her kriz anında çalışanı çıkar, sok, beklet, küçülme gibi durumlar çözüm mü? Bunları yaşadık, yaşıyoruz ama görülüyor ki yakın yıllarda bir çok  yeni krizlerle karşılayacağız!
Son yıllarda  bir çok şirketler çalışmalarını sadece günlük değerlendirme yaparak geçiştirmekteydiler. En basitinden ikiz kule saldıraları, körfez savaşları esnasında-sonrası veya SARS her ne kadar  COVID19 kadar etkili olmasa bile bize bazı işaretleri verdi de biz ciddiye almadık o yıllar? Peki bu zamanlarda şirketler nasıl etkilenmişti?
Neler  yapılmıştı? Kurallar yenilenmişmiydi?  
Hatırladığım kadarıyla şirketler kağıt üstünde görünen acil durum-kriz-dokümanlar hazırladılar, peki beraberinde uygulamalar veya grub çalışmaları yaptılar mı? Çünkü bu işler sadece yangın tatbikatı yapıp resim çektirmeyle olmuyor. En basitinden sizce şirketler bundan sonra değişik bir pandemi veya deprem sonrasına hazır mı? Peki hazırız diyelim! Örneğin yurdumuz depremselliği yüksek olan bir bölgede bulunmaktadır. Şirketler hazır mı? 17ağustos1999 depreminde havaalanların ne kadar önemli bir nokta olduğunu gördük ve bulunduğumuz konum deprem noktasından uzak olmasına rağmen neler yaşadık!  
Gelelim  günümüzün konusuna..
COVID19 IATA Yer Operasyonları Pozisyonu/Yer Hizmetleri ortak standartları,
Mevcut kriz, endüstrinin ortak yer hizmetleri standartlarını benimsemesi için benzersiz bir fırsat sunarak, standardizasyon, basitleştirme ve maliyetleri düşürme fırsatının yanı sıra yüksek bir güvenlik düzeyine ulaşılmasını mümkün kılıyor dolasıyla verimliliği artırın.
Özellikle IATA Ground Operations, endüstrinin aşağıdaki fırsatlardan yararlanmasını şiddetle tavsiye ediyor;
• Operatöre özel gereksinimler yerine IATA/IGOM standartlarını benimseyin
• İşletmeciler, IGOM standartlarından farklılıklar olduğunda Yer Hizmet Sağlayıcılarına (GSP’lere) açık talimatlar sağlar.
• AHM Bölüm11eğitim önerilerini benimseyin.
• GSP’ler istasyon denetimlerinde bir azalmayı desteklemek için ISAGO‘yu kullanır.
Dolasıyla yukarıdakiler aşağıdakilere yol açacağıdır
• Karmaşıklığı ve operatör farklılıklarını azaltan ortak bir standartlar kümesi.
• Hizmete dönüş sürecini basitleştirin
• Emniyet ve güvenlik performansında bir gelişme sağlayın
• Emniyetli operasyonlar için daha etkili gözetim sağlayın
• Maliyetlerde bir azalma sağlayın
Biyogüvenlik önlemleri
COVID ile ilgili biyogüvenlik önlemleri tüm yer operasyon süreçlerine dahil edilirken, yer operasyonel prosedürlerinin çoğu değişmeden kalır ve IGOM prosedürleri geçerlidir. Tüm biyogüvenlik önlemleri geçici, ilerici önlemler olarak kabul edilecek ve yalnızca risk değerlendirmesine, veriye dayalı kararlara ve yerel düzenleyici gerekliliklere dayalı olarak uygulanacaktır. Tüm bu önlemlerin, işletme ve ekonomik etkileri (örneğin, geri dönüş süreleri üzerindeki etkisi) dikkate alınarak periyodik olarak değerlendirilmesi gerekir.
Bu değerlendirmelerin birinci amacı, risk seviyeleri düştükçe ve nihayetinde kriz dindiğinde geri çekildikçe önlemlerin ölçeğinin küçültülmesine rehberlik etmektir.
IATA, riski mümkün olduğunca azaltmak için çok katmanlı bir yaklaşımın (çeşitli biyogüvenlik önlemlerinin kombinasyonu) uygulanmasını savunur ve aşağıdaki önlemleri içerir:
1. Gelişmiş hijyen rutinleri
2. Fiziksel mesafe
3. Kişisel koruyucu ekipman (PPE), örneğin: Kullanıcı tarafından yapılacak işe uygun tıbbi maskeler, yüz örtüler, kalkanlar, gözlükler, eldivenler, önlükler, önlükler vb.
4. Personelin sıcaklık ölçümü, semptom tanıma, sağlık beyanı vb. gibi sağlık, izleme, tarama ve testler.
5. Takımlar arası enfeksiyonu en aza indirmek için 14 günlük periyotlarda mürettebat rotasyonlarını sürdürme.
6. Dijital belge sistemlerinin uygulanması ve mümkün olan yerlerde veri alışverişi dahil olmak üzere kişiden kişiye belge aktarımının sınırlandırılması.
7. Ek güvenlik önlemlerine ilişkin insan faktörleri konusunda farkındalığın sürdürülmesi. Şirketlerin, sağlıklarını ve zihinsel sağlıklarını korumalarına yardımcı olmak için çalışanlarına gerekli tüm desteği vermeleri gerekir.   
COVID-19 pandemesinin bir sonucu olarak IGOM’da değişikler şunlardır;
*Chapter 3 – Aircraft Cleaning (non-COVID-19 and COVID-19 changes)
*Chapter 4 – Aircraft Ground Movement
*Ground Handling during COVID-19
*Transportation of Cargo in Cabin
Ek Değişikler:
*Chapter 1 – Passenger Handling procedures
*Chapter 3 – Potable water servicing
*New graphics and animation for Aircraft Marshalling and Hand Signals (Bilgi:IATA).
     Sevdikleriniz ve kendi sağlığınız için kurallara uymaya devam edelim
Mehmet Ali Ataman
15.Eylül.2020
The post SMS – Yeni Kurallarla Yer Hizmetleri Operasyonu Yazı:53 first appeared on Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri.
from Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri https://ift.tt/3koSv3r via IFTTT
0 notes
egedesonnokta · 5 years ago
Text
MÜSİAD İzmir Başkanı Bilal Saygılı: Ticaret Savaşlarından Kazançlı Çıkabiliriz
Müstakil Sanayici ve İş Adamları Derneği (MÜSİAD) İzmir Başkanı Bilal Saygılı, İzmir Medya Platformu Başkanı Ahmet Kaplan ve platform üyesi gazeteci-yazarlar ile bir araya geldi. MÜSİAD İzmir olarak kent ekonomisinde çok önemli roller aldıklarını kaydeden Saygılı, İş dünyasının ekonomiye bakışına yönelik değerlendirmelerde bulundu. İş dünyasının ekonomiye bakışı ve beklentileri başta olmak üzere güncel konular hakkında çarpıcı açıklamalarda bulanan MÜSİAD İzmir Başkanı Bilal Saygılı, MÜSİAD olarak İzmir ekonomisinde önemli bir güç olduklarını kaydederek, 8500 yıllık İzmir kentinin, farklı dünya insanlarının ortak buluşma merkezi olduğunu dile getirdi. Saygılı, “İzmir, uluslararası coğrafyada ender nadide şehirlerden biridir. Amacımız, bu güzel kenti en iyi şekilde temsil etmektir. Yaşadığımız topraklarda, vatanımızda neler yapabiliriz, ülke ekonomimize ve kültürümüze nasıl katkılarda bulunabiliriz, bunun için çaba sarf ediyoruz” dedi. HER KRİZ BİR FIRSAT OLUŞTURUR 1991 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Makine Mühendisliği’nden mezun olduğunda, bugünkü adıyla Körfez krizinin beraberinde getirdiği sorunlar nedeniyle; akademik hayata devam edemediğini ve ticarete atıldığını dile getiren Saygılı, “5 Nisan kararları, Avrupa Birliği, Gümrük Birliği süreçleri, Uğur Mumcu cinayeti, Eşref Bitlis’in şehit edilmesi ve 28 Şubat hadisesi ülkemizi karanlık bir sürece sürükledi. Akabinde 2001 krizi ve 2008 küresel kriz, ülkemizi olumsuz etkiledi. Oysaki her kriz bir fırsat oluşturur. Düşen olmayıp, buradan nasıl kalkarız, nasıl güçlü bir Türkiye ekonomisi oluşturabiliriz