#ihsaneliaçık
Explore tagged Tumblr posts
Photo
Yorumsuz... #r.ihsaneliaçık #ihsaneliaçık #oğuzhanahmetkara #oxuskhan https://www.instagram.com/p/CDCoaAvBEqn/?igshid=qiuqju15loht
1 note
·
View note
Text
Orhan Kemal Edebiyat Festivali’ne doğru
Orhan Kemal Edebiyat Festivali’nin konukları ve programı netleşti, bu yılki tema da "Çocuk" olarak belirlendi.Yazar Ayşe Kulin ve Muzaffer İzgü’nün ilk iki yıl "onur konuğu" olduğu festivale bu yıl Ahmet Telli, Caner Cindoruk, Cezmi Ersöz, Feyza Hepçilingirler, Hakan Günday, Halil Genç, İhsan Eliaçık, İsmail Saymaz, Koray Yersüren, Mazlum Çimen, Mazlum Vesek, Özcan Karabulut, Taner Cindoruk ve Zafer Doruk gibi tanınmış isimlerin katılacak.Çukurova Belediyesi’nce 3. kez yapılacak olan Orhan Kemal Edebiyat Festivali’ne Antakya ve Silifke’yi de kapsayacak şekilde Çukurovalı yazarlardan Cemile Cereb, Hakan Karaduman, İlmiye Yasemin Tümkaya, Müslüm Kabadayı, Nazmi Bayrı, Uğur Pişmanlık, Ali Ozanemre, Ayça Öztorun, Demet Duyuler Doğan, Duran Aydın, Prof. Dr. Haluk Gökalp, İsmail Arslan, Mehmet Taşar, Selda Kaya, Serpil Ciritci ve Su Yılmaz da katılacak. Bu yılki temaya uygun olarak 30 Mart’taki açılış töreninde özel bir okulun çocuk korosu sahne alacak.Çukurova Belediye Başkanı Soner Çetin, geçen yılın mayıs ayında yani 9 ay öncesinden başlattıkları festival çalışmalarında sona geldiklerini belirterek, “Türk şiirinin yaşayan en büyük şairlerinden Ataol Behramoğlu’nun şiirli açılışıyla başlayacak olan festivalimizde Türkçe konulu tartışmadan ‘sosyal medya yararlıdır - zararlıdır’ konulu münazaraya, ‘farklılıklar zenginliğimizdir’ temalı söyleşiden ‘Edebiyatçı gazeteciler’ konferansına ve Caner Cindoruk ile Orhan Kemal sinemasına kadar özel söyleşi ve sanatçı Mazlum Çimen konserine kadar muhteşem bir festival sanatseverleri bekliyor” dedi. Read the full article
#AhmetTelli#AtaolBehramoğlu#CanerCindoruk#CezmiErsöz#CindorukOrhanKemal#ÇukurovaBelediyeBaşkanıSonerÇetin#ÇukurovaBelediyesi#Doğru#Edebiyat#Festivaline#FeyzaHepçilingirler#HakanGünday#HalilGenç#HalukGökalp#İhsanEliaçık#İsmailArslan#İsmailSaymaz#Kemal#KorayYersüren#MazlumÇimen#MazlumVesek#MehmetTaşar#Orhan#OrhanKemalEdebiyatFestivali#ÖzcanKarabulut#SeldaKaya#SerpilCiritciSuYılmaz#TanerCindorukZaferDoruk#YazarAyşeKulinMuzafferİzgü
0 notes
Photo
Devletin dini adalettir,
mezhebi özgürlüktür,
meşrebi eşitliktir,
tarikatı medeniyettir,
ırkı insanlıktır.#İhsanEliaçık
0 notes
Photo
#KuranDiyor ki: #DevletinDiniAdalettir #TümMakamlarRütbelerEmanettir #EmanetlerEhliyetLiyakatSahibineVerilir #OrtakAkılİleHareketEdilir #ihsaneliaçık
#devletindiniadalettir#ihsaneliaçık#emanetlerehliyetliyakatsahibineverilir#kurandiyor#ortakakıli̇lehareketedilir#tümmakamlarrütbeleremanettir
0 notes
Photo
Bu sene de söylemlerimi görselimi yineleyeyim; #Repost @uver_cinka with @repostapp. ・・・ Bayram değil Katliam..! Hey insan! tam bir kibir torbasının.. Kendi canından, kendi inancından, kendi renginden, kendinden gayrısını "ölü" bellersin lakin asıl soysuzun tekisindir, bunca soyun içinde, bunca rengin içinde, tek renksin, grisin.. Kana susamışlığın ta kendisisin bu uğurda. Fakat benden sana naçizane sır, kan rengiyle renklenilmez paşam. Kan rengiyle katil olunur, kan rengiyle katliam olur. Sınırda bir bebek ölür içinde hapsettiğin kuzu ölür. Yok böyle bir inanç, yok böyle bir kültür! neyin, kimin geleneği bu katliam. fakir mi, ne düşünür olmuşsun, tek yol ...ölüm mü? Hayır paşam.. Tek yol belli! tarihten bugüne yapılan yanlış okumaların kanlı adı nasıl olur da "Bayram" olur. nasıl olur da sınırda nicesi can verirken sen Bayram eylersin. demem o ki, "oku" Bkr.msnz; İhsan Eliaçık'ın "hayvan kesmeye Hayır, Bayrama Evet" yazısını okuyunuz. #bayram #kurbanbayramı #oku #ihsaneliaçık
0 notes
Photo
Yeryüzünde kralların, otoritelerin icraatlarını en çok eleştiren kitap Kur'an'dır. Her sayfasında mazlumun çığlığı ve öfkesi vardır. #İhsanEliaçık
2 notes
·
View notes
Photo
Yorum sizin.... #ihsaneliaçık #ihsaneliacık #oğuzhanahmetkara #oxuskhan https://www.instagram.com/oguzhanahmetkara/p/CX5-hkktJS5/?utm_medium=tumblr
1 note
·
View note
Photo
Bildiği Allah bildiği gibi yapsın... #r.ihsaneliaçık #ihsaneliaçık #oğuzhanahmetkara #oxuskhan https://www.instagram.com/p/CDCAbMxB910/?igshid=j31aaemzvyvx
0 notes
Text
Kur’an’da Kurban Ayetleri Haritası
En’am suresinde bu menfaat çarkının nasıl döndüğü uzun uzun anlatılır. Mesela bir yerde şöyle denir: Aşağıda Kur’an’da ‘kurban’ ile ilgili ayetlerin bir haritasını çıkardım. En çok bilinen meal (Diyanet) ile Kur’an’ın Arapçasını karşılaşt��rdım. Doğrular ve yanlışlar kendi araştırma ve bilgilerime göredir.
