#ilişkinin aşamaları
Explore tagged Tumblr posts
dualarvebuyuler · 2 years ago
Text
Birini Bağlamak İçin Okunacak Dua
Tumblr media
Birini Bağlamak İçin Okunacak Dua
Güçlü ilişkilerin temelinde taraflar arasındaki kuvvetli bağ yatmaktadır. Zamanın getirdiği yıpranışlar veya dış etkenler sebebiyle ilişkilerde istenmeyen problemler ortaya çıktığı gibi bazen de insanlar kalplerinde büyüttükleri sevgilere, sevdikleri tarafından bir karşılık alamayabilirler. Bu tarz durumlarda karşınızdaki kişinin sizi duyduğu, sevgi ve muhabbet bağını güçlendirerek, ya da ilişkilerde karşı tarafın kopan iletişim bağını yeniden canlandırmak için birini bağlamak için okunacak dua aracılığıyla bu isteğinizi yerine getirmeniz mümkündür. Tesir gücü oldukça fazla olan bu duanın etki etme süreside diğer bağlama dualarından nazaran oldukça fazladır. Duanın yapılmasının hemen ardından en kısa süre içerisinde sevdiğiniz kişinin size aşk ve muhabbetle bağlandığını gözlemleyebilirsiniz. Bu duanın temini için güvenilir kaynaklardan bilgi edinmeniz ve duanın en kısa sürede gerçekleşmesi adına oldukça önemli bir faktördür.
Bir Kadını Kendine Aşık Etme Duası
Aşık olan insanların en büyük dileği sevdikleri kişi tarafından aynı duygularla sevilmektir. Fakat bazen insanlar kalplerindeki sevgileri bir karşılık alamaz ya da kendilerini seven bir kişiye aşık olmalarına rağmen dış etkenler, ya da farklı insanlar onların bir araya gelmesine engel olur. Bu engelleri aşmak için içindeki aşkın gücünden kuvvetinden ve derinliğinden yararlanması gereken kişilerin duydukları sevgi bazen bu cesareti bulmalarına yetmez.
Tumblr media
Aşık olduğunuz insanın size kavuşmak için çaba göstermesini sağlayacak kadar büyük bir tutkuyla size bağlanmasını sağlayabilirsiniz. Bir kadını kendine aşık etme duası ile sevdiğiniz kişinin yalnızca aşkınıza karşılık vermesini sağlamakla kalmaz aynı zamanda bu aşk için savaşacak cesareti bulmasını da mümkün kılabilirsiniz. Etki etme süresi bakımından oldukça kısa bir zaman diliminde gerçekleşen bu duanın tesir alanında fazlasıyla geniştir.
Aşık Olsun Diye Dua
Dünyadaki en ulvi ve en hassas duyguların başında aşk ve sevgi duyguları gelmektedir. Bu nedenle bu duyguların korunması ya da dış etkenlerin vereceği zararlardan etkilenmemesi için, aşık olduğunuz kişinin de en az sizin kadar duygularınıza değer vermesi ve onları koruması gerekir. Fakat bazı zamanlarda aşık olduğunuz kişi sizin hissettiğiniz duyguları önemsemez ya da farkına varmaz. Böyle bir durumla karşı karşıya kalmak hem ruhani, hem de manevi dünyamızı yıpratan, zorlu bir sınavın başlangıcı olur. Bu sınavı başarıyla geçebilmek ve mutluluğun kapılarını ardına kadar açabilmek, ancak karşınızdaki kişinin sizinle aynı aşkı paylaşmasını sağlamanız sonrasında gerçekleşebilir. Aşık olsun diye dua sayesinde sevdiğiniz insanın sizinle aynı frekansı yakalayarak duygularınıza karşılık vermesini hatta aranızdaki iletişim için gereken çabayı fazlasıyla göstermesini sağlayabilirsiniz.
Sevdiğin Kişiyi Kendine Nasıl Aşık Edersin
Kalbimizde büyük bir emek ve çabayla büyüttüğünüz duygular, hayatınızın merkezi haline geldiğinden onların sevdiğiniz kişi tarafından karşılık bulması, sizin için hayati önem taşımaktadır. Lakin bazı aşklar, sevilen kişinin bu durumu fark etmemesi ya da kendisine duyulan aşkı küçümsemesi sebebiyle yarım kalmaktadır. Sevdiğin kişi kendine nasıl aşk edersin diye düşünenler için en etkili yol, dua yoludur. Tüm insani duygular üzerinde ilahi bir kudrete sahip olan dualar sayesinde aşık olduğunuz kişinin duygularınıza karşılık vermesini sağlayabilirsiniz. Önemli olan içinde bulunduğumuz durumu göz önüne alarak özellikleri bakımından dinamiği size uygun olan duayı tercih etmenizdir. İncelikli araştırmalar sonucunda durumunuza uygun olan duayı tespit ettikten sonra uygulanış aşamaları konusunda tecrübesi olan biri tarafından yapılması dileğimizin gerçekleşmesini hızlandıran bir faktördür. Sevgiliyi Deli Divane Eden Dua Yaşadığınız ilişkinin bir kısır döngüye girdiğini fark ediyorsanız veya da karşı tarafın, ilişkinizi ve iletişiminizi sizin kadar değer vermediğini hissettiğinizde, aranızdaki aşk ve sevgi bağını kuvvetlendirmemiz şarttır. Aksi takdirde zaten zor olan hayat şartları karşısında güçlükle yürütülen ilişkilerin, birde muhabbet ve sevgi bağından ayrı kalması, taraflar arasındaki uyumsuzluğu tetikleyerek ilişkilerin, mutsuzluk havasına girmesine sebep olur.
Tumblr media
Sevgiliyi deli divane eden dua aracılığıyla, sevgilinizin size ve ilişkinize tutku dolu bir aşk bağı ile bağlanmasını sağlayarak, aranızdaki problemlerin çözümünde ya da gelecek planlarınıza dair çabalarında artış gözlemleyebilirsiniz. Böylece kısır döngüye girmiş olan ilişkinize yeni heyecanlar katmanın bir yolunu bulmanın dışında birbirinize olan sevgi ve saygınızın artması sebebiyle, mutluluğun kapılarını aralayabilirsiniz. Read the full article
0 notes
doriangray1789 · 2 years ago
Text
ALBERT CAMUS YABANCI
MEURSAULT…..( bu karakteri analiz etmek sanırım kitabı özetler)
Albert Camus ‘Yabancı’ romanında, bireyin topluma karşı yabancılaşmasını ve hayatı anlamlandıramama serüvenini sıradan bir olay üzerinden ele alır. Kimdir Camus’nün ‘Yabancı’sı? Neye ve niçin yabancıdır? herkese, en çok da kendine yabancı karakter.. camus'nün yıllar önce yarattığı; günümüz kayıp gençliğine manifesto insan... "insanların hayatları farklı değildir ki, herkes aynı yaşar" diyebilecek kadar rasyonel, cinayetten sorgulanırken bile karşısındakileri irdeleyen onların her şeyi bu kadar önemliymiş gibi yaşamalarına şaşıran yabancı, adından etimolojik olarak, biraz da hayal gücü katılarak "ölü töre" anlamı çıkarılabilcek camus karakteri. ***
Camus’nün felsefesinden bahsederken değinmemiz gereken en önemli kavramlardan biri ‘uyumsuz’ kavramıdır. Aslında bu kavramı tanımsal anlamda Sisifos Söyleni adlı eserinde görürüz. Camus Sisifos Söyleni’de ‘uyumsuz’kavramı üzerinde tartışır. Yabancı’da ise uyumsuzu adeta betimler. Nedir peki uyumsuz? Camus’nün eserinde uyumsuz kelimesinin orijinaline baktığımızda Fransızca ‘absurde’ kelimesiyle karşılaşırız. ‘Absurde’ kelimesi birden fazla anlamı ihtiva eder. Türkçeye saçma olarak çevrilmiş olsa da bu kavramsal açıdan tam olarak ‘absurde’e karşılık gelmiyor. Bu sebeple Sisifos Söyleni’ ninTahsin Yücel çevirisine dayanarak; ‘uyumsuz’ kavramını kullanmak daha doğru olacaktır.
‘Absurde’ ün en genel tanımını Sisifos Söyleni’ de “Dünya uçsuz bucaksız bir usa aykırılıktan başka bir şey değil.”  diyerek yapmıştır Camus.Dolayısıyla ‘absurde’ün yaşamın ve dünyanın anlamsızlığını vurguladığını söyleyebiliriz. Fakat varoluş felsefesinin temsilcilerince birebir aynı anlamda kullanılmamıştır. Örneğin Sartre’a göre bu kavram evrenin anlamsızlığını imler, Kierkegaard ve Heidegger’e göre insanın bu dünyadaki yabancılığını ifade eder, Camus’ye göre ise insan ve dünya birbirleriyle ilişkileri bağlamında ‘absurde’dür. Yani çelişiktirler. İnsan ile dünya arasındaki ilişkinin bizatihi kendisidir ‘absurde’ olan. Bu ilişki uyumsuzluğu imler.
Başka bir deyişle; Camus insan aklının dünyayı kavrayabileceği düşüncesini, dolayısıyla rasyonel yaklaşımları eleştirir ve dünya ile insanın birbirine yabancı olduğunu ifade eder.
İnsanın kendine ve topluma yabancılaşmasının temelinde bireyin hayatı ‘absurde’ görme felsefesi yatmaktadır.
Yabancılaşma kavramının felsefede, sosyolojide, psikolojide ayrı ayrı ele alınan ve halen de tartışılan, muğlak bir kavram olduğunu ve bu bağlamda diyalektik bir süreci de beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz. Örneğin Marx yabancılaşma kavramını toplumun düzeniyle ve ekonomik yapıyla ilişkilendirirken, Freudian yaklaşım yabancılaşmanın temel nedenini bireysel öz benlikte oluşan çatışmalar sonucundaki ruhsal hastalıklarla ilişkilendirmektedir. Hegel ise ontolojik açıdan ele alır. Dolayısıyla her yaklaşımın yabancılaşma kavramı birbirinden farklı tanımlar içerir.
Aslında modern dünyanın en çetrefil problemlerinden biridir yabancılaşma problemi. İnsanın topluma uygun profil çizememesi, yığınların arasında yalnızlaşması, kendi değerlerinin toplumun değer yargılarıyla ve beklentileriyle çatışması, hayatı anlamlandıramama problemi, tinsel olarak kaybolmuş hissetme problemi gibi pek çok sebep yabancılaşmayı doğurur. Bu anlamda modern dünyanın yabancılaşmayı palazladığını söylemek çok doğru olacaktır. Yabancılaşmanın farklı aşamaları vardır. Birey önce kendine yabancılaşır, bu yabancılaşmaya bireyin varlığıyla özü arasındaki bir çatışma diyebiliriz. Daha sonra bireyin topluma karşı yabancılaşması ortaya çıkar. Bu durumda birey yalnızlaşır, yalnızlık bireyin dünyasında vurdumduymaz bir iklim yaratır.
Tumblr media
26 notes · View notes
busrafalan · 4 years ago
Text
Gerçekliğimize Bir Teşekkür
Bundan bir küsur sene önce yazdığım ithaf yazımı okudum bugün. ( https://busrafalan.tumblr.com/post/188136743033/ithaf )
Hayatımın yapıtaşı diyebileceğim bir insandan ne kadar resmi bir dille bahsetmişim, sevgimi saygımı ilgimi nasıl esirgemişim. Kendimi nasıl da kasmışım.
Dönüp baktığımda çok güzel bir ilişki inşa ettiğimizi görüyorum. Covid bana düşünecek çok şey verdi, hayatımda her şeyi sorguladım, hatta çok köklü değişimler yaşadım. Fakat değişmeyen bir şey vardı, o da tanıştığım günden beri her zaman yanımda olan, destekçim olan yol arkadaşımdı.
Bu hayatta en çok becerebildiğim şeyin sevgililik olduğunu düşünüyorum. Tabi pek çok yanılgılarım oldu fakat sonunda becerebildim diyebiliyorum. 
Bu başarının yüzde kaçı bana ait hiçbir fikrim yok çünkü ondan başkası bana yoldaşlık etse sonu yine herhangi bir ilişkiden farksız olurdu gibi geliyor.
Özellikle yeni evlenen insanlar şunu demeyi çok sever ‘’En başından evleneceğim kişinin bu kişi olacağı belliydi.’’ İlişkimi evlilik gibi saçma bir kavramla basitleştirmek istemiyorum bu yüzden bu cümleyi şu şekilde kendime uyarlayabileceğimi düşünüyorum: ‘’Çok iyi anlaşacağımız en başından beri belliydi.’’
Sanırım bunu bildiğimiz için acele etmedik, yaşıtlarımızın çoğunun yaptığı gibi ‘’Hadi hemen sevgili olalım!’’ demedik. Bir insanın vereceği en doğru kararın bu olduğuna inanıyorum. Bir insanla birlikte olmak demek ‘’hemen sevgili olmak’’ demek değil, karşısına oturup ‘’seni dinlemek istiyorum’’ diyebilmek ve hoşlanmayacağın bir şey olduğunda kendini ‘’sevgililik’’ kavramıyla sınırlandırmadan hoşça kal diyebilmek.
Bu kapının bizim için aylarca açık olmasının bizim bağımızı kuvvetlendiren en önemli unsur olduğuna inanıyorum. Dinlerken ve dinlenirken, kendimi sevdirmek, kendimi olduğumdan daha iyiymiş gibi gösterme telaşına girmeden ve karşımdakini de olduğundan daha fazla büyütmeden tanımanın önemine inanıyorum. Ve bu tanışma aşamamızda bile hayatıma giren en mükemmel insan olduğunun apaçık ortada olduğunu biliyorum. Sanırım bu yüzden o kapının açık olmasından hiç telaş duymuyorum.
Tabi ilişkimizin ilk aşamaları bu şekildeydi. Sonralarında beni en korkutan kısma gelmiştik: Bu ilişkiyi sahiplenmek. ‘’Flörtüz’’ demek hayatımda beni en rahat hissettiren kavramlardan biriyken ve aynı zamanda muhtemelen dünyanın en güvenilir insanıyla flört ederken bile ve artık aslında flörtlüğümüz kalmamışken, resmen artık sahiplenmişken ama bunu hala bir şekilde inkar ederken buldum kendimi. Bu korkumun çok başka sebepleri vardı ve bunun faturasını yol arkadaşıma kesiyor olmak gerçekten canımı sıkan bir durumdu.
Bu ilişkiyi sahiplenmek için çok fazla mantıklı sebep var fakat olmasaydı bile o noktadan sonra bu ilişkiyi sahiplenmemek aptallık olurdu. Ve ben aşka inanan sevginin sonsuzluğunu savunan mantıklı bir kızdım. Ama yoktu sebepler yoktu, zaten olmuştu zaten muhteşem bir şeyin içindeydim ve bunu kabullenmem gerekiyordu. Ve ben aslında korkmadığımı ve hayatımdaki en doğru şeyi yaptığımı biliyordum.
Henüz covid yokken, ben Ankara’dayken kötü bir olay yaşamıştım. Bu kötü olay bana şunu fark ettirmişti. Ailem yanımda. Bu benim annem babam ve kardeşim dışındaki bir aileydi ve benimle birlikte iki kişiyi kapsayan bir aileydi. Bu hayatta çekirdek ailemi kaybetmek başıma gelebilecek en kötü şey fakat bu kötü durumda sığınabileceğim bir başka ailenin varlığı paha biçilemez. Bu ikinci ailem, hayatımda sahip olduğum en büyük lüks.
Böyle bir ilişkiye ‘’sahip’’ olmak en basit tabir ile ‘’keyif ve huzur’’ demek.
Bu ilişkinin hiçbir zaman sabit bir ilişki olmadığını biliyorum. İkimizin de düşünceleri tavırları bir değişim içine giriyor. Bu değişimlerimizi paylaşabilmemizin ve aynı yönde değişebilmemizin düşüncelerimizin hiçbir zaman taban tabana zıt olmamasının ne büyük bir şans olduğunu düşünmediğim bir dakikam bile yok. Buna hayatımdaki en büyük 2. lüks dersek yanlış olmaz.
Bu hayatta pek çok insanın filtreli davrandığını ve yüzde100 kendileri olamadığını biliyorum, onları suçlamıyorum çünkü ben de çoğu insana karşı filtrelere sahibim. Ve çoğu zaman bu filtrelerden dolayı kimseyle bir bağ kuramam. Ve filtresiz bir bağ kurmanın çok zor olduğunu bir noktada olmadığın biri gibi davranıp durumu toparlamak gerektiğini biliyorum.
Bunca filtreli ilişkiler arasında, bunca yorgunluk arasında dinlenebileceğim filtresiz bir ilişkiye ‘’sahip’’ olabilmeye çok değer veriyorum. Hatta bu hayatımdaki en büyük 3. lüks. Ben galiba çok zengin biriyim.
Hayatım lise bittiğinden beri çok değişti. Gerçekten iyi bir insan oldum, en azından eskiye göre çok daha iyi bir insan oldum. İçimde böyle bir potansiyel olduğunu hep biliyordum ama bu potansiyelimi sergilemek için elverişli şartlara hiçbir zaman sahip olamamıştım.
Bu potansiyeli çıkarabilmenin bir kişinin sonsuz sevgisine ve saygısına bağlı olduğunu düşünmezdim. Burada bir sihirli değnekten bahsetmiyorum. Yoktan muhteşem bir insanın var olmasını anlatmıyorum. Bir sevginin bir insanı nasıl iyileştirebildiğinden bahsediyorum. Ben iyileştim ve bu iyileşmemi tek başıma başaramadığım ve birine ihtiyacım olduğu için artık kendime kızmıyorum. Çünkü doğru kişiye ihtiyaç duymanın bu hayattaki en güzel şey olduğunu biliyorum.
Bahadır, hayatımda son üç yıldır her neyi doğru yapmışsam, iyileşme yönünde ne adımlar atmışsam bu her baktığımda beni destekleyen seni görebilmek ile ilgili. Bu bana duyduğun güvenden dolayı daha emin adımlar atabilmemle ilgili. Bu her kötü bir olay yaşadığımda bu durumu paylaşabileceğim ve beni asla kötü yönlendirmeyecek olan seninle ilgili. Bu durumu bu kadar açık dile getirmek artık canımı sıkmıyor, her şeyin her zaman seninle ilgili olmasını istiyorum ve böyle olacağına eminim. Bu yazı, sadece bu zamana kadar olan ilişkimiz için değil bundan sonrasında devam edecek ilişkimizde de bana katacağın her şey için bir minnet, bir teşekkür yazısı. Bu ülke nasıl Atatürk olmadan gerçekleşemeyecektiyse ben de sen olmadan hiçbir zaman gerçekleşemeyecektim. Bize teşekkür ederim. Sana teşekkür ederim. Gerçekliğimize minnettarım.
