#iyi ki yaşandı ve geçti bitti
Explore tagged Tumblr posts
Text
and I tend to close my eyes when it hurts sometimes/ I fall into your arms
#inceden inceye kalbimi ezen bir acıyla nefes aldığım günler vardi#içimdeki o sızıya iyi gelen benimle birlikte eriyip giden bir şarkıydı#iyi ki yaşandı ve geçti bitti#i let my guard down and you pulled the rug :")#Spotify
3 notes
·
View notes
Text
Külotsuz Taytla Hem Am Göt Verdim Hem 6 Kilo! (Mine 38 Y., Balıkesir)
Adım Mine, 38 yaşındayım, 1.68 boyunda, 76 kiloda, balık etli ve 13 yıldır da evliyim. Kocamla aramız iyidir, bu evlilikten bir de oğlumuz var. Ben ev hanımıyım, kocam kamuda memur. Kocamla monoton bir sex hayatımız var, bunda benim de etkim büyük, ama onda da erken boşalma var. 13 yılda zevk aldığım ilişki sayısı 10'u geçmez diyebilirim. Ama durum böyle olmasına rağmen kocamı (geçen yıla kadar) aldatmadım. Kocamla ilişkilerimizde fazla fantazilerimiz olmaz. Kocamla sikişirken tam zevk almaya başladığım zaman, hızlıca gidip gelmeye başlar başlamaz hemen boşalır ve genelde yüzde doksan ilişkilerimiz bu şekilde sonuçlanır. Hemen ardından banyo yaparız, o arkasını döner uyur, bense saatlerce uykuyu beklerim. Birkaç kez onu altadabilir miyim diye çok düşündüm ama yapamadım.
Sizinle paylaşacağım olay geçen senenin Eylül ayında yaşandı. Kocam kamuda çalıştığından yılda bir defa izin kullanır. Geçen yıl Eylül ayında sezon sonuna doğru, 'All-inclusive' yani fiyata 'Herşey dahil' tatil yapacağımız bir otele rezervasyon yaptırıp gittik. Çocuğu annemlere bıraktık, bu tatili bir nevi ikinci balayı olarak düşünmüştük. Otel Marmaris'te güzel bir yerde idi. İlk günümüz oteli tanımakla geçti, zaten o gece her ikimiz de yorgun olduğumuzdan sevişmedik bile. Ertesi gün sabah spor ve fitnes olduğunu öğrendim ve kilolu olduğumdan bu fırsatları değerlendireceğimi ve katılacağımı söyledim. Kocam, "Tamam, sabahları beni kaldırma da ne istersen yap!" dedi. O gün deniz, güneş, havuz derken akşam oldu, yemek yedik. Tabii paralı olmayınca bolca doldurduk mideleri, tüm Türkler gibi fazla kaçırdık biraz. Gece 23:00 gibi bara takıldık. Kocam bedava olunca içkiyi kaçırıyor tabii. Ben de biraz kırmızı şarap içtim. Eğlendik, canlı müzik derken, saat 03:00 gibi odamıza çekildik. Kafalarımız oldukça iyi idi, kapıyı bile zor açtık diyebilirim.
Kapıdan girdikten sonra kocam hemen icraata koyuldu. Yatağa beraber atladık. Ben sevindim tabi, bu akşam sikişeceğiz diye. Neyse, bir yandan deli gibi öpüşüp, bir yandan da elleşiyoruz. Bu arada kocaman göğüslerim vardır, 105 numara sutyen giyerim, popom da oldukça iridir. Fazla değil 10 dakikada çırılçıplak kaldık. Kocam amımı yalamaya başladığında çok şaşırdım, çünkü kocamla ilk defa sarhoşken sevişiyorduk ve uzun zamandır amımı yalamıyordu. Balık etli olduğumdan, amım oldukça kalın dudaklı ve kabarıktır. Kocam yaladıkça amım sulandı ve ben dayanamadım. Aslında ben de onun yarağını emmek istiyordum, ama patlar diye de çok korkuyorum, bu yüzden onu içimde istedim. Kocamı altıma yatırıp üzerine çıktım. Yavaş yavaş gidip gelmeye başladım. Hızlanmıyordum, çünkü bu durumun saatlerce sürmesini istiyordum. Biraz gidip geldim öylece, sonra en sevdiğim pozisyonu istedim. Yatakta bulunan tüm yastıkları altıma alıp, üzerine yattım ve ayaklarımı açıp, "Gir!" dedim. Girdi, gidip geliyordu. "Hızlı sok canım!" dedim ve olan oldu, iki kere soktu hızlıca, sonra çıkarıp üzerime boşaldı. Ben bir defa bile orgazm olamadan o bitti, hem de bitmesini hiç istemediğim bir zamanda. Bitmesini bırakın, bir de yığıldığı gibi sızdı kaldı, horlamaya bile başladı. Ben de duşa gidip küveti doldurdum ve sabunu resmen amıma sokarak mastürbasyon yaptım, orgazm oldum. Yatağa döndüm, saati kurup uyudum.
Sabah erken kalkıp hemen fitnes için hazırlandım, altıma külot, tanga vs. giymeden, pembe bir tayt giydim ince, üstüme ise dar bir bluz giydim ve spor ayakkabılarımı giyerek doğruca çıktım. Hatta bir ara asansörde kendime aynadan baktım, taytın üzerinden amımın etli dudakları belli oluyordu, biraz da içine girmişti. Popom zaten tüm hatlarıyla meydandaydı. Göğüslerimi giydiğim sutyen iyice dikleştirmişti. Lobiden spor alanına giderken tüm erkeklerin bana arkadan baktığını hissettim. Spor alanına biraz geç kalmış olmalıydım ki, hoca, "Hanfendi buraya gelin lütfen!" deyip, beni en öne aldı ve başladık spora. Etrafıma bakındım, genelde 50 ve üzeri bayan ve baydan oluşan gurup ve iki de zayıf bayan turist vardı. Hocamız iri kaslı, 30-35 yaşlarında, çok fazla yakışıklı olmayan, ama vücudu güçlü bir beydi. En öne beni ve genç turistleri almıştı. Spor esnasında bana değil, amıma baktığını hissettim, arada gözü kayıyor ama tekrar gözlerini kaçırıyordu. Sık sık arkaya döndürüp, ellerimizle ayak parmaklarımızı tutturuyordu. Bu pozisyonda amımın çanak gibi çıktığını ben bile hissediyordum.
Spor bitti ve hocamız isimlerimizi yazdırıp, ertesi gün için uyandırma servisinin spor için uyandırabileceğini söyledi, "Böylece kimse geç de kalmaz!" dedi bana bakarak. Bunun bir davet olacağını düşünerek özür diledim ve ilk günümüz olduğunu, bir daha olmayacağını söyledim. Önemli olmadığını söyledi, "Yarın sizi bekliyorum, mutlaka gelin, burada size gidene kadar 5 kilo verdireceğim!" dedi. "Çok isterim hocam!" dedim. Oldukça terlemiştim, hemen odaya gittim. Kocam halen uyuyordu. Saat 10:00 olmuştu, duşumu aldım, Brunch'a katıldım. Kocam o gün saat 13:00 gibi kalktı, o da benim zorumla uyandı. Duş alıp, yemeğe, denize falan girdik. Akşam yine aynı içki falan derken, yatağa girdik tekrar, sevişmeye başladık. Ama beni hızla sikmesini istemeye fırsat bile kalmadan, birkaç gidip gelmede boşaldı yine. Ben, "Tekrar yapalım!" dedim, ama kocam olmaz dedi. "Ben istiyorum!" dedim. Kocam, "Ben yorgunum, olmaz!" dedi. "Ne yaptın da yoruldun?" dedim. "Yüzdüm!" dedi. Kızdım, "Ben de yüzdüm, ama yorgun değilim!" dedim ve böylelikle tartışmaya başladık. Kocam baktı olmayacak, "Kaldırırsan belki yaparız!" dedi. Yarağını elledim okşadım, kaldıramadım. Kocam yine sızdı uyudu, ben uyuz oldum yine tabii.
Sabah telefon ile uyandırdılar. Dünkü gibi giyinip koştum spora, ama içimdeki istek bitmemişti. Altıma yine tayt giymiştim, ama beyazdı bu sefer. Beyaz olduğundan amımın dudakları daha da belli oluyordu. Hatta amımın üzerinde kılları üçgen şekilde bırakırım, onlar bile belli oluyordu. Hoca tekrar öne aldı beni. Ekip aynıydı. Yine çok defa arkamıza çevirip domalttı bizi. Ama ben de döndüğümüzde hocanın şortuna baktım, önü kabarık duruyordu. Spor bitti, hemen odaya gidip duş aldım.
Duştan sonra aldığım bikiniyi giydim. Hayatımda ilk defa bikini giydim. Kocam bile görmedi bu durumu. Kocam yine leş gibi uyuyordu. Havuza gitmek için odadan çıktım. Havuza vardığımda, kadın olarak sadece ben vardım. Havuz kenarında 5 erkek vardı ve havuzun içinde de 3 erkek. Ben gelince, hepsinin aç kurtlar gibi bana baktıklarını ve gözleriyle soyduklarını hissettim. Havuza yaklaşınca, fitnes hocamın da havuzda olduğunu fark ettim. Hemen üzerimdeki tülü çıkarıp, bikini ile havuza daldım. Tabi erkekler de arkamdan suya girdiler. Hocam yüzerek yanıma geldi ve "Mine hanım, size uyguladığım Kür'ün içinde yüzme de var, size 5 kilo verdireceğim ben!" dedi. Ben de, "Hocam çok iyi olacak, bunu çok istiyorum!" dedim. Hocayla konuştuğumuzu gören erkekler yavaş yavaş kayboldu tabii.
"Bu Kür'de başka neler var hocam?" dedim. "Neler yok ki!" dedi. İyice meraklandım, "Neler var?" dedim. Gülümsedi ve "Sırası gelince görürsün, acele etme!" dedi. Ben hocanın evli olup olmadığını öğrenmek için, "Sizin eşiniz bekler..." dedim. "Eşim hamile ve memlekette, ben mesleğim icabı buradayım!" dedi. İçimden, (Eyvah, bu da benim gibi kuduruyor!) diye geçirdim. O anda, bir şekilde bununla sikişir tatmin olurum, burada bizi kimsede tanımıyor nasıl olsa diye düşünceler geldi, onun da beni sikmek isteyeceğinden emindim. "Hocam ben çok mu kiloluyum?" dedim. "Hayır, tam bir Türk kadınısın, ama çok sexy giyinmesini bilen bir Türk kadını!" dedi. Ben mahçup olmuş gibi, "Niye böyle söylüyorsunuz hocam?" dedim. "Baksanıza hiçbir eksiğiniz olmadığı gibi, beni iki gündür delirtmeyi başardınız Mine hanım!" dedi. Ben bu sinyalden bana ilgi duyduğunu anladım ve "Hocam nerede kalıyorsunuz?" dedim. "Burda, otelde, 309 nolu odada!" dedi. "Ben gelip sizden Kür'ü öğrenmek isterim!" dediğimde, hocanın gözleri parladı. "Mine hanım, her zaman beklerim! Hatta ben şimdi odama gidiyorum, dilerseniz siz de gelin, Kür'ümüze devam edelim!" dediğinde, heyecandan ölüyorum sandım. "Tabii hocam!" dediğimde sesim bile titremişti. Hoca, "Unutma 309!" diye fısıldayıp gitti.
Ben biraz daha takıldım havuzda, etraftan anlamasınlar diye. Sonra çıkıp havluya sarıldım ve odama gittim. Bizim herifi kontrol ettim, halen horlaya horlaya uyuyordu. Hemen duşa girip, güzelce yıkandım, parfümümü sürdüm ve çıktım. Kocam halen uyuyor mu diye kontrol ettikten sonra, sessizce odadan çıktım ve asansöre binip 3. kata çıktım. Hocanın odası koridorun en sonundaymış.
Kapıyı tıklatır tıklatmaz açıldı, "Buyrun Mine hanım!" dedi. İçeri girer girmez dudaklarıma yapıştı, duvara sıkıştırdı beni. Çok iştahlıydı. "Hocam..." dememe kalmadı, "Bırak şimdi hocayı, Murat de bana, sevgilim de bana!" dedi ve boynumu yalamaya başladı. Bir eliyle kocaman göğüslerimi sıkıyor, diğeri ile ise kalçalarımı sıkıştırıyordu. Kapının arkasında 5 dakika kadar yiyiştikten sonra, resmen muz soyar gibi soydu beni. Ben de onu tabii! Altımda sadece dantelli tanga külodum kaldı, onda da önü kabarık mayosu. Korkudan ve heyecandan elim yarağına bile gitmiyordu. Elimi tutup yarağının üzerine götürdü. Kocamınkinden sonra ilk defa bir başka erkeğin yarağına dokunuyordum, ama çok hoş bir duyguydu. Onun yardımıyla elimi mayosunun için soktum ve yarağını dışarı çıkarttım. Yarağı çok fazla kalın değildi, ama uzundu. Yarağı kalkmış, ama tam sertleşmemişti. Ben de onun elini alıp kabaran ve ıslanan amımın üzerine koydum. "Offf, iki gündür bu amı hayal ediyorum ve dün gece arka arkaya iki defa 31 çektim bu amı düşünerek!" dedi. "İnanmam!" dedim. "İnandırırız!" dedi ve beni kucaklayıp yatağa görürdü...
Beni sırtüstü yatırıp, ayak parmak uçlarımdan yalamaya başladı, baldırlarıma geldi. Halen külodumu çıkarmamıştı, külodun üzerinden amımı kokluyor, öpüyor ve yalıyordu. O şekilde bile zevk alıyordum. Sonra çıkardı külodumu ve diliyle daldı, amımı yalamaya başladı. Zevkten kuduracak gibi oldum. Beni yalayarak bir kez orgazm ettikten sonra doğruldu ve yarağını yalamam için ağzıma dayadı. O anda yarağı kocaman olmuştu. Ben pek beceremem, ama yine de yalamaya ve sıvazlamaya başladım. O da döndü üzerime ve 69 olduk, o beni ben, onu yalamaya devam ettik. Ama ben öyle bir oldum ki, artık yalvarıyordum adama, "Hadi sik beni aşkım!" diye. Birden doğruldu ve bacak arama girerek, yarağını yavaş yavaş amıma sokmaya başladı. Taşaklarını kasıklarımda hissettiğimde, ucunun amımın karşı duvarına değdiğini hissettim. Ve sakince gidip gelmeye başladı. Sertçe sikmesi için kendime çekiyordum. Bu arada amım iyice şişmiş ve sulanmıştı. "Hızla gir sevgilim, sert sik beni!" deyince hızlandı. Amıma ardı ardına soktukça 'Şlak, şlak, şlak' sesler çıkıyordu. Bu hızla 10 dakika kadar sikti. Ben bu sürede zincirleme orgazm oldum. Sonunda o da gelmek üzereydi. Yarağını hızla çıkarıp göbegime fışkırdı, çağlayan gibi aktı spermleri...
Ben, Murat da kocam gibi bitti diye düşünürken, ucundan halen bir iki damla döl çıkmakta olan yarağını ağzıma dayadı ve "Em!" dedi. Hiç bu şekilde yarak emmemiştim, ağzıma aldım yalamaya başladım. Ama inanamadım, yumuşamaya yüz tutan yarak anında tekrar kocaman oldu. "Şimdi Kür'ümüze geçelim canım! Ayağa kalk!" dedi, göbeğimdeki spermleri çarşafa topladı sildi ve bana göstererek, "İster misin?" dedi. "Hayır, kusarım!" dedim. "O zaman şimdi bana arkanı dön ve eğilerek ayaklarını tut, seni bu şekilde çıplak hayal edip 31 çektim hep!" dedi. Ben kocaman götümü ona dönerek parmaklarıma eğildim. Arkamda yatakta oturmuş, yarağını sıvazlayarak, "Bitiyorum bu senin götüne!" dedi. Yanaşarak, kılsız amımdan başlayarak götümün deliğine kadar yalayıp, dil darbeleri atmaya başladı. Bu şekilde fazla duramadım, çünkü ayaklarım titremeye başladı, orgazm oluyordum. Durumumu anlamış olacak ki, beni yatağa doğru çevirdi, ellerimi yatak başına koydu, belimi aşağı doğru bastırdı ve "Burada 1 kg vereceksin şimdi!" dedi.
Arkama geçti ve zaten ıslak olan amıma yrağını sertçe soktu ve ben hızlan dememe gerek kalmadan hızlandı. Yine 'Şlak şlak şlak' sesler çıkıyordu. Ben zevkten ölüyordum, amımın sularının yere damladığını bile gördüm. Bir elini amıma sürüp ıslattıktan sonra, parmağıyla göt deliğimi sevmeye başladı. Ben kontrolu kaybetmiştim zaten. Sonra parmağını göt deliğime sokup sokup çıkarmaya başladı. Ama müthiş zevk aldım ve ben bile şaşırdım bu duruma. İki deliğim ilk defa doluydu. Kocam bana bunu yapmıyordu, zaten yapsa da ben istemezdim galiba.
Bu şekilde amımı bir süre siktikten sonra, yarağını amımdan çıkarıp götüme dayadı. Hiçbir şey diyemedim, ilk olduğundan merak ediyordum aslında. Ve götüme yavaş yavaş girmeye başladı. Parmağıyla alıştırdığı için fazla acımadı. Yavaş ve ustaca köküne kadar girdi. Biraz bekleyip yavaş yavaş ve ustaca hızlandı. Taşakları amıma vuruyor ve müthiş zevk veriyordu. Ben rüyadaydım sanki, ilk defa bu kadar uzun sikildim ve o gün hayatımın ilklerini yaşadım. Götümü 20 dakika kadar siktikten sonra götümün içine boşaldı ve yığıldı üstüme. Ben de öylece biraz durdum. Arkamı dönüp saate baktım, 12:00'yi az geçmişti. Kocam saat 13:00 gibi uyanabilirdi. "Gitmem lazım!" dedim. "Tamam aşkım!" diyerek götümün içinde yumuşamış yarağını çıkardı. Ben hemen banyoya koşup her yerimi temizledim. Murat'ı öpüp çıktım, hızla odama gittim. Odaya girince kocam uyandı ve "Nerden geliyorsun?" dedi. "Fitnes ve sabah sporundan, sonra havuza girdim yüzdüm biraz, duş alıp yatacağım, hoca bu gün bizi çok yordu!" dedim. Duşa girdim, ama ayaklarım ve kasıklarım resmen sızlıyordu. Duştan sonra hemen yattım, uyumuşum. Kocam beni saat 17:30' da zorla uyandırdı.
Tatil boyunca, her gece kocama 4-5 dakika sikilip, her sabah da spordan sonra hocama 1,5 - 2 saat siktirdim. Tatil bitti, döndük. Ve ben hem yarağa doydum, hem de 6 kilo zayıfladım. Hayatımın en güzel tatili oldu. O zamandan beri (kocamdan başka) kimseyle sikişmedim. Ama aklım götümü siktirmekte kaldı. Kocama halen götten vermedim, çünkü verirsem benden şüpheleneceğini biliyorum. Şimdiki hedefim belli, kocamın çalıştığı işyerine yeni atanan Hakan bey var. Onun da bende gözü olduğunu biliyorum, çünkü evimize geldiklerinde, o gün tayt giymiştim ve Hakan beyin gözlerini kaçırdığını fark ettim.
Şimdilik hoşçakalın ve kendinize iyi bakın. Bayanlar, tayt çok sihirli bir giysi, hele ki külotsuz giydiğinizde sizi sikmek istemeyecek erkek yok! Bunu sakın unutmayın :))
[Mine]
225 notes
·
View notes
Note
Merhaba ben rastgele sorular soruyorum istersen cevaplayabilirsin
İnsan affedilir mi? sence iki insan iyi kötü bi geçmişi olsa tekrardan çok iyi anlaşır mi?
Birbirinizde bıraktığınız izler önemli ve karşılıklı istek. Tek taraf istiyosa zaten olmaz.
ki bu ikisi olsa bile muhtemelen eski ilişkinizi ararsınız ikiniz de ama bulamazsınız her iki tarafta da çok şey değişmiştir çünkü.
Öfkesi geçince insan her şeyi güzel hatırlıyor ama her şey bi "an" dan ibaret ve o "an" bitti bi daha yaşanmayacak sen aynı kişiyle yeniden birlikte olsan da o anlar geçti artık. Aynı kişiyle yeniden aynı anları yaşaman imkansız.
Ben o kişi yüzünden yeni insanlarla bile iyi anlaşamıyorum. Senin gibi içimde " Acaba yeniden denesek eskisi gibi o güzel ilişkiye dönebilir miyim? "diye çok düşündüm işte bu düşünce benden günden güne diğer insanlara karşı hissedebileceğim tüm güzel duygularımı almış bende sonradan farkettim.
Yani kısacası olmaz yeniden çok iyi anlaşamazsın geçmişin olan birisiyle sonuç olarak bi ayrılık olmuş ve durduk yere olmadı bi şeyler yaşandı bi sebebi vardı ve bitti.
0 notes
Text
büyüyorsun güzel kızım, o darmadağın ettiğin şehrin cam kırıklarına basa basa kalkacaksın ayağa ve öylesine asil yürüyeceksin ki... kuşlar söyledi bana, uçurdular haberini. düşmüş, yeri öpüyordu en son gördüğümüzde diyorlar. o kadar alışmış ki dipte olmaya, kalkıp etrafına bile bakmıyor artık diyorlar. dalga geçiyorlar seninle. bu bize yakışmıyor. kalk artık ayağa güzel kızım. kalk ki bir şehir yankılansın. kalk ki iki yakayı bir araya getireyim benim güçlü kızım için. gözlerin kan çanağı çıkarsın karşılarına hangi farla boyadın derler ağzın yüzün kan içinde çıkarsın karşılarına karanlıktı görmedik derler. parmakların kırık oturur cevap verirsin mesajlarına gayet iyi yazışıyodun derler. kendi acılarını bastırır çıkarsın karşılarına bir de onların canı yanmasın diye gülersin, gülüyordun lan az önce derler. inanmazlar içinin acıdığına. inanmazlar iki dakika sonra gözlerinin dolduğuna. inandırmayı bırak. anlatmayı bırak. ama kendine yük etme anlatmadıklarını. içindekilerle yürüme taşıyamazsın. aklındakilerle yürüme önüne bi taş çıkar ayağın takılır düşersin. yolunu kaybedersin, geri dönemezsin. bırak acıların yaşadığın gün bitsin. bak daha beterini yaşamayacaksın demiyorum. bunlar en kötü acıların demiyorum. geçecek de demiyorum geçmeyecek de. ama ne kadar güçlü olursan ol. hayat bu atlatırım dediğin her acıyı çıkarır karşına. geçerim dediğin her sınavdan kalırsın. bazen fırtınaya karşı dimdik durmak bile dallarını kırar. eğileceksin. boynunu bükeceksin. o rüzgâr sana elbet değip geçecek. fırtına geçtiğinde tekrar ayağa kalktığında hâlâ fırtınada nasıl boynunu büktüğünü düşünür yürürsen o taşa takılır düşersin. bırak yaşadığın ân yaşandığı yerde kalsın. atlattın mı atlattın. geçti mi geçti. illaki izi kalır. ama sen o yaralara o izlere dalarsan başka yerde başka zamanda sana açılacak yaralara yer açarsın. yaşadın evet. yaşandı bitti ve gitti. acısıyla tatlısıyla sık yumruğunu. üzüldün evet. için parçalandı evet. ama bitti. seni yüzüstü bıraktığı o gün, orada kaldı. sana bağırıp çağırdığı o gün, orada kaldı. telefonu yüzüne kapattığı o gün, orada kaldı. sen bunları atlattın. ve artık yumruğunu sıkıp acılarınla gurur duyarak yolunda yürümen lâzım. kalk şu günlerdir oturduğun asfalttan üşüteceksin. al ceketimi sırtına at. gelenler gidecek olanlardır. kendin düştün, kendin kalk. sık yumruğunu bunlar dert değil tecrübe. acı yaşamadan güçlenemezsin. yara almadan büyüyemezsin. düşmek de yakışır da, ayağa kalkmasını bilene. içindeki o sesin bak, nasıl düştün diye senelerdir kulağında çınlamasına izin verme benim bile kulağımı tırmalıyor. kalk ve de ki bak, nası kalktım. nasıl sıkıyorum yumruğumu. bak nasıl gülüyorum acımasızca. kendime bile acımam yok bundan sonra. düş. dibe bat. ama öyle bir kalk ki sen de hayretle bak aynaya. bak ve içten bi şekilde gülümse. güçlülüğünle gurur duy. ki, bu kız güzel ve güçlü kızıyla gurur duysun. biz güçlü insanların savaşı kendinedir. bizi bizden başkası yıkamaz. içimizdekiyle savaşırız. kalk ayağa ve bu savaşı kazan. seni seviyorum. sana yazamıyorum, bi gün burdan okursun.