kaygısı içinde olduk. İşte MÜSİAD, bu duygularla kurulmuştur. MÜSİAD, birbirinin bereket kapısı olan, birbirinin menfaatini ülke menfaati olarak gören güçlü bir kurumdur” dedi. İZMİR’DE 44 BİN KİŞİYE DOĞRUDAN İŞ SAĞLIYORUZ Yurt içi teşkilatlanmasında 81 ilde 89, yurt dışında ise 95 ülkede 225 şube ve temsilciliklerinin olduğunu kaydeden Saygılı, toplam 11 bin üyenin 320’sinin İzmir MÜSİAD’a ait olduğunu belirterek toplamda 44 bin çalışanla İzmir ekonomisinin %18’ine hitap ettiklerini belirtti. MÜSİAD İzmir Şubesi olarak İzmir ekonomisinde çok önemli bir rol aldıklarını ifade eden Saygılı, İzmir Ticaret Odası’nın (İZTO) üye ödül töreninde yer alan MÜSİAD üyelerinden bahsederek, hem ihracata katkıda bulunduklarını, hem de vergi ödemede önemli bir kurum olduklarını dile getirdi. BU ÜLKEDE YÜZDE 7500 FAİZ ORANLARI YAŞANDI İş dünyasıyla medyanın birlikte bir bütün olarak hareket etmesi halinde, ülkemizin sağlıklı bir şekilde kalkınabileceğinin önemine değinen Saygılı “İş dünyası ve basın, bir elmanın iki yarısı gibidir. İş dünyası gelişirse, istihdam artar ve medya emekçilerinin de doğru haber yapma azmi yükselir. Aksi durumda 2001 krizi hepimizin malum bir örneğidir. 7 Şubat sabahı 8’de televizyonları açtığımızda 1 saat içinde yüzde 7500’e çıkan faiz oranları ülkemizde dramatik sahneler yaşatmıştı. Gazeteler kapandı, trajlar düştü. İşsizlik arttı, intiharlar kendini gösterdi. Ülke olarak zor günlerden geçtik. Bir daha böyle sıkıntıları yaşamamak için birlikte hareket etmeliyiz” ifadelerini kullandı. DEĞERLERİMİZE VE GENÇLİĞİMİZE SAHİP ÇIKALIM Ülkelerin geleceğini o toplumun kültürel değerleri, kadim medeniyeti ve geleceğe bakan vizyonunun şekillendirdiğini söyleyen Saygılı, “Bizlere düşen, günümüzde modern ve emperyalist toplumların oluşturduğu değersizleştirme ve değerleri yok etme anlayışıyla mücadele ederek gençliğimize sahip çıkmak olmalıdır” dedi. TİCARET SAVAŞLARI İÇİNDEKİ BİYOLOJİK SAVAŞ Tüm dünyayı etkisi altına alan korona virüsünü, son 15 yıldır dünyada süregelen ticaret savaşlarının bir yansıması olarak gören Bilal Saygılı, “Artık ülkeler, asker çıkartıp nükleer silah kullanarak saldırmıyor ve işgalde bulunmuyor. Bunların yerini ticaret savaşları ve kültür savaşları aldı. Uluslararası ülkelerin merkez bankaları ve büyük şirketlerin kartelleri birbirini çökertme hamlelerinde bulunuyor. Çin merkez bankasının bozmadığı dolar rezervi 1.8 trilyon dolar. Bunun yüzde 80’i altına bağlı. Altına bağlanmış rezerv kültürünün çok zorlanacağını düşünmüyorum. ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin, Çin’e karşı yapmış olduğu bir hamle olarak bakmak lazım. Canımız isterse 3-4 bin kişiyi öldürerek hizaya getiririz mesajı verilmek isteniyor. Çin bundan etkilenmeyecek ama karşılıklı uzlaşmayla ders alacaktır. ‘Ben sizsiz yapabilirim’ diyen bir dünyadan, ‘beraber yapabiliriz’ diyen bir dünyaya geçecek. Daha net bir ifadeyle söylemek gerekirse bu hadise ticaret savaşları içindeki biyolojik savaştır. Bu hamlelerle dünya para hareketi yüzde 10 yer değiştirdi. Kanaatimce Mayıs 2020’de süreç eski haline döner. Çin’deki korona çalkalanmasından ekonomik alanda faydalanmamız durumunda, ülkeye giren ithalatın yüzde 7’sinin, Türk ekonomisi tarafından üretilmesiyle, ihracat rakamlarındaki artış miktarı yüzde 15’leri bulacaktır. Matematik yalan söylemez” diye konuştu. ÜLKEMİZE VE KENTİMİZE GÜVENİN ESERİ 2018 yılında İzmir’e 715 yabancı firma yatırım için geldiğini ve 2019 yılında ise İzmir’e gelen firma sayısının 916’ya ulaştığını söyleyen Bilal Saygılı, “Bu artış, yurt dışında hem ülkemize, hem de kentimize yönelik bir güvenin eseridir. Dünyanın her bölgesine iş seyahatlerimiz oluyor. Geçmişte, ülkemize yönelik dedikodudan öteye geçmeyen kurgular vardı. Şimdi ise uluslararası alanda Türkiye’ye yönelik güçlü bir güven gözlemliyorum. İstemeyerekte olsa, bizi kabul etmek zorunda kaldılar” dedi. Kemalpaşa’da bulunan Saygılı Rulman’da gerçekleşen toplantı sonunda, MÜSİAD İzmir Başkanı Bilal Saygılı, işbirliği içinde olma niyetini yineleyerek, İzmir Medya Platformu Başkanı Ahmet Kaplan ve platform üyelerine katılımlarından dolayı teşekkürlerini sundu. Read the full article
0 notes
themoiira · 5 years ago
Text
KAZ DAĞLARI HEPİMİZİN ULUSAL PARKI I Moiira
Kadın ve Yaşama Dair Her Şey https://moiira.com/kaz-daglari-hepimizin-ulusal-parki/
KAZ DAĞLARI HEPİMİZİN ULUSAL PARKI
Kaz dağları hepimizin ulusal parkı; Kazdagi (İda Dağı) Milli Parkı, Balıkesir iline bağlı Edremit ilçesindedir. Milli Park’a, Balıkesir’den (Karayolu) gelen 230 karayolu (92 km), Bursa’dan ise 24 karayolu ile ulaşılabilir. Kazdagi (İda Dağı) Milli Parkı, Ege’nin kuzey ucunda, Edremit Körfezi’nin kuzey kıyısında, doğudan batıya uzanıyor. Eskiden Ida olarak adlandırılan Kazdağı veya Kazdağları (Kaz dağı), Ege ve Marmara bölgelerini birbirinden ayırır ve 1.774 m’deki Biga Yarımadası’nın en yükseğidir. Görülecek yerler arasında zengin bitki örtüsü ve fauna çeşitleriyle vadiler; ilk güzellik yarışmasının mekanı olduğu söylenen mitolojik Ida Dağı; ve Sarikiz mitinin gerçekleştiği Sarikiz (Sarıkız) bölgesi.
İda Dağı, Ana Tanrıça, Kibele’nin dağı ve kadınları erkeklerin defalarca baştan çıkardıkları yer haline getirdi. Eğimleri ve vadileri arasında ısrar eden Paris, bir ayı tarafından emilen Paris ünlü ve kaderini yargılamaya devam etti. Ve zirvesinde, Tanrılar Truva’nın ortaya çıkan savaşını izlemek ve karara bağlamak için toplandılar.
Evet Mirasımıza Kaz dağlarımıza huzurumuza mutluluğumuza dokunmayın.
KAZ DAĞLARI HEPİMİZİN ULUSAL PARKI IDA MİTOLOJİSİ
Ida ve Truva, en eski edebi metinlerin yazarı olan Homerous sayesinde dünyaca ünlü ve tanınmış yerlerdir.
Zeus ve Kahraman Zeus’un Truva savaşlarının hakemi olduğu ve zirvesinde eşiyle birlikte tapınağındaki savaşları izlediği belirtiliyor. Zamanını karısı ile birlikte zambak, safran ve sümbül ile görkemli yerde geçirdi.
  KAZ DAĞLARI HEPİMİZİN ULUSAL PARKI Dünyanın İlk Güzellik Yarışması
İda’nın efsaneleri boyunca, dünyadaki ilk güzellik yarışması olarak bilinen tanrı. Thetis’in düğünü sırasında, savaş tanrıçası davet edilmediği için altın bir elma attı. Daha sonra elmaları paylaşamadıkları için tanrıçalar Zeus ile birleşiyorlardı. Zeus onları Paris’e gönderdi, Ida’daki bir çoban, Afrodite, Hera ve Afradit, Paris’i hermes sorusu ile görmeye alındı. Hermes, Paris’e altın elmayı verdi. Aynı zamanda, tanrıça rüşvet teklif etti. Athena, istihbarat sunuyor, Hero güç verdi ve Afrodit sevgi teklif etti ama bunun farkında değil, bunun Truva’nın sona ermesine neden olacağını belirtti.
