#ilerleme ruhudur
Explore tagged Tumblr posts
Text
#Daha derin pişmanlıklar#herkesin hemen hayatın bir sonraki aşamasına geçmemesine neden olabilir.#Suçluluğun seni dikte etmesine izin verme#Daha iyisi için değişim ruhu#ilerleme ruhudur#rahatlatıcı bir gün geçir#Her zaman mutlu kalın#Mutlu pazarlar#☕😺🌹🌸
0 notes
Text
Sosyalizme Çağrı – Gustav Landauer – 4
Sosyalizm İçin
2
Sosyalizm, bir ideal uğruna yeni bir şeyler yaratmak için bir araya gelmiş kişilerin irade eğilimidir.
O halde eski sistemin ne olduğunu ve çağımızda eski gerçekliğin neye benzediğini görelim. Çağımızdan şimdiden, birkaç yıl ya da birkaç on yıl gibi sınırlı anlamıyla değil, en az son dört yüzyıl olarak bizim zamanımız kastedilmektedir.
Bunu akıllarımıza sokalım ve burada baştan belirtelim ki: sosyalizm geniş kapsamlı sonuçları olan büyük bir gayedir. Sosyalizm, insanların gerileyen ailelerini tomurcuk veren bir kültürün zirvesine, ruha ve dolayısıyla da birliğe ve özgürlüğe yönlendirilmesine yardımcı olmayı diler.
Ruh bireylere do��ru çekilir. Ruhu halka taşıyanlar, içten güçlü bireylerdi, halkın temsilcileriydi; şimdilerde ise ruh bireylerin, tüm güçlerini tüketmiş marifetli insanların içinde yaşamaktadır
Bu tür sözler, profesörlerin ve hiciv yazarlarının kulaklarını tırmalamaktadır ve de bu fesatçılar tarafından döllenmiş düşünüşe sahip olanları sinirlendirmektedir. Bu fesatçılar, insanların ve dahi hayvanların, bitkilerin ve tüm dünyanın daimi bir ilerlemeye, en aşağı seviyeden en üst seviyeye, cehennemin en derin pisliğinden en yüksek cennete, yukarı doğru bir hareket içerisinde olduğu doktrinini yayanlardır. Ve dolayısıyla mutlakıyet, kölelik(serflik), lüks düşkünlüğü, kapitalizm, zorluk ve yozlaşma, hepsi, sosyalizme giden yolda salt ilerleme adımları ve aşamaları olarak addedilmektedir. Bu tür sözde bilimsel yanılsamaların hiçbirine bağlı değiliz. Dünyayı ve insan tarihini tümüyle farklı görüyoruz. Farklı söylüyoruz.
Ulusların kendi altın çağları, kültürlerinin zirve noktaları olduğunu ve bu doruklardan yeniden indiklerini söylüyoruz. Avrupalı ve Amerikalı halklarımızın uzun süreden beri –aşağı yukarı Amerika’nın keşfinden beri – böyle bir düşüş içerisinde olduğunu söylüyoruz.
Bir ruhun egemenliğinde oldukları zaman uluslar, kendi büyüklük dönemlerine ulaşırlar ve bu dönemleri devam ettirebilirler. Günümüzde kendilerine sosyalist diyenlerin kulağına bu da kötü gelmektedir oysa kötü değildir; daha yeni, onları, sözde materyalist tarih mefhumunun yandaşlarını Darwinci kisvelerinde bir an için gördük. Aşağıda ele alınacaktır, ancak şu an için devam etmeliyiz. Marksizm ile yolumuz üzerinde yeniden karışılacağız ve onu durdurup yüzüne ne olduğunu söyleyeceğiz: zamanımızın vebası ve sosyalist hareketin laneti!
Düşünürlerin, duygu ile boyun eğdirilmiş insanların, öz-farkındalıkları ve sevgileri dünyanın büyük bilgisinde yekvücut olanların, büyük muzdariplerin ruhudur; ruhtur, ulusları büyüklüğe, birliğe ve özgürlüğe yönelten. Bireylerden, insan kardeşleri ile birlikte ortak bir çabada birleşmek için icbar edici bir maddi ihtiyaç çıkmıştır. O zamanlar, toplumların toplumu, gönüllüğü birliğe dayanan komünallik oradaydı.
