Tumgik
#istemsiz oluyor birden
kilolupatra · 8 months
Text
Bazen durup dururken ‘Giderek üzdün bizi zaman’ diye bağırıyorum
4 notes · View notes
Text
Herşey iyi gidiyor, herşey yolunda, hiç bir aksaklık yok...
Sonra dururken keyfim kaçıyor birden bire moodum düşüyor tat almıyorum ağlıyorum, surat asıyorum, agresif davranıyorum ama bu hiç bişey değiştirmiyor, bunu çözüm olarak da düşünmüyorum istemsiz oluyor ama sonra yoluna giriyor herşey böylemi olmam lazım acaba felan diye düşünüyorum ama emin değilim istemsiz olan birşy durup dururken depresyona giriyorum 5 dk sonra moodum düzenliyor ama cidden anlamsız...
0 notes
meyusask · 1 year
Text
Ne tür bir intikam bu? Birden değerlendin gözlerimde. Sanki bir çocuk gelip hiç sevmediğim oyuncağımı almış gibi. Anlamıyorum ne yaşanıyor bu 3 günde. Söz verdin ve yine inandım sana. Sana bakıp istemsiz bir pişmanlık duyuyorum. Kendime bakıp ayrı üzülüyorum. Yaz yağmurları gibisin. Gelip geçiyorsun ama geldiğin zaman her yerim ıslanıyor,hiç koşmadığım kadar hızlı koşuyorum daha fazla ıslanmadan eve gitmek için. Kaçırdığım bir şey oluyor genelde, ne kadar yıkıldı yıkılacak gibi görünsede ev sensin. yuvamsın.
0 notes
huzayli · 2 years
Text
Tek başıma da her şeyi hallediyorum ama insan arada bi' saçı okşansın istiyor..
Bazen biri girer hayatınıza; herşey güzelleşir, ilacınız olur sizin. Yaptığınız belki en ufak şeyden bile zevk almaya başlarsınız. Kim bilir, belki de isteseniz de istemeseniz de her an yanınızda durur. Belki en başta sadece iki normal arkadaşsınızdır ama sonra herşey birden değişebilir ve siz nasıl olduğunu anlamazsınız bile. Sürekli ama sürekli konuşmak istersiniz (Aslında zaten sürekli konuşuyorsunuzdur ama yetmez, daha fazlasını da istersiniz.). Onu görünce yüzünüze istemsiz bir gülümseme gelir. İçiniz kıpır kıpır olur. "Aynı şeyler onda da oluyor mudur acaba?" diye merak edersiniz. Belki de asla öğrenemeyeceksiniz ama merak edersiniz işte. Birbiriniz hakkında herşeyi bildiğinizi düşünürsünüz ama henüz hiçbir şey bilmiyorsunuzdur. Ne kadar süre geçerse geçsin her an birbiriniz hakkında yepyeni şeyler öğrenebilirsiniz. Ortak yönleriniz daha da artar belki ^^. Her ne kadar istemeseniz bile sevmediğiniz, hoşunuza gitmeyen, sizi üzen şeyler de çıkar tabi ortaya. Eski anılarınızı anlatırsınız birbirinize. Birlikte her anınızda deli gibi eğlenirsiniz belki. Paha biçilemez anlar yaşarsınız. Aranızdaki bağ çok daha güçlenir ve siz bu bağ asla kopmasın istersiniz...
Bu duygu her neyse, yaşamayalı epeyce olmuştu... Bunu okuduğunu biliyorum. Yüzüne karşı söyleyebileceğimi de hiç sanmıyorum. Belki mesajla, emin değilim. Nasıl anlamak istersen anla, şuan ne derim hiç bilmiyorum... İyi geceler...
2 notes · View notes
sonrasustum · 4 years
Text
Tumblr media
Büyük evlatla boyama yaparken kitapta bir sayfa seçiyor kendine, karşısındaki sayfayı da ben boyuyorum. Etkinlik gibi etkinlik. Mis gibi ana kız eğlencesi. kendine boyama için seçtiği resim güzel oluyor. Daha çirkini genelde bana düşüyor. Ben de hayvanları bitkileri orijinal renklerine göre boyarım normalde. O kafasına göre 🤪 bugün bana düşen resmi boyamak istemedim. Canlı renkleri kullanmayacağım diye. Sonra 'neden içimden geldiği gibi boyamıyorum? Sanki kurallar var da ben de ona uymak zorundayım.' dedim 🤦‍♀️ bazen kendimize gereksiz sınırlar çizip saçma kurallar koyup yaşamı mutsuz hale getiriyoruz. En kötüsü bunu biz kendimize yapıyoruz. Boyarken aklıma geldi birden. Ah ne güzel çocuk olmak. Nasıl olmuş boyamalarımız 😁 çiçeğin yapraklarını yeşile boyama isteğimin neden bu kadar çok olduğunu da düşündüm. Yeşile gitti elim istemsiz. Vazgeçtim. Çünkü insan inanırsa vazgeçer de. Bazı yazıları yazdıktan sonra ne alaka diyor insan tabi. Yine dedim mesela!!! Ne alaka?
9 notes · View notes
dr-dusunseli · 6 years
Text
His Cerrahı - Bölüm 3 "His Cerrahları". Eve gelene kadar yolda sürekli bunu düşünmüştü Merve. Kendisi de diğer insanların hislerini hissedebiliyordu ama şimdiye kadar bunu kontrol etmek aklına hiç gelmemişti. "Daha kendi duygularımı kontrol edemiyorum, başkalarının duygularını nasıl kontrol edecektim acaba?" diye geçirmişti içinden, başını havaya kaldırıp batan güneşin vurduğu bulutların aldığı rengi, ki en sevdiği renklerden biriydi, izlemeye başlamıştı düşünmeye devam ederken. Peşpeşe gelen sorular aklını işgal etmişti, "Acaba hisler gerçekten kontrol edilebilir miydi? Bu insanlar bunu nasıl başarıyordu?". Aklına gelen soruların cevaplarını kendi hislerini kontrol etmek için merak ettiğini farketmişti evin kapısına geldiği zaman. Diğer insanlardan önce kendisinin yardıma ihtiyaç duyduğunu biliyordu içten içe, bu yüzden bu kadar çok ilgisini çekmişti bu konu. Eve girer girmez direkt banyoya yönelmiş ve aynada kendisine bakarken asıl sorması gereken soruyu sormamış olduğunu farketmişti. Şimdi ise bilgisayarın başında sorusuna cevap aramak için oturuyordu."Acaba gerçekten böyle bir grup var mı?" Bu soru aklına geldiği anda aslında diğer soruların ne kadar gereksiz olduğunu farketti. "Sonuçta dolandırıcı bir grup da olabilir" diye düşünmüştü. Bir yandan bu ihtimali düşünürken bir yandan da böyle bir şeyin olmamasını diliyordu içten içe. Belki de kendisi için aradığı içindeki sıkıntıdan kurtuluş yolunu bulmuş olacaktı. İnterneti açarak google a "His Cerrahları" yazdı. Gelen sayfadaki sitelere baktığında yaşadığı hayal kırıklığı yüzünden okunuyordu. Çoğu site ya cerrahi konularda ya da sinirsel yaralanmalar ile alakalıydı. İkinci sayfaya geçtiğinde ise içinde kalmış umudu gittikçe azaldı. Sayfaları geçtikçe var olan küçücük umudu tamamen bitti. Başlangıçta var olan umudun yerin alan umutsuzluk sanki başında birikmiş ve bu umutsuzluğu taşıyamamış gibi kafasını masaya koydu. İki üç dakika gözleri kapalı bir şekilde öyle kalmaya devam etti. "Zaten gerçek olamayacak kadar uçuk bir düşünceydi" diye düşündü hayal kırıklığına bahane bulmak istercesine. "Kesin dolandırıcı bir topluluğun oyunu bu, bana verdikleri numarayı aradığım zaman para falan isteyeceklerdi" diye devam etti düşünceleri, fakat ne kadar bahane bulsa da ömründe karşısına çıkmış, kendine bu kadar uyacak bir topluluk olma ihtimalinin ona verdiği umudu kaybetme üzüntüsünü engelleyemiyordu. Birden aklına Sümeyye nin kendisine verdiği kart geldi. Başını kaldırıp etrafa bakınmaya başlarken aklında "Acaba nereye koydum kartı?" düşüncesi geçiyordu. "Belki kartta işime