  KAZ DAĞLARI HEPİMİZİN ULUSAL PARKI Paris, Truva Kralı Priamos’un Oğlu
Aslında Paris, Truva Kralı Priamos’un oğludur. Annesi, Hekabe hamile kaldığında, bir rüya gördü ve Troy, midesinde ateşin etkisiyle ortadan kalktı. Augors, Troy’un Paris yüzünden küçümsemediğinin bir göstergesi olduğunu söyledi. Bu yüzden, Paris doğduğunda, Ida’ya gönderildi ve öldürülmesini emretti. Sorumlu adam onu ​​dağda yalnız bıraktı. Bir çoban çocuğu bulup ona baktı. Büyüdüğü zaman yakışıklı bir adam oldu. Bu Truva prensi idi ve Ida ile ilgili diğer mitolojik ifadeler aşağıdadır:
  Afrodite -Ankhisler Romalıların ataları Aeneas, Afridite ve yakışıklı çoban Ankhises’in birbirlerini sevdiği zaman doğdu. Çocukluğunu Ida’da geçirdi ve Troy savaşlarında savaştı.
  Ganimedes
Truva’nın kurucusu Tros’un oğluydu. Bir gün avlanırken Zeus ona aşık oldu ve Zeus’un kartalı tarafından kaçırıldı ve Olimpos’a götürüldü. Daima onu görmek istediği için Zeus, kızını onunla değiştirdi ve tanrılara hizmet etmeye başladı.
 Sarikiz Efsanesi
Sarikiz ve babası Ida’da bir köyde yaşıyorlardı. Babası hacca gitmeden önce, komşusundan uzaktayken ona bakmasını istedi. Köyden ayrıldığında, köylüler onunla evlenmek istiyordu, ancak hepsini reddetmeleri için hepsini reddetti. Babası geri döndüğünde, başını onunla konuştum. Sebebini komşusuna sorduğunda, Sarikiz’in yoldan saptığını, üzgün ve düşünceli olduğunu söyledi. Kızına olan derinden aşkı nedeniyle, onu öldüremedi, bu yüzden Ida’yı bazı kazlarla bıraktı. Birkaç yıl sonra ziyaretçiler kayboldu ve
 Sarikiz’in
kazlarıyla birlikte onlara yardım ettiğini söylediler. Daha sonra kazlar Bayramiç’teki tarlalara zarar verdiğinde, köylüler bu durum hakkında onu bilgilendirdi ve içinde taşıdığı taşları taşıyarak duvarlar inşa etti. Bugün bile, kalıntıları görülebilir. Babası haberleri duyduğunda, Ida’ya gideceğini umarak Ida’ye gitti. O geldi ve kızını kazlarıyla gördü. Mutlu oldular ve babasına saygı duyduğunu gösterdi. Abdest yapmak istedi ve ona yardım etti. İlk başta su tuzluydu ve tuzlu suyu tatlı su ile değiştirdi. Onun bir aziz olduğunu anladı. Birden kara bulutlar gördü ve ortadan kayboldu. Sırrı ifşa edildiğinden ortadan kaybolduğunu düşünüyordu. Kızının sütunlu olduğunu anladı, bu yüzden köylülere güçlendi. Etrafta yürürken öldü ve bu tepeye Babatepe adı verildi. İda’da gömüldü. Her yıl Ağustos ayında köylüler onları anmak için tırmanmaya başlarlar.
Abdest yapmak istedi
ve ona yardım etti. İlk başta su tuzluydu ve tuzlu suyu tatlı su ile değiştirdi. Onun bir aziz olduğunu anladı. Birden kara bulutlar gördü ve ortadan kayboldu. Sırrı ifşa edildiğinden ortadan kaybolduğunu düşünüyordu. Kızının sütunlu olduğunu anladı, bu yüzden köylülere güçlendi. Etrafta yürürken öldü ve bu tepeye Babatepe adı verildi. İda’da gömüldü. Her yıl Ağustos ayında köylüler onları anmak için tırmanmaya başlarlar. Abdest yapmak istedi ve ona yardım etti. İlk başta su tuzluydu ve tuzlu suyu tatlı su ile değiştirdi. Onun bir aziz olduğunu anladı. Birden kara bulutlar gördü ve ortadan kayboldu. Sırrı ifşa edildiğinden ortadan kaybolduğunu düşünüyordu. Kızının sütunlu olduğunu anladı, bu yüzden köylülere güçlendi. Etrafta yürürken öldü ve bu tepeye Babatepe adı verildi. İda’da gömüldü. Her yıl Ağustos ayında köylüler onları anmak için tırmanmaya başlarlar. öldü ve bu tepeye Babatepe adı verildi. İda’da gömüldü. Her yıl Ağustos ayında köylüler onları anmak için tırmanmaya başlarlar. öldü ve bu tepeye Babatepe adı verildi. İda’da gömüldü. Her yıl Ağustos ayında köylüler onları anmak için tırmanmaya başlarlar. Kaz dağları hepimizin ulusal parkı
   Ayazma
Bayramiç doğası ve mitolojisi ile özel bir kurumdur. Ayazma, Bayramiç’e 25 km uzaklıktadır ve bu doğa harikasıdır. Yol boyunca meyve bahçeleri görebilirsiniz. Ayazma piknik alanı olup şelale var. Truva savaşlarına neden olan güzellik yarışması burada düzenlendi. Her yıl Ağustos ayında, yarışma düzenlenir.
Kazdagi (İda Dağı) Milli Parkı 21.452 hektarlık bir alanı kaplamaktadır. Bölge temel olarak Kazdagi’nin güney yamacıdır. Dağın en yüksek zirvesi, Karataş Tepe (Karataş Tepe) 1.774 m’dir. Kazdagi Milli Parkı’nın geçim kaynakları için bağımlı olan 10’dan fazla köy var. Bu insanlar turistlerle birlikte dağ ekosistemi üzerinde önemli bir etki yaratmakta ve kaygı dağlardaki genel insan etkilerinden farklı değildir. KAZ DAĞLARI HEPİMİZİN ULUSAL PARKI
Kazdagi Milli Parkı’nda 32 endemik tür bulunmaktadır. Bu türlerin bir kısmı belirli küçük alanlarda yetişir ve bu dağılmış alanların çoğu dağın üst kısmında ve özellikle Sarıkız zirvesi civarında bulunur. Bu alanlar doğrudan insan etkisine maruz kalmaktadır. Flora’ya gelince, bugüne kadar Kazdağı Milli Parkı’ndaki Türk bilim insanı tarafından 101 familyaya ait 800 bitkinin özdeşliği tespit edildi. Bu türlerin 77 adedi sadece Türkiye’de yetişebiliyor. 77 kişiden 29’u endemiktir. Deniz seviyesinden 200 metreye kadar dağların güney yamaçlarında, zeytin ağaçları, yaklaşık 800 metrelik çam ağaçları, 1.500 metreye varan larvalar ve plajlar doğal olarak yetiştirilebilir. Endemik bitkiler, dağlarda 1.550 metreden fazla görülür.
  (İda Dağı),
Türkiye’nin kuzeybatısındaki Çanakkale (Çanakkale) ve Balıkesir (Balıkesir) illeri arasındaki doğal sınırı oluşturur. Kazdagi (İda Dağı), zengin bitki örtüsü nedeniyle 1994 yılında Milli Park ilan edildi. Kazdağı’nda üç bitki örtüsü vardır; orman bitki örtüsü, çalı bitki örtüsü ve yüksek dağ bitki örtüsü. Kazdagi’de kayıtlı 800 bitki taksonu var. 198 tanesi bu dağ için özel bir etnobotanik öneme sahip. Kazdagi, Türkiye’nin en önemli floristik alanlarından biri olarak kabul edilmektedir. Kaz dağları hepimizin ulusal parkı
Kıyı ve dağ manzarasının yanı sıra yamaçlarını yuvarlayan köylerin yanı sıra, Kazdagi (Kaz Dağları) havanın yüksek oksijen içeriği ile ünlüdür. U-biçimli Şahin Nehri (Şahin Deresi) kanyonu (Şahin Vadisi), yaklaşık 600 m yüksekliğinde, 700 m genişliğinde ve 27 km uzunluğundadır, yaylaların çam kokulu havasını dökerek etkili bir baca görevi görür. Körfez, iyotlu deniz havasını tekrar dağlara çekmek. Astım, bronşit veya solunum yolu enfeksiyonları çekenler için ideal bir iklimdir. Bölge, dağcılar, yürüyüşçüler ve açık havadaki diğer arkadaşlar için bir mıknatıs haline geldi. Ziyaretçiler, daha yeni kırsal medeniyetlerin kökenlerini de izleyebilir.
Çamlıbel (Çam Sırtı), Pınarbaşı (İlkbahar tarafı), Beyoba (Pince kampı) ve Mehmetalan köylerine, doğanın tazeliğini geleneksel yaşam tarzları ile birleştiren tek bir yatay yol boyunca rastlanacak.