Biri muhtemelen şunu soracaktır, insan, tecridini (isolation) terk etmek ve önce küçük sonra büyük gruplarda yurttaşlarına katılmak için zekayı ve içgörüyü nasıl elde etmiştir?
Bu soru aptalcadır ve sadece çöküş dönemi profesörleri tarafından sorulabilir. Çünkü toplum insan kadar eskidir; birinci, verili bir gerçektir. İnsanoğlu nerede bulunursa bulunsun, sürüye, klana, kabileye ve loncalara katılmıştır. Birlikte göç etmiş, yaşamışlar ve çalışmıştır. Onlar, ortak bir ruhla bir arada kalan bireylerdi ki bu doğal ve arızı olmayan bir dürtüydü (hayvanlarda dürtü denilen de ortak ruhtur).
Ancak şu ana kadar bilinen insan tarihinde bu doğal birleştirici nitelik ve ortak ruh dürtüsü her zaman dış biçimlere (formlara) -dini semboller ve kültler, inançlar, dua ritüelleri veya benzeri şeylere- ihtiyaç duymuştur.
Bu cihetle ruh, ruhsuzlukla her zaman bağlantılı olan uluslardadır ve batıl düşüncelere sahip derin sembolik düşünüştedir. Birleştirici ruhun sıcaklığı ve sevgisi, dogmanın katı soğukluğu ile gölgelenmiştir. Sadece imgelemde açığa vurulabilen bu tür derinliklerden doğan gerçek, yalınlığın saçmalığı ile yer değiştirmiştir.
Ruhun olmadığı yerde ölüm olduğu için, ölüm aramızdaki atmosferdir. Ölüm, derimizi istila etmiş ve etimize nüfuz etmiştir.
Bunu dış örgütlenme takip etmiştir. Kilise ve seküler dış baskı örgütleri güç kazanmış ve sürekli kötüleşmiştir: serflik, feodalizm, çeşitli departmanlar ve otoriteler, devlet.
Bu da ruhun insanlar arasında ve üzerinde ve bireylerden akan ve onları birliğe yönlendiren yakınlığın (immediacy) nihai çöküşüne yol açmıştır. Ruh bireylere doğru çekilir. Ruhu halka taşıyanlar, içten güçlü bireylerdi, halkın temsilcileriydi; şimdilerde ise ruh bireylerin, tüm güçlerini tüketmiş marifetli insanların içinde yaşamaktadır. Fakat ruh bir halktan –toplumsal çekişmesi, ebedi kökü olmayan, handiyse havada asılı kalmış gibi duran izole edilmiş düşünürler, şairler ve sanatçılardan- yoksundur. Bazen ruh, sanki onları kadim, unutulmuş zamanlara ait bir rüyadan ele geçirir. Sonra onlar, asil bir küçümseme jestiyle, liri bir kenara koyup trompete uzanırlar, bu ruhta halka ve gelecek nesillere konuşurlar. Tüm temerküzleri, tüm biçimleri ki kendilerinin içinde güçlü bir ıstırap ile canlıdır ve genellikle beden ve ruhun kaldırabileceğinden daha güçlü ve engin olan, haddi hesabı olmayan, renkli figürler, ritim ve armoni eylemi ve ivediliği, hepsi –dinleyin siz sanatçılar!- gelişmesi engellenmiş insanlardır, onlarda toplanan, onlarda gömülen ve onlardan yeniden doğacak olan canlı insanlardır.