1 note · View note
hayatadairhd-blog · 7 years ago
Text
İlişkinin bitmemesi gerektiğini gösteren 5 işaret
İlişkinin bitmemesi gerektiğini gösteren 5 işaret
Sallantıda bir ilişkiniz var ve kendi kendinize: İlişkimi bitirmeli miyim? İlişkimiz artık eskisi gibi değil, İlişkim bitmek üzere ayrılacak mıyız? ilişkiyi ayakta tutmak için yapılması gerekenler nelerdir? İlişkiyi canlandırma yolları nelerdir? İlişkimiz heyecanını kaybetti ne yapıcam?İlişkimin sonu ne olacak? İlişkimiz tıkandı şimdi ne olacak? ilişkimde kararsızım ne yapmalıyım? gibi sorular…
View On WordPress
0 notes
falcibaba · 2 years ago
Text
Karıma Aşk Duası
Tumblr media
Karıma Aşk Duası
Severek evlenen çiftler bile bir süre sonra geçim sıkıntısı, çocuklar derken aralarındaki aşkı kaybedebiliyor. Yaşanılan bu durum erkeğin başına gelebileceği gibi kadının da başına gelebiliyor. Karıma Aşk Duası : Böyle bir erkek hayatının kadının aşkını yeniden kazanabilmek için aşk dualarının gücünden yararlanıyor. Karıma aşk duası yapmak istiyorum diyen bir erkek, karısıyla arasının eskisinden çok daha güzel olmasını isteyerek kendisine yardımcı olması için deneyimli ve başarılı bir medyumun kapısını çalıyor. Medyum aşık kocaya hem karısı hem kendisi hem de var ise ailenin diğer üyeleriyle ilgili bilgi alıyor. Burada amaç sorunun ne olduğunu öğrenerek, danışanının ihtiyacını olan aşk duasını bulmaktan geçiyor. Bazen sorun aşkın bitmesiyle başlayan kavgalar, iletişim sorunu, aldatma, eşler arasındaki muhabbetin olmaması gibi pek çok farklı neden olabiliyor. Tüm sorunların çözülebilmesi için ise medyumun ilk olarak yapması gereken danışanının sorunu bilmek ve ihtiyacını anlamaktan geçiyor. Evliliklerini düzeltmek isteyen erkekler aşk dualarına sığınırken, aradıkları dualar ise farklılaşabiliyor.
Karımı Nasıl Aşık Ederim?
Karımı nasıl aşık ederim sorusunun cevabı ilk olarak tatlı dilden geçiyor. Aşık eş karısına ilgi ve özen göstererek sorunlarını çözmeye çalışmalı. Karısını kazanmak için yaptığı hiçbir hareket çözüm sunmadığındaysa aşk duaları sayesinde istediği huzurlu ve mutlu hayatına dönüş yapabilir. Tam da bu nedenlerle öncelikli olarak koca nerede hata yaptığını anladıktan sonra karısını gerçekten isteyip istemediğine karar vermeli.
Tumblr media
Karıma Aşk Duası Karısıyla yaşanan tüm sıkıntılara rağmen karısını istiyorsa aşk duası sürecine de başlayabilir. Aşk duası sürecinin birçok farklı aşaması olmakla birlikte en zor aşamalarından birisi de uygulama ve bekleme aşamaları. Uygulama aşamasında medyumun dediklerinden birisinin atlanması demek duanın da başarısız olacağı anlamına geliyor. Hatta bazı durumlardaysa karısı kocasına bağlanmak yerine ondan soğuyor. Bu nedenle aşık eş medyumun dediklerini uygulayarak, süreci kendisi ve ailesi için doğru şekilde yapmalı. Bir diğer noktaysa başarılı dua süreci sonrasında beklemek zorunda kalması oluyor. Karısıyla eski güzel günlerine dönmek isteyen koca için burada sabır ve inanç devreye giriyor. Kocanın bekleme süresi esnasında tüm kalbiyle karısıyla arasının eskisinden bile daha iyi olacağına inanması gerekiyor. Karımın Aşık Olması için Dua Kimi zaman çiftler severek evlense de, bazen görücü usulüyle bazen de mantık evliliği yaparak evleniyor. Evleniş şekli nasıl olursa olun aradan geçen zaman bazen çiftler arasındaki ilişkinin bozulmasına sebep oluyor. Böyle bir durumda yapılması gereken her şey yapıldıktan sonra koca, Karımın Aşık Olması için Dua arayışına giriyor. Dua için yapılması gerekense bir medyumdan destek almaktan geçiyor. Medyum aşık koca için okunacak duaları, tılsımlı sözleri, esmaları ve uygulaması gereken ritüelleri hazırladıktan sonra sıra aşık kocanın duasını okumasına geliyor. Aşık koca duasını okumadan önce abdest almalı ve mümkünse namaz kılmalı. Böylece hem duasına odaklanırken hem de kendisini Allah’a daha yakın hissedeceği için rahatlayabilir. Tabi burada önemli bir detay da aşık kocanın dua etkisini gösterdikten yıllar sonra bile yuvasını kurtarmak için aşk duasını okuduğunu sadece ama sadece kendisine saklaması.
Tumblr media
Boy Hamaylı Muskası Karım Benden Başkasına Bakmasın Karım benden başkasına bakmasın diyen bir koca kıskançlık sorunu yaşayabileceği gibi aynı zamanda da eşi tarafından aldatılan birisi olabilir. Sorunun kaynağı ne olursa olsun aşk duası sayesinde karısına deliler gibi aşık olan adam ilişkisini düzeltebilir. Okuyacağı aşk duası sayesinde karı koca arasındaki muhabbet artarken, çift de hiç olmadıkları kadar birbirine aşık olur. Yaşanılan bu duruma çift kadar çiftin sevenleri de mutlu olacaktır. Çiftin çocuğu var ise anne babasının aşkıyla sevinirken, çocuğu olmayan bir çift de Allah nasip ederse bir çocuk sahibi olmaya karar verebilir. Karıma Aşk Duaları Karıma Aşk Duaları sayesinde ulaşıp; hem mutlu etmek hem de mutlu olmak istiyorum diyen bir koca için doğru adres medyumdur. Medyum erkeğin karısına olan aşkına karşılık vermesi için uygun aşk duasını bularak, kocaya yardımcı olur. Aşk duası okuyan erkek, aşkının gücü ve aşkının temizliğiyle aşk duasının ilişkisi üzerindeki pozitif etkileri de görmeye başlar. Karısının tüm olumsuz hareketlerinin yerini sevecen hareketler alırken; ilişkileri de hiç olmadığı kadar iyi olur. Her iki taraf da evliliklerinde yeni bir sayfa açarken, eski kötü günler de unutulur. Read the full article
0 notes
campplay · 4 years ago
Text
İlişki Merdiveni Nedir? Bu Merdivenden Nasıl İnilir?
İlişki Merdiveni Nedir? Bu Merdivenden Nasıl İnilir?
Tumblr media
[ad_1]
Romantik ilişkiler söz konusu olduğunda her gün yeni bir konseptle karşılaşıyoruz. Son zamanlarda duyduğumuz ilişki merdiveni onlardan biri! İlişki yürüyen merdiveni veya Türkçe’deki ilişki merdiveni, “sıradan ve normal” bir ilişkinin geçtiği aşamaları ifade eder. Bazıları bu sıradanlığın hayalleriyle yaşarken, diğerleri bu döngüyü kırmak, yani merdivenlerden inmek istiyor. Öyleyse ilişki…
View On WordPress
0 notes
mykutsalkadincom · 6 years ago
Link
Sağ­lık sek­tö­rün­de her ge­çen gün bir baş­ka ye­ni­lik­le kar­şı­la­şı­lır­ken, tüp be­bek sek­tö­rü de ye­ni­lik­le­riy­le çift­le­re ye­ni umut ışık­la­rı ya­rat­ma­ya de­vam edi­yor. Yıl­lar ön­ce bu yön­tem­de ba­şa­rı oran­la­rı ol­duk­ça dü­şük­ken, şim­di­ler­de bu oran­lar hay­li yük­sel­miş du­rum­da… Pe­ki tüp be­bek yön­te­min­de ye­ni­lik­ler ne­ler­dir? Son dö­nem­de bu alan­da ne gi­bi ge­liş­me­ler ve de­ği­şik­lik­ler mey­da­na gel­miş­tir? Ün­lü Tüp Be­bek Uz­ma­nı Prof. Dr. Bü­lent Tı­raş bu so­ru­la­rın ya­nıt­la­rı­nı ve tüp be­bek yön­te­miy­le il­gi­li me­rak edi­len her şe­yi Sözcü Pa­za­r’­a an­lat­tı…   SO­RU 1 Kimlere tüp bebek uygulanır? TÜP be­bek yön­te­mi ile ge­be­lik olu­şa­bil­me­si için te­mel­de üç ana ma­ter­ya­le ih­ti­yaç var­dır: Yu­mur­ta , sperm ve ra­him. Ya­ni; ka­dın­da yu­mur­ta­la­rın ol­ma­sı, er­kek­te sperm bu­lun­ma­sı ve ka­dın­da olu­şan em­bri­yo­yu yer­leş­ti­re­cek bir ra­him bu­lun­ma­sı ge­rek­li­dir. Her­han­gi bir ne­den­le tüp­le­ri (yu­mur­ta­lık ka­nal­- la­rı) ha­sar gör­müş ka­dın­lar tüp be­bek te­da­vi­le­rin­den en iyi şe­kil­de fay­da­la­na­bi­len ka­dın­lar­dır. SO­RU 2 Kimlere uygulanmaz? TÜP be­bek te­da­vi­si iki ne­den­le uy­gu­la­na­ma­ya­bi­lir. Bi­rin­ci­si her­han­gi bir sağ­lık so­ru­nu ne­de­niy­le… Ör­ne­ğin; ile­ri dü­zey­de kalp has­ta­lı­ğı, kon­trol edi­le­me­yen şe­ker has­ta­lı­ğı ya da bu­la­şı­cı has­ta­lık so­ru­nu olan ki­şi­ler tüp be­bek te­da­vi­le­ri­ni kal­dı­ra­maz. İkin­ci ne­den ise yu­ka­rı­da say­dı­ğı­mız sperm, yu­mur­ta ya da rah­min bu­lun­ma­dı­ğı ya da iş­lev gö­re­me­di­ği du­rum­lar­dır. Ör­ne­ğin; er­ken me­no­po­za gir­miş bir ka­dın­da ar­tık yu­mur­ta hüc­re­le­ri bu­lun­ma­ya­cak­tır. Ya­pı­lan Mik­ro TE­SE gi­bi cer­ra­hi iş­lem­le­re rağ­men sperm el­de edi­le­me­yen er­kek­ler­de tüp be­bek te­da­vi­si yap­ma şan­sı yok­tur. SO­RU 3 Yaş sınırı var mı? Ka­dın­lar­da 30’lu yaş­lar­dan iti­ba­ren yu­mur­ta­lık re­zer­vi (ya­ni yu­mur­ta sa­yı­sı ve ka­li­te­si ) azal­ma­ya baş­lar. Ka­dın için 38 ya­şın­dan iti­ba­ren tüp be­bek te­da­vi­le­rin­de yaş ne­de­niy­le ge­be­lik oran­la­rı azal­ma­ya baş­lar. 43 ya­şın­dan da­ha bü­yük bir ka­dın­da tüp be­bek­le ge­be­lik ora­nı yüz­de 10, eve can­lı be­bek gö­tür­me ora­nı ise yüz­de 5’e ka­dar azal­mak­ta­dır. Bu ne­den­le, ge­nel­lik­le tüp be­bek mer­kez­le­ri 44 ya­şın­dan da­ha bü­yük ka­dın­la­ra tüp be­bek te­da­vi­si öner­me­mek­te­dir. SO­RU 4 Başarı nasıl artar? TÜP be­be­ğin ba­şa­rı­sı 100 pu­an ola­rak dü­şü­nü­lür­se bu­nun yüz­de 40’nın ka­dın ya­şı ve dok­to­run uy­gu­la­ya­ca­ğı yu­mur­ta bü­yüt­me te­da­vi­le­ri ola­rak dü­şü­nül­mek­te­dir. Ka­dın ya­şı 35’in al­tın­da ise ve tüp be­bek he­ki­mi yu­mur­ta bü­yüt­me pro­to­kol­le­ri­ne ha­kim ise ba­şa­rı oran­la­rı art­mak­ta­dır. Yu­mur­ta, sperm ve em­bri­yo­la­rın iş­lem gör­dü­ğü ve 3-5 gün sü­rey­le mi­sa­fir edil­di­ği em­bri­yo­lo­ji la­bo­ra­tu­var­la­rı ba­şa­rı­nın neredeyse yüz­de 40’ın­dan so­rum­lu­dur. SO­RU 5 Tutmama sebebi nedir? TÜP bebeğin tutmaması anne adayına ve embriyoya bağlı nedenlerle oluşabilir. En önemli tutmama nedeni genellikle embriyodaki kromozom anomalileridir. Eğer embriyo kromozomal olarak sağlıklı bir yapıya sahip değilse ya hiç tutunamamakta ya da tutunsa bile sağlıksız bir gebelik yaratmaktadır. Anne adayına ait nedenler genellikle rahime ait sorunlardır. SO­RU 6 Kaç deneme yapılabilir? TÜP be­bek de­ne­me­le­rin­de her­han­gi bir sı­nır yok­tur ve is­te­nil­di­ği ka­dar de­ne­me ya­pı­la­bi­lir. An­cak ge­nel ola­rak ka­bul gö­ren hu­sus top­lam 6 de­ne­me­ye ka­dar ba­şa­rı oran­la­rı­nın art­tı­ğı an­cak 6 de­ne­me­den son­ra ba­şa­rı oran­la­rı­nın azal­dı­ğı şek­lin­de­dir. SO­RU 7 İlaçlar kanser yapar mı? TÜP bebek tedavisinde kullanılan ilaçlar vücutta doğal olarak hipofiz bezinde üretilen hormonlardır. Genellikle FSH; LH ve HCG adı verilen hormonlar kullanılır. Bu hormonların kullanımı ve kanser arasında ciddi bir ilişkinin varlığı gösterilememiştir. SO­RU 8 Düşük riski fazla mıdır? TÜP bebek gebeliklerinde düşük riski normal gebeliklerden daha fazla değildir. Bu nedenle Tüp bebek tedavisiyle gebe kalan kişilerin fazladan yatmaları ya da düşük ilaçları kullanmalarına gerek yoktur. SO­RU 9 Yeni gelişmeler yaşanıyor mu? TÜP bebek tedavileri hızla ilerlemekte ve teknolojinin gelişimiyle yeni yöntemler tedavi uygulamalarına eklenmektedir. Bu yöntemlerden bazları şunlardır: Embriyoskop: Embriyolar döllenme anından itibaren mikro kameralarla izlenmekte ve bölünme aşamaları kaydedilmektedir. Bölünme hızları ve oluşan embriyoların kalitesine göre seçim yapılarak en sağlıklı embriyolar transfer edilebilmektedir. IMSI ve Birefringence: Sperm seçimi kaliteli bir embriyonun oluşumu için hayati öneme sahiptir. Ayrıca CGH ve NGS ve ERA Testi de uygulanan yöntemler arasındadır.
0 notes
dualarvebuyuler · 2 years ago
Text
Eski Sevgili İçin Pişman Etme Büyüsü
Tumblr media
Eski Sevgili İçin Pişman Etme Büyüsü
Tumblr media
Eski Sevgili İçin Pişman Etme Büyüsü ve ayrıntıları pek çok kişi tarafından merak edilmektedir. Pek çok kişi ilişkilerinde bazen bazı problemler ile karşı karşıya kalır ve dolayısıyla da ilişki sonlanır. Ancak ilişkinin bitme nedenlerinin karşı taraf ile ilgili olduğunu düşünen ve bu yüzden de karşı tarafı pişman etme isteği duyan kişiler çeşitli yöntemlere başvururlar. Bu yöntemlerin başında gelen ve oldukça da etkili bir uygulama olan bu büyü çeşidi, karşı tarafı kısa süreler içerisinde pişman etmenize yardımcı olacak ve bu sayede karşı taraf pişmanlık dolu hislerle sizinle iletişime geçmek isteyecektir. Sizler bu büyünün yapım aşamaları ve diğer ayrıntılarının eksiksiz bir şekilde gerçekleşebilmesi için mutlaka alanında bilgi ve deneyim sahibi olan medyumlarla iletişime geçmeyi tercih etmelisiniz. Ancak bu sayede bu büyüden dilediğiniz etkileri elde edebilirsiniz. Eski Sevgili İçin Pişman Etme Büyüsü özellikle de karşı tarafın yeniden ilişkiye başlamak için çaba göstermesini isteyen kişiler tarafından tercih edilir. Son derece kuvvetli etkilere sahip olan bu büyü çeşidi, doğru bir şekilde uygulandığında ve kötü niyetler barındırmadığında etkilerini kısa süreler içerisinde gösterecektir. Böylelikle de kişiler karşı tarafın yeniden kendileri ile ilgilenmelerini, kendilerini merak etmelerini ve kendilerini sürekli görmek istemelerini sağlayabileceklerdir.
Pişman Etme Büyüsü Nasıl Etkiler Gösterir?
Pişman Etme Büyüsü Nasıl Etkiler Gösterir sorusuna gelince, bu etkilerin başında hiç şüphesiz karşı tarafın sizinle tekrar iletişime geçme çabası içerisine girmesi bulunmaktadır. Bunun yanı sıra kişiler sizinle olan iletişimlerini kesinlikle koparmak istemeyecek, hep sizinle görüşmek ve sizin gönlünüzü almak isteyecektir. Yaptığı tüm olumsuz şeylerden yüksek oranda bir pişmanlık duyacak, sizi yeniden kazanabilmek için uğraşmaya devam edecektir. Tüm bu çabalardan sonra yeniden bir araya gelip gelmemek ise tamamı ile size kalmış bir durumdur. Pişman Etme Büyüsü Nasıl Etkiler Gösterir sorusunu merak eden ve bahsedilen tüm etkileri gözlemlemek isteyen kişiler mümkün mertebe bu büyüyü evde tek başlarına hiçbir aşamaya hâkim olmadan yapmaya çalışmamalıdırlar. Bu büyü çeşidi her ne kadar içerisinde kötü niyetler barındırmasa da ve kolay bir şekilde yapılabilse de, uzmanlık ve deneyim gerektirir. Bu nedenle sizler alanında bilgi, birikim ve de deneyim kazanmış olan medyumlarla iletişime geçmeli, gerekli profesyonel yardımı eksiksiz bir şekilde almaya çalışmalısınız. Sizler medyum seçimlerini gerçekleştirmeden önce gerekli araştırmaya gerekli zamanı ayırmalı, hiçbir şekilde acele davranmamalısınız.
Pişman Etme Büyüsü Faydası
Pişman Etme Büyüsü Faydası ve etkisi sayesinde pek çok kişinin kötü bir şekilde ayrılmış olduğu ilişkisini yeniden kazanabildiği gözlemlenmiştir. Büyünün etkisi altında olan kişilerin büyük bir pişmanlık durumu içerisine girmesi ve kaybetmiş oldukları eski sevgililerini yeniden kazanmaya çalışmaları, çiftlerin yeniden bir araya gelmesini sağlar. Buna ek olarak bu büyünün faydası sayesinde sizler sizi bir zamanlar oldukça üzmüş olan ve kalbinizi kırmış olan kişinin size tamamı ile ilgili bir şekilde yaklaşmaya çalıştığını da çok rahat göreceksiniz. Pişman Etme Büyüsü Faydası ve güçlü etkileri kendini kısa süreler içerisinde göstermeye başlayacaktır. Ancak sizler bu noktada aceleci olmamalı ve herhangi başka bir adım atmamalısınız. Deneyimli bir medyum tarafından büyü uygulaması eksiksiz bir şekilde gerçekleştirildikten sonra bekleme enerjisinde olmalı, olacakları izlemelisiniz. Zaten büyü uygulaması tuttuktan sonra karşı taraf hiçbir şekilde vakit kaybetmeden sizinle iletişime geçmeye çalışacak ve gönlünüzü alma isteği ile dolup taşacaktır.
Pişman Etme Büyüsü Nedir?
Pişman Etme Büyüsü Nedir diye bakıldığında, bu büyü kısaca çeşitli nedenlerden dolayı ilişkiyi sonlandırma isteğinde bulunmuş olan kişinin bu isteğinden pişman olmasını sağlamaya yardımcı olacak en etkili yöntemdir. Bu etkili yöntem ancak doğru teknikler ve uygulama aşamaları ile bir araya geldiğinde etkisini gözlemlenebilir bir hale getirecektir. Pişman Etme Büyüsü Nedir sorusunu soranlar, terk edip giden eski sevgililerinin pişmanlık ile dolup taşmasını isteyenler mutlaka bu büyüyü deneyimli ve bilgi sahibi bir medyuma yaptırmalıdırlar. Büyü uygulamaları her ne kadar tek başınıza halledemediğiniz noktalarda yardımcı olan yöntemler olsalar da riskleri de yok değildir. Bu nedenle bu uygulamaların işi bilen kişiler tarafından gerçekleştirilmesi gerekli olur. Pişman etme büyüsü dikkatli yapılmadığında olumsuz sonuçlar da doğurabileceğinden yapılış için mutlaka uzman medyumdan destek alınmalıdır. Read the full article
0 notes
53errewr-blog · 8 years ago
Text
Aşkınızı öldürecek misiniz?