Deniz olmadan yapamayanlar için, yakındaki ve güzel. Küçükkuyu (Küçükkuyu) ile Edremit arasındaki sahil oldukça gelişmiştir, ancak Küçükkuyu ile Assos arasındaki kıyı Türkiye’nin en keyifli denizlerinden biridir ve temiz, sakin ve serinleticidir. İyi köy otellerinin çoğunun bu rotada bir yerde kendi özel plajları vardır. Alternatif olarak, sahilin tamamı korunan bir alan olduğundan, arabanızı sahil yolu boyunca hemen hemen her yerdeki zeytin ağaçlarının arasına park edebilir ve oraya atlamak kumlu bir plaj olmayabilir, ancak ilk siz olduğunuzu hissedebilirsiniz tam o noktada yüz. Kuma sahip olmayı tercih ediyorsanız, Kadirga (Kadırga) Plajı, Assos’a aynı sahildedir. Yakınlarda plajlar ve kamp alanları bulunabilir.
youtube
Kaynak: Moiira % Etiketler%
0 notes
lolonolo-com · 3 years ago
Text
Dünyada Sosyal Hizmet Uygulamaları Ünite 12
Dünyada Sosyal Hizmet Uygulamaları Ünite 12
Ortadoğu’da Sosyal Hizmet Uygulamaları Dünyada Sosyal Hizmet Uygulamaları Auzef Sosyal Hizmet 2022 LOLONOLO Ortadoğu’da Sosyal Hizmet Uygulamaları Aşağıdakilerden hangisi Ortadoğu’da yaşanan sosyal sorunlardan biri değildir? a) Petrol krizi b) Etnik yapı c) Nazi rejimi d) Körfez savaşları Cevap : c) Nazi rejimi Aşağıdakilerden hangisi Ortadoğu’daki sosyal hizmet uygulamaları için…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
yenicagkibris · 5 years ago
Text
ABD taktikleriyle Japonya’dan İran’a yorumlamalar – Özkan Yıkıcı
https://wp.me/pXsHy-Kxf Yaz sıcakları ile toz bulutları arasında boğuşurken, siyaset ayni bilmecenin içine girmemekle meşkuldur. Gerçi, bizler biraz da sıcağın beyinleri dondurtması ile ilgisizlik cenderesinde serinme arayışalrında oluyorsak da politik ısınma yöremizde devam etmektedir. Türkiye YSK sandık darbesiyle yeni sıçrama yeniden İstanbul il belediye başkanlık seçimine, antidemokratik kuralsızlıklarla ve baskı aygıtlarıyla hayata devam ediyor, K. Kıbrısta belirsizlikle koltuksal yeniden paylaşım denklemi için de uğraşlar sürdürülmektedir. Böylesi koşullara karşın gerçekten bölgemiz de ısınmaktadır. Bazı yerlerde sıcak savaş hareketelri, bazı yörelerde de yeni taktiksel piskolojik ısınma hareketleri gerçekleşmektedir. Geçen yazımda doğu komşumuz Suriyenin idlip yöresindeki ağırlıklı Rus Türkiye rulet politik tipi oyunla, Suriye ülke bütünlük hamleleri arasında gelecek oyunlarını kısaca yorumladım. Ancak, Ortadoğu denilip de konular salt bir yerde kalınamsı da yanlışın ta kendisidir. Nitekim, Ortadoğunun her ülkesinde hat ta önemli kavşaklarda içsel güçlerden genel sistemsel çevrelere varan hegemonya mücadelelri çirkin yöntemler ve medya algı operasyonlarıyla hızla yükselmektedir. Kimin dost kimin düşman olduğu ufak kasabada dahi değişen itifaklarla, genel bölgesel sömürge hegemonyalı ortaklaşmalar gibi acayip bir coğrafya oluştu. Bundandır ki geçen yızımda İdlip örneği ile Suriye denklemindeki gelişmeleri belirli yönleriyle geleceğe yönelik ele alırken, bu makalemde de bölgesel güç haline gelip sistemsel kriz olarak savaşa doğru evrileştirilen irana uzanacağız.***** Kıbrıs kendi iç kısır gündeminde savrulur, Türkiye yeni sıçranılan İstanbul seçim tekrarında dolaşırken, baktık ki ABD uçak gemileri ve bonbardıman nükler uçakları Körfezde yer almaya başladılar. İrana karşı apluka ekonomik veya politik kurallarla yetinmeyerek, resmen kışkırtarak savaş yöntemi dahi denencelere doğru kayışlar da yaşanmaktadır. Trump dönemi ile ABD bir yandan genel hegemonyada gerilerken, öte taraftan da resmen daha saldırgan ve utanmaz politik hamleleri de askeri alanda yapmaktan çekinmemektedir. Bu çelişki ile ABD yetersizlikleri birçok yörede daha da karmaşalı aşmazlarla belirsizlikler de üretmekten geri kalınmıhyor. Son iran olayı resmen ibretliktir. Üstelik; iranla daha 4  yıl önce anlaşma yapılıp iran önemli tavizler de verdi. Ancak, yeni Trump dönemi uluslarasılaşan ve B.M. belgesi haline getirilen anlaşmayı bir gecede yırtarak, kötü mesajı da veriverdi. Böylelikle hem anlaşmayı yok eden, hem de yeniden krizle anbargoyla başlayıp askeri yığınakla devam eden bir iran strateji ortaya çıkarıldı. Amerikanın hegemonya gerilimi, Ortadoğudaki Suriye ayağındaki girilen bataklık gibi siaysi gerçeklikler ABD Trumpunu daha bir çileden çıakrdı. Durup dururken bu “U dönüşü yapılmadı”! Birçok görüşler vardır: kimine göre Trump zaten yaklaşan seçim dönemi nedeniyle hızla kararlar alıyor. Öylesi bir koşul yaratmak istiyor ki kendinden sonra gelen daha ılımlı kesimin bu krizleri geriye sarıp düzeltilmemesini amaçlıyor* Venezuela ve iran taktik hamleleri bunların birkaçıdır. Duvar örme veya bazı anlaşmalardan çekilip Rusya veya yine iran gibi sorunları içinden çıkmaz hale sokmak istemektedir. Çünkü; ABD içi çelişkiler de epey artı. Brakın Beyaz saray ve öteki sermaye siyasal farklılıkları veya devlet içi Pentagon dışişleri çelişkilerini, bizat Trump çevresinde dahi farklılıklar oluştu. Bundandır ki iktidar gücü elden gitmeden bazı karışıklıklarla hem “zafer kazanmak” hem de geriye dönüşü tıkama politikası eksenine konular konuldu. Buna benzer birçok görüş daha vardır: amerikanın tam hegemonyayı kuramaması ve başta ekonomik krizi yönetememesinin de etkisiyle, kriz ve savaşla kontrolu gerilim politikaları normal hale sokuldu. Dikat edin, CİA gibi bazen örtülü hamlelerle değil, direk Trump kararıyla ve hemde bazen askeri çevrelerin birkısmının dahi kararı alınmadan gerçekleşen hamleler yaşıyoruz. Bazı beleği güçlü ve sistemi özüyle geçmişten günümüze birlikte ele alan bilim siyasal kesimi, bunun tesadüf , anlık olmadığını, genel tarihi Amerikan stratejik tatiklerin birikimi olduğunu hatırlatıyor. Nitekim, geçenlerde bazı Türkiyeli köşe yazarları da bu konuda birkaç anımsatma yapıp, özellikle iran taktik hamlelerine dikatle önemli örnekler gösterdiler. Bunların birisi de tarihi Japonya olayıdır: İkinci Paylaşım savaşı sürerken, ABD Japonyaya hala savaş aşmamıştı. Fakat, ABD aldığı kararlarla Japonyayı apluka altına alıyor, anbargolar uyguluyor ve kışkırtarak, Japonyanın saldırmasını tetikliyordu. Japonya ise bu oyuna gelmemek için direniyordu. Oysa, normalde ABD Japonya savaş halinde değil, normal ilişkilerde halindeydi. Öyle ki ABD Japonyanın denizlerdeki gemilerini kışkırtıyor, bazı alanları yasaklıyordu. Hedef, Japonya saldırıp fırsat yakalamaktı! Derken, onca kışkırtma ve baskılar karşılığını buldu. Burada önemli olan öteki kurual da şu: ABD halkı yönetimin ikinci Paylaşım savaşına girmek istemesine karşın, kamuoyu savaşa yoğun bir karşı dirençteydi. Bundandır ki ilk kıvılcımı Amerika çakamıyordu! Bunu Japonyaya çaktırması gerekiyordu. Bunun üzerinden taktikler geliştiriliyor ve Japonya resmen sıkıştırılıyordu. Dahası; Dayanamayan Japonya yönetiminin üst saldırı girişimini bilmesine rağmen, ABD resmen buna göz yumdu. Önemli Deniz üstünün yok edilip binlerce Amerikalının ölme pahasına, Japonyanın gemilerle gelip baskın yapıp imha etmesine resmen razı oldu. Böylelikle, Amerikan kamuoyu böylesi kıyım sonrası, ateşlenerek ülkenin savaşa girmesine yönelmesini de sağladı!