Ve onlarla birlikte, diğer bireyler doğmuştur ki ruh ile ruhsuz olanın karışımı tiranları, servet biriktiricilerini, insan kiralayıcılarını, toprak hırsızlarını tecrit etmiştir. Bu tür çöküş ve geçiş zamanlarının başlarında bu insanlar, Rönesans’ta ya da Barok dönemin başlarında en şatafatlı ve ihtişamlı şekilde temsil edildiği üzere, hala merkezkaç şekilde dağılan ve fakat kısmen kendilerinde yoğunlaşan ruhun pek çok özelliğine sahiptir. Tüm güçlü iktidarlarına rağmen hala melankoli, katılık, yabancılık ve olağanüstü hayalcilik izlerini taşırlar. Bu fenomenlerin çoğu için kişi neredeyse şunu söyler: ruh benzeri bir şeyler ya da daha ziyade hayal benzeri şeyler kendilerinden daha güçlü şekilde, tecrit edilmiş kişiliğin kabının çok dar olduğu bir bağlamda yaşamaya devam eder. Ve nadiren, çok nadiren bunlardan biri kötü bir rüyadan uyanır gibi uyanır, tacını bir tarafa fırlatır ve bu insanlar için nöbet tutmak üzere Tur Dağı’nın tepesine tırmanır.
Ve bazen bir perinin beşiğinde uzun süredir beklediği karışık tabiatlar gelir; peri bunlardan Napolyon ve Ferdinand Lasalle gibi büyük bir fatih ya da büyük bir özgürlük savaşçısı, düşünce ve özgür fantezi dehası ya da büyük bir tüccar yapabilir.
Ahlaksızlığımızın belirtilerinden farklı bir şeye ihtiyacımız var, ondan kaçınmak için — ben diyorum ki çok fazla göze çarpan sanat olmaksızın, çok fazla yazılı bilim olmaksızın müreffeh yaşam dönemleri ve halkları, gelenek dönemleri, epik dönemler, tarım ve kırsal zanaat dönemleri vardı ve halen var.
Ve kendilerine ruh zenginliği ve gücün kaçtığı tecrit edilmiş bu birkaç kişi, sadece ruhsuzlukla, yalnızlıkla ve sefaletle bırakılmış atomize ve izole pek çok kişiyle; kendisine halk denen ancak sadece yerinden edilmiş, ihanete uğramış bir yığın insan kitlesi ile yüzleşir. Yerinden edilmiş, melankolik bir gariplik içinde olanlar, kendileri hakkında hiçbir şey bilmese dahi halk-ruhunun içlerine gömüldüğü birkaç kişi olan bireylerdir. Eğer ruh ve insanlar yeniden birleşip dirilecekse, yerinden edilmiş, zorluk ve yoksulluk içinde bölünmüş olanlar, ruhun kendilerinde yeniden akması gereken kitlelerdir.
Ruhun olmadığı yerde ölüm olduğu için, ölüm aramızdaki atmosferdir. Ölüm, derimizi istila etmiş ve etimize nüfuz etmiştir. Fakat bizde, saklı özbenliğimizde, en gizli ve derin rüya ve arzularımızda, sanatın figürlerinde, en güçlü isteğimizde, derin düşünceli iç görüde, kasıtlı eylem, aşk, umutsuzluk ve cesarette, ruhsal sıkıntı ve neşede, devrim ve birlik halinde, orada, hayat, güç ve zafer ikamet eder; ruh saklıdır ve üretilir ve güzellik ve komünallikle bir halk çıkarmak ve yaratmak istemektedir.
Sonra gelen tarihte insan ırkının en görkemli parladığı zamanlar, ruhu insanlardan yalnız bireyin derin yarıklarına ve oyuklarına sızdırma temayülünün yeni başladığı ve şimdilik çok ilerlemediği, ortak ruhun, toplumların toplumunun, ruhtan kaynaklanan pek çok birliğin birbirine bağlanmasının tam çiçeklendiği ve fakat halkın büyük ruhu ile hala doğal bir biçimde kontrol edilmesine rağmen deha insanlarının halihazırda zuhur ettiği, dolayısıyla onların büyük emeği tarafından sıradan bir biçimde korkutulmadığı, daha ziyade onları komünal yaşamın doğal bir meyvesi olarak kabul ettiği ve kutsal hislerle onlardan zevk aldığı zamanlardır. Bu cihetle, kendi yaratıcılarının isimlerini genellikle gelecek nesillere zor devrederler.