yarayacak bir bilgi bulabilirim" diye düşünürken heyecanın tekrar içini sardığını hissetti.En son çantaya koyduğunu hatırlamasıyla birlikte girişteki komidinin üzerine koyduğu çantayı almak üzere hızlıca kalktı. Oturma odasından çıkıp koridoru geçerken kartı çantasına koyduğu zamanı hatırlamaya çalışıyordu. Aklında o anın sahnesi canlandığında "Evet eminim oraya koyduğumdan" diye düşündü çantaya yaklaştığı sırada. Çantayı alır almaz hızlıca içini karıştırmaya başladı. Eline gelen eşyaları bir kenara iterek içine baktığı zaman kartın en altta kaldığını gördü. Hemen onu alarak üzerindeki yazıyı okumak için çantayı kenarı bırakıp ışığın altına doğru gitti. Kartta sadece telefon numarası yazılıydı, arkasını çevirip baktı, orada da yazan bir şey yoktu. Ne bir isim ne bir logo bulamamıştı. Karttaki numarayı incelediği zaman ise sıradan bir cep telefonu numarası olduğunu gördü. Bu aklında bulunan şüpheyi daha da arttırdı." Neden sadece telefon numarası var?" diye aklından geçirdiği sırada bir anda oturma odasına doğru istemsiz olarak yürümeye başladığını farketti. Yürümeye devam ederken içini kaplamış olan heyecanı yitirmenin enerjisini aldığını ve oturmaya ihtiyacı olduğunu hissetti. Oturma odasına geldiğinde bilgisayarın arkasında bulunan masanın yanındaki tekli koltuğa oturdu yığılırcasına. Oturduğu sırada bile karta bakıyordu, sanki baktıkça yeni bir şey çıkacakmış gibi. Hayatında duyduğu en ilginç topluluğun bir yalan olduğu düşüncesi artarken içinde var olan küçük umudu kaybetmeye korkarcasına sıktı kartı. Arayıp aramama konusunda tartışma yaşanıyordu kafasında. "Diyelim ki numara dolandırıcının numarası, benden bilgi falan istedikleri an kapatırım" diye düşündü umudunu korumaya çalışarak, "diyelim ki kimse açmadı, hayatımda değişen bir şey olmayacak sonuçta, aynı şekilde devam edeceğim yaşamaya". Düşüncelerini olabildiğince iyi tutarak kendi kendine verdiği cesareti kaybetmeden numarayı arayabilmek için hemen telefonunu çıkardı cebinden ve hızlıca kilidi açarak numarayı tuşlamaya başladı. Arama tuşuna bastığı o anda sanki büyük bir yük omuzundan kalkmış gibi hissederken bir yandan da hafif bir pişmanlık içine doluyordu. Pişmanlığın verdiği endişe ile "Acaba yanlış mı yapıyorum?" diye düşünürken arama sesini duydu. "Dııııııııııııt"."Bu bir" diye saydı içinden. Üç defadan uzun çaldığında kapatacaktı telefonu. "Dııııııııııııt". "Bu iki, kesin açmayacaklar telefonu" diye düşünürken her çalışta aynı orada heyecanı da kalp atışı da artıyordu. "Dııııııııııııt". "Bu da üç" dedi. Tam telefonu kulağından çekerken duyduğu ses ile hemen kulağına yapıştırdı telefonu. "Alo".Duyduğu bir kadın sesiydi. İçinde artmış olan heyecanın verdiği enerji ile hızlıca ve biraz sesli olarak cevap verdi "Alo, kiminle görüşüyorum acaba?". O anın heyecanından kendini tanıtmayı unuttuğunu farketti, "Neyse" diye düşündü içinden, şuan için karşıdan alacağı cevap daha önemliydi. "Ben Gizem, siz kimi aramıştınız acaba?". Kadının sesindeki sakinlik böyle durumlardan çok etkilenmediğini gösteren profesyonelliğini belli ediyordu. "Eee şey" diye devam etti Merve, hala ismini verip vermeme konusunda kararsızlığını koruyordu. "Ben His Cerrahları hakkında bilgi almak istiyordum" diye cevapladı. "Bir dakika bekleyin lütfen" diye cevap verdi karşısındaki ses başlangıçtaki tonunu koruyarak. Böyle bir tavır beklemeyen Merve nin içindeki şüphenin yerini bu konuşma sonunda merak almıştı. Bir anda "Herhalde işlerinde profesyonel bir ekip, kesin dolandırıcı bunlar" diye düşündü ama içinde bir endişe olmadığını da farketti aynı zamanda, "Dahalık bir bilgi istemediler benden, bakalım ne olacak?" diye düşünürken bir anda karşıdan gelen ses ile irkildi. "Yarın saat 9.30 da Düşünseli Kafe de Alper Bey ile görüşmeniz ayarlandı". Aldığı cevap karşısında sadece "Ne?" diye cevap verebildi şaşkınlıkla Merve. "Yarın sabah saat 9.30 da Düşünseli Kafe de Alper Bey ile görüşme ayarlandı" diye tekrar etti kadın ve devam etti "Anlamadığınız kısım neresi acaba?". Kadının tekrar etmesi sırasında kendine gelen Merve hala şaşkınlığını üzerinden atamamış bir halde "Siz ciddi misiniz?" diye sordu. "Size ciddi olmadığımı düşündüren bir şey mi var?" diye cevap verdi kadın, "Görüşme ayarlandı inanıp inanmamak size kalmış." Kadının bu düz ses ile cevaplaması Merve nin şaşkınlığının yerini öfkenin almasına neden olmuştu. Yine de sinirini şuan için göstermek yerine içine atmayı tercih etti. "Peki teşekkür ederim" diye cevapladı kadını ve "İyi günler" diyerek kapattı telefonu. Kadının kendisine karşı olan tavrının neden olduğu siniri üzerinden "Neyse" diyerek atlattıktan sonra durumu düşünmeye başlamıştı. "Neler oluyor burada?". Bir anda bir insan gelip kendisine bir topluluktan bahsediyordu ve sonrasında ise bilgi aramak için aradığı anda kendisine hiçbir soru sorulmadan görüşme ayarlanıyordu. "Yoksa beni takip mi ediyorlardı?" diye endişelendi bir anda Merve. Nasıl bu kadar rahat olabildiklerine anlam verememişti ama şimdi aklına gelen bu düşünce her şeyi açıklıyor gibiydi. "Ne yapmam lazım acaba?" diye düşündü endişesi devam ederken, "Acaba hala izleniyor muyum?" diye düşünmesiyle birlikte ortaya çıkan korku ile bir anda etrafına bakmaya başladı. Hızlıca ayağa kalkarak evinin perdelerini kapattı ve peşinden ışıkları söndürdü. Işıkların yanında bir müddet bekledikten sonra yavaşça pencerenin yanına gelerek perdeyi aralayıp dışarıya baktı şüpheyle. Sokağı gözleriyle taradı ve her şeyin normal olduğunu gördüğü zaman geriye doğru çekildi. Yavaşça koltuğun yanına gidip oturdu. "Neler oluyor?" diye sordu kendine. Bir süre daha oturduktan sonra yavaşça sakinleşmeye başlamıştı."Bir şey yapmak isteselerdi şimdiye kadar yaparlardı" diye düşündü Merve,içindeki korku azalmıştı ama tam anlamıyla geçmeyeceğini biliyordu. Durumunu değerlendirdikten sonra o an bir tehdit altında olmadığına kanaat getirip daha da sakinleşti. "En iyisi uyumak ve sabah neler olacağını görmek" diye düşündü. Yavaşça kalkıp yatak odasına gitmek için kalktığı sırada refleks olarak tekrar etrafına baktı. Bir değişiklik olmadığını görünce her zaman yaptığı gibi yatmak için hazırlanmak üzere yatak odasına yöneldi. Rahatça uyuyamayacağını biliyordu ama o an için yapacak başka bir şey olmadığı düşüncesi ile devam etti. Yatak odasına doğru giderken içindeki bütün huzursuzluğa cevap verircesine düşündü "Her şey yarın cevabını bulacak..."