7 notes
·
View notes
Text
Acı
Oldukça kötü, her şeyin üst üste geldiği bir hafta geçirdim, anksiyetem tavan yaptı. Bunun üzerine, pek de ummadığım bir anda, tek yakın nörotipik arkadaşımla küstüm (gerçekten tekti, diğerleri hep nöroçeşitli) 6 yıllık bir dostluk, beraber yaşanan pek çok anı… Bu noktada, oldukça acı bir tatmin duygusu yaşıyorum, “Ben böyle olacağını biliyordum” hissi. Yıllardır artık insanlarla yaşadığım, ya da onların bana yaşattığı hiçbir şeye şaşırmıyorum. Deneyimlemediğim çok az ihanet, yalan ve acı kaldı.
Bu noktada (yine) her şeyini toplayıp gitmek gerekiyor sadece. Geçmiş zaman ile bahsedilecek bir kişi daha. Onu hatırlatacak bir şey olduğunda, ağzında hep buruk bir tat kalmasına sebep olacak bir kişi daha, nasıl ki artık bulgur pilavını, tavlayı, “çetele tutmak” deyimini, ağzımda buruk bir tat kalmadan hatırlayamıyorsam, bunların üzerine yeni yükler, hiçbir işe yaramayacak yeni anı kalıntıları bırakacak bir kişi daha. İçimde sanki iki kişi yaşıyor; kelimelerin ötesinde üzgün ve kırgın olan yanım ve “Ben bunu demiştim/ben bunun böyle olacağını biliyordum” diyen diğer yanım. Dünyanın hala yaşamaya değer bir yer olduğuna, bütün insanların özünde iyi olduğuna inanan yanım ve iyi ya da kötü diye bir şey olmadığına, her şeyin tamamen anlamsız rastlantılardan ibaret olduğuna inanan yanım.
Genelde (neredeyse her zaman) hangi yanımın daha baskın olduğunu yanımdaki kişi belirler. “Standart” dediğimiz insanların yanında çok uzun zamandır hep sarkastik yanım ağır basıyor. Çaktırmamaya çalışarak kendilerini övmeleri, hayatlarındaki güya sevdikleri, güya önemsedikleri insanlar için yaptıkları fedakarlıkları, bunları yaptıkları için ne kadar “özel” olduklarını duyma beklentileri beni epey eğlendirir. Çünkü bir kurban rolü biçerler kendilerine ve yaptıkları tüm fedakarlıkların, tüm çabaların esas amacı da budur zaten, içten içe “X kişisi için bunları yaptığın için sen ne kadar iyi bir insansın!” benzeri bir takdir beklerler, asıl amaç hiçbir zaman o X kişisini mutlu etmek değildir. Bense şuna inanırım, adını hatırlamadığım bir ünlü kişinin, (muhtemelen bir psikolog, belki Freud) dediği şeye: Birini sevmek onun mutlu olmasını istemektir.
Ben gerçekten sevdiğim hiç kimseden intikam almak istemedim bu yüzden. Aklımdan bile geçmedi.
Bu yüzden böyle insanlarla beraberken, bir oyun oynuyormuşçasına eğlenirim. İçimden, kendilerine olan bu hayranlıkları ile dalga geçerim. Böyle insanlardan hiçbir beklentim yok çünkü. Hiçbir hayal kırıklığı yaşayamam böyle insanlara dair. Eskiden, küçük bir kızken, daha doğrusu ne çocuk ne yetişkin olan bir ergenken, böyle bir yanım yoktu, hani ecnebilerin “bitter” dediği bir yan, o zamanla oluştu.
Ama işte bazen, dünyanın güzel bir yer, insanların da iyi insanlar olduklarına inancımı pekiştiren insanlarla yolumu ayırmak zorunda kaldığımda paramparça oluyorum. Beklenmedik bir yerden gelen bir darbe kimse için kolay değil.
Böyle zamanlarda kendime, hayatımda yaşadığım en kötü günü hatırlatırım. Ve sonunda yine de sağ kaldığımı.
Tanrının bildiğini kuldan mı gizleyeyim, çok çeşitli acı deneyimlerim oldu. Karnına atılmış, nefesini kesen bir yumruk gibi ani ve yoğun darbeler. Sızlayan bir diş gibi, ne öldüren ne olduran, yoğunluğu düşük ama etki süresi uzun acılar (ki küçümsemiyorum, bir insanın hayatını sahiden cehenneme çevirebildiğini yaşayarak gördüm)
Ama hayatımın en kötü günü diye tanımlayacağım gün, bundan yaklaşık 12 yıl önce yaşandı.
Salaklık bu ya, yaklaşık 7-8 ay gibi bir sürede çok yakın bir dost edindiğimi sanmıştım. Yıllardır hasretini çekip de sonunda bulduğum hemcinsim olan dost, best friends forever. Yıllarca da bu hayalin peşinde defalarca incinmedim mi zaten?
Neyse, ben o dönem ilk aşkım olan ve beni terk eden eski sevgilimi hala unutamamış ve çok seviyordum. Tabii ki, her sosyal becerileri gelişmemiş nöroçeşitlinin yaptığı gibi direkt tanıştığım herkese anlatıyordum bu durumu, ardını düşünmeden. Bu kız, en yakın arkadaşta yıllardır beklediğim her şey gibiydi; destekleyici, anlayışlı, bir nevi bana “annelik” yapan. Yıllar içinde, hayatıma girip çıkan “arkadaş” dediğimiz kişilerin tamamı da buna benzer karakterde oldu, annelik dürtüleri baskın. Yaralı bir yavru kedi gibi, potansiyelini bildiğin ama sorunlu bir çocuk gibi, bende düzeltilecek bir şey görüp de beni “düzeltmeye çalışan” insanlar. Ama bu ilkiydi ve 18 yaşındaydım.
Bu kız, zaten delüzyonlarla dolu olan kafamı daha da çok saçmalıkla dolduruyordu, “Bence o da seni hala seviyor” “Sana nasıl baktığını ben gördüm” gibi. Bir şekilde yıl sona ermeden, tekrar birlikte olacağımıza inanıyordu, daha doğrusu bana öyle söylüyordu. Bu aylarca böyle gitti.
Sonra çok saçma (şu an hatırlamadığım) bir sebepten bozuştuk ve sanırım 2-3 hafta kadar konuşmadık. Bu arada onu, eski sevgilimle beraber görmeye başladım. O kadar süzme salaktım ki bunu, onla samimi olup benimle tekrar arayı yapmaya çalışmasına yordum (çünkü bana öyle söylüyordu, “ben bir konuşsam aranızı da yaparım” gibi)
Neyse, sonunda samimiyet düzeyleri biraz fazlaca artınca, ortak bir arkadaşıma sordum ikisi beraberler mi diye. (“Çıkıyorlar mı”ydı o zamanki deyim) Öyle bir şey yok saçmala falan dedi o kişi.
Ama ertesi gün, bu kız, eski arkadaşım olan kişi, yüzünde çok ciddi ve rahatsız bir ifadeyle, “Konuşalım mı?” diyerek geldi. Yukarı kantine çıktık, başka kimse yoktu. Dışarıda deli gibi yağmur yağdığını hatırlıyorum, mor bir etek giymiştim ( o eteği bir daha giymedim) Üniversite sınavına 1 hafta vardı.
Sonuç olarak bana, “Böyle böyle sormuşsun, başkasından duyacağına benden duy istedim, biz sevgiliyiz.” gibi bir şey söyledi. Ben sorular sormaya başladım, ne zaman başladı bu vesaire. Seni daha çok incitmek istemiyorum dedi bana. Ben dedim ki, her detayı bilmeliyim, hazmedebilmek için.
Böylece kendime bunu yaptım. Yaklaşık 1 saat orada oturup, her cümle içime kızgın şişler sokuluyor gibi hissettirirken, bir zamanlar en yakın dostum ve ilk aşkım olan, beni terkeden kişinin, bir zamanlar en yakın dostum olan kişi ile aşklarının giriş, gelişme ve sonuç bölümlerini dinledim. Ona iltifatlarını. Bizim ilişkimizde benim “ öyle” sandığım ama hiç de “öyle” olmayan şeyleri. Benim hakkımda gerçek düşüncelerini, ve kadın kişisinin şimdi nasıl da ona hak verdiğini.
En başında hiç böyle planlamadığını ama bir kere dışarı çıkınca eski sevgilime aşık olduğunu, onun zaten uzun zamandır ondan hoşlandığını falan anlattı. Neyse detaylarla sizi sıkmayayım, neticede “Bu ciddi bir ilişki, ciddi düşünüyoruz, sen de buna saygı duymak zorundasın” dedi. Bıçak ilk sokulduğunda hissetmezsin derler ya, benimki de öyle bir şeydi herhalde o an. Sordukça sordum, işte gerçekler önüme serilmişti ne kadar mide bulandırıcı olsa da. Sordum işte, nasıl ciddi vesaire vesaire.
En sonunda can alıcı noktaya geldik, eski sevgilimin benimle ilgili ne düşündüğü. Bu noktada hikayede beni bile şaşırtacak bir plot-twist oldu ve, dedi ki, “Zaten seninle konuştuğumuz her şeyi biliyor çünkü şifremi (facebook muydu mail miydi neydi) ona vermiştim ve konuşmalarımızı okumuş.”
Yaşadığım en büyük utanç bu sanıyorsan yanılıyorsun sayın okuyucu, dahası da var ne yazık ki.
Kısacası, benim sınavlar bitince eski erkek arkadaşıma gidip hala onu sevdiğim ve tekrar birlikte olmak istediğime dair bir konuşma yapma planım vardı. Diyorum ya, korkunç derecede salaktım ve sahiden yüzyılda bir yaşanacak bir aşk yaşadığımızı falan zannediyordum. En yakın dostuna aşık olup sonunda sonsuza kadar mutlu yaşadığınız bir peri masalı işte, klasik. Ben bunu gerçek zannediyordum o zaman.
Bu fikrimle, daha doğrusu sanrımla, eski sevgilim bayağı eğlenmiş. “Gelsin konuşsun, eğleniriz.” demiş falan. O an yer çekimi sıfırlandı gibi hissettim, sanki dünya ayaklarımın altından kayıyordu somut bir biçimde. Buna benzer bir duyguyu 3 yıl önce bir kez daha yaşadım, trafik kazası yaptığımızda. Yüzümden kanlar akıyordu, “Galiba burada öleceğim, galiba hayatım burada bitti.” gibi hissetmiştim.
İşte o gün, fiziksel hiçbir yaram yoktu ama his aynı histi, hayatım o noktada bitmişti. Ben ölmüştüm.
Belki de hala bir tutunma çabasıyla, hala hayata dair somut (ve belki de “iyi”?) bir şeyler hissetme çabasıyla, kendimin şunu dediğini duydum: “Sana sarılabilir miyim?”
Sanki birine sarılırsam, yaşadığım şeyin gerçek olduğunu idrak edebilecektim, ya da en azından, savrulmadığımı, yok olmadığımı, ölmediğimi bilecektim. O an aklımdan ne geçti bilmiyorum, sadece birisine sarılmak için yoğun bir ihtiyaç duyduğumu hatırlıyorum.
Bugün bile net hatırlarım, ben zavallı bir sümüklüböcekmişim gibi tiksintiyle baktı bana, sanki “Sana bunca yaptıklarımdan sonra hala bunu nasıl sorabilirsin?” der gibi. “Hayır, bu doğru olmaz, ben artık gitmeliyim.” dedi ve gitti. Ben utanç duygumu o anda kaybettim mesela. Bu olaydan sonra, hiçbir şey bana utanılabilecek bir şeymiş gibi gelmiyor. Birisi hakkında söverken yanlışlıkla o kişiyi mi aradın? Hahahaha dostum, benim en yakın arkadaşımla eski sevgilim, birbirlerine aşık olup benim eski sevgilime duygularımı açmam üzerine konuşup eğlenmişlerdi, bu da bir şey mi? diyesim geliyor.
O gün orada benim bir parçam öldü.
Sonrasında iyileştim, çok mutlu da oldum, başka dostlarım oldu, aşık da oldum, ama benim bir parçam o gün öldü orada.
O gittikten sonra 5-10 dakika daha oturdum. Vücudumun kontrolünü kaybetmiş gibiydim, istesem de kalkamıyordum oturduğum yerden. Sonra kalktım kendimi dışarı sürükledim. Hala deli gibi yağmur yağıyordu. Oraya yakın bir park vardı, bir banka bıraktım kendimi. İliklerime kadar ıslandım. Sonra annemi aradım, dedim ki “Gel beni al çünkü ben öldüm, benim hayatım bitti. Beni al ve bir kliniğe yatır.”
Geldi beni kaldırdı, arabaya bindirdi. Yolda olanları anlattım, sanki yaşayan ben değilmişim de bir başkasıymış gibi. Eve gittik, öylece, ıslak giysilerimle yatıp uyudum. 24 saat uyudum.
Bu hikayeyi neden anlattım, çünkü birini sevmek, arkadaş, sevgili, anne, baba,kardeş, çocuk, her ne ise, onun seni sevmesinden tamamen bağımsızdır ve birini sevmek demek, onun mutlu olmasını istemektir. Buna tüm kalbimle inansam da, her zaman küçük bir ekleme yapıyorum, “Aynı zamanda biri, senin için hiçbir çaba harcamasa da varlığı ile seni mutlu edebilmesidir.” Bu kadar. Bu ikisi.
Bu hikayeyi anlattım çünkü bu hikayedeki iki kişi de bana ne gerçekten değer vermiş, ne de beni sevmişlerdi. Sonradan gördüm ki işin aslı, sadece arkadaşım olan kişiyi ben de pek sevmemişim sadece çok yalnızmışım.
Ama benim hayat hikayemde, ilk aşkı ilk dostluktan ayırmak pek mümkün değil bu kadar iç içe olduğu için ve ben o kişiyi yalnızca bana aşık olduğu için, yalnızca benim için çaba gösterdiği için veya çok yalnız olduğum için değil, o beni hiç sevmemiş olsa da gerçekten bir insan olarak çok sevmiştim, çok değerliydi. Bu sebeple tüm bu yaşananlardan sonra bile beddua etmedim, kötülüğünü istemedim, aklımdan intikam senaryoları geçirmedim. Çok uzun yıllar sonra, onun yıllar süren ilişkisinin bittiğini duyduğumda, kendimi bile şaşırttım ve onun adına üzüldüm. Belki kahroldum gibi değil ama, tüh ya keşke öyle olmasaydı gibi. Çünkü bir yerlerde mutlu olmasını istemiştim sadece.
Bu yüzdendir ki, başka insanların sevgiyi bahane ederek “Beni çok incitmişti o yüzden ben de mahsus X yaptım” , “Şöyle dediği için ben de bilerek böyle dedim” gibi bahanelerini anlamakta zorlanıyorum. Zorlanmak da değil ya, direkt anlamıyorum. Ne kadar incitmiş olabilir ki seni? Ne yapmış olabilir ki en uç noktada?” diyesim geliyor. İnsan sevdiği birine kıyamaz, ben böyle inanıyorum.
İşte bu yüzdendir ki, ben de aynen böyle sevilmeye ihtiyaç duyuyorum ve bunu karşılamayan ilişkilere tahammül düzeyim azalıyor yaşım ilerledikçe. Bu yüzdendir ki hep bitiyor insanlarla olan çeşitli ilişkilerim, geriye sadece bu kadar gerçek, bu kadar saf, bu kadar temiz olanlar kalıyor. O da en yakın dostum işte, 20 yıllık dostum. Mesele şu ki, o da DEHBli ve birçok yönden neredeyse aynı insanız. Onun daha uyumlu, benim daha sivri, inatçı ve tartışmayı seven bir yapım olması hariç belki.
Bu sebeple de hep zorladım nörotipiklerle ilişki kurmayı, farklı olan biri tarafından anlaşılmak, sevilmek daha cazip geldi hep. Bu arkadaşlığın da bitişiyle görüyorum ki bir noktada zorlamamak lazım, olmuyorsa olmuyor.
Bazen bazı şeylerin altından kalkamayacağım gibi hissedersem de kendime hep o günü hatırlatıyorum, neticede o günü atlattım. Belki de sandığımdan daha güçlüyüm.
0 notes
Text
düşüncelerimin hiçbir tarifi yok, belki hiç olmadı, belki hiç mutlu olmadım, belki hiç yoktu, belki hiç olmamıştı. hiçbir şey olmamıştı ama çok şey vardı, çok şey yaşandı ama hiçbir şey olmadı ve bitmedi, hiçbir şey yoktu ve bitmedi ve başlamadı da. belki çok boş bir şey yazıyorum, belki çok boş yaşamıştım. önemi var mı? belki de çok önemsizdi. bir şeyler başladı mı? bitti mi? bir şeyler var mıydı? bir şeyler olurken sadece yanından mı geçtim? çok mu geçtim yoksa daha mı geçmem gerekirdi? çok mu geçti yoksa erken miydi? bu benim zamanım mıydı yoksa geçti mi? çok mu fazla geçti yoksa geçmemeli miydi? yaşıyor sayılır mıyım dahil olmadığım ya da dahil olmak istemediğim dünyanızda? ben mi seçmiştim her boku? ben, seçememiş miydim yoksa? yoksa göremedim mi sonuçları ya da başlangıçları? kim hesabını verebilir ne kadar üzgün olduğumun ya da ne kadar kırgın olduğumun? en önemlisi de kimin umrunda bunlar? anladığım ve emin olduğum bir şey var artık; sikimde değil artık bazı şeyler. ve emin olduğum bir şey daha; çok fazla sikimde bazı şeyler. olmaması gerekenleri yaşadınız, olmaması gereken insanlarla ve olmaması gereken ben ile. en emin olduğum şey de benim olmamam gerektiği. kimin nesiyim ben? kimim lan ben? ota boka üzülüp kırılan ve belki bazen ota boka üzen ve kıran mı? yoksa hepsi normal ama anormal mi geliyor? hiçbir şeyi bir yerlere bağlayasım bile yok şunu yazarken. bazı şeylerin canı cehenneme başkaları yüzünden gidiyor bunu bilin. ben o başkaları da olabilirken canı cehennemde olan da olabiliyorum. belki başıma gelenleri çok hak ediyorum ama belki düşündüğüm kadar da hak etmiyorumdur. hak ettiğim bir hak bile verilmezken neyin haytı ki bu? nerdesiniz anlamıyorum, ne yapıyor, ne yapmaya çalışıyor ve ne yapmak istiyorsunuz anlamıyorum ama ben cidden sıkıldım. çok şeyden, çok sıkıldım. fazla bıktım. hepsini, her şeyi bırakasım var. neyi bırakamadığımdan ben bile emin değilim ve neyi tutuyorum ki bırakmayayım? salağa yatmak basitti bu güne kadar ama aslında hiç basit olmamıştı da. hepiniz, hayatından gelip geçtiğim, geçiyor olduğum, oralarda bir yerlerde duruyor olduğum herkes beni muhtemelen tanımadı. hepinizin çıkarımları yanlıştı belki, belki birkaç işlem gerekirdi doğrultmak için. bense hiç doğrulamayacağım, beni tanımlamanız doğru da yanlış ta olsa ben doğru olanları yaparak yanlış yerlerde koşup duracağım. bıktım ama bıkmayacağım, yoruldum ama yorulmayacağım. çünkü hiçbir yanımı tanımıyorsunuz. yapıp yapmadıklarımın hiçbir yanını bilmiyor, göremiyorsunuz. belki bir rolüm var, belki ben birkaç rol seçtim, belki rol yapmak zorunda kaldım. çok fazla az yaşadığımsa kocaman, acı bir gerçek. gerçeklerimin acı ve az oluşunu benim seçmediğime yemin edebilirim. burda olmayı da benim seçmediğim gayet açık ve nettir diye düşünüyorum. istediğiniz her şey sizin olsun. beni rahat bıraksanız yeterdi. ama size yetmedi biliyorum. görmediğimi düşündüklerinizin gözlerine bakıyorum, farkında olmadığımı düşünerek farkıma bile varamayorsunuz. asıl farkındalıksız olansınız ama farkında değilsiniz. güzel anları sayabilirim biraz, boktan olanlarınsa her zaman içindeyim. beni dışarı çekecek bir tane bile gönüllü aranızda değil muhtemelen. belki onu da düşürdünüz. belki hiç ayakta bile olmamıştı. her şey biraz garip, her şey niraz anlamsız, her şey biraz boktan ve bu durum hepimize girsin ne diyeyim? iyi geceler.
