#imparator jüstinyen
Explore tagged Tumblr posts
Photo
Nika Ayaklanması- 532 Konstantinopolis
532 Nika ayaklanması, İmparator 1.Jüstinyen döneminde Hipodrom’da meydana gelen ve 30.000 kişinin katledilmesiyle son bulan isyandır. İstanbul tarihinin en kanlı olaylarından birisidir. Belki de en kanlısı… Peki Nika isyanı nasıl başladı ve neden bu kadar kanlı bir şekilde bastırıldı?
Sonradan İmparator Jüstinyen olarak anılacak olan Flavius Petrus Sabbatius İustinianus’un taht yolcuğu, Roma İmparatoru olan amcası Jüstin’in MS 627’de sarf ettiği şu sözlerle başlar: “Halkımın kararı sonucunda yeğenim ve evlatlığım Jüstinyen’i eş imparator ilan ediyorum”. Kısa süre sonra Jüstinyen, 45 yaşında iken Ayasofya’da gerçekleştirilen törenle birlikte imparatorluk alameti olan erguvan moru pelerini omzuna takar.
Karısı Theodora ile birlikte Konstantinopolis’in en büyük sarayına yerleşir. Theodora soylu olmadığı halde imparatoriçe olan ilk Romalı kadındır. 6.yy’da yaşamı�� bir Romalı tarihçi onun için şu satırları not düşer: “Roma, tarihi boyunca fahişelik yapan çok imparatoriçe görmüştür ama imparatoriçe olan fahişeyi ilk kez görüyor”.
Nika ayaklanması ile ilintili olarak hem Jüstinyen hem Theodora hakkında daha teferruatlı bilgiler almak için sayfanın sonunda “Tavsiye Edilen Yazılar” kısmına bakabilirsiniz.
Konstantinopolis’te Sular Isınıyor
Nika ayaklanmasının vuku bulduğu araba yarışları başlamadan önceki haftalarda, Konstantinopolis’te önemli gelişmeler olmuştu. Doğuda General Belisarius Pers ordularını yenmiş, batıda ise sınırlar Adriyatik’e kadar genişletilmişti. Kafkas orduları da buraya çağrılmıştı. Anlamı ise netti: İtalya ve Sicilya’ya sefer! Oysa Romalılar artık savaş istemiyorlardı.
Perslerin ve göçmen kavimlerin baskısıyla askeri harcamalar artınca; hasat şenliklerinde bedava şarap dağıtılmadığı gibi, her yıl Hz İsa’nın doğum gününde verilen sikkeler de dağıtılmamıştı. Fırıncılar sokağı da, vali (Praetor) tarafından konulan ek vergiyi anlamlandırmaya çalışıyordu.
Tüm bu hoşnutsuzluklar bir araya gelince sokaklar karıştı, muhafızlar müdahale etti… Vali, 7 kişiyi tutuklamış ve idam ettirmişti. Ancak bunlardan 2’sinin ipleri kopmuş ve çevredekilerin de yardımıyla bir kiliyse sığınmışlardı. İstanbul halkı ise bu durumu ilahi bir işaret olarak yorumlamıştı.
Romalıların Sesi Yükseliyor: Nika, Nika, Nika!
Ocak 532 yılında Konstantinopolis halkı, araba yarışları için hipodromda toplanmaya başlamıştı. Yarışın bu ilk gününde İmparator ile halk temsilcileri arasında bir görüşme olacaktı.
Maviler ve Yeşiller
Maviler ve Yeşiller, o dönemin politik taraftar grupları idi. Şehir milislerinin de kaynağı olan bu gruplar, farklı takımları tuttukları gibi farklı çevreleri temsil ederlerdi.
Yeşiller, zanaatkârları ve tüccarları yani şehirlileri; Maviler ise çiftçileri ve toprak sahiplerini yani köylüleri temsil ederlerdi. Maviler hipodromda, imparatorluk locasının sağında yani gölgelik kısımda; yeşiller ise sol tarafta otururlardı.
Yukarıda bahsettiğim, kiliseye sığınan iki kişiden biri mavilerden, diğeri ise yeşillerdendi. Halk yarışlar öncesi her zamanki gibi Jüstinyen lehine sloganlar atıyor ve af talebinde bulunuyordu. Kendi valisinin kararını çiğnemek istemeyen Jüstinyen ise bu taleplere cevap vermiyordu.
Hipodromda İsyan
Son yarışlar da tamamlanmasına rağmen hipodrom boşalmıyordu . Önce homurtular yükseldi, ardından güçlü
Nika Ayaklanmasının Başladığı Hipodrom
sloganlar: “Yaşasın zulüm gören Maviler, yaşasın Yeşiller”. İki grup bir araya gelmiş ve hipodromdan sokağa akıyordu. Valilik binası önünde Romalıların önünü askerler kesti fakat kalabalık durmayacaktı: Askerler öldürüldü, bina basıldı! Valilik binası altındaki zindanlara giren maviler ve yeşiller, buradaki mahkumları serbest b��rakıp binayı ateşe verdiler. Ateşi harlamak için atılan saman balyaları rüzgarın etkisiyle savruldu ve önce senato binasını, ardından da Ayasofya Kilisesi’ni tutuşturdu. Yangın, gece boyunca sürecekti…
Çarşamba günü (ertesi gün) Jüstinyen İstanbul halkını sakinleştirmek için yarışların devam etmesini emreder. Romalılar hipodromda toplanır fakat atlara bağlanmış arabaların gösterisini izlemek için değil, yukarıda saydığım olumsuzluklara neden olduğuna inandıkları yöneticilerin azlini istemek için!
Senato Nika Ayaklanması için Toplanıyor
Durumu değerlendirmek isteyen Jüstinyen, senato üyelerini saraya çağırdı. Zaten sokaklarda asker yoktu, en güvenli yer burasıydı. Senatörler ve diğer bürokratlar Jüstinyen’e halkın taleplerini kabul etmesi için baskı yaptılar ve başarılı da oldular.
Komutan Mundus, Konstantin Forumu’nda istedikleri azil ve atama işlemlerinin yapılacağını halk temsilcilerine bildirdi. Ardından tellallar halka eve dönmeleri gerektiğini ve oyunların ertesi gün devam edeceğini duyurdu. Fakat Jüstinyen karşıtları halkı galeyana getirmek için çaba harcıyorlardı. Çok uğraşmaları da gerekmemişti: Kendine güveni gelen ve durumdan cesaret alan gruplar, tekrar sokaklara dağıldılar.
Mese caddesinde (orta cadde) toplanan Romalılar hep bir ağızdan Konstantinopolis’i “Nika, Nika, Nika” diye inletiyordu: Zafer, zafer, zafer!
Nika İsyanı Büyüyor
Kalabalık, Jüstinyen’in rakiplerinden Anastasius’un yeğeni Probus’un evine yöneldi. Onu imparator ilan etmek istiyorlardı fakat Probus böyle durumlarda olabilecekleri tahmin edebilecek kadar tecrübeli bir politikacıydı ve Konstantinopolis’i çoktan terk etmişti. Anlamsızca öfkelenen isyancılar, Probus’un evini yaktılar.
Bu arada General Belisarius subaylara ne yapmaları gerektiğini bildiriyor ve sarayda güvenlik tedbirlerini arttırıyordu. Jüstinyen’in başmabeyincisi ve yardımcısı Narses ise imparatoruna dışarıdaki olayların öngörülemez olduğunu ve isyancı grupların silahlı olduğunu anlatıyordu.
“Erguvani Pelerin Kefenim Olsun”
Antik Konstantinopolis Hipodromu
Roma tarihinde Kartaca fatihi ve Pers ordularını durduran komutan olarak anılan General Belisarius’un emrinde, 1400 kişilik çok özel bir kuvvet vardı. Got kökenli olan ve doğrudan Belisarius’a bağlılık yemini etmiş olan bu askerler, at üstünde ve tepeden tırnağa zırhlıydılar. Mundus’un emrindeki askerler ise Cermen ve Hun kökenli süvari birlikleriydi. İşte bu askerler, Nika ayaklanmasını başlatan mavilere ve yeşillere müdahale etmek için imparatordan emir almışlardı.
İsyancılar, Augusteum Meydanı’ndaki (Sultanahmet Meydanı) ilk müdahaleye karşılık verdiler ve çıkan çatışmalar sonucunda Samson Hastanesi ile Aya İrini Kilisesi (İstanbul’un ilk kilisesi) yandı. Belisarius Mese caddesinin kontrol altına alınmasını emrettiğinde ise alevlerle mücadele sırası askerlere gelmişti. Cadde boyunca kurulan barikatların ardından ve binaların çatılarından askerlere alev topları fırlatılıyordu… Akşam saatlerinde ise Belisarius ve Mundus, mağlubiyeti kabul ederek meydanları ve caddeleri direnişçilere bırakıp saraya geri çekildiler. Ordu, halk tarafından geri püskürtülmüştü!
Olanlar karşısında ne yapacağını ve kime güveneceğini bilemeyen Jüstinyen, senatörleri saraydan kovdu. Kısa süre sonra tellallar, İmparator’un pazar sabahı hipodromda halkın karşısına çıkacağını duyurdular.
Jüstinyen Halkın Karşısında
Elinde İncil ile hipodroma gelen Jüstinyen; kimsenin suçlanmayacağını, kimsenin yargılanmayacağını ve olayların son bulması halinde herkesin gündelik hayatına devam edebileceğini ilan etti. Ancak iş işten geçmişti… Kalabalık Jüstinyen’e hakaret etti ve ona inanmadıklarını söyledi. Jüstinyen, İncil’i tutan elini havadan indirip locadan çekildi.
İsyancılar ise hipodromda yeniden zaferlerini haykırıyorlardı: Nika, Nika, Nika!
Theodora’dan ötürü İmparatordan nefret eden senatörler ise halkın saraya yönelmesi için çaba harcıyordu. Onun deniz yoluyla Konstantinopolis’i terk edeceğini biliyorlardı. İş öyle bir notaya gelmişti ki, bazı saray muhafızları bile artık Jüstinyen’i korumak istemiyorlardı.
İsyancıların Yeni İmparatoru
Zaferlerinden emin olan isyancılar, Anastasius’un en büyük yeğeni olan Hypatius’u imparator ilan ederek başına zincir (taç bulamadıkları için) taktılar. Yeni imparator, kulağında karısının “seni ölüme götürüyorlar” sözleri çınlarken omuzlarda, Mese caddesi boyu gezdiriliyordu. Az sonra kendisini sırtında erguvan moru pelerinle, hipodromun imparatorlara ait locasında buldu… Nika ayaklanması doruk noktasındaydı!