Tumblr media
Evlilik, aşkı öldürüyor mu? Uzmanlar diyor ki, her ilişkinin geçirdiği bazı safhalar var. Derinlik çiftten çifte, ilişkiden ilişkiye değişiyor ama genelde herkes aynı aşamaları yaşıyor!  Birinci aşama: “Hayat güzeldir!” Güzeldir, müthiş hissettirir, hep sürecekmiş gibi gelir. Gözlerinizin içi güler, canlısınızdır, yepyeni hayalleriniz vardır. Hoşunuza gitmeyen bir şeyler gördüğ��nüzde onu görmezden gelebilirsiniz. Sevgilinizle, birbirinize aşkınızı göstermenin yaratıcı yollarını arar durusunuz. Ayrıyken o aklınızdan hiç çıkmaz. Kimileri bu duyguyu, “ruh eşimi buldum” diye tanımlar. Neticede aşkınızın en “aklı bir karış havada” dönemini yaşıyorsunuzdur. Bir “mucize” midir ki? Değildir!Bunun adı “fenotalemin”dir. İlişkinin bu aşamasında vücut fenotalemin adlı hormonu salgılar ve işte bu madde enerjiyi arttırır, kendinizi iyi hissetmenizi, daha az acı duymanızı sağlar, yemek yemeyi unutturur. Gece saat 4’e kadar sevgilinizle takılıp, ertesi sabah işe hala enerjik gidebilmenizin sırrı fenotalemindir. Siz fenotaleminin sarhoş edici etkisi altında bu duyguyu tüm hayata yaymanın yolunun evlilikten geçtiğine inanırsınız ve evlenirsiniz… İkinci aşama: “Bu o mu?” Sakin olun, sadece fenotalemin azalıyor! Belki birkaç ay, belki birkaç yıl sonra artık hayal aleminden kurtulup karşınızdakinin kötü yönlerini de keşfetmeye başlarsınız. “O değişti, çok değişti” dersiniz. Halbuki o hep böyleydi ama siz onu böyle görmek istemiyordunuz. Küçücük sorunları büyütüp büyütüp ciddi gerginlikler yaratırsınız. Onu suçlarsınız; halbuki ortada suç falan da yoktur…”Yoksa ben hata mı yaptım? ” bu safhanın favori cümlesidir. Bu noktada iki kişi arasında güç savaşı da başlar ve kazanmak, birlikte olmaktan daha önemli hale gelir. İki kişi birbirini durmadan eleştirir. Aşk göstergeleri, romantik anlar, saygı neredeyse kaybolur. Bu dönemde insan umutsuzluğa kapılır. O kadar huzursuz olur ki, etrafındakiler “boşan da kurtul” demeye başlar. Bu safhayı sağlıklı biçimde atlatamayanlar ya boşanır ya da çocuklar ya da değişik sebepler yüzünden boşanamaz. “Aynı çatı altında aşkımız bir yalanmış” meselesi. Bu duyguyu az ya da çok şiddetli olarak her çift yaşar. Ama çok ileri derecede hastalıklı hale gelmediyse durumu kurtarmak mümkündür. Üçüncü aşama: “Bir ihtimal daha var” Bütün o gerginliğin içinde ikiniz de kendinizi endişeli, karışık, korkulu, güvensiz hissedersiniz. Ama ilişkinizi değiştirme gücü de sizin, ikinizin elinde. Bu aşamada eğer isterseniz, kendiniz ve eşiniz hakkında yeni şeyler öğrenirsiniz. Evliliği, ilişkinizi yeniden keşfedersiniz. Bunu yapmanın değişik yolları var: 1- 30 yıldır evli ve de mutlu olan bir çifte mutluluklarının kaynağını sorun. Zor zamanlarda ne yaptıklarını, birbirlerine tahammül edemez olduklarında nasıl davrandıklarını… 2- Kişisel gelişim ve ilişkiler üzerine kitaplar okuyun. Her kitapta ilişkinize bakışınızı değiştirecek bir cümle olsa bile değer. 3- Kendinizi dinleyin, bu ilişkideki yanlışlarınızı gözden geçirmeye çalışın. Ne de olsa tatsızlığın yaratıcılarından biri sizsiniz. Hoşunuza gitmeyen davranışlarınızı değiştirmek için bir adım atın. 4- Eğer bunların yeterli olmayacağını düşünmüyorsanız artık giderek çoğalan evlilik danışmanlarından birine başvurabilirsiniz. Dördüncü aşama: “Nirvana!” İlişkinize biraz yukardan bakmayı başarıp hem kendinizi hem de eşinizi doğru değerlendirebildiğiniz aşamadır bu. Karşınızdakini her şeye rağmen sevmeyi başarmışsınızdır. Birbirinize saygı duyar ve birbirinizi takdir edersiniz. Artık onu istediğiniz ya da hayal ettiğiniz kalıba sokmak için çabalamak takıntısından kurtulmuşsunuzdur. Bu aşamaya ancak zorlu yollar aşılarak gelinebilir, ama karşınızdaki doğru kişiyse mutlaka gelinir. Tavsiyemiz odur ki, sadece yürütmesi zor diye, ilişkinizden, evliliğinizden kolayca vazgeçmeyin çünkü siz değişmediğiniz sürece her ilişkinin dönüp dolaşıp geleceği noktalar da benzerdir.
0 notes
ulgopoc · 6 years ago
Text
DİL
Raymond Williams
*Raymond Williams’ın bu makalesi “Marxism and Literature” adlı kitaptan alınmıştır.
Dilin herhangi bir tanımı, her zaman için, açık ya da kapalı bir biçimde, dünyadaki insanların bir tanımıdır. Belli başlı kategoriler -'dünya', 'gerçeklik', 'doğa', 'insan, 'dil' kategorisiyle karşıtlık halinde tartışılabilir ya da onunla ilişkileri kurulabilir. Fakat artık, dil de dahil olmak üzere bütün kategorilerin, dildeki yapılar olduğunu gözlemek güç değil. Dolayısıyla bu kategoriler, yalnızca belli bir çabayla ve belirli bir sistem aracılığıyla dilden ayrılabilir ve araştırılabilirler. Böylesi çabalar ve sistemler de, düşünce tarihinin önemli bir bölümünü oluşturur. Tarihin ortaya çıkardığı birçok şey, Marksizm’le ilişkilidir ve Marksizm, belirli bazı alanlarda, temel kategorilerinin uzantılarıyla ve yeniden değerlendirilmesiyle, tarihsel maddecilik kapsamında bunlara katkıda bulunmuştur. Yine de, bir karşılaştırma yapıldığında, Marksizm’in dil düşüncesine çok az şey kattığı görürüz. Sonuç, ya 'gerçekliğin' 'yansıması' olarak kısıtlı ye geliştirilmemiş dil çeşitlemelerinin olduğu gibi kabullenilmesi; ya da dil üstüne genellikle uzlaşmaz düşünce sistemleri çerçevesinde ve bunların biçimleriyle geliştirilmiş önermelerin, diğer eylem biçimleri hakkındaki Marksist önermelerle birleştirilmesi olmuştur. Bu birleştirme, toplumsal önermelerle yalnızca kesinkes uzlaşmaz olmakla kalmaz, aynı zamanda onların gücünü radikal bir biçimde sınırlar. Aynı olayın, kültür kuramı, özellikle edebiyat düşüncesi üzerindeki etkileri de dikkate değerdir.
Dil ve düşüncenin gelişiminde, Marksizm’in ilgi alanına giren kilit noktalar, dilin bir eylem olarak vurgulanması ve dilin tarihinin üzerinde önemle durulmasıdır. Bu iki düşüncenin hiçbiri, kendi başına, tüm sorunu yeniden, doğru bir biçimde ortaya koymaya yetmez. Gerekli olan, dilin bir eylem olarak algılanmasının ve dil tarihinin öneminin birleştirilmesi ve yeniden değerlendirilmesidir. Fakat bu her iki düşünce göreli olarak durağan bir insan kavramını temel alan ve destekleyen alışılmış dil kavramlarını, değişik biçimlerde ve dikkate değer pratik sonuçlar yaratarak dönüştürdüler.
Dilin bir eylem olma özelliğinin vurgulanması, yeni 'kültür kavramının temel öğelerinden biri olarak daha önce karşılaştığımız 'kendi toplumunu yaratan insan' fikriyle yakın ilişki içinde ortaya çıktı. Daha önce egemen olan gelenekte, 'dil' ve 'gerçeklik' kesinkes birbirlerinden ayrılmışlardı. Dolayısıyla felsefi araştırma, daha baştan, bu görünürde aynı kategorilerin bağlantılarıyla ilgilenmek durumunda kalıyordu. Logos'un Sokrates öncesi birliği kesin bir biçimde parçalandı ve pratikte de unutuldu. Logos'un birliği içinde dil, dünyanın ve doğanın düzeniyle, dini ve insani yasayla ve akılla uyum içinde algılanıyordu. "Dil" ve "gerçeklik" kavramlarının radikal bir biçimde ayrıştırılması, "bilinç" ve "maddi dünya" arasındaki ayrıştırma gibi, "ruhsal" ve "fiziksel" eylem arasındaki bölünmeye karşılık düşerek, o denli alışılmış bir hale gelmişti ki, son derece karmaşık ilişkiler ve bağlantılar üzerine ciddi bir yoğunlaşmanın olması doğallaşmıştı. Plato'nun dil üzerindeki temel incelemesi Cratylus, adlandırmanın doğruluğu üzerinde yoğunlaşmıştı. Bu incelemede, 'sözcük' ve 'şey' arasındaki karşılıklı ilişkinin, ya 'doğadan, ya da gelenekten kaynaklandığı görülebilir. Plato'nun çözümü, aslında, idealist düşüncenin temeliydi: ne sözcük. ne de 'şey' olmayan, fakat 'biçim', 'öz. ya da 'idea' olan, yapıcı bir ara alan vardı. Dolayısıyla, 'dilin' ya da 'gerçekliğin' incelenmesi, temelde her zaman bu metafizik biçimlerin incelenmesiydi.
Yine de, bu temel varsayımla, dilin kullanımı üzerine özel ve belirli biçimlerde derinlemesine incelemeler yapılabiliyordu. Gerçekliği işaret eden (gösteren) dil, mantık  başlığı altında incelenebiliyordu. Gerçekliğin ulaşılabilir bir parçası olarak dil, özellikle de yazıdaki biçimleriyle, gramer başlığı altında, dilin kurallı ve ‘dışsal’ biçimi olarak ele alınabiliyordu. Nihayet dil ve gerçekliğin ayrıştırılması bağlamında, dil insan tarafından belirli ve birbirinden ayrıştırılabilen amaçlar için kullanılan bir araç olarak algılanabiliyordu. Tüm bunlar da, retorik ve poetik adları altında incelenebiliyordu. Uzun akademik ve skolastik gelişmeler boyunca, dil incelemesinin bu büyük dalları -mantık, gramer ve retorik-, resmi olarak ortaçağ üçlemesi (trivium) mantığıyla birbirlerine sıkı sıkıya bağlı olsalar da, özgün ve giderek ayrı disiplinler halini aldılar.
Bu durum, özellikle de ortaçağın önemli kavramlarından biri olan gösterge (im) için geçerlidir. Gösterge kavramı, modem dilbiliminde çok sık olarak yeniden ele alınmış ve benimsenmiştir. Latince 'signum' sözcüğünden kaynaklanan gösterge (sign), 'dil' ve 'gerçeklik' arasındaki ayrıştırma üzerine kurulmuş bir kavramdır. Platoncu 'biçim', 'öz' ya da ‘idea’ karmaşasının bir yinelemesidir; bu karmaşayı, ‘sözcük’ ve 'şey arasında, dilbilimsel terimlerin elverişliliği içinde yaratır. Buridan'a göre, 'doğal işaretler gerçekliğin evrensel zihinsel karşılıklarıdır ve geleneksel olarak 'yapay işaretlerle' (sesler ya da harfler) eşleştirilirler. Başlangıç noktası olarak bu alındığında, dil eyleminin (ama bir eylem olarak dilin değil) incelenmesine girişilir. Örneğin, basit deneysel 'adlandırma' nosyonlarının altında yatan ortaçağ düşüncesinin spekülatif gramerleri betimlenmiş ve incelenmiştir. Bu arada, ‘trivium'un kendisi, özellikle de gramer ve retorik, 'klasik' yazılı metinlerin özelliklerinin göreceli olarak daha resmi bir biçimde dile getirilmesi eğilimini taşımaya başladı. Daha sonra 'edebi inceleme' ve 17. yüzyılın başlarından itibaren de 'eleştiri' olarak adlandırılacak olan şey, bu güçlü, etkin ve kısıtlı tarzdan doğdu.
Yine de, 'dil' ve 'gerçeklik'in birbirinden ayrıştırılması sorunu giderek biraz da şaşırtıcı bir biçimde bilince çıkarıldı. Söz konusu ayrıştırmayı savunan, daha kesin çizgilere sahip kılan ve bu iki kavram arasındaki bağlantı ölçütünün metafizik ya da geleneksel değil, bilimsel temellere oturtulmuş bir ölçüt olması gerektiğini savunan Descartes, eski cevaplara duyduğu kuşku nedeniyle ortaya yeni sorular atmış oldu. Yalnızca kendi yapabileceklerimizin ve üretebileceklerimizin bütünsel bilgisine sahip olabileceğimizi söyleyen Vico, aslında Descartes'a cevap olarak ortaya atıyordu bu önerisini. İnsanların fiziksel dünyayı yaratmış olduklarına dair açık hiçbir kanıt olmadığından, yeni ve güçlü bir bilim kavramı a priori olarak öneriliyor ve bu da Tanrı'ya atfediliyordu. Buna karşın, toplumu anlayabileceğimizi çünkü onu yaratanın bizler olduğunu savunan, toplumu soyutlamalarla değil bizzat kendini yaratım sürecinde anlayabileceğimizi söyleyen ve bu süreçte dil eyleminin merkezi öneme sahip olduğunu vurgulayan Vico, tümüyle yeni boyut ortaya koydu. Bu boyutu kavramak zordu hala da zor. Çünkü Vico bu boyutu, dilin gelişiminin şematik bir açıklaması olarak algılanabilecek bir tarzda ortaya koydu: Kutsal, 'heroik’ ve insani aşamalar. Bu üç aşamanın 'tarihsel' olduğunu tekrarlayan ve güçlülüğün giderek çökmesinin aşamaları, olarak yorumlayan Rousseau, Romantik harekete bir argüman biçimi getirdi: dilin 'özgün, ve ‘esas’ gücünün canlanması anlamında edebiyatın canlanması. Fakat bu tartışma, tarihin yeni yeni etkin olmaya başlayan anlamını bulanıklaştırdı. Tarih, yeniden canlanma olarak ele alındı, bu ele alış başarısızlıkla sonuçlanınca da 'tepki' olarak özelleştirildi. Dilin eylemlilik kazanmaya başlayan anlamı için de aynı şey söz konusu oldu. Edebiyat alanına sıkıştırılan dil, özel bir durum, özel bir oluş, özel bir işlev olarak sınırlandı. Dilin gerçeklikle olan 'edebiyat dışı' ilişkileri ise, eskisi gibi geleneksel ve yabancılaşmış olarak kaldı. Vico'nun ortaya koyduğu aşamaları olduğu gibi kabullenmek ya da bunları birer aşama olarak görmek onun açtığı boyutu yitirmek anlamına gelir. Vico'nun dili ele alışında hayati önem taşıyan şey, dilin insani aşamada ortaya çıktığı, kutsal aşamasının törenler ve ayinlerden; heroik aşamanın da tavırlardan ve işaretlerden ibaret olduğudur. Demek ki, kelime dili ayırt edilir bir biçimde insanidir; onu biçimleyen öğe insandır. Dilin insanlara herhangi bir biçimde (örneğin Tanrı tarafından) 'verilmiş' bir şey olduğu konusundaki her türlü düşünceye karşı çıkan Herder’in hareket noktası da buydu. Herder aynı zamanda, dilin bir tür uyum aracı ya da alet gibi, insana 'eklenmiş' bir şey olduğuna da karşı çıktı. Dolayısıyla dilin insanlara özgü bir dünyaya açılış olduğunu söyleyebiliriz: dil, ayrıştır��labilir ya da alet niteliğinde bir yetenek değil, insan için yapıcı karakter taşıyan bir yetenektir.
Dilin insanı yapan öğelerden biri olarak ele alınmasının tarihsel anlamı, bir çabanın dile gelişidir. Güçlü bir biçimde gelişen doğa bilimlerinin analitik ve ampirik işleyişine karşı, genel anlamda insana ilişkin olanın korunması, bu çabanın bir yönüdür. Diğer bir yönüyle de bu, fiziksel dünyanın özellikleri hakkında giderek artan bilgi ve bu bilgiden yola çıkarak yapılan nedensellik açıklamalarına karşı, insan yaratıcılığı fikrinin sağlamlaştırılma çabasıdır. Yukardaki biçimiyle ele alındığında -yani 'insanlık' ve 'yaratıcılık' birer öz olarak değerlendirildiğinde-, bu eğilim sürekli olarak yeni bir idealizm biçimini alma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Bu eğilimin karşı çıktığı diğer eğilimler ise, yeni bir tür nesnel materyalizme doğru evriliyordu. Bu özgün bölünme, 'sanat' (edebiyat) ve 'bilim' (pozitif bilgi) arasında yeni bir ayrışma tarafından maskelendi ve onaylandı. 'Sanat', 'insanlık' ve yaratıcılık' alanını; ‘bilim’ ise fiziksel dünyanın ve o dünyada yaşayan fiziksel insanların bilinebilir boyutunu temsil ediyordu. Anahtar niteliğindeki bu terimlerin her biri ('sanat , 'edebiyat' ve 'bilim'; bunlara bağlı olan 'kültür'; yeni ve gerekli bir uzmanlaşmayı dile getiren 'estetik'; 'deney ve 'deneyim' arasındaki radikal ayrışma), 18. yüzyılın başlarından 19. yüzyılın başlarına dek olan süre içinde anlam bakımından değiştiler. 19. yüzyılda ortaya çıkan yeni durumda, söz konusu başlıklar asla dil temelinde birleştirilmediler. Yine de, gelenekselleşen yeni ayrımlar, en fazla dille ilişkileri söz konusu olduğunda sorgulanmak durumunda kaldılar.
Diller hakkında ampirik bilgide inanılmaz bir ilerleme kaydedildi. Bu bilgi, kimi temel soruları bir kenarda bırakan bir biçimde tahlil edildi ve sınıflandı. Bu hareketi, kendini doğuran siyasal tarihten ayırmak mümkün değildir. Sözünü ettiğimiz. siyasal tarih, Batı toplumlarının yayılan sömürgecilik dönemindeki dinamik gelişimidir. Dil üzerine yapılan eski çalışmalar, çoğunlukla 'klasik' ve ölü dillerin modeli üzerine kurulmuştu. Bu, hem sentaks hem de edebiyat açısından grameri hâlâ büyük ölçüde belirliyordu. Bu arada, Avrupa kökenli keşifler ve sömürgecilik hareketleri, dilbilimsel malzemenin sınırlarını büyük ölçüde genişletiyordu. En önemli karşılaşma, Avrupa uygarlıklarıyla Hint uygarlığı arasındaki karşılaşmaydı . Avrupa, Hint gramer ekollerinin son derece gelişkin yöntemleriyle ve bu uygarlığın bir alternatif olarak ortaya çıkan 'klasik' metinleriyle karşılaştı. Bir İngiliz olan William Jones Hindistan'da Sanskritçe öğrendi ve Sanskritçe'nin Latince ve Yunanca ile benzerliklerinin gözlemlenmesinden, Hint-Avrupa dilleri ve diğer dil 'ailelerinin' sınıflandırılmasına yol açacak bir çalışmayı başlattı.