0 notes
Text
Sahiden İyimi Geceler (-15-)
**vay amk net bişey demedi bende tırstım tekrar sormaya bölük astsubayına gittim durumu anlattım komutanım net bişey demedi dedim izin almadan izin kagıdı hazırlayıp imzasına sunarsak hiç vermez uygun zamanlarda tekrar sor dedi ekşın nereye ben oraya peşinde koşarken sabah koşularında benimle dalga geçmelerinin hemen ardına komutanım izin dedim bakarız dedi gündüzleri odasına istemeden içecek götürdüm komutanım izin dedim bakarız dedi bi türlü bakmadı ebruyu oyalayamaz hale geldim bi gün yine benim izin peşindeyken çağırmamı istediği askeri bulamadığım için bana kızdı biraz da bağırdı çağırdı eh amk bu hayatın ne olcaksa olsun diye -ben izne çıkmak istiyorum komutanım dedim -yok sana izin dedi -gitmem lazım komutanım kendim için değil dedim -ne oldu amına çakim arkadaşım bi sağlık sorunu mu var dedi -özledim komutanım dedim -ne zaman gitmek istiyorsun dedi -en kısa zamanda dedim -tamam hazırlat evraklarını dedi -emredersiniz dedim ebruya haber vermedim yazıcılar evrakları hazırladı imza işleri halledildi ekşın tabur komutanına da imzalattıktan sonra param var mı diye iyice sorup paramı gösterip tatmin olduktan sonra bana bilet almam için hafta içi çarşı izni verdi 10 günlüğüne alanyaya gidecektim bileti aldım ebruya yine bişey demedim ve izin günü geldi bindim alanyaya akşam üzeri indim **valizi bırakmak için eve gitmeden önce bir tane simkart aldım sim kart açılıncaya kadar eve gittim annem yaylada oldugu için onun elini öpemedim kardeşimle ve babamla görüşüp babamdan bir miktar para aldıktan sonra dışarı çıktım telefon açılıp kullanılabilir hale geldi ilk aradığım kişiyi zaten biliyorsunuz ama cevap vermedi tekrar aradım yine vermedi -ben kelebek acil aç dedim 5 dakika sonra sessiz bir yere gidip yine aradım bu defa açtı -kelebek dedi benmiyim acaba şüpheleriyle çok kısık bir sesle -ebru dedim -nerdesin bu kimin telefonu dedi -nerde olcam askerdeyim.bir arkadaştan aldım seni aramak için sonra silecem numaranı dedim -tamam da konturluden neden aramıyorsun dedi aranır mı amk direk göreceksin 0 242 yi sürpriz kalmayacak -çok sıra vardı ama ben sesini özledim dedim -bende çok özledim kelebeğim dedi -nerdesin dedim -evdeyim dedi -shh kapatmam lazım komutan geliyor galiba görüşürüz ararım birazdan dedim telefonu kapattım evdeymiş öğrendik **evin önüne gidip arasam yoldan geçen araba seslerini duyup kıllanacak o yüzden aramadım otele gittim ebrunun babasının yanına bi iş gerekçesi ile bir yere gitmiş telefon açtım geldiğimi ve ebrunun haberi olmadığını ona sürpriz yapmak istediğim söyledim -yarım saat bekle ben eve gidicem bu akşam ebru yemek yapacaktı sen de gelirsin dedi yarım saat kadar personelle takıldım sonra geldi arabadan inmeden beni çağırttı arabayla eve doğru giderken kırmızı bir gül aldım ebrunun annesini aradı ve durumdan bahsetti ebrunun annesi ebruyu markete göndereceğini bu sırada bizim eve görünmeden girebileceğimizi söyledi arabayı kenar bir yere park ettik annesi balkondan bize gerekli izni verdikten sonra eve girdik ebruyu ilk görüşüm sırtı dönük olarak oldu biz eve girdik bu sırada annesi bir servis daha açtı masaya bana onun odasına girip beklememi söylediler kapı çalınca içeri girdim ki her taraf ben amk duvarda resimlerim masada ona yazdıklarım bilgisayarının ekranında ikimizin resmi ona hediye ettiklerim yastıgının başucunda ebrunun içeri girdiğini duydum **pis pis sırıtıyordum birazdan yapacağım sürpriz için ebru babasına hoşgeldin nasıl geçti günün diye konuşurken sana yemek yaptım diye kendiyle böbürlendi biraz bekledim telefonun tüm seslerini kapattım ebruya mesaj yazdım -şu an ikimizin yıldızına bakıyorum sende balkona çıkıp bakar mısın beraber izlemiş olalım yine dedim içerden mesaj sesi duyuldu -geliyorum bi saniye diye içerdekilere seslendiğini duyunca yemek yenen salona sessizce girip yerimi aldığımda gerçekten de dışarda balkondaydı -balkondayım şimdi yıldızımızı arıyorum dedi -içeri bak görürsün belki diye gönderdim mesajı baktım aklına gelmiyor evin içine bakmak benim orda olma ihtimalim gülü aldım balkon kapısına yaklaştım kapıya elimi dokundurup kapı gıcırtısına bana bakmasıyla gözlerini bir süre açık tutup şaşkın bakışlarını gülümseyen bakışa çevirmesini sadece gülümseyerek izledim hiç birşey diyemedi -hoşgeldin de mi demiyeceksin dedim gülü uzatarak -gıcıksın işte demiycem dedi -tamam gideyim o zaman dedim onun dediği gibi gülümseyerek birden boynuma depara kalktı öyle bi sıktı ki gül heç oldu tam ayrılacakken sarılmaktan henüz aç mideme bir tane yumruk salladı -bu ne şimdi dedim acılı gülümseme ile amk dayak yemek kaderim midir nedir herkes dövüyor -sebebini sonra anlatırım yalnız kalınca dedi -tamam dedim ** masaya oturmaya davet edildik ebrunun yaptıgı tek yemek ve annesinin yaptıgı yardımcı yemeklerle dolu olan masaya oturduk herkes tabağını doldurmaya başlarken -yemeyecek misin dedi ebru -bana pizza mı söylesek korkuyorum yemekten dedim annesi ve babası gülerken ebru pis pis bakarak -bunu da hatırlat bana sonra dedi sonra ebrunun yaptıgı yemeği tabaga koyarken henüz tadına bile bakmamışken -ebrucum süper olmuş valla eline sağlık çok begendim tarifini verir misin bunun dedim -kelebeek tamam yeme istemiyorum dedi -çok açım mecburen yiyecem dedim bir çatal aldım değişik bir tat kitap tarifi bir yemek oldugu belli ama malzemeden çalmadıkları için çok güzel olmuş ebruya yemeği konusunda yaptığım şakalardan dolayı 2 buçuk tabak yedim ki alınmasın gerçekten begendiğimi görsün diye yemek sonrası ebrunun babası bir de kahve içelim elinden dedi o kahve yaparken ben de masayı kaldırdım annesinden rica ederek her mutfaga gidişimde ebrunun boynundan bir kere öptüğüm için o kahve yapmayı uzattı bende yük taşıyabilme hamallığımı azaltıp azar azar götürdüm tüm kaldırılması gerekenleri kahvelere geçtik onları içerken ebrunun kardeşi de geldi beni görünce sarıldı o bile özlemiş amk dışarda bir yerde burger yemiş piço karnı da aç değil o yüzden biz konuşmaya devam edip sürprizin kritiğini yaparken gülüşmeler yaşandı herkes o an ki durumdan memnun gözüküyordu ebru odasına izin isteyerek gitti geri geldiğinde daha çarşıya çıkılır bir kıyafet giymişti -biz biraz yürüyebilir miyiz baba dedi **gerekli izni alıp görüşürüzlerle onlardan ayrılıp asansöre bindik stop düğmesine basınca ebru beni öpmesini hızlandırmak için elimi kaldırdım fakat boşta olan karnıma bir tane daha vurdu ekşının şiddetinden uzak -vurup duracak mısın böyle dedim beklemediğim yumruğu yeyince -evet hakediyorsun dedi -ne oldu dedim -deli neden ilk bana haber vermedin seni doya doya öpseydim sarılsaydım ya ilk gördüğümde dedi -bu yumrukların sebebi bu mu şimdi dedim -ikincisi yemeğimle dalga geçtiğin içindi dedi -yedim eline sağlıkta biraz daha hızlı vursan hepsini çıkaracaktım dedim -pislik dedi ellerimi tekrar kaldırdım hafif karnımı büküp olası bir yumuruğa karşı önlem almak için bu defa şiddetli yumruk değil öpüşme yaşandı asansörde baskın yeme ihtimaline karşı apartmanı terk edip ikimizin yeri olan iskeledeki yere gittik sağda solda gördüğüm dostlarla kısa merhabalaşmalarla sırtımı bankın oturulacak kısmına başımı ebrunun omzuyla kalbi arasına yasladım kalp atışlarını hissedecek şekilde o elleriyle beni nasıl sarsa derdindeyken arasıra eğilip alnımı öptü ellerimi elleriyle yavaşça çitiledi kelebeğim ler ebrularımla karşılıklı düet yaptı kısık sesle söylenen seni seviyorumlar dalga seslerini ancak bastırdı gelen geçene aldırmadan iki aşık rolü ustaca oynandıktan sonra kaç gün kalacağım ne yapacağımız konuları ele alındı ebru benimle uyumak istediğini söylemesi ile bunun yolları arandı **bizim eve gitmek için izin almak gerekliydi. ilk geceden bizim eve gitmek bir şekilde ailesine yapacagımız şeyler için izin almak olacagından bu fikir hoş olmazdı uyumaktan bahsediyoruz yani tüm geceyi sabah dahil beraber geçirmek ailesi de biliyor benim geldiğimi ebru ben kuzenlerimde kalacam dese kimse inanmaz kalktık yerimizden du bakalım ne olcak diye evlerinin önüne geldik ışıklar hala yanıyordu -hadi eve çıkalım bir bakalım durum ne diye dedim eve çıktık karnım acıktı amk. askeriyede alışmışım akşam yemeğinden sonra gece de tost yemeye ebrunun annesi ile babası filme bakıyor kardeşi de odasında kim bilir ne bok yiyor -ne yaptınız çocuklar dedi annesi -ebru gezdik biraz siz ne yaptınız dedi -filme bakıyoruz dedi annesi eveeet filme bakmak ebruya dönüp kaş göz işareti yaptım anladı durumu -nasıl film güzel mi dedim -iyi şimdilik az kaldı bitmesine dediler -tamam bitsin bizde bakarız o zaman dedi ebru karnım hala aç ebruya durumu anlattım gel dedi mutfaga götürdü ekmek arasına koyabileceğim malzemeleri çıkardı bende begendiğimden seçip arasına koydum ebru annesi ile babasına da bişey içermisiniz diye sordu onlara meyve suyunu doldurdu ** karnımı doyurduktan sonra biraz oturduk bu sırada onların filmde bitti biraz yüzsüzlük yapmam gerekecekti çünkü ayaga kalktılar film bitti diye bu durumda misafirin siktirip gitmesi gerekir ev sahipleri uyuyacagı için ebru araya girdi bizde izleyelim diye onlar tamam biz yatıyoruz deyip odalarına geçince biz ebrunun odasına geçtik dvd yi de alarak ebrunun tv ye bagladık onun yatagına yattık filmin sadece başını hatırlıyorum sonrası ikimizinde pek umrunda olmadı kendi kendine oynadı film saat 5e kadar sürdü sonra o uyuya kaldı ellerini üzerimden yavaşça kaldırıp gidecegimde yine uyandı -gitme bu saatten sonra dedi -bu saate kadar burda oldugumu bilmesinler ayıp olur dedim bırakmadı biraz daha beklemem gerekti onu tekrar uyutabilmek için bu defa o beni sarmadan elleriyle ben sardım ki kaçabileyim uyandırmadan uyku benim de gözlerimden akıyordu o kadar yol yorgunlugu vardı çünkü ha uyudu ha uyuyacak derken sabah bizi kaldıran ebrunun annesi oldu salondan seslenmesi ile saate baktım 11 e geliyordu bu demek oluyor ki babası işe gitmiş ama muhtemelen bizim beraber yattıgımızı görmüş annesi de aynı sebebten dolayı bizi odadan kaldırmak yerine salondan kaldırmış rezillik çok büyük çünkü filme bakarken uyuya kalmış olma imajında çok uzak bir haldeyim kot pantolan kendini içeri girenlere işfa edecek bir yerde nasıl kalkacam da kadının suratına bakıcam amk ebru kalktı onun hiç umrunda değil amk. **sanki her gece beraber yatıyormuşuz gibi kalktı ne yapacagını bilmez beni öptü salona geçti sesli sesli annesini öptü ben odadan kafamı çıkaramıyorum kahvaltı hazırmış diye odaya tekrar girince çıkmak zorunda kaldım uzun zaman sonra boynum bükük kahvaltı yaptım utancımdan dolayı hay amk nasıl uyuya kaldım kahvaltıyı yaparken ne yapacaksınız sorusu geldi denize gideriz herhalde dedi ebru sonra kapandı konu kahvaltı sonrası ben kaçmak için izin aldım ebrudan ama tek şartla üstünü değiştir denize gitcez annesi mutfaktayken ona teşekkür ettiğimi belirten seslenme ile evlerinden ayrıldım eve gidip dolapları karıştırdıktan sonra şort havlu ne lazımsa aldım gittik denize deniz muhabbeti aynı uzan bişeyler iç arasıra denize atla denizde sarıl tuzlu tuzlu öpüş biraz da alnımla burnum kızardı o kadar kreme ragmen ilk defa görüyor güneşi çıplak beden o da nasibini aldı birazcık akşam üzeri ebruyu evine bıraktım bende eve geçtim onlara çıkmadan biraz uzandıktan sonra otele davet ettiler orda yemek yedikten sonra onları bizim yaylaya götürmeye davet ettim ** bi taşla iki kuş vuracaktım ne ikisi amk. kuş sayısına bakın şimdi ebru yanımda olacak 1 ben araba sürmeyi bilmediğim için babasını şoför olarak kullanacam 2 envayi çeşit yol masraflarından kurtulacam 3 annemi görecem 4 onlarında görmek istediği bir yere doganın bana göre en güzeline götürecektim 5 bu kadar kuş milli parklarda kalmadı amk tamam dediler -ne zaman gidelim dediler aklımdaki plan dün gece ailesine uygunsuz bir şekilde yakalandığımız için hem olayın üzerinden zaman geçsin hemde ebru bu gece de benimle uyumak istemesin diye -sabah erkenden çıkalım yola dedim -iyi sende bizde kal o zaman dedi ebru deme ebru öle amk deme yine kızarttın beni tek ben degil kimse ne diyeceğini bilemedi -salonda yatsın baba bi de onu uyandıralım diye vakit kaybetmeyiz beraber kahvaltı yaparız gideriz dedi bu fikir onları yumuşattı biraz tamam bakarız dediler ekşın reyiz gibi -gerek yok ben sabah taksiyle gelirim diye kolpa yaptım ne gerek var diyeceklerini bildiğim için gece iskeleye yürüyüşe gittik süt mısır yedik beraberce sonra eve döndük herkes temkinliydi erkenden yatalım dediler bana yatacagım yer gösterilirken akıllı olun mesajı gönderildi sanki inceden **ben akıllıca yattımda ebrunun yanıma gelirken aklı nerdeydi bilmiyorum yattı yanıma mecburen uyumadım onu yatagına göndermek de 3 saatimi aldı sabah kalktıgımızda ikimizde ayrı yataklardaydık uyuya kalmadığıma sevindiğim anlardan birisi oldu hazırlıklar yapıldı caps makineleri alındı bindik arabaya yaylaya dönüş yolunda yaz meyvelerinden oluşan bir kaç poşet marketten alınmış yolda görülen çocuklara verilecek zamanın lüks çikolotaları benim tarafımdan listeye eklenmiş yağ şeker salça vesayire derken 1 bucuk saat süren yolculuktan sonra bizim yaylaya geldik tel çekmediği için annemin de haberi yoktu beni görmesi ile bana koşup sarılması ahaliyi biraz duygulandırdı ama dayımın esas duruş komutunu çok güçlü sesiyle söylemesi duyguyu gülümsemeye çevirdi ebrular karşılandı tanışmamış olanlar tanıştı sabahtan kalan ocagın altına kuzenler tarafından odun eklenip onlara gözleme yapıldı çardakta oturuldu benim hakkımda bolca konuşuldu ebrulara köy gezdirilirken ikram edilen elma armut yeni yeni çıkan yayla üzümü kiraz ikram edildi tarladan toplanan mısır közde pişirip ikram edildi sonra onlara hediye edilmek üzere domates patlıcan biber sogan gibi sebzelerle beraber meyvelerinde oldugu bir kasanın agzı iple iyice sarıldı akşam üstü olan iki adet horoza oldu ** çaylar da içildikten sonra gidelim dedi annem bi gün daha kal diye bana yalvarınca ebru da bir günde ben kalayım diye ailesine yalvardı sonuçlar pozitif onları gönderdik ebru ben annem ve kız kuzenlerim çardakta kaldık kuzenler ebruyu esir aldı sorularıyla annem de beni derken annem ben yatıyorum dedi laf eden olur siz de fazla kalmayın yatın dedi kuzenler çardağa yıldızlar altına iki ayrı yatak hazırladılar onlar gitti biz yıldızları izledik yaylada fazla ışık olmadığı ve yüksekte oldugumuz için hepsini çok net görüyorduk matemetikle arası iyi olan mimar adayı ebru bile o kadar yıldızın varlıgından habersizdi hafif serin esen rüzgar 300 metre aşşagıdan akan derenin derinden gelen kurbağa sesleri eşliğinde sadece sarılarak yattık sabah ki kahvaltıya ebru hayran kalmıştı ben ise sadece özlemiştim tamam da biz nasıl geri dönecektik amk köy dolmuşu desen sabah erkenden gidiyorlar ki çoktan gittiler giden birini beklesen kim bilir ne zaman gider arabada boş yer olur mu? gitmesek olmaz telefon yok ebrunun annesi meraktan ölür kahvaltıyı yapıp ebruyu 600 metre aşşağıda akan göksu nehrine götürdüm çocukken hep yaptıgım ama büyüyünce yazları çalışmaktan fırsat bulamadığım balık avlamayı yaptım bi kaç tane tuttum da ama ebru hepsini yazık diye geri suya bıraktı **bu sırada onunla konuşurken bir tane balık yakalandıgını farkedip kargıyı ebruya verdim -şunu bir tutda sigara yakayım diye o eline alır almaz panik yapıp kaldırdı balık etrafımızda dolaşırken ebrunun aslında bana sarılmak olan amacı benim belime kadar ıslanmama sebeb olan suya düşmeme sebebiyet verdi balık bi yerde ben bi yerde ebru hanımda çok pardonlu kıs kıs gülmelerde sessizce hafiften gülümseyerek dışarı çıktım balık avladıgımız kayanın üzerine çıktım -bişey olmaz hadi gidelim dedim böylece o ayaga kalkınca onu suya atmak için daha az yorulmuş oldum zaten herhangi bir tehlikeye çarşı suya dayanıksız tüm eşyalar ebrunun çantadaydı onlara bişey olmadı ebruyu suya attıktan onun agzından çıkabilecek tüm küfürleri duyup pislik gerizekalı salak aptal manyak olduktan sonra bende atladım suya benim ıslatılacak yanım kalmamıştı balıklama atladığım için ama ebrunun yüzü sanki biraz kuruydu görev tamamlandıktan sonra sudan kaçmaya çalışan ebruyu iyice kızdırdım tekrar tekrar yakalayarak ben gidiyorum dedi başladı yürümeye nah gidersin amk biraz yürüdükten sonra sinirinden oturdu kaldı gönül alma görevi böyle başladı numaradan düştüm ıslakken komik olayım diye yerdeki kırmızımsı toz üzerime yapıştı çaktırmadan yüzüme de sürdüm elimi yanına gittim gülmemesi elde degildi ama gülmüyordu triplerde yine -affetmedin mi dedim ---hayır dedi -boşuna çamura yattık desene dedim -çok gıcıksın dedi -hadi gidelim seni bi yere götürcem dedim -kurumadım daha dedi -gel sen dedimm tuttum ellerinden yürürken üstümden biraz çamur alıp yüzüne sürdüm tokadı da haketmiş oldum böylece sonra ben yine suya daldım çamurun yarısı çıktı gerisini çıkarmaya uğraşırken o da girdi suya tamam işte olay bu barıştık yine nehir sefasından sonra geri yürüdük bayır bir yerde oturduk iyice kurumak için ona papatya tarzı çiçekler topladım ama bir türlü taç yapamadım amk. mundar oldu o kadar çiçek biraz da uzandık diz baş yine iyice kuruduktan sonra bir kaç dudak teması akabinde armut çaldık ama dedemin bahcesinden haram olmaz amk eve geldik ki annem kıyamet kopardı bu ne hal diye ebruya bir şalvar verdi kuzenin birisi tam köylü kızı oldu o da şikayetçi olmadı bu durumdan akşam köy ekmeği yapmak için toplanmış bayanları izledi arkasından çökelekli ve papatesli gözlemeden yedik ama hala bir geri gitme planı yoktu bu durumda sabah köy dolmuşu ile gidecektik **ebrunun yıkanmış kıyafetleri asıldı kız kuzenlerler iyice muhabetti kurdu ben bile ikinci sırada kalmaya başladım oturup konuştuktan sonra yatma vakti geldi yine ikimize farklı yatak ama birisi yine boş kaldı sabah horozun bile nde açma germe hareketleri yaparken kalktık dolmuşa bindik nostaljik bir yolculukla bu kim lan kimlerdensiniz sorularına yanıt vererek alanyaya geldik telefonun ilk çektiği yerde aileye haber verdik sonra onu evlerine bıraktım ama bende kaldım ailesinin ısrarı üzerine ne yaptıgımız nasıl geçtigi konusunda ikimizde çok memnun gözükünce ortada bir sorun kalmadı kahvaltı sonrası ebrunun annesi ile çarşıya çıktık ilk gittiğimiz yer bir tuhafiye oldu ebru burda kuzenlere dikiş nakış işlenmeye hazır tülbent mil iplik yani çeyiz yapılmaya gereksinim malzemeler aldı bolca öğlenden sonra aynı köy dolmuşuna verdi kuzenlere göndermek üzere bir gün tekrar gidelim diye yineledi ebruyu evine bıraktı eve geçmek için ondan ayrılır ayrılamaz aslında mutluluğumun tek sebebinin o oldugunu farkettim yürüdüğüm yol bindiğim otobüs indiğim durak girdiğim evimiz onsuz olunca bi anlamsızdı amk onsuz hayat bimde satılan le diye başlayan şeyler kadar adiydi. resmen le hayattı amk o gece evlerinin önüne gidip telefonda konuştuk birbirimizi görerek ta ki benim şarj bitinceye kadar ** sonra eve dönüp yattım onsuz ertesi sabah ekşını aradım haber ver demişti gidince kaç gün geçti amk -amına çakim arkadaşım şehit oldum sandım nasılsın dedi -saolun komutanım dedim -ne var amına çaki çabuk söyle ekşın peşindeyim dedi -iyi olduğumu söylemek için aradım dedim -tamam amına çakim vaktinde gel. zaten kaç gündür asker dövmüyorum dedi gülerek -bi emriniz var mı komutanım dedim -sıkıldın mı lan kapatmak ister gibi konuşuyon amına çakim dedi -telefondan döversiniz diye korkuyorum komutanım dedim önce güldü sonra -iyi tatiller arkadaşım dedi gerekli sagolu dedikten sonra bi kaç amca dayı ziyareti yapıp harçlık kabarttım cep dolumunun götümü kaldırmasını fırsat bilerek ebruyu bir restorana davet ettim akşama cevap bilindikti neden olmasın yemeği yerken ebru ile ne zaman görüşebilecegimiz planları yapıp o andan itibaren üzülmeye başladık ayrılacaz diye bizi yerimizde bira içip kendimizi teselli etmek pakladı **yine sarılıp yatmak istiyorduk ama şartlar zor amk her gece nasıl olsun yatma bölümünü çıkarıp sarılmalara bolca öpücük kondurarak kafanın çakır haliyle ebruyu eve bıraktım ebrunun evi önünde vedalaşmak 40 dakika sürdü ertesi gün deniz bir sonra ki gün içi bizim eve gitme orda kimsenin olmamasından yararlanma bir gün otelde yemek ailecek artı ben akşam gezmeleri derken son güne geldik ebru bende geleyim dedi ama babası sonra beraber gideriz diye kandırdı bilet alındı ve istanbula giderken birbirinden ayrılmadıgı için damla denemeyecek kadar çok göz yaşı bırakıldı yoklugunda avutulacak kollar anı yaşama hissini kabarttı emredersinizleri bol olacak dudaklar yarin dudaklarıyla nemlendirildi aglandı sızlandı verilen sözlerin işaretleri(yüzük) karşılıklı olarak öpüldü ve 45 dakika ucağın düşme ihtimalinden değilde günlerin geçmeyecek olmasından korkularak istanbula inildi gel amına çakim diyecek komutanım nerde lan benim odasına girdim geldim tekmili vermek için yazıp çiziyor plan yapıyor -ben geldim komutanım dedim -çok zekiyim amına çakim yarın ekşın var dedi. -emredin komutanım dedim anlamadım çünkü -sır amına çakim dahice bir plan geliştirdim dedi ---ben gideyim o zaman komutanım dedim -amına çakim ikimizin sırrı olacak üstünü değiştir gel dedi -emredersiniz dedim gittim üstümü değiştirdim. geri geldim odasına girip tekmil verdim eliyle bi dakika işareti yapıp bana bakmadan beni bekletti meraktan çatlayacaktım amk ne yapacak acaba diye kagıda bişeyler yazıp çizip duruyordu bana baktı -astsubaya akşam içtimasına katılmayacağını söyle gel dedi. -emredersiniz dedim.tam çıkıyordum. depocuyu da çağır bana dedi gittim astsubaya ekşının yanında olacagımı söyledim depocuyu da çağırdım ekşın depocuya -amına çakim anahtarı ver baskın yapacam depoya dedi asker anahtarı verdi bana dönüp -gel amına çakim dedi depoya gittik herşey