Bu arada tarihin akışını değiştiren, isyancıların kaderini belirleyen bir şey oldu. Sarayı gemilerle terk etmeye niyetlenen Jüstinyen’in karşısına dikilen imparatoriçe Theodora şu konuşmayı yaptı: “Yeterince altınımız var, ömrümüzün sonuna kadar rahat ederiz. Ama 1 gün kendine soracaksın, ya kalsaydım diye! Benim inancıma göre eğer erguvani pelerini omzuna taktıysan, onu çıkarmamalısın. Bana gelince, ben atalarımızın sözüne her zaman inanmışımdır, erguvani pelerin kefenim olsun!”
İmparator Jüstinyen utandığından mı yoksa cesaret bulduğundan mı bilinmez fakat son anda kalmaya ve nika isyanını ne olursa olsun bastırmaya karar verdi. Önce çok güvendiği iki komutanını aldı yanına. Belisarius ve Mundus ile son ve en öldürücü müdahaleyi planladı: Mundus hipodromun Augusteum kapısını tutacak, Belisarius ise saray geçidini kullanarak ayaklanmacıların liderlerini tutuklayacaktı.
Muhafızların Sessiz Direnişi
Müdahale öncesinde hesaplanmayan bir şey oldu ve saray kapısındaki muhafızlar tüm emirlere rağmen hipodroma giden yolu açmadılar. Jüstinyen, bu ihaneti asla unutmayacak ve kötü cezalandıracaktı…
Belisarius ve komutasındaki askerler sarayın etrafından dolaşarak hipodroma girdiler. Bu sırada Narses
532 Nika İsyanında Konstantinopolis Şehir Planı
dışarıdakilere, “bunlar size ne kazandırabilir” diye soruyordu. Belisarius ve Got askerleri locanın kapısına varmışlardı. Maviler belki direnmiyorlardı fakat locanın kapısını da açmıyorlardı. Ne isyanın liderlerini ne de Hypatius’u teslim etmeye niyetleri yoktu. Bu esnada kalabalık içerisinde hareketlenme oldu ve askerlere ufak sataşmalar başladı. Locadaki muhafızlarla ayaklanmacılar arasında sıkıştığını düşünen Belisarius, aniden harekete geçti.
Katliam Başlıyor
Kılıcını kınından çıkarıp, günlerdir yorulan ve halka bilenen askerlerine saldırı emri verdi. Süvariler bir anda ok ve mızrak yağmuruna başladılar. Mundus ise Ölüm Kapısı’ndan (eskiden ölen gladyatörlerin çıkarıldıkları kapıdan) taarruza geçti. Ardından Narses elindeki küçük ama özel eğitimli askerlerle yardıma geldi. Tam bir katliam yaşanıyordu… Erkekler, kadınlar, yaşlılar… Hipodromun beyaz mermerleri kandan gözükmeyinceye, tek bir sivil canlı kalmayıncaya kadar askerler ölüm olup yağdı halkın üstüne…
532 yılının Ocak ayında Hipodromda başlayan Nika isyanı, yine hipodromda 30.000 kişinin ölümüyle son bulmuştu… Bazı tarihçilere göre ölü sayısı 40.000 idi. Harold Lamb’a göre ise bu sayı gerçekte birkaç bin kişidir. Ekseri görüş ise 30 bin kişidir. Sadece Roma döneminin değil, tüm İstanbul tarihinin en kanlı olayı, Nika ayaklanmasıdır.
Nika İsyanının Etkileri ve Normale Dönüş
Nika ayaklanması katliamı pazar öğleden sonra durmuştu. Yalnızca Hypatius sonradan ölmüştü (ya da öldürülmüştü). Dönemin Romalıları bunun ardında Theodora’nın olduğuna inandılar. Fakat asla nasıl öldüğü anlaşılamadı. Aslında halk daha fazlasını bekliyordu: İsyancı avı! Ama bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Aksine Jüstinyen af ilan etti. Herkesin işinin başına dönmesini ve kimseye dokunulmayacağını bildirdi. Hatta Hypatius’un çocuklarına kaybettikleri hakları geri verdi.
Nika ayaklanmasının hemen ardından yangınlar söndürüldü ve harabeye dönüşen şehir yeniden imar edilmeye başlandı. Yeniden inşa edilen yapıların arasına yeryüzünün en büyük mabedi de girecekti: Ayasofya! Tabii ki bambaşka bir yazının konusu…
Nika isyanının en büyük etkisi senatoya oldu. Her ne kadar sürgüne gönderilen senatörlere af çıkmış olsa da, Seatos populusque Romani (S.P.Q.R) bir daha asla eski önemine kavuşamadı. Geleneklere göre imparator, aldığı her kararı senatoya danışmak zorundaydı ama paranoyak bir hale bürünen Jüstinyen artık tüm kararlarını kendi başına alacaktı.
İsyanın diğer önemli etkisi ise hipodroma yönelik oldu. Yarışlar süresiz durduruldu ve hipodrom kamusal toplantılara kapatıldı. Burası artık sadece özel gün ve bayramlarda kullanılan bir alan olacaktı.
Nika ayaklanmasının Konstantinpolis’in yönetimine de etkisi oldu. Şehir Savunucuları diye bir memurluk oluşturuldu. Bunlar halk tarafından seçilecek ve küçük davarla bakacaklardı. Aynı zamanda pazarları da denetleyeceklerdi. İlaveten Agentes in Rebus birliğine yani ajanlara artık bütçe verilmeyecekti.
İstanbul’a girişler de kontrol altına alınıyordu. Bundan böyle şehirde malı, işi ya da ailesi olmayan hiçbir göçmen, surlardan içeri adımı atamayacaktı.
Alıntı
8 notes
·
View notes
Text
Ayasofya Sanal Turu (Etkinlik)
Dr. Mehmet Kürkçü’nün size özel anlatımı ile Bizans Sanatı ve Mimari-si’nin şaheseri Ayasofya’yı keşfe çık.
Seyahat etmenin zorlaştığı bu dönemde, dünyayı keşfetmeye devam etmek için dünyaca ünlü müzeleri evinize getiriyoruz. Bizans Sanatı ve Mimarisi’nin şaheseri sayılan Ayasofya ya da Kutsal Bilgelik Kilisesi, insanlık tarihin de harikalarından biridir. Kubbe yapımında dünya mimarlık tarihinin bir aşaması olarak kaydedilmiştir. İçinde yer alan mozaikler Floransalı sanatçıları etkilemiş hatta Rönesans’ın oluşmasına da katkıda bulunmuştur. Dr. Mehmet Kürkçü’nün derin bilgisi ve özgün anlatımıyla Antonina On-line Mektep kullanıcılarına özel hazırladığı canlı anlatımı izlerken, Ayasofya hakkında bilinmeyenleri keşfedin.
Konuşmacı: Dr. Mehmet Kürkçü
Bu sanal müze gezisine neden katılmalısın? ● Dünya tarihinin en önemli eserlerinin yer aldığı Ayasofya Müzesi’ni evinizden rehber anlatımıyla gezme şansı yakala.
Bu sanal müze gezisinde neler öğreneceksin? ● Bizans Tarihi ● Jüstinyen döneminin büyüleyici tarihçesi ● Bizans Resim Sanatı ● Bizans dönemi sanat tarihi ● Mimarların yaşam öykülerini ● Ayasofya’nın yapım öyküsünü ● Mozaik teknikleri
Bu geziyle kazanacağın yetkinlikler. Sanat Tarihi, Dinler Tarihi, Mimarlık
Eğitim Seviyesi: Herkes için
Sanal Müze Gezi Programı ● Forum Augusteion ● Ayasofya Bahçesinde Bulunan 2.Ayasofya Kalıntıları ● İmparator Kapısı ● Narteks ● Naos ● Kubbe ● Galeri ● Galeri Mozaikleri
Sanal Gezilerimiz Hakkında Genel Bilgilendirme: ● Bu SANAL MÜZE GEZİSİ bilgisayar ya da telefonunuzdan görüntülü olarak gerçekleşmektedir. ● Sanal Müze Gezileri profesyonel rehber eşliğinde yapılmaktadır. ● Görüntüler verilirken rehber müzede eserler, olaylar ve görüntüde olan yapı/müze hakkında yorum ve anlatım yapmaktadır. ● Sanal gezi sırasında anlatım sürerken rehbere yazılı olarak soru sormak ya da notlar iletmek mümkündür ● Sanal Müze gezisi 2 saat sürmektedir. Her gezi sonrasında 30 dakikalık soru / sohbet bölümü vardır ● Canlı yayın Zoom üzerinden gerçekleşecektir. Yayının gerçekleşeceği Zoom bağlantısı, kayıt yaptıranlara 24 ile 48 saat öncesinden e-posta yöntemi ile paylaşılacaktır. ● Canlı yayına katılabilmek için bu deneyime kayıt yaptırmanız gerekmektedir. ● Sanal Müze gezimizde katılımcı sayısı 75 kişi ile sınırlıdır. ● Program öngörülemeyen durumlar nedeniyle değişiklik gösterebilir. ● Antonina Online Mektep etkinliğin akışında değişiklik yapma hakkını saklı tutar. ● Geziyi kaçıranlar için telafi gezi yapılmayacaktır. ● Her gezinin kayıtları kursiyerlere bir kayıt link olarak gönderilecektir.
Sanal Gezi İle İlgili Diğer Bilgiler ● Sanal gezinin tarihleri: ● 7 Ocak 2021 – 20.30, 14 Mart 2021 – 20.30 ● Sanal gezinin süresi 2 saattir. Her gezinin sonunda soru ve yanıtlar için 30 dakikalık süre olacaktır.