Karşılaştırmalı analize ve sınıflandırmaya dayanan bu çalışma, yöntem açısından çağdaşı olduğu evrimci biyolojiye çok yakındı. Dil ailelerinin temel sınıflandırılmalarının yanı sıra, bu dillerin evrimsel gelişim çizgileri çerçevesinde, kimi değişim 'yasaları', özellikle de ses değişimi yasaları bulgulandı. Sözünü ettiğimiz bu çalışma, bir alanda özel bir anlamda 'evrimci' nitelik taşıyordu: ana ailenin kökeni olarak dil-öncesi (Hint-Avrupa öncesi) bir dilin varsayılması. Dil konusundaki bu çalışma, daha sonraki aşamalarında, bir başka anlamda da 'evrimci' bir nitelik kazandı. Ses değişimlerinin incelenmesinde giderek artan bir biçimde ortaya çıkan katılık, dil incelemesinin bir kolunu doğa bilimleriyle ilişkili hale getirdi; dolayısıyla, dilbilimsel fonetik bir sistem, dil yeteneğinin fiziksel incelemeleriyle ve konuşmanın evrimsel kökenleriyle birlikte ele alınmaya başlandı. Bu eğilim, konuşma fizyolojisi alanında ve bu alan içinde ağırlıklı bir öneme sahip olan deneysel psikoloji alanında doruk noktasına ulaştı. Dil kullanımının psikolojik bir soran olarak algılanması dil kavramları üzerinde önemli etkiler yaptı. Ancak bu arada, genel dil araştırmalarının kapsamı içinde, nesnelci ipuçlarını içkin olarak barındıran yem bir aşama söz konusu oldu. Karşılaştırmalı dilbilimin konusu, dil kayıtlarıydı, yani yazılı ve yabancı sözcüktü. Çalışmanın konusunu bu malzemenin tanımlayacağı varsayımı, daha önceki 'klasik' dil araştırmalarında da mevcuttu: Yunanca, Latince, İbranice. Ancak o zaman, daha geniş bir diller dizisine geçiş biçimleri, önceki durumu tekrarladı. Yani, yabancı yazılı malzemeler toplamı karşısındaki ayrıcalıklı (bilimsel) gözlemcinin durumu. Yeni bir bilim olan antropoloji çerçevesinde geliştirilmekte olanlara benzer metodolojik kararlar, yukarıda sözü edilen durumdan yola çıkılarak oluşturuluyordu. Bir yanda sistematik gözlem, sınıflama ve analiz sonucu ortaya çıkan tarzların verimli bir biçimde uygulanabilirliği söz konusuydu. Öte yandan gözlemcinin ayrıcalıklı konumunun farkına varılmayan bir sonucu vardı: gözlemcinin, gözlediği (tabii ki bilimsel olarak) malzemeyle farklılaştırılmış bir ilişkisi söz konusuydu. Metinlerde, tarihi kayıtlarla karşılaşıyordu. Konuşmada, gözlemcinin ayrıcalıklı konumunu edindiği ilişkiler bütünüyle, yabancı ve daha alt düzeydeki (sömürülme  ilişkisinden ötürü) insanların eylemlerinin ilişkisi görülüyordu. Bu tanımlayıcı durum, dilin etkin bir yapıcı öğe olma özelliğinin kaçınılmaz olarak zayıflamasına yol açtı. Ana sürecin bunu izleyen nesnelciliği, betimleme düzeyinde yoğun bir üretkenliğe sahipti; ancak (gerekli bir sonuç olarak) bunu izleyen herhangi bir dil tanımlaması (özelleşmiş), bir filolojik sistemin tanımlaması olmak zorunda kaldı.
Ayrıcalıklı gözlemciyle yabancı dil malzemesi arasındaki bu ilişkinin daha sonraki bir aşamasında, yüzlerce yerli Amerikan (Amerindian) dilinin, Avrupalıların fetihlerinin tamamlanmasından ve egemenliklerinin kurulmasından sonra ölme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu Kuzey Amerika'nın özel koşullarında, daha önceki filolojik işlemlerin yeterince nesnel olmadığı ortaya çıktı. Daha da yabancı olan bu dillerin Hint-Avrupa filolojisine asimilasyonuna (kültür emperyalizminin doğal refleksi), bilimsel olarak karşı konuldu. Yalnızca yabancı bir sistemin varlığını varsayan gerekli işlemler, dillerin kendi içkin ve yapısal terimleriyle incelenmesinin yolunu açtı. Bu yaklaşım, bilimsel betimleme açısından, dikkate değer sonuçlarıyla birlikte, bir kazanımdı. Kuramsal düzeyde ise, dil kavramının (yabancı) nesnel bir sistem olarak ele alınması yolundaki son zorlamaydı.
Metinleri olmayan dillerle karşılaşılması, yerli bir aşamayı belirledi. Bu aşamayla birlikte, daha önceki inceleme yöntemlerinden birinde yapılan gerekli düzeltme yoluyla, yoluyla söz konusu edilen yaklaşım, paradoksal olarak daha derin bir etki doğurdu. Daha önceki inceleme yöntemleri, bir dilin neredeyse değişmez bir biçimde eski özgün metinlerde ortaya çıktığı gerçeği tarafından belirleniyordu: bitmiş, monolog biçimindeki söyleyişler. Gündelik konuşma, inceleme konusu edilmesinin olası olduğu durumlarda bile, çıkarsanmış bir şey olarak değerlendiriliyordu. Bu çıkarsanmışlık, ya tarihsel olarak ana dillere (şivelere, lehçelere) ya da pratik olarak, dilin temel (metne ilişkin) durumlarını yansıtan konuşma eylemlerine doğru oluyordu. Dil kullanımının kendi etkinliği ve yapıcı niteliği görülemiyordu. Bütün bunlar, gözlemci ve gözlenen arasındaki politik ilişkiler tarafından da besleniyordu. Toprakları fethedilmiş ve egemenlik altına alınmış halkların konuşmalarından egemenlik sınırları dışında kalan ve toplumsal olarak düşük düzeyli grupların 'diyalektlerine' dek uzanan bir yelpaze içinde incelenen 'dil alışkanlıkları'; kuramsal olarak gözlemcinin 'standartlarına' uymuyor ve bağımsız, yaratıcı, yaşayan şeyler olarak değil, en fazla birer 'davranış' olarak değerlendiriliyordu. Kuzey Amerikan ampirik dilbilimi, 'klasik" ya da 'standart' metinlerin yokluğu durumunda konuşmanın öncelliğini kabul ederek, bu eğilimin bir yönünü tersine çevirdi. Yine de, söz konusu bakış açısının altını çizen genel kuramın nesnelci karakteri, bu tersine çevirme çabasını bile sınırladı; konuşmanın kendisi, Ortodoks yapısal dilbilimde ısrarla vurgulanan bir terim olan 'metine' dönüştürüldü. Dil, sabit, nesnel ve bu anlamda 'verili' bir sistem olarak görülmeye başlandı. Bu biçimde görülen dil, 'söyleyişler' (daha sonra 'icraat') olarak betimlenen şey karşısında teorik ve pratik önceliğe sahipti. Dolayısıyla insanların dünyadaki özgün toplumsal ilişkileri içindeki yaşayan konuşmaları, teorik olarak, kendilerinin ötesindeki bir sistemin durumlarına (anlarına) ve örneklerine indirgenmiş oldu.
Bu şeyleşmiş dil anlayışının temel teorik ifadesi, 20. yüzyılda, Durkheim'ın nesnelci sosyolojisiyle yakın bağlar içinde olan Saussure'ün çalışmalarında ortaya koydu. Saussure'de, dilin toplumsal yanı, aynı zamanda hem durağan ve hem özerk olabilen ve normatif anlamda özdeş biçimler taşıyan bir sistem (langue) olarak ifade edilir. Dilin söyleyişleri (paroles) ise, ..."psiko-fıziksel bir mekanizma" yoluyla dışa vurulabilen "özgün bir dil kodunun", 'toplumsal'dan soyut olarak aynştırılmış 'bireysel' kullanımlarıydı. Bu önemli teorik gelişmenin pratikteki sonuçları, bütün aşamalarında istisnai bir biçimde üretken ve çarpıcı olmuş, filoloji bilimi önemli dilbilim çalışmalarıyla bütünlenmiştir. Söz konusu dilbilim çalışmaları içinde, 'formel bir sistem olarak dil' biçiminde beliren denetleyici kavram, aktüel dil işlemlerinin ve bunların altını çizen birçok 'yasanın' çok yönlü olarak betimlenmesinin yolunu açmıştır.
Bu ilerlemenin, Marksizmle ironik bir ilişkisi vardır. Bir yandan, Marksizmin barındırdığı önemli ve sık sık da egemen bir eğilim yinelenmektedir: Toplumun aşamalarının karşılaştırmalı analizi ve sınıflandırılmasından, bu sistematik aşamalar içinde kimi temel değişim yasalarının keşfedilmesi, 'bireysel' iradi eylemlerin ve aklın ulaşamayacağı, denetleyici bir 'toplumsal' sistemin ortaya konulması. Bu açık yakınlık, Marksizm ve 20. yüzyıl ortalarında etkin bir olgu olan yapısal dilbilim arasında bir senteze ulaşma çabalarını açıklamaktadır. Dolayısıyla Marksistler, son derece önemli bir toplumsal etkinlik olan dilin bu biçimde ele alınmasıyla, tarihin (en özgün, en etkin ve en bağlayıcı anlamlarıyla) ortadan kalktığını -bir eğilime göre ise teorik olarak dıştalandığını-görmek zorundadırlar. Marksistlerin fark etmesi gereken ikinci bir nokta ise, böylesi bir sistemin geliştirilmesinde kullanılan kategorilerin 'bireysel' ve 'toplumsal' arasındaki soyut ayrımın ve ayrıştırmanın son derece gelenekselleştiği ve dolayısıyla da 'doğal' başlangıç noktaları olarak ele alınan tanıdık burjuva kategorileri olduğudur.
Gerçekte, 20. yüzyıldan önce özellikle dil konusunda yoğunlaşan Marksist bir çalışma yoktu. Marx ve Engels, "Alman İdeolojisi"nin Feuerbach bölümünde, saf ve yol gösterici bilince karşı geliştirdikleri bir etkin tartışmanın bir parçası olarak konuya değinmişlerdi. Maddeci tarih anlayışının 'anlarını' ya da 'vechelerini' özetleyerek yinelerken, şunları yazmışlardı:
'Yalnızca şimdi, temel tarihsel ilişkilerin dört anını,
dört vechesini ele aldıktan sonra görebiliyoruz ki,
insan aynı zamanda 'bilince' de sahiptir;
fakat bu böyle olsa bile, söz konusu olan edinilmiş ve
'saf' bir bilinç değildir."
Bu noktaya kadar bu yaklaşım, dilin pratik ve yapıcı bir etkinlik olarak vurgulanmasıyla bütünüyle uygunluk içindedir. Daha önceki durumlarda değişik bir biçimde ortaya çıkmış olan güçlük, yapıcılık fikri daha sonra geçici olarak sıralamaya konulan öğeler biçiminde parçalandığı zaman, burada da kendini gösterir. Işte Vico ve Herder'in düşünüşlerindeki açık seçik tehlike: Dili, kabullenilebilecek anlamda insanın kendini yaratmasını eyleminin gerekli bir parçası olarak değil, buna bağıntılı ve geçerli olan insanlığın yapıcı öğesi anlamında 'birinci' ve 'özgün' olarak ele almak; "başlangıçta sözcük vardı". Dilin 'yapıcı' olarak betimlenmesine kabullenilebilecek bir anlam yükleyen şey, dilin insanın kendi kendini yaratmasının ayrılmaz bir öğesi olmasıdır. Bunu diğer bütün ilgili eylemlerin önüne geçirmek ise, oldukça başka bir iddiayı gündeme getirir.
Dilin 'yapıcı' olması fikri, her zaman için böylesi bir indirgeme tehlikesini içerir. Bu tehlike, sonuçta idealizme varan 'tecrit edilmiş yaratıcı sözcük' yönünde değildir yalnızca.
'Dünya'yı, 'gerçekliği' ya da 'toplumsal gerçekligi', kategorik olarak, içlerinde dilin yalnızca bir tepki şeklinde geliştiği oncel birer oluşum gibi ele alan nesnelci materyalizm ve pozitivizmde de aynı tehlike vardır.  
Marx ve Engels' in söz konusu pasajda söyledikleri, eşzamanlılığa ve bütünlüğe işaret eder. 'Temel tarihsel ilişkiler', 'anlar' ya da 'veçheler' olarak ele alınır. Ve o zaman, 'insanın' da 'bilinci' vardır. Dahası, burada sözü edilen dil maddidir: insan gövdesinin ürettiği 'titreşimli hava katmanları, sesler'. Ayrı bir eylem olarak ele alınan 'maddi hayatın üretimi'nin herhangi bir zamansal öncelliği söz konusu değildir. Bu birincil maddi üretimin ayırt edici bir biçimde beşeri olan tarzı, üç noktayla karakterize edilir: gereksinimler, yeni gereksinimler ve insanın üremesi(yeniden üretimi)- "tabii ki üç ayrı aşama ve farklı aşama olarak değil... fakat... tarihin başlangıcından ve ilk insandan bu yana eşzamanlı olarak varolmuş ve kendilerini bugün tarihte hâla hissettiren şeyler olarak." Üretimin ayırt edici beşeri özelliği ise bir dördüncü 'noktayla' ifade edilir: böylesi bir üretimde, ta baştan beri toplumsal bir ilişkidir. Dolayısıyla, ta baştan beri, gerekli bir öğe olarak, pratik bir bilinçlilik olan dili içerir.
Buraya kadar, vurgulanan nokta, gelişmenin ayrıştırılamaz bütünlüğü anlamında, öncelikle yapıcılık'tır. Bu yönelişte bile, bütünsel bir işlemin veçhelerinin tahlili olarak başlayan şeyin, felsefi ve 'doğal' kategorilere doğru gelişme gösterdiği açıkça görülebilir -'dil' ve 'gerçeklik' arasındaki idealist ayrıştırmayı koruyan fakat bunların birbirine önceliğinin yerini değiştiren basit materyalist cümleler. Söz konusu gelişme, aynı zamanda, önce maddi üretime, sonra da (aynı zamanda, onunla birlikte değil) dilin geldiği tarihsel kategorilere doğru olur. 19. yüzyıl sonlarından 20. yüzyılın ortalarına dek ağırlıklı olarak pozitivist bir gelişmeyi izleyen egemen bir tür Marksizm, söz konusu pratik indirgemeyi yapmıştır: doğrudan doğruya dil teorisinde (ki zaten bu meselenin bütününde de gözardı ediliyordu) değil, fakat bilinç üzerine yapılan değerlendirmelerde ve 'ideoloji' ve 'üstyapı' kategorilerinin adları altında toplanan pratik dil eylemlerinin tahlilinde. Dahası, bu eğilim, dilin fiziksel araçları üzerinde yapılan önemli bilimsel çalışmalarla kurulan yanlış bağıntı tarafından da beslendi. Söz konusu bağıntı, dilin maddi bir şey olarak ele alınmasıyla tümüyle uyum içindeydi. Ancak, 'dünya' ve 'dünya hakkında. konuştuğumuz dil' ya da bir başka biçimde 'gerçeklik' ve 'bilinç' arasındaki pratik ayrım söz konusu olduğunda, dilin maddiliği yalnızca fiziksel bir anlam taşıyordu -bir dizi fiziksel özellik-; maddi bir eylem olarak algılanamıyordu dil: fiziksel yeteneği, bu yeteneğin beşeri kullanımından soyutlayan gündelik bilimselci kopukluk. Tüm bunların sonucunda ortaya çıkan durum,bir başka bağlamda, Marx tarafından Feuerbach üzerine birinci 'tezde' gayet iyi bir biçimde betimlenmiştir.  
Dil hakkında düşünülürken ortaya çıkan durum da buydu. Bu arada Vico ve Herder'in etkin vurgulamaları önemli ölçüde, özellikle de Wilhelm von Humboldt tarafından geliştirilmişti. Dilin kökenine ilişkin sorunun, bu noktada dikkate değer bir biçimde yeniden ortaya konduğunu görüyoruz. Dil, kuşkusuz ki evrimsel bir nitelik taşıyan tarihin belli bir noktasında gelişti. Ancak, bu gelişim hakkında hiçbir bilgimizin olmaması bir yana, böylesine yapıcı bir eylemin araştırılması sırasında dil, önceden orada, kendi içinde ve varsayılan inceleme nesnesi içinde karşımıza çıkar. Demek ki dil, bir tür kalıcı yaratım ve yeniden yaratım olarak görülmelidir: dinamik bir varoluş ve kalıcı bir yeniden yapıcı süreç. Ancak, bu noktanın vurgulanması da değişik noktalara doğru yönelebilir. Dil, bütünsel, ayrıştırılamaz bir pratikte birleştirilebilir. Bu pratikte, 'dinamik varoluş' ve 'kalıcı bir yeniden yapıcı süreç', aynı biçimde ele alınan 'gerçek yaşamın üretimi ve yeniden üretiminin' gerekli biçimleri olur. Humboldt'da ve özellikle de ondan sonra olan şey ise, söz konusu bu eylem fikrinin özde idealist ve yarı toplumsal biçimlere yansıtılmasıydı ya 'halk-kafasının' soyut versiyonlan üzerine temellenmiş 'ulus', ya (tarih dışı) 'ortak bilinç' (collective consciousness), ya 'ortaklaşa ruh' (soyut yaratıcı yetenek) -Hegel'de olduğu gibi, kendi kendini yaratan maddi toplumsal pratiğe a priori ve ondan bağımsız-, ya da oldukça inandırıcı olan, 'yaratıcı öznellik' olarak soyutlanan ve tanımlanan, anlamın başlangıç noktası olarak ele alınan 'birey'.
Bu değişik yansıtmaların etkisi derin ve uzun oldu. Soyut 'ulus' fikri, dil 'aileleri' ve belirli dillerin ayrıştırıcı ve kalıtımsal özellikleri hakkındaki temel filolojik çalışmayla birleştirilebildi. Soyut 'birey' fikri birincil bir öznel gerçeklik fikrinin vurgulanmasıyla; ve Romantik 'sanat' ve 'edebiyat' kavramlarıyla birlikte ortaya çıkarak 'psikolojinin' gelişiminin önemli bir kısmını tanımlayan, anlamın ve yaratıcılığın 'kaynağı' fikriyle yan yana getirildi.