yerli yerinde ortalıkta bir sorun gözükmüyor.ama ekşının hevesi kursagında kalmışa benzemiyordu kendisine bir tane askerlerin giydiği eşofman altından aldı depodan çıktık tekrar odasına döndük. sonra yazıcıyı çağırdı bölüğün koğuşlarda yatma planını istedi. herkesin yattıgı yatak belliydi. hala neyin peşinde oldugunu bilmiyordum bana gidebilirsin dedi o da evine gitti **ben aşşagı indim akşam yemeği derken komutanlık saati(yani askerlere bir saatlik verilen ders) o gün çok erken bitirildi nöbetçi astsubay tarafından herkes bu durumdan çok memnundu ve o günki rütbelilerde genelde askeri sıkmayan komutanlardı bu rahatlıkla herkes koguslara dagıldı derken yazıcı beni çağırdı gel yazıhaneye gidiyoruz diye gittik bir baktım ekşın orda tamamen asker gibi giyinmiş eşofman bir de yeşil askeri tshirt tarzı atlet -otur amına çakim dedi. cebinden bir telefon çıkardı ama kendi telefonu degildi belliki askerin birisinden yakalamıştı olay açığa çıktı beyler ekşın askerin birisinde cep telefonu yakalıyor rehberi bir açıyor ne kadar asker ismi varsa kaydetmiş denyo ekşın hepsine mesaj çekiyor mesajda telefonla beraber bana gel amına çakim yakaladım seni ... yüzbaşı diyor. iletim raporu gelen her mesajda heyecanlanıp git bana bu askeri getir amına çakim diyor gidip telefonla beraber askeri getiriyorum her yakaladığı askerin elinden telefonu alıp yeni asker numarası var mı onu araştırıyor bu sayı git gide artıyor tabi 17 tane telefon yakaladı yüzündeki keyfi görseniz kendisiyle resmen gurur duyuyor amk askerlerin hepsini odaya soktu isimlerini tek tek aldı sonra hepsini gönderdi ** ben merakıma yenilip ne yapacaksınız komutanım dedim -düşünüyorum amına çakim arkadaşım dedi ekşın görevini tamamlamanın verdiği mutlulukla bölükten ayrılırken o halde tüm koğuşları gezdi baktı başka yanlış bişey yapan var mı diye gerekli ekşını yaşadıktan sonra evine gitti o gider gitmez bana karşı bir cephe oluştu vay neden haber vermemişim yok neden söylemiyormuşum amk sanki ben biliyordum allahın sıgırları hem yasak olmasına rağmen telefon kullanıyorsunuz hemde askerlerin isim soy isimlerini telefonunuza kaydiyorsunuz onlarla konuşmak için mi kullanıyorsunuz amk telefonu almayın vermeyin numaranızı gel gelelim kabak bana patladı bütün yakalanan ibneler bana afra tafra yaptı suçum olmadıgını haberim olmadıgını söylesem de inandıramadım iyice üstüme geldiler beni de sinirlendirdikleri için ekşının onları nasıl sikeceği konusunda bende kötü planlar yapmaya başladım gece bu olaylar yaşanırken ebruyu aramayı da unuttum tabi ilk aklıma geldiği anda koştum telefona biraz sitemkardı geç aradığım için -nerdeydin merak ettim bişey mi oldu diye. konu sapsın diye ekşının planını anlattım -ne yapacak şimdi onlara dedi -boşver onu hasret bize ne yapacak onu konuşalım dedim -aşk bize yapacağını yaptı hasret ne ki dedi vay amk özledim diye ağlayan kızın dediğine bak -dayanacaksın yani dedim -başka yol göster sensiz olmayacak onu yapayım dedi -iyi gördüm seni kendini üzmüyorsun sevindim buna dedim -sende üzülme geçecek dedi ---geçiyor işte biraz senle biraz sensiz.hem hep yanında olursam bıkarsın zaten benden dedim -hep yanımda olda bıkıp bıkmayacağımı gör dedi -o risk alınacak bir risk değil ebrum olmaz sensiz dedim -artık önümüzde 8 9 ay kaldı benim okul senin askerlik bitiyor o zaman ayrılmayacaz hiç dedi -inşallah dedim -bizim çocugumuzun gözleri ne renk olur kelebek dedi van minüt amk çocuk?? lan yoksa ebru hamile mi kaldı.yok canım daha neler sormaya bile korktum ama hangi ara hamile kalacak ki amk kurdalamak lazımdı bu konuyu -hangi çocuk ebru dedim -gelecekte olacak cocugumuz kelebek dedi derin bir nefes aldım. kromozonlar henüz birleşmemiş -koyu yeşil olur herhalde dedim -saçları nasıl olur dedi -ilk kel dogar sonra bi renk tutar begenmezsek boyatırız sorun etme şimdi bunları dedim -hayalini kuruyordum da kusura bakma dedi biraz üzülmüştü sesi -ismini ne koyarız dedim. hayalini canlandırmak için -erkek olursa sen koyarsın kız olursa ben dedi klasik ebeveyn çocuk ismi paylaşımı işte aslında bu konuşma artık büyüdüğümüzün ilişkimizin güçlülüğünün üzerimizdeki aşk acemiliğinin bitmeye başladıgının habercisiydi artık daha ciddiydik gelecek hakkında planlar yaparken pervasız olamayacak çağa gelmiştik cünkü zaman daralıyordu oynanan oyun değildi. yapacaklarımızdan nasibini alacak iki gönül vardı tek ihtiyacımız olan zamandı ama herşeyi zamana bırakmak da bazı şeylerin üzerinin tozlanmasına sebeb verebilirdi **ebru da bunu yapıyordu sürekli geleceğimizin tozlarını alıp konuyu canlı tutup geleceğimizin parlak olmasını istiyordu hep bense bu konulara girmekten kaçınırken aslında unuttuğum yada farkına varmadığım bir his yaşatıyordum ebruya acaba evet acabaları düşünmesine sebeb oluyordum acaba kelebek bana evlenmek çocuk sahibi olmak kadar baglı degil mi diye düşünmesini sağlıyor olabilirdim kendimi geç mi denir erken mi denir bilinmez onun yerine koyup bunları düşününce ona hak verdim çünkü benimde ilerde tek evlenip çocuk sahibi olmak istediğim kişi oydu o halde neden onun dileklerindeki kayan yıldızı durdurmaya çalışayım ki tutayım ellerinden kaldırayım başımı gökyüzüne beraber bekleyelim kayacak yıldızı en fazla boynum ağrır amk. değmez mi kalbin ebrusuna fazlasıyla telefon kapandı gece noktalandı ertesi gün ekşın bölüğe geldi gel amına çakim dedi muhtemelen bana dün gece askerlere ne ceza vereceğini anlatıp fikrimi alacaktı -amına çakim kelebek sabaha kadar uyuyamadım dedi -hastamıydınız komutanım haber verseydiniz dedim -amına çakim ne ceza vereceğimi düşündüm dedi -buldunuz mu dedim -bi tane var ama bilmiyorum amına çakim sen ne düşünüyorsun dedi -komutanım siz bu askerlere ceza verirseniz en fazla 20 gün sonra unutulur sonra yine aynı şeyler olur en iyisi vermeyin karar vermemiş gibi gözükün günlük ufak cezalar verin nöbet gibi temizlik gibi daha da zorlaşsın böylece bu konu sürekli sıcak kalacağı için diğer askerler daha çok korkar dedim -amına çakim fena fikir değil ama benim daha müthiş bi fikrim vardı boşuna mı düşünmüşüm dedi -neydi komutanım dedim -bu 17 askerin hepsini çağıracam. hepsinin mahkeme dosyasını hatırlatacam bir ay süre verecem. başka birisini cep telefonuyla yakalayan ve yakalatanının dosyasını silecem nasıl fikir amına çakim dedi -komutanım bölük içi savaş çıkar rezil oluruz diger bölüklere dedim yapmasın böyle bişey diye nerden buldu amk bu fikri millet birbirine düşer amk -çağır amına çakim şu askerleri dedi -emredersiniz dedim bulabildiklerimi çağırdım nöbette veya görevde olanlar kaldı ekşın bu amk sikecek de millet nasıl domalacağını bilmiyor askerler o halde yani ---kendinizi nasıl affettirebilirsiniz amına çakim dedi hiç birisinde ses yok suratlarından tek okunan korku ve pişmanlıkları belki biraz da kendilerine kızgınlıkları -beni tatmin etmek zordur amına çakim yakaladım hepinizi sonuçlarına katlanacaksınız dedi bi kaç tanesi emredersiniz dedi ekşın hepsinden duymadığı için -anlaşıldı mı amına çakim dedi hepsi emredersiniz dedi bu defa -kelebek bana yazıcıyı çağır dedi gittim çağırdım elindeki yakalanmış asker listesini yazıcıya verdi -bu arkadaşlarıma dönüşümlü olarak nöbetleri geçir. çarşı defterlerini getir çekmecemde dursun. koğuşları yıkasınlar. bahçeyi bunlar sulasın. tüm işlerde bunları taş ocagı mahkumları gibi kullanın ikinci bir emrime kadar dedi yazıcı emri aldıktan sonra askerleri de gönderdi -amına çakim kandırdın beni kelebek fantazilerimi senin yüzünden uygulayamıyorum dedi hayırlısı olsun komutanım deyip arazi oldum yanından yapılacak geniş kapsamlı denetimler yaklaşıyordu sorulabilecek tüm sorular ve yapılacak spor ve atışlar konusunda ekşın tarafından uyarılıp denetime hazılanıyorduk her komutan gibi o da bölüğünün başarılı olmasını istiyordu kendi teknikleri ile eğitimi çok zevkli bir hale getiriyordu. adamın zaten kelime dağarcıgı çok komik. askere hitap tarzı çok iyi kendisi de son derece bilgili askeri konularda **ebruyla olan bir kaç konuşmamızda kendisine mektup da yazmamı istedi aslında bir sevgiliye mektup yazmak çok zordur. duygularınızı direk kalbinizden alıp beyaz bir kagıda kopyala yapıştır yapmak kolay değildir, bu kadar kolay olsa ne siyah renk kalır dünyada yazmak için kalemle ne de bir yeşillik ormanlarda sürekli konuştugun halini hatrını sordugun herşeyini bildiğin birisine de nasılsın iyimisin beni soracak olursan süperim amk da denmezdi. özlemi kelime oyunlarıyla farklı dillere döküp dudağının bükülmesine sebeb olmayı istemeyecek kadar çok seviyordum onu uzaktaki bir sevgilinin tek ihtiyacı olan mesafelere ragmen sevildigini en az onun kadar kalbinde aklında ruhunda oldugunu ispatlamaktı içinde hiç nasılsın iyi misin ben iyiyim içermeyen onlarca mektup yazdım ona sadece birini örnek olarak vereyim hatırladıgım kadarıyla ---nerde yürüdüğünü bilmezken birden bir kelebek çıkar karşına alışık değilsindir fazla görmeye hayranlıkla onu ürkütmeden izlemeye çalışırsın yavaşça yaklaşarak daha yakından görmek istersin o kadar küçük ve masum bir böcekten bile birden hareketlenmesinden dolayı korkarsın kendini geri çekersin ama yine de onu bırakamazsın kanat çırpasını izler nereye konacagını takip edersin bir yere konacak gibi olursa bir iki adımla ona yaklaşırsın tekrar eğer konarsa hiç yorulur muyum diye düşünmeden onlarca adımı tekrar atarsın yine uçar yine hevesin kaçar ama yine de gözün kelebekte kalır aşkta böyledir işte normal hayatının dışına çıkarır seni birden çıkar hep karşına ne kadar güzel dersin utanarak yaklaşırsın heyecanınla seni görmesine izin verdiği kadar yaklaşırsın hiç gitmesin istersin gitmemesi için çekingen bakarsın hep kendinden ödün verirsin ama gider kısa bir süreliğine de olsa bazen her adımı izlersin eğer sevdiysen tekrar yakınlaşmak için tekrar umut verse koşarsın sebebini bilmeden geçen yıllarına hiç acımazsın peşinde koşmaktan bir gün biter yada bitmez ama kalbin hep aşk kelebeğinde kalır... **bu tarzda sade mektuplar yazdım ebruya telefonlarda hep mutlulugunu dile getirdi mektupları okuması ertelerinde bu da bana haz verdiği için daha da önem vererek yazdım ekşın bölüğü rockynin boksa hazırlanması gibi hazırlıyordu dağ bayır koşup italyan çukurlarından çıkma mücadelesi verirken gezlerde gözlerde arpacıklardaydık hep ekşın askerlere daha özenle davranıyordu denetim öncesi haftada ekşın benden cezalı askerleri çağırmamı istedi telefondan yakalananları çağırdım -amına çakim başka çarşı cezalısı arkadaşım var mı yazıcıya sor dedi gittim bi kaç tane daha değişik sebebten çarşıları kesilmiş askerleri de buldum geldim ** hepsine hitaben -amınıza çakim arkadaşım hepinize çarşı izni veriyorum bu haftalık. göstereceğiniz performasın gözüm açık değil fermuarım açık izleyecem dedi açık açık tehdit etti askerleri gönderdi -vay amına çakim tükürdüğümü yalatıyorlar bana dedi sessiz kaldım hafta sonu çarşıya bende çıktım tüm askerler gibi çarşıya çıkmadıgımız gün ektradan eğitim yaptık zaten ekşınla olan anlaşma da böyleydi denetim günü geldi çok güzel performans gösterdik atışa seçilen herkes ben dahil görev ifa şartlarını yerine getirdi bölük 1500 metre koşu denetlemesinde herkes çizgiyi zamanında önce geçti diğer mekik şınav barfiksde de yeterli başarıyı gösterdik kısacası bölük açısından iyi bir denetleme geçti bu ekşını çok mutlu etti bölüğü toplayıp -hepinize teşekkür ederim amına çakim dedi cezalı askerleri ayağa kaldırıp hepsini affettigini söyledikten sonra -amına çakim aynı suçtan double double yaparsanız bazı deliklerinizi pota kadar genişletirim dedi denetleme esnasında atışı ve sporu kötü olanlar ya revire ya da nöbete gönderilmişti ki bi sakaklık çıkmasın onların haricindeki tüm askerlere çift çarşı verdi sabah içtimasında tabur komutanı bölük komutanlarını ve asker personeli tebrik edince götümüz iyice kalktı ebru da son ünideki son senesi için ankaraya gitmeye hazırlanıyordu tekrar izine çıkmam konuşulmaya başlanmıştı ama ilerki bir zamanda kullanmaya iki oyla karar verdik bunun yerine ebru yine bir hafta sonu istanbula gelme kararı aldı ekşına gidip durumu anlattım -komutanım benimde çift çarşım var mı dedim -var amına çakim dedi biraz zorladıktan ve dalga geçtikten sonra -ben uygun görürseniz öbür hafta çıkmak istiyorum çift çarşıya komutanım dedim -tamam amına çakim zaten nöbet tutacak asker lazım olur diger askerler çarşıdayken dedi -emredersiniz dedim **hafta içine girdik nöbetlerden sonra hergün arıyordum salı günki aramamda -nasılsın dedim -iyiyim dedi ama değildi amk -bişey mi oldu dedim -ben hafta sonu gelemiyorum dedi -sorun değil haftaya gelirsin dedim -haftaya da gelemem dedi tansiyonum düştü beyler.bir daha ki haftayı sormaya götüm yemedi -bir sorun mu var dedim -sorun yok başka bir işim çıktı dedi -ne işi dedim -boşver dedi beni hiç bu kadar boşvermezdi -ebru konuşmak istediğin bişey var mı dedim -hayır moralim bozuk biraz dedi -gelemeyeceğin için mi dedim -hayır dedi vay amk gelemeyeceğine üzülmüyor bile -anlatmak ister misin dedim -ailevi boşver şimdi sonra konuşuruz dedi -ben yanlış bişey mi yaptım dedim -hayır seninle alakası yok dedi konu kilitlendi öylece kaldı amk **babasını aradım ebrunun normal nasılsın muhabbetinden sonra laf aralarında tekrar tekrar sordum herşey yolunda mı diye evet amk hiç bi bok gözükmüyordu adamın olaylardan bile haberi yok gibiydi aynı gün akşam ebruyu tekrar aradım nasılsın sorularımda yine soguk cevaplar verdi olayın detayını hiç anlatmadı -ee sen nasılsın diye bana döndürdü muhabbeti -hiç iyi değilim dedim -neden dedi -nedeni anlatması gereken sensin ebru dedim -ben iyiyim beni merak etme dedi -başka kim var merak edilecek bende ki dedim -ne bilim anneni et babanı et dedi -seni merak etmemi istemiyor musun dedim -üzülmeni istemiyorum dedi -üzme o zaman sende mutlu ol dedim -ol demeyle olsa keşke dedi -lafı uzatma ebru demek istediklerini söyle bekliyorum dedim -konuşuyoruz işte daha ne diyim dedi -şimdi iyi değilsen sonra tekrar arayayım dedim -aramana gerek yok dedi -aramayayım mı hiç dedim bişey demedi peki sen bilirsin desem o telefon kapandıktan sonra sike sike yine arayacağım için demedim -ben geleyim mi izne dedim -kışın kullanırsın dedi -tamam yanına gelirim ama dedim -tamam dedi ** o tamam bile mutluluk vericiydi korkularıma -hasta mısın ebru dedim -yok iyiyim merak etme dedi bu tarz konuşmalar 1 hafta sürdü ben hala neler oldugunu çözememiştim bir hafta sonra terhise gidecek olan üst devrenin birisinden cep telefonunu aldım artık işi mesajlaşmaya dökmem lazımdı geceleri çünkü bi sorun vardı amk ama normal konuşuyordu sadece seni seviyorumlara tek cevabı bende idi o bana demiyordu seni seviyorum diye her kurdugu cümlenin sonuna aşkım koymuyordu gündüzden içmeye karar verdik taburun kamelyasında gece içtimasından sonra içecektik benim kafam içmeye gerek kalmadan sarhoştu zaten çözememiştim ebrudaki sorunu bir türlü bir asker daha vardı bizimle gelmek istiyordu içmeye ama bizimle gelenlerden birisi siktir etmiş bunu çok konuşuyor diye harbidende tam bi yavşaktı çenesini siktiğim içtima sonrası kamelyaya indik gündüzden ayarlanmış içkileri plastik bardaklara doldurduk ben üzülüyordum öyle kös kös ilk bardagı direk içtim ikinciye yudum yavaşça üçüncüyü içerken kafamdaki yıldızlar içeri giren ilk kişinin yıldız sayısını takıldı her taraf yıldızdı omzunda tabur nöbetçi subayı beyler tabur nöbetçi astsubayı uzman çavuşu nöbetçi astsubaya emir verdi komutan ne içiyorlar bak dedi alkollü komutanım dedi **bir kişi 4 kişiyi nasıl pert eder o gece anladım bizim karşılık verememizin de etkisi vardı tabiki uzman çavuşla revire gittik alkol kontrolü için sadece ağızdan koklayarak alkollü oldugumuz kanaatına geldi tabura dönüp sabaha kadar tek ayakta bekledik sabah nöbet devri esnasında ordaydık vukuat vardı ekşın beni gördü bişey demedi odasına gitti direk herşey bir anda yayıldı tabura sabah içtimasına çıktık tabur komutanı o alkolik pezevengler buraya gelsin dedi tüm tabur önünde işfa etti bizi saydı sövdü iki tanesi de kendi habercisiydi yakalananların ben ekşının suratına bile bakamadım hiç birşey demedi bana konuşmadı bile amk ne odasına çağırdı sayıp sövdü ne de dövdü hiçbirşey demedi bizim savunmaların alınmasına bölük astsubayı yardım etti sonradan öğrendik ki bizim çağırmadığımız asker uyuz olmuş muhabereye gidip kışla komutanı numarasını istemiş zaten burdan anladık gammazlandığımızı kışla nöbetçi amirliğini arayıp taburun kamelyasında içki içildiğini söylemiş ordan bizim tabur aranıp gidin bakın emri verilmiş hemen cep telefonunu çöpe atarak imha ettim bi de ondan yakalanmayayım diye ebruyu arayıp durumu anlattım -aferim iyi yapmışsın diye kızıp kapattı telefonu görüşürüz dedi ben hergün aramaya devam ettim tek konuşulan konu ne oldu idi savunmaları vermek uzun sürdü bölük astsubayı bize çok yardımcı oldu örnek vakalar araştırıp alınan cezalardan bahsetti nasıl savunma yazmamız gerektiğini söyledi dosyalarımızı bir ayda hazırladı yani ne kadar geç olursa o kadar iyi diye bu sırada taburda adımız alkoliğe çıktı haliyle başka hiç bir vukuata karışmadığımız gibi gider yapıp dalga geçen askerlere bile fazla diklenmedik o piçe de hiç dokunmadık bizi gammizledi diye sırası vardı çünkü kendi aramızda planı yaptık 4 ümüz ne diyeceğimiz nasıl soktugumuz ne kadar içtiğimiz konusunda ebru da bu arada ankaraya okul için çoktan dönmüştü onu davet edemiyordum çünkü çarşı sadece beşiktaş tribünlerindeydi artık bizim için ekşın bana makara yapmıyor amına çakim kelimesini bile dinlemiyor kulağım hep onun odasında bana seslenir mi diye beklerken bizim dediği şarkımız çalınca onu atlatıyordu çayını almaya kendisi gidiyor bazen ben dururken yazıcıya birini çağırmasını istiyordu ebru ile de aramız gittikçe soguyor telefonlarımın bazılarına cevap vermiyordu izin alıp yanına gitmem gerekiyordu ebrunun ama ekşından izin almaya götüm yemiyordu bitiyordu lan resmen ilişkimiz gitmem lazımdı amk suç üstüne suç işleyip bi de firar mı etseydim amk cep telefonu kullanmadığım için geceleri de mesajlaşamıyorduk hala sebebini bilmediğim bir sogukluk vardı telefonda her soruşumda bişey yok diyordu konu kapanıyordu hiç izne gelicek misin diye sormuyordu hiç özledim demiyordu bende aramayı azaltmaya başladım hani özler mi merak eder mi bir sonraki aramamda biraz daha sıcak davranır mı diye yok amk sonra yine mecburen aramaya devam ettim az da olsa hissettiğim sevgisini duymak için bombok bir hayat olmaya başladı geçen günler iyice geçmez oldu aklım mahkemede ne olcak ebruyla ne olcaklardaydı ilk mahkeme 45 gün sonra olduı ifadelerimizi aldı bir tane asker ailevi sorunları nedeni ile psikolojik ilaç kullandığını söyledi bir tanesi hiç içmediğini iddaa etti ilaç içtiğini söyleyenin doktor raporunu içmediğini söyleyen içinde revirde kontrol eden doktoru mahkemeye davet ederek 45 gün sonraya salladı mahkemeyi ilk mahkeme sonu ekşından izin istemek için kapısını çaldım -bir maruzatım vardı komutanım dedim -söyle dedi bana bakmadan -uygun görürseniz izne çıkmak istiyorum dedim -izin yok bu hafta çarşıya çık dedi -komutanım dedim lafımı keserek -çıkabilirsin dedi resmen siktir etti beni ebruyu tekrar aradım istanbula gelebilir misin hafta sonu dedim -başka arkadaşlara söz verdim haftaya geleyim dedi hangi arkadaş amk ne sözü sinirlendim zaten doluydum amk hem izne çıkamıyorum hem askerlik bok gibi sevgili sevgili olmaktan çıkmış amk günleri geçmiyor -bu hafta gelirsen gel gelmeyeceksen bir daha da gel demem dedim -tamam gelmem bende dedi -tamam gelme kendine iyi bak dedim kapattım telefonu gittim bir kenara oturdum iyice ağladım içimdeki sinir biraz azaldı hafta sonu geldi ekşının nöbetçi oldugu gün çarşıya çıkacaktım çarşı defterim imzalanmış herşey hazırdı herkes çıktı ben astsubaya rahatsız oldugumu söyleyip çıkmadım öğlen yemeği esnasında ekşın beni gördü -neden çıkmadın dedi -rahatsızım komutanım dedim -odama gel yemeğini yeyince dedi -emredersiniz dedim yemeği yedik odasına çıktım -niye çıkmadın dedi -biraz rahatsızım dedim -izin mi istiyorsun dedi -hayır komutanım artık istemiyorum dedim -tamam evraklarını hazırlat pazartesi git dedi -gidecek bir yer kalmadı komutanım dedim duygulanmış bir şekilde -niye dedi -biz ayrıldık komutanım dememle ağlamam aynı zamana denk geliyordu -otur kelebek dedi karşısına oturdum cep telefonunu çıkardı masaya koydu bana dogru biraz uzattı kalktı gitti odadan kapıyı kapattı çıktı ben ayakta kaldım ona saygıdan o kalkarken kalktıgım için git demediği için o gelmeden gidemeyeceğim için oturdum kaldım orda bir saat geri geldi telefonuna hiç dokunmadığımı gördü -çıkabilirsin izinlisin git yat dedi koğuşa çıktım öküz gibi uyumuşum sabah içtimasından sonra ebruyu tekrar aradım sadece nasılsın iyi misin diye sordum hiç bişey yokmuş gibi iyiyim sen nasılsın dedi -bende iyiyim dedim mahkemeden haber var mı diye sordu yok dedim -bu hafta geliyorum istanbula dedi -iyi kiminle dedim -yalnız dedi -hayırdır ne yapacaksın dedim -sevgiliminle görüşeceğim dedi -iyi geçer inş dedim -hayırlısı inş izin alabilir dedi -çalışıyor mu dedim -yok asker dedi bi dakika lan benden mi bahsediyordu amk -ismi ne dedim -kelebek dedi efendim demişim amk heyecandan
4 notes
·
View notes
Text
Ortadoğu’nun yakın geleceği
Amerika İran’la sıcak çatışmaya girecek mi? Evet, gidişat onu işaret ediyor. Ama şimdiye kadar Amerika’nın girdiği savaşlarda bu harekâtı ayıran 2 temel fark var. Girerse savaşın tüm bedelini Suudi, Emirat, Kuveyt ve Katar’a faturalayacak ve faturanın bedeli ödenmedikçe girmeyecek. Tıpkı geçen sene Suriye’ye bir sabah seheriyle fırlattığı 107 roket gibi.