REHBER Sanat Tarihçi, Arkeolog Dr. Mehmet Kürkçü
1966 yılında Biga’da dünyaya geldi. 1989 yılında turizm dünyasına girdi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 1992 yılında açtığı kurslar sonrasında turist rehberi olmaya hak kazandı. Sanat ve arkeolojiye olan tutkusu nedeniyle 2004 yılında “sanatlar tarihi” okumak üzere üniversiteye geri döndü. Fransa’nın Grenoble kentinde, Université Pierre Mendes France’da aldığı lisans eğitimi sonrasında Sanat Tarihi ve Arkeoloji Yüksek Lisansı için Paris Sorbonne Üniversitesi’ne davet edildi. Aynı disiplindeki doktorasını da “onur” derecesiyle yine Sorbon Üniversitesi’nde 2014 yılında tamamladı. Yurt dışında Apollonia (Arnavutluk), ardından Türkiye’de Tlos, Patara, Aizanoi, Aigai ve Phaselis’te kazılara ve yüzey araştırmalarına katıldı. Doktora tezi sürecinde Termessos Antik kentinde 6 dönem araştırmalar gerçekleştirdi. Akdeniz Havzası’ndaki birçok antik kentte araştırmalarda bulundu. Yurt içi ve yurt dışında bilimsel organizasyonlara katıldı. Ulusal ve uluslararası bilimsel dergilerde makaleleri yayınlandı, hakemlik yaptı. Aynı zamanda arkeoloji kitaplarından bölüm çevirileri bulunuyor. Turist Rehberleri Birliği’nin (TUREB) Turizm Fakülteleri ve meslek yüksekokulu öğrencileri için düzenlediği, tüm Türkiye’yi kapsayan eğitim ve uygulama gezilerinde eğitmen rehber ve gözetmen olarak görev aldı. Farklı üniversitelerde çeşitli alanlarda dersler verdi. Kürkçü, Türkiye’deki profesyonel turist rehberi sertifikası yanında, tüm Fransa’da geçerli “guide – conferencier” belgesine de sahiptir.Turist Rehberliği bölümlerinde gördüğü eksiklikleri ve yanlış uygulamaları kapsayan çalışmalarını 17. Ulusal Turizm Kongresi’nde dile getirdi ve ardından 3. Turizm Şurası Bilimsel Heyeti’ne davet edildi. Akademik hayatının yanında kültürel gezilerimizde görev almaktadır.
Kaynak
devamı burada => https://sizekitap.com/etkinlikler/ayasofya-sanal-turu-etkinlik/
0 notes
Photo
KÜÇÜK AYASOFYA CAMİİ Sultanahmet Meydanı’nın güneybatısından denize doğru inerken tren yolunun hemen yanında, Cankurtaran ile Kadırga semtlerinin kesiştiği alanda, bulunduğu mahalleye adını veren küçük bir cami ile karşılaşırız. Küçük ve mütevazı görüntüsünün aksine mimarisi ile yeni bir çağ açan, ilginç hikayeler barındıran bir yapıdır Küçük Ayasofya. Kilise olarak inşa edilen yapının asıl ismi Sergios ve Bakhos Kilisesi idi. Doğu Roma İmparatoru I. Jüstinyen (Justinianos/Iustinianus) ve karısı Theodora tarafından 527 senesinde yapımına başlanan kilisenin inşaatı 532 yılındaki Nika Ayaklanması sırasında zarar görünce ancak 536 yılında tamamlanabilmiştir. Kilise ismini Hristiyanlığa geçtikleri için işkence ile öldürülen ve daha sonra azizlik mertebesine getirilen Sergios ve Bakhos isimli iki askerden almıştır. Efsaneye göre; İmparator I. Anastasios (Anastasius)’a karşı bir komploya karıştıkları iddiasıyla idama mahkum edilen Jüstinyen ve amcası Justin sabah gerçekleşecek olan idamlarını beklerken, o gece Aziz Sergios ve Aziz Bakhos İmparator Anastasios’un rüyasına girmiş ve onların suçsuz olduklarını söylemişlerdir. Bundan etkilenen imparator da Jüstinyen ve amcasını affetmiştir. Jüstinyen tahta geçtiğinde ise bu iki azize olan minnetini göstermek için bu kiliseyi inşa ederek kiliseye Aziz Sergios ve Aziz Bakhos’un adlarını vermiştir. Bir başka efsaneye göre ise; İmparator I. Anastasios’tan sonra tahta geçmesi için ordu tarafından, saray muhafızlarının komutanlığını yapmış ancak okuma yazması dahi olmayan köy kökenli Justin seçilmiştir. I. Justin ise hükümdarlığının sonunda varis olarak yeğeni Jüstinyen’i bırakmıştır. Tahta geçen Jüstinyen’in eşi Theodora cambazhane dansçısı olması sebebiyle Roma aristokrasisinin tepkisini çeken ve hafifmeşrep olarak görülen bir kadındır. Theodora’ya tepki gösterenler arasında Roma aristokrasisinin güçlü kadınlarından ve sanatın koruyucusu olarak ünlenmiş olan Anikia Juliana da vardır. #Küçükayasofya #ayasofya #aşir #tarih #arkeoloji #gezi #kültürelmiras #cami #kilise https://www.instagram.com/p/CJD-olHFVihpLcAT5eV6kutG9xgUbM0qrS6cPM0/?igshid=ua627t6wth7z
0 notes
Photo
Değerli dostlar, AYASOFYA KÜLLİYESİ Sultanahmet semtinde, Sultan Ahmed Camii'nin karşısında yer alır. Dünya mimarlık tarihinin en önemli eserleri arasında sayılan bu eser, aslında bir kilise olarak inşa edilmiştir. İnşasına Bizans İmparatoru I. Konstantin zamanında başlandı, fakat ancak 360 yılında, II. Konstantin'in imparatorluğu döneminde tamamlanabildi. Bu ilk Ayasofya çıkan bir isyanda kısmen yandı. II. Theodosios tarafından onarılarak 415 yılında yeniden ibadete açıldı. Ama 532'deki ayaklanma sırasında bu kez, tamamen yandı. Olaylar sona erince İmparator Jüstinyen, buraya muhteşem bir mabed yapmaya karar verdi ve Batı Anadolu'lu iki mimar-mühendis olan İsidoros ve Anthemios'u görevlendirdi. Yapım için bütün Akdeniz ülkelerinden malzemeler getirildi; Anadolu'daki, Artemis Tapınağı da dahil olmak üzere, bazı pagan tapınaklarının sütunları sökülerek Ayasofya'da kullanıldı. İnşası beş yılda tamamlandı ve Ayasofya 537 yılında yeniden ibadete açıldı. Günümüze kadar ulaşan yapı, Jüstinyen'in yaptırmış olduğu bu kilisedir. Ayasofya o tarihten günümüze kadar zaman zaman tahribata uğradı, yeniden tamir edildi ve eklentiler yapıldı. Ama özelliğini hiçbir zaman yitirmedi. Ayasofya, en kötü günlerini Latin istilası döneminde yaşadı; yağmalandı, harap edildi, birçok değerli eşyası alınarak Avrupa'daki kiliselere götürüldü. 1261'de şehir tekrar Bizans'ın eline geçtiğinde, Ayasofya oldukça tahrip edilmişti. Çok kısıtlı imkanlarla Ayasofya ihya edilmeye çalışıldı. Ama 1344 depreminde yeniden çok zarar görecek, hatta kubbenin bir bölümü de dahil olmak üzere, bazı kısımları çökecektir. Bu sırada gittikçe fakirleşen Bizans, Ayasofya'yı hemen tamir ettiremeyecek; Ayasofya bir müddet kapalı kalacaktır. Daha sonra toplanan özel vergi ve bağışlarla 1354'te yeniden tamir edilecektir. Bütün bunlara rağmen Ayasofya, Latin istilasından İstanbul'un fethine kadar.eski ihtişamlı günlerine bir daha geri dönememiştir. Şehir fethedildikten sonra Fatih Sultan Mehmed, doğruca Ayasofya'ya gidecektir. Ama Ayasofya çok haraptır. Bu harap ama muazzam mabed, aynı gün kiliseden camiye dönüştürülecek ve böylece Ayasofya için yeni bir dönem başlayacaktır. InşaAllah diyelim. En içten dileklerim https://www.instagram.com/p/B-K8_QCAbaV/?igshid=1hfwh4m3vwv85
0 notes
Photo
Bugün bizim izlediğimiz Ayasofya aynı alana yapılmış üçüncü kilise. İlki 2. Konstantinos tarafından 360 yılında tamamlandı. Ayaklanmada ahşap yapısından dolayı yangında yok oldu. Günümüze ulaşmadı. İkincisi İmparator 2. Theosidous tarafından 415 yılında ibadete açıldı. Nika ihtilalinde çıkan yangın sonucu yandı. Ancak sonradan yapılan çalışmalar sonucu bu ikinci yapıya ait olduğu düşünülen bazı parçalar bulundu ve bunlar Ayasofya'nın bahçesinde sergilenmektedir. Şimdiki Ayasofya İmparator Jüstinyen tarafından 532-537 yılları arasında yaptırıldı. Dünyanın en eski ve en hızlı inşa edilen katedrali. Ayasofya'nın ismi Yunanca 'Kutsal Bilgelik' anlamına gelir. Ayasofya 916 yıl boyunca kilise olarak hizmet eder. İmparator Jüstinyen tarafından yapılan kilisede figüratif mozaikler yoktu. Onlar sonradan tamamlanmıştır (9-12 yy). İçerisinde Deisis dahil birçok değerli mozaik bulunur. Deisis'de İsa Peygamber, Meryem Ana ve Vaftizci Yahya ile beraber gösterilir. Bu Meryem'in ve Vaftizci Yahya'nın insalığın kurtuluşu için İsa'ya yakarış sahnesidir. Bu mozaikte İsa Peygamberin yüzünün sağ ve sol yanları birbirinden farklı olarak temsil edilmiştir. Bu durum Leonardo da Vinci'nin bilinen eserinde de görülür. Ancak bu mozaik 12. yy da yapıldığından daha eskidir. Daha sonra Osmanlı'nın 7. hükümdarı Fatih Sultan Mehmed'in 1453 yılında İstanbul'u fethetmesiyle Ayasofya için Osmanlı dönemi başlar. İlk olarak Ayasofya'yı ayakta tutacak tedbirler alınmaya başlanır. Bakım ve onarımı Fatih döneminde yapılan vakıf tarafından sağlanır. 2. Selim ve 3. Murat döneminde başmimar Sinan tarafından minareler eklenir. Sinan'ın en büyük katkısı etrafına yaptığı dev payandalardır, yıkılmaktan kurtarır. 481 yıl cami olarak kullanılır. Dünyanın en uzun süre ibadet edilen mekanı. Atatürk'ün emriyle 1935 yılında müze haline getirildi. 1 Şubat 1935 ziyarete açıldı.
1 note
·
View note
Text
Bizans’ın Unutulmaz Aşıkları: Theodora ve Jüstinyen
ANAMED Birim Kütüphanecisi Naz Özkan, bundan tam 1500 yıl önce yaşanan ‘masalsı bir aşk’ı, ‘bugün Ravenna’da San Vitale Bazilikası’nda karşı karşıya bakan iki âşığı, Jüstinyen ve Theodora’yı anlatıyor...
İmparatoriçe Theodora ve maiyeti; San Vitale Bazilikası Ravenna, İtalya
“Benim yolum başka. Seni tanıdıktan sonra anladım bunu. Sevgi de yetmiyormuş. Çok eskiden rastlaşacaktık….”