Yunan halkının Altın Çağı böyle bir zamandı; Hristiyan Orta Çağı böyle bir zamandı.
İdeal değildi; bir gerçeklikti. Ve dolayısıyla, yüce, kendiliğinden oluşan ruhanilik ile birlikte eski baskı kalıntılarını ve dışsal gaddarlık, dayatılan güç, devlet tarafından ileride yapılacak baskının başlangıcını şimdiden görüyoruz. Fakat ruh daha güçlüydü; aslında sıklıkla çöküş zamanlarında zulmün tiksindirici araçları haline gelen iktidar ve bağımlılığın bu tür kurumlarına dahi sızdı ve onları güzelleştirdi. Tarihçilerin “kölelik” dediği her şey her zaman ve tümüyle böyle değildi.
Bu bir ideal değildi çünkü ruh oradaydı. Ruh, yaşama, anlamını ve kutsallığını verir; ruh neşe, güç ve haz ile şimdiki zamanı yapar, yaratır ve ona sızar. İdeal; şimdiki zamandan, yeni olan bir şeye doğru döner. Geleceğe, daha iyi olana ve bilinmeyene özlemdir. Çöküş zamanlarından yeni bir kültüre doğru giden yoldur.
Ahlaki bozulma halinden kurtulmaya çalışıp yenilenmiş ilk kültürün efsanevi zamanlarına, komünizme kaçan ilk insanlar; görülebilir, dokunulabilir, ifade edilebilir bir forma sahip yeni bir ruhun çekiciliğine uzun süre kapılmamıştı.
Burada bir mim daha koyulmalı. Dönüm noktasına ulaşmış bu muzaffer zirve zamanlar diğer dönemlerden önce cereyan etmişti. Bu dönemler sözde ilerlemede tek bir zamanı değil, tekrar ve tekrar birbirini izleyen ve birbirine karışan halkların yükselişleri ve çöküşlerini kapsar. Bağlayıcı ruh da, doğal birbirine ait olma dürtüsüyle gönüllü temelde ortak bir yaşam da orada vardı. Fakat tüm detaylarında güzellikle ve özgün bir armonide uyumla parıldayan katedral kuleleri cennete doğru yükselmedi ve dingin sükûnet içerisindeki sıra sütunlu salonlar gökyüzünün saydam maviliğine karşı ayakta durmadı. Bunlar, daha basit gruplardı: henüz bireysel istidat ve öznellik kişilikleri, halkın temsilcileri olarak var olmamıştı; ilkel, komünist bir yaşamdı. Yüzlerce yıllık ve genellikle bin yıllık bir görece durgunluk vardı – var – . Durgunluk, duyun siz bilimsel ve liberal çağdaşlar, o zamanlar içindir, o halklar içindir ki neredeyse düne kadar kültürlerinin bir nişanesi olarak vardı. İlerleme, sizin ilerleme dediğiniz, bu aralıksız harala gürele, yenilik, yeni olduğu müddetçe yeni olan herşeyin peşindeki bu hızlı, yorucu ve sinir bozucu kısa soluklu koşu, bu ilerleme ve onunla ilişkilendirilen kalkınma uygulayıcılarının deli fikirleri ve bu delice, yerine varır varmaz hemen elveda deme alışkanlığı, bu istikrarsız ve rahatsız telaş, bu sabit kalma beceriksizliği ve bu daima hareket halinde olma arzusu, bu sözde ilerleme bizim anormal koşullarımızın, kültürümüzün bir belirtisidir. Ahlaksızlığımızın belirtilerinden farklı bir şeye ihtiyacımız var, ondan kaçınmak için — ben diyorum ki çok fazla göze çarpan sanat olmaksızın, çok fazla yazılı bilim olmaksızın müreffeh yaşam dönemleri ve halkları, gelenek dönemleri, epik dönemler, tarım ve kırsal zanaat dönemleri vardı ve halen var. Varislerinin zaten kendileriyle olduğu ve harika gençliklerini halen onlarla geçirdikleri için pek ihtişamlı büyük dönemlere nazaran daha az şaşalı olduğu ve kendilerine daha az anıt ve mezar taşı dikildiği dönemler, neredeyse rahat denilebilecek daha uzun ve geniş bir yaşam dönemi vardır. Sihri, zorlayıcı gücü ile öz-bilince sahip ruh henüz var olmamıştı. Hristiyanlık öğretilerinde olduğu gibi dünya genelinde ayrılma ve yayılma sürecine henüz girilmemiş, insan ruhları büyüsüne henüz boyun eğmemişti. Böyle zamanlar da vardı: ve böyle insanlar da vardı ve böyle zamanlar geri dönecek.