Sözünü ettiğimiz bakış açısının dil düşüncesine hayati bir katkısı olan ve pozitivizm ve nesnelci materyalizm tarafından genellikle 'yansıma' metaforuyla resmileştirilen dile içkin eylemsizlik fikrinin yanlışlığını ortaya koyan dilin eylem olma özelliğinin vurgulanması (gerekli bir biçimde toplumsal ve maddi, ya da bütünsel anlamda tarihsel) özgün eylemlerden, böylesi eylemlerin fikrine indirgendi. Söz konusu fikirde, 'ulus', 'ruh' ya da 'yaratıcı birey' olarak kategorileştirildi. Bu kategorilerden birinin, 'birey' kategorisinin, egemen nesnelci materyalizm eğiliminde de güçlü bir biçimde var olması dikkat çekicidir. (Burada söz konusu olan özgün ve tekil insan değil, fakat bütün insanların ortak özelliklerinin 'bireyler' ya da 'özneler olarak genellenmesidir. Bu genellenmiş 'bireyler' ya da 'özneler' toplumsal ipuçları taşıyan toplumsal kategorilerdir.) Eylemin ve edimin 'nesnel gerçeklik' kategorisinden dıştalanması, nesnel gerçekliği yalnızca 'özneler' tarafından yorumlanabilir kılıyordu. 'Özneler' kimi yerde nesnel gerçekliğin gözlemlenmesi sürecinde dıştalanıyor ve 'etkin' öznenin yerine tarafsız 'gözlemci' ikame ediliyordu. Kimi yerde ise, dil ya da diğer eylem biçimleri söz konusu olduğunda, 'özne', 'özneler-arası' ilişkilerin içinde yer alıyordu. Birbirleriyle konuşan, birbirlerine bilgi ya da bir 'mesaj' geçiren ayrı ve ayrıştırılabilir kimlikler. Her zaman birlikte değiller ve dil gerçeği aralarındaki ilişkiyi oluşturuyor ve sağlamlaştırıyor. Bu noktada dil, yapıcı bir eylem olma özelliğini kesinkes kaybetti. İnsanların, başlangıçtan beri, sadece ilişkiye girmelerini ve iletişim kurmalarını değil, gerçek anlamda pratik olarak bilinçlenmelerini ve dolayısıyla etkin dil pratiğine sahip olmalarını sağlayan yetenek yerine; iletişimde gerek duyulduğunda kullanılan bir alet, bir araç ya da bir ortam oldu.
Dilin aletçiliğe indirgenmesinin karşısında, dilin bir eylem olarak ele alınmasının idealist yönünün temel eğilimi olarak ortaya çıkan ve dili bir ifade etme olarak algılayan görüş, açıkça çok çekiciydi. Kelimenin tam anlamıyla bir dil deneyiminden söz eder görünüyordu. Karşıt kuram ise bilgi aktarmaya, mesaj alışverişine, nesnelerin adlandırılmasına ağırlık veriyor, dil deneyimini neredeyse ortadan kaldırıyordu. Bu kuram, diğerleriyle konuşma deneyimini, dile katılmayı, yalnızca basit bir 'mesaj', 'bilgi' ya da 'nesne'yi içermeyen ritmi ve tonlamayı yaratmayı ve bunlara tepki göstermeyi içerebiliyordu: burada sözü edilen deney, aslında, en açık biçimiyle 'edebiyatta ortaya çıkıyor ve uzmanlaşma yoluyla edebiyatta özdeş kılınıyordu. Yine de ortaya derin bir bölünme çıktı. Bu bölünme de kendi güçlü ayrım kategorilerini üretti. Söz konusu bu kategorilerin kimi, yeni biçimli eski terimlerdi: 'gönderme yapan' ve 'duygusal tepki uyandıran', 'işaret eden' ve 'ima eden', 'gündelik dil' ve 'edebiyat dili' arasındaki kategorik ayrımlar. Hiç kuşku yok ki bu kategorilerin işaret ettiği kullanımlar, özgül koşullar tarafından tanımlanan özgül pratiklerin öğeleri olarak ayrımsanabilir. Ancak, kategori olarak uzanımları ve giderek ayrı dil kullanımı gövdeleri olarak uzanımları, dil üzerinde sürdürülen bitmemiş  tartışmanın temel meselelerinin tek bir inceleme alanı üzerinde odaklanmasını uzun süre engelleyecek olan bir çözülmeyi ve uzmanlaşmayı olası kıldı.
Yukarıda sözü edilen tartışma alanı Marksizm olabilirdi; fakat o da kendi kısıtlama ve uzmanlaşma biçimlerini geliştirmişti. Bunların en belirgini, bütün bir maddi toplumsal sürecin  'emek' biçiminde özelleştirilmesiydi. Bu biçimde 'emeğe', giderek daha da dar bir anlam yükleniyordu. Aynı olay, dilin kökenleri ve gelişimiyle ilgili önemli tartışmayı da etkiledi. Bu tartışma, evrimsel fiziki  antropoloji biliminin bağlamında yeniden açılabilirdi. Bunun yerine, soyut 'emek' kavramı, tek etkili köken olarak sunuldu. İşte çağdaş bir otoriter görüş:
"Önce emek, daha sonra da hecelenmiş konuşma: bu iki temel itici gücün etkisi altında maymunun beyni giderek insan beynine doğru değişti' (Fundamentals of Dialectical Materialism, ed. Schneirson, Moskova, 1967, 105).
Yukarıdaki alıntı yalnızca soyut, iki aşamalı geçici bir gelişme ortaya koymakla kalmıyor, aynı zamanda emeği ve dili 'itici güçlere' dönüştürüyor. Oysa gerçekten vurgulanması gereken şey birleşik pratiktir. Bu, evrimsel aşamaların soyutlanmasına yol açar:
"Emeğin gelişimi topluluğun üyelerini birbirlerine daha da yakınlaştırdı, çünkü emek onların ortak eylemlerinin sınırlarını genişletti ve onların birbirlerini desteklemelerini sağladı. Emek ilişkileri, ilkel insanda, konuşma ve iletişim gereksinimlerinin ortaya çıkmasına neden oldu." (ibid. 105)
Gerçekte bu, soyutlanmış itici güçlerin ve gereksinimlerin idealizmidir. Bu, bir pratik olarak yapıcı bir biçimde ele alınan doğru bir maddeci kuramla karşılaştırılmalıdır.
"Çağdaş insanın tüm yapısı olmaksızın dilin de olamayacağı tartışması, insan elinin araç yapımı ve kullanımını olası kıldığı yolundaki eski kuramla kesinlikle aynıdır. Ancak, araçlar, modern insan biçiminin ellerinden yüzlerce yıl daha eskidir. Modern konuşma yapıları, dilin evrimsel başarısının sonuçlarıdır; özgün insan elinin, araçların evrimsel başarısının bir sonucu olduğu gibi. (J.S. Washburn ve J.B. Lancaster, Current Anthropology, vol. 12, No. 3, 1971)."
Pratik hakkında herhangi bir yapıcı kuram ve özellikle de maddeci kuram, herhangi bir zamanda, etkin dil süreci sorununu yeniden ortaya koyarken, dilin kökenleri sorununun ötesinde önemli etkilere sahiptir: 'dil' ve 'gerçeklik' olarak ayrılmış kategorilerin ötesine geçen bir yeniden ortaya koyuştur bu. Yine de, ortodoks Marksizm, yansıtma kuramına bağlanıp kaldı, çünkü bu, algılanan soyut kategoriler arasındaki elle tutulur tek maddi bağIantıydı. Yansıtma kuramı, ilk döneminde, pozitivist fizyolojiden yola çıkarak benimsenen kaba itici güç-ve-tepki modelleri üzerine uzmanlaşmıştı. Kuramın ikinci döneminde, Pavlov'un son dönem çalışmalarında, dilin kimi bazı özelliklerini ele almanın bir yolu olarak, 'ikinci işaret sistemi' kavramı ortaya atıldı. Birinci işaret sistemi, duyulardan ve tepkilerden oluşan basit fiziksel sistemdi. Ortaya atılan bu ikinci kavram hiç yoktan iyiydi, ancak göreli olarak mekanik yöntemlerle, dili bir 'işaret sisteminin' özelliklerine asimile etti. Pratikte de, basit bağlantı modellerinin ötesindeki anlam sorunlarını karşılamaktan uzak kaldı. Sözünü ettigimiz bu noktadan yola çıkan L.S. Vygotsky (Thought and Language, Moskova, 1934) yeni bir toplumsal kuram onerdi. Kuramın adi yine 'ikinci işaret sistemi' idi. Dil ve bilinç, fiziksel algılamayla kurulan basit analojilerden kurtarılmıştı. Vygotskynin cocuklarda dilin gelişimi ve 'iç-monolog' sorunu üzerine çalışması, tarihsel maddeci bakış açısı çercevesinde, yeni bir başlangıç noktası sagladı. Ancak, söz konusu bu nokta, ortodoks Marksizm tarafından, bir kuşak boyunca gözardı edildi. N.S. Marr'ın daha eski modeller üzerine kurulan çalışması, dili 'üstyapıya' ve hatta yalın sınıf temellerine bağladı. Marksist düşüncenin diğer alanlarında benimsenen dogmatik bakış açıları, gerekli kuramsal gelişmeleri kısıtladı. Marr'ın etkisinin 1950 yılında Stalin tarafından sona erdirilmesi ironik bir durumdur. Stalin, dilin 'üstyapının bir parçası' olmadığını ve dillerin temel bir 'sınıf karakterinden' çok 'ulusal bir karakter' taşıdıklarını açıkladı. Bu ironik bir durumdu, çünkü söz konusu açıklamalar gerekliydi ama, o bağlamda, tartışmayı çok daha geri bir aşamaya götürdüler. Bu aşamada, 'yansıtma' ve çok özel anlamda da 'üstyapı' kavramları, Marksist terimlerle sorgulanmaya muhtaçtı. Dahası, 1950'lere gelindiğinde dilbilim, yapısalcılık ve göstergebilim gibi güçlü sistemler üretmiş olan özgün ve ayrı bir nesnelcilik biçiminin egemenliği altındaydı. Bu noktada, diğer alanlardaki, özellikle de nesnel olarak belirlenmiş sistemler konusundaki genel Marksist pozisyonlar, bütünsel bir Marksist pozisyonun kesinlikle karşı çıkacağı dil kuramlarıyla pratik olarak birleştirilmişti.
1920'lerde, Marksist dilbilim ekolünün başlangıç tohumlarının atıldığı Leningrad'da böylesi kurumlara şiddetle karşı çıkılmış olması, tarihte trajik bir öğedir. Söz konusu ekolün en iyi temsilcisi V.N. Volosinov'dur. Volosinov'un "Marxism and the Philosophy of Language" (Marksizm ve Dil Felsefesi) adlı çalışması 1929 ve 1930 yıllarında iki kez basılmış, ikinci baskı ise İngilizceye çevrilmiştir (Matejka ve Titunik, New York ve Londra, 1973). Volosinov, Dostoyevski ile ilgili bir çalışması (Problemy tvor cestva Dostoevskogo, 1929, yeni baskı, yeni bir başlıkla yapıldı: Problemy poetiki Dostoevskogo, 1963) olan M.M. Baktkin ile aynı kefeye konmuştu. Konuyla ilgili olarak aynı zamanda P.N. Medvedev'e de başvurulabilir (Formal'ny metod v literaturovedenii-kriticeskoe vvedenie v sociologiceskuju poetiku - The Format Method in Literary Scholarship: a critical introduction to sociological poetics, 1928). Volosinov, 1930'1u yıllarda ortadan kayboldu. Dolayısıyla, kelimenin gerçek anlamıyla, Volosinov'un dil tartışmasına getirdiği son derece önemli boyutun ve tartışmanın gelişimi açısından, neredeyse bir yarım yüzyıl yitirilmiş oldu.
Volosinov'un belirleyici önemdeki katkısı, güçlü ancak kısmi ifade ve nesnel sistem kuramlarının ötesinde bir yol bulmasıydı. Tartışmaya, dil konusunda Marksist bir düşüncenin olmadığını söyleyerek başlamak zorunda olmasına karşın, çalışmasında Marksist terimleri kullandı. Volosinov'un özgün yanı, diğer Marksist fikirleri dile uyarlamaya çalışmamasıydı. Tam tersine, bütün bir dil sorununu, genel Marksist bir yönelim içinde yeniden ele aldı. Böylece, 'eylemi' (Humboldt'tan sonraki idealist yaklaşımın gücü) toplumsal bir eylem olarak; 'sistemi' de (yeni nesnelci dilbilimin gücü) bu toplumsal eylemle ilişkili olarak değerlendirebildi. O zamana değin olduğu gibi, sistemi eylemden formel olarak ayrı ele almadı. Alternatif geleneklerin güçlerini değerlendirerek, onları yan yana getirerek ve birbirleriyle bağlantılı radikal zayıflıklarını sergileyerek, bir yüzyildan fazla bir zamandır gereksinmesi duyulan yeni bir kuramın yolunu açtı.
Volosinov, gücünün çoğunu, kapalı bir 'bireysel bilinç' ya da 'içsel ruh' üzerinde uzmanlaşılması sonucu gerçekte zayıflatılmış ve yadsınmış olan, dilin eylem ve pratik bilinç olma özelliklerinin üzerindeki vurguyu canlandırmaya harcadı. Söz konusu bu gelenek, kapalı bir formel sistem varsayımından ayrı bir biçimde, anlamların etkin (active) yaratımı konusunda, gücünü hâlâ hissettiriyordu. Volosinov anlamın, toplumsal ilişkiye bağımlı, toplumsal bir eylem olduğunu söyledi. Bunu anlamak için, 'toplumsal' olanın bütünsel anlamını yeniden canlandırmak gerekiyordu. Bu da, toplumsal olanı, idealist bir yaklaşımla, hazır bir ürün, bir (inert) 'kabuk' biçimine indirgenmeden -ki bunun ötesindeki tüm yaratıcılık bireyseldir, ya da nesnelci bir yaklaşımla, özerk ve yalnızca içsel yasaları tarafından yönetilen (ki anlamlar bu yasalar içinde ya da yalnızca bu yasalara göre üretiliyordu) formel bir sistem biçiminde yansıtılmadan sıyırarak ve farklı bir tavır geliştirerek olabilirdi. Her iki anlam da, temelde aynı hata üzerine kurulmuştu: toplumsal olanı anlamlı bireysel eylemden ayırmak (buna rağmen, birbirine karşıt bu iki pozisyon birbirinden ayrılmış bu öğeleri değişik biçimlerde değerlendiriyorlardı). Volosinov, idealist yaklaşımın psikolojizmine karşı, şu tartışmayı getirdi:
"Bilinç, örgütlenmiş bir topluluk tarafından, toplumsal ilişkileri sürecinde yaratılan gösterge malzemeleri içinde biçimlenir ve varolur. Bireysel bilinç, göstergelerle beslenir; büyüme gücünü onlardan alır, onların mantığını ve yasalarını yansıtır."
Nesnelciliğin giriş noktası bulduğu yer, normal olarak burasıdır (ve Volosinov'un yeniden degerlendirdiği ama kullanmayı sürdürdüğü 'gösterge' kavramının korunması tehlikeyi her zaman artırır). 'Göstergelerin malzemesi', 'göstergeler sistemi' biçiminde değişebilir. Daha sonra da, söz konusu bu sistem tarih ötesine ve ulaşılamayan bir dilbilimsel sistemin yasalarını ve kodlarını uygulamaktan farklı olarak, toplumsal olarak ilişkili bireylerin anlamlı bir biçimde katıldıkları çağdaş toplumsal hayatın herhangi bir etkin kavranışının ötesine taşınabilir (Saussure'de olduğu gibi, 'eş zamanlı' analizin 'art zamanlı' analize öncelliği varsayımı yoluyla incelemeye tabi tutulmaktan korunan, kuramsal 'toplumsal sözleşmenin (social contract) herhangi bir kavranışıyla). Volosinov'un getirdiği tartışmanın her iki yanı da ha1â geçerliliğini korumaktadır, fakat onun çağdaş öneminin en açık olduğu nokta, 'gösterge' kavramını yeniden değerlendirişindeki eksikliktir.
Volosinov, dildeki bir 'göstergenin', 'ikili' bir karaktere sahip olduğunu kabul etti. (Aslında, ilerde de göreceğimiz gibi, Volosinov'un bu terimleri (retention'ı), çalışmasının radikal ve meydan okuyucu yanının gözden kaçmasını kolaylaştırdı.) Sözsel (sözel) göstergenin, gösterdiği ya da ifade ettiği nesneye ya da niteliği eşit (aynı) olmadığını ve onların basit bir yansıması olarak düşünülemeyeceği fikrini savundu. Göstergenin içinde, formel öğe ve bu formel öğenin taşıdığı anlam arasındaki ilişkinin de, kaçınılmaz olarak, uzlaşımsal olduğunu (bu noktaya kadar da ortodoks göstergebilim kuramıyla uyuşuyordu), fakat keyfi ve sabit olmadığını söyledi. Tam tersine, formel öğe ile anlamın birleşmesi (ki 'ikili' betimlemenin Retention'ını yanıltıcı hale getiren şey, bu dinamik birleşme gerçeğidir), güncel konuşma etkinliklerindeki ve dilin sürekli gelişimindeki gerçek toplumsal gelişme sürecinin sonucudur. Zaten göstergeler, yalnızca bu etkin toplumsal ilişki bağlamında varolabilirler. Kullanılabilir gösterge-formel öğe ile anlamın birleşimi-, süregiden bir toplumsal ilişki içinde bulunan gerçek bireyler arasındaki süregiden konuşma eyleminin bir ürünüdür. 'Gösterge', bu anlamda, onların ürünüdür ama, 'her zaman için verili' bir dil sisteminin şeyleşmiş yorumlarında olduğu gibi, yalnızca geçmişteki bir ürün değildir. Tam tersine, kullanılır göstergeler olan gerçek iletişimsel ürünler', süregiden bir toplumsal sürecin gerçek göstergeleridir. Bireyler bu toplumsal sistemin içinde doğarlar ve onun içinde biçimlenirler, ama aynı zamanda, sürekli bir biçimde bu sisteme etkin olarak katkıda bulunurlar. Bu, bireylerin aynı zamanda hem toplumsallaşması hem de bireyselleşmesidir: 'sistem' ve ifade' kuramlarının birbirlerinden ayırdığı ve bağlarını kopardığı bu veçheler, tek bir sürece aittir ve birbirlerine bağlıdırlar. Bu durumda, şeyleşmiş bir 'dil' ve 'toplum' değil, etkin bir toplumsal dil ile karşılaşırız. Bu dil (pozitivist ve ortodoks maddeci kurama geri dönmek, bir göz atmak gerekirse), 'maddi gerçekliğin' basit yansıması ya da 'ifadesi' de değildir. Söz konusu olan şey, bu gerçekliğin dil yoluyla kavranmasıdır. Pratik bir bilinçlilik olan dil, üretim etkinliği de dahil olmak üzere tüm toplumsal etkinliği doyurur ve onun tarafından doyurulur (saturate). Yukarıda sözü edilen kavranılma, toplumsal ve sürekli olduğundan ('insan' ve 'insanın dünyası', 'bilinç' ve 'gerçeklik' ya da 'dil' ve 'maddi varoluş' gibi soyut karşılaşmalardan farklı bir biçimde), etkin ve değişen bir toplum içinde gerçekleşir. Dilin ait olduğu ve yöneldiği deneyim -idealizmin ve Ortodoks maddeciliğin önermelerinin üzerine kurulduğu, soyut kategoriler olan 'özne' ve 'nesne' arasında kaybolan. terim- budur. Daha doğrudan bir biçimde dile getirmek gerekirse dil, bu etkin ve değişen deneyimin artikülasyonudur; dünyadaki dinamik ve artiküle edilmiş toplumsal bir varoluş(varlık).