Umutsuz aşkları anlatmak için en sık kullanılan sözlerden biridir “Vesikalı Yârim” filminde geçen bu replik. Birbirine denk düşmeyen, ayrı yolların yolcusu olan âşıklar, birlikte hiç yazamayacakları bir romanın kollarına düşmemek için çırpınsalar da nafiledir çırpınışları. Lakin bazen hani talih güler ya, ayrı dünyaların insanları olan âşıklar türlü zorluklara, engellemelere, kötü adam ve kadınlara rağmen kavuşurlar ve masal gibi bir aşk yaşarlar bu dünyadan göçmeden önce. İşte böyle masalsı bir aşk bundan tam 1500 yıl önce İmparatorluk’un başkentinde, Makedonya’nın Tauresium köyünde doğan fakat talihinin Konstantinopolis’e savurduğu genç bir adamla, kimi tarihçiye göre Kıbrıs, kimilerine göre ise Suriye doğumlu güzeller güzeli bir kadın arasında yaşanmıştı. Bugün Ravenna’da San Vitale Bazilikası’nda karşı karşıya bakan bu âşıkların adları Jüstinyen ve Theodora’ydı.
Özel Bir Kadın
Jüstinyen için Tanrı’nın hediyesi olarak karşısına çıkan Theodora’nın günümüze kadar gelmiş değişik hayat hikâyeleri vardır. On ikinci yüzyılda yaşamış kronik yazarı Suriyeli Michael’e göre kendisi gibi Monofizit görüşe sahip olan Theodora, bir rahibin kızıydı. Dönemin tarihçisi Prokopius’a göre ise hikâye başkaydı: Konstantinopolis’te altıncı yüzyılda çok meşhur olan araba yarışları dört takım arasında yapılıyordu. Lakin en meşhur iki takım (Maviler ve Yeşiller) arasındaki rekabet, günümüzün Panathinaikos – Olympiakos karşılaşmalarını aratmıyordu. Prokopius’un Anekdota’sına göre Yeşiller’in takımında ‘ayı bakıcısı’ olarak çalışan Akasius’un üç kızı vardı: Komita, Theodora ve Anastasya. Yerinde durmayan acımasız kader ağlarını örüyordu. Ne yazık ki babaları bu üç güzel kızı yetim bırakıp bu dünyadan göçüp gidince anneleri yeniden evlendi. Yeni kocası ev yönetimine katılır, hayvanlara bakar diye düşünen genç kadın zamanla işlerin umduğu gibi gitmediğine şahit oldu. Yeni eşi Yeşiller’in yanında işini kaybettikten sonra aile sefaletle mücadele etti ve bir zaman sonra yardım eli rakip takım Maviler’den geldi. Aile kolay kolay toparlanamasa da sonunda şeytanın bacağını kırdı. Nasıl mı? Dünyalar güzeli Komita sahneye çıkıp şehrin en ünlü fahişelerinden biri olunca. Ablası Komita kadar yetenekli olmasa da Theodora da ablasının izinden gitti ve sahneye çıkıp kısa zamanda “ordu kalıntısı” denen cinsten fahişe ya da “vesikalı” oldu. Çalıştıkları sahnelerde, gittikleri yemekli davetlerde iki kardeş vücutlarını sunarak erkekleri güzellikleriyle mest edip, baştan çıkardı. Theodora, bir zaman sonra günümüzde “burlesque” olarak adlandırılan gösteriler hazırlamaya başladı tiyatroda. Çok zeki olması, keskin nükteleri ile sıyrıldı diğer oyuncuların arasından. Çapkındı elbette, ona âşık olan erkeklerle alay etmeyi sever, ne kendinden ne mesleğinden ne vücudundan utanırdı. Yaşadığı dönemde oyunculuk fahişelikle aynı anlama gelmekte olduğu için toplum tarafından hor görülse de işini bırakmayı bir an bile düşünmedi.
Hayat Theodora’ya küçük sürprizler hazırlıyordu bittabi. Öyle bir an geldi ki özgürlüğüne düşkün, çapkınlar çapkını Theodora mesleğini, ailesini, anılarını Konstantinopolis’te bırakarak aşkının peşinden gitti, ya da sadece yeni bir hayatın… Onu sahneden çekip alan kişi Hekebolos, Libya'daki Pentapolis kentinin yönetimine atanan valiydi ve nüfuslu bir adamdı. Lakin “metres” hayatına daha fazla dayanamadı Theodora, kimsenin prangasına tahammülü yoktu, içine özgürlük korkusu düşmüştü çoktan. Tası tarağı topladığı gibi önce İskenderiye’ye, sonra başkente geri döndü, ve tabii sahnelere… Sahnelerin tozunu attıran Theodora’nın yolu bu sefer de hayatının aşkı Jüstinyen’le kesişti.
Şanslı Bir Adam
Flavius Petrus Sabbatius ismiyle Konstantinopolis’e gelen genç adamın hayatı, dayısı Justin tarafından evlatlık alınmasıyla değişmişti. Konstantinopolis’te aldığı hukuk ve teoloji eğitimden sonra Exkoubitores (saray muhafızı) olarak çalışan genç adam, İmparator I. Anastasios 518'de öldüğünde imparator olan dayısının yanında yer aldı. Zaman içerisinde Taht Naibi ilan edilen Jüstinyen, konsül olarak da İmparatorluğa hizmet etti. İşte Doğu Roma İmparatorluğu’nun rakipsiz varisi Jüstinyen, yaklaşık olarak 522’de Theodora ile tanıştığında ona deli gibi âşık oldu, sevdiği kadını yanına aldı ve imparator olacağı günü bekledi. 527’de imparator I. Justin ölünce bu iki genç insanın kaderi ve İmparatorluğun da kaderi sonsuza kadar değişti… Corpus Juris Civilis ile hukuk birliği sağlayan Jüstinyen, Kuzey Afrika, İtalya, İspanya, Akdeniz Adaları’nı Konstantinopolis’teki Roma İmparatorluğu’na bağlayarak, kiliseler, su kemerleri inşa ederek, Roma İmparatorluğu’nun ‘restorasyonu’nu (renovatio imperii) ve en önemlisi birliğini sağlamaya çalışarak tarihe adını yazdırdı..
Roma İmpatorluğu’nu yönetmek ateşten bir gömlek gibiydi Jüstinyen ve Theodora için. Bu zorlu yolculuk tozpembe başlamamıştı elbette. Önlerinde aşklarını yaşamalarına değil lakin evlenmelerine ve Theodora’nın “Augusta” olarak Jüstinyen’in yanında mor pelerini ile arz-ı endam etmesine engel olacak durum ve kişiler vardı. Karşılaştıkları ilk sorun Theodora’nın “gayri meşru” kızının durumuydu. Her zaman Theodora’nın kızı olarak kalacaktı ve asla bir prenses olamayacaktı. Fakat Theodora’nın zavallı minik kızından daha ciddi bir sorun vardı: Roma yasaları. Jüstinyen imparator olmadan önce, henüz bir senatörken, evlilikleri senatörlerin sahneye çıkan kadınlarla evlenmelerini yasaklayan kanuna takılmıştı. Ancak I. Justin kadim kanunu kaldırdıktan sonra ve tövbe eden oyuncuların senatörler ile evlenmelerine izin vermesiyle bu sorun çözülmüştü.
Ve hikâyedeki kötü kadın: Prenses Euphemia. “Barbar” bir köle iken Justin ile evlenen, tarihçi Prokopius tarafından eğitimsizliği ile küçük görülen Euphemia, Jüstinyen için hiç uygun bulmamıştı kirli bir geçmişe sahip olan Theodora’yı! Bir Bizans dedikodusuna göre de Euphemia da sahneye çıkan bir oyuncuydu ve Theodora ona hatırlamak istemediği geçmişini hatırlatıyordu. John Barker’a göre önce yasaya daha sonra da prenses Euphemia’nın vetosuna takılan gençlerin izdivacı, Euphemia’nın Hakk’ın rahmetine kavuşmasından sonra 525’te vuku bulmuştu.
İmparator Jüstinyen ve maiyeti, başpiskopos Maximian, and Praetorian muhafızlar San Vitale Bazilikası Ravenna, İtalya.
http://www.metmuseum.org/exhibitions/listings/2012/byzantium-and-islam/blog/topical-essays/posts/san-vitale
İsyan Günlerinde Aşk
Tam huzura erecekken âşıkları sınayan son darbe ise Thedora’nın gönülden bağlı olduğu Maviler’den ve Theodora’nın babasının bir zamanlar hizmetinde bulunduğu Yeşiller’den gelmişti. 13 Ocak günü kalabalık ve öfkeli Konstantinopolis halkı devlet makamlarınca verilen ağır cezalara daha fazla dayanamadı ve Maviler-Yeşiller önderliğinde isyan ateşini Hipodrom’da yaktı. “Nika” sesleriyle galeyana gelen halk Ayasofya’nın yerinde olan bazilikayı yerle bir etti ve Büyük Saray’a yöneldi. Halk eski İmparator Anastasius'un yeğenlerinden birini İmparator olarak ilan edince durum iyice ciddileşti. Theodora ise sanki kaybedeceği bir tahtı, unvanı yokmuşçasına “benim kaybedecek bir şeyim yok” diyerek, soğukkanlılıkla onca devlet görevlisi ve Jüstinyen’in karşısında şu konuşmayı yaptı:
"Belki kadınların, erkekler önünde konuşması ve korkaklara cesaret vermesi doğru değildir. Ama, tehlike anında herkes elinden geleni yapmalıdır. Bence, bu durumda kaçmamız bize bir şey kazandırmaz. Kaçarak kurtulsak bile bunun sonu yoktur. Nasıl olsa dünyaya gelen kişi ölecektir. Hükümdar olan kimse sürgünde yaşayamaz. Ey İmparator! Kaçarak kurtulmak istiyorsan, bunda bir güçlük yok. Hazinen var, gemilerin hazır bekliyor. Ama sarayından ayrıldığın zaman hayatını da yitirmiş olacaksın. Güveneceğin bir yere kaçtığın zaman ölümü güvenliğe tercih edip etmeyeceğini düşün. Bana gelince, eskilerin de dediği gibi erguvani pelerin kefenim olsun!”
Mor pelerinini kefen yapmaya hazır olan Theodora’nın uzattığı eli bırakmaz Jüstinyen. Bu konuşmanın ardından ünlü komutanları Belisarius, kahyası ve generali Narses ve Mundus’u, Hipodrom’da toplanan isyancıların üzerine gönderen Jüstinyen’in ellerine, dönem kaynaklarına göre 30 ila 35 bin civarından insanın kanı bulaşır, isyancıların elebaşı ve bilumum çapulcu idam ettirilir, pek çok mülke el konulur, böylece isyan da son bulur.
Detorakēs, Theocharēs Eustratiou. Hagia Sophia: ho naos tēs Hagias tou Theou Sophias = Hagia Sophia : the church of the Holy Wisdom of God. Athēna: Ephesos, 2004.