Bizim işimizin “gönüller fethetmek” değil; “zihinler açmak” olduğunu hatırlatırım. Malum bu işin bedeli ağır, sabrı zor ve fakat meyvesi tatlıdır.Bakın ortaya nasıl bir sonuç çıktı.
***
Abraham's Sacrifice Turkish 1583
YANLIŞ: “O hâlde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes.” (Kevser; 5)
DOĞRU: “O halde Rabbine yönel/destek iste ve güçlüklere göğüs ger/diren” (Kevser;5).
Tefsiri: Sana “Böyle giderse her şeyden mahrum kalacak. Kendi kendini mahvediyor. Kendine yazık ediyor. Putları tanımamakla, Kureyş geleneklerine ve kurulu düzenine karşı çıkmakla toplumda bir yere gelemeyecek, sönüp gidecek.” diyorlar. Oysa yakında görecekler kimin sönüp gideceğini/ebter olacağını. Bunun için sen Allah’a yönel/destek iste (salât et) ve saldırılara göğsünü siper et/diren (nahr yap). O zaman göreceksin sönüp gitmek bir yana, destek ve nimet (kevser) asıl sana yağacak…
Görüldüğü gibi ayet namaz kılmak ve kurban kesmekle ilgili değil.
***
YANLIŞ: “Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık.” (Saffat; 107)
DOĞRU: “Biz onu büyük bir kazaya uğramaktan kurtardık” (Saffat; 107).
Tefsiri: Hz. İbrahim bir rüyasında oğlunu boğazlıyor görmüştü. Durumu oğluna açınca o da ‘sana söyleneni yap’ dedi. Oğlunu kendi çağında çokça yapılanlar gibi ‘kurban’ etmek istedi fakat Allah ona seslenerek onu bu işten vazgeçirdi. Böylece kendisi büyük bir kaza yapmaktan, oğlu da büyük bir kazaya uğramaktan kurtarıldı. Veya ona büyük baş bir kurbanlık fidyesi verilerek kurtarıldı. Böylece insanlık tarihinde çok büyük bir adım atılmış oldu. İnsan kurbanları çağı kapandı.Ayette geçen “zibh” kelimesi Arapça’da kaze zede, kazaya uğramak (zebîha) anlamına da geliyor. Böyle bir tefsir de mümkündür. Bu durumda fidye kelimesi de kurtarmalık bedeli manasına geliyor. Burada fidye, İbrahim’in oğlunun canı oluyor.
***
YANLIŞ: “Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit olsunlar ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde (onları kurban ederken) Allah’ın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hac: 28)
DOĞRU: “Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım yararlara tanık olsunlar ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın ismini ansınlar. Onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hacc; 28)
Tefsiri: Eski çağlarda tapınak kamu alanı demekti. Tâ Sümerlerde bile vardır. İnsanlar ihtiyaç fazlası ne varsa (hayvan, buğday, un, elbise, altın, gümüş) tapınağa getirirdi. Hayvanların üzerine “Tanrı malı” diye isim yazılırdı. Mesela un torbası ise onun da üzerine bu isim yazılırdı ve o artık kamu malı olurdu. Hatta matematikteki rakamlar tapınağa getirilen ve kamu malı (tanrı malı) olduğu seçilsin diye hayvanların ve torbaların üzerine atılan çizik ve çeltiklerden doğmuştu.
İşte bunlar kamuya (Tanrı’ya) adanmış mallardı. Orada ihtiyaç sahiplerine dağıtmak için toplanmaktaydı. Oraya gelen ihtiyaç sahiplerine (yoksullar, garibanlar, kimsesizlere) eşit bir şekilde dağıtılırdı. Bu arada uzaktan gelenler olduğu için onlara ikram maksadıyla bazıları da kesilirdi. “Yiyin” denmesi de bundandır.
Görülüyor ki Kur’an eski çağlardan beri gelen ve tapınağı “kamu alanı” olarak gören anlayışı sürdürmekte ve Kabe civarını bir toplanma, kaynaşma, yakınlaşma ve paylaşma merkezi olarak değerlendirmektir.
Yukarıdaki ilk meallendirmede parantez içinde yazılan ‘kurbanlık’, ‘onları kurban ederken’ ifadeleri Kur’an’ın Arapça orijinalinde yok.
***
YANLIŞ: “Bu böyle. Her kim de Allah’ın nişanelerini (kurbanlıklarını) yüceltirse, şüphesiz ki bu kalplerin takvasından (Allah’a karşı gelmekten sakınmasından)dır. “ (Hac; 32)
DOĞRU: “Bu böyledir. Her kim Allah’ın sembollerine saygı gösterirse, kalbinde sakınma duygusu/Allah bilinci var demektir.” (Hac; 32).
Tefsiri: Burada da ilk meallendirmede geçen parantez içindeki ‘kurbanlıklarını’ ifadesi orijinal Arapça metinde yine yok. “Allah’ın şiarları” kavramı kurbanlıklar diye yorumlanarak metne dahil edilmiş. Oysa “şiar”ın ne olduğu tefsirde açıklanmalıydı. Biz açıklamışız: Şiar Sözlükte “fark etmek, hissetmek, duyumsamak” demektir. Fark etmek, hissetmek, duymak (şu’ûr), duyuru (iş’âr), bilinç altı (tahte’ş-şuûr), slogan, amblem, sembol, simge (şi’âr), şiarlar, semboller, simgeler (şeâir), mani, halk ezgisi (şi’run şa’biyyu), saç, kıl, tüy (ş’ar), duygu, şuur, bilinç, sansasyon (şuûr), duygu, his (meş’ar), şiir okumak (şi’ran) kelimeleri bu köktendir… Demek ki şiarlar, şuûrun (bilincin) yansımalarıdır. Bunlar bir yapıya, binaya, yeryüzüne dikilmiş bir anıta nispet edilince bir şuurun, bir bilincin, bir fark ediş, hissediş ve duyuşun sembollerine dönüşürler. Bu anlamda örneğin Kâbe, Allah’ın bir şiarı, sembolüdür. İman edenlerin kalbinde bu yapının çok farklı bir anlamı ve önemi vardır. Aynı şekilde Safa, Merve, Say, Tavaf, Meş’ari Haram, Mina, Müzdelife vs. bütün bunlar Allah’ın şiarlarıdır ve sembolik derin anlamları vardır. Her kim bunlara gereken saygıyı gösterir, bunların mana ve önemini kavrarsa kalbinde bir bilinç, bir şuur, bir duygu ve hissiyat taşıyor demektir. İşin şuurunda, bilincinde demektir. Başkaları için bunlar sıradan binalar, taşlar ve hareketler olarak görünebilir. Ama iman edenlerin kalplerinin derinliklerinde bir şuurun veya bilincin ifadesi olarak yaşarlar. Ayette kastedilen de budur.
