#ifanın
Explore tagged Tumblr posts
Text
Borçlar Hukukunda İfa: Borcun Yerine Getirilmesi
İfa, Borçlar Hukuku’nda, bir borç ilişkisinde borçlunun, alacaklının alacağına karşılık olarak yerine getirmekle yükümlü olduğu edimi gerçekleştirme fiilidir. Başka bir deyişle, ifa borcun ödenmesi, yerine getirilmesi anlamına gelir. İfanın Önemi Borç ilişkisinin sona ermesi: İfa ile borçlu, yükümlülüğünden kurtulur ve borç ilişkisi sona erer. Alacaklının hakkının gerçekleşmesi: İfa sayesinde…
0 notes
Text
Borçlar Hukukunda İfa: Borcun Yerine Getirilmesi
İfa, Borçlar Hukuku’nda, bir borç ilişkisinde borçlunun, alacaklının alacağına karşılık olarak yerine getirmekle yükümlü olduğu edimi gerçekleştirme fiilidir. Başka bir deyişle, ifa borcun ödenmesi, yerine getirilmesi anlamına gelir. İfanın Önemi Borç ilişkisinin sona ermesi: İfa ile borçlu, yükümlülüğünden kurtulur ve borç ilişkisi sona erer. Alacaklının hakkının gerçekleşmesi: İfa sayesinde…
0 notes
Link
ihale raporunda belirtilen planlama süreci ve sözleşme konusu iş nazara alındığı
0 notes
Text
Boşanmada
Soru: "30 yaşındayım. 6 ay sonra evleneceğim. Kardeşim ile birlikte yıllar önce kurduğumuz bir şirketimiz var.Şirkette kardeşimle paylarımız %50-50. Ben veya kardeşim vefat edersek, %50 hisselerimizin, mirasçılarımıza (eş ve çocuklara değil) değil, sağ kalan kardeşe kalmasını,mirasçıların şirket hissesinden birşey talep edememelerini istiyoruz. Nasıl bir yol izleyebiliriz? Bu soruya cevap verilebilmesi için, edinilmiş mal, kişisel mal, mirasta mahfuz hisse hukuki kavramları üzerinde durulması gerekiyor. Bu Yazımızda edinilmiş mal, kişisel mal kavramları üzerinde duracağız. 1 Ocak 2002’den itibaren (Farklı bir mal rejimi seçilmediyse) tüm evli çiftler için uygulanacak yasal mal rejimi edinilmiş mallara katılma rejimidir. Bu mal rejiminde, edinilmiş mallar ile kişisel malların hangileri olduğu büyük önem taşıyor. Tarafların hak ve alacaklarını belirlemek üzere tasfiyeye girecek olan mallar, edinilmiş mal tanımına giren mal varlıklarıdır. Edinilmiş mallar, her