Talihsiz Güzel: Amalasuntha
Seven ne yapmaz, hele kıskanç bir kadınsa… Theodora Jüstinyen’in emrindeki herkesten çok kıskanıyordu sevdiği adamı ve elinden geldiğince Kapadokyalı John gibi düşmanlarından koruyordu. Ancak bu kez Theodora’nın karşısındaki rakip yabana atılacak gibi bir biri değildi. Çünkü Amalasuntha ünlü Ostrogotların Kralı Theodorik’in kızıydı. Eşi vefat edince küçük oğlu tahta geçmişti ve kendisi de naibe olmuştu. Eski Roma kültürüyle eğitilmiş olan güzel Kraliçe oğlu Athalaric’i de aynı şekilde yetiştirmeye çalışıyordu. Lakin soylu Gothlar genç Kraliçe’nin yönetiminden huzursuzdu ve ciddi bir tehdit oluşturuyorlardı. Tehditlere daha fazla dayanamayan Kraliçe, Jüstinyen’den yardım istemiş ve Bizans'a göç etmeyi düşündüğünü söylemişti, üstelik yanında büyük Ostrogot hazinesi ile beraber! Theodora gibi eli kolu uzun, her yerde gözü kulağı olan, hatta geceleri bile uyumayan, “vampir gibi gezen (!)” İmparatoriçe’den kaçar mı böyle bir haber? Theodora’ya göre hiçbir erkek reddetmezdi böyle genç, eğitimli ve mevki sahibi bir kadını. Yılanın başını gençken ezmeli düşüncesiyle hareket eden Theodora elini çabuk tuttu, Petrus'u İtalya’ya elçi olarak gönderdi genç kadının canını alması için. Prokopius’un yazdıklarına bakacak olursak Amalasuntha’nın ölümü Theodora’nın ellerinden olmadı. Allah’ın ‘çirkin şansı’ vermediği, çekici Amalasuntha ise kuzeni Theodahad emriyle kapatıldığı hapishanesinde, banyo yaparken bir komploya kurban gitti… Jüstinyen ise ancak Amalasuntha öldürüldükten sonra Theodahad’ın karşısına çıktı ve Ostrogotlar Krallığı ile Doğu Roma İmparatorluğu arasında 535-554 döneminde sürecek uzun Gotlar Savaşı'nı başlattı.
Bir Aşkın Mirası
Bunca ölüme, entrikaya, savaş rağmen yaşadıkları dönemde yaptıkları ile birçok kişinin ahını da alsalar, Jüstinyen ve Theodora adlarını ölümsüz kılacak işler yapmaktan çekinmemişlerdi. Beşinci ve altıncı yüzyılın kronik yazarlarından Malalas’a göre çift yaşadıkları zenginliği diğer insanlarla paylaşmış ve belli bir kesimin sevgisini kazanmışlardı. Antakya’da kiliseler, hamamlar, bazilikalar yaptırmışlar, incilerle süslü haçı şehre bağış olarak göndermişlerdi. Hormisdas Sarayı’nı, 500’e yakın Monofizit rahibi İmparatoriçe’nin finansal desteği altında korumuşlardı.
Theodora ve Jüstinyen’in hiç çocuğu olmadı. Jüstinyen yeğeni II. Justin’i kendinden sonra tahta geçecek kişi olarak seçti ölmeden önce. Jüstinyen 540’larda geçirdiği vebayı da atlatmıştı sevgilisinin yanında. Çağımızın vebası olarak bilinen kanser ise Theodora’yı ayırmıştı Jüstinyen’den. Sevdiği kadının ölümünden sonra 20 yıla yakın bir süre yaşayan Jüstinyen de kendini dine, teolojiye adamıştı ölmeden önce. 565’te vefat ettiğinde bugün Fatih cami olarak bilinen Havariyyun Kilisesi’nde, adı gibi Tanrı’nın ona bahşettiği hediye olan Theodora’sının yanında sonsuzluk uykusuna daldı Büyük Jüstinyen. Bugün İtalya’nın Ravenna kentinde tıpatıp benzeyen mozaikleriyle karşılıklı bakışan Theodora ve Jüstinyen’in aşkları, isimlerinin baş harflerinden oluşan monogramlarıyla eski adı SS. Sergius ve Bacchus Kilisesi olan Küçük Ayasofya Camii’nin ve dünyanın en eski katedralinin kutsal bilgeliğinin gölgesinde, Ayasofya’nın sütun başlarında ölümsüzleşiyor ve ziyaretçilere, genç âşıklara bu imkânsız ama kaçınılmaz aşkın hikâyesini hatırlatıyor…
Ss. Sergius ve Bacchus kilisesi, Küçük Ayasofya Camii. Fotoğraf Yard. Doç Nikos D. Kontogiannis (Koç Universitesi-Gabam)
Kaynakça:
Barker, John W. Justinian and the later Roman Empire. Madison: University of Wisconsin Press, 1966. DF572 | b.B35 1966
Behnam, Gregorius Bulus. Theodora: a story of heroism, strife, sacrifice, and faith: treating the affairs of the Syriac Church in the first half of the sixth century. Piscataway: Gorgias Press, Beth Antioch Press, 2007. DF572.5 .T5413 2007
Bell, Peter N. Three political voices from the age of Justinian: Agapetus, 'Advice to the emperor’; Dialogue on political science; Paul the Silentiary, 'Description of Hagia Sophia. Liverpool: Liverpool University Press, 2009. DF531 .T47 2009
Browning, Robert. Justinian and Theodora. London: Thames and Hudson, 1987. DF572 .B76 1987
Bury, John Bagnell. History of the later Roman Empire: from the death of Theodosius I. to the death of Justinian. New York: Dover Publications, 1958. DG311 .B98 1958
Cameron, Averil. Procopius and the sixth century. Berkeley: University of California Press, 1985. DF505.7.P7 C35 1985
Evans, J. A. S. The age of Justinian: the circumstances of imperial power. London; New York: Routledge, 2000. DF568 .E83 2000
Garland, Lynda. Byzantine empresses: women and power in Byzantium AD 527-1204. London: Routledge, 1999. DF572.8.E5 G37 1999
Grabar, Andrâe. The golden age of Justinian, from the death of Theodosius to the rise of Islam. New York: Odyssey Press, 1967. N6250 .G6513 1967
Gregory, Timothy E. A history of Byzantium. Malden, MA: Wiley-Blackwell, 2005. DF552 .G68 2005
Holmes, William Gordon. The age of Justinian and Theodora: a history of the sixth century A.D. New Jersey: Gorgias Press, 2002. DF572 .H7 2002
Lamb, Harold. Theodora and the Emperor: the drama of Justinian. New York: Doubleday, 1952. PS3523.A4235 T44 1952
Lee.R.W. The elements of Roman law: with a translation of the Institutes of Justinian. London: Sweet & Maxwell, 1956. KJA1088 .J8 2010
Maas, Michael. The Cambridge companion to the Age of Justinian. Cambridge: Cambridge University Press, 2005. DF572 .C35 2005
McCail, Ronald C. The earthquake of A. D. 551 and the birth-date of Agathias. London: William Clowes and Sons, 1967. QE536.2.B95 M3 1967
Menander, Protector. The history of Menander the Guardsman. Cambridge: F. Cairns, 2006. DF572 .M4613 2006
Moorhead, John. Justinian. London; New York: Longman, 1994. DF572 .M66 1994
Prokopios. The secret history: with related texts. Indianapolis: Hackett Publishing Company, Inc., 2010. DF572 .P7613 2010
Sarris, Peter. Economy and society in the age of Justinian. Cambridge; New York: Cambridge University Press, 2006. DF568 .S37 2006
Scott, Roger. Byzantine chronicles and the sixth century. Farnham: Ashgate, 2012. DF505 .S36 2012
Vasilʹev, Aleksandr Aleksandrovich. Justin the First: an introduction to the epoch of Justinian the Great. Cambridge: Harvard University Press, 1950. DF568 .V37 1950
5 notes
·
View notes
Text
I. Jüstinyen Kimdir?
I. Jüstinjen, Bizans imparatoru (Tauresium 482 – İstanbul 565). Hükümdarlık dönemi: 527-565.
Genç yaşlarda öğrenim için bir Bizans generali olan amcası İustinos’un (sonra İmparator I. İustinos) bulunduğu İstanbul’a gitti. I. İustinos (518-527) döneminde devlet hizmetinde önemli görevler üstlendi. Çocuğu olmayan amcası onu evlat edindi ve 525’te veliaht ilan etti. 527’de önce ortak imparator,…
View On WordPress
0 notes
Photo
Geçtiğimiz haftasonu; #İstanbul a yakınlığı ve #Trakya ’nın her köşesinden ulaşım kolaylığı ile günden güne daha çok bilinen, #doğal ve #tarihi güzellikleriyle ile ön plana çıkmış Kıyıköy’de kamptaydık. 🌿🏕️👨👩👦 👉#Istranca ormanlarından kopup Kıyıköy’ün iki yanından dökülen #KazanDeresi ve #PapuçDeresi nin çevresinde yürüyüş yapıp, ormanın ve akarsuların kucaklaştığı #Karadeniz kumsallarında da yüzdük :) 👉 Cuma günü iş çıkışında yola koyulunca, güneş batmadan Kıyıköye ulaştık. Kampımızı #Kıyıköy Belediyesi #Kamp alanında kurduk. Yüksek ağaçların arasında, WC ve elektrik hizmeti olan #kampalanı, baya merkezi, Papuç deresinin hemen yanında yer alıyor. #Çadır başına gecelik 20 tl olarak ücretlendiriliyor. 👉 Keşfettiğimiz kadarıyla ; Kıyıköyde #gezilecekyerler; 👉 #AyaNikolaManastırı, Kıyıköy Aya Nikola Kaya Manastırı, Kıyıköy merkezin 800 mt güneybatısında, Papuç Dere kıyısında bulunuyor. #Manatır İmparator 6. Jüstinyen dönemine ( M.S. 527-565 ) tarihlenmiş. Ne yazık ki, kayalara oyularak yapılan manastır günümüzde doğanın açık tahribatı ile bilinçsiz ziyaretçilerin insafına terkedilmiştir. Kapısında Kıyıköylü gönüllü bir bekçi bulunuyor. 👉 Kıyıköy’de ayrıca; Kıyıköy Kalesi & Surlar, Kıyıköy Camii, kıyıköy limanı, Aşıklar tepesi, kıyıköyün sağında ve solunda yer alan kumsallar ve papuç deresinin bittiği yerdeki tepenin hemen ardındaki selves koyu görülmeye değer yerlerden :) 👉 Ve en keyif aldığımız; Papuç Deresinde tekne ile yapılan #yeşil tur sizlere #mükemmel bir #görsel zenginlik sunuyor, yeşilin bu tonuna resmen #hayran kaldık. 🙏🙏Bu bizim Kıyıköy’e 3. gidişimiz ve ilk kampımızdı, sormak istediğiniz soruları yorum kısmına yazarsanız severek cevaplayacağız. sizler de burayı görmesini istediğiniz arkadaşlarınızı aşağıya etiketleyebilirsiniz. 😍✌️👪 #bebeklekamp #kamphayatı #campingwithbabies #instalike #instrakyam #yolaçık #yolaçıkın #nofilter #çokgezenler #bebeklegeziyoruz #gençgezginler #bebeklekamp (Kıyıkoy, Kırklareli, Turkey)
#yeşil#kampalanı#istranca#çokgezenler#papuçderesi#gençgezginler#instalike#ayanikolamanastırı#instrakyam#tarihi#çadır#yolaçık#kamp#kazanderesi#karadeniz#kıyıköy#gezilecekyerler#bebeklegeziyoruz#yolaçıkın#nofilter#i̇stanbul#trakya#hayran#manatır#bebeklekamp#mükemmel#campingwithbabies#kamphayatı#görsel#doğal
0 notes
Text
Bin Yıllık "Ayasofya'nın" derin sırları.!