**** İkinci Paylaşım savaşındaki Japonya örneği ile Ruzverk Barışçıl elbisesini birden savaş kefenine çevirme koşullarını yarattıydı. Devamında da Britanya Emperyalist gücün yerine ABD emperyalizmin temel güç haline gelme tarihi de başlatıldı. Bu Japon oyunu yaşandıktan çok sonra ortaya çıktı. Özellikle de sonradan CİA yapılanışına geçen istihbaratın bile bile ABD katledilme göz yummasına rağmen, sırf kazanılma olayı nedeniyle ABD sorgusu yapılmadı. Belli ki Amerikan Emperyalizmin gerilemesi ve nedenleriyle iç yüzleşme yapılınca Japonya deneğiminin de adını çok duyacağız. Oysa, ikinci Paylaşım tarihi yazılamsına karşın, Japonya taktiği ve bile bile yapılan baskının belirtilmeme eksikliği hala sırıtmaktadır****** Son günlerin gerek Venezuela gerek se iran konusunda benzer taktiklerin yapılması da tesadüf  değildir: Körfeze gemilerini sokacan, uzun görüşmelerle ve tavizlerle oluşan anlaşma yırtılacak, anbargolar resmen yıkıma yönelecek ve iran ufak tepki gösterince de saldırmak için fırsat kolayacaksın! Doğrusu, dünya medya sayesinde ve işbrlikci Amerikancı yönetimler sayesinde bu taktikleri gerçekleştirmeğe devam ediyor. Zaten, basit soruyla Amerikanın Körfezdeki işi dahi sorulmuyor! Tam aksi, BAE ve Sudielr gibi bölge ülkeleri irana karşı bu girişimi destekliyor. Yarın bu iş daha da kızışınca, “Bölgenin rüzgarı Kıbrısı da saracaktır” gibi fantezi yalanlar da burada tatlı gibi yutulacaktır. Tıpkı Ortadoğu Baharının rüzgarları gibi…… Burada önemli başka bir kural da oluştu: ABD ülkesinden uzak yerlerde bu oyunu oynuyor. Ahali bunun önemini de bilmiyor. Amerikalılar güç olmanın ve uzakta sürecin yaşanması nedeniyle direk bedel ödemiyor. Üstelik Vieytnam gibi savaşlardan sonra, kulanılan insan kaynağının paralı asker gibi kesimlerin de olmasıyla bu duyarlılık daha bir azaldı. Amerika direk ülke içinde etkilenmedikçe, daha kolay hem kandırma hem de savaşla büyüklük gösterme politka koşulalrı da oluşturmaktadır. Çoğu Amerikalı belki ne iranın yerini nede neden anbargoyla uygulanışının de içeriğini bilmektedir. Yenilginin ve bedeli Amerikada direk hisedilmedikçe, içsel kamuoyu ile bu tip siaysetlerin engelenmesi de sağlanamaz. Viyetnam savaşındaki çocuk resminin ve gelen cesetelrin etkisiyle barış yürüyüşlerinin başladığını akıldan çıkarmayalım. Oysa, son dönemde başarısız olsa da işkaller veya savaş alanları kolay kolay aABD politikacısına bedel ödetirmedi! Kısaca; Ortadoğuda SUriyede savaşlar ve politik oyunlar karmaşılaşıp sürerken, gelen Amerikan hamleleriyle de körfez ısınıyor. Bölgesel güç iran adeta kısgaca alınmak isteniyor. Amerika ve israilin elde etiği olanakların iranın olmaması adına savaş probagandası yapılıyor. Zaten; iran öylesine  kötü imajlarla kötülendi ki medya algısıyla sanki dünyanın en saldırgan ve tehlikeli ülke boyutuna taşındı. Halbuki brakın dünyayı; bölgemizdeki saldırıları ve savaşları dahi direk tetikleyip çıkaran başta Amerika ve bölgesel ortağı israildir. Ama, Amerikan çıkarlı doğrularla kitlesel algı düşünceleriyle de kuşatılıp, yanlışların taraftarı haline getiriliyoruz. Şimdi, iran oynu zaten Suriye tamamlansaydı 2015 gerçekleşeceği de övülen BOP projesinde mevcut tu! Onun için irandan önce ABD nin  burada işinin ne olduğu sorusuyla konuya başlayarak gerçeklere ulaşma şansımız vardır.  
0 notes
medyarehberi-blog · 6 years ago
Text
İran’dan petrol tehdidi
İran Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani, İran’ın petrol satışı yapmasının engellenmesi durumunda, bölgedeki diğer ülkelerin de petrol satışı yapmasını engellemeye hazır olduklarını söyledi.
İran ile ABD arasında yaşanan ve körfez ülkelerinin de dahil olduğu petrol savaşları giderek ateşleniyor. ABD’nin talimatıyla İran’ın petrol satışını engellemek için BAE ve Suudi Arabistan’ın üretim…
View On WordPress
0 notes
mgmstrateji · 5 years ago
Text
S-400 TRIUMPH FÜZE SİSTEMİ
Tumblr media
BU BİR HAVA SAVUNMA FÜZESİ Mİ YOKSA DAHA FAZLASI MI? 11.06.2019 / ANAKARA Türk Hava Kuvvetleri tarafından, Suriye sınırında ihlal gerekçesi ile Rus uçağı düşürüldüğünde “Bu bir uçak mı yoksa daha fazlası mı” diye sormuştum: BAKINIZ. Yanıtı ise kısa zaman sonra “Bir uçaktan daha fazlasıymış” diye verilmişti: BAKINIZ. Benzer bir soruyu şimdi de sormak durumundayım: Bu bir hava savunma füzesi mi yoksa daha fazlası mı? Yanıtının da benzer şekilde “Bir hava savunma füzesinden daha fazlasıymış” olacağını biliyorum ve o yüzden beklemeden yanıtlıyorum. S-400 hava savunma füzesinin ve onun üzerinden yapılan tüm stratejik hataların, yazmak istemediğim bir konu olduğunu daha önce belirtmiştim: BAKINIZ. Çünkü içinde gerçekten çok yalan, dedikodu, bilgisizlik, kişisel kapris, ben yaptım oldu tavrı, tek akıl, incelenmeden, ülkenin jeostratejik, jeoekonomik ve jeopolitik konumu tartılmadan karar verme gibi olumsuz çok sayıda unsur var. “Yazıp da hangi birini düzelteceksin, düzeltmeyi geçtim hangi birinden bahsedeceksin” dedim kendime sürekli. Ancak gelinen noktada bir vatandaş olarak -çünkü tıpkı her yurttaştan alındığı gibi benden de alınan vergiler çarçur ediliyor ve sonuçları bana da dokunuyor- düşüncemi belirtmem gerektiğini düşündüm. Aslında daha önce yazdığım bir makalede buna değindim ama daha fazlasını söylemekte sonsuz fayda var. Çoğu kişinin de benzer düşünceler içinde olduğunu değerlendiriyorum. En son durumun “ABD’nin 31 Temmuza kadar bu işi bizim isteğimiz doğrultusunda çözün” olduğunu belirtmekte fayda var. Türkiye tam olarak aşağı tükürse İDLİB, yukarı tükürse S-400 durumundadır. Şöyle bir hatırlarsak, önceki yazıda (TIKLAYINIZ) bu işin esasında birinci körfez harbi sonrasında çözülmesi gerektiğini, haydi o zamanki iktidar partisi çözmedi, ikinci körfez harbi sonrasında mevcut iktidar partisinin çözmesi gerektiğinden bahsettik. Çözümün ise YERLİ olması gerektiğini, öteki türlüsünün doğrudan sıkıntılara yol açtığına değindik. Eğer o gün bu işe önem verilseydi şimdiye S-400 ve emsalleri ayarında bir sisteme sahip olunacağını ve bundan gelir elde edileceğini de eklemiştik. Gelin, hep birlikte 37 yıl öncesine gidelim. Bu işler Falkland savaşına kadar gider. 1982 yılının Nisan ayı başlarında Arjantin İngiltere’nin Falkland ve South Georgia adalarını işgal eder. İngiltere büyük bir deniz gücünü yola çıkartır. Kapışırlar. Başlangıçta 2 İngiliz gemisi Atlantik’in dibini boylar. İlerleyen günlerde 8 gemi daha Atlantik’in dibine yollanır. İngiltere savaşı kaybedeceğini düşünürken imdadına Fransa yetişir. Savaşın ilk günlerinde Arjantin elindeki beş adet Fransız yapımı Exocet füzesinden dördünü kullanarak iki İngiliz gemisini batırır. Füzelerden üçü hedefini bulmuştur biri ise ıskalamıştır. İki savaş gemisi batınca Batı “noluyo yav” der. Olan şudur: Fransa tarafından üretilen silah hiçbir müdahaleden geçirilmeden alıcı ülkeye satılır ve Fransa’nın dostuna karşı kullanılır. Batı, bunun üzerine üretip sattıkları hiçbir silahın kendilerine karşı kullanılmamasını garanti altına almak ister ve alır. Tam burada Fransa’nın İngiltere’ye olan yardımına geri dönelim. Fransa İngiltere’ye füzelerin homing bilgilerini verir ve Arjantin’in siparişi olan dokuz füzeyi ise göndermez. Bu arada Peru’nun elinde bulunan füzelerin Arjantin’e satışını bir şekilde engeller. Daha sonra batan diğer gemilerin batma sebepleri bu füzeler değildir, diğer silahlardır.    