Ortadoğu lanetli topraklar olduğu için mi Xûda -Yaradan- 3 peygamberini, yüzün üstünde kutsal kişilikleri uslanmaları için o topraklara gönderdi?
Hazreti Adem’den Nuh’a, Yunus’a, İsmail’e, Muhammed’e kadar hepsi Xûda adına o topraklardakilerini binlerce yıl ıslah etmeye çalıştılarsa da nafile!
Yaşadığımız uzun bir hayat boyunca o toprakların insanları olarak Xûda’nın mahkûm ettiği acıları biz de tanıdık, biz de yaşadık, yaşamak zorunda bırakıldık.
Ne bugün ne de yakın gelecekte Ortadoğu’nun artık unuttuğu, rüyalarında bile görmeyi terk ettiği sulha kavuşması mümkün değil gibi gözüküyor.
Önümüzde yeni bir savaş var daha “eskileri” bitmeden. Bu kez de İran’la.
Bir yarım yüzyıl ABD’de eller üstünde tutulan Suudilere ne oldu da 11 Eylül yaşandı, medeniyete yaşattılar? Ondan sonra kitaplarda okunuşu bile inanılmaz gelecek bir süreç başladı, başlamak zorunda bırakıldı. 11 Eylül’e kadar kardeşten yakın algılanan Suudilerin ihanetini ve bu ihanetinin cezalandırılmasının getireceği yıkımlar hesaplandı. Sonunda yakın geçmişte ABD’nin yarattığı gözü kanlı Ayataohların şii İran’ıyla suniler arasında tampon devlet oluşturan Irak’taki Saddam düşürüldü. Şiiler hükmetmeye davet edilirken, İran-Irak-Suriye’yle şîîler azılı düşman Suudilere komşu edildi. Sudiler diğer Arap Yarımadasındaki Sünni Emiratlar, Qatar ve Türkiye’yle birleşerek DAİŞ’le bunu durdurmaya yeltendiler, akabindeki tablo ortada.
Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, 13 Aralık 2017 tarihinde Suudi Kralı İslam İş birliği Teşkilatı’nın İstanbul zirvesinde Erdoğan’ın gazına gelerek Amerika’ya “Biz sizin ekonominizi çökertiriz!” diye haykıran oldu. Suudilerin bu kartı Amerika’ya karşı kullanma hevesleriydi 11 Eylül’e sebep olan! Ama Suudi Kralı yorgan altından 1999–2001 yılına kadar Amerika’ya gösterilen bu silahın değişen oyunda yerinin artık olmadığını anlayamamıştı daha. Onlar hâlâ 11 Eylül öncesindeydiler…
DAİŞ’le hedeflenen, İran’ı durdurmanın yanında bir de Katar ve Suudi Arabistan’dan Suriye’nin DAİŞ’çe kontrol edilecek bölgesinden Türkiye’deki ağa bağlanacak petrol ve gaz hattı döşemek vardı planda. DAİŞ onu yaratan 3–4 ülkeden birisince gerek Irak’ta gerekse Suriye’de Kürtlerin üzerine saldırtılmamış olsaydı belki bu plan başarılı olacaktı! Bağdat ve Şam yakınlarına kadar gelmiş DAİŞ’i “önce Kürtlere” emirini veren ile diğer ortakların daha sonra birbirine düştüğü saklanılmayacak bir gerçek artık. Suudiler, Emiratlar ve Türkiyeyle “bir anda” oluşan günümüzdeki düşmanlıkları…
13 Aralık 2017’de İstanbul’dan Atlantik’in diğer yakasına gönderilen tehdit, alaycı bir gülümsemeyle kayıt edildi ve birkaç ay geçmeden Suudi Kralı tüm yetkilerini Prens Salman’a “gönüllüce” devretti ve akabinde Trump tüm kuraylarıyla Suudi Kralıyla Riyad’da Kraliyet Sarayı’nda kılıç dansı ederken, yandaki odada 130 milyarı aşan silah sözleşmesi imzalanıyordu!
Suudilerin Amerika’daki tehdit unsuru olarak kullandıkları sermaye 600 milyar civarında tahmin ediliyor ve o an imzalanan o sözleşmeyle 5/1’den fazlası eridi. Ama bu sadece bir başlangıçtı! Emiratlar, Katar ve Suudilerden geri kalmamak için silah alma yarışına girdiler, her ne kadar Trump o günlerde Katar’ı terörü desteklemekle suçlasa da akabindeki günlerde on milyarlarca değerinde silahı da sattı suçladığı Katar Prensine.
DAİŞ üretildiğinden günümüze gerek Amerika gerekse tüm Avrupa ülkeleri silah üretiminde ve satışında tarihlerinin rekorlarını kırıyor ve siparişleri yetiştiremiyorlar. Yaşadığım Çekya da bile komünizm döneminden kalan ve açık alanlarda on yıllardır paslanmaya terk edilmiş ne kadar zırhlı araç varsa hepsi “yenilenerek” Irak’la Suriye’ye satıldı! Hatta koleksiyoncuların bahçelerinde barındırdıkları zırhlı araçlar bile satıldı! Avrupa’da hurda silah bile kalmadı! Ki Avrupa –Amerika da dahil- bu hurdaların yok edilmesi için her yıl bütçelerinden milyarlar ayırıyorlardı.
Ama madem Amerika 13.12.2017 de tehdit edilmişti tehdit edenlere ve ettirenlere tükürüklerini kan kusturarak yalatacaktı.
DAİŞ bitti, dünden güreşe hazır Iran sahaya çekildi ve Suudiler, Emiratlar, Katar’ın “gönüllerini kırmamak” için Trump Senatoyu da Kongreyi de oyun dışı bırakarak (ya da yok sayarak) bir gecede yeni ve ani silah satışına onay verdi! İkinci Dünya Savaşı sonrasıAmerikan tarihinde bu bir ilk olsa gerek! Arap Yarımadası’na satılan ve satılacak silahların bedeli 450 milyar dolara dayandı! Tehdit konusu olan 600 milyardan görünürde 150 milyar kaldı! Eğer kaldıysa…
Amerika İran’la sıcak çatışmaya girecek mi? Evet, gidişat onu işaret ediyor. Ama şimdiye kadar Amerika’nın girdiği savaşlardan bu harekâtı ayıran 2 temel fark var. 1.Girerse savaşın tüm bedelini Suudi, Emirat, Kuveyt ve Katar’a faturalayacak ve faturanın bedeli ödenmedikçe girmeyecek. Tıpkı geçen sene Suriye’ye bir sabah seheriyle “ansızın” fırlattığı 107 roket gibi. Önce bedelini Prens Salman ödedi ve ondan sonra roketler fırlatıldı. Di��er savaşlardan 2. farkı da Amerika kara harekâtına arık bulaşmayacak. İsraillerden aldıkları veya İsrail’in onlara öğrettiği artık klasik diye algılanan İsrail yöntemiyle savaş yürütülecek, yani stratejik noktalar gemilerden, uçaklar, helikopterlerden, denizaltılarından atılan roketlerle yok edilecek. Bir taraftan askeri noktalar, diğer taraftan rafineler vurulacak -ki İran’ın zaten rafineleri kendi öz ihtiyacını bile karşılayamıyor ve tükettiği benzin mazotu bir kısmını kendi petrolünü uzak ülkelerde rafine ettirip geri getirerek karşılayabiliyor-.Türkiye çok sevildiği için Türkiye İran gaz boru hattının ana tesisini vurma ihtimali de yüksek tabi. Amerika’nın önümüzdeki dönemlerde savaşlarda kara yerine hava harekâtını tercih edeceğinin belirtililerinden biri de savunma bakanlığı koltuğuna tüm mesleki hayatını uçak devi Boeing in askeri projelerinde geçirmiş, bu projelerin onursal başkanı olan Patrick M. Shanahan atanma sıdır.
Askeri ve ekonomik yıkılışın ardından İran’da halkın ayaklanması planlanıyor mu, bilemiyorum ama rejimin değişmesi projede gözükmüyor. Bu rejim zaten istenilen-arzu edilen rejim. Rejimi değiştirerek sulha belki de gidebilecek bir yolun açılmasının getirisi ne olabilir ki Amerikalılar açısından? Gerçi bir buçuk yıl önce Trump yine kendisine hâkim olamayıp İranlıları sokaklara davet etmişti ama bu davetin arkasında devlet olmadığı için bir kuru yel gibi gelip geçti.
Amerika’da 2 milyon kişi petrol-gaz sektöründe çalışıyor. 2 milyon insanın çalışabilmesi için onlara hizmet veren yan sektörlerde de en az 800.000 insan çalışıyor ki bunlar Amerika’daki çalışan kitlenin %1,8’ni oluşturuyor. Mukayese edebilmek için: dünya araba devi olan Almanya’da araba sektöründe 900.000 insan çalışıyor! Amerika bundan 19 yıl önce geliştirmeye başladığı “kaya gazı” ve boşalmış petrol kuyularındaki kayalardan petrol emme teknolojisinde tekniğin ve bilimin sınırlarını aştı ve önümüzdeki 5 yıl içinde petrol ve gaz sektöründe çalışacak insan sayısının 4 milyonun üstünde olacağı artık biliniyor. -ki bu 4 milyona ek hizmet verenlerle birlikte bu sektörde çalışacak insan sayısı 5 milyonun çok üstünde olacak.
AMA! Bunun gerçekleşebilmesi için dünyadaki gaz ve petrol üreticilerinin durdurulması veya kontrol altına alınması gerek! Bu gereksinmeyi gerek yapan diğer faktör de ; 4 yıldır “önüne gelen” herkes denetimsiz petrol çıkarıp piyasaya sürüyor ve petrolle gaz fiyatları alt sınır olan varili 100 doların hâlâ çok altında! Bu fiyatlarla Amerikan gazının “iyi kazanç” yapabilmesi zor, çünkü Amerika, Katar gibi gazını –125’le 165 derecede dondurarak ancak ihraç edebilir. -ki bu da maliyeti ve satış fiyatını zorlayan faktördürlerden biridir-. Ama eğer İran durdurulursa, İran’ın roketlerinin birkaçı Suudi Arabistan, Emirat ve hatta Katar’ın petrol-gaz tesislerinin üstüne yağarsa durum değişir. Tıpkı Venezuela planı gibi! Amerika vurur, attığı her roketin bedelini Araplara kat kat keserek ödetir, böylelikle silah sanayisini daha da canlandırır ve bedelini Arapların sattıkları petrol- gazıyla ödettiği roketlerle dünya piyasasındaki gaz ve petrol miktarı düşer, düşünce de fiyatlar yükselir, o zamanda Amerika kendi kaya gazı-petrolünü piyasaya layık gördüğü fiyatla sunar. Amerika’yla Türkiye’nin dalaşmasının arkasındaki ana neden ne SS 400’ler ne de Türkiye’deki demokrasi ya da antidemokratik sicil yatıyor. Ana sorun “Türk Akımı” gibi Türkiye’yi Rus gazına, Azerbaycana bağlayan hatlardır. -Ki bu hatlar sayesinde Rus gazı balkanlara oradan bir gün Avrupa’ya ulaştırılmaya çalışılıyor-. Bu da Amerika açısından kabul edilir bir durum olamaz. Amerika’nın gaz ve petrol konusunda değil Türkiye’ye, Avrupa’ya hele hele Almanya’ya karşı tutumu da farklı değil, yöntem farklı sadece. Bir yıldır onlarca Amerikan “lobi uzmanı” ya da Amerikalılar için çalışan Alman lobi uzmanları Almanları Kuzey Denizi’nde Rusya’dan Almanya boru döşenmesi çoktan başlamış ve sürmekte,bu yıl sonu bitmesi planlanmış boru hattının döşenmesinin durdurulması için “ikna “ çabasındalar. Almanya’yla Rusya arasında imzalanmış ve uygulamaya geçilmiş,bitmek üzere olan milyarlar değerindeki projeyi “durdurun” diyor Amerika. Alman Bakan Altmaier’in de katıldığı kapalı bir “ikna” toplantısında Altmaier’in o görkemli (190 cm,140 kg) yapısıyla kısa boylu cılız Amerikan meslektaşı karşısında içine düştüğü acizliğin görüntüleri içler acısıydı ve daha şimdiden Almanya Amerika’dan gelecek dondurulmuş gazın işletilmesi amacıyla kurulacak tesisler için iki liman kentini “gönülden” (Amedliler peşkeş çekti derlerdi) önerdi bile. Kuzey Denizi’nden Rusya’dan ilk Almanya’ya gaz hattı çekilmesi projesi sosyal demokrat şansölye Schröder’in onayıyla oldu, şansölyeliğine mal oldu gerçi ama düştükten sonrada Rus gaz şirketlerine “danışmanlık” görevini üstlenerek şansölye maaşından kat kat yükseğiyle kendini teselli etti. -ki o yıllarda Amerika daha ihraç edebilecek kadar gaz ve petrol üretmiyordu.Sosyal demokratlar Almanya’daki koalisyon hükmetti içinde ikinci Kuzey Denizi gaz boru hattının tamamlanması için direten ana güç, geçen hafta Avrupa Parlamentosu seçimlerinde uğradıkları hezimet bunun faturası mıydı diye sorası geliyor insanın. “Keşke Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası tarihinin bir kısmını bir zat yaşamış, tanımamış olsaydım” diyesim de geliyor. O zaman birazcık da olsa renkli idealizmle bakabilirdim. Ama Almanya’nın içine düştüğü süreç hiçbir renge yer vermeyecek kadar reel.
Trump’ın bazen uluorta açıklamaları oluyor , hızını frenleyemediği anlarında. Ama devlet kurumlarının projelerini değiştirmek bir tarafa, dokunamaz bile. Tıpkı birkaç ay önce Erdoğan’la telefon görüşmesinden sonra “Suriye’den çekiliyoruz Twitter’i” gibi. Amerika Suriye’den çekilmediği gibi Rojava’ya gönderilen silah miktarı 10.600 TIR’ı geçti. Bundan sonrada bu tür beyanlarda bulunması mümkün, 2 gün önce Japonya’da “İran’la görüşürüm” dediği gibi, ama var olan projeye gölge bile düşürmekten çok uzaktır bu tür çıkışları. Ki dünyada yavaş yavaş alışmaya başladı Trump bu ani çıkışlarına.11 Eylül’le gün yüzüne çıkan Amerikan — Suudi savaşı DAİŞ ve 13.12.2017 günü Suudi Kralının İstanbul’daki tehditinin ek faturası olarak da masada “yüzyılın “sözleşmesi var. Sözleşmenin detaylarını okurken gülmemek mümkün mü? Filistinliler ve onu on yıllarca besleyen körfez zengini Araplar hep birleşik bir Filistin için çabaladılar. “Tamam, birleşsin!” diyor masadaki yüzyılın sözleşmesi. İsrail “birleşmesine karşı değilim.” diyor, ama: “Buyurun Gazze’yle Ürdün sınırındaki Filistin bölgesini 30 m yerden yükseklikteki bir yolla birleştirelim ve yolun bedelinin çoğunu Araplar, bir kısmını da Avrupa ödesin.” -ki ödeyecek, Çin sükûnetini bozmasın diye inşaatını da Çin’e verecekler! Ve birleşik Filistin’se derdiniz; “işte buyurun size birleşik Filistin”. Bizim neslin gençlik yıllarında “Her şeyin bir bedeli var, öde Firuze…” ile başlayan Muazzez Abacı’nın okuduğu bir şarkı vardı…
Yakın gelecekte işleve sokulma ihtimali yüksek olan bu projeden ötürü Amerika’yı suçlamak mümkün mü? Hayır! Trump ülkesinin menfaatlerini savunmak için devletin başına seçimle, yani halkının iradesiyle getirilmiş ve ülkesinin, devletinin menfaatlerini korumak zorunda olan bir başkan! Gönül isterdi ki Ortadoğu’daki devletlerin başında olanlar da onun gibi kendi halklarına karşı sorumluluk taşmış olsalardı! O zaman ne İran’da meydanlarda insanlar katledilirdi ne Türkiye’de “kaşının üstünde kara var” diyenler zindanlara atılır ne de Suudi Arabistan’daki krallar, prensler ülkenin gelirinin hiç değilse “zekâtını” halkıyla paylaşacaklarına bir çılgınlıktan diğerine sıçramazlardı!
Xûda -Yaradan’ın veya Darwin islere göre tabiatın Ortadoğu halklarına altın tepsi üzerinde sunduğu zenginlikleri dünyadaki hiçbir kıtaya, mahlûka sunmamış; ama bu sunulan zenginliği tarihin tüm zaman dilimlerinde birbirini vahşice katletmekten başka bir şey için kullanmadıkları acılarla algılanan bir gerçek! Yakın gelecekte de bu acılı “qadim” gerçeğin değişeceğinin hiçbir emaresi de yok! Maalesef…
Yekta Uzunoğlu31.05.2019, Cum | 11:57
Fotoğraflar : Prens Bandar bin Sultan 11 Eylülden önce ve sonra
0 notes
Text
06.00
her şey çok daha farklı olabilirdi duygun. ama olmadı, düşüncen. her şeye rağmen ve hep yoluna devam edişin. zorunluluğun. kabullenişin.
bu gece bunlar var aklımda. o kadar çok şeyi kabullendim ki. o kadar çok şeyi istedim ve olamayacaklarına, bir bir, zor yollardan geçerek kanaat getirdim ki. bari bir iz kalsaydı bu olmamışlıklardan, şöyle elle tutulur gözle görülür şeyler. müze açardım, bir tür kişisel “talihsiz serüvenler dizisi” müzesi, tam bilet 10 lira, bir paket kemıl fiyatı, öğrenciler için elbette ki ücretsiz. ”gelin, birkaç saat için bile olsa, ‘lan ne saçma hayatlar varmış be’ deyip kendi saçma hayatınızı bir parça daha iyi hissedin.” ya da “gelin, hayatın yumruklarını yalnız size geçirmediğini görün, bu bataklıkta yalnız olmadığınıza kendi gözlerinizle şahit olun” ya da “gelin, çoluğunuz çocuğunuzla gelin, ibret olsun diye izlettirin, unutulmayacak bir ders alacaklarını müessesemiz garanti eder.”. ya da olmadı, turşusunu kurardım, tam turşu mevsimindeyiz zaten, “gelin, yüzde yüz organik, ev yapımı, yaşanmamışlık turşusundan alın; yerken vazgeçişleri kalbinizde hissedeceksiniz!”. evet, saçmalıyorum ama uzun zamandır saçmalamamıştım burada, özlemişim.