Bin Yıllık “Ayasofya’nın” derin sırları.!
Doğu Roma İmparatorluğu’nun en ünlü kilisesi, M.S. 326 yıllarında Büyük Kostantin tarafından yapılarak Allah’a adandı ve “Büyük Kilise” diye anıldı. Daha sonra Hagia Sofya denildi. Birçok kereler yıkıldı ve yapıldı. En son yıkılışı da Bizans tarihinde geçen Nika isyanı sırasında oldu. Bu isyan sırasında tamamen yandı.İşte geçmişten günümüze “Ayasofya”
-Kilise İmparator Jüstinyen tarafından o…
View On WordPress
0 notes
Text
İlki Roma’da yapılan su kemerleri, modern şehir alt yapılarının ilk örnekleri olarak çıkıyor karşımıza. Bozdoğan kemerinin izlerini takip etmeye başladığınızda, M.Ö. 312 yılı Roma Cumhuriyeti’ne kadar giden bir su yolunun içine düşersiniz. Saraçhane’de, her gün binlerce insanın altından geçtiği bir su kemeri var. Belki de kemerlerin altından geçerken, neden yolu bu kemerler daraltıyor, neden yıkıp genişletmiyorlar diye düşünenler bile olmuştur.
Bozdağan Kemeri olarak bilinen bu yapının hep altından geçmek yerine, hiç hikâyesini merak ettiniz mi? Neler yaşadı ve kaç yüzyıl altından kimler geldi geçti? Zira, Bozdağan Su Kemeri’nin üstünü bırakıp, halıyı kaldırıp altına bakmaya başladığınızda müthiş bir medeniyet öyküsünün izlerine ulaşırsınız. Bozdoğan, İstanbul’u İspanya’daki Merida’ya, Fransa’daki Nimes’e ve hepsini Roma’ya, dünyanın en eski cumhuriyetine ve devlet sistemine bağlayan bir medeniyetin öyküsüdür.
TARİHİN İLK SU KEMERİ M.Ö. 500’lerde Roma krallığı günümüze kadar uzanacak bir Cumhuriyet kurmak üzereydi. Roma Cumhuriyeti, senato tarafından yetki verilen, kuvvet kullanma yetkisine sahip iki senatör tarafından yönetiliyordu. Romalılar bu süre zarfında, anayasa, güçler ayrılığı, denge denetlemenin de içinde olduğu bir devlet sistemi kurmuşlardı.
Gelişen devlet sistemi onları modern şehirler hususunda da teşvik etmekteydi. Roma küçük bir yerleşim alanıyken doğal kaynaklar ve Tiber Nehri’nin nüfusu halk için yeterliydi. Ama artan nüfus kaynakları suya olan ihtiyacı da artırıyordu. Salgın hastalıklar ve kuraklık da şehri tehdit eden diğer unsurlar arasındaydı. Ayrıca fetihler vasıtasıyla Roma aristokratları zenginleşmişlerdi ve senatörler daha şaşalı yapılar inşa etme isteğiyle yanıp tutuşuyordu.
Şehrin içine yapılacak bir su sistemi hem yapılacak havuzları besleyecek, hem de halkın günlük su ihtiyacını karşılayacaktı. Ayrıca şehrin büyümesi ile sık sık çıkmaya başlayan yangınlara da daha hızlı müdahale imkanı sağlayacaktı.
Kavala Su Kemeri, Yunanistan
Merida Su Kemeri, İspanya
Pond du Gard Fransa
Bozdoğan Kemeri
Eyüp, Uzun Kemer
Yerebatan Sarnıcı
AQUA APPİA Ama Roma şehrinin içine kanallarla su getirmek neredeyse imkansızdı. Suyun kaynağından şehre gelmesi ve istenen noktalara ulaşması için vadilere inmesi ve tepelere çıkması gerekiyordu. M.Ö. 312 yılında devleti yöneten senatörler Gaius Plautius Venox ve Appius Claudius Caecus döneminde kente su taşımak için devrim niteliğinde bir yapı inşa edildi. Romalı mühendisler, su kemerleri vasıtasıyla suyu vadilere indirmeden, debi kaybına yol açmadan şehre iletmenin bir yolunu buldular ve Appia su yolunu inşa ettiler.
Roma şehrine günlük 73 bin metreküp su taş��nmasına aracılık eden Appia’nın kaynağı Praenistina’dan yaklaşık 780 adım uzaktaydı. Taşıdığı su, doğudan Roma’nın içlerine doğru 16,4 km’lik bir hattı takip ettikten sonra Porta Trigemina yakınlarındaki Boarium Forum’una boşalıyordu. Appia Kemeri farklı tepelerden suyu aşırdıktan sonra Aventine tepesinde, Salinae adı verilen bir yerde son buluyordu. Buradan borular vasıtasıyla 20 farklı depoya aktarılıyor, depolardan da şehrin içine servis ediliyordu. Ama suyun bu yolu yapabilmesi için önünde 90 metrelik bir çukur bölüm vardı. Burayı aşmak için ise tarihin ilk su kemeri Aqua Appia inşa edildi. Roma’nın ilk su kemeri, hızla büyüyen bir şehir ve artan nüfusa karşılık geldi.
DÜNYAYA NASIL YAYILDI ? Aqua Appia, günümüze kadar gelen şehir su şebekelerinin de başlangıcı oldu. Appia’dan sonra Romalılar, şehir her büyüdüğünde yeni kanallar ve o kanalları destekleyen su kemerleri inşa ettiler. Zamanla güçlendiler ve M.Ö. 2. yüzyıldan, M.S. 4. yüzyıla kadar dünyanın farklı noktalarına yayıldılar. Yayıldıkları her bölgeye de yönetim sistemlerinin yanı sıra şehir mimarisi kültürlerini de taşıdılar. Bunlardan bir tanesi de su kemerleriydi. İspanya Merida’daki Acueducto de los Milagros, Güney Fransa’da Nimes şehrine su taşıyan Pont du Gard, Yine İspanya Madrid yakınlarında bulunan Segovia Su Kemeri bilinen en iyi örneklerindendir.
M.Ö. 2. yüzyılda Romalılar bugünkü Türkiye sınırlarının içinde fetihlere başladılar. Yerleştikleri birçok şehre de su kemerleri inşa ettiler. Bunlardan bazıları İzmir, Bergama, Efes, Sivas, Side gibi şehirlere inşa edildi.
İSTANBUL’A SU LAZIM Her ne kadar yeşil bir şehir olsa da İstanbul tepelerin üzerine kurulmuş olması nedeniyle tarih boyunca su sorunu yaşamış bir şehirdir. M.Ö. 196 yılından itibaren İstanbul’a yerleşen Romalılar, mühendislik becerilerini bu şehre su taşımak için kullandılar.
Bunlardan en bilineni M.S. 76-138 yıllarında hüküm sürmüş imparator Hadrianus’un Istranca dağlarından şehre getirdiği su yoludur. İstanbul Doğu Roma’nın başkenti ilan edildikten sonra İmparator Valens M.S. 368 yılında şehre yeni bir su yolu yapılması emrini verir. Zaman içinde tahribatlar nedeniyle kaynağı bilinmeyen bir noktadan şehire su getirilirken, Saraçhane deresindeki çöküntüde su debisinin düşmeden şehre taşınması için klasik Roma mimarisinin çözümü olan su kemeri tekniği kullanılır ve Bozdoğan Su Kemeri yapılır. Yapımı beş yıl süren kemer 373 yılında hizmete girer. Şehrin göbeğinde kaldığı ve güzel bir şekilde korunduğu içinen şaşalı Roma su kemerlerinden bir tanesi olan Bozdoğan Kemeri’nin Halkalı civarından İstanbul’a su taşıdığı sanılmaktadır. Romalılar Bozdoğan dışında, Mazulkemer ve Karakemer’i de inşa etmişlerdir.
YERE BATAN SARAYI Romalılar suyu sadece İstanbul’a taşımakla kalmaz, onu muhafaza etmeyi de bilirler. 527 yılında bu defa başka bir çöküntüyü kullanırlar, bu defa kemer yapıp suyu üzerinden geçirmezler, kemerleri toprağın altına yaparlar ve suyu şehrin altına depolarlar.
Bu bir dünya mirası olan Yerebatan Sarnıcı’dır. 140 metre uzunluğa, 70 metre genişliğe sahip sarnıç, 336 sütunlu olması nedeniyle halk tarafından Yerebatan Sarayı olarak adlandırılmıştır. İstanbul’da su, tıpkı Roma’da olduğu gibi buradan çeşitli kanallar vasıtasıyla şehrin farklı noktalarına dağıtılır. Bugün İstanbul’un altında ‘başka bir İstanbul var’ olarak anlatılan hikâyenin temeli de bu yer altı su dağıtım kanallarına dayanır.
SUSUZ EV … Her gün altından geçtiğimiz, yanında piknik yaptığımız kemerlerin öyküsü Roma’ya, M.Ö. 312’ye kadar dayanıyor. Ama biz hikayeyi gelin buruk bir öykü ile bitirelim. Rivayet odur ki, Osmanlı’da saray ve kamu tesisleri dışında evlere özel su verilmezdi. Ama bunun tek istisnası Mimar Sinan’ın eviydi. İstanbul’un su sorununu çözdüğü için Kanuni’nin fermanı ile Mimar başının evine özel olarak su verilmişti. Kanuni öldükten sonra, Mimar Sinan da hayatının son demlerini yaşarken İstanbul’da yeniden su kıtlığı baş gösterdi. Halk arasında “Şehir susuzluktan kırılıyor, Sinan’ın evinde özel su” var diye dedikodular çıkmaya başladı. Dönemin Padişahı II. Selim dedikodulardan çok rahatsız olunca fermana rağmen Mimar Sinan’ın evindeki suyu kestirdi. İstanbul’a su getiren adam, susuz bir evde hayata gözlerini yumdu.