Yine de, artikülasyonun tarzının özgün olduğu bir gerçektir. Formalizmin yakaladığı gerçeğin bir bölümü budur. Artikülasyon hem formel hem de sistematik olarak düşünülebilir ve kimi durumlarda bu biçimde düşünülmek durumundadır. Diğer birçok doğal öğe gibi, fiziksel bir ses de, bir göstergeye dönüştürülebilir. Ancak, sesin ayırt edici özellikleri, Volosinov'un da öne sürdüğü gibi, her zaman için belirgindir: "bir gösterge yalnızca gerçekliğin bir parçası olarak varolmaz- bir başka gerçekliği yansıtır ve bir başka gerçekliğin yansımalarını kırar (refract)". Onu bir gösterge olarak ayrıştıran, bir gösterge haline getiren şey, bu anlamda formel bir süreçtir: bir anlamın özgün bir artikülasyonu. Formalist dilbilim bu noktayı vurgulamıştı. Farkına varılmayan şey, artikülasyon sürecinin de, gerekli olarak, maddi bir süreç olduğu ve göstergenin kendisinin de (toplumsal olarak yaratılmış) fiziksel ve maddi bir dünyanın parçası haline geldiğidir: "ses, fiziksel kütle, renk, vücut hareketi ya da benzerleri gibi." Demek ki, anlamların formel işaretler kullanımı yoluyla toplumsal olarak yaratılmalarını anlatan gösterme (signification), pratik maddi bir etkinliktir; harfi harfine söylemek gerekirse de bir üretim aracıdır. Bütün bir toplumsal, maddi etkinliğe ayrılmaz bir biçimde bağlı olan pratik bilincin özgün biçimidir. Formalizmin dönüştürdüğü ve idealist felsefe kuramının daha baştan varsaydığı gibi, 'bilince' ait olan ya da 'bilincin' içinde gerçekleşen, daha sonra da toplumsal maddi etkinlikten ayrılmış, a priori bir durum ya da süreç haline gelen bir işlem değildir Tam tersine, ayırt edici maddi bir süreç -göstergelerin ortaya çıkarılması- olan ve ayırt ediciliğinin merkezi karakteri pratik bilinç biçiminde beliren gösterme, ta başlangıçtan beri insanın tüm toplumsal ve maddi etkinliğinin içinde yer almıştır.
Formalist sistemler, 'halihazırda verili olan', 'ekonomik yapının son tahlildeki belirleyiciliği gibi yapısalcı Marksizmin kimi çağdaş yorumlarında görülen açıklamalarla bu bakış açısını çürütür gibi görünebilirler. Volosinov'un 'gösterge' ve 'işaret' arasında yaptığı hayati ayrımı dikkate almak, böylesi bir indirgemeciliğe düşmemek açısından önemlidir. Pozitivist maddecilik biçimleri ya da psikolojik davranışçılık gibi dönüşlü (reflexive) dil kuramlarında, tüm 'göstergeler', basit 'nesne' ve 'bilinç' ya da 'etki' ve 'tepki' modelleri içinde, 'işaretlere' indirgenmiştir. Dolayısıyla da anlamlar, bir nesnenin özelliklerinin ya da bir etkinin özelliğinin 'işaretlerinin' (tekrar tekrar) tanınmaları yoluyla yaratılmaktadırlar. 'Bilinç' ve 'tepki' ise, söz konusu özellikleri 'içermektedirler' (çünkü anlam bu demektir). Böylesi açıklamaların pasifliği ve mekanikliği çoğu kez fark edilmiştir. Formalizmin soruna en fazla katkıda bulunabileceği nokta, böylesi bir pasifliğe ve mekanikliğe karşı durmasıydı. Bunu, anlamların göstergeler yoluyla belirli bir biçimde (formel) artikülasyonu üzerinde ısrarla durarak yapıyordu.
Gösterge sistemlerinin belirleyici özelliği üzerine kurulmuş değişik kuramların, bununla karşılaştırılabilecek olan, göstergenin sabit özelliği fikrine dayandığı daha az fark edilmiştir. (Bu fikir, sonuçta sabit içeriğin yerine sabit biçimi getiriyordu.) Söz konusu bu rakip ekoller arasındaki yoğun tartışma, 'göstergenin' sabit içeriğe ya da sabit biçime dönüştürülmesinin (terimin de her zaman için olası kaldığı biçimde) etkin pratik bilincin radikal bir yadsınması olduğu gerçeğini gözardı etmememizi getirdi. Her iki durumda da gösterge, bir işaret yönünde hareket ettirilmektedir. Volosinov ise, bu ikisini (gösterge ve işaret) ayrıştırmak için, işaretin kısıtlılığı ve değişken olmamayı içinde taşıdığını söylemişti. Bir göstergenin (dilin gösterici öğesi terimi daha doğru olurdu) gerçek niteliği, onun, formel bir öğenin ve bir anlamın özgün bir birleşimi olan iletişimdeki etkinliğinde yatar (bu, işaretler için de geçerli bir niteliktir). Ancak gösterge, sürekli toplumsal etkinliğin bir fonksiyonu olarak da, değişme ve gelişme yeteneğine sahiptir: bir dilin tarihinde gözlemlenebilen, ama 'eş zamanlı' analizin ayrıcalıklı önceliği tarafından gözardı edilen ya da ikincil ve tesadüfi bir özelliğe indirgenen gerçek süreçler.  
Göstergenin, işaretten farklı olarak, sabit, belirli ve değişkenlikten uzak bir anlamı yoktur. Gösterge etkin bir anlam çekirdeği taşımalıdır, fakat pratikte, içlerinde etkin olarak kullanıldığı sonsuz değişken duruma tekabül eden değişken bir alana sahiptir. Bu durumlar, yeni ve değişen, aynı zamanda da tekrarlanan ilişkileri içerirler. İşte göstergenin gerçekliği budur: sabit ve 'halihazırda verili' içsel öneminden çok, 'formel öğenin' ve 'anlamın' -'biçiminin' ve 'özün' dinamik birleşimi. Volosinov'un çok-vurgulu (multi-accentual) olarak adlandırdığı bu değişken nitelik, tabii ki, 'doğru' ya da 'uygun' anlamlar fikrine karşı gerekli olan tehditti. Söz konusu bu fikir; Ortodoks filoloji tarafından ölü dillerin incelenmesi yoluyla güçlü bir biçimde geliştirilmiş ve hem 'diyalektler' (lehçeler) ya da 'hatalar' (errors) tarafından (flank edilen) 'standart' bir dilin toplumsal sınıf ayrımlarına, hem de 'doğru' ve 'nesnel' okumaya ilişkin edebiyat kuramlarına mal edilmişti. Fakat değişkenlik niteliği -tesadüfi (random) değil ama pratik bilincin gerekli bir öğesi olarak değişkenlik-, aynı zamanda nesnelci gösterge sistemi görüşlerine karşı da ağır eleştiri noktalarını içerir. Söz konusu bu nitelik, aynı zamanda, anahtar niteliğindeki toplumsal belirlenme gerçeğinin, bir sistem tarafından belirlenme fikrine indirgenmesine karşı geliştirilen nihai tartışmalardan biridir. Tüm soyut nesnelcilik biçimlerine karşı çıkmasına rağmen, 'öznellik' sorununun hayati bir biçimde yeniden ele alınmasının da temelini oluşturur.
Sabit değişmezliğiyle işaret, gerçekten de ortak (collective) bir gerçektir. Algılanabilir ve tekrarlanabilir ya da yeni bir işaret icat edilebilir; ama her iki durumda da, işaretin işleme girdiği düzeyin türü ortaklar. Başka bir deyişle, tanınması (recognize) şarttır, ancak bilinçli bi-reylerin etkin katılımını ('toplumsal' kavramının indirgemeci uyarlamalarının ortak bi özellik olarak yaptıkları gibi) dıştalanmış olan toplumsallık düzeyinde içselleştirilmesi gerekli değildir. İşaret, bu anlamda, sabit ve değiştirilebilir bir ortak mülkiyettir; özelliği gereği, kolaylıkla hem ithal hem de ihraç edilebilir. Dilin gerçek gösterici (signifying) öğesi, daha başlangıçtan, dilin içsel bir işaret, etkin pratik bilincin bir parçası haline gelmesi için, değişik bi kapasiteye sahip olmalıdır. Dolayısıyla, gerçek bireyler arasındaki toplumsal ve maddi varoluşuna ek olarak, gösterge aynı zamanda bireylerin ya toplumsal iletişim davranışlarında ya da toplumsal olarak ifade bulmayan ve kişisel veya özel olarak yorumlanabilecek pratiklerde kendi inisiyatifleri altındaki göstergeleri kullanabilmelerini sağlayan verbal yapılı bilinçliliğin bi parçasıdır.
Demek ki bu görüş, tüm iletişim sanatlarının, içinde yaratıcı ya da kendi kendini üreten türden hiçbir bireysel inisiyatifin olası olmadığı, önceden belirlenmiş nesnel ilişkilerden ve özelliklerden doğduğunu savunan görüşle radikal bi karşıtlık halindedir. Dolayısıyla da, bireysel inisiyatifin ya da yaratıcı kullanımının ötesinde olan nesnel bir sistemin Saussurean, davranışçı ya da mekanik versiyonlarının kesin bir kuramsal yadsınmasıdır. Aynı zamanda, dili bireysel bir ifade olarak gören öznelci kuramların da kuramsal anlamda yadsınmasıdır, çünkü içsel anlamda yapıcı olan şey, toplumsal gösterge gerçeğidir. Bu gösterge, kesin bir toplumsal anlama ve ilişkiye sahiptir, bu toplumsal anlam ve ilişki ise asla sabit ve değişmez değildir. 'İçsel göstergelerin' –(içsel dil)- zengin pratik deneyimi, dili bireysel bir ifade olarak ele alan dil kuramlannın güçlenmesine yol açmıştır ve hâlâ da açmaktadır. 'İçsel göstergeler' deneyimi, 'içsel dil etkinliklerinin' tekrarlanan bir biçimde fark edilmesiyle edinilir. Bu etkinlikleri 'düşünce', 'bilinç' ya da aktüel fiziksel bileşimler olarak adlandırabiliriz. Söz konusu 'içsel' etkinlikler, henüz diğer bir insana söylenmemiş ya da yazılmamış sözcüklerin kullanımını içerirler. Bu deneyimi dıştalayan ya da onu açık toplumsal dil eyleminin bir kalıntısıyla, bir yan ürünüyle ya da bir provasıyla sınırlandırmayı (sık sık böyle olsa da) amaçlayan her dil kuramı; toplumsal dili, pratik bilince indirgemiş olur. Söylenmesi gereken şey, göstergenin toplumsal olduğu ancak bizzat gösterge niteliğiyle de hem içselleştirilmeye -hem de açık iletişimde, toplumsal ve maddi yollarla sürekli olarak kullanılabilir olmaya elverişli olduğudur. (Eğer gösterge, kendisini ifade etmek için yalnızca kendi fiziksel güçlerini kullanan gerçek insanlar arasındaki iletişimsel ilişki için bir gösterge olacaksa, içselleştirilmek zorundadır.) 'İçsel' ve 'maddi' gösterge arasındaki bu önemli ilişki -genellikle bir gerilim deneyimi veren ama her zaman bir eylem, bir pratik olarak yaşanan bir ilişkidir bu-, daha öteye götürülerek radikal bir biçimde araştırılmalıdır. Bireysel gelişim psikolojisi alanında Vygotsky bu araştırmayı başlatmış ve hemen 'içsel konuşmanın hayati önem taşıyan kimi ayırt edici özelliklerinin farkına varmıştır. Volosinov'un yalnızca 'geçirilebilir' (transferable) olarak yorumladığı bu özellikler, Vygotsky'de kendi başlarına yapıcıdırlar. Sözkonusu bu pozisyon, hâlâ tarihsel maddeci kuramın perspektifi içindedir. Karmaşık ilişki, bir başka yönden, özellikle tarihsel bir araştırmaya muhtaçtır.
Öte yandan, Volosinov'un getirdiği tartışmayı izlersek, tüm toplumsal sürecin gerçek bireyler arasındaki eylem olması gibi, bireyselliğin de, bütünsel toplumsal dil gerçeğiyle birlikte ('dışsal' ya da 'içsel' konuşma olarak), herhangi bir bireysel hayatın gerçekleştirilmesinin aracı olan toplumsal kapasitenin, ayrışmış fiziksel varlıklar içinde etkin olarak inşa edilmesi olduğunu görebiliriz. Bu kesin anlamdaki bilinç, toplumsal varoluştur. Etkin ve özgün toplumsal gelişme ve ilişkiler yoluyla, 'gösterge-sistemi' olarak adlandırılan kesin bir toplumsal kapasiteye sahip olma durumudur. Volosinov, bu temel belirlemelerden sonra bile, 'gösterge-sistemi'nden söz etmeyi sürdürür. Bu, Saussure'cü dilbilimde kesin olarak yapılmış formülasyondur. Volosinov'un tartışma çizgisini izlediğimizde, bu formülasyonun ne kadar zor olduğunu ve bizi ne kadar yanlış bir noktaya götürdüğünü görürüz. 'Gösterge'nin kendisi -formel öğe-, değişkenliğinin ve içsel anlamda etkin öğelerinin vurgulanabilmesi için yeniden değerlendirilmelidir. Bunun sonucunda yalnızca içsel bir yapı değil, aynı zamanda içsel bir dinamik ortaya çıkar. Benzer bir biçimde, 'sistem' de, sabit bir 'toplumsallık'tan çok, toplumsal süreci vurgulamak için yeniden değerlendirilmelidir. Bu yeniden değerlendirme, formalist tartışma içinde, kısmi olarak Jakobson ve Tynjanov tarafından yapılmıştı (1928). Jakobson ve Tynjanov, 'her sistemin bir evrim biçiminde varolduğunu, evrimin de kaçınılmaz olarak sistematik bir karakter taşıdığını' kabul etmişlerdi. Gerekli olan bu kabullenme, yine de "'evrimsel' bir kategori içindeki belirleyici sistemler" (nesnelci idealizmin tanıdık şeyleştirmesi) perspektifiyle kısıtlanmış olduğundan, toplumsal sürecin tam anlamıyla vurgulanması yoluyla bir değişikliğe uğratılmaya muhtaçtır. Bu noktada, mutlak bir öncelik sorunu olarak insan, kendi ürünü olan herhangi bir sistemden önce -ki bu ürün soyut bilinçten çok pratik bilincin bir vechesi olarak kavranabilir ya da belirleme gücünü uygular- nesneler arasında bağ kurmaktadır.
Dilin derinlemesine incelenmesi boyunca, sözü edilen bu değişiklikler yapılmak zorundadır. Fakat son nokta, nihai bir güçlüğe işaret etmektedir. Anlamların yaratılmasına ilişkin toplumsal sürecin büyük bir bölümü, nesnelci dilbilim içinde göstergenin formel ilişkilerine, dolayısıyla da sistematik karakterine yansıtıldı. Gösterge düzeyinde soyut ve durağan olarak kavramlaştırılan şey, bir bütün olarak sistemin 'yasaları' ya da 'yapıları' içinde bir tür harekete -donmuş, belirleyici bir hareket, buzul alanlarının hareketi gibi bir hareket- sokulmuştu. İlişkili bir sisteme yapılan ve içinde formel veche olarak grameri barındıran bu yansıtma, her durumda kaçınılmazdır. 'Göstergenin' yalıtılması, Saussure'de ya da Volosinov'da, en iyi ihtimalle analitik bir işlem, en kötü ihtimalle de bir kaçıştır (bahanedir). Dolayısıyla, bütünsel bir sistem içindeki ilişkilere dair çalışmaların çoğu belirgin bir ilerlemedir ve göstergenin değişkenliği sorunu, göstergenin formel ilişkilerinin değişkenliği içindeymiş gibi gözükebilir. Ancak, ilişkili sistemin bu biçimde vurgulanması bir yandan gerekliyse de, söz konusu bu vurgu, göstergenin başlangıçtaki soyut tanımının sonuçlarıyla sınırlıdır. (Teorik olarak) değişken olmayan birimlerin son derece karmaşık ilişkileri asla öze ilişkin ilişkiler olamazlar, her zaman için formel ilişkiler olarak kalmak durumundadırlar. Göstergenin içsel dinamiği -ki bu dinamik, göstergenin toplumsal ve maddi ilişkileri kadar formel yapısını da içerir-, bir bütün olarak sistemin toplumsal, maddi ve formel dinamiğiyle sıkı sıkıya bağlı olarak değerlendirilmek zorundadır. Son zamanlarda yapılan çalışmalarda, bu yönde bazı ilerlemeler olmuştur (Rossi-Landi, 1975).
Aynı zamanda, sorunun tümünü yeniden gündeme getiren bir gelişme de söz konusudur. Chomsky etkisindeki dilbilimde, daha önceki nesnelci sistemler tarafından dıştalanan bireysel inisiyatif olasılığını ve ve yaratıcı pratiği vurgulayan yeni bir sistem kavramına doğru kararlı bir adım atılmıştır. Bunun yanı sıra, söz konusu kavram, dilin kökenine ve gelişimine ilişkin sıradan toplumsal ve tarihsel görüşlere kesinkes karşıt olan “derin dil oluşumu yapıları” fikrini vurgulamaktadır. Derin yapıcı yapıların, tarihsel olmaktan çok evrimsel olan bir düzeyde vurgulanması elbette ki, dilin insanı yapan öğelerden olduğu görüşüyle uzlaştırılabilir. İnsanın gelişimine, belirleyici yöntemlerle, sınırlandırmalar getirilir, baskılar uygulanır. Söz konusu bu vurgulama dıştalayıcı bir evrimsel süreç olarak tutulmaya çalışılsa da, kaçınılmaz olarak sistematik evrim’e ilişkin şeyleşmiş bakış açılarına doğru gelişir. Gelişme, süregiden toplumsal bir pratik içindeki gerçek insanların değil, oluşmuş sistemlerin ve yapıların (bu oluşum, çeşitlemeleri hem sınırlar hem de onlara izin verir) sonucu olarak ele alınır. Bu noktada, Vygotsky'nin içsel monolog ve bilinç üzerine yaptığı çalışma teorik bir hayatiyete sahiptir,
"Konuşma ve zekânın geliştiği ilk evreleri -ki bunların hem hayvanlarda hem de küçük çocuklarda aynı gelişim çizgilerini izlediğin daha önce görmüştük- içsel konuşmanın ve sözsel düşüncenin gelişimiyle karşılaştırırsak, daha sonraki evrenin, ilk evrenin basit bir devamı olmadığı sonucuna varırız (varmamız gerekir). Gelişmenin kendi karakteri, biyolojik gelişmeden toplumsal-tarihsel gelişmeye doğru değişir. Sözsel düşünce doğuştan edinilmediği gibi, doğal bir davranış biçimi de değildir. Tarihsel-kültürel bir süreç tarafından belirlenir ve doğal düşünce ve konuşma biçimlerinin içinde bulunması olası olmayan özgün özelliklere ve yasalara sahiptir" (Thought and Language., 51)
Dolayısıyla, dil yeteneğinin biyolojik anlamdaki gerekli tanımlanmasına, eşdeğerde gerekli bir dil gelişimi tanımı ekleyebiliriz. Bu, dilin tarihsel ve toplumsal -aynı anda hem bireysel hem de toplumsal- anlamdaki yapıcılığıdır. Bu adımdan sonra, tanımlayabileceğimiz şey diyalektik bir süreçtir: insanların değişen pratik bilinci. Burada, hem evrimsel hem de tarihsel süreçler bütün ağırlıklarıyla yer alırlar. Bu süreçleri, aktüel dil kullanımının karmaşık çeşitlemeleri içinden çekip çıkarmak da mümkündür. İşte 'edebiyat'ı içinden çekip çıkaracağımız kuramsal temel budur. Edebiyatı, ortodoks Marksizm'de çok sık rastlanan ve onu aynı dil gibi, bir işleve ve giderek ortak emeğin üstyapısal bir yan ürününe indirgeyen soyut geçmişe göndermeci kavramdan ayrıştırarak ve yazının (writing) özgün toplumsal-tarihsel gelişimi temeline oturtmak gerekecektir. Fakat bunu yapmadan önce, daha önceki dil ve bilinç kuramlarının üzerine kurulmuş olan ve bu halleriyle birer engel oluşturan edebiyat kavramlarını incelemek zorundayız.
ÇEVİREN: BARİKA GÖNCÜ
0 notes
istfilmfest · 8 years ago
Text
FESTİVAL GÜNLÜĞÜ #09 | 13 NİSAN 2017, PERŞEMBE
Hayvanlar: Bir ilişkinin farklı aşamaları / Animals: Different stages of a relationship
Please scroll down for English.