1 note · View note
ksumer · 3 years
Text
bir yerde bir ışık var, parlıyor uzaktan ama net göremiyor. gözlerini kısıyor daha iyi seçebilmek için, bir şey fark etmiyor. arabayı durdurup iniyor. ışığa doğru ilerliyor. el feneri.. cılız ışık ona doğruluyor birden. gözlerini perdeliyor eliyle istemsiz. ne oluyor burada?
0 notes
arsonistfish-blog · 7 years
Text
ÖLDÜRMEK..
Bir ilişkinin kötü bir şekilde kesin olarak bitmesi ilişkideki kişilerin birbirleri için ölmesinden farksız. Aslında gençlik yıllarında yaşanılan her ilişki, kişilerin birilerini öldürmesiyle eşdeğer. İstisnalar elbette ki olacak ancak bu bahsedilen öldürme kişinin beyninde istemsiz gerçekleşen elektriksel bir olay. Bazıları da var ki öldüremeyip tüm hayatı boyunca o kişi aklında olsa dahi öldürmeye çalışıp başka insanlarla birlikte oluyor. Acıklı yanı şu ki ne cenaze denen şey gerçekleşiyor, ne de yas tutan oluyor. İki kişiden biri ya da iki kişi birden bir süre üzülebilir, ancak bu gerçekten tamamen farklı bir olay değil. Sonuçta gerçekleşen her cenaze ve gerçek olan her yastan sonra, insanlar kendi hayatlarına dönüp, acısını veya gözyaşlarını, o insanla olan anılarını unutuyorlar…
6 notes · View notes
egitimdunyasi-blog1 · 7 years
Text
Sabahları Erken Nasıl Uyanabilirsiniz? Günün Verimli Saatlerinde Uyanık Olabilmek için Tavsiyeler - Eğitim Dünyası
Tumblr media
Hepimiz ömrümüzün ortalama üçte birini uyuyarak geçirmekteyiz. Uyku, vücudumuzun ve beynimizin dinlenmesi, fiziksel ve zihinsel rahatlama için şart olan bir eylemdir. Bu konu üzerinde araştırmaların devam ettiği aksine oldukça karmaşık ve merak edilmeye değer bir konudur. Çoğumuz uykuya olan düşkünlüklerimiz ile biliniriz. Dilerseniz öncelikle çok sevdiğimiz ancak bir yandan da o kadar karmaşık olan uyku hakkında küçük bir bilgi edinerek başlayalım. İki farklı uyku çeşidinin olduğu yıllar öncesinde tespit edilmiştir. Bu çeşitlilik bilinç durumuna bağlı olarak oluşturulmuştur. Uykuya olan ihtiyaç birçok etkene bağlı olarak kişiden kişiye değişkenlik göstermektedir. Bu faktörler yaş, cinsiyet ve gün içindeki hareketlilik gibi birden fazla çeşittir. Kimi insan için günde 5-6 saat uykunun yeterli geldiği görülürken kimisi için ise 8-9’lik uykunun yeterli olmadığı gözlemlenmiştir. Ancak genel olarak her insanın birtakım uyku problemlerinin olduğu bilinmektedir. En sık rastlanan uyku problemi ise sabahları erken kalkamamak hatta bir türlü o sıcacık yatak ile vedalaşıp güne başlayamamaktır. Peki, uyanmak her sabah bu kadar zor mu olmak zorunda? Tabi ki hayır. Şimdi sizlere sabahları hemen uyanmanız için birkaç ufak ve kolay uygulanabilir bilgi vereceğiz. Eminiz bu maddelere uyduktan sonra hayat kaliteniz artacak ve sabahları uyanmak bir eziyet olmaktan çıkacak.
Düzenli Uyku
İlk olarak vereceğimiz tavsiye belki de günlük hayatınızda sürekli olarak duyduğunuz bir tavsiye olacaktır. O da düzenli uyku! Uyku düzeni insan metabolizmasını birçok yönden olumlu ya da olumsuz şekilde etkileyebilmektedir. Bu nedenle uyuma ve uyanma saatlerinizi her gün aynı saat olacak şekilde ayarlar iseniz vücudunuzun biyolojik saati de bir süre sonra bununla uyum sağlayacağı için sabahları hemen rahatlıkla uyanmaya başladığınızı çok kısa bir süre sonra gözlemleyebileceksiniz. Tabi ki de hafta sonları gibi işe ya da okula gitmediğimiz günlerde tatlı uyku kaçamakları yapmayı hepimiz isteriz. Ancak bu kaçamaklar sadece aşırıya kaçmadıkça yapılmalıdır. Aksi durumda uyku düzeninizi oluşturmanız epey zor olacaktır.
Alarmını Erteleme!