NOTLAR » Bozdoğan Kemeri olarak bildiğimiz Saraçhane’deki kemerin Romalılar dönemindeki adı Valens Su Kemeri’dir. » İstanbul’da şehrin büyümesi ile birlikte birçok Roma dönemi kemeri şehrin içlerinde kalmış ve zamanla yok olmuştur. » Antik Roma şehri 11 su kemeri ile beslenmekteydi. » Tarihte’ki ilk kemerli yapıya Mezopotamya’da rastlanır. » Tarihteki ilk su kemerini ise Romalılar yapmıştır.
BOZDOĞAN KEMERİ Bozdoğan Kemeri yerden yaklaşık 20 metre, deniz seviyesinden ise neredeyse 65 metre yüksektedir. İmparator Jüstinyen Bozdoğan Su Kemeri’ni Yerebatan Sarnıcı’na ve Binbirdirek Sarnıcı’na bağlamıştır.
PONT DU GARD Pont du Gard Romalılar tarafından bugünkü Fransa’nın güneyinde inşa edilmiş olan bir su kemeridir. Languedoc-Roussillon bölgesinde Gard ilindedir. Uzun yıllar Pont du Gard’ın Augustus’un evlatlık oğlu ve yaveri Marcus Vipsanius Agrippa tarafından M.Ö. 19 yılı civarlarında yaptırıldığı düşünülmüştür. Ne var ki yeni yapılan kazılar inşaatın 1. yüz yılın ortalarında gerçekleştiğini ortaya koymuştur.
MİMAR SİNAN VE SU KEMERLERİ Kanuni döneminde yeniden su sıkıntısı baş gösterir ve devreye usta Mimar Sinan girer. Sinan, 1554 yılında Kırkçeşme Su Tesisleri’nin inşasına başlar. Proje kapsamında Belgrad Ormanı, Alibey ve Kağıthane derelerinden toplanan sular havuzlarda biriktirilerek Eğrikapı’ya getirilir, oradan da şehre taşınır. Mimar Sinan İstanbul’un tepelerinden suyu aşırmak için Roma tekniğini kullanır ve 63 yılında Uzun Kemer, Eğri (Kovuk) Kemer, Güzelce Kemer, Mağlova Kemeri, Paşa Kemeri (Balıkzade Kemeri) gibi şaheserleri de İstanbul’a kazandırır. Bu kemerler vasıtasıyla İstanbul’a taşınan su günde 4200 metre küpe ulaşır, 49 çeşme, 19 kuyu, 15 maslak, 13 hamam ve 7 sarayın aralarında bulunduğu birçok noktayı sular. Bugün Belgrad ormanlarında farklı noktalara adlarını veren Ayvad Bendi, Kirazlı Bend, Büyük Bent, Karanlık Bent de bu suları muhafaza etmek için inşa edilmiştir.
Yazı: İlyas Yıldız
Fotoğraf: İlyas Yıldız
Bu yazı Marmara Life 103. sayısında yayımlanmıştır.
Roma’dan İstanbul’a uzanan bir hat: Su Kemerleri İlki Roma’da yapılan su kemerleri, modern şehir alt yapılarının ilk örnekleri olarak çıkıyor karşımıza. Bozdoğan kemerinin izlerini takip etmeye başladığınızda, M.Ö.
0 notes
Text
Konstantinopol & Bir İmparatorluğun Doğuşu Kitabı pdf indir pdf indir
Konstantinopol & Bir İmparatorluğun Doğuşu Doğu ve Batı medeniyetlerine dair belgesel niteliğindeki tarihî romanları onlarca dile çevrilen Amerikalı ünlü yazar Harold Lamb’dan ilginç bir Konstantinopol hikâyesi…
Kanuni Sultan Süleyman, Ömer Hayyam, Cengiz Han ve Timur gibi romanları ülkemizde uzun yıllardır okunan yazarın, Konstantinopol adlı bu eseri Türkçede ilk kez okuyucu karşısına çıkıyor.
Eleştirmenlerin, “Bizans İmparatoru Büyük Jüstinyen hakkında yazılmış en iyi kitap” diye nitelendirdikleri Konstantinopol, yoğun bir araştırma sonucu kaleme alınmıştır. Yazarın kendi ifadesiyle; “çok sayıda halkın birbiri içinde erimesiyle oluşan, halkı gibi kendisi de benzersiz özelliklere sahip, kadim Akdeniz medeniyetinin muhafaza edilebildiği tek yer olan” Konstantinopol’un hikâyesidir anlatılan.
Bizans sanatına ve mimarisine dair etraflı bilgi de veren kitapta, Jüstinyen’in imparator olduğu dönem bütün yönleriyle ele alınmış; İmparatoriçe Theodora, Narses, Belisarius, Kapadokyalı John gibi devrin önemli şahsiyetleri detaylarıyla işlenmiştir.
Eserde ayrıca, “Jüstinyen dönemi” olarak bilinen 6. yüzyılda, Bizans İmparatorluğu’nda dinî meselelerin hemen her alanda nasıl merkezî bir yer işgal ettiği gözler önüne seriliyor.
Erken dönem Ortodoks Hristiyanlığına dair çarpıcı bilgiler içeren romanda, Ayasofya’nın inşası ve kubbesine yerleştirilen hilalin, devrin Hristiyanları için ne anlama geldiğini öğrenecek, Bizans ile özdeşleşen erguvan renginin sırrını keşfedeceksiniz.
Konstantinopol & Bir İmparatorluğun Doğuşu Kitabı pdf indir pdf indir oku
#Konstantinopol & Bir İmparatorluğun Doğuşu kitabı pdf indir#Konstantinopol & Bir İmparatorluğun Doğuşu pdf oku#Konstantinopol & Bir İmparatorluğun Doğuşu ücretsiz indir#Konstantinopol & Bir İmparatorluğun Doğuşu ücretsiz pdf indir#Tarihi Roman
0 notes
Photo
İlk sosyal savaş belki de en kanlı olanı NİKA ayaklanması. 1485 yıl önce ( 11-18 Ocak yoğunlukla 13 Ocak) bizim İstanbul'umuzun Ayasofya civarı o zamanın Hipodrom alanı. Başrolde imparator Justinianus, halkın proletarya kesimi başta olmak üzere Mâli (vergi) dini konularda, haksızlıklar ve adaletsizliklere karşı epeyce hoşnutsuzlar! Zamanın kanlı yarışları yerini atlı araba yarışlarına bırakmış.Soylular MAVİLER ile esnaf, fakir ve orta halliler ise YEŞİLLER olarak iki ezeli ve büyük rakip takım olarak ciddi anlamda holiganlığa fanatizme hizmet edecek derecede karşı karşıya geliyorlar.Normal hayatta da halk ikiye ayrılmış durumda Maviler ve Yeşiller olarak. Yarışmak bahane halkın dolu olduğu bir noktada yapılan yarışmada çıkan bir anlaşmazlıkta Jüstinyen'in taraftarı olduğu Mavilerin lehine karar verip bir kaç kişiyi astırmak istemesi bardağı taşıran son damlaya hizmet ediyor ve halk galeyana gelip isyan bir anda çığ gibi büyüyor! Hatta Maviler ve Yeşiller ertesi güne kalmadan birleşiyor imparatora karşı. Şehir yakılıp yıkılıyor Ayasofya'da dahil.İsyanın büyüklüğüne yenik düşen korkan ve pes eden Jüstinyen gemiyi hazırlatıp kaçmak üzereyken "Cesur " karısı Thedora'nın karşısına dikilip ona yaptığı bir konuşma sayesinde kalıp savaşmaya karar veriyor. Sonrası hipodrom a çekilip katledilen 30-35 bin insan!! Şehrin nüfusunun 100.000 olduğunu düşünürsek boyutları daha iyi anlarız.. "Kazanan" Justinianus'a Ayasofya'yı tekrar yaptırmak düşer. (3.kez) muhtemelen girdiği günahlardan arınmak adına ! Yarışma esnasında atılan "NİKA" " Zafer" sloganı ise Tarihe geçen en büyük kanlı isyanlardan birinin adı olarak miras kalır..Bizler de yürüyüp geçer gideriz üzerlerinden, kimbilir..