Böyle zamanlarda ruh saklı görünmektedir. Dikkatli bir inceleme ile dahi kişi neredeyse sadece toplumsal yaşam formlarındaki ve toplumun ekonomik kurumlarındaki dışavurumları ile ruhu ayırt eder.
İnsanlar her zaman en ilk, primitif başlangıçlara, bu zamanların ilk aşamalarına, kendilerini henüz çöküşün ilk zamanlarından, ruhsuzluktan, tiranlıktan, sömürüden ve yönetimsel iktidardan, genelliklede ulusların yardımı ile korudukları zaman dönmüştür. Öyle ki bu verimli durgunluk halinde dünya üzerindeki yeni yerlere yavaş yavaş gitmişler ve buralara, genç ve sağlıklı olarak bilinmeyen mesafeden ve belirsizlik içinden gelerek girmişlerdir. Nitekim geç emperyal dönemin Romalıları ve Yunanlıları bu yenileyici banyoya dalmış ve yeniden ilkel çocuklar haline dönüşmüş, eş anlı olarak Doğudan gelen yeni ruh için uygun hale gelmiştir. İnsanoğlunun empatik gözlemcisi için sonsuz çöküşü ve sonsuz-yeniden-oluşu içerisinde erken dönem Bizans sanatı -kolaylıkla geç dönem Yunan da denilebilir- eserleri kadar dokunaklı, acı verici ve aynı zamanda neredeyse çocukça dindar imanı canlandırıcı bir şey daha neredeyse hiç yoktur. Nesiller; zarif, latif biçimcilikten ve virtüözlüğün sıkıcı soğukluğundan bu neredeyse çok fazla samimi hisse, bu çocuksu basitliğe ve cismani gerçekliği doğru algılama beceriksizliğine geçişte hangi ahlaksızlıktan ve hangi muazzam yeniden-tesis etmeden, hangi dehşetlerden ve hangi ruhsal sıkıntılardan geçti! Eğer ruh onu pislik ve acı safra olarak tükürmeseydi, göz ve elin ustalığı, sanat ve zanaatta nesilden nesile geçerdi. Bu kadar acı verici ve yine de canlandırıcı görüşte hangi umutlar, hangi derin avuntular yatar, bizim için ve herkes için bundan kim ders alır? Çünkü onlar biliyorlar: hiçbir ilerleme, teknoloji, ustalık bize kurtuluş ve iyilik getirmeyecektir. Bizim sosyalizm dediğimiz büyük dönüşüm sadece ruhtan, sadece içsel ihtiyaçlarımızdan ve içsel zenginliğimizden doğacaktır.
Fakat bizim için dünyada herhangi bir yerdeki karanlıktan hiç bu kadar uzak ve bilinmez, hiçbir sürpriz yoktur? Geçmişin hiçbir analojisi bize tümüyle uygulanamaz. Dünyanın yüzeyi bizim tarafımızdan bilinmektedir, ellerimiz onun üstündedir ve nazarımız onun çevresinde dolanmaktadır. On yıllardır ya da bin yıldır bizden hala ayrı olan halklar –Japonlar, Çinliler- ilerlememiz için, kendi durağan yaşam biçimlerini ve medeniyetimiz için kendi kültürlerini hevesle takas ediyorlar. Bu devletin diğer, daha küçük halkları Hristiyanlığımız ile ya da alkol ile yok edilmiş veya bozulmuştur. Bu sefer, yenilenme kendimizden gelmelidir, gerçi bunu yaparken bize en çok belki de yeni bir karışımın halkları – Amerikalılar gibi- eski devirlerden halklar -Ruslar, Hintliler gibi- ve belki de Çinliler faydalı olacaktır.