***
YANLIŞ: “Sizin için onlarda belli bir zamana kadar birtakım yararlar vardır. Sonra da kurbanlık olarak varacakları yer Beyt-i Atik (Kâbe)’dir.” (Hacc; 33)
DOĞRU: “Sizin için onlarda belli bir süreye kadar faydalar vardır. Dahası onlar yeryüzünün en eski anıtının anlamını açıklarlar.” (Hacc; 33).
Tefsiri: Görüldüğü gibi bu seferde ayette geçen “mahill” ifadesi “kurbanlık” olarak çevirilmiş. Parantez içinde kurbanlık kelimesini sokuşturmak yetmiyormuş gibi “şiar”, “mahill”, ileride gelecek “nüsuk”, “hedy”, “behimetu’l-en’am” hepsi de dümdüz edilerek “kurbanlık” olmuş (!).
Bu ayette geçen “mahill” sözlükte “çözmek, açmak, indirmek” kökünden gelir. Ayette harfi harfine; “Sonra onun ‘mahilli’ ‘Beyt-i Atik’edir.” şeklinde geçmektedir. Çözmek, açmak, analiz etmek, tahlil etmek (tahlîl), yer tutmak, bir yere indirme yapmak, bir yeri istila etmek, işgal etmek (ihtilâl), meşru saymak, kendisine helal etmesini istemek (istihlâl), çöküntü, çözülme, dejenerasyon (inhilâl), formül, çözüm, çare (hall), çözülmüş, serbest kılınmış, meşru (helâl) işgal edilmiş, işgal altında (muhtell), yer, mekan (muhill), semt, bölge (mahalle), bölgesel, yöresel (mahallî) kelimeleri bu köktendir… Yukarıdaki ayette şeâirillah(Allah’ın şiarları) denmesi haccın tüm imge, simge ve sembolleri manasında kullanıldığını göstermektedir. Nitekim bazı müfessirler bu manada yorumlamışlardır (Razi). Bu durumda ayette geçenmahill kelimesi “Kurban kesme yeri” değil, “Açıklama, açıklığa kavuşturma yeri” anlamına gelir. Bu durumda mana; “İman edenlerin kalplerinde apayrı bir anlam ve önemi olan Allah’ın şiarları yani Kabe, Tavaf, Arafat, Safa, Merve, Müzdelife vb. haccın sembolik eylem ve nüsukları (ritüelleri), yeryüzündeki en eski beytin (beyt-i atik) ne anlama geldiğini, mana ve önemini açıklar” şeklinde olur.
***
YANLIŞ: “Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık. İşte sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Şu hâlde yalnız O’na teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele!” (Hacc: 34)
DOĞRU: “Biz her ümmet için imge/simge/ritüel belirledik (mensek). Ki rızık olarak verdiğimiz hayvanlar üzerine Allah’ın adını ansınlar. Hepinizin ilahı bir tek ilahtır. O’na teslimiyet gösterin. Kalbi temiz olanları müjdele” (Hacc: 34).
Tefsiri: Görüldüğü gibi bu ayette de “mensek” kelimesi ‘kurban kesmek’ olmuş. Halbuki menseknusukkökünden gelir ve menâsik olarak tüm hacc ritüel ve sembollerini ifade eder. Şu ayet daha açıklayıcıdır: “Biz her ümmet için sembolik hareketlerden oluşan ritüeller belirledik.” (menseken hum nâsikuhu). Buna diğer bazı mealler “ibadet tarzı”, “ibadet yolu” da demiş ki nispeten doğrudur. Bu durumda “Her ümmet için” diyerek genellendiği için sadece hacc menâsiki (tavaf, sa’y, arafatta vakfe, Safa, Merve, müzdelife) değil; dinin içindeki tüm tekrarlanan imgeleri/simgeleri/sembolik hareketleri kapsar: Kıyam, ruku, secde, oruç vb.
Rızık olarak verilen “hayvanların üzerine Allah’ın ismini anmak” ise yukarıda geçtiği gibidir. Bu tabir haccda geçtiğinde infak edilmek üzerine kamu alanına (Kabe’ye) getirilen canlı hayvanlar manasında, diğer yerlerde ise “Allah’ın etinin yenmesine izin verdiği hayvanlar” demek oluyor.
Kabe’ye ihtiyacı olanların alması için getirilen hayvanlar üzerlerine Allah’ın ismi anılmakla (yazılmakla, mühür vurulmakla) “Allah’ın malı” (kamu/herkese ait) oluyorlar ve illa kesilmeleri de gerekmiyor. Canlı canlı da infak edilebiliyor. Ve hatta bunun illa hayvan olması da gerekmiyor. Tarım ve hayvancılık toplumu; bir yoksul bir deveye sahip olmakla, iki çift öküz almakla icabında yoksulluktan bile kurtulabiliyor.
***
YANLIŞ: “Kurbanlık büyük baş hayvanları da sizin için Allah’ın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken (kurban edeceğinizde) üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik.” (Hacc: 36)
DOĞRU: “Cüsseli hayvanları da sizin için Allah’ın şiarlarından kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf halinde yan yana dizildiklerinde üzerlerine Allah’ın adını anın. Nihayet onlardan yiyin, istemeyen yoksulu da istemek zorunda kalan yoksulu da doyurun. Böylece onları sizin hizmetinize verdik. Umulur ki şükredesiniz.” (Hacc: 36).
Tefsiri: Bu ayetler Kabe etrafında müşrikler tarafından kurulan, cüsseli (büyükbaş) hayvan, deve, koyun ve her tür ekin ürünlerinin “iç edilmesi” üzerine kurulu düzene karşı söyleniyor. Çünkü onlar Kabe’ye getirilen hediye (hedy) hayvanlarına ve ekin ürünlerine el koyuyor, yoksullara gitmesine engel oluyor ve ihtiyaç sahipleri arasında eşitçe dağıtılmasına yasaklar getiriyorlardı. Kur’an’daki tabirle “yerli yabancı herkesin eşit hakka sahip olduğu” Mescid-i haramdan insanları alıkoyuyorlardı. (Hacc: 25).