içimi dökmeyeli çok oldu sahiden. bir süredir içimi etrafa çok fazla saçıp dökmemeye dikkat ediyorum. elimde bir o kaldı çünkü. ama bu gece çok efkarlıyım, bilemezsiniz. bir de, dediğim gibi, buraya sarhoş halde saçmalamayı, ertesi gün ortası uyandığımda, “laan ne yazdım kim bilir yine dün gece” diye pişmanlıklar yaşamayı özlemişim eheh. şöyle bir bakıyorum, neler yapmışım diye. ne olsun işte. çok güzel kitaplar okumaya, ısrarla devam ediyorum. kitaplara olan minnetimi nasıl ödeyebilirim bilmiyorum, hâlâ, bir şekilde tutunabiliyor oluşumun en büyük sebeplerinden biri onlar. “tamam artık, tanıyabileceğim tüm sağlam yazarlarla tanıştım” gibi bir gaflete düştüğüm anda bir yenisi ile tanışıyorum. sonra, “burada kalmaya devam et, daha göreceğin kim bilir ne güzellikler var bak” hissi çıkageliyor, böyle böyle devam ediyorum. bunun dışında, geçen zaman içinde, aileme çok daha fazla bağlandım. onlara sahip olduğum için kendimi sahiden talihli hissediyorum. benim için o kadar çok şeye katlanıyorlar ki. ve hatırlatmak istiyorum size; bu yoğun ilişkiyi ben, yaşamımın son 2 senesinde kurdum, öncesi, standart, çekişmeli anne-baba-çocuk ilişkisiydi. ne zaman ki, ben sahiden keçileri kaçırdım, yardıma sahiden ihtiyaç duymaya başladım, o zaman girdiler devreye, gerçek manası ile. elbette, tüm anne babalar iyidir gibi iddialarda bulunmuyorum ama özünde iyi olan anne babalar, çocuklarının ellerinden ve bu dünyadan kayıp gittiğini sezmeye başladıklarında, kendi değer yargılarını, fikirlerini, varlıklarını unutup, boş verip onları, kendilerini sizin yaşamınıza odaklıyorlar. ha tabii “sen bu kadar tahtaları eksiltmeden önce neredeydiler?” diye de düşünebilirsiniz ama uzaktaydım, ruhen ve bedenen onların göremeyeceği bir yerlerdeydim hep, hayat. ailem dışında, birkaç dostum hâlâ hayatımda ve hâlâ hayatımı güzelleştirmeye devam ediyorlar. en saçma, belki en art niyetli düşüncelerinizi bile anlatabileceğiniz, ne olursa olsun, yaşam ne getirirse getirsin, yanınızda bulabileceğinizi bildiğiniz bir iki insan mutlaka olsun hayatınızda, ki yalnızca bir iki tane olur onlardan, şanslıysanız. kendimi şanslı saydığım konulardan biridir bu. canlarım benim, sevgi doldum birden eheh. bunun dışında, son 1.5 yıldır, okulu seviyorum diyebilirim; sanırım ve umarım ki, mezun olabileceğim. bir vakitler oldukça imkansız görünüyordu bu. geçen zaman, beni biraz daha uyumlu biri yaptı sanırım. rol de yapmıyorum ha, nasılsam öyle olabileceğim insanlar arasına düştüm, geçinip gidiyorum, yine şans. son 1.5 yıldır hastanede eğitime geçmiş olmamın da payı var sanırım bunda. her gün, hiç tanımadığım insanların hayatlarına şahitlik ediyorum. birçok hikaye dinledim onlardan. hasta insanlar, çocuklar gördüm, onların başında bekleyenleri, yüzlerindeki yorgunluğu bazen endişeyi gördüm. hepsini de dinledim uzun uzun. hasta öyküleri alıyoruz biz, hiçbirini de “ödev” diye, bezginlikle almadım. hiç tanımadığım bir insan, bana güvenip her şeyini anlatıyor, insan buna nasıl ödev diye, öylesine bakabilir ki zaten? velhasıl, okul da bir şekilde ilerliyor işte, ayrıntıya girmelere gerek yok. birçok olumlu şey söyledim. bu hikayede yolunda gitmeyen şey bizzat benim. burada bile hiçbir zaman anlatamadığım, çok büyük bir sevgiden vazgeçtim, zorunda kaldım. hâlâ hayatımın hikayesiydi diye düşünüyorum, içinde en ufak bir çıkar, en ufak bir oyun, en ufak bir yalan dolan yoktu. çok güzeldi, o zamanlar size anlatamamıştım, şimdi de anlatamam. ama kolay olmadı bu vazgeçiş, zaten kolay olmasını da beklemiyordum. kökleri çok derindeydi ve hepsini temizlemem zaman aldı. hepsini temizleyebildim mi, onu da bilmiyorum gerçi. umarım halledebilmişimdir. çünkü artık genç değilim. genç değilken o kadar zor ki bir hikayeden bir diğerine sürüklenip durmak. o kadar yoruldum ki. sevdiğim insanı, kendi mutlu hikayesinde bırakıp çıktım o sayfalardan, zaten aptal saptal bir figüran gibiydim hep hikayede, belli bir zamandan sonra, kendi hikayenin figüranı olmak da zor geliyor. belki bilirsiniz de bu hissi, bir yerden sonra öyle saçma hissediyorsunuz, öyle nefessiz kalıyorsunuz ki, can havliyle kendinizi dışarı fırlatmaya çalışıyorsunuz. ama yanlış anlaşılma olmasın, onun kendi hikayesindeki, benden fena halde bağımsız mutluluklarına her daim sevindim. bana çok şey kattı, herhangi bir günde aklımı dolduran, üzerine tüm gün düşündüğüm bir cümleden tutun da okuduğum kitaplara, izlediğim filmlere kadar. dedim ya, içinde hiçbir kötü niyetin barınamadığı, benim için dolu dolu geçen bir acayip hikayeydi bu; hakkım olmadan girdiğim ve sonunda haddimi bilip iz bırakmadan toz olduğum. anlayacağınız, kötü bir vazgeçiş yaşadım. modern tıp ve etkili anti-depresanlar sağ olsun, bu yaz’ı kafam bir dünya, manik bir halde, her gün en az 4 saat yürüyüş yaparak ve beynim uyuşmuş halde, hiçbir şey düşünmeyerek yani aslında kaçarak geçirdim. n’apalım, bazen kaçma vaktinin geldiğini bilmek de önemlidir. her şeye gücünüz yetmez. şimdi bir “dalgalandım da duruldum” evresindeyim hayatımın; sakinim, ara ara kendime “şşş tamam sakin, geçti” demek zorunda kalıyorum hâlâ ama olsun, bu da geçti gitti işte. böyle olmasını istememiştim ama böyle olmak, geçip gitmek zorundaydı, hayat. ama size şunu da söyleyim, ki yine üzüldüğüm bir şeydir; birinden böyle ağlaya zırlaya, güç bela vazgeçtiğinizde, sonraki vazgeçişler giderek kolaylaşıyor. bir şeref yoksunu gibi, çat diye vazgeçebiliyorsunuz. en zorundan sağ salim çıktınız çünkü. bunun ötesi artık ölmek dediğiniz bir acıdan yaşayarak kurtuldunuz. hatta bu acıyla ölmemek, şairin dediği gibi, sizde bir gücenmeye bile yol açtı. ama kurtuldunuz ve hayat, kocaman ve hiç de komik olmayan bir şaka misali, devam ediyor. ha tabii, bütün bu yaşadıklarınıza rağmen karşınıza öyle kolay vazgeçemeyeceğiniz biri çıkarsa, epey acayip bir hikaye daha doğar bundan, öyle değil mi? neysem. EY ÖLDÜRMEYEN ACI BENİ GÜÇLENDİRDİYSEN 3 KERE MASAYA VUR ahah evet, kafam şu an fena halde güzel. bu da, hayatla baş edebilmemin temel yollarından biri. “doğru” yollarından biri demiyorum bakın, ama yollarından biri. ayık kafayla katlanamıyorum, ne yapabilirim ki. içimde çok fazla şey yaşandı ve bitti, bana da şerefine bi kırmızı tuborg parlatmaktan başka pek bir seçenek sunulmadı. bu hayat bana çok güzel şeyler sundu, sevgi yumağı bir aile, sağlam dostlar, birçok insanın girmeye çabaladığı bir okulda eğitim şansı. bunları inkar etmiyorum. ama ilginç bir şekilde, bana hiçbir zaman aşkla sevilme hissini yaşatmadı hayat, hiç yani, bir tane bile. sebebini kendimde aradığımda, kendimden nefret ettim, çok uzun bir zaman. aynaya bakamadım bile mesela aylarca, “beden dismorfik bozukluğu” denen bir illet var, ondan da muzdarip oldum çok şükür ölmeden. bana, param olduğunda, muhtemelen çok pahalıya patlayacak olan terapilere muhtaç bırakan hayat. ah ah. ama sebebini kendimde aramayı bıraktım, hatta biraz daha olgun hissettim bu kararımla birlikte. ne yapalım yani? bu da böyle oldu, diyorum artık. ooo Grup Abdal, Ervah-ı Ezelde’yi söylemeye başladı şu an arka planda. yazanlar leyla’nın mecnun kitabın, beni de bir kenara yazmışlar be Âşık Sümmani. n’apasın, hayat böyle. işte böyle. yaşayıp gidiyorum, sırf hikayenin sonunu merak ettiğimden. güzel şeyler olacak diye ummuyorum, kötü şeyler olacak diye tetikte beklemiyorum, bunların hiçbirine takatim yok. öyle geçip gidiyor günler. dediğim gibi, büyük vazgeçişlerin ardından, her şey bir parça daha kolay ve bir parça daha gelişine yaşanıyor. ne olacaksa olsun. yine de, iflah olmaz bir keriz olduğumdan, biraz mutlu olmayı bekliyorum. hayatı azla yetinmelere, kabullenmelere, vazgeçişlere o kadar alıştırdım ki, artık gözünde bir değerimin kalmadığından, beni es geçtiğinden şüpheleniyorum, yine de bekliyorum, benim de günlerimin gelmesini. bakalım neler olacak? kahramanımız akıl ve ruh sağlığını korumaktaki inadını sürdürebilecek mi eheh epey konuştum. aslında yine hiçbir şey anlatamadım, biliyorum. yine de iyi geldi. en azından, taş gibi katı değilim, anlattığım anda anlatıklarımdan parçaların kopacağını, eksileceklerini bilmeme rağmen, anlatıyorum. bunu dahi yapamıyordum uzun zamandır, demek biraz daha iyiyim.
ergenlik dönemlerinden bi şarkıyla bitirmek istiyorum bu yazıyı. neden bilmiyorum. belki de “tüm kaybolanlar, kaybolmuşlara rastlarsa zamanın birinde” diye başladığı içindir. belki “bir uyansam, uyansam, uyansam uykumdan” dediği için. belki de, o yıllarda hayatım çok daha kolay ve rahat olduğu içindir, bilmiyorum ama hâlâ severim bu şarkıyı. şimdilik bu kadar. yine gelirim elbet. umalım ki, bir defa olsun güzel şeylerden söz etmeye geleyim. haydi, hoşça kalın.
134 notes
·
View notes
Text
Anadolu Ajansı (bültenlerinin) bazı yerlere yayılmadığı ve gönderilmediği yolunda şikayetler alıyoruz. Anadolu'nun dışarıyla bütün ilgisinin kesilmiş bulunduğu şu sıralarda (…) bu konuda yapılacak bir ihmalin ‘vatan suçu' teşkil edeceğinin bilinmesini arz ederiz.” (Atatürk, 18 Nisan 1920)
Atatürk, Ankara'da Anadolu Ajansı'na ayrılan odada haberlere göz atıyor.
Geçtiğimiz hafta 31 Mart Yerel Seçimleri yapıldı. Seçim bitti ama gerilimi hâlâ devam ediyor. 31 Mart yerel seçimlerinin en ilginç ve düşündürücü olaylarından biri seçim gecesi yaşandı. Saat 17'de sandıklar kapandı. Oy sayımı başladı. Türkiye seçim sonuçlarını öğrenmek için ekrana kilitlendi. Televizyonlar, Anadolu Ajansı'ndan aldıkları sonuçları açıklamaya başladılar. Özellikle İstanbul'daki yarış nefes kesiciydi. İstanbul'da sandıkların yüzde 99'undan fazlası açılmıştı ki Anadolu Ajansı birden bire veri akışını durdurdu. Diğer illerdeki seçim sonuçlarını açıklayan Anadolu Ajansı, saatlerce İstanbul'u açıklamadı. Bu gecikmenin nedeni, İstanbul'da muhalefetin adayı Ekrem İmamoğlu'nun öne geçmesiydi. İktidarın kontrolündeki Anadolu Ajansı, muhalefetin İstanbul'da öne geçtiğini açıklamaktan çekiniyordu.
Şu garip tesadüfe bakın ki 31 Mart 2019 gecesi herkese saç baş yolduran Anadolu Ajansı, bundan tam 99 yıl önce 31 Mart 1920'de doğmuştu.
Her şeyi en başından anlatayım!
NASIL KURULDU?
16 Mart 1920'de İstanbul işgal edildi. Meclisi Mebusan dağıtılıp bazı milletvekilleri Malta'ya sürüldü. İşte o günlerde İstanbul'daki bazı aydınlar –Atatürk'ün çağrısıyla– Ankara'ya geçmek için yollara düştüler. O aydınlardan ikisi; Yunus Nadi (Abalıoğlu) ve Halide Edip (Adıvar), binbir güçlükle İstanbul'dan Ankara'ya geçtiler.
Yunus Nadi ve Halide Edip 31 Mart 1920'de Geyve'de buluştular. Trenle yollarına devam eden iki aydın, Gevye-Akhisar (Pamukova) istasyonundaki mola sırasında Ankara'da bir “haber ajansı” kurulmasını görüştüler. Halide Edip, “Türk Ajansı”, “Ankara Ajansı” ve “Anadolu Ajansı” adlarını önerdi. “Daha da bulunabilir” dedi. Yunus Nadi, en iyi adın “Anadolu Ajansı” olduğunu belirtti. Halide Edip de “Önce kendini ve bütün vatanı kurtaracak olan Anadolu'dur. O halde kararımızı vermiş olalım: Anadolu Ajansı…” dedi. Yunus Nadi bunu kabul etti. Böylece Anadolu Ajansı'nın kuruluş fikri 31 Mart 1920'de Geyve Akhisar İstasyonu'nda doğdu. (1)
Yunus Nadi ve Halide Edip, Anadolu Ajansı düşüncesini Ankara'da 4-5 Nisan 1920 gecesi, Atatürk'e açtılar. (2) O günlerde bir ajans kurmayı düşünen Atatürk de bu fikri derhal kabul etti.
6 Nisan 1920'de Atatürk'ün bir beyanatıyla Anadolu Ajansı kuruldu. 8 Nisan 1920'de Atatürk, Anadolu Ajansı'nın kurulduğunu resmen açıkladı. (3)
TBMM açılmadan iki hafta önce kurulan Anadolu Ajansı yeni Türk devletinin ilk milli kurumu oldu.
Anadolu Ajansı, o sırada Atatürk'ün de karargahı durumundaki Ziraat Mektebi'ndeki bir odada çalışmaya başladı. Halide Edip de o “dar ve uzun odada” kalıyordu. Odada eşya olarak “dosya rafları sandalye, iki masa ve -Atatürk'ün Osmanlı Bankası'ndan aldığı- bir yazı makinesi” vardı. Halide Edip burada bazı yabancı gazetelerin haberlerini tercüme ediyor, Atatürk'ün Kâtibi Hayati Bey'in getirdiği telgraflardan ajans için gerekli parçaları kesiyordu. Halide Edip'e bu işlerde, o sırada Ankara'da Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi'ni çıkaran Yunus Nadi Bey ile Abdurrahman adlı bir Afgan genç yardım ediyordu İlk günlerde, ajans haberlerini ve yazılarını bizzat Atatürk kontrol ediyordu.
Anadolu Ajansı, Ziraat Mektebi'nden sonra Ulus'ta Öğretmen Okulu'nun bodrum katına taşındı. Birkaç yer değişikliğinden sonra da Samanpazarı'nda iki katlı bir binaya geçti.
NEDEN KURULDU?
Atatürk, “Milli Mücadele'yi nasıl kazandınız?” diye soranlara “telgraf telleriyle” diye cevap verirdi. Hiç kuşkusuz “telgraf telleri” kadar o tellerdeki “haberler” de çok önemliydi.
Atatürk, milli direnişi örgütlemek için her şeyden önce işgal altındaki ülkede en uzak köşelere kadar haber ulaştırmak zorundaydı. İstanbul basını, ya “baskı” ya da “düşman etkisi” altındaydı. Anadolu'da yerel basın yetersizdi. (4) Ülkede yerli milli bir ajans yoktu: 1911'de kurulan “Osmanlı Telgraf Ajansı” milli olmaktan çok ticariydi. Daha sonra “Osmanlı Milli Ajansı”na dönüşen “Telgraf Ajansı” I. Dünya Savaşı sonunda kapatılmıştı. 1918'de “Türkiye Havas-Reuter Ajansı” kurulmuştu. (5) Fakat bu ajans da işgalcilerin çıkarları doğrultusunda haberler yapıyordu. (6) Örneğin Atatürk, Nutuk'ta, “Havas-Reuter Ajansı”nın 27 Mayıs 1919'da “Türkiye, büyük devletlerden birinin himayesini sağlama noktasında birleşiyor” haberine tepki duyarak “milletin, milli bağımsızlığı korumaya kararlı oluğunu” ve “millî vicdanı temsil etmeyen haberlerin endişe verici tepkiler yarattığını” belirterek milleti bu yanlış haberlere karşı uyardığını anlatıyor.
Kısacası milli direnişi örgütlemek için yerli milli gazetelere ve haber ajanslarına ihtiyaç vardı. Atatürk bu nedenle Sivas'ta “İrade-i Milliye”, Ankara'da da “Hâkimiyet-i Milliye” gazetelerini kurdu. Başlangıçta İtalyan Haber Ajansı'ndan yararlandı. Sonra da milli direnişe zarar verecek yanlı haberlere karşı milleti uyarmak, meclis kararlarını, milli bildirileri halka ulaştırmak, yerli ve yabancı kamuoyunu milli direniş hakkında bilgilendirmek için Anadolu Ajansı'nı kurdu.
Milli Mücadele'de Anadolu Ajansı
Anadolu Ajansı, zorlu savaş yıllarında üzerine düşeni fazlasıyla yaptı. İç ve dış kamuoyunu milli direniş hakkında sürekli doğru bilgilendirdi.
Anadolu Ajansı, içeride İstanbul, Zonguldak, İnebolu, Antalya ve İzmit'te; dışarıda ise Londra, Paris, Berlin, Viyana, Cenevre ve New York'ta irtibat büroları açtı.
Anadolu Ajansı bültenleri binbir güçlükle işgal altındaki İstanbul'a ulaştırıldı. İstanbul'da eski Çiftçi Kütüphanesi sahibi Akif Bey ile Hayri Budak Bey bu bültenleri gizlice aldılar. Bu bütünler, İstanbul Babıali'de bir kitabevinin bodrum katında eski bir teksir makinasıyla veya bültenin altına kopya kağıdı yerleştirilerek elle çoğaltıldı. Ajans haberleri telgrafla yayıldı. Atlı görevlilerin ücra köşelere kadar götürdüğü bültenler buralarda kara tahtalara asıldı. Anadolu Ajansı bütün bu çalışmaları Halide Edip, Yunus Nadi, Hamdullah Suphi ve on kadar personelle yürüttü.
Halide Edip Adıvar
Düşmanın bütün kara propagandasına karşın milli direnişin en zor anlarında Anadolu Ajansı'nın haberleri halka güç verdi. Anadolu'daki Yunan mezalimini Anadolu Ajansı dünyaya duyurdu. TBMM'nin açılacağı, Anadolu Ajansı bülteniyle halka duyuruldu. Cephelerden en doğru haberleri Anadolu Ajansı verdi: Sakarya Savaşı'nın ne zaman başlayıp nasıl ilerleyip nasıl sonuçlandığı, Büyük Taarruz'un tüm aşamaları ve İzmir'in kurtuluşu gibi önemli haberler hep “AA” kaynaklıydı.
Yeni Gün Gazetesi'ni çıkardığı günlerde Yunus Nadi Abalıoğlu
Anadolu Ajansı sadece Milli Mücadele'de değil, sonrasında Cumhuriyet'in ilk yıllarında da yeni Türkiye'nin gözü kulağı oldu. Önce Lozan görüşmelerini çok başarıyla yansıttı. Sonra Atatürk'ün devrimlerini topluma anlattı. Devrimleri halka anlatmak için çıktığı yurt gezilerinde Atatürk'ün yanında hep AA muhabirleri vardı. Atatürk, İzmir suikast girişimi sonrasında 19 Haziran 1926'da “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” sözünü Anadolu Ajansı'na verdiği demeçte söyledi.
Atatürk, Anadolu Ajansı'nın Batılı anlamda modern bir haber ajansı olmasını istiyordu. Bu amaçla 1925'te Anadolu Ajansı'nı şirketleştirdi.
İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Anadolu Ajansı'nın 50. yılı dolayısıyla kendisiyle yapılan bir röportajda şöyle demişti: “Bizim de bir ajansımız vardı. Dünyaya haber verebiliriz diye pek çalımlıydık!”
Anadolu Ajansı'nda ihmal “vatan suçu”ydu
Atatürk, milli direnişin başarıya ulaşması için Nutuk'taki ifadesiyle ülke içinde ve dışında “elektrik şebekesi” gibi bir bilgi ve haber ağı kurdu. Bu ağdaki veri akışı için Anadolu Ajansı'na çok büyük iş düşüyordu.
Atatürk işte bu nedenle Anadolu Ajansı haberlerinin ve bültenlerinin zamanında yerine ulaşmasını “vatan görevi”, ulaşmamasını ise “vatan suçu” olarak gördü.
Örneğin, Konya Postanesi'nde Anadolu Ajansı haberleri ve bültenlerinin engellendiği anlaşılınca Atatürk, 18 Nisan 1920'de Konya Posta ve Telgraf Müdürlüğü'ne çektiği bir telgrafta Anadolu Ajansı haberlerinin dağıtımında ihmali olan kişilerin isimlerini istedi. 18 Nisan 1920'de Anadolu Telgraf Merkezi'ne gönderdiği bir tamimde ise Anadolu Ajansı haberlerini iletmekte ihmali olanların “cürmü vatan” (vatan suçu) işlemiş sayılacaklarını bildirdi. 21 Nisan 1920'de Diyarbakır Posta ve Telgraf Başmüdürlüğü'ne çektiği bir telgrafta da Anadolu Ajansı haberlerinin Palu'ya ulaşmadığının öğrenildiğini, durumun incelenerek sonucun bildirilmesini ve ajans haberlerinin düzeli olarak bütün merkezlere verilmesini emretti. 21 Nisan 1920'de de Balıkesir'de 64. Fırka Komutanı'na ve Mudanya Kaymakamı'na çektiği telgrafta ise Anadolu Ajansı'nın günlük bildirilerinin hiç aksamadan Bandırma ve Mudanya'dan güvenilir kayıkçılar ve kaptanlarla İstanbul'a gönderilmesini istedi. (8)
Demem o ki, Anadolu Ajansı 99 yıl önce bir ölüm kalım savaşında emperyalizmin ve yerli iş birlikçilerinin “yalanlarına” karşı halkı “doğru” bilgilendirmek için kurulmuştu. Anadolu Ajansı'nın 31 Mart 2019 gecesi sergilediği “yandaşlık”, Anadolu Ajansı'nın şanlı tarihine hiç yakışmadı.
Görülen o ki 99 yıl önce Atatürk'ün “vatan” kurtardığı Anadolu Ajansı ile 99 yıl sonra “iktidar partisi” kurtarılmak istendi.
Atatürk'ün Anadolu Ajansı'ndan isteği: En doğru ve hızlı havadis
Atatürk, 8 Nisan 1920'de yayımladığı Anadolu Ajansı'nın kuruluş genelgesinde Milli Mücadele'de halkın iç ve dış “en doğu havadis (haber) ile aydınlatılmasının” zorunlu olduğunu, “Anadolu Ajansı'nın en hızlı araçlarla vereceği havadis ve bilginin Temsilciler Kurulu'nun belgeli ve asıl kaynaklarına” dayandığını bildirdi. (7)
Atatürk'ün bu genelgesi dikkatle okunduğunda sadece “havadis” değil “en doğru havadis”, “en hızlı araçlarla vereceği havadis”, “belgeli ve asıl kaynaklara dayalı havadis” ifadelerini kullandığı görülür. Atatürk'ün burada altını çizdiği noktalar; “doğru”, “tarafsız”, “belgeli ve kaynaklı” haberlerin “hızlı” biçimde her yere ulaştırılması, haber ajanslarının uyması gereken evrensel ilkelerdir.
Anadolu Ajansı'nın 12 Nisan 1920'e yayımladığı ilk bültende de bu ajansın, halkın “en doğru haber ve bilgiler alabilmesi” için kurulduğu belirtiliyordu.
Anadolu Ajansı, kuruluşundaki bu evrensel ilkelerden 99 yıl boyunca –31 Mart 2019 gecesine kadar– hiç vazgeçmedi.