Bizler çöküşün halkıyız; bu çöküşün öncüleri aptalca güç yarışı, bireyin utanç verici tecridi ve teslimiyeti nedeniyle yorgun düşmüş olanlardır.
Ahlaki bozulma halinden kurtulmaya çalışıp yenilenmiş ilk kültürün efsanevi zamanlarına, komünizme kaçan ilk insanlar; görülebilir, dokunulabilir, ifade edilebilir bir forma sahip yeni bir ruhun çekiciliğine uzun süre kapılmamıştı. Kendilerini büyüleyen çok kuvvetli bir yanılsamanın görkemine sahip değillerdi. Fakat onlar eski büyük dönemlerin batıl, acınası, tanınamaz kalıntılarını terk ettiler. Sadece dünyevi mutluluğun peşinde koştular ve böylelikle yaşamları kurumlarına, sosyal yaşamlarına, çalışmalarına ve malların dağılımına nüfuz eden adalet ruhu ile yeniden başladı. Göksel yanılsama öncesinde dünyevi bir eylem olarak adaletin ruhu ve gönüllü birlikteliğin yaratılması, sonradan dünyevi eylemi topluma kazandıracak ve dahası onu doğal olarak ikna edici kılacaktı.
Bu sözlerle, geçmiş uzun binyılın barbarlarından mı bahsediyorum? Araplar’ın, İrokualar’ın, Grönlandlılar’ın atalarından mı bahsediyorum?
Bilmiyorum. Eski ve şimdiki sözde barbar halkların kökenleri ve değişimleri hakkında çok az şey biliyoruz. Herhangi bir teamüle ya da gerçek bir delile neredeyse hiç sahip değiliz. Sadece, barbar veya yabani olduklarını öne sürülenlere ait sözde ilkel hallerin insanlığın başlangıcı açısından asli olmadığını biliyoruz. Nitekim zihinsel kapasitelerinin ötesinde eğitim alan pek çok uzman buna inanmaktadır. Bu tür bir başlangıç bilmiyoruz. “Barbarların” kültürleri dahi bir yerlerden gelmiştir, beşeriyette derin köklere sahiptir. Belki de bizim kaçmaya çalıştığımız barbarlık gibi bir barbarlıktan gelmişlerdir.
Kendi halklarımızdan bahsediyorum; kendimizden bahsediyorum.
Bizler çöküşün halkıyız; bu çöküşün öncüleri aptalca güç yarışı, bireyin utanç verici tecridi ve teslimiyeti nedeniyle yorgun düşmüş olanlardır. Artık bağlayıcı bir ruhun olmadığı, sadece bozulmuş kalıntıların, batıl inanç saçmalığının ve onun kaba vekili, dış güç baskısı, devletin olduğu düşüşün halkıyız. Çöküşün halkıyız ve bundan dolayı bu tür çöküşün öncüleri bu dünya yaşamının ötesine işaret edilmesini anlamlı bulmazlar, kutsal olarak inanabilecekleri ve iddia edebilecekleri hayali bir cenneti tasavvur edemezler. Bizler, sadece tek bir gerçek ruhla – komünal yaşamın dünyevi konuları ile ilgili adalet ruhuyla- tekrar yukarı çıkabilecek olan halkız. Bizler, sadece sosyalizmle kurtarılabilecek ve kültüre getirilebilecek halkız.
Çev: Nesrin Aytekin
https://itaatsiz.org/2020/04/12/sosyalizme-cagri-gustav-landauer-4/
0 notes