En’am suresinde bu menfaat çarkının nasıl döndüğü uzun uzun anlatılır. Mesela bir yerde şöyle denir:
“Tutup Allah’ın yarattığı ekin ve hayvanlardan ona bir pay ayırdılar ve kendi akıllarınca “Bu Allah için, bu da ortaklarımız için” dediler. Ortakların payı Allah’ın payına geçmez, ama Allah payı ortaklarına geçer; ne berbat bir iş bu!” (En’am; 136)
Görüldüğü gibi en’am “nimet olarak gelen sığırlar” manasında kullanılıyor. Çünkü rivayete göre cahiliye Arapları ekin ve sığırlardan el koydukları ürünleri putlar ve Allah arasında bölüştürürlerdi. “Şu Allah’ın payı şu da tanrılarımızın payı” derlerdi. Allah için ayırdıkları payı başkaları için harcarlar, putları için ayırdıkları payı zimmetlerine geçirirlerdi. Putların payından Allah’ın payına bir şey geçerse hemen geri alırlar, Allah’ın payından putlarının payına geçen bir şey olursa, sonuçta bu kendi ceplerine gireceğinden hiç ses etmezler “Allah zengindir putlar fakir, O’ndan bunlara bir şey geçmesinden bir şey olmaz” derlerdi (İbn Abbas). Demek ki cüsseli hayvanlar (el-budne) Kâbe etrafındaki ni’met (en’am) istismarına dayalı bu “hayvan döngüsünü” ifade ediyor.
En’am suresi 135-140 arasında bu döngünün nasıl işlediğini okuyabilirsiniz. Burada esas amaç kurban kesmek değildir. Kabe’ye getirilen hayvanların “çete” tarafından iç edilmesi ve aralarında üleşilmesine karşı onların kamunun / yoksulların hakkı olduğunun vurgulanmasıdır. Bu arada kesilenler varsa -ki bu örfen müstahaptı- onların da sadece etlerinden yenilebileceği (kendine ayırıp biriktirmek yok) gerisinin yine yoksullara dağıtılması gerektiğinin ısrarla vurgulanmasıdır.
Tabi bütün bunlar hacca gidenler için geçerli. Oradaki durum anlatılıyor. Hacca gitmeyenlerin kurban keseceğine dair Kur’an’da en küçük bir ima bile yok.
Kur’an’da sadece mazereti sebebiyle hacca gitmeye niyetlenip de gidemeyenlerin Kabe’ye bir hedy (adanmış hayvan) göndermesi istenir. (Bakara 196). Çünkü ihtiyaçtan fazla olanın oraya gönderilmesi ve orada ihtiyaç sahiplerinin eline ulaşması istenmektedir. Gönderilecek hayvanın illa kurban olarak kesilmesi gerekmiyor. Hedy hediye kökünden gelir ve canlı bir hayvanın veya bedelinin yoksula bağışlanması manasına gelir. Kabe’ye getirilen “kurbanlık hayvan” demek, “adanmış hayvan” demektir; Allah’a, Kabe’ye, yani kamuya, ihtiyaç sahiplerine adanmış, onlara verilmek üzere getirilmiş canlı hayvan, ekin ürünü vs. demektir. Bu dahi “hacca niyetlenip de gidemeyenler” için geçerlidir.
Sonra yukarıdaki ayetin devamında şöyle denilir: “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. Güzel ahlak sahiplerini müjdele.” (Hacc; 37)
“Asla” denilerek ulaşmayacağı söylenen et ve kan zaten Araplarca da kesilmekte olan kurbanlardı. Klasik zihin burada kurban kesen kişinin, kurbana bıçağı çalarken içinde taşıdığı takva duygusunun kastedildiği şeklinde anlıyor. Burada kurbana teşvik değil; sakındırma, yapmayın bunu artık, bir anlamı yok vurgusu var.
Ayetin sonundaki cümleden de anlaşılacağı gibi aslolan hayatın içinde güzel ahlak sahibi (muhsinin) olmaktır. Allah sizin kurbanlarına bakmaz, ete, kana, deriye, bağırsağa bakmaz. Bunlar için günahlarınızı affedecek de değildir. İçinizde Allah bilincinden kaynaklanan sakınma duygusu (takva) ile yaşayıp yaşamadığınıza ve ahlakınıza bakar. Açıkça diyor işte: “Asla ulaşmaz” Şu halde neden kesip duruyorsunuz, ulaşmayacak işte. Duymayacak o hayvanların sesini, kan kırmızısı boğazın görüntüsünü, duymayacak!
***
Üç yerde daha kurban ile ilgili ayet var. Onları da aktarıp bitiriyorum;
Bakara suresinde İsrailoğullarına “inek kesmeleri” istenir. Bundan maksat Mısır Firavun İmparatorluğu’nun sembolü İnek/Boğa (Bakara) dır. Onunla ilişkinizi tümüyle kesin denmek istenir. (Bakara 67).
Maide suresinde Adem’in iki oğlu kıssası (Kabil-Habil) anlatılır. Kabil haksız yere toprağa çit çevirip özel mülkiyetine geçirir. Onu başkasından saklar. Ondan gelen ürünü Allah kabul etmez. Ama Habil Allah’ın mülkü olarak olarak gördüğü ve kendi emeği ile ekip biçtiği topraktan ürün getirir. Onunki kabul edilir. Buradan Allah’ın mülkünü sahiplenmeyin, kendi emeğinizle geçinin, başkasının (kamunun) hakkını gasbetmeyin, kul hakkı yemekten sakının, Allah sakınanlarınkini (muttaki) kabul eder mesajı verilir. (Maide; 27)
Al-i İmran suresinde Yahudilerin, Hz. Peygamber’i “Kurbanı inkar etmekle” suçladıkları anlatılır. “Allah bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamızı emretti” (Ali-İmran; 183) demektedirler. Onlara göre peygamber kendi bildikleri ve anladıkları tarzda ateşte yanarak kesilen bir kurban (yakmalık sunu) getirmelidir. Muhammed bunu getirmediğine göre kurbanı inkar ediyor demektir. Üstelik bunu onlara Allah böyle söylemiştir. Yakmalık sunu kurbanı apaçık Allah’ın emridir!
Kur’an onlara şöyle cevap verir: “De ki: “Benden önce size nice peygamberler, açık belgeleri ve sizin dediğiniz şeyi getirdi. Eğer doğru söyleyenler iseniz, niçin onları öldürdünüz?” (Ali-İmran; 183).
Cevap çok manidardır.
***
İşte Kur’an’da “kurban” ile ilgili geçen ayetler bunlardır.