0 notes
Photo
KÜÇÜK AYASOFYA CAMİİ Sultanahmet Meydanı’nın güneybatısından denize doğru inerken tren yolunun hemen yanında, Cankurtaran ile Kadırga semtlerinin kesiştiği alanda, bulunduğu mahalleye adını veren küçük bir cami ile karşılaşırız. Küçük ve mütevazı görüntüsünün aksine mimarisi ile yeni bir çağ açan, ilginç hikayeler barındıran bir yapıdır Küçük Ayasofya. Kilise olarak inşa edilen yapının asıl ismi Sergios ve Bakhos Kilisesi idi. Doğu Roma İmparatoru I. Jüstinyen (Justinianos/Iustinianus) ve karısı Theodora tarafından 527 senesinde yapımına başlanan kilisenin inşaatı 532 yılındaki Nika Ayaklanması sırasında zarar görünce ancak 536 yılında tamamlanabilmiştir. Kilise ismini Hristiyanlığa geçtikleri için işkence ile öldürülen ve daha sonra azizlik mertebesine getirilen Sergios ve Bakhos isimli iki askerden almıştır. Efsaneye göre; İmparator I. Anastasios (Anastasius)’a karşı bir komploya karıştıkları iddiasıyla idama mahkum edilen Jüstinyen ve amcası Justin sabah gerçekleşecek olan idamlarını beklerken, o gece Aziz Sergios ve Aziz Bakhos İmparator Anastasios’un rüyasına girmiş ve onların suçsuz olduklarını söylemişlerdir. Bundan etkilenen imparator da Jüstinyen ve amcasını affetmiştir. Jüstinyen tahta geçtiğinde ise bu iki azize olan minnetini göstermek için bu kiliseyi inşa ederek kiliseye Aziz Sergios ve Aziz Bakhos’un adlarını vermiştir. Bir başka efsaneye göre ise; İmparator I. Anastasios’tan sonra tahta geçmesi için ordu tarafından, saray muhafızlarının komutanlığını yapmış ancak okuma yazması dahi olmayan köy kökenli Justin seçilmiştir. I. Justin ise hükümdarlığının sonunda varis olarak yeğeni Jüstinyen’i bırakmıştır. Tahta geçen Jüstinyen’in eşi Theodora cambazhane dansçısı olması sebebiyle Roma aristokrasisinin tepkisini çeken ve hafifmeşrep olarak görülen bir kadındır. Theodora’ya tepki gösterenler arasında Roma aristokrasisinin güçlü kadınlarından ve sanatın koruyucusu olarak ünlenmiş olan Anikia Juliana da vardır. #Küçükayasofya #ayasofya #aşir #tarih #arkeoloji #gezi #kültürelmiras #cami #kilise https://www.instagram.com/p/CIlEmMWlz88lRMNlU6Lq5RReAUixODaFCHFflE0/?igshid=19vgimidmu6fe
0 notes
Photo
Değerli dostlar, AYASOFYA KÜLLİYESİ Sultanahmet semtinde, Sultan Ahmed Camii'nin karşısında yer alır. Dünya mimarlık tarihinin en önemli eserleri arasında sayılan bu eser, aslında bir kilise olarak inşa edilmiştir. İnşasına Bizans İmparatoru I. Konstantin zamanında başlandı, fakat ancak 360 yılında, II. Konstantin'in imparatorluğu döneminde tamamlanabildi. Bu ilk Ayasofya çıkan bir isyanda kısmen yandı. II. Theodosios tarafından onarılarak 415 yılında yeniden ibadete açıldı. Ama 532'deki ayaklanma sırasında bu kez, tamamen yandı. Olaylar sona erince İmparator Jüstinyen, buraya muhteşem bir mabed yapmaya karar verdi ve Batı Anadolu'lu iki mimar-mühendis olan İsidoros ve Anthemios'u görevlendirdi. Yapım için bütün Akdeniz ülkelerinden malzemeler getirildi; Anadolu'daki, Artemis Tapınağı da dahil olmak üzere, bazı pagan tapınaklarının sütunları sökülerek Ayasofya'da kullanıldı. İnşası beş yılda tamamlandı ve Ayasofya 537 yılında yeniden ibadete açıldı. Günümüze kadar ulaşan yapı, Jüstinyen'in yaptırmış olduğu bu kilisedir. Ayasofya o tarihten günümüze kadar zaman zaman tahribata uğradı, yeniden tamir edildi ve eklentiler yapıldı. Ama özelliğini hiçbir zaman yitirmedi. Ayasofya, en kötü günlerini Latin istilası döneminde yaşadı; yağmalandı, harap edildi, birçok değerli eşyası alınarak Avrupa'daki kiliselere götürüldü. 1261'de şehir tekrar Bizans'ın eline geçtiğinde, Ayasofya oldukça tahrip edilmişti. Çok kısıtlı imkanlarla Ayasofya ihya edilmeye çalışıldı. Ama 1344 depreminde yeniden çok zarar görecek, hatta kubbenin bir bölümü de dahil olmak üzere, bazı kısımları çökecektir. Bu sırada gittikçe fakirleşen Bizans, Ayasofya'yı hemen tamir ettiremeyecek; Ayasofya bir müddet kapalı kalacaktır. Daha sonra toplanan özel vergi ve bağışlarla 1354'te yeniden tamir edilecektir. Bütün bunlara rağmen Ayasofya, Latin istilasından İstanbul'un fethine kadar.eski ihtişamlı günlerine bir daha geri dönememiştir. Şehir fethedildikten sonra Fatih Sultan Mehmed, doğruca Ayasofya'ya gidecektir. Ama Ayasofya çok haraptır. Bu harap ama muazzam mabed, aynı gün kiliseden camiye dönüştürülecek ve böylece Ayasofya için yeni bir dönem başlayacaktır. InşaAllah diyelim. En içten dileklerim https://www.instagram.com/islamoglu.huseyin/p/Bvax0z9FXID/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=1f0yt537rjd9s
0 notes
Text
Aleksandr Nevski Katedrali Sofya
Aleksandr Nevski Katedrali Sofya Filibe' yi bıraktıktan sonra Bulgaristan' nın başkenti Sofya' ya gidiyoruz. Sofya'nın tarihi eski zamanlara dayanıyor.Hz İsa' dan önce Yedinci yüzyıllar' da , bu günkü merkez' in varolduğu yerde Serdi isiminde Trakyalı bir kabile yaşamıştır. Balkan yarım adasında arkaarkaya zaferler alan Roma, Serdilerin bağımsızlığını ellerinden almışlardır. Romalılar bu şehre Serdika adını vermişler. Daha sonra slav ırkının akınıyla şehir Bulgar devletinin egemenliğine geçmiştir. Bulgar Devleti'nin Osmanlı egemenliği altına geçmesiyle Serdi şehri, 13. yüzyılın sonlarından 19. yüzyılın sonlarına kadar süren Osmanlı İmparatorluğu' nun egemenliği altında güzel bir şekilde geçirmiştir. Bu arada 14. yüzyılın sonlarında şehir, günümüzde de halen kullanılan Sofya ismini almış.
Sofya' nın ismi şehirde var olan Ayasofya Kilisesi'nden gelir. Ayasofya nın adında' da anlaşılacağı gibi kutsal bilgelik anlamını taşır. Bir şehrin Ayasofya olması için o şehirde 365 tane kilise var olması gerekir. Piskoposluk merkezi olan bu şehirler' de her gün başka bir kilisede ibadet edilir. Sofya' daki ayasofyayı, İstanbul' daki 2 ayasofya' yı yaptırdığı gibi 6. yüzyılda Romanın en parlak olduğu zamanda yaşayan imparator Jüstinyen tarafından yaptırılmıştır. Osmanlı Sofya'yı feth ettikten sonra ayasofyayı camiye çevirmiş. Siyavuş Paşa Cami olarak adlandırılmış. 30 yıl sonra arka arkaya gelen 2 depremle minaresi yıkılarak terk edilmiş ve arkasından yeniden kiliseye çevirilmiştir. Yöre halkı, kilisenin kendini doğal felaketlere karşı koruyan sihirli güçleri olduğunu düşünmekteymiş. Aziz Sofia Kilisesi olarak da biliniyor. Sofya'daki ilk vardığımız nokta şehrin merkezinde var olan, şehrin sembolü haline gelen Avrupa'nın 2. büyük ortodoks kilisesi olan Aleksander Nevsky Katadrali. Bu katedral, adını taşıyan Aleksander Nevsky tarafından 1877-1878 Osmanlı - Rus savaşında ölen Rus askerlerinin anısına inşa edilmiş. Katedralin girişinde böyle sinir bozucu bir yazı bulunmakta. Aleksander Nevsky kimdir? Bir Rus çarı 2. Aleksander Osmanlı'nın çöküşünü hızlandıran adamdır. En uzun zaman Osmanlı egemenliği altında kalan bu topraklar elden çıktıktan sonra yani bütün Rumeli'nin 93. harbinde kaybedilmesiyle çöküş hızlanmış. Click to Post
#Aleksandr Nevski Katedrali#Aleksandr Nevski Katedrali Sofya#Aleksandr Nevski Katedrali Sofya balkanlar#balkanlar Aleksandr Nevski Katedrali Sofya
0 notes
Text
Karadeniz’in Kıyıcığında Kıyıköy Tatil Rehberi
Kırklareli’nin Vize ilçesinden sahile doğru ormanlık arazide epey yol aldıktan sonra ulaşılan küçük, sevimli, şirin bir köy. Kayıp ormanda ilerlerken Şirinler’in köyünü bulmuş gibi hissettiriyor. İki dere arasına kurulmuş, kırmızı tuğlalı surları, taştan Rum evleri ile orta çağa zaman yolculuğu yaptırıyor. Köy iki dere arasında kurulduğundan baharda nilüfer çiçekleri ile kaplanan derelerde tekne veya deniz bisikleti kiralayıp gezebilir dere turu yaparken su yılanlarını, su kaplumbağalarını görebilirsiniz. Uçsuz düzlüklerinde ister çocuğunuzla uçurtma uçurabilir, isterseniz içinizdeki çocukla uçurtma uçurabilirsiniz. Kıyıköy’de nasıl tatil geçirebilirsiniz, sizler için derledik.
Sahil-Plaj ve Koyları
Kırklareli kıyıköy sahil
Temiz, berrak suyu ve incecik kumlu plajlarında rahatlıkla güneşlenip denize girebilirsiniz. Karadeniz olduğu için deniz sezonu çok uzun olmasa da rüzgarsız günlerde çok keyifli. Selvez Koyu, Panayır İskelesi Koyu ve Poliçe Koyu denize girmek için ziyaret edebileceğiniz diğer yerlerdir. Bu koylarda kamp kurma imkanınız da var.
Aya Nikola Manastırı
Aya Nikola Manastırı
Köyün en eski ve değerli tarihi yapısı olmasına rağmen bakımsızlıktan yıkılan bir yapı.
Kıyıköy Kalesi
Kıyıköy Kalesi
İmparator Jüstinyen Dönemi’nde, 6. yy’da köyü koruma amacıyla kale ve gözetleme kulesi olarak yapılmıştır. Surlar Kıyıköy merkezini çevrelemektedir.
Kıyıköy Mağarası
Kıyıköy Mağarası
Mağara kireçtaşı içinde gelişen fosillerden oluşmakta. İçinde kahverengi ve kırmızı renkte mağara kelebeği ve yarasa görebilirsiniz. Mağara fotoğrafçılığı ile uğraşanların gezdiği alanlardan biridir.
Liman Hamamı
Liman hamamı
Osmanlı döneminde yapıldığı düşünülen hamam da ne yazık ki bakımsızlıktan kendi kaderine terk edilmiş durumda.
Aşıklar Tepesi
Aşıklar tepesi
Araba veya yürüyerek ulaşılabilen tepede yorgunluk gidermek için çay içmek istersiniz diye küçük bir çay bahçesi var. Çayınızı yudumlarken günbatımını izleyebileceğiniz ender yerlerden biridir.
Yeme-İçme
Köyün en meşhuru Kalkan Balığı‘dır. Fiyatlar İstanbul ile aynı hatta daha yüksek olsa da lezzet İstanbul’dan çok daha yüksek. Bölgede manda yetiştiriciliği yoğun olduğundan manda yoğurdunun tadına mutlaka bakın her yerde bulmak mümkün olmadığından ev için de mutlaka alın. Eskilerin bir lafı vardır ‘Manda olan eve doktor uğramaz’ diye. Sahil kasabası olmasına rağmen kokoreçi de meşhurdur. Kokoreç seviyorsanız denemeniz tavsiye edilir.
Karadeniz’in Kıyıcığında Kıyıköy Tatil Rehberi
0 notes