O günden bugüne kadar üretilen tüm silahlar, üzerlerine yapım aşamasında yerleştirilen ister yazılım yaması, ister troya atı densin bir yazılım ile satışa sunuldu. Bunlar bizim sahip olmadığımız ama ABD’ninkini kullandığımız, GPS sistemi aracılığıyla yapımcı ülke tarafından kendine gönderilen komutlara göre hareket ederler ve böylelikle yapımcı ülke ve dostlarına karşı kullanılamaz. Bakınız Irak savaşları; Iraklılar da Fransız yapımı Exocet füzelerini müttefiklere karşı kullanamadılar. Tam bu noktada, kişisel düşüncemi belirtmek durumundayım: Bu tür silahlar, kullanıcı ülkeler hakkında istihbarat toplayan elektronik casuslardır. Tamam, kendine karşı kullanılmasını engelliyor ama bir de fazladan bilgi toplamış, kötü mü? Ben üretici olsam, sattığım ülke ve kullanıcıları hakkında her türlü bilgiyi toplamak için gerekli olan yazılımı silaha yüklerim. Şimdi biri çıksın ve desin ki “Ruslar centilmendir, kendi ürettikleri silahların kendilerine karşı kullanılmasını nezaketten sayarlar.” ABD ve onun uydusu olan NATO tam da bu noktadan hareket ediyor. Çünkü kendi silahları tam olarak bu şekilde çalışıyor. Hatta dediklerimin az olduğunu daha fazlasını elde ettiklerini de düşünmüyor değilim. İşin temeli olunca itirazlar hemen yükseliyor. Konuya taraf olan ülkelerin tezlerini incelemekte yarar var. ABD ve Dolayısıyla NATO S-400 Alımına Niye Karşı Çıkıyor? -Türkiye, Suriye’de taktik başarılar sağlamak adına Rusya’ya ödün vermektedir. Türkiye’nin Rusya ve İran ile yakın ilişki içinde olması, Batı ile olan stratejik bağlarına ve ABD’nin ulusal çıkarlarına uygun değildir. Görüldüğü gibi Batı ve ABD olaylara kendi güncelerinden bakmaktadır, bu adil değildir. Kapılarında bir bekçi istemektedirler. -S-400’ler NATO standartları ile uyuşmamaktadır. Bu tamamen kandırmacadır. Uyum sağlamaktadır, bütünleştirilmesi basit bir işlem ile mümkündür. -Rusya NATO’da kendi çıkarları doğrultusunda çatlaklar ve çatışmalar oluşturmak istiyor. Bu gerekçeye “tam olarak böyle değil, ilk istek Türkiye’den geldi” demek gerekir. Ancak kendisine gelen bir isteği kendi politikaları doğrultusunda sömürmek kadar doğal bir şey olamaz. Bunu terminoloji ile anlatmak gerekirse “sınırlarına kadar sömürmek” denebilir. Bu durumda NATO ve ABD’lilere sormak lazım; siz Rusların dibindeki ülkeleri NATO üyesi yaparken ne planlıyordunuz? Mesela Ukrayna’da çıkarttığınız karışıklıktan ne elde etmek istediniz? -S-400’ler F-35’ler ile birlikte kullanıldığında, görünmezlik teknolojisinin sırlarını elde edeceklerdir. Bu tamamen doğrudur. Buna itiraz edecek aklı başında biri olamaz. Evet, o sırlar elde edilecektir. Hatta daha fazlası da elde edilecektir. Öyle ki gelecekteki diğer uçaklardaki görünmezlikler de çözülecektir. Ruslar bu gerekçeyi “zaten elimizde F-35’in radar imzası var” diye geçiştirmektedir. Ruslar bunu büyük olasılıkla İsrail F-35’lerinden elde etmişlerdir. ABD, Batı ve NATO, GKRY’nin satın aldığı ama adaya yerleştiremediği, Girit’te bir hangara tıkıştırmak zorunda kaldığı S-300’leri incelerken iyiydi, değil mi?     -Patriot alınız, bunun yanında LAIRCM (Large Aircraft Infrared Countermeasures) de verelim. Böylelikle, yeni bir darbe girişiminden korkmakta olan AKP genel başkanının bindiği uçakların korunması da sağlanmış olur. Buna bir yorum getirmiyorum. Ancak bu konunun her iki taraf arasında konuşulduğu Washington Post gazetesinde yer aldı (zamanın savunma bakanları Mattis-Canikli görüşmesinde). Benzer bir yaklaşımı Ruslar, “Zaten S-400 alarak kendini ABD destekli darbelerden korumaktadır” gerekçesi ile sergilemektedir. Ruslar bunu en yetkili makamlarda seslendirdiklerine göre alıcı-satıcı arasında bu da görüşülmüş demektir.    Ayrıca Ruslar benzer bir öneriyi de sundular. Bunu da PANTSIR denen “daha alçak ve daha yakın” hava koruma sağlayan sistemi önererek. -Rus hava savunma sistemi NATO’nun güvenlik ve istihbarat sistemlerinde sorunlara yol açabilir. Kendilerini ele verdikleri gerekçelerden biridir bu. Evet, doğrudur, denilen konularda hassasiyet ve zafiyet yaratacaktır. Bunu nereden biliyorlar? Kendi sattıkları silah sistemlerinden bu yönde de yararlanıyorlar da oradan biliyorlar. Bu iş sistemin arayüzü ile kolayca halledilir. Bu yazılım bulunmaz mı? Bulunur ama amiyane tabirle “atı alan Üsküdar’ı geçmiş olur.” -AKP genel başkanı S-400’leri ABD’ye karşı bir koz olarak kullanıyor. Boyun eğer ve füze anlaşmasını bitirirse, karşılığında büyük olasılıkla ABD’nin Suriyeli Kürtlerden desteğini çekmesini isteyecektir. Buna derinlemesine yorum yapmaktan ziyade “evet, benzer şekilde ‘ölümü gösterip sıtmaya razı etme’ davranışları vardır ama burada bu geçerli midir, bilmem” diyeceğim. -Tercihin sadece hava savunma sistemi tercihi olmadığı, ABD ve Rusya arasında bir tercih olduğu ileri sürülüyor. Benim buna yorumum “Evet, ABD bilerek veya bilmeyerek bu ülkenin çok kısa önceki geçmişinde yaşanan bir büyük acıya işaret ediyor olabilir bu gerekçesiyle. Aklı başında olanların kafasındaki düşünce ‘ABD destekli’ olduğudur bu acıların kaynağı… Avrasyacı olduğu ileri sürülerek, milli silah sanayisinin gelişmesinde öncü ve fikir babası olan general, subay ve teknoloji canavarı mühendisler ile bu işi yapmakta olan şirketler, mevcut iktidar ve simbiyotik ortağı tarafından ‘Kumpas davalarıyla veya öldürülerek’ tasfiye edilmiştir, üzerine çökülmüştür. Gelinen noktada, aynı iktidar tek ayağı üzerinde hızla geri dönerek Avrasyacı olmuştur.” Şeklindedir. Bu bölümü yazının sonlarında daha ayrıntılı olarak bulacaksınız. Bu bölümün son yorumu: ABD, NATO ve Batı’nın bu gerekçelerine bakıldığında en doğru tercihin yerli üretim olduğu ortaya çıkıyor. Bu Konuda Türk Tezi Nedir -Parası verildi, üretimi başladı. 