İkinci olarak verilebilecek tavsiye ise alarmınızı alsa ertelememeniz olacaktır. Alarm eteleme çoğu kişide bir alışkanlık haline gelmiştir. Hatta kimimiz birkaç dakikalık aralıklarla birden fazla alarm kurmaktayız. Ancak bu oldukça yanlış bir davranıştır. Uyanmayı ertelemeniz o güne dinç bir şekilde başlamanızı engelleyecektir. Alarm erteleme bir alışkanlıktır demiştik. Her alışkanlık 21 gün boyunca tekrar edilmediği takdirde insan beyni tarafından unutulur. Sonrasında ise kişi iradesi ile baş başa kalı.ç Bu süreci alarm ertelemeden geçirdiğiniz takdirde sabahları hemen uyanmaya başladığınızı, eski günler ile yeni haliniz arasındaki farkı kolayca fark edebileceksiniz. Alarmı ertelemeye karşı geliştirilen değişik bir ürüne de rastladım geçenlerde. Pavlok adında bir şirket giyilebilir cihaz geliştirerek uyanmanız gereken saatte size elektrik şoku verilmesini sağlıyor. Pavlok sayesinde günlük küçük elektrik şoklarıyla uyanıyorsunuz. Üreticelerin söylediğine göre erken kalkmanın bir alışkanlık haline gelmesine yardım oluyor. Sizi tanıtım videosuyla başbaşa bırakıyor. (Not: Video İngilizce dilinde) https://www.youtube.com/watch?time_continue=1&v=EZjE_jJdjIk  
Sabahları Güneşe İzin Ver
Çevremizdeki insanlara uyku ile ilgili problemlerimiz olduğunda alacağımız bir diğer klişe tavsiye ise karanlık bir odada uyumamız gerektiğidir. Aslında bu tavsiyenin tamamen yanlış olduğunu söylememiz doğru olmayacaktır. Karanlık bir oda uyuması en rahat olan odadır. Bu odada rahatlıkla uykuya geçebilecek ve uykunuzu rahatsız olmadan sürdürebileceksiniz. Ancak bahsettiğimiz gibi bu karanlık uykunuzu sürdürmenize de neden olacaktır. Bunun için eğer sabahları dinç bir şekilde hemen uyanmak istiyorsanız güneş ışığına ihtiyacınız olacaktır. Gece yatmadan önce perdelerinizi kısmen aralamalı, güneşin doğması ile beraber ışıkların odanıza girmesine fırsat vermelisiniz.
Teşvik ve Motivasyon
Her işte olduğu gibi uyku ve sonrası için kendinizi teşvik etmelisiniz. Bu işleme hem programınıza uygun saatte uyumak için hem de sabah tam vaktinde uyanmak için başvurmanız gereklidir. Sabah erkenden ve hemen uyanabilmek için kendinize teşvik edici bir program hazırlayabilirsiniz. İstediğiniz aktiviteleri yapabileceğiniz, dolu dolu ve eğlenceli bir güne uyanmak her zaman daha kolay olacaktır. Örneğin güzel bir kahvaltı ile kendinizi motive etmeniz hedefinize ulaşmanızda sizlere yardımcı olacaktır.
Tumblr media
Düzenli Spor
Düzenli olarak spor yapın. Sporu faydalarının saymakla bitmediğini hepimiz biliyoruz. Ayrıca kaliteli bir uykuya ve haliyle kaliteli bir yaşama olan katkısı da göz ardı edilemeyecek seviyededir. Öğleden sonra ve akşam saatlerinde yapılan egzersizler sizlerin istemsiz de olsa erken yatmanızı sağlayacaktır. Bu şekilde ise daha verimli bir uyku sağlanacak ve vücudunuz daha çok dinlenecektir. Haliyle sabah uyandığınızda daha dinç olacak ve hemen uyandığınızı fark edeceksiniz. Dolayısıyla spor hem yaşam hem hayat kalitenizi yükseltecek bir hareket olarak uykunuzu düzenlemede ve rahat bir şekilde uyanmanızı sağlamada belki de tercih edilmesi gereken en önemli yoldur.
Alarmı Yüksek Sesle ve Uzak Bir Yere Kur
Şayet sabahları alarm kurduğunuz halde bu alarmı duymakta zorluk çektiğiniz ya da istemsiz olarak bu alarmı ertelediğinizi ve haliyle bir türlü uyanamadığınızı söylüyorsanız bunun da çok kolay bir çözüm yolu olduğunuzu belirtmek isteriz. Alarmınızı kısmen yüksek sesle kurarak yatak ile mesafesini yataktan kalkmadan ulaşılmayacak şekilde ayarlamanız durumunda bu alarmı sonlandırmak için yatak ile vedalaşmanız gerekecektir. Dolayısıyla kendi kendinize yarattığınız bahaneler son bulacak ve sabahları hemen uyandığınızı fark edeceksiniz. Tüm bu tavsiyelere uymanız durumunda başta da belirttiğimiz gibi kısa bir sürede değişimi fark edecek sabahları hemen nasıl uyandığınızı görünce siz de şaşıracaksınız. Ancak tüm bu tavsiyelere uyarken belki de en önemlisi sizlerin iradesidir. İradenizin esiri olmadan hayat kalitenizi artırarak sabahları uyanmayı bir eziyet olmaktan çıkarabilirsiniz. Dinç bir şekilde uyanmanın gün içindeki fonksiyonlarınızı ise ne kadar olumlu etkilediğini gördükçe motivasyonunuzun artacak olması içten bile değildir. Alıntı: https://otarikkoc.com/sabahlari-erken-uyanmak/
1 note · View note
Text
Kadınlarda en sık görülen cinsel işlev bozukluğu "Vajinismus"
Yeni gönderi : https://www.drdilekocal.com/kadinlarda-en-sik-gorulen-cinsel-islev-bozuklugu-vajinismus/
Kadınlarda en sık görülen cinsel işlev bozukluğu "Vajinismus"
Tumblr media
Vajinismus, bir cinsel işlev bozukluğudur. Tıpkı erkeklerdeki erken boşalma gibi. Tedavileri de benziyor zaten. Nasıl ki bazı erkekler kontrolsüz boşalıyor, isteseler de boşalmalarını denetleyemiyorlar, vajinismusta da kontrolsüz olarak kadın aksini yapmak istese de kasılıyor. Bu sorun direkt olarak kadını ilgilendiriyor gibi görünse de aslında cinsel işlev bozuklukları çiftlerin ortak problemidir. Bir şekilde sorunun kaynağı ne olursa olsun herkes farkında olmadan kendince bu soruna uyum sağlıyor. Bu problem çiftin her ikisinde birden iyi veya kötü bir amaca hizmet ediyor. Bu ‘’bir amaca hizmet etmek ‘’ meselesi psikolojik bir konu ve kişiler genellikle bu amacın ne olduğunun farkında değiller. Bu konuya başka bir zaman değinmek üzere vajinismus hakkında biraz daha bilgi vermek isterim.
CİNSEL İLİŞKİ ESNASINDA KASILMA YAŞANIYOR
Hakkında çıkan yazılara bakıldığında kadınlarda en sık görülen cinsel işlev bozukluğu gibi görülse de kadınlarda en sık görülen cinsel sorun aslında cinsel isteksizliktir. Fakat vajinismus çok daha dramatik sonuçlara yol açtığından üzerinde daha çok konuşuluyor ve yazılıyor. Vajinismus en bilinen anlamda kadının çeşitli nedenlerle cinsel birlikteliği yaşayamaması, bu sırada zorlanması, ağrı duyması, korku ve endişeye kapılması, cinsel ilişki esnasında vajina etrafındaki kaslarını istemsiz olarak kasması durumudur. Kadın o an adeta panik atak benzeri bir durum yaşıyor, kendini kaybediyor, bacaklarını kapatıyor ve eşini itiyor. Bu belirtiler aynı zamanda jinekolojik muayene olamama, tampon kullanamama, vajinal fitilleri uygulayamama, kendisinin ve partnerinin parmağını vajinasına sokamama şeklinde de kendisini gösterebilir.
VAJİNİSMUS NEDENLERİ NELERDİR?
Sevişmek, doğal bir eylem olsa da cinsellik hakkında bilginin az olması ya da doğru olduğunu sandığımız yanlış bilgiler sadece vajinismus değil diğer cinsel sorunların yaşanmasına da neden oluyor. Kız çocuğunun yetişmesi sırasında abartılı bir şekilde erkeklere karşı güvensizlik, bekarete verilen aşırı önem, cinselliğin kötü kadınların işi olduğu mesajları, kanlı çarşaf bekleme gibi kültürel ritüeller, Türk filmleri ya da etraftan duyulan ilk geceye, gebeliğe, doğuma ait korkunç, utanç verici hikayeler, otoriter ve baskıcı baba figürü, çocuklukta yaşanan cinsel istismar, mükemmeliyetçi ve kontrolcü kişilik en sık rastladığımız nedenler arasında.