Acaba Kur’an’ın ‘kurban haritası’ görünen uygulamalara uyuyor mu? 4
Ölçün biçin, düşünün.
Benden gözler önüne sermesi…
İHSAN ELİAÇIK
15-KEVSER [BOL NİMET] SURESİ
İbrahim'in İsmail'i kurban sunması ve Nemrut tarafından ateşe atılması ile ilgili Osmanlı minyatürü, Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, İstanbul, 1583
Kevser suresi Mekke’de 15. sırada inmiştir. Üç ayetten oluşmasına ve Kur’an’daki en kısa sure olmasına rağmen, işaret ettiği anlamlar bakımından zengin bir içeriğe sahiptir. Surenin iyi anlaşılabilmesi için Duha ve İnşirah surelerinin de iyi anlaşılması gerekir. Çünkü Duha, İnşirah ve Kevser sureleri, müşriklerin kötü davranışlarına maruz kalan peygamberimizi teskin ve teselli etmek, onu destekleyip güçlendirmek için indirilmiş surelerdir ve kendi aralarında bir bütünlük arz ederler. Bu sure de “ibare [sözcük]” anlamıyla “zata mahsus [kişiye özel]” olup “işaret” anlamıyla da peygamber misyonu üstlenenlerin nimetlere kavuşturulacağını, düşmanların faaliyetlerinin neticesiz kalacağını ve sonlarının olmayacağını, tebliğcilerin olumsuzluklara önem vermeden, Allah için gayret etmeleri gerektiğini ilân eder.
İniş Sebebi
Bize göre surenin iniş sebebi; peygamberimizi desteklemek, ona metanet kazandırmak ve onu ilerideki görevlerine hazırlamaktır.
Fatiha suresi diye adlandırılan yedi ayet ile tebliğe başlayan peygamberimiz, dinî ve tarihî kaynaklarda belirtildiği gibi, ilk günden itibaren müşriklerin kendisini hafife ve alaya almalarıyla, hazırladıkları hile ve tuzaklarla karşı karşıya kalmıştır. Peygamberimizin maruz kaldığı bu tür davranışlardan biri de soyunu devam ettiremeyeceği yönündeki alaycı hafifsemelerdi. Günümüzde bazı ilkel aileler tarafından da hâlâ sürdürüldüğü gibi, o zamanın Arap kültüründe de kız çocukları evlâttan sayılmaz, ailenin erkek çocuk tarafından devam ettirildiği kabul edilir ve erkek çocuğu olmayanlar horlanırdı. Peygamberimizin Hadice’den doğma oğulları Kasım ile Abdullah ölünce, başta As b. Vâil es-Sehmî, Ebucehil, Ebuleheb, Ukbe b. Ebi Mu’ayt gibi Kureyş’in ileri gelen müşrikleri olmak üzere peygamberimizin hasımları bu olayı malzeme yaparak onu horlamaya yeltenmişlerdi. Peygamberimiz tarafından ortaya atılan davanın onun ölümü ile biteceğini, çünkü oğulları öldüğüne göre davanın takipçisi kalmadığını düşünerek peygamberimiz hakkında “Bırakın onu, onun soyu kesik, zürriyetsiz, ölünce adı unutulur gider, biz de ondan kurtuluruz” diyor ve temennilerini haber yapıyorlardı. Bu durum peygamberimizi çok üzüyordu.
Yüce Allah bu sure ile hem peygamberimizi “ كوثر kevser” ile müjdelemiş, hem de köksüzlük ve soyu kesiklik kavramlarını peygamberinin düşmanları için takdir ettiğini bildirmiştir.
Peygamberimizin erkek evlâtlarının çocuk yaşlarda ölmeleri konusunda, Allah’ın Cebrail’i yollayarak peygamberimizi teselli ettiğini ileri süren bazı rivayetler uydurulduğu gibi, bu ölümlere bir takım hikmetler yakıştıran yorumlar da yapılmıştır.
“Kudsi Hadis” olarak meşhur olan ve “Levlâke… Levlâke… [Sen olmasaydın... Sen olmasaydın…]” ifadeleriyle kâinatın yaratılışını peygamberimizin varlığına bağlayan uydurma rivayet dışında, peygamberimizin erkek evlatlarının ölümlerini açıklamaya çalışan başlıca yorumlar şunlardır:
“Böylesine şanlı bir peygamberin evlâtları yaşasaydı, babalarının son peygamber olması sebebiyle kendilerine peygamberlik görevi verilmeyecek ve bu evlâtların şanlarında bir eksiklik oluşacaktı.”
“Peygamberin evlâtları yaşasaydı, onlar da peygamber yapılacaklar ve böylece Muhammed ‘peygamberlerin mührü/sonuncusu’ olamayacaktı.”
“Peygamberin evlâtları yaşasaydı, en azından ashap tarafından ‘imam’ yapılacaklar, böylece ‘imamlık’ ve ‘velilik’ de veraset yolu ile intikal eden bir makam hâline dönüşecekti.”
Bu yorumların hepsinde de peygamberimizin evlâtlarının ölmemesi hâlinde ortaya çıkacağı sanılan sakıncalar öne sürülmüş, dolayısıyla bütün yorumcular ölümlerde bir “hikmet” olduğu üzerinde birleşmiştir.
Ancak gerek Allah’ın Cebrail aracılığı ile peygamberimizi teselli ettiğini ileri süren hadis uydurucuları, gerekse ölümlerde “hikmet” gören yorumcular, her şeye gücü yeten Allah’ın, bu ölümlerle ortaya koyduğu “hikmet”i peygamberimize hiç evlât vermeyerek de ortaya koyabileceğini, böylece teselliye de gerek kalmayacağını düşünememişlerdir.
MEAL
RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA
1.Şüphesiz Biz sana bol nimet verdik.
2.Öyleyse Rabbin için salât et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek ol; toplumu aydınlatmaya çalış] ve karşılaşacağın zorlukları göğüsle!
3.Şüphesiz seni horlayan, sonu olmayanın; yaptıkları, işe yaramayanın ta kendisidir!
TAHLİL
1.Şüphesiz Biz sana bol nimet verdik.
Bazı sapkın zihniyet sahipleri, Kur’an’daki “إنّا, نحن Biz” ifadelerinden yola çıkarak Allah’ın bu ifadeyi kullanarak yaptığını söylediği işleri velîleri, dostları ile birlikte yaptığını ileri sürmüşler, böylece sadece Allah’a ait sıfat ve tasarrufların kendi uydurdukları “evliya” takımına da yakıştırılması için çaba göstermişlerdir.