2019 Temmuzunda gelecek. Bu çok basit bir tezdir ve uluslararası geçişkenlikte hiçbir değeri yoktur. Hele ki “kazan-kazan” diyen zihniyetin varlığında hepten geçersizdir. -Patriot ayrı, S-400 ayrı, ikisi birbirinin seçeneği değil. Hayır, ikisi de mevcut halleri ile birbirlerinin seçeneği olup ayrı ülkelerde yapılmasına rağmen aynı sınıftandır. Ha, hala ikisi birbirinin seçeneği değildir, o ayrı bu ayrıdır deniyorsa,  kafalarda daha değişik bir düşüncenin olduğu, ülkesel değil kişisel temelde bir korunma peşinde olunduğu düşünülür. -ABD Patriot satabileceğini söyledi ve heyetlerimiz müzakere ediyor. ABD bunu söylüyor ama bizim için önemli şeyler var. Birincisi fiyat. İkincisi teslim süresi. Üçüncüsü ileride ortak üretim ya da teknoloji transferi olacak mı, olmayacak mı? Geçiniz; zaten sözleşmeler imzalandı, para aktarıldı, üretim tamamlandı, eğitimler bitti bitecek, sistem de temmuz da gelecek. Yasak savma babından söylenmiş bir cümledir. Ve zaten karşı tarafa böyle bir cümle kurmak gerekmez. -Bazı NATO ülkelerinde de bu silahtan var. Yanlış, hiçbir NATO ülkesinde S-400 yok. Bazılarında S-300 var. Sovyetlerden ayrılanlarda S-300’lerin düşük modelleri var. Ayrıca Helenistan’da S-300 var. Bunların hiç biri S-400 ayarında ve kudretinde değil. Bunu açıklanan adedi bilgileri ve özelliklerine göre söylüyorum. Bu gerekçe tamamen cahil halka yönelik olup oy devşirme amaçlıdır. -Hızlı sonuç almak zorundaydık ve bu yüzden bunu aldık. Trump yönetimine karşı ileri sürülen bir gerekçedir. Neden hızlı bir çözüm gerekti acaba? Neye karşı gereksinim duyuldu? Nedir bu hızlı çözümü dayatan durum? Vergi veren -en azından beyanname başına beyan edilecek kazanç yoksa bile alınan en az 48 TL’lik haracı ödeyen- biri olarak bunları sormak durumundayım. -ABD kongresi silah satışına zorluk çıkarıyor. Evet, buna katılıyorum. Bu doğrudur. -Türkiye bağımsız bir ülkedir, kararlarını kendisi verir. Bu çok doğrudur. Papaz kılıklı Pastör sıfatlı Andrew Craig Brunson ve ABD vatandaşı NASA mühendisi Serkan Gölge olayında olduğu gibi “kararları kendisi kendi iradesi” ile vermiştir. Bu bölüm ile ilgili son yorumum; “Uluslararası ilişkilerde bir gerekçe öne sürülüyorsa altının son derece sağlam doldurulması gerektiğidir.” Bu Konuda Rus Tezi Nedir? -ABD Patriotları metal yığınına dönüştürebilir diyor ve Irak savaşını örnek olarak gösteriyor. Buna hayır diyemem, doğrudur ve bunu yapması mümkündür ve bence silah üreten bir ülke olarak da hakkıdır. Rusya bu gerekçesi ile ya ABD Türkiye’ye saldıracak ya da ABD’nin istemediği ülkelere karşı kullanılmasını engelleyecek demek istiyor. Nedense herkesin kafasında ABD Türkiye’ye saldıracak paranoyası var. Asla olmayacak öyle bir şey. Çünkü o saldırırsa çok büyük bir kayıp verir ve biz birbirimize kenetleniriz. Ayrıca salak mı onlar “birbirini kırma yeteneği olan millete” bunu niye yapsın, ortaya bir yem atar ve birbirimizi kırmamızı seyreder. Hem sonra AKP genel başkanı BOP/GOP eşbaşkanıyım demiyor muydu? Eşbaşkanın ülkesine saldırılır mı? Bence, Ruslar böyle söyleyerek ülkede ABD’ye karşı paranoya oluşmasını sağlamaya çabalıyor. Ruslara sorum şu: Siz bu silahın Türkiye tarafından kendinize veya şimdiki sıkı dostunuz Ermenistan’a karşı kullanılmasını engellemeyecek misiniz, metal yığınına dönüştürmeyecek misiniz? Cevap vermeseniz de olur. -Eğer siz kendi savunma sistemini almazsanız, 15 Temmuzda olduğu gibi gökyüzünü darbecilere bırakmış olursunuz. Neticede 15 Temmuz, ABD/CIA darbesiydi. Eğer siz savunma sistemini ABD’den alırsanız gelecekte benzer bir girişimde bu silahı kullanamazsınız. S-400 tam da böyle girişimlere yönelik avantaj sağlar. Muhtemel darbe paranoyasının kaynaklarından biri belli oldu: Rusya bu korkuyu beyinlere işliyor.   -S-400’ün üretici firma ve satıcı devlet tarafından yayımlanan özellikleri emsallerinden daha nitelikli olduğunu gösteriyor ve Rus yetkililer de bunu her ortamda dillendiriyor. Ayrıca konunun uzmanı olduğu söylenen Batılılar da bu şekilde konuşuyor. Buna şu şekilde yanaşmakta fayda var: Henüz S-400’ler konvansiyonel bir savaşta test edilmedi. Yani aynı anda seyir füzelerinin, balistik füzelerin ve uçakların yaptığı koordineli bir taarruzda test edilmedi. Ayrıca madem o kadar üstündü, niye Suriye’deki S-400’ler Suriye ordusunu İsrail’in füze ve uçak saldırılarına karşı korumadı bugüne kadar? Yoksa KORUYAMADI mı demem gerekiyordu? Bu arada Patriotlar da konvansiyonel bir savaşta test edilmedi, adil olmak durumundayım. -Elimizde F-35’in radar imzası var. Ayrıca Çin F-35’in benzerini J-31 adı ile yaptı. Olabilir, radar imzası her şey değildir, zaman içinde mevcut imza işlevsiz kalabilir. Evet, F-35’in sırlarının bir Batı ülkesinden alındığı ve buna göre yapıldığı söylenen böyle bir uçak var ama asla F-35 ile alakası yok. -Türkiye bağımsız bir politika izliyor, dayatmada bulunamazsınız. Bak, bunda haklısın, Türkiye kendi kararlarını almakta özgürdür. Ama sen daha önceleri Türkiye Çeçen savaşçıları desteklerken öyle demiyordun, “camdan köşklerde oturanlar etrafına taş atmamalı” diyordun. Yandaş / çıkardaş olunca başka, karşıt olunca başka mı konuşmak gerekiyor? Bu bölüm ile ilgili son yorumum şudur: Rusya, iktidar partisinin yöneticileri üzerinden delikanlılık, kararlılık vurgusu yaparak, bazen pespaye duruma düşerek de olsa, yoğun bir propaganda yapıyor. İyi de bunu eksik yapıyor. Uçakları düşürüldükten sonraki dönemde sergilenen kararsızlıkları niye görmüyor? Genel Bilgi,  Gerçekler ve Değerlendirme İktidar partisinin bir bakanı “10 yılı aşan bir süredir bu konuda seçenekleri değerlendirdik…” diyor. Diğer yandan ise aynı iktidar partisinin genel başkan yardımcısı “Türkiye’nin hava savunma sisteminin olmadığını 2012 yılında fark ettik” diyor. Hangisi doğru söylüyor? Dediğim gibi bu konu tamamen yanlış bilgi dolu. Hangi yanlışın neresini düzelteceksin? ABD’nin Patriot satımında ağırdan alması ve hatta satmama yönünde tavır takınması sonucunda Türkiye önce Çin’den, daha sonra Rusya’dan satın alma ve akabinde de Fransız ve İtalyan üreticilerden oluşan ortaklıkla birlikte ortak üretime girme konularında bir arayışa girdi. Bu gayet doğaldır, eleştirilemez. Çin ile olan anlaşma ABD baskısı ile iptal edildi ve büyük hata yapıldı, bu eleştirilebilir. Çünkü bir sonraki hamleye karşıdan gelecek baskıların yolu açılmış oldu. Sonrasında bir anda Rusya ile anlaşıldı ve ön ödeme yapıldı. Bu da eleştirilemez çünkü ABD satmak istemedi. Bunun eleştirilecek noktası stratejik planlama yapılmadan, silah hiç incelenmeden tek kişinin kararı ile olmasıdır. Burada adeta bir “kıskandırma” politikası sürdürülmüştür. Ama kıskançlık krizlerinin sonunda bir cinayet olabileceği hiç düşünülmemiştir. Uçak ve hava savunma sistemleri bir bütün olarak hava savunma doktrinini oluşturur. Yani en uzun menzilli silahtan en kısa menzilli silaha, otomatik olarak düşmanı tanıyan ve saldıran silahtan tek erin omzundan atılan hatta piyade tüfeğine kadar tüm silahlar bu doktrinin içinde yer alır. Konu ettiğimiz gibi bir hava savunma füze sisteminiz var ise, hava savunma sisteminin temeli bu sistem üzerine kurulur ve kullanımda bulunan tüm silahlar temel sitemin açıklarını kapatacak, erişemediği yerleri tutacak şekilde planlanır. Tüm bunlar yapılırken elinizdeki tüm hava araçlarını ona tanıtmanız gerekecektir. Benzer bir şekilde düşman hava araçları ile tüm füzelerini de tanıtmak gerekir. Bu da kaynak kodu, özel sorgulama ve “radar imzası” ile olur.   