ÇARESİZLİK, MUTSUZLUK, DEPRESYON…
Cinsel birliktelik yaşanamadığında çiftlerin her ikisini de etkileyen bir sürü durum ortaya çıkıyor. Bazıları çok erken dönemde çare arayışına girip tedaviye başlıyor ve sorunlarının üstesinden geliyor. Fakat sıklıkla çeşitli bahanelerle tedaviye başlamayı erteliyorlar. Bu bahane üretme süreci çok uzun yıllar alabiliyor. Zamanla cinsel birliktelik yaşama korkusunun yanı sıra çocuk sahibi olamama, eşini kaybetme, evliliğini kaybetme korkuları, utanç, suçluluk, çaresizlik, mutsuzluk ve depresyon hayatın bir parçası haline geliyor. Eşler de buna bir şekilde uyum sağlıyorlar. “Benim için sen daha önemlisin”, “Her şey tam cinsel birliktelik değil”, “Biz böyle de mutluyuz” gibi sözlerle ya ön sevişmelerle yetiniyor ya da sevişmekten vazgeçiliyor.
VAJİNİSMUS TEDAVİSİ HAKKINDA MERAK EDİLENLER
Çiftler, etraftan çocuk sahibi olma yönündeki baskılara dayanamayıp ya da artık kendileri çocuk sahibi olmak istediklerinde tedavi olmaya karar veriyorlar. Maalesef bu konuda yeterli bilgi ve deneyimi olmayan kişilerce yapılan fiziksel olarak zorlayıcı, sözel olarak aşağılayıcı muayene denemeleri, kızlık zarının alınması, botoks uygulamaları, buhar, bazı sarhoşluk veren maddelerin kullanılması gibi önerilmeyen, etik dışı tedavi yöntemlerine maruz kalıyorlar. Zaten uzun süren bir sürecin sonunda tedaviye kendini maddi, manevi ancak hazırlamış olan çift için bu tam bir yıkım oluyor. Hem kendilerine olan inançlarını hem de tedaviye olan inançlarını kaybediyorlar. Yeniden toparlanmaları oldukça zor oluyor. Bu nedenle tedavide ilk adres çok önemli. Cinsel ilişki tek başına yaşanan bir eylem olmadığından eşin desteği de başarıya giden yolda süreyi çok kısaltıyor. Tedavi sürecine katılmak istemeyen erkekler de olabiliyor. Böyle durumlarda elbette tedavi gerçekleşiyor ancak bu tür çiftlerin evlilik çatışmaları yaşamaları, tedavi süresince ve sonrasında erkeğe ait cinsel isteksizlik, sertleşme problemleri ve benzeri sorunları yaşamaları daha sık izleniyor. Kadının problemi çözülürken daha önce dikkat çekmeyen erkeğin problemleri de ortaya çıkabiliyor. Bu nedenle tedavi uygulamalarında hem kadının hem de erkeğin cinselliği ile ilgili bütüncül, psikolojik, bilinçlendirici ve davranışçı tedaviler uygulanmalıdır. Bunun yerine sadece vajinismusa odaklanarak yapılan tedavilerde o an için sorun çözülmüş gibi görünebilir ancak problem daha sonra genellikle şekil değiştirerek hem kadında hem de erkekte farklı cinsel sorunlarla devam edebilir. Son olarak şunu belirtmek gerekir ki vajinismus sorunu yaşayan kadın, bu konuda yeterince bilgili ve deneyimli bir cinsel terapistin rehberliğinde eşinin de desteği ile yüzde yüz ve kalıcı bir şekilde sorunundan tamamen kurtulur.
0 notes
konuskanparmaklar · 6 years
Text
zaman her şeyin ilacı mıdır?
   hep derler ya “zaman her şeyin ilacıdır.” tam anlamıyla bir yalan bana kalırsa. bu sadece aslında bir şeyi tam olarak anlamak için söylenen, fakat insanların farkında olmadan, o anda o kişiye iyi geleceğini düşündüğün şeyi söylemektir. bunu size anlatmama izin verin. 
   günümüzde popülerleşen bazı şeyler var. bir sanatçıyı kaybedince değerini anlayıp, birden herkesin onu dinlemesi gibi. son yıllarda bir çok genç müslüm gürses dinliyor. eskiden herkesin ürktüğü takipçileriyle ilgili, konserlerinde kendini jiletleyen sevenleriyle ilgili haberleri izleyip, onları yadırgayanlar da sanki suçmuş gibi gizli gizli dinleyenler de dahil. çünkü bazı şeylerin değeri zamanla anlaşılır. bu ilaç değildir. kaçımız müslüm gürses’in söylediği bazı cümlelerin veya şiir gibi mısraların tam olarak anlamını kavrayabiliyoruz peki? 
   ünlü şarkılarından bir parçasını paylaşayım. hayatın özetini tek cümlede anlatabilecek kadar derin anlamları olan bir cümle. müslüm gürses’in şarkılarının en anlamlı kısmı da burada, tonlarca paragrafla anlatılmaya çalışılan meselelerin birkaç kelimelik bir mısrayla anlatımı; “herkesin derdi (acısı), sevgisi kadar.” hangi şarkı olduğunu anladınız değil mi? bir zamanlar demba ba diye herkesin eğlenerek söylediği şarkı. peki gerçekten bu cümlenin ne kadar önemli olduğunu hiç düşündünüz mü? bu her şeyi özetleyen bir cümle. bir insanın neye ne kadar değer verdiğini asla bilemeyiz. kimi bir kaç sene çalıştığı işinden bile ayrılınca, aylar boyu dertli olur, kimi 5 yıllık sevgilisinden ayrılınca mutlu olur. her şey sizin ona, o kişiye, o olaya, herhangi bir şeye... ne kadar değer verdiğiniz ile alakalı. kimi çocukluğundan kalan bir oyuncağını kaybettiği için kendini yıllarca affetmez, kimi o oyuncakları çoktan çöpe atmıştır. bu sizin kişiliğinizle alakalıdır. çünkü kimliğimizi belirleyen en belirgin özellik, dert edindiğimiz konulardır. sörvayvır’da bu hafta bilmem ne tarık’ın yemek oyununu kaybetmesini dert eden biri ile şehitlerimizi ve şehit annelerinin gözyaşlarını düşünen bir insanın, hayata dair görüşleri aynı olabilir mi? 