Oysa Kur’an’daki “إنّا ,نحن Biz” sözcüğüyle azamet/ululuk kast edilmektedir. Bu ifade biçimi birçok dilde uygulanmaktadır. Nitekim krallar ve güçlü yöneticiler de tarihî fermanlarında kendilerinden “biz” diye söz etmektedirler. Modern bir ifade biçimi olarak karşımızdaki insana “siz” diye hitap etmek de buna benzer bir durumdur.
Kevser
a-*“كوثر Kevser” sözcüğü Arapça’da “فوعل fev’al” kalıbında bir kelime olup “ كثرة kesret [çokluk]” kökünden türemiştir. Anlamı “alabildiğine, aşırı derecede çok” demektir. Araplara göre sayısı, değeri, önemi çok olan her şey “kevser”dir. Meselâ, çıktığı geziden yakınlarına aldığı hediyelerle dönen bir kişinin getirdiği hediyelerin çokluğunu belirtmek için “kevser getirdi” tabiri kullanılır. “Kevser” sözcüğü Arapçada somut şeylerin çokluğu için kullanıldığı gibi, soyut kavramların çokluğu için de kullanılır. Bunun örneği büyük edip el-Kumeyt’in bir şiirinde görülmektedir:
b-“وانت كثير يا ابن مروان طيّب Ve ente kesirun ya ibne Mervane tayyibu! [Ey Mervan oğlu, sen ne çok ve hoşsun!]
c-“وكان ابوك ابن فضائل كوثرا Ve kâne ebûke ibnu Fedâili kevsera [Baban İbnu Fedail ise daha çoktu].[1]
Peygamberimize “kevser”i veren Allah olduğuna göre, ayette geçen “kevser” sözcüğü ile dünyada ve ahirette “çok, pek çok hayır ve güzel şeyler” kastedildiği söylenebilir. Ancak surede geçen “çok, pek çok hayır ve güzel şeyler”in neler olduğuna gelince, bu konuda birçok farklı görüş ileri sürülmüştür. Rivayet tefsirlerinde yer alan bu görüşlerden bazıları şöyledir:
“Kevser”
– İslâm dinidir.
– İlimdir.
– Güzel ahlâktır.
– Bu suredeki mucizevî özelliktir.
– Şefaat makamıdır.
– Cennette bir ırmağın adıdır.
– Cennette bir havuzdur.
– Peygamberliktir
– Peygamberlik şerefidir.
– Peygambere verilen bütün nimetlerdir.
– Peygamberin meziyetleridir.
– Peygamberin ünüdür.
– Peygamberin evlâtlarının çokluğudur.
– Peygamberin ümmetinin çokluğudur.
– Peygamberin ümmetinin âlimleridir.
“Kevser”in ne olduğu hakkında ileri sürülen görüşler bunlarla sınırlanamayacak kadar çoktur. Konu hakkındaki ifrat bu görüşlerin çokluğunda değil, her bir görüş için yapılmış olan yüzlerce açıklamanın içeriğindedir. Bu açıklamalar peygamberimizi bütün diğer peygamberlerin özelliklerini kendisinde toplayan ve hepsinin gösterdiği mucizeleri tek başına gösterebilen bir konuma getirmekte, âdeta ilâhlaştırmaktadır.
Bize göre peygamberimize verilen “Kevser”, Duha ve İnşirah sureleri ile Hicr suresinin 87. ayetinde bahsedilen lütuflardır:
6-8.O seni yetim olarak bulup barınağa kavuşturmadı mı? Seni dosdoğru yol dışında biri olarak bulup da dosdoğru yola kılavuzluk etmedi mi? Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi? (Duha/ 6 – 8)
Biz, senin için, senin göğsünü açmadık mı? Senden ağır yükünü indirmedik mi? –Ki o, senin belini çatırdatmıştı.– Senin şanını da senin için yüceltmedik mi? (İnşirah/ 1 – 4)
87.Andolsun ki Biz sana katmerli katmerli nice nimetleri ve büyük Kur’ân’ı verdik. (Hicr/ 87)
Hicr suresinin 87. ayetindeki “سبعا من المثانى ikililerden yediyi” ifadesi için pek çok görüş ileri sürülmüştür. Bu ifade bize peygamberimizin hayatındaki yedi köklü değişikliği hatırlatmaktadır. Bu değişiklikler, peygamberimizin iradesi ve gayreti dışında, görünür bir sebep olmadan, Allah tarafından yapılan değişikliklerdir. “İkililer” ifadesinin bize düşündürdüğü ise; bu değişikliklerin meydana geldiği konuların olumlu ve olumsuz hâllerinin birlikteliği, yani varlık alanındaki zıtlıklardan oluşan ikililerdir. Bu ikililerden oluşan değişiklikleri peygamberimizin hayatındaki “eksiler” ve “artılar” olarak isimlendirip listelersek karşımıza aşağıdaki tablo çıkmakta, bu da bize “ikililerden yedi” ifadesi hakkında ışık tutmaktadır:
Eksiler Artılar :
Sıradan birisi idi Seçilip peygamber yapıldı
Yetim idi Barınağa kavuşturuldu
Şaşırmış idi Doğruya iletildi
Dar gelirli idi Zenginleştirildi
Sıkıntılıydı Göğsü açıldı, ferahlatıldı
Yükü ağırdı Ağır yükü hafifletildi
Adı unutulacaktı Adı, sanı ve şanı yüceltildi
İ’tâ [Vermek]
“İ’tâ” sözcüğü, bir şeyi emanet veya geçici olarak değil, temlik veya devir yoluyla temelli olarak verme anlamındadır. Bu anlam aynı zamanda bir lütuf olarak vermeyi de içeren bir anlamdır. “Îtâ” ise “i’tâ”yı da kapsayacak şekilde, daha geniş anlamda (yol açarak, engelleri aşarak; getirerek- götürerek vermek) kullanılır. Yani “îtâ” hem temlik ve lütuf olarak vermeyi, hem de bir görev olarak süreli, emanet vermeyi ifade etmektedir. Kevser suresinde “i’tâ” ifadesi kullanıldığı için peygamberimize verilenlerin ilahî bir lütuf olduğu, bir şeye karşılık verilmediği ve emanet olmadığı anlaşılmaktadır. Keza Sad suresinin 39. ayetinde, Süleyman peygambere verilenlerin de aynı özellikte olduğu bu sözcüğün bir başka kullanım şekli olan “عطاء Atâ” ile ifade edilmesinden anlaşılmaktadır. Hicr suresinin 87. ayetinde peygamberimize verildiği belirtilenler ise hem lütuf hem de peygamberlik göreviyle bağlantılı olduğundan “îtâ” kelimesi ile ifade edilmiştir.