0 notes
Text
Başkan Kocamaz, Meclis Üyeleri İle Vedalaştı
Gülnar Haberleri Yeni Bir Haber Yayınladı... https://www.gulnarhaberleri.net/baskan-kocamaz-meclis-uyeleri-ile-vedalasti/
Başkan Kocamaz, Meclis Üyeleri İle Vedalaştı
Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, 31 Mart 2019’da yapılacak Mahalli İdareler Seçimi öncesi katıldığı son Büyükşehir Belediye Meclisi’nde meclis üyeleri ile vedalaştı. Başkan Kocamaz, meclis üyeleriyle tek tek helalleşip sarılırken, mecliste duygusal anlar yaşandı.
31 Mart 2019’da yapılacak Mahalli İdareler Seçimi öncesinde son kez katıldığı Büyükşehir Belediye Meclisi Mart Ayı İkinci Birleşiminde, meclis üyeleri ile vedalaşan Başkan Kocamaz, “Bu 5 yıllık süre içerisinde artısıyla eksisiyle, acısıyla tatlısıyla iyi bir dönem geçirdiğimize inanıyorum. En doğruyu bulmak, Mersin’in menfaatleri doğrultusunda bir noktaya gelmek hepimiz için güzel bir anı olarak kalacak” dedi.
Başkan Kocamaz: “5 yıl Mersin açısından çok hareketli geçti”
Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde meclis üyeleri ile birlikte Mersin için çok güzel kararlara imza attıklarını, iyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla 5 yılı tamamladıklarını dile getiren Başkan Kocamaz, “Öncelikle hepimize geçmiş olsun. 5 yıl belki bir kent için kısa ama insan hayatında önemli bir dilim. Bu 5 yıllık süre içerisinde artısıyla eksisiyle, acısıyla tatlısıyla iyi bir dönem geçirdiğimize inanıyorum. Elbette zaman zaman da tartışmalar olması gerekirdi. Ancak en doğruyu bulmak, Mersin’in menfaatleri doğrultusunda bir noktaya gelmek hepimiz için güzel bir anı olarak kalacak. Geçtiğimiz 5 yıl hem ülkemiz, hem de Mersin açısından çok hareketli geçti. 5 yıl içerisinde üç genel seçim, bir referandum, 2 cumhurbaşkanlığı seçimi yaşadık. 15 Temmuz hain darbe girişimini, daha sonra da ekonomik krizi yaşadık. Belediyemizin üzerine oynanan oyunlar, kumpaslar yüzünden 5 yıl ömrümüzden ömür gitti. Ama Allah’a çok şükür ki alnımız açık, başımız dik bir şekilde hala vatandaşlarımızın arasındayız. Elbette siyasi görüşlerimiz, kökenlerimiz, inanç değerlerimiz farklı olabilir. Ama ilk gün ne söylediysek, ömrümüzün sonuna kadar bunun arkasında olacağız” şeklinde konuştu.
“Bu meclis çok büyük işler başardı”
Bir şehrin anayasası olabilecek nitelikteki vizyonel projeleri, Mersin’de 5 yıl gibi kısa bir sürede hayata geçirdiklerinden bahseden Başkan Kocamaz, “Mersin’de doğduysak, Mersin’e sahip çıkmak mecburiyetindeyiz. Bu meclis çok büyük işler başardı. Bu kentin 1/100 binlik planı yoktu. Yeniden ele alındı ve hayata geçirildi. Ardından 1/5 binlik planlarla ilgili çok büyük mesafe kat edildi. Serbest Bölge otoban kavşağının batısındaki bölüm tamamlandı. Doğu tarafından özelikle istihdama yönelik yapılacak yatırımlarla ilgili bölgeler hala bekliyor ama inşallah bizden sonraki yönetim bu işleri takip eder ve hayata geçirir. Bu işler öyle dışarıdan hariçten gazel okunduğu gibi bugünden yarına olmuyor. Şu 5 yıl boyunca kafamızı hep bunlara yorduk, mücadele ettik. Ama bir yere kadar getirebiliyorsunuz. Bu imar planları hazırlanırken 90 ayrı yerden görüş almak durumundasınız. Bunların hepsini ikna edip bir adım öteye götürmek çok büyük zaman alıyor. Çok fazla mesai harcamak durumundasınız. Yine bu meclis döneminde Ulaşım Master Planı tamamlandı. Bu da 3 buçuk yıl sürdü. Ardından raylı sistemle ilgili metro kararı çıktı. Onun hazırlanması belli bir zaman aldı. Bakanlık’tan onaylanması için uzun bir süre gerekti. Tamamlandı ve tam ihale aşamasına geldik ama süre bitti. Tam yılbaşından önce ihale yapılması gerekiyordu. Kaynağını da bulmuştuk ama bu tasarruf tedbirlerinden dolayı bunun ihalesini maalesef gerçekleştiremedik. İnşallah bu önümüzdeki dönemde ilk yapılması gereken işlerden birisi bu. Bunun dışında bu kent gök gürlese selle burun buruna geliyordu. Bununla ilgili projeler hazırlandı. Belli noktalara neşter vuruldu ama daha yapılacak çok iş var. İlçe belediyeleriyle birlikte yapılacak çok iş var. Ben bundan sonraki meclisin bu işleri takip edeceğini düşünüyorum” ifadelerini kullandı.
“Hep birlikte bu projeleri takip edeceğiz”
Hayata geçirmeyi planladıkları ancak tasarruf tedbirlerinden dolayı yarım kalan projelerin takipçisi olacaklarını dile getiren Başkan Kocamaz, “Biz burada bir dönem görev yaptık ama Allah ömür verdiği sürece hep birlikte bu işleri takip etmek mecburiyetindeyiz. Gelecek günlerin bu günlerden çok daha iyi olacağını düşünüyorum. Çünkü her şey hazırlandı, tam sofraya konulacak anda masayı dağıttılar. Dolayısıyla yemek yemeye hiç kimsenin fırsatı olmadı. İnşallah bu masa yeniden toparlanır. Yeniden bu kente layık, kentin geçmişini, yapısını, coğrafyasını bilen insanların aldığı bir görev sonucunda bu kent daha ileriye gider. Biz, bizden sonra gelecek her yönetime bilgi ve birikimlerimizle destek olmaya devam ederiz. Tabi kendileri talep ederse. Ben bu kente layık, vizyonu, bilgisi, birikimi olan, bu kenti daha ileriye götürecek bir aşkı olan, bu kente aidiyet duygusu olan insanların inşallah hem meclise, hem de belediye yönetimine seçilmelerini yürekten arzu ediyorum” dedi.
“Ben hakkımı helal ediyorum”
5 yıllık süre içerisinde verdikleri destekler için tüm meclis üyelerine ayrı ayrı teşekkür eden Başkan Kocamaz, “Zaman zaman sesler yükseldi ama bunların hepsi kentin geleceğine yönelik, karşılıklı bakış açısından kaynaklanan tartışmalardı. Ama her defasında burada sesler yükselse de, şu kapıdan çıktığımızda bir ve beraber olduk. Herkes birbiriyle dostane şakalaştı, birbiriyle herhangi bir art niyet güderek bir davranış içerisine girmedi. Hepinize teşekkür ediyorum. Bu 5 yıllık süre içerisinde karşılıklı ilişkiler konusunda şayet bir yanlışımız olduysa onlarla ilgili de hepinizden affınızı diliyorum. Ben şahsen hakkımı helal ediyorum. Sizler de hakkınızı helal edin. Hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum” diye belirtti.
Büyükşehir Belediye Meclisi Mart ayı ikinci birleşimi gerçekleştirildi
Mersin Büyükşehir Belediye Meclisi 2018 Yılı Mart Ayı Toplantısı 2. Birleşimi, Mersin Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Kerim Tufan başkanlığında gerçekleştirildi.
Kongre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleştirilen toplantıda idare tekliflerine ait 1, komisyon raporlarına ait 17 madde olmak üzere toplam 18 madde görüşüldü.
Mersin Şehir Tiyatrosu Tataristan’a gidiyor
Mersin Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu, 12-19 Mayıs 2019 tarihleri arasında Tataristan Cumhuriyeti Devlet Özerk Kültür Kurumu Buinsk Devlet Drama Tiyatrosu tarafından düzenlenen 3. Uluslararası “Buinsk: Diyalog Alanı” Halk Tiyatrosu Festivali’ne “Düğün Ya Da Davul” adlı yetişkin oyunu ile katılacak.
0 notes
Text
Kocamınki Yetmiyor, Amım Kol Gibi Yarak İstiyor! (Nesrin 35 Y., Berlin / Almanya)
Selam 31 Seks Hikayeleri okurları, adım Nesrin. 35 yaşında, 2 çocuk annesi, çalışmayan bir kadınım. 14 ve 16 yaşında 2 oğlum var. Kocamın kendine ait bir işyeri var. Benim hikayem geçen senenin yazında yaşandı ve bitti. Ama içimde bir his bunu anlatmam gerektiğini söylüyor, ben de buraya yazmayı uygun gördüm.
Kocamın kızkardeşi Hatice Tekirdağda yaşıyor. Babalarının vefatından sonra kocamı arayıp, "Abi miras işlerini halledelim, bak bizim paraya ihtiyacımız var!" diye tutturdu. Kocam da bana konsolosluktan vekalet verip, "Sen git hallet, benim vaktim yok!" deyip beni Türkiyeye yolladı. Cuma günü saat 14:00'de İstanbul Sabiha Gökçene konduk, oradan Tekirdağa gitmemiz akşamı buldu. Görümcem Hatice ve kocası Halit beni alıp evlerine götürdüler. Onlarla hep iyi anlaşırdık, yaşlarımız da birbirine yakın olduğundan aynı şeylerle ilgilenirdik. Evlerine gidince duş alıp akşam yemeğini yedik. Sohbet muhabbet derken vakit gece yarısı olmuştu. Onların çocukları alt katta, biz üst katta yatacaktık. Ben bana verilen odaya geçip yattım.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama, bir inilti ile uyandım. Yan odada görümcem kocası ile sikişiyorlardı. Duvarlar o kadar ince ki, sanki yanımda sikişiyorlar, bütün seslerini net bir şekilde duyuyordum. Sikişleri bitmek bilmiyordu. Bitirseler de uyusam diye düşünürken elimi amımda buldum. Canım çekmişti, onlar yan tarafta sikişirken ben de kendi kendimi tatmin edip rahatladım. Ama onların sikişi daha bitmemişti. İçime şeytan girdi, gidip anahtar deliğinden onları seyredecektim. Yavaşça yataktan çıkıp, ayak parmaklarımın ucuna basarak yan odanın kapısına kadar geldim. Kapı tam kapalı değildi, dişarıdan gelen ay ışığı içerisini gündüz gibi aydınlatmıştı, yatak odasındaki dolabın aynasından herşey rahat görünüyordu. Yarım saatten beri sikişmelerine rağmen Halit daha boşalmamıştı. Oysa benim kocam en fazla 5 dakika siker boşalırdı, eğer yorgun değilse 2. postayı siker, o da en fazla 10-15 dakika sürerdi...
Halit bir ara sikini Haticenin amından çıkartıp biraz amının dudaklarına sürdü ve yeniden amına soktu. Sikini tam görememiştim, ama bayağı büyük ve kalındı. Yaklaşık 5 dakika daha siktikten sonra Hatice yalvarmaya başladı, "Hadi koçum bitir artık!" diye yalvarıyordu. Halit, "Tamam orospu, geliyorum!" deyip hızlandı. Sonra sikini Haticenin amından çıkartıp ağzına verdi. Şimdi büyüklüğünü daha net görüyordum. Rahat 20 cm'in üzerinde vardı, kocamınkinin neredeyse 2 katı ve daha kalındı. Tamam, ilk olarak yabancı sik görmüyordum, ama bukadar büyüğünü hiç görmemiştim. Halit Haticenin ağzına boşaldığında ben de yavaşça odama geri döndüm, ses olmasın diye kapıyı tam kapatmadım.
Sabah görümcemin yan taraftan gelen sesi ile uyandım. Kocasına, "Gürültü yapma, yengem yoldan geldi uyanmasın, git aşağıda TV izle ama sesini çok açma!" diyordu. Neden yaptım bilmiyorum ama, üzerimdeki battaniyeyi atıp geceliğimi belime kadar çekip götümü kapıya çevirdim. Zaten donsuz yattığımdan amımı götümü sergilemiştim. Nasıl davranacaklar merak ediyordum. En kötü şartlarda uyurken açılmışım derdim. Koridorda Halitin ayak seslerini duyuyordum, benim kapımın önüne gelince ses durdu, demek ki beni seyrediyordu. Hatice de koridora gelince Halit aşağıya indi. Hatice yataklarını toplayıp duş aldı, kahvaltıyı hazırlayip beni kaldırmaya geldi. "Yenge kalkta kahvaltı yapalım, bugün resmi daireler kapalı, nasıl olsa bir işlem olmaz, Halit bizi pikniğe götürecek!" dedi. Kalkıp duş aldım ve kahvaltıya indim. Hava sıcak olduğundan rahat bir elbise giydim, altıma birşey giymedim, zaten don giymesini sevmem : ))
Kahvaltıdan sonra komşuları ve birkaç aile dostları ile deniz kenarında bir yere gittik. Çocuklar gelmemişti. Adamların kimi ağaç gölgesinde yatıyor, kimi balık tutuyordu. Kadınlar da yiyecekleri hazırlıyordu. Bir ara Haticeyi erkeklerden birine frikik verirken gördüm. Resmen bilinçli yapıyordu, oturup kalkarken adama amını gösteriyordu. Yanına yaklaşıp fısıldayarak, "Kolay gelsin!" dedim. "Ne kolay gelsin?" dedi. "Yaa anlamazdan gelme, adama amını gösterdin, gördüm!" dedim. "Ne olmuş ki, gösterince amım eksilmez ya! Sen sabahtan kocama gösterdin, eksildi mi? Ben odanın önünden geçerken uyuyordun, üstün örtülü idi, sonra kocam geçerken açtın! Bunu bilinçli yaptığını bilmiyorum mu sandın?" deyip boynuma sarıldı ve ekledi, "Korkma yenge, abime söylemem, istediğine göster, yada ne istersen onu yap!" dedi ve güldü.
Piknikte akşam üstüne kadar yenilip içildi eğlenildi. Akşam eve dönme zamanı geldiğinde erkekler içkili olduğundan arabaları kadınlar kullandı. Eve geldiğimizde Haticenin çocukları bir not bırakıp babaannesine gitmişler. Biz de üstümüzü değiştirip, Rakı sofrası kurduk, oturduk içmeye ve sohbete başladık. Havadan sudan konuşurken Hatice lafı pikniğe getirip, kocasına, "İsmail birşey dedi mi?" diye sordu. Kocası da, "Adamı bitirmişsin!" deyip güldü. Hatice de, "Ne yapayım onlar başladı, Sevim sana gösterince ben de İsmaile gösterdim!" dedi, gülüştüler. Kocası elini cebine sokup bir String külot çıkardı, Haticeye gösterip, "Bak bu Sevimin. Sen piknikten sonra bulaşıkları yıkarken cebime soktu!" dedi. Halit sonra bana bakıp, "Sen de böyle şeyler giyermisin Nesrin?" diye sordu. Ben de eteklerimi kaldırıp, "Ben böyle külotsuz gezmeyi daha çok seviyorum!" diye amımı gösterdim...
İçtiğimiz için hepimiz rahatlamış, dilimiz çözülmüş, rahat konuşuyorduk. Ben Halite, "Karın başkalarına amını gösteriyor, ya kalkıp kendini siktirirse?" dedim. Halit gülerek, "Benim siktiğim kadın kolay kolay başka yarak altına yatmaz, yoksa hayal kırıklığına uğrar!" dedi. "Yaaa? Sikine çok mu güveniyorsun?" dedim. Halit önce Haticeye bakıp sonra bana, "İstersen deneyelim, bak gör kendin karar ver!" dedi. Haticeye sorar gibi baktım, o da, "Bana uyar!" dedi. Daha ben birşey demeden Halit sikini çıkartıp ağzıma soktu. Sikinin anca başını ağzıma alabiliyordum, sikini iki elimle kavrayıp saxo çekiyordum. Sikinin kalkması uzun sürmedi...
Eteğimi yukarı kaldırıp önüme diz çöktü ve amımı yalamaya başladı. Hatice karşımızda oturmuş, hem bizi seyrediyor, hemde amıyla oynuyordu. Halit amımı öyle güzel yalıyordu ki, gelmem uzun sürmedi. Sonra Halit yere uzanıp, "Gel üzerine otur!" dedi. Kalkıp o devasa sikin üzerine oturmaya başladım, içime giren her santimi hissediyordum. Yarağı içimi doldurmuştu, bacaklarım titriyordu. Beni sırtüstü yatırıp bacak omuza yaptı ve amıma seri şekilde sokup çıkarmaya başladı. Daha sonra beni domaltıp arkama geçti, sikini arkadan amıma soktu. Hatice de gelip önüme yattı ve "Hadi yala amımı!" dedi. "Ben am yalamam!" dedim. Suratıma bir tokat patlatıp, "Orospu, ne demek yalamam? Kocama kendini siktiriyorsun, benim canım yok mu? Yala şu amımı!" deyip saçlarımı tuttu amını ağzıma yapıştırdı...
Hayatımda ilk olarak am yalıyordum. Biraz yaladıktan sonra am yalamak benimde hoşuma gitti. Amımı yalatmak hoşuma gittiğinden am nasıl yalanır iyi biliyordum, Haticenin amını yalarken elimi de amına sokmaya başladım. Önce parmaklarımı, sonra elimi olduğu gibi amına soktum. Ellerim büyük değil, elimi bileğime kadar amına sokup çıkarıyordum. Üçümüz de zevkten inliyorduk. Ne kadar sikildim bilmiyorum, kaç kere orgazm oldum saymadım. Halit böğürerek içime boşaldı, sonra yan tarafa yatıp beni yanına çekerek, "Nasıldı?" diye sordu. Sadece, "Şahaneydi!" diyebildim.
O haftasonu Halit hem Haticeyi hemde beni evire çevire sikti. Pazartesi günü miras işlemlerini yaptık. Bütün resmi işlemlerin bitmesine rağmen kocama daha işlerin sürdüğünü söyleyip, bir hafta daha orda kaldım ve Halitin kocaman yarağını yedim...
Şimdi yine Almanyadayım, ama nasıl yapıp tekrar Tekirdağa gitsem, Halite kendimi siktirsem diye hesap yapıyorum. Çünkü artık kocamın siki beni tatmin etmiyor, amım kol gibi yarak istiyor. Burada çok insanın kocamı tanıdığından dolayı kendimi siktirecek birini arayamıyorum. Ama bir yolunu bulup o işi de halledeceğim :)
[Nesrin]
123 notes
·
View notes
Text
FIFA VS PES - (MÜCADELENİN TARİHSEL GELİŞİMİ)
Öylesine güzel futbol oyunları vardı ki ilk gördüğümüzde ağzımız açık kalır, oynayanı seyreder, belki oynamaya ilk başta cesaret edemez veyahut sıra gelmezdi. Geçmişe döndüğümde cümle böyle bir gelişimle kuruluyor fakat şöyle bir anlam çıkıyor, eskiden futbol oyunları çok daha iyiydi. Daha iyi değildi sadece hayran bırakıyordu. Teknolojinin ilerlemesi, 3 boyut kavramının girmesi, yeniliklerle sürekli gelişti de.
Yukarıda bahsettiğim sahnenin yaşandığı yer atari salonu diye tabir ettiğimiz mekânlardı. Hatırlayanlar hatırlayacaktır. Konsollar güçlenmemişti. Nintendo NES ve türevleri konsollar mevcuttu. Adı SOCCER olan basit bir oyunu bile oynarken keyif alırdık ve bir de ATARİ Salonlarında elimizdekilerin çok çok üstündeki yapımlarla karşılaşır, zorluğunu aşana kadar jeton harcar veya pes eder sadece seyrederdik. Aklıma tonlarca hatıra geliyor bu oyunlarla ilgili ama uzatmak niyetinde değilim. Bir tane örnek vereceğim, futbol oyununda Türkiye Milli Takımı’nın seçildiğini ilk gördüğümde “Vay be, Türkiye’yi bile oyuna eklemişler, nasıl bir detay…” dediğimi hatırlıyorum. Yıllar değil on yıllar geçti aradan ve piyasada kalan belli başlı iki futbol oyunu Türkçeleştirilmiş haliyle çıkar vaziyete geldi. Yazıda da o iki futbol oyunuyla nasıl tanıştığımızı ve tarihsel gelişimini hafızam yettiğince aktarmaya çalışacağım.
Ev konsollarının şahsım ve arkadaşlarım adına altın dönemini yaşıyorduk sanırsam ortaokul yıllarımız. SEGA Megadrive konsolunda sıyrılmaya başlamıştı aslında bu iki futbol olarak gelişmemiş ama oyunları zamanla tekeli haline alan iki farklı ülkenin yapımları. Amerika ve Japonya firmaları, futbolla iç içe olan diğer ülkeleri geride bırakarak rekabete o yıllarda tutuştular. EA Sports firması Fifa lisansını alarak sahayı çaprazdan gören bir açıyla oyunlarını çıkarmaya başlarken Japon KONAMİ firmasının International Superstar Soccer oyunu elimizdeki konsollar adına ilgi çekici bir çıkış yapıyordu. 1996-1997 yıllarında Windows sisteminin çıkmasıyla PC kullanıcılığının yaş ortalaması sürekli düşerken kartuşlarla çalışan konsolların yerini CD tabanlı nispeten gelişmiş markalar almaktaydı. Bundan sonrasında Fifa 97 ile 3D geçişi sağlanırken EA Sports firması asıl darbeyi Dünya Kupası markasını yanına alarak Fifa 98’de vuracaktı. Yapay adamlar yerine biraz daha insansı grafiklere sahip oyun PC sahibi şanslı arkadaşları tatmin etti.
Lisans haklarıyla mı çözüldü her şey bilemiyorum ama EA Sports Fifa ismiyle oyun yapmaya başladığında piyasadaki futbol oyunları birer ikişer döküldüler. Fifa 99 PC almadan edindiğim ilk orijinal oyundu. Akrabalarımda oynamak için o zamanın parasıyla 7,5 TL vermiştim, 7,5 milyon yani altı sıfırlı haliyle. (iyi paraydı) Neden vermiştim çünkü içerisinde Galatasaray ve Ali Sami Yen Stadı bulunuyordu ki kulüp takımları oyuna dâhil olmaya başlıyordu. Stadyum hiç benzemiyordu, GS de idare ederdi ama Atari salonunda Türk Milli Takımı’nı görüp şok olan bir nesil için fazlaydı bile. O sene PC edindim, çıktığı gibi bir sonraki Fifa 2000‘i aldım ama bu sefer tüm Türk takımları varken GS mevcut değildi. Futbolcular daha bir inceltilmiş, düzenlenmiş, robotluktan kısmen arındırılmıştı. Fifa 2001 çıkmadan yaklaşık 1,5 mb boyutundaki bir videosunu internetten indirmek için 15dk beklediğimi hatırlıyorum, şimdinin 1sn sine tekabül ediyor. Günümüzde söylemek tuhaf olacak ama Fifa 2001’de bir devrimsel gelişme bulunmaktaydı, gerçek formalar… Eskiden sadece formanın renkleri ve şekli verilirken artık arma ve reklamları içermekteydi ki bu da inanılmazdı. Türkiye Ligi gitmiş geçilen senenin UEFA Kupası ve Süper Kupasını kazanan GS geri dönmüştü. O sene üniversite sınavlarına hazırlandığımdan öyle canını çıkartırcasına oynayamamıştım ama eğlenceliydi.