   dertlerimiz geleceğimizi de etkiler. çünkü hangi konuyu ciddiye alıp, hangi konuyu şakaya vuracağımızı değiştirir. herhangi bir arkadaş grubu içerisinde bir olay hakkında şaka yaparken, kimin bu konudan ne kadar üzülebileceğini nereden bilebiliriz? kediler hakkında bir şaka yapıyorsunuz ve bunu abartarak kedileri kötülüyorsunuz, belki de orada her gün kediler hakkında düşünen biri var, onlara çok değer veriyor, hayatının en önemli parçası haline getiriyor. bir dost, bir arkadaş olduğu kedisini kaybetmiştir belki. ya da birinin sırf görünüşü yüzünden onun normal bir insan olmadığı hakkında içsel ve toplumsal bir ön yargıyla yaklaşmamız gibi. biri sırf farklı davranıyor diye onun düşündüğünüz kişi gibi olması mı lazım? bir sırf satanist gibi giyiniyor diye kedileri besleyemez mi? birinin şuanda yaptığı işle ilgili toplumsal bir espri yapıyorsunuz, belki de o kişi için hayallerinde düşündüğü meslek çok farklıydı, eğitim sistemimiz yüzünden onu orada görmek zorunda kaldık. çünkü kafası fizik, kimya çözmeye yetse de doğal bir şekilde biyoloji çözmeye yetmiyor olabilir. birinin üzerine giydiği herhangi bir giysi veya aksesuar sırf size kötü gözüküyor diye dalga geçmek yerine, belki de onun için önemlidir diye düşünsek daha iyi olmaz mı? belki de onun değer verdiği ama artık ulaşamadığı bir insandan hatıradır. çünkü size göre önemsiz gözüken şeyler için söylediklerinizin, komik olduğunu düşünerek ve insanları güldürmeye çalışarak yaptıklarınız, belki de birinin en hassas noktasına dokunuyordur ve onu üzmüş olabilirsiniz. bunu hiç düşündünüz mü? daha tonlarca örnek var verilebilecek. 
   burada konuya girmeden önce şunu da eklemeliyim. başka türlü anlatamam, anlatmak istediğimi. eşek şakasıyla, normal espri arasında kocaman gözüken ama çok ince bir çizgi var. bunu geçmek de çok kolay. eşek şakası denildiğinde aklına “el şakası” isimli saçmalıklar gelenlerden olmayın. onun içinde “şaka” kelimesinin geçmesi bile saçmalık. birine fiziksel olarak bir şiddet uygulamanın gülünecek bir yanı olamaz. el ense çekince komik değil, sadece saçma sapan bir mahlukat oluyorsunuz. eşek şakası konusuna gelince. birisi veya birinin yaşadığı bir olay hakkında bir espri yapıyorsanız, ya o kişiyi çok iyi tanıyor olmanız lazım ya da şanslı olmanız lazım. bir espriyi yaptıktan sonra karşınızdaki yüzler her şeyi ele verir. çünkü gülmeyi bırak, ağlayacak gibi oluyorsa bir insan, sizin hayatınız boyunca düşünmediğiniz bir şeyi, hayatı boyunca düşünmüş ve önemsemiş bir insanı kırmış durumdasınız demektir. eşek şakası işte budur. birbirimize karşı her zaman daha dikkatli olmalıyız. kimin için neyin ne kadar önemli olduğunu bilemeyiz. sadece sözlerimize dikkat etmeliyiz. insan ilgiye ve konuşmaya, yani sosyalliğe muhtaç bir yaratıktır. herkesin bu ihtiyacını gerçekleştirebilmesi için de, birbirimize karşı iyi davranmamız gerekiyor. kırıcı şeyler söylemekten kaçınmak, karşındaki insanı anlamaya çalışmak, değer verdiği şeyleri merak edip, güzel bir dinleyici olarak onları dinlemek ve onlara saygı göstermek gerekiyor, çok zor bir şey değil ki bu. bunu yapınca bu sosyallik ihtiyacımız, hiç olmadığı kadar yanıt bulur. çünkü derdinizi paylaştığınız bir insanın size saygı göstermesinden daha güzel bir şey yoktur bu dünyada. bu bir insanın tutunacak son dalıdır hatta. zamanında çok konuşup, hayatını sohbet ve espri üzerine kuran ve insanlar üzerinde de çokça espri yapan bir parmaktan notlar bunlar. önce düşünmenizi, sonra da insanlara ve insanların acılarına saygı duymanızı tavsiye ve rica ederim.
   şimdi vermek istediğim tüm bilgileri verdikten sonra konumuzun başlığına dönelim. bu dediklerimi anlarsanız neler anlatmak istediğimi daha iyi anlarsınız. zaman, sadece tek bir işe yarar. o da o bahsi geçen olaya değer verip vermediğinizi anlamaya. çünkü bir olay olduğu anda, genelde insanlar kendi karakterine göre bir tepki verir. kimi dans eder, kimi oturur ağlar, kimi kendini alkole vurur aylar boyunca, kimi beş vakit namazını kılar. o an hangi yol sizin için çözüm veya acıyı yaşama şekli olarak gelirse istemsiz olarak ona başvurursunuz. bu sürecin süresi de bazıları için 5 gün, bazıları için 1 ay sürer. sizin için o an önemli olan her neyse, o yaşanan kötü şey sonrası yaptığınız şey, işte sizin karakterinizdir. zaman muhabbeti ise burada devreye giriyor. o kötü şey yaşandığında yanınızdakiler, sizi düşündüğü için bunu söylüyor. bunun amacı, bu kötü olayı atlatmak için her ne yola başvuruyorsanız, bu saydıklarım dışında da aklınıza gelebilecek, sizin yaptığınız ve uyguladığınız her türlü yöntem de dahil işte; bu sürecin, bu tepkinin, bu hareketin, bu acıyı halletme yönteminin hızlı geçmesini sağlamak. insanların size en basit yoldan yardım etmeye çalışmak istemesi kısaca.
   bundan sonra zaman devreye giriyor. mesela yaşanan olaydan sonra 5 yıl geçti, 5 yıl sonra bu olaya üzülüyor musunuz? ilk günkü kadar diye sormadım. direkt üzülüyor musunuz diye sordum. eğer aklınızdan bile gittiyse veya eskisi kadar bile acı vermiyorsa, işte o derdin sizin için o kadar da önemli olmadığı anlamına geliyor maalesef ki. çünkü gerçekten değer verseniz, ilk günkünden daha da üzgün olurdunuz. nedenini söyleyeyim, her gün her saniye, o olaydan sonra geçirdiğiniz zamanın hepsi o acıyla başa çıkmak için geçmiş demektir. 5 yıl gibi bir süreden bahsediyorsak, 5. yılın sonunda geriye baktığınızda aklınızda kalan en çok şu oluyor; bu acıyla başa çıkmak için o 5 yıl içerisinde neler yaptığınız, neler denediğiniz, neler için uğraştığınız ama bu uzun yolun sonunda dönüp dolaşıp aynı acıyla nasıl baş başa kaldığınızı görüyorsunuz. zaman sadece insana bunu gösteriyor. 5 yıl sonra aynı acıyı düşünüyorsanız, ilk günkünden daha fazla acı veriyor, çünkü hayatımız boyunca tonlarca dertle uğraşıyoruz, iyisi kötüsü tonlarca anımız oluyor, bazılarını hatırlamıyoruz bile hatta. fakat bu uzun hayat yolunda bir yerlere geldiğimizde dahi peşimizi bırakmayan acılar, azalarak veya yükü hafifleyerek değil, yükü artarak geliyor. o kadar şeyi atlatıp hala onu atlatamayınca veya unutamadığında onun ne kadar önemli olduğunu, diğerlerinden ne kadar farklı olduğunu daha iyi anlıyor insan işte. 1 yıl olmuşken bunu daha az fark edebiliyor insan, 5 yıl olunca daha fazla, 10 yıl olunca ondan da fazla. 10 yıl bir insan bir acıyla yaşıyorsa, onun hayatı o acı olmuştur. en çok da insana dönüp dolaşıp aynı noktaya gelmek koyuyor işte. senelerce uğraşın, hayatta kalma savaşının yine o aynı acıyı yaşamak için çekildiğini bilmek. nereye gidilirse gidilsin, hangi yol seçilirse seçilsin, ne yapılırsa yapılsın, ne kadar yeni insanla tanışılabilirse tanışılsın, ne kadar yeni iyi ve kötü anı birikirse biriksin, o seneler içerisinde yaşananları ve o olaydan önce yaşanan tüm olayları, diğer tüm acıları ve yaşanmış güzel şeyleri, seni gerçekten mutlu ettiğine inandığın anıları bile bir kenara koyabileceğin, hatta direkt olarak çöpe atabileceğin kadar güçlü bir acı veren o olaya tekrardan dönmek. o zamanın, sadece boşa geçmiş bir vakit olduğunu düşündürüyor işte insana. bunca yolu, bunca yeni acıları ve güzellikleri sadece aynı acıya tekrar dönmek için mi çektim diyor insan? işin kötüsü aynı acı bile değil, daha da fazlası, birikmiş ve bıkmış bir şekilde, ağır ve büyük bir yük olmuş şekilde. 