2.Öyleyse Rabbin için salât et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek ol; toplumu aydınlatmaya çalış] ve karşılaşacağın zorlukları göğüsle!
Arap edebiyatının önemli sanatlarından biri olan ve daha önce Fatiha suresinde gördüğümüz “İltifat” sanatı bu ayette de hemen dikkati çekmektedir. Birinci ayette “إنّا Biz” zamiri kullanılmış ve ikinci ayette bu akışa uygun olarak “لنا Bizim için” denmesi gerekiyorken üçüncü tekil kişiye dönülerek “لربّك Rabbin için” denilmiştir.
“Biz” zamirinden “Rabb” ismine dönülmek suretiyle yapılan “İltifat” sayesinde hem ikinci ayet hükmünün etkinliği arttırılmış, hem de Alak suresinden bu yana hep ön plânda tutulmuş olan Allah’ın “Rabb” olma özelliği bu surede de ön plâna çıkarılmıştır. Çünkü dünyadaki ve ahiretteki yaşamımızın her anı, Allah’ın “Rabb”lığı, programcılığı ile tasarladığı üzere gerçekleşmekte ve insanların da bunu akıllarından hiçbir zaman çıkarmamaları gerekmektedir.
Ayette geçen “صلّ salli” sözcüğünün kökü ve türevlerinden Salat ile ilgili ayrıntılı bilgi Alak suresinde verilmiştir.
nahr“نحر Nahr” sözcüğü bir kaç kelime ile Türkçeye çevrilemeyeceği için aynen bırakılmış, açıklaması burada yapılmıştır.
Belirtmek gerekir ki, “nahr” sözcüğü klâsik eserlerde iyice irdelenmeden Türkçeye en uzak anlamı olan “kurban kes” şeklinde çevrilmiştir. Bu durum, “Ğalât-ı meşhur, fasih lisana yeğdir [meşhur olmuş hatalı sözcük, orijinaline tercih edilir]” kuralına tamı tamına denk düşen bir uygulamadır. Ne var ki, yapılan galâtın/ hatanın sürdürülmesi edebiyat alanında önemli bir sakınca doğurmayabilir ama dinin temel ilkelerinin ğalat bir anlamla yozlaşması, göze alınamayacak kadar büyük bir sakıncadır.
İsim olarak kullanıldığında “göğüs, gerdan” anlamına gelen “nahr” sözcüğü, mastar olarak kullanıldığında “eli göğse değdirmek, göğüslemek, devenin göğsüne bıçak saplayıp kesmek”[2] anlamlarına gelir. Türkçedeki “intihar” sözcüğünün aslı da buradan gelmektedir. Sözcük ayette “وانحر ve-nhar” emir kipiyle yer aldığına göre sözcüğün mastar hâlinin taşıdığı üç değişik anlamın da incelenmesi gerekir.
Sözcüğün mastar olarak kullanılması hâlindeki birinci anlamı “elini göğsüne değdir” emridir. İmam-ı Şafii “ve-nhar” emrini “kurban kes” ya da “deve kes” olarak değil, “ellerini göğsüne değdir” olarak anlamış ve namaz kılarken alınan ara tekbirlerde ellerin göğse değdirilmesine içtihat etmiştir. Bu nedenle Şafii mezhebine mensup olanlar namaz kılarken bu içtihada uyarlar.
Şii müfessir ve fakihler de, Ali ve ehlibeyt kaynaklı rivayetleri dikkate alarak bu emri namazda kıyamda iken ellerin göğse kaldırılması ve namazda tekbir getirirken ellerin boğaz çukurluğunun hizasına kadar kaldırılması olarak anlamış ve bu şekilde uygulamışlardır.
Kimileri de aynı emri namazda göğsün kıbleye döndürülmesi, kesinlikle başka yönlere yalpalanılmaması gerektiği şeklinde anlamışlardır.
Ebu Hanife’nin bu ayeti nasıl anladığına gelince; o günkü siyasal iktidarın söylemine aykırılıklar taşıması sebebiyle olsa gerek, eserleri zamanın idarecileri tarafından yok edilmiş, bu nedenle de konu hakkındaki yorumu bize kadar intikal edememiştir.
Ancak bütün bu anlayışların namaz esnasındaki bedensel hareketlere yönelik olarak ortaya konduğu dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Oysa ayette bu hareketin namazda olacağına dair hiçbir işaret, delâlet ya da karine [ipucu] yoktur.
Bize göre, namaza başlama tekbirinde ya da namazlardaki ara tekbirlerde dilimizle “Allahu Ekber [Allah her şeyden daha büyüktür]” derken ellerimizi göğsümüze kaldırmamız, aynı anda beden dilimizle de bu inanç ve anlayışımızı pekiştirdiğimiz anlamını taşımaktadır. Yaptığımız bu hareket, Allah’tan başka her şeyi arkaya attığımızı ifade eden sembolik bir davranıştır. Sure peygamberimize hitap ettiğine göre, Yüce Allah’ın bu emirle peygamberimizden istediği, “hakkında çıkarılan kin dolu söylentileri, kendisine yapılan kötü davranışları, düşmanlıkları, hileleri ve tuzakları arkaya atması, dikkate almaması, boş vermesi, elini sallayıp geçivermesi”dir.
Sözcüğün mastar olarak kullanılması hâlindeki ikinci anlamı “göğüslemek, göğüs göğse gelmek” demektir. Sözcüğün en fazla kullanılan anlamlarından biri olan bu anlam, Arap şairleri tarafından boğaz boğaza gelmeyi, göğüs göğse dövüşmeyi ifade etmek için kullanılmıştır. Ayrıca “evleri göğüs göğse [karşı karşıya]” deyiminde de bu anlamda kullanılmıştır.[3]
Sözcüğün mastar olarak kullanılması hâlindeki üçüncü anlamı ise “deveyi göğsünden hançerle kesmek” demektir. Dikkat edilirse bu anlam içinde “kurban” sözcüğü yer almamaktadır. Bu anlam esas alındığında, ayetten “kurban kes” veya “deveyi kurban kes” gibi anlamlar çıkmaz, sadece “deve kes” anlamı çıkar. Bu takdirde ayetin anlamı “Seni üzüyorlar, sana düşmanlık ediyorlar, sen de uyluklarını hareket ettir, ayağa kalk, yürü, çabala, şirke ve tağuta karşı çık, çok çalış, çok gayret et, destek ol, sosyal yardım yap ve deve kes!” olur. O günkü şartlar altında peygamberimize kasaplık yapmasının emredilmiş olması anlamsızdır. Çünkü bu sure indiğinde peygamberimiz hâlâ insanlara tebliğde zorlanmaktadır, yeterince taraftar edinememiştir. İşler henüz teori/iman boyutundadır. Tebliğin dışında herhangi bir eylem söz konusu değildir.