Tumblr media
Hayvanlar / Animals
“Altın Lale Uluslararası Yarışma” filmlerinden Hayvanlar, oyuncularından Mehdi Nebbou’nun katılımıyla Beyoğlu Sineması’nda gösterildi. Filmi ilk kez, İstanbul seyircisiyle birlikte izleyen Nebbou, filmin kendisi için de bir keşfetme süreci olduğunu söyledi. Filmde konu edinen üç erkek ve kadın karakter için, “aslında tek karakterlerdi. Sanırım yönetmen onlar aracılığı ile ilişkinin üç farklı aşamasını göstermek istedi” dedi. Görüntü yönetiminin muhteşem olduğunu vurgulayan oyuncu, bu tip filmlerin sorulara cevap vermektense, bir alan veya ortam yarattıklarını savundu ve ekledi: “siz de filmdeki alana bakarken başka bir şey yarattınız. Yönetmen seyircinin de aktif olmasını istiyor.”
Animals from “International Golden Tulip Competition” was screened at Beyoğlu Sineması with the participation of the actor Mehdi Nebbou. Nebbou watched the film for the first time in Istanbul together with the audience and said that it was a time of discovery for him as well. About the three male and female characters, he said: “they were actually one character. I believe the director wanted to portray three different stages of a relationship through these characters.” Nebbou pointed out how wonderful the cinematography was, and argued that these type of films create a space and atmopshere instead of answering questions, and then added: “and looking at the space in the film, you also created something else. The director wants the audience to be active.”
0 notes
falcibaba · 2 years ago
Text
Bağlama Büyüsü, Duası Nasıl Yapılır? 2022
Tumblr media
Bağlama büyüsü, adından da anlayabileceğiniz üzere iki insanı duygusal anlamda birbirine bağlamak ve onların arasındaki aşkı kuvvetlendirmek amacıyla yapılan bir büyüdür. Bu büyü; nişanlılar, sevgililer ve eşler tarafından sıklıkla kullanılır. Günümüze kadar birçok çift bu büyü sayesinde ayrılmaktan vazgeçmiş ve çiftler arasında yaşanan problemler son bulmuştur. Bu nedenle aralarına soğukluk giren çiftlere genellikle bağlama büyüsü tavsiye edilir. Bağlama büyüsü ak büyü sınıfındadır. Etki süresi ise medyumun tecrübesine ve yaptığı işlere bağlı olarak 10-12 gün arasıdır. Yani bu süre içerisinde çiftin birbirlerine bağlılığı artmaya başlayacaktır. Ancak bazı zamanlarda bu sürenin 21-54 güne kadar çıktığı görülebilir. Yapılan ritüel, büyünün etki süresini doğrudan etkileyecektir.
Bağlama Büyüsü Çeşitleri Nelerdir?
Bağlama büyüsü farklı yöntemler kullanılarak yapılabilmektedir. Günümüzde en çok tercih edilen bağlama büyüsü çeşitleri şunlardır: - Mum kullanılarak bağlama büyüsü - İp kullanılarak yapılan bağlama büyüsü - Kaşık kullanılarak yapılan bağlama büyüsü - Nohut tanesi ile yapılan bağlama büyüsü - Fotoğraf kullanılarak yapılan bağlama büyüsü Yukarıda yer alan büyü çeşitlerinin tamamı aynı etkiye sahiptir. Bu büyüler, iki tarafın birbirine karşı kopmayan bir bağ ile bağlanmasına ve bu doğrultuda sağlıklı bir ilişki yaşamasına yardımcı olur. En çok tercih edilen büyü çeşidi ise fotoğraf ile yapılan bağlama büyüsüdür. Bu büyüde karşı tarafın birtakım kişisel bilgilerine ve fotoğrafına ihtiyaç duyulur. Diğer büyü çeşitlerinde olduğu gibi bu büyünün etki süresi de 10-12 gün arasındadır.
Bağlama Büyüsü Nasıl Yapılır?
Bağlama büyüsü nasıl yapılır sorusu, eşleri veya sevgilileri ile huzursuz günler geçiren ve ilişkinin zarar görmesinden korkan kişiler tarafından sıklıkla sorulur. Fotoğrafla yapılan bağlama büyüsünün aşamaları şunlardır: - Öncelikle her iki tarafın isim, anne ismi, doğum tarihi gibi bilgilerine ihtiyaç duyulur. Aynı zamanda fotoğraflar da hazırda bekletilmelidir. - Bağlanması istenen çiftin fotoğrafları üzerine kişisel bilgileri safran mürekkebi kullanılarak yazılır. - Fotoğraflar bir kavanozun içerisine konur ve 3 damla adamotu, 6 damla susam yağı, 1 damla eğir kökü, 2 damla çöpleme ve 1 damla haşhaş özü dökülerek 7 gün bekletilir. Yukarıda yer alan adımlar tamamlandıktan sonra sıra ruhaniyi davet etmeye gelir. Ruhaniyi davet etmek için bir koç kesilir. Ancak bu adımlar medyumlar tarafından gerçekleştirilmelidir. Tecrübesi olmayan birinin ruhani davet etmesi çeşitli sorunların yaşanmasına neden olabilir.
Bağlama Büyüsü Etkileri Nelerdir?
Bağlama büyüsü etkili mi sorusunun sıklıkla sorulduğunu görürüz. Bağlama büyüsü alanında uzman medyumlar tarafından yapıldığında son derece etkilidir. Bu büyü yapıldığında karşı tarafın ilişkiye daha fazla bağlandığı ve büyü yapan kişiyi aklından çıkaramadığı görülür. Aynı zamanda karşı taraf büyü yapan kişi ile iletişim kurabilmek için her yolu deneyecek ve ilişkiye zarar getirecek davranışlarda bulunmayacaktır. Özellikle sağlıklı ve mutlu bir ilişki isteyen kişiler bu büyüyü tercih edebilir.
Bağlama Büyüsü Nasıl Bozulur?
Birçok büyü yapıldıktan belirli bir süre sonra istenildiği takdirde bozulabilmektedir. Bağlama büyüsü nasıl bozulur sorusu ise bu büyüyü yaptırıp sonrasında pişman olan veya kendine yapılan büyüden kurtulmak isteyen kişiler tarafından pek çok kez sorulur. Bağlama büyüsünü bozmak için şu adımların uygulanması gerekecektir: - Büyü yaparken olduğu gibi yine kişilerin isimlerine, anne isimlerine, doğum tarihlerine ve fotoğraflarına ihtiyaç duyulur. - Bilgiler fotoğraflara yazıldıktan sonra fotoğraflar kavanoza koyulur ve hardal, kitre, kekik, şeytantersi, meşe mazısı bitkilerinin özleri eklenir. Kavanoz bu şekilde 3 gün bekletilir. - Üç günün ardından ruhani davet edilir ve ruhaninin çifti ayırması istenir. Ardından kavanoz ruhaninin yanında kırılır. Yukarıda yer alan işlemler bir medyum tarafından uygulandığında 7 gün içerisinde büyü bozulacak ve çift ayrılacaktır. Read the full article
0 notes
Text
Özgürce Yeni Ataköy escort Gecelerine Dahil Olun
Buradaki hayat terleten ve enerji sarf ettiren bir durumdur çünkü güzellikte kaliteyi emek vererek yaşamak ve doğru noktalarda karşılığını alarak çok uygun bir Ataköy escort hanımı ile birlikte baş başa bulmak söz konusudur. Birlikte verilecek kararların güzel bir yetişkin değerde ve her zaman kaliteli olgun anlayışlar üzerine tazelik vereceğini ve çok daha güzel renklerle eğlenceyi sunacak olduğunu görürsünüz. Arzuların canlanmış olduğu noktaları ve her birindeki değerin ataköy escort manita ilişkileri ile birlikte varlığını koruyan farklı buluşma alanlarını bularak yeni nesil bir cinsel ilişkinin güzelliğini kavrarsınız. Buradan sonra birlikte hareket etmek çok daha önemli olan seansları tazelik aşamaları ile birlikte yaşamak ve günümüzdeki erotizm yollarında muhteşem kadınları olarak tanımaktadır. Onların kendine üzerindeki güzelliği anlatması ile birlikte bolca pozisyon yaşanmakta ve yeni güzelliklerin hayal gibi güzel kadınları olduğunu bu yollarda dokunarak ve hissederek anlamaktadır. Başlı başına bir güzelliğin yolunu ve sonradan bakıldığında bunların tutku ile açılan kollarını görerek yepyeni bir durumun harikalar yarattığını çok daha özel bir mutluluk olarak yansıtmaktadır. Aşkın aydınlık yüzünde gerekli olan tatmini göreceksiniz ve bu heyecan yolları ile birlikte gelmiş olan kaliteyi anlayarak gözlerinden düşen tatlı düşünceleri yaşayacak ve motive olmanın cinsellikteki performans arttırıcı etkisini bulacaksınız. Bunun gibi özel Ataköy escort kızlarının performans arttırmak için yapay yollara ya da haplara ihtiyacı yoktur onlar daha güzel escort ataköy tetikleyici ateş parçası olarak yataklardaki mutluluğun yüzünü oluşturmaktadır. Gözlem yaparak erkek en iyi noktaları bir piyano sesindeki nostaljik hava kadar güzel bir alanda bulabilir ve onları kendi atmosferinde yaşarken çırılçıplak görmesi ile birlikte gerçekten de önemli bir konumda olduğunu fark edebilir.
Özgürce Yeni Ataköy escort Gecelerine Dahil Olun
0 notes
medyumbesirhoca · 3 years ago
Text
Saç Büyüsü Nedir?
Tumblr media
Saç büyüsü nedir? Saç büyüsü nasıl yapılır? Sorularınıza karşılık tüm cevapları bu yazımızda bulabilirsiniz. Saç büyüsü sayesinde sevdiğiniz insanları kendinize kolayca bağlayabileceksiniz. Adından da anlaşıldığı gibi bu büyünün yapılmasında saç telinin önemi fazladır. Ana materyal olarak saç teli kullanılır. Saç telini, danıştığınız medyum hocaya götürdüğünüzde büyünün başlangıcı olacaktır. Büyü sonuç vermeye başladığında platonik aşklarınız bir ilişkiye dönüşür, sevgilinizle olan ilişkiniz daha kuvvetli olur ya da evliliklerinizin birbirinize daha bağlı gitmesine sebep olur. Bu büyünün yapılışında her medyum hoca kendine özel yöntemler geliştirmiş olabilir. Dikkatli bir şekilde bu büyünün hayata geçirilmesi gereklidir. Büyü farklı amaçlara da hizmet edebilmektedir. Saç büyüsünün bozulması oldukça güçtür. Genellikle bu büyünün son gereksinimi, saçın toprağa gömülmesidir. Eğer büyülü saçlar topraktan çıkarılmazsa büyünün bozulması neredeyse imkânsız hale gelecektir. Eğer siz büyü sahibi olarak, uygulamanın tesirini ortadan kaldırmak istiyorsanız çeşitli hamleler yapabilirsiniz. Medyum hocanız, gerekli değerlendirmeleri ve adımları belirledikten sonra büyüyü yapmaya başlar. Birçok alanda kullanılabildiği gibi asıl amacı bağlama üzerinedir. Bu büyünün etki alanı da oldukça geniştir. Amacınıza ve ihtiyaçlarınıza yönelik yöntemle bu büyüyü yapılacaktır. Büyünün seçimi de gereken ritüelleri ve okunması gereken duaları belirleyen ana sebeptir. Oldukça eski ve köklü bir büyü olarak saç büyüsü karşımıza çıkmaktadır.
Saç Büyüsü Tam Olarak Nedir?
Saç büyüsü nedir? Saç büyüsü nasıl yapılır? Ak büyüler arasında bulunan saç büyüsü, genellikle iyi niyet ve güzel amaçla başvurulan bir uygulamadır. Etkisi altında kalan kişinin doğrudan iradesi üzerinde bir tesir göstermektedir. Özellikle bağlama büyüsü olarak kullanılması sevgili ve evli çiftlerin sık sık başvurduğu bir büyü konumuna getirmiştir. Aşk niyetiyle yapılmasını dışında diğer bire bir ilişkilerde de bu büyünün kullanımı normaldir. Örnek vermek gerekirse bir patron ile çalışan arasındaki ilişkinin daha iyi olabilmesi için bu büyüye başvurulabilir. Bunun gibi birçok durumda bu büyü, medyum hocalar tarafından hayata geçirilmektedir. Önemli olan yalnızca saç telini hocanızla buluşturabilmenizdir. Büyü ilmi, geçmiş toplumlardan bugünlere kadar uzanmış oldukça eski ve derin bir kavramdır. Hemen hemen her dinde ve medeniyette büyülerin yeri yadsınmayacak kadar önemlidir. Kimi zaman büyüler ve büyücüler toplumdan dışlansa da bu kültürü devam ettirmeyi başarmışlardır. Bu durumun aksine bazı toplumlarda büyü toplum ile birleşmiş bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Saç büyüsü de bu ilmin bir parçasıdır. Bağlama büyüleri, her zaman popüler olarak kullanılan bir uygulamaydı. Bu durum çeşitli uygulamaların ortaya çıkmasına da sebep olmuştur. Saç büyüsü, bu uygulamalardan yalnızca bir tanesidir. Bir profesyonele ulaştığınızda isteklerinize ve içinde bulunduğunuz duruma göre hangi büyünün kullanacağını belirlenir. Aynı zamanda birçok etken de hangi büyünün seçileceğini belirler. Topraklarımızdaki büyü ilmine baktığımızda oldukça şanslı olduğumuzu fark etmekteyiz. Özellikle Anadolu coğrafyasının birçok topluma ve medeniyete ev sahipliği yapması büyü ilminin de çeşitliliğini doğrudan etkilemiştir. Günümüzde ülkemiz içerisinde yaşayan oldukça değerli medyumlar bulunmaktadır. Kendilerini çeşitli büyü ilimlerinde geliştirmiş ve yetiştirmiş bu insanlar, birçok farklı uygulamada yardımcı olabilmektedirler. Büyü seçiminde bu doğrudan etki yapar. Başvurduğunuz kişinin eğitimi ve deneyimi, hangi büyüden yararlanacağınızı belirler. Öte yandan sizin istekleriniz ve amacınız da büyünün seçiminde önemli bir etkendir. Tüm bu durumlar bir potada eritilip sizlere maksimum faydayı sağlayacak büyü uygulaması, adım adım hayata geçirilmek üzere bir plan oluşturulacaktır.
Saç Büyüsünün Etki Gösterme İhtimali
Saç büyüsü nedir? Saç büyüsü nasıl yapılır? Saç büyüsü tüm adımlar doğru bir şekilde uygulandığında oldukça güçlü ve kuvvetli etkiye sahiptir. Eski çağlardan beri geliştirilen ve her zaman üstüne konulan bir büyü olması, bu kadar derin tesir etkisinin olmasına sebep olmuştur. Genel olarak bağlama büyülerinin tümü bu özelliklere sahipken, saç büyüsü özelinde konuştuğumuzda daha da kuvvetli olduğunu söyleyebilmekteyiz. Bir kişinin vücudundan bir parçanın büyüde kullanılması, büyü tesirinin hem kuvvetini hem de başlangıç süresini doğrudan etkileyebilmektedir. Bu sebeple maddi dünyadan bir materyalin, büyüyü bağlaması için kullanılması her zaman pozitif etki bırakır. Büyü etki göstermeye başladığı gibi kişinin iradesi istediğiniz yönde ilerlemeye başlar. Medyum hocanızla beraber büyüyü hayata geçirebilirsiniz. Saç büyüsü yaptığınızda doğru ve tesirli bir etki görmek istiyorsanız dikkat etmeniz gereken birkaç nokta vardır. Bu noktaların başında gelen, medyum hocanızın bilgisi ve deneyimidir. Eğer gerçek bir medyum hocadan yardım almıyorsanız büyünün etki etme ihtimali sıfırdır. Bu sebeple doğru kişiyle çalıştığınızdan emin olunuz. Günümüzde internet ve sosyal medya gibi birçok platformun sık sık kullanılması, doğru bilgilerle beraber yalan bilgilerin de çoğalmasına sebep oldu. Bu yüzden, internet üzerindeki her büyü bilgisine itibar etmemelisiniz. Onun yerine gerçek hocaları bulmaya çalışın ve onların yardımlarını tercih edin. Eğer büyü yanlış yapılırsa saç büyüsü belirtileri göremezsiniz. Saç büyüsünün sonuçları ortaya çıkarken dikkat etmeniz gereken bir diğer nokta, büyüye karşı olan inancınız ve sabrınızdır. Herhangi bir büyünün etki göstermesini istiyorsanız öncellikle büyünün etki edeceğine dair olan inancınız hep yüksek olmalıdır. Sabırlı bir şekilde bu inancı yaşayarak büyünün aşamalarını gerçekleştirmelisiniz. Aksi halde bir sonuç almanız zorlaşır. Sonuç alsanız bile istediğiniz etkiye ulaşamazsınız. Bir diğer atlanmaması gereken mevzu büyünün doğru bir şekilde uygulanmasıdır. Bu sebeple medyum hocalardan destek almanız şiddetle tavsiye edilmektedir. Eğer büyünün herhangi bir adımını yanlış yaparsanız karşılaşacağınız manzara hiçbir şekilde size mutlu etmeyecektir. Uygulamanın her adımını büyünün aşamaları ışığında düzgün bir şekilde gerçekleştirmelisiniz.
Saç Büyüsü Nasıl Uygulanır?
Saç büyüsü, çeşitli büyü ilimleri içerisinde yer alan, genel bir adın altında farklı farklı uygulamalara sahip bir büyüdür. Bu sebeple, medyum hocanızın içerisinde bulunduğu büyü kültürüne göre farklı saç büyü uygulamaları görebilirsiniz. Tam olarak bu noktada, doğru bilgi alabilmeniz için bir profesyonel ile çalışmanız önerilmektedir. Aksi halde karman çorman bilgilerle doğruluğundan emin olunmayan uygulamaları kendi başınıza yapmaya kalkarsanız hem sizin için hem de büyüyü yapacağını kişi için birçok olumsuz sonuçlar ortaya çıkabilir. Bu uygulamalar üzerinde tam bir bilgi vermek imkansızdır çünkü amacınıza ve isteklerinize göre de büyünün adımları değişiklik gösterebilmektedir. Tüm bunların yanında saç büyüsü uygulamasının gidişatı üzerinde birkaç bilgi vermek gerekirse, ilk olarak bu büyüyü yapmaya karar verdikten sonra saç telini getirmeniz gerekmektedir. Büyüyü uygulamak istediğiniz kişinin saç telini, medyum hocaya ulaştırdıktan sonra işin büyük kısmı ona düşmektedir. Saç teli üzerinde çeşitli tılsımlar ve dualar uygulayacaktır. Bu materyalin yanında, büyüyü yapacağınız insan hakkında birkaç kişisel bilgi daha gerekebilmektedir. Doğum tarihi, ad ve anne adı gibi bilgileri bilmenizde yarar vardır. Bu işlemlerle beraber aldığınız yardımla sizin de yapmanız gereken birtakım ritüellerin ne olduğunu öğreneceksiniz. Bunları yüksek inanç ve sabırla uygulamaya koyarsanız büyünün tesir etmesi kaçınılmaz olacaktır. Son işlem olarak saç telini yap toprağa gömmeniz gerekir ya da evin bir köşesinde gizli bir şekilde saklamalısınız. Burada önemli olan o saç teline kimsenin ulaşamayacak olmasıdır.
Saç Büyüsü Kaç Günde Etki Eder?