Havada uçan uçaklar, kısaca kimlik tanıtma diyeceğimiz, IFF sorgulaması ile dost düşman ayrımını yapar. Hava savunma sisteminin radarları da benzer bir sistem veya yukarıda değinilen yöntemler ile havadaki uçakları tanır. Bazı görevlerde kimlik bildirimini kapatmak gerekir. Bu durumda IFF sorgulaması yanıtsız kalır. Böyle bir hava aracını veya araçlarını, havadaki hava araçları tanıyamayacağı gibi hava savunma sisteminin radarları da tanımaz ve füzeyi gönderir. İşte bu noktada devreye daha değişik tanıma yolları girer ve bu da hava aracının sırları ile yakından ilgilidir. Bunlardan birisi o uçağın radar imzasıyla olur. Ancak bu imza veya diğer bilgiler çok net olmalı, yoksa gazetelerden şehit haberleri okunmak zorunda kalınır. ABD de bundan dolayı görünmez nitelikleri olan F-35 ile S-400’ü aynı sistem içinde kullanılmamasını istiyor. Bu gayet haklı bir istek. Çünkü tüm hava savunma sisteminin temeli olan hava savunma füze sistemi tüm hava araçlarının hem radar izlerini bilecek, hem de IFF ve kaynak kodlarına erişecek. Ayrıca F-35’lerin sırları çözüldüğünde diğer “görünmezlik” özellikleri olan uçakların da sırları çözülecektir, F-117 ve B-1 gibi. Bu bilgilerin hava savunma füze sistemini yapan ülkeye aktarılmayacağını söyleyecek aklı başında biri var mıdır? Türkiye de ABD’nin bu sıkıntısını gidermek için “S-400’ler ile F-35’leri birlikte kullanmayacağız” diyor. Yani Türkiye de ABD’nin kaygılarını paylaşıyor. Burada açık olmayan bir nokta var: Türkiye’nin açıklaması bilmeyenler için mantıklı gibi duruyor olabilir ama zaman içinde kendi uçağını vurma veya daha ağır sorunlar ortaya çıkar. Ne mi olabilir? S-400’lerin faal olduğu bölgede uçan Türkiye’ye ait F-35’ler sistem tarafından tanınmadığı için vurulur. Ya da bunu önlemek için, uçuş süresince S-400’ün fişi çekilir. Hasım ülkeler füze sisteminin fişinin çekildiğini veya çalıştığını tespit edebiliyorlar. Bu boşluktan yararlanarak o bölgeden bir hava saldırısı gerçekleştirebilir. Öyle ya, birileri Türkiye’yi vurmak ve işgal etmek için hazır bekliyor ya, al işte fırsat… Muhalefetteyken “bu orduya askerlik yapılmaz,” şehitlerine ise “kelle,” iktidar olduktan ve ordu çeşitli ayak oyunları ile devşirildikten sonra “ordumuz” diyen zihniyetin ülke savunması ile ilgili düşünce ve tavırlarının daha değişik olacağını beklemek pek akılcı değildir. Bir kısmı 90’lı yıllarda, bir kısmı ise daha önce projelendirilen ve “milli” ön sıfatı ile nitelendirilen helikopter, tank, gemi, uçak, İHA, SİHA gibi projelerin, bu işi yapabilecek firmaların alın teri ile kazandığı ihaleler onların ellerinden hile ile alınmıştır. Bu projelerin ihalelerinin iktidar partisince iptal edilerek, çeşitli ayak oyunları ile kendi yandaşlarına nasıl verildiği, bu ülkenin basın yayın organları ile sosyal medyanın yazılı ve görsel arşivlerinde saklıdır. Hal böyle olunca, yüksek irtifa hava savunma füze sisteminde de benzer bir zümresel çıkarın gözetilmediğini söylemek çok zordur. Zaten tüm olumsuzluklarına rağmen geri adım atılmaması bu düşünceyi destekler niteliktedir. Yerli silah sanayi oluşturuyorsanız, Türkiye özelliklerine sahip ve Türkiye gibi bir coğrafyada bulunun ülkelerin kesinlikle silahın tüm parçalarını %100 yerli yapması gerekir. Kendimi bildim bileli, nedense, birilerinin Türkiye’yi işgal edeceği, birilerinin Türkiye ile durduk yere savaşacağı fikri beynimize itelendi. Kendimi bundan sıyırmış olabilirim ama bu paranoya ile yatıp kalkan %80’den fazla insan var. Bu da 65-70 milyon insan demektir. Yani bir helikopter yapıp motorunu ABD’den alamazsın. Vermez motoru ve yaptığının üstüne düşer kalırsın. Ne bileyim bir uçak yapıp avionik sitemini veya motorunu dışarıdan alamazsın. Vermediği zaman trene bakar gibi bakakalırsın. Bu teşhisten sonra bakın bakalım üretilen silahların ne kadarı yerli ve bir savaş anında çalışıp çalışmayacağına... Ha, bu arada kendi GPS sistemini gökyüzüne kurmadan ve onun da güvenliğini yeryüzünden sağlayamadan ona buna dayılanmayı da bırakmak gerekir. Çünkü günümüzde birçok silah sistemi yörüngeye oturtulmuş GPS ile yönlendiriliyor. Sonuç olarak Ödemesi yapılan S-400 ün, bu aşamadan sonra alınmaması veya alınsa bile atıl halde tutulması olacak iş değildir. Bu demek değildir ki bu füzeleri bu şekilde “ben yaptım oldu” tarzında tek akıl ile karar verip satın alan zihniyeti onaylıyor veya destekliyoruz. Asla öyle bir şey yok. Bu zihniyet yanlış olan her şeyi tek akıl ile yapmaktadır ve sonuçlarına Türk milleti katlanmak zorunda kalmaktadır. Bu zihniyet her şeyi o kadar çok iyi biliyorsa ne demeye ikinci körfez savaşından sonra bu sistem üzerine eğilmedi? Sorsanız biz hava savunma sistemi olmadığını 2012 yılında öğrendik derler. Saçma sapan yerlere harcanan paralar buraya harcansaydı bu iş yine halledilmiş olurda yedi yıl içinde… Oysa onlar mesailerini ve ülkenin dış borç ile alınan paralarını saray yapmaya, niteliksiz kadrolaşmaya, ona buna kara çalmaya, ülkeyi üretimsiz duruma getirmeye, yandaşlıklara harcadılar. Belirtmek zorundayım sistemin alınmama olasılığı, alınsa da atıl bırakılma olasılığı her zamankinden daha güçlü olarak var. Hava savunma sisteminde esas öncelik, tüm parçalarıyla  %100 yerli üretim ve bunun da devlet kontrolündeki bir üretim ağından çıkmasının sağlanmasıdır. Avrasyacı olduğu ileri sürülerek, milli silah sanayisinin gelişmesinde öncü ve fikir babası olan general, subay ve teknoloji canavarı mühendisler ile bu işi yapmakta olan şirketler, mevcut iktidar tarafından Kumpas davalarıyla veya öldürülerek tasfiye edilmiştir, üzerine çökülmüştür. Gelinen noktada, aynı iktidar tek ayağı üzerinde hızla geri dönerek Avrasyacı olmuştur. Tam bu noktada sormak gerekmez mi “peki, bunları kim nasıl tasfiye edecek?” diye. Her zaman kuralları hatırlatıyor ve “Bir meslek grubunun işine karışmayın, kimseyi de vatan haini olarak görmeyin.” diyoruz. Yerli silah sanayini başlatan ve Avrasyacı denenleri vatan haini ilan edenler, şimdi, Avrasyacı oldu. Bu durum onları da vatan haini etmez mi?   Bundan sonra ne mi olur? Olacağı şudur, daha önce bu konuyla ilgili yazdığım gibi ülkenin 200 milyar dolara ihtiyacı var ve o para sadece her gün sövüp saydıkları ama projeleri oldukları Batıda bulunuyor. Sıkı durun, IMF ile İstanbul seçiminin bir gün sonrası olan 24 Hazirandan itibaren her an anlaşılabilir. Bu da S-400’e elveda demektir ya da tamamen işlevsiz bırakılarak milletin 2,5 milyar dolarının ve belki de 6,7 milyar dolarının berhava olması demektir. 600 milyar dolar borcu olan, gıda ve hayvancılıkta bile dışarıya bağımlı olan bir ülkenin tam bağımsız olduğunu ve kendi başına karar verebilecek güçte olduğunu ancak hayalperestler ve birilerini kandırmak isteyenler söyleyebilir. Ayrıca bir de NATO üyesiyken bunu yapmak sanırım akıllara zarar olsa gerek. Çıkın NATO’dan ve ne gerekiyorsa yapın. 1923-1938 yılları arasında yaşamıyoruz. O zamanlar gerçekten tam bağımsızdık. Kapalı ve fazla veren bütçe, dış borç yok, içinde tank fabrikasının bile olduğu üretim tesisleri açan, her türlü mühimmatı yapan, yurtdışına uçak satan bir ülke değiliz artık. Üzülüyor ve kaygılanıyorum. Identification Friend or Foe Read the full article
0 notes