Kurban ile ilgili olarak Kütüb-ü Sitte’de [Altı Büyük Hadis Kitabı’nda] 26 rivayet mevcuttur. Ama bunların çoğu aynı rivayetin farklı kişiler tarafından nakledilmiş varyasyonlarıdır. Bu rivayetlerin hepsinde konu edilen kurban ve kurban ile ilgili bilgiler, hacda hacıların mükellef tutulduğu “هدى Hedy” kurbanına [Hacıların hediye olarak kestiği kurbana]” yöneliktir, yoksa bayram günlerinde hayvan kesmeye yönelik değildir. Rivayetlerin ve tarihî belgelerin hiçbirinde, ne Mekke’de bu surenin indiği dönemlerde, ne de Medine’de hacc farz oluncaya kadar herhangi bir kurban olayı anlatımı söz konusu değildir. Özetlemek gerekirse, bu ayetler indiği zaman Mekke’de ne peygamberimiz ne de o günkü Müslümanlar kurban kesme şeklinde bir ibadet yapmıştır.
Ragıb el İsfehânî de Müfredat adlı eserinde “nahr”ı hacc esnasında Mina’da kesilmesi gereken hediye olarak açıklar. Ancak Hedy’den bahseden Bakara suresinin 196. ayeti, Maide suresinin 2, 95 ve 97. ayetleri ve Feth suresinin 25. ayeti henüz inmemiştir, çünkü bu ayetler Medenî’dir. Dolayısıyla Kevser suresi indiği sırada hacc ile ilgili bir hüküm henüz ortada yoktur. Böyle olmasına rağmen Ragıb’a göre de “nahr” hacda kesilen hediyenin dışında bir şey değildir, kurban adı altında günümüzde yapılan kesimle bir ilgisi yoktur.
Bazıları kurban konusunu İbrahim peygambere bağlarlar ve onun oğlunu kurban edişini konu alan birçok Kur’an dışı kültürü kendilerine kaynak kabul ederek detaylara girerler. Oysa Saffat suresinin 83-113. ayetlerine baktığımızda, bu olayların kurbanla herhangi bir ilgisinin olmadığı görülmektedir. Bazıları da Maide suresinin 27-31. ayetlerindeki “iki âdemoğlu” kıssasından yola çıkarak kurbana kaynak aramaya çalışmışlardır. Ne var ki, ilgili pasajın da hayvan kurban etme gibi bir anlamı bulunmamaktadır.
Yukarıdaki açıklamaların ışığı altında Kevser suresinin 2. ayeti; “Madem Rabbin sana kevseri [bu kadar bol nimeti] verdi, öyleyse sen de Rabbin için çok çalış, çok gayret et, uyluklarını hareket ettir, ayağa kalk, yürü, çabala, şirke ve tağuta karşı çık, destek ol, sosyal yardım yap, gerisini boş ver, düşünme, önüne gelecek her zorluğu göğüsle, sabret!” anlamındadır.
3.Şüphesiz seni horlayan, sonu olmayanın; yaptıkları, işe yaramayanın ta kendisidir!
a-“ابتر Ebter” sözcüğü “بتر beter” sözcüğünden türemiştir. İlk anlamı “kuyruğu köküne kadar kesmek” demektir.[4] Kuyruğu olmayan eşeğe “حمار ابتر hımarun ebterü” denilirdi. Daha sonraları hayır hasenat yapmayan kimselere, zürriyeti olmayanlara, özellikle de erkek çocuğu olmayanlara denilir oldu. Bilindiği gibi, kız çocuğu şark kültüründe evlâttan sayılmazdı.
Bu sözcük Türkçeye de geçmiştir. Birisine beddua ederken “beter ol!” denir. Bunun anlamı “senin sonun olmasın, perişan ol!” demektir.
İlk andan itibaren bütün kâfirler peygamberimizi değişik sıfat ve yakıştırmalarla kötülemeye çalışmışlardır. Kâfirliği bir nitelik olarak aldığımızda, dünyada inkârcılar var oldukça peygamberimizi kötüleme ve gözden düşürme eylemlerinin de devam edeceği açıktır. Ne var ki, peygamberimize ve dolayısıyla İslâm’a o günlerde sataşanların eli boş kaldığı gibi, bundan sonra da boş kalacaktır. O günkülerin hem emekleri boşa çıkmış; düzenleri, inançları bitmiş, hem de nesepleri, soy ve sopları dünya sahnesinden silinip gitmiştir. Bu ayetlerden anlıyoruz ki, bu gün de yarın da yine aynı şekilde olacaktır.
Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
[1](Lisanü’l Arab, “k s r” mad. )
[2](Lisanü’l Arab, “n h r” mad. )
[3](Lisanü’l Arab, “n h r” mad. )
[4] (Lisanü’l Arab, “b t r” mad. )
HAKKI YILMAZ
5 notes
·
View notes
Video
tumblr
Allah Diyor ki;
"İÇİNDE AKIL OLMAYAN BİR AŞKLA BANA GELMEYİN!..."
0 notes
Photo
Bayram değil Katliam..! Hey insan! tam bir kibir torbasının.. Kendi canından, kendi inancından, kendi renginden, kendinden gayrısını "ölü" bellersin lakin asıl soysuzun tekisindir, bunca soyun içinde, bunca rengin içinde, tek renksin, grisin.. Kana susamışlığın ta kendisisin bu uğurda. Fakat benden sana naçizane sır, kan rengiyle renklenilmez paşam. Kan rengiyle katil olunur, kan rengiyle katliam olur. Sınırda bir bebek ölür içinde hapsettiğin kuzu ölür. Yok böyle bir inanç, yok böyle bir kültür! neyin, kimin geleneği bu katliam. fakir mi, ne düşünür olmuşsun, tek yol ...ölüm mü? Hayır paşam.. Tek yol belli! tarihten bugüne yapılan yanlış okumaların kanlı adı nasıl olur da "Bayram" olur. nasıl olur da sınırda nicesi can verirken sen Bayram eylersin. demem o ki, "oku" Bkr.msnz; İhsan Eliaçık'ın "hayvan kesmeye Hayır, Bayrama Evet" yazısını okuyunuz. #bayram #kurbanbayramı #oku #ihsaneliaçık
3 notes
·
View notes