Saç büyüsü nedir? Saç büyüsü nasıl yapılır? Saç büyüsü ak büyüler arasında olduğu için hem yapım süreci hem de etkiye başlama süresi nispeten daha kısa sürmektedir. Bu sebeple hızlı bir şekilde büyülerin etkilerini görmeye başlayabilirsiniz. İlk 7 gün içerisinde büyü, kişiler üzerinde belirti göstermeye başlar. Tam olarak etkiler dışardan görülmese de net bir değişimi kişi içerisinde yaşayacaktır. 10 gün gibi bir süre sonucunda etkiler kendini dışarıya da göstermeye başlar. Ufak ufak başlayan bu tesir bir süre sonrasında adeta bir çığ etkisiyle 2 hafta içerisinde doruk noktasına ulaşır. Büyü, eğer her aşaması doğru yapılırsa bu süreçler içerisinde şaşmadan etki gösterebilmektedir. Öte yandan eğer büyüye karşı olan inancınız tereddütteyse bu sürenin uzadığını göreceksiniz. Ayrıca büyünün yapılış süresince bir sorun ortaya çıktıysa etki göstermeye başlama süresi de düşebilecektir. Tüm bu olumsuzluklardan bazılarına denk geldiğinizde bile 3 veya 4 hafta içerisinde tesir edecektir. Saç büyüsünün etki etme süresini hocanın deneyimi, sizin büyüye karşı olan inancınız ve ritüellerin doğru yapılışı belirlemektedir. Tüm bu etmenlerin doğru bir şekilde ortaya konması büyünün etkisinde hiçbir sorun yaratmayacaktır. Öte yandan yapılan hatalar büyünün etki edip etmeyeceğinin yanında süresini bile değiştirecektir.
Tumblr media
Saç büyüsü nasıl yapılır?
Saç Büyüsü Belirtileri Nelerdir?
Saç büyüsü nedir? Saç büyüsü nasıl yapılır? Bağlama büyüleri uygulandığı kişide aşağı yukarı benzer etkiler yaratmaktadır. Bunun yanında büyü kişiler üzerinde benzersiz tepkiler de yaratabilmektedir. Bu sebeple medyum hocanızla sürekli irtibatta kalmanız, büyünün yapılış ve etki gösteriş aşamasında önemlidir. Hataları düzeltme ve sonrasında istediğiniz amaca ulaşmak için medyum hocalar yardımcı olacaklardır. Bu büyüler her iki cinse de kolayca uygulanabilmektedir. Uygulanış açısından ufak tefek farklılıklar görülse de temelinde aynı anlayışa sahip büyülerdir. Kadınlara veyahut erkeklere yaptığınız saç büyüsü aynı tesir gücünde olacaktır. Bu sebeple ana materyal olan saç tellerini medyum hocanıza iletmeniz yeterli olacaktır. Saç büyüsü etkisi altındaki kişi, çeşitli etkileri süreç içerisinde göstermeye başlar. Bazen bu etkiler sırayla oluşurken bazen birden görülmeye başlar. Bunu belirleyen, kişinin içerisinde bulunduğu ruh hali ve çevresel faktörlerdir. Sizlerin de büyüde uyguladığını ritüeller azımsanmayacak derecede etkilerin işleyişini değiştirebilmektedir. Saç büyüsü belirtileri arasında sıklıkla karşılaştığımız durumları sayacak olursak: - Kişi ilk olarak düşünce yapısında değişiklikler görmeye başlar. Bu durum dışarıya pek yansımaz. - Kendisini derin bir sıkıntı içerisinde hisseder ve yalnız kalmaya meyilli olur. - Bir süre sonra büyüyü uygulayan kişiye karşı oldukça derin hisler hissetmeye başlar ve ona karşı hassas olur. - Çevresi ve ailesiyle arası açılır yalnızca bir kişi hakkında düşünmeye başlar. - En son aşamada, o kişiye bağlı ve muhtaç olduğunu hayatının her anında hisseder. Saç Büyüsü Nasıl Bozulur? Saç büyüsü nedir? Saç büyüsü nasıl yapılır? Saç büyüsünün yapımı ne kadar emek istiyorsa bozulması için de bir o kadar emek gerekmektedir. Medyum hocalardan bu noktada destek almalısınız aksi halde kendi başınıza bu büyüden kurtulmak zorlaşır. Eğer büyüyü yaptıran kişi olarak uygulamanın etkilerini yok etmek istiyorsanız daha önce gittiğiniz kişiye danışmalısınız. Bu kişiler yaptıkları büyüleri daha kolay bozabilirler. Eğer siz bir büyünün etkisi altında olduğunuzu tahmin ediyorsanız, ilk iş bu işlerde deneyimli ve uzman birine gitmek olmalıdır. Onlar sizi profesyonel bir şekilde inceleyip büyüyü kaldırmak için gerekli olan işlemleri icra edeceklerdir. Read the full article
0 notes
mykutsalkadincom · 6 years ago
Link
Sağ­lık sek­tö­rün­de her ge­çen gün bir baş­ka ye­ni­lik­le kar­şı­la­şı­lır­ken, tüp be­bek sek­tö­rü de ye­ni­lik­le­riy­le çift­le­re ye­ni umut ışık­la­rı ya­rat­ma­ya de­vam edi­yor. Yıl­lar ön­ce bu yön­tem­de ba­şa­rı oran­la­rı ol­duk­ça dü­şük­ken, şim­di­ler­de bu oran­lar hay­li yük­sel­miş du­rum­da… Pe­ki tüp be­bek yön­te­min­de ye­ni­lik­ler ne­ler­dir? Son dö­nem­de bu alan­da ne gi­bi ge­liş­me­ler ve de­ği­şik­lik­ler mey­da­na gel­miş­tir? Ün­lü Tüp Be­bek Uz­ma­nı Prof. Dr. Bü­lent Tı­raş bu so­ru­la­rın ya­nıt­la­rı­nı ve tüp be­bek yön­te­miy­le il­gi­li me­rak edi­len her şe­yi Sözcü Pa­za­r’­a an­lat­tı…   SO­RU 1 Kimlere tüp bebek uygulanır? TÜP be­bek yön­te­mi ile ge­be­lik olu­şa­bil­me­si için te­mel­de üç ana ma­ter­ya­le ih­ti­yaç var­dır: Yu­mur­ta , sperm ve ra­him. Ya­ni; ka­dın­da yu­mur­ta­la­rın ol­ma­sı, er­kek­te sperm bu­lun­ma­sı ve ka­dın­da olu­şan em­bri­yo­yu yer­leş­ti­re­cek bir ra­him bu­lun­ma­sı ge­rek­li­dir. Her­han­gi bir ne­den­le tüp­le­ri (yu­mur­ta­lık ka­nal­- la­rı) ha­sar gör­müş ka­dın­lar tüp be­bek te­da­vi­le­rin­den en iyi şe­kil­de fay­da­la­na­bi­len ka­dın­lar­dır. SO­RU 2 Kimlere uygulanmaz? TÜP be­bek te­da­vi­si iki ne­den­le uy­gu­la­na­ma­ya­bi­lir. Bi­rin­ci­si her­han­gi bir sağ­lık so­ru­nu ne­de­niy­le… Ör­ne­ğin; ile­ri dü­zey­de kalp has­ta­lı­ğı, kon­trol edi­le­me­yen şe­ker has­ta­lı­ğı ya da bu­la­şı­cı has­ta­lık so­ru­nu olan ki­şi­ler tüp be­bek te­da­vi­le­ri­ni kal­dı­ra­maz. İkin­ci ne­den ise yu­ka­rı­da say­dı­ğı­mız sperm, yu­mur­ta ya da rah­min bu­lun­ma­dı­ğı ya da iş­lev gö­re­me­di­ği du­rum­lar­dır. Ör­ne­ğin; er­ken me­no­po­za gir­miş bir ka­dın­da ar­tık yu­mur­ta hüc­re­le­ri bu­lun­ma­ya­cak­tır. Ya­pı­lan Mik­ro TE­SE gi­bi cer­ra­hi iş­lem­le­re rağ­men sperm el­de edi­le­me­yen er­kek­ler­de tüp be­bek te­da­vi­si yap­ma şan­sı yok­tur. SO­RU 3 Yaş sınırı var mı? Ka­dın­lar­da 30’lu yaş­lar­dan iti­ba­ren yu­mur­ta­lık re­zer­vi (ya­ni yu­mur­ta sa­yı­sı ve ka­li­te­si ) azal­ma­ya baş­lar. Ka­dın için 38 ya­şın­dan iti­ba­ren tüp be­bek te­da­vi­le­rin­de yaş ne­de­niy­le ge­be­lik oran­la­rı azal­ma­ya baş­lar. 43 ya­şın­dan da­ha bü­yük bir ka­dın­da tüp be­bek­le ge­be­lik ora­nı yüz­de 10, eve can­lı be­bek gö­tür­me ora­nı ise yüz­de 5’e ka­dar azal­mak­ta­dır. Bu ne­den­le, ge­nel­lik­le tüp be­bek mer­kez­le­ri 44 ya­şın­dan da­ha bü­yük ka­dın­la­ra tüp be­bek te­da­vi­si öner­me­mek­te­dir. SO­RU 4 Başarı nasıl artar? TÜP be­be­ğin ba­şa­rı­sı 100 pu­an ola­rak dü­şü­nü­lür­se bu­nun yüz­de 40’nın ka­dın ya­şı ve dok­to­run uy­gu­la­ya­ca­ğı yu­mur­ta bü­yüt­me te­da­vi­le­ri ola­rak dü­şü­nül­mek­te­dir. Ka­dın ya­şı 35’in al­tın­da ise ve tüp be­bek he­ki­mi yu­mur­ta bü­yüt­me pro­to­kol­le­ri­ne ha­kim ise ba­şa­rı oran­la­rı art­mak­ta­dır. Yu­mur­ta, sperm ve em­bri­yo­la­rın iş­lem gör­dü­ğü ve 3-5 gün sü­rey­le mi­sa­fir edil­di­ği em­bri­yo­lo­ji la­bo­ra­tu­var­la­rı ba­şa­rı­nın neredeyse yüz­de 40’ın­dan so­rum­lu­dur. SO­RU 5 Tutmama sebebi nedir? TÜP bebeğin tutmaması anne adayına ve embriyoya bağlı nedenlerle oluşabilir. En önemli tutmama nedeni genellikle embriyodaki kromozom anomalileridir. Eğer embriyo kromozomal olarak sağlıklı bir yapıya sahip değilse ya hiç tutunamamakta ya da tutunsa bile sağlıksız bir gebelik yaratmaktadır. Anne adayına ait nedenler genellikle rahime ait sorunlardır. SO­RU 6 Kaç deneme yapılabilir? TÜP be­bek de­ne­me­le­rin­de her­han­gi bir sı­nır yok­tur ve is­te­nil­di­ği ka­dar de­ne­me ya­pı­la­bi­lir. An­cak ge­nel ola­rak ka­bul gö­ren hu­sus top­lam 6 de­ne­me­ye ka­dar ba­şa­rı oran­la­rı­nın art­tı­ğı an­cak 6 de­ne­me­den son­ra ba­şa­rı oran­la­rı­nın azal­dı­ğı şek­lin­de­dir. SO­RU 7 İlaçlar kanser yapar mı? TÜP bebek tedavisinde kullanılan ilaçlar vücutta doğal olarak hipofiz bezinde üretilen hormonlardır. Genellikle FSH; LH ve HCG adı verilen hormonlar kullanılır. Bu hormonların kullanımı ve kanser arasında ciddi bir ilişkinin varlığı gösterilememiştir. SO­RU 8 Düşük riski fazla mıdır? TÜP bebek gebeliklerinde düşük riski normal gebeliklerden daha fazla değildir. Bu nedenle Tüp bebek tedavisiyle gebe kalan kişilerin fazladan yatmaları ya da düşük ilaçları kullanmalarına gerek yoktur. SO­RU 9 Yeni gelişmeler yaşanıyor mu? TÜP bebek tedavileri hızla ilerlemekte ve teknolojinin gelişimiyle yeni yöntemler tedavi uygulamalarına eklenmektedir. Bu yöntemlerden bazları şunlardır: Embriyoskop: Embriyolar döllenme anından itibaren mikro kameralarla izlenmekte ve bölünme aşamaları kaydedilmektedir. Bölünme hızları ve oluşan embriyoların kalitesine göre seçim yapılarak en sağlıklı embriyolar transfer edilebilmektedir. IMSI ve Birefringence: Sperm seçimi kaliteli bir embriyonun oluşumu için hayati öneme sahiptir. Ayrıca CGH ve NGS ve ERA Testi de uygulanan yöntemler arasındadır.
0 notes
mykutsalkadincom · 6 years ago
Link
Sağ­lık sek­tö­rün­de her ge­çen gün bir baş­ka ye­ni­lik­le kar­şı­la­şı­lır­ken, tüp be­bek sek­tö­rü de ye­ni­lik­le­riy­le çift­le­re ye­ni umut ışık­la­rı ya­rat­ma­ya de­vam edi­yor. Yıl­lar ön­ce bu yön­tem­de ba­şa­rı oran­la­rı ol­duk­ça dü­şük­ken, şim­di­ler­de bu oran­lar hay­li yük­sel­miş du­rum­da… Pe­ki tüp be­bek yön­te­min­de ye­ni­lik­ler ne­ler­dir? Son dö­nem­de bu alan­da ne gi­bi ge­liş­me­ler ve de­ği­şik­lik­ler mey­da­na gel­miş­tir? Ün­lü Tüp Be­bek Uz­ma­nı Prof. Dr. Bü­lent Tı­raş bu so­ru­la­rın ya­nıt­la­rı­nı ve tüp be­bek yön­te­miy­le il­gi­li me­rak edi­len her şe­yi Sözcü Pa­za­r’­a an­lat­tı…   SO­RU 1 Kimlere tüp bebek uygulanır? TÜP be­bek yön­te­mi ile ge­be­lik olu­şa­bil­me­si için te­mel­de üç ana ma­ter­ya­le ih­ti­yaç var­dır: Yu­mur­ta , sperm ve ra­him. Ya­ni; ka­dın­da yu­mur­ta­la­rın ol­ma­sı, er­kek­te sperm bu­lun­ma­sı ve ka­dın­da olu­şan em­bri­yo­yu yer­leş­ti­re­cek bir ra­him bu­lun­ma­sı ge­rek­li­dir. Her­han­gi bir ne­den­le tüp­le­ri (yu­mur­ta­lık ka­nal­- la­rı) ha­sar gör­müş ka­dın­lar tüp be­bek te­da­vi­le­rin­den en iyi şe­kil­de fay­da­la­na­bi­len ka­dın­lar­dır. SO­RU 2 Kimlere uygulanmaz? TÜP be­bek te­da­vi­si iki ne­den­le uy­gu­la­na­ma­ya­bi­lir. Bi­rin­ci­si her­han­gi bir sağ­lık so­ru­nu ne­de­niy­le… Ör­ne­ğin; ile­ri dü­zey­de kalp has­ta­lı­ğı, kon­trol edi­le­me­yen şe­ker has­ta­lı­ğı ya da bu­la­şı­cı has­ta­lık so­ru­nu olan ki­şi­ler tüp be­bek te­da­vi­le­ri­ni kal­dı­ra­maz. İkin­ci ne­den ise yu­ka­rı­da say­dı­ğı­mız sperm, yu­mur­ta ya da rah­min bu­lun­ma­dı­ğı ya da iş­lev gö­re­me­di­ği du­rum­lar­dır. Ör­ne­ğin; er­ken me­no­po­za gir­miş bir ka­dın­da ar­tık yu­mur­ta hüc­re­le­ri bu­lun­ma­ya­cak­tır. Ya­pı­lan Mik­ro TE­SE gi­bi cer­ra­hi iş­lem­le­re rağ­men sperm el­de edi­le­me­yen er­kek­ler­de tüp be­bek te­da­vi­si yap­ma şan­sı yok­tur. SO­RU 3 Yaş sınırı var mı? Ka­dın­lar­da 30’lu yaş­lar­dan iti­ba­ren yu­mur­ta­lık re­zer­vi (ya­ni yu­mur­ta sa­yı­sı ve ka­li­te­si ) azal­ma­ya baş­lar. Ka­dın için 38 ya­şın­dan iti­ba­ren tüp be­bek te­da­vi­le­rin­de yaş ne­de­niy­le ge­be­lik oran­la­rı azal­ma­ya baş­lar. 43 ya­şın­dan da­ha bü­yük bir ka­dın­da tüp be­bek­le ge­be­lik ora­nı yüz­de 10, eve can­lı be­bek gö­tür­me ora­nı ise yüz­de 5’e ka­dar azal­mak­ta­dır. Bu ne­den­le, ge­nel­lik­le tüp be­bek mer­kez­le­ri 44 ya­şın­dan da­ha bü­yük ka­dın­la­ra tüp be­bek te­da­vi­si öner­me­mek­te­dir. SO­RU 4 Başarı nasıl artar? TÜP be­be­ğin ba­şa­rı­sı 100 pu­an ola­rak dü­şü­nü­lür­se bu­nun yüz­de 40’nın ka­dın ya­şı ve dok­to­run uy­gu­la­ya­ca­ğı yu­mur­ta bü­yüt­me te­da­vi­le­ri ola­rak dü­şü­nül­mek­te­dir. Ka­dın ya­şı 35’in al­tın­da ise ve tüp be­bek he­ki­mi yu­mur­ta bü­yüt­me pro­to­kol­le­ri­ne ha­kim ise ba­şa­rı oran­la­rı art­mak­ta­dır. Yu­mur­ta, sperm ve em­bri­yo­la­rın iş­lem gör­dü­ğü ve 3-5 gün sü­rey­le mi­sa­fir edil­di­ği em­bri­yo­lo­ji la­bo­ra­tu­var­la­rı ba­şa­rı­nın neredeyse yüz­de 40’ın­dan so­rum­lu­dur. SO­RU 5 Tutmama sebebi nedir? TÜP bebeğin tutmaması anne adayına ve embriyoya bağlı nedenlerle oluşabilir. En önemli tutmama nedeni genellikle embriyodaki kromozom anomalileridir. Eğer embriyo kromozomal olarak sağlıklı bir yapıya sahip değilse ya hiç tutunamamakta ya da tutunsa bile sağlıksız bir gebelik yaratmaktadır. Anne adayına ait nedenler genellikle rahime ait sorunlardır. SO­RU 6 Kaç deneme yapılabilir? TÜP be­bek de­ne­me­le­rin­de her­han­gi bir sı­nır yok­tur ve is­te­nil­di­ği ka­dar de­ne­me ya­pı­la­bi­lir. An­cak ge­nel ola­rak ka­bul gö­ren hu­sus top­lam 6 de­ne­me­ye ka­dar ba­şa­rı oran­la­rı­nın art­tı­ğı an­cak 6 de­ne­me­den son­ra ba­şa­rı oran­la­rı­nın azal­dı­ğı şek­lin­de­dir. SO­RU 7 İlaçlar kanser yapar mı? TÜP bebek tedavisinde kullanılan ilaçlar vücutta doğal olarak hipofiz bezinde üretilen hormonlardır. Genellikle FSH; LH ve HCG adı verilen hormonlar kullanılır. Bu hormonların kullanımı ve kanser arasında ciddi bir ilişkinin varlığı gösterilememiştir. SO­RU 8 Düşük riski fazla mıdır? TÜP bebek gebeliklerinde düşük riski normal gebeliklerden daha fazla değildir. Bu nedenle Tüp bebek tedavisiyle gebe kalan kişilerin fazladan yatmaları ya da düşük ilaçları kullanmalarına gerek yoktur. SO­RU 9 Yeni gelişmeler yaşanıyor mu? TÜP bebek tedavileri hızla ilerlemekte ve teknolojinin gelişimiyle yeni yöntemler tedavi uygulamalarına eklenmektedir. Bu yöntemlerden bazları şunlardır: Embriyoskop: Embriyolar döllenme anından itibaren mikro kameralarla izlenmekte ve bölünme aşamaları kaydedilmektedir. Bölünme hızları ve oluşan embriyoların kalitesine göre seçim yapılarak en sağlıklı embriyolar transfer edilebilmektedir. IMSI ve Birefringence: Sperm seçimi kaliteli bir embriyonun oluşumu için hayati öneme sahiptir. Ayrıca CGH ve NGS ve ERA Testi de uygulanan yöntemler arasındadır.
0 notes