Ve yıl 2002‘ye geldiğinde işlerin seyrinin değişme zamanı geliyordu. Üniversite’ye girmiştim, evimden uzaktım, Fifa 2002’yi oynayacak bir bilgisayarım yanımda yoktu ama deneyimlemem lazımdı. Bir internet Cafe’ye özel olarak gidip oyunu açtığımda aynı tadı alamadım. Pas sistemi değişmiş, şiddeti ayarlanan bir şekle gelmişti ama kullanışsızdı, oyuna hâkim olamıyordu fakat en önemlisi arkadaşımın Playstation 1 konsolundan (O zamanlar 1 diye ifade edilmiyordu) Winning Eleven oynamıştım. Onu oynadıktan sonra Fifa oyunu hayli yavan geliyordu. Bir şeyler yavaş yavaş değişim göstermeye başlamıştı. Neydi peki Konami’nin oyununu bambaşka yapan özellikler? En çok aklımda kalanlar gerçekçi oyun hâkimiyeti ve ara pas tuşunun bulunmasıydı diyebilirim. Sahada hazırlık pasları daha mantıklıydı, langırt oynuyor hissi vermiyordu, sahaya yayılabiliyorduk ve eğlenceliydi. Arkadaşımdan konsolunu satın aldığımda geçişimi tamamlamıştım. Fifa efsanesi zihnimde son bulurken adı zamanla Winning Eleven’dan Pro Evulation Soccer’a geçen PES ve türevlerine merhaba deme vaktiydi.
Fifa gibi yıl yıl anlatamayacağım çünkü PES serisi öncesinde sadece PlayStation konsolunda var olduğundan evdeki PS1 ‘de ve o senelerde piyasaya sunulan PS2 konsolunda, salonlarda oynadık yıllarca. Her yıl aşağı yukarı aynı değişikliği yapsalar da Fifa’yı tahtından etmişlerdi. Bir sene oyun yavaşlıyor, diğer sene hızlanıyordu. Bir ara acaba mekanik olarak iki önceki senenin oyununu mu piyasaya sürüyorlar diye aklımdan geçirmedim değil. PES serileri 2,3,4 şeklinde ilerlerken isimleri yıllarla ifade edilmeye başladı, o sırada üniversite bitti, askerlik dönemi başladı, yeni bir PC almıştım ve PES artık PC’de de vardı, güzel zamanlardı. Her sene çıktı, biz de oynadık taa ki 2009-2010 yıllarına kadar. Bu yıllar dediysem sonrasında da oynamaya devam ettim. Fifa’da bariz gelişmeler vardı, daha gerçekçiydi, hareketler gelişmişti gelgelelim yıllardır oynandığım PES’in yerini tutamıyordu kendi adıma. PS3 devri yine PES ile geçecekti. Sıkılmadan oynadım, arada Fifa’ya baktım, gelişiyordu ama oynanışı PES kadar alışıldık ve rahat değildi. Pek çok kişinin Fifa’ya geçtiğini duyuyor, takip ediyor ve ihanetlerini sindiremiyordum. Nasıl yılların kıralı unutulabilirdi. Bu sırada 2009 senesinin sonunda evlenmiştim. Oyunlar eskisi gibi zamanımın tamamını almasa da hobim olmaya devam ediyordu.
2013 yılında insanlara sinirlendiğim olay başıma geldi hem de PES in en güzel oyununu çıkardığı senede. Tüm sene bayıla bayıla PES 2013 oynamanın ardından Fİfa’ya öylesine bir bakmış, biraz zorlamaya karar vermiştim ve takılıp kaldım. Daha estetik hareketleri vardı, adamlar robot gibi değildi, oyun çok daha akıcıydı, tam beceremiyordum ama oynamak istiyordum. Derken alıştım, Fifa 14’ü bekledim, aldım, oynadım ve o sene PES 2014 yenilenen sistemiyle tam bir kâbus oldu. Yeniden Fifa’ya dönmüştüm. İşler PES’in krallığına oturduğu gibi gitti. Fifa her sene devrimsel değişiklikler yapmadan yaptıklarının üstüne koydu, gelişti, kadrolar güncellendi ve devam ettik. PES tabiri caizse bir batağa saplanmıştı ve durumu düzeltmeye çalışıyordu ama birkaç sene boyunca olmadı bir türlü. Fifa beni kazanmıştı bir kere. Modlarıyla, online oyunlarıyla, akıcılığıyla bir futbol oyunundan istediklerimi veriyordu. Sahip olduğum bilgisayar eskimeye, oyunu zor çalıştırmaya başlamıştı ama arada birkaç maç atmamı engellemiyordu sene 2017 olana dek…
Evet bir dönüşüm yeniden yaşandı bu sene ki bu sefer fazla uzun sürmemişti. Yeniden PES’e transfer oldum ama biraz da zorunlu bir geçişti çünkü artık mevcut bilgisayarım Frostbite motoruna geçen Fifa’yı kaldırmıyordu demosundan denediğim kadarıyla. Zaten önceki sene pek çok özelliği kapatarak Fifa oynayabilmiştim ama artık mümkün değildi. Bu sırada PS4 edinmiştim, iki oyunun da demolarına bakmıştım ve PES beni inanılmayacak seviyede etkilemişti. Fifa oynayan birisi olarak rahatlıkla oyuna hâkim olabiliyordum, oyuncu animasyonları, grafikler harikaydı. Oynadıkça mekaniklere alıştım, PC de için edindim, hatta pek çok kişinin yapmayacağı bir şey yapıp PS4’e ikisini de aldım ama PES beni daha çok etkilemişti. Yıl boyunca PES’le vakit geçirdim. Daha oturaklıydı, daha gerçekçi, daha ayağı yerine basan adamlar vardı ama en önemlisi eskiyen bilgisayarımda çalışabiliyordu, grafiklerini PC için geliştirmemişlerdi ama oynanışı PS4 versiyonuyla aynıydı yaklaşık olarak. PS4’te uzun zamanımı almadı diğer oyunları oynarken ama PC’de hâlâ elimin altındadır. Bu arada Fifa daha mı kötüydü, hayır, sadece bir oyunun mekaniklerine alışınca diğeri biraz tuhaf geliyor. Aslında her iki oyun da oyuncuları başına bağlayabilecek seviyelerde, alışma meselesi. PES’i bu sene beğenmeme rağmen lisans sorunları çok göze batıyor, bir çaresini bulması lazım diye düşünüyorum.
2018 senesi iki oyunun da iddialı girdiği bir sene olacak, bu yıl PES’in de PC grafiklerini yükselteceği söyleniyor, muhtemelen oynanmayacak eski makinemde ama PS4 için iki oyunun da demolarını inceleyip indirim zamanını bekleyebilirim. Yorumları 2018 versiyonlarını oynadıktan sonra yapmayı tercih ederken tüm oyuncalara iyi eğlenceler diliyorum…
Yazan: Emrah SUBAŞI
0 notes
Text
Ortadoğu’nun yakın geleceği
Ortadoğu lanetli topraklar olduğu için mi Xûda -Yaradan- 3 peygamberini, yüzün üstünde kutsal kişilikleri uslanmaları için o topraklara gönderdi?
Hazreti Adem’den Nuh’a, Yunus’a, İsmail’e, Muhammed’e kadar hepsi Xûda adına o topraklardakilerini binlerce yıl ıslah etmeye çalıştılarsa da nafile!
Yaşadığımız uzun bir hayat boyunca o toprakların insanları olarak Xûda’nın mahkûm ettiği acıları biz de tanıdık, biz de yaşadık, yaşamak zorunda bırakıldık.
Ne bugün ne de yakın gelecekte Ortadoğu’nun artık unuttuğu, rüyalarında bile görmeyi terk ettiği sulha kavuşması mümkün değil gibi gözüküyor.
Önümüzde yeni bir savaş var daha “eskileri” bitmeden. Bu kez de İran’la.
Bir yarım yüzyıl ABD’de eller üstünde tutulan Suudilere ne oldu da 11 Eylül yaşandı, medeniyete yaşattılar? Ondan sonra kitaplarda okunuşu bile inanılmaz gelecek bir süreç başladı, başlamak zorunda bırakıldı. 11 Eylül’e kadar kardeşten yakın algılanan Suudilerin ihanetini ve bu ihanetinin cezalandırılmasının getireceği yıkımlar hesaplandı. Sonunda yakın geçmişte ABD’nin yarattığı gözü kanlı Ayataohların şii İran’ıyla suniler rasında tampon devlet oluşturan Irak’taki Saddam düşürüldü. Şiiler hükmetmeye davet edilirken, İran-Irak-Suriye’yle şîîler azılı düşman Suudilere komşu edildi. Sudiler diğer Arap Yarımadasındaki Sünni Emiratlar, Qatar ve Türkiye’yle birleşerek DAİŞ’le bunu durdurmaya yeltendiler, akabindeki tablo ortada.
Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, 13 Aralık 2017 tarihinde Suudi Kralı İslam İş birliği Teşkilatı’nın İstanbul zirvesinde Erdoğan’ın gazına gelerek Amerika’ya “Biz sizin ekonominizi çökertiriz!” diye haykıran oldu. Suudilerin bu kartı Amerika’ya karşı kullanma hevesleriydi 11 Eylül’e sebep olan! Ama Suudi Kralı yorgan altından 1999–2001 yılına kadar Amerika’ya gösterilen bu silahın değişen oyunda yerinin artık olmadığını anlayamamıştı daha. Onlar hâlâ 11 Eylül öncesindeydiler…
DAİŞ’le hedeflenen, İran’ı durdurmanın yanında bir de Katar ve Suudi Arabistan’dan Suriye’nin DAİŞ’çe kontrol edilecek bölgesinden Türkiye’deki ağa bağlanacak petrol ve gaz hattı döşemek vardı planda. DAİŞ onu yaratan 3–4 ülkeden birisince gerek Irak’ta gerekse Suriye’de Kürtlerin üzerine saldırtılmamış olsaydı belki bu plan başarılı olacaktı! Bağdat ve Şam yakınlarına kadar gelmiş DAİŞ’i “önce Kürtlere” emirini veren ile diğer ortakların daha sonra birbirine düştüğü saklanılmayacak bir gerçek artık. Suudiler, Emiratlar ve Türkiyeyle “bir anda” oluşan günümüzdeki düşmanlıkları…
13 Aralık 2017’de İstanbul’dan Atlantik’in diğer yakasına gönderilen tehdit, alaycı bir gülümsemeyle kayıt edildi ve birkaç ay geçmeden Suudi Kralı tüm yetkilerini Prens Salman’a “gönüllüce” devretti ve akabinde Trump tüm kuraylarıyla Suudi Kralıyla Riyad’da Kraliyet Sarayı’nda kılıç dansı ederken, yandaki odada 130 milyarı aşan silah sözleşmesi imzalanıyordu!
Suudilerin Amerika’daki tehdit unsuru olarak kullandıkları sermaye 600 milyar civarında tahmin ediliyor ve o an imzalanan o sözleşmeyle 5/1’den fazlası eridi. Ama bu sadece bir başlangıçtı! Emiratlar, Katar ve Suudilerden geri kalmamak için silah alma yarışına girdiler, her ne kadar Trump o günlerde Katar’ı terörü desteklemekle suçlasa da akabindeki günlerde on milyarlarca değerinde silahı da sattı suçladığı Katar Prensine.
DAİŞ üretildiğinden günümüze gerek Amerika gerekse tüm Avrupa ülkeleri silah üretiminde ve satışında tarihlerinin rekorlarını kırıyor ve siparişleri yetiştiremiyorlar. Yaşadığım Çekya da bile komünizm döneminden kalan ve açık alanlarda on yıllardır paslanmaya terk edilmiş ne kadar zırhlı araç varsa hepsi “yenilenerek” Irak’la Suriye’ye satıldı! Hatta koleksiyoncuların bahçelerinde barındırdıkları zırhlı araçlar bile satıldı! Avrupa’da hurda silah bile kalmadı! Ki Avrupa –Amerika da dahil- bu hurdaların yok edilmesi için her yıl bütçelerinden milyarlar ayırıyorlardı.
Ama madem Amerika 13.12.2017 de tehdit edilmişti tehdit edenlere ve ettirenlere tükürüklerini kan kusturarak yalatacaktı.
DAİŞ bitti, dünden güreşe hazır Iran sahaya çekildi ve Suudiler, Emiratlar, Katar’ın “gönüllerini kırmamak” için Trump Senatoyu da Kongreyi de oyun dışı bırakarak (ya da yok sayarak) bir gecede yeni ve ani silah satışına onay verdi! İkinci Dünya Savaşı sonrasıAmerikan tarihinde bu bir ilk olsa gerek! Arap Yarımadası’na satılan ve satılacak silahların bedeli 450 milyar dolara dayandı! Tehdit konusu olan 600 milyardan görünürde 150 milyar kaldı! Eğer kaldıysa…
Amerika İran’la sıcak çatışmaya girecek mi? Evet, gidişat onu işaret ediyor. Ama şimdiye kadar Amerika’nın girdiği savaşlardan bu harekâtı ayıran 2 temel fark var. 1.Girerse savaşın tüm bedelini Suudi, Emirat, Kuveyt ve Katar’a faturalayacak ve faturanın bedeli ödenmedikçe girmeyecek. Tıpkı geçen sene Suriye’ye bir sabah seheriyle “ansızın” fırlattığı 107 roket gibi. Önce bedelini Prens Salman ödedi ve ondan sonra roketler fırlatıldı. Diğer savaşlardan 2. farkı da Amerika kara harekâtına arık bulaşmayacak. İsraillerden aldıkları veya İsrail’in onlara öğrettiği artık klasik diye algılanan İsrail yöntemiyle savaş yürütülecek, yani stratejik noktalar gemilerden, uçaklar, helikopterlerden, denizaltılarından atılan roketlerle yok edilecek. Bir taraftan askeri noktalar, diğer taraftan rafineler vurulacak -ki İran’ın zaten rafineleri kendi öz ihtiyacını bile karşılayamıyor ve tükettiği benzin mazotu bir kısmını kendi petrolünü uzak ülkelerde rafine ettirip geri getirerek karşılayabiliyor-.Türkiye çok sevildiği için Türkiye İran gaz boru hattının ana tesisini vurma ihtimali de yüksek tabi. Amerika’nın önümüzdeki dönemlerde savaşlarda kara yerine hava harekâtını tercih edeceğinin belirtililerinden biri de savunma bakanlığı koltuğuna tüm mesleki hayatını uçak devi Boeing in askeri projelerinde geçirmiş, bu projelerin onursal başkanı olan Patrick M. Shanahan atanmasıdır.
Askeri ve ekonomik yıkılışın ardından İran’da halkın ayaklanması planlanıyor mu, bilemiyorum ama rejimin değişmesi projede gözükmüyor. Bu rejim zaten istenilen-arzu edilen rejim. Rejimi değiştirerek sulha belki de gidebilecek bir yolun açılmasının getirisi ne olabilir ki Amerikalılar açısından? Gerçi bir buçuk yıl önce Trump yine kendisine hâkim olamayıp İranlıları sokaklara davet etmişti ama bu davetin arkasında devlet olmadığı için bir kuru yel gibi gelip geçti.
Amerika’da 2 milyon kişi petrol-gaz sektöründe çalışıyor. 2 milyon insanın çalışabilmesi için onlara hizmet veren yan sektörlerde de en az 800.000 insan çalışıyor ki bunlar Amerika’daki çalışan kitlenin %1,8’ni oluşturuyor. Mukayese edebilmek için: dünya araba devi olan Almanya’da araba sektöründe 900.000 insan çalışıyor! Amerika bundan 19 yıl önce geliştirmeye başladığı “kaya gazı” ve boşalmış petrol kuyularındaki kayalardan petrol emme teknolojisinde tekniğin ve bilimin sınırlarını aştı ve önümüzdeki 5 yıl içinde petrol ve gaz sektöründe çalışacak insan sayısının 4 milyonun üstünde olacağı artık biliniyor. -ki bu 4 milyona ek hizmet verenlerle birlikte bu sektörde çalışacak insan sayısı 5 milyonun çok üstünde olacak.
AMA! Bunun gerçekleşebilmesi için dünyadaki gaz ve petrol üreticilerinin durdurulması veya kontrol altına alınması gerek! Bu gereksinmeyi gerek yapan diğer faktör de ; 4 yıldır “önüne gelen” herkes denetimsiz petrol çıkarıp piyasaya sürüyor ve petrolle gaz fiyatları alt sınır olan varili 100 doların hâlâ çok altında! Bu fiyatlarla Amerikan gazının “iyi kazanç” yapabilmesi zor, çünkü Amerika, Katar gibi gazını –125’le 165 derecede dondurarak ancak ihraç edebilir. -ki bu da maliyeti ve satış fiyatını zorlayan faktördürlerden biridir-. Ama eğer İran durdurulursa, İran’ın roketlerinin birkaçı Suudi Arabistan, Emirat ve hatta Katar’ın petrol-gaz tesislerinin üstüne yağarsa durum değişir. Tıpkı Venezuela planı gibi! Amerika vurur, attığı her roketin bedelini Araplara kat kat keserek ödetir, böylelikle silah sanayisini daha da canlandırır ve bedelini Arapların sattıkları petrol- gazıyla ödettiği roketlerle dünya piyasasındaki gaz ve petrol miktarı düşer, düşünce de fiyatlar yükselir, o zamanda Amerika kendi kaya gazı-petrolünü piyasaya layık gördüğü fiyatla sunar. Amerika’yla Türkiye’nin dalaşmasının arkasındaki ana neden ne SS 400’ler ne de Türkiye’deki demokrasi ya da antidemokratik sicil yatıyor. Ana sorun “Türk Akımı” gibi Türkiye’yi Rus gazına, Azerbaycana bağlayan hatlardır. -Ki bu hatlar sayesinde Rus gazı balkanlara oradan bir gün Avrupa’ya ulaştırılmaya çalışılıyor-. Bu da Amerika açısından kabul edilir bir durum olamaz. Amerika’nın gaz ve petrol konusunda değil Türkiye’ye, Avrupa’ya hele hele Almanya’ya karşı tutumu da farklı değil, yöntem farklı sadece. Bir yıldır onlarca Amerikan “lobi uzmanı” ya da Amerikalılar için çalışan Alman lobi uzmanları Almanları Kuzey Denizi’nde Rusya’dan Almanya boru döşenmesi çoktan başlamış ve sürmekte,bu yıl sonu bitmesi planlanmış boru hattının döşenmesinin durdurulması için “ikna ” çabasındalar. Almanya’yla Rusya arasında imzalanmış ve uygulamaya geçilmiş,bitmek üzere olan milyarlar değerindeki projeyi “durdurun” diyor Amerika. Alman Bakan Altmaier’in de katıldığı kapalı bir “ikna” toplantısında Altmaier’in o görkemli (190 cm,140 kg) yapısıyla kısa boylu cılız Amerikan meslektaşı karşısında içine düştüğü acizliğin görüntüleri içler acısıydı ve daha şimdiden Almanya Amerika’dan gelecek dondurulmuş gazın işletilmesi amacıyla kurulacak tesisler için iki liman kentini “gönülden” (Amedliler peşkeş çekti derlerdi) önerdi bile. Kuzey Denizi’nden Rusya’dan ilk Almanya’ya gaz hattı çekilmesi projesi sosyal demokrat şansölye Schröder’in onayıyla oldu, şansölyeliğine mal oldu gerçi ama düştükten sonrada Rus gaz şirketlerine “danışmanlık” görevini üstlenerek şansölye maaşından kat kat yükseğiyle kendini teselli etti. -ki o yıllarda Amerika daha ihraç edebilecek kadar gaz ve petrol üretmiyordu.Sosyal demokratlar Almanya’daki koalisyon hükmetti içinde ikinci Kuzey Denizi gaz boru hattının tamamlanması için direten ana güç, geçen hafta Avrupa Parlamentosu seçimlerinde uğradıkları hezimet bunun faturası mıydı diye sorası geliyor insanın. “Keşke Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası tarihinin bir kısmını bir zat yaşamış, tanımamış olsaydım” diyesim de geliyor. O zaman birazcık da olsa renkli idealizmle bakabilirdim. Ama Almanya’nın içine düştüğü süreç hiçbir renge yer vermeyecek kadar reel.
Trump’ın bazen uluorta açıklamaları oluyor , hızını frenleyemediği anlarında. Ama devlet kurumlarının projelerini değiştirmek bir tarafa, dokunamaz bile. Tıpkı birkaç ay önce Erdoğan’la telefon görüşmesinden sonra “Suriye’den çekiliyoruz Twitter’i” gibi. Amerika Suriye’den çekilmediği gibi Rojava’ya gönderilen silah miktarı 10.600 TIR’ı geçti. Bundan sonrada bu tür beyanlarda bulunması mümkün, 2 gün önce Japonya’da “İran’la görüşürüm” dediği gibi, ama var olan projeye gölge bile düşürmekten çok uzaktır bu tür çıkışları. Ki dünyada yavaş yavaş alışmaya başladı Trump bu ani çıkışlarına.11 Eylül’le gün yüzüne çıkan Amerikan — Suudi savaşı DAİŞ ve 13.12.2017 günü Suudi Kralının İstanbul’daki tehditinin ek faturası olarak da masada “yüzyılın “sözleşmesi var. Sözleşmenin detaylarını okurken gülmemek mümkün mü? Filistinliler ve onu on yıllarca besleyen körfez zengini Araplar hep birleşik bir Filistin için çabaladılar. “Tamam, birleşsin!” diyor masadaki yüzyılın sözleşmesi. İsrail “birleşmesine karşı değilim.” diyor, ama: “Buyurun Gazze’yle Ürdün sınırındaki Filistin bölgesini 30 m yerden yükseklikteki bir yolla birleştirelim ve yolun bedelinin çoğunu Araplar, bir kısmını da Avrupa ödesin.” -ki ödeyecek, Çin sükûnetini bozmasın diye inşaatını da Çin’e verecekler! Ve birleşik Filistin’se derdiniz; “işte buyurun size birleşik Filistin”. Bizim neslin gençlik yıllarında “Her şeyin bir bedeli var, öde Firuze…” ile başlayan Muazzez Abacı’nın okuduğu bir şarkı vardı…
Yakın gelecekte işleve sokulma ihtimali yüksek olan bu projeden ötürü Amerika’yı suçlamak mümkün mü? Hayır! Trump ülkesinin menfaatlerini savunmak için devletin başına seçimle, yani halkının iradesiyle getirilmiş ve ülkesinin, devletinin menfaatlerini korumak zorunda olan bir başkan! Gönül isterdi ki Ortadoğu’daki devletlerin başında olanlar da onun gibi kendi halklarına karşı sorumluluk taşmış olsalardı! O zaman ne İran’da meydanlarda insanlar katledilirdi ne Türkiye’de “kaşının üstünde kara var” diyenler zindanlara atılır ne de Suudi Arabistan’daki krallar, prensler ülkenin gelirinin hiç değilse “zekâtını” halkıyla paylaşacaklarına bir çılgınlıktan diğerine sıçramazlardı!
Xûda -Yaradan’ın veya Darwin islere göre tabiatın Ortadoğu halklarına altın tepsi üzerinde sunduğu zenginlikleri dünyadaki hiçbir kıtaya, mahlûka sunmamış; ama bu sunulan zenginliği tarihin tüm zaman dilimlerinde birbirini vahşice katletmekten başka bir şey için kullanmadıkları acılarla algılanan bir gerçek! Yakın gelecekte de bu acılı “qadim” gerçeğin değişeceğinin hiçbir emaresi de yok! Maalesef…
Dr. Yekta Uzunoglu
Fotoğraflar : Prens Bandar bin Sultan 11.eylülden önce ve sonra
0 notes