   işte “zaman her şeyin ilacı” sözü, zamanla geçmeyen, geçemeyen sorunlar için geçerli değil. o zamanla geçer dedikleri, zamandan dolayı geçmiyor. sadece o olaya o kadar da değer vermediğimiz için geçiyor. 3 yıl sonra hatırlamıyorsan veya neredeyse çok az bir acı veriyorsa, bu zamandan dolayı değil, o derdin senin için, senin hayatın ve yaşam şeklin için çok da önemli olmadığını, hayatında daha önemli şeylerin olduğunu, daha farklı şeylere değer verdiğini gösteriyor zaman. fakat 10 yıl geçse de o acı ilk günkü gibi duruyorsa, o 10 yıl da çok güzel geçmemiş, önündeki 10 yıl da çok güzel geçmeyecek diyebiliyor insan. çünkü artık o acının, o yaşanmışlığın bir parçası oluyor insan. bir insan bir acıyla bütünleşerek yaşarken, hayallerini nasıl gerçekleştirebilir ki? mümkün değil. çünkü yıllar boyu süren acıları yaşayan bir insanın, hayallerinde o acıya sebep olan şeyin bitmesinden başka bir şey olamaz. 10 yılda çözülemeyen bir sorun da, bir kaç günde çözülemeyecektir. hayatınızı, kişiliğinizi, davranışlarınızı, duruşunuzu, nerede nasıl konuşacağınızı, nelere gülüp nelere üzüleceğinizi belirleyebilecek kadar önemli olan en büyük derdinizin veya hayalinizin asla ve asla gerçekleşmeyeceğini bilerek, bir insan nasıl gerçek mutluluğa ulaşabilir ki? bunu bilen insan da zamanın akmasını değil, bir süre sonra sadece durmasını ister. çünkü 10 yıl olmuşken, hala büyük bir acı duyuyorsa, tahmin ediyordur ki 20. yılında da aynısı hatta daha beterini yaşayabilir. o yüzden bu insan da artık en büyük hayalini değil, ona yakın olabilecek, gerçekleşmesi mümkün gözüken çok küçük hayaller peşinde koşarak hayatını devam ettirmeye çalışır. bu insanlar da aramızda bir şekilde hayatını devam ettirmeye çalışırken, onlara “zaman her şeyin ilacı” demek bir eşek şakası kadar kötüdür, kırıcıdır, yaralayıcıdır ve üzücüdür.
   eğer acı çekmek bir insanın ilacı ise, o zaman bu söz gerçek anlamına kavuşur. zaman olsa olsa insanın belası olabilir. bazıları zamanın bu kötü yanını göremeyecek kadar şanslıdır. cehalet mutluluktur çünkü. bunu bilen bir insanın yaşayamayacağı mutluluktur. umarım bunu okuyan herkes de, zamanın o kara yüzünü göremeyecek kadar şanslıdır. hayatınızda değer verdiğiniz her şey, umarım geçmişe baktığınızda sadece sizi mutlu eden anılar olarak yer alır. bir yazıyı yazan yazardan garip sayılabilecek bir dilek olacak ama; umarım zaman hakkında düşündüklerime ve bu tüm yazdıklarıma hiç katılmayacağınız kadar güzel bir hayatınız olur. sadece insanların önem verdiği, düşündüğü, acı çektiği, hassas olduğu tüm konulara önem verin ve onlara saygı duyun. sağlıcakla kalın. 
0 notes
mahkumunikilemi · 8 years
Text
Ben Bu Yazıyı Sana Yazdım
Ben bu yazıyı sana yazdım, çünkü sana yazmasaydım deli olacaktım.
Buraya tekrar geri dönmek, içimden gelenleri anlatmak için hep gerçekten değer birisini bekledim. Çünkü sözcükler alelâde değil, hiçbir zaman da olmamalı. Sözcükler ki benim sadece ekmek teknem değil, aynı zamanda benim tüm mücadele gücüm, sığındığım liman. Belli ki tekrar kelimelere, bu sefer kendimi anlatmaya geri dönmem için beklediğim kişi senmişsin.
Olması gerektiği zamanda olmayan ama birden karşınıza çıkan şeyler var hayatta. Geldiğini başta fark etmediğiniz, ayak seslerini duyamadığınız, duysanız da karmaşanın içinde birbirine karıştırdığınız. Oysa yanı başınızda duran, dokunsanız o müthiş tutkuyu iliklerinize kadar işleyeceğinden habersiz durduğunuz insandan bahsediyorum. “İnsan” diyorum, hayatınızın en az yarısını birlikte geçirmek isteyebileceğiniz, tüm göz ve saç renklerini, balık etlileri veya sıfır bedenleri, dünyanın tutulan tüm takımlarını, söylenen tüm otantik veya uluslararası romansları, damarı en güzel yerinden yakalayan şansonları bile aşan, Galatasaray’ın Avrupa Şampiyonu olduğu günden bile daha fazla heyecanlandıran o insandan, o kadından bahsediyorum size, az şey mi ulan? Değil tabii ki, “az” diyenin alnını karışlarım, akıllı olun.
Alev rengi saçlarını göreli bugünkü hesapla neredeyse 8 ay oluyor, ruhumu sarmasının hesabı ise iki ay! Aradaki altı ayda ben ne halt edip de başkalarıyla, bugüne kadar zerre mutluluk vermemişlerle, iflah olmaz hastalıklarımla uğraşmışım? Bilmiyorum. Bilseydim her şey değişir miydi ve daha rahat olur muydu? Belki. İyi de zaten başım belâlarda, kalkıp bunu teraziye vurmanın anlamı var mı şimdi? Yok. Kafasızlık işte, akıl edememişim. Her şeye kafa yormakla uğraşan bu adam, aradan geçen bu zamanda hiçbir şey yapmamış. Siz onu benim gerizekâlı olma kredime verin. Olur öyle yılda bir-iki, anlarsınız ya işte!
Nerede zaman aleyhime işler, işte ben orada öleceğim. Eminim. Başıma gelen her ne varsa zamanın salvolarına diş geçirememekten geldi. Muhtemelen ne zaman olacağını bilmemekle birlikte, her canlı gibi yaşayacağım o son da bundan olacak. Ne bileyim, mesela bir saniye farkla yola erken atlamam sebebim olabilir veya zamanın ters yüz olmasıyla ilgili herhangi bir şey, tahminler muhtelif, seçim yukarıdakinin, seçsin, beğensin, alsın.
Fakat zaman, bu sefer galiba en sert oyuncusunu çıkardı karşıma, resti gördüm, yalan yok. Hamlem ne? Düşünüyorum. Ne zaman yapmam gerekir? İşte onu hiç bilmiyorum.
Düşünün meselâ, bir pasta insanın hayatında ne kadar bir değişim yaratabilir? “Pasta” diyorum, oysa siz hanımefendi bir pasta bile olamazsınız, çünkü eklerin bile bir kalbi vardır. Öhöm, yoksa olabilir misiniz? Belki olursun, keşke olsan, yani en azından bunu nasıl isterim bir bilsen! Neyse konu dağılmasın.
“Dünyanın tüm sabahları” adlı bir kitap var, merak etmişimdir ama henüz okumadım. Yine de başlıktan yola çıkarsak bir sabahı, geri kalan tüm sabahlardan ayıran bir öyküdür bence. Doğrusunu biliyorsanız yazın, öğrenelim, bilmemek değil öğrenmemek ayıp sonuçta. İşte o sabahlardan biriydi. Önceki gecenin ağız kaslarımı yaya yaya, gevşek ve salak gülümseyişlere neden olan o mesajların geldiği akşamın ardından gelen sabahtı. Ezelden zaafım, bir kutu ekler masamda duruyor, üstünde gülen bir surat bana bakıyor. “Kim getirdi?” diyorum, “O” diyorlar. Önceki gece istemsiz ama bir kamyon anlam yüklü bir şekilde yayılan ağız kaslarım, kulaklarıma bir dağ zirvesine ulaşmaya çalışır gibi yayılıyor. Afyonum patlamış, patlamamış, ne çıkar? Demek ki “Deyimler her zaman mecazî değilmiş.” diyorum kendi kendime, demek ki ağız gerçekten de kulaklara varabiliyormuş, en azından zorluyormuş, bu da bir şey, hemen öyle küçümsemeyin, rica ederim. Neticede “sevgi” dediğin neydi? Emek değil miydi?
Gündüz gece demeden ekranlardan dökülen sözcükler, sabahları iç aydınlatan günaydın mesajları, geceleri başımı yastığa daha mutlu koymama yarayan iyi uykular şarkıları… Bir şeylerin kıyısından dönüp dönüp tekrar o kıyıya varmak ama siz deyin dalgalardan korkmak, ben diyeyim anafora kapılmak, esasen her ikisi de arka arkaya oldu. Fena mı oldu? Hayır. Biz değil miydik ki o anaforla felekten bir gece çalan? Ah o mekândaki duvarların dili olsa da konuşsa! Aynı şeyleri düşünmedik mi? En azından bir dakika düşündün, eminim. Sorsam şimdi inkâr edersin ama böyleydi. Her şarkıda daha fazla gözlerimizin içine bakmadık mı? Yaptığımız şebekliklere birlikte ve gözlerimizden çıkan aynı ışıkla gülmedik mi? Elimize aldığımız her bardak, sıradaki kahkahamıza bir bahane olmadı mı? Gecenin 3′üne kadar dans ettiğimiz hâlde, bıraksalar yine etmez miydik? Sen değil miydin “Bu geceyi hiç böyle düşünmemiştim, böyle planlamamıştım, nasıl eğlendik!” diyen? Ben o gece hiç bitmesin istedim. Zamanı durdurmak istedim o gün. Ne içeceğim alkolün cinsi, ne buz gibi soğukta üşümem, ne yeni aldığım arabam. Hiçbiri umrumda değildi. Sen vardın, yeşilin bilmem kaç tonunu gösteren gözlerin vardı, alev rengi ve fönlü saçların vardı, gözümü alan elbisen vardı, bitmek bilmeyen bir enerjiyle ettiğin dansların vardı, sıkıca tuttuğum belin vardı, parmaklarının üzerinden sardığım ellerin vardı, var oğlu vardı. Koydun hepsini ruhuma, bendeki de ruhmuş ama ha!
Sonra bir öğleden sonra “Kahve içmeye çıksak mı?” diye sordun. “Benzin mum gibi” geldim. İki fincan kahve söyledik, ikisi de orta ama yalnızca bunun için sevmedim seni. Anlattın, sordum, yine anlattın, ben anlattım. Kalktın, gittin, geri geldin. Eski zaman gözlerin bir şeyleri tutmuş da biri sebep olsa konuşacakmış gibi doluydu. Anladım, kendimi tutamayıp sordum, geçiştirdin, üstelemedim.
Sonra hep bir en kısa yolu uzatma, hatta uzattıkça hattı koparmaya varabilecek derecede savunma mekanizmaları! Bu “mekanizma” lafını da kim bulduysa onun ceddine selam ederim. Aferin evladım, çok iyi düşünmüşsün. “Mekanizma” tabii ya! Meselâ benim şu bedenimin tam ortasından ısıtıcı rezistans gibi geçen bu his de “mekanizma” olabilir sana göre değil mi? Külahıma anlat sen! Daha bunu makineleştirecek bir zamazingo bulunmadı ki be! İşi karmakarışık yapan ise geometri! Evet evet, geometri. Zaten öğrenciyken hiç sevmezdim, 29 yaşıma geldim hâlâ nefret ediyorum. Meselâ her şeyin elebaşının üçgenler olduğunu düşünüyorum. Üçgenler olmasa bunca problem de olmaz, biz nereden hangi dikmeyi indireceğiz diye ömrümüzü heba etmezdik hanımlar beyler. İşte konu şu ki kesişen iki doğru olmak varken üçgenin bir kenarı oluyorsunuz. Sonra alıyor sizi bir düşünce! Zira komşu kenar ile zaten kesişmek istiyorsunuz, hani kesişip sonsuza giden doğrular var ya, öyle düşünün işte! Ben mi dedim bir yıl daha erken tanışmayalım diye? Sen mi dedin “Geleceğini biliyordum da beklemedim mi?” diye! Bunlar ne senin ne benim hatam, zaten ortada hata da yok. Bütün bunlar zamanın ikimizi zorladığı bir dönem, raund bittiğinde “Acı yok!” deyip ellerimizi havaya kaldıracağız. İşte o zaman, eğer izin verirsen, eğer istersen, birbirimize bakacağız, çünkü biz bir kere “biz” olduk mu ebediyen yan yana duracağız, rakip veya sorun ne olursa olsun.
Gelsin herkesi karşımıza alalım, bir ânında yanında olmasam, sözüne kulak vermesem gelsin hesap sorsun, gıkım çıkarsa nâmerdim.
Kalmalısın, gitmemelisin. Çünkü seni, içindeki sevginin tamamını sana veremediği için, hiç istemese de frene basması gerektiği için gözleri dolarcasına seven biri olduğunu bilmelisin. Çünkü taşlar asıl o zaman yerine oturacak küçük sincap!
Geçmişimde yoktun, şimdi varsın, gelecekte de yanımda olmalısın. Gitme, ne bugün, ne de yarın!
Sesinde ne var biliyor musun Ev dağınıklığı var Ikide bir elini başına götürüp Rüzgârda dağılan yalnızlığını Düzeltiyorsun Sesinde ne var biliyor musun Söylemediğin sözcükler var Küçücük şeyler belki Ama günün bu saatinde Anit gibi dururlar
Sesinde ne var biliyor musun Söyleyemediğin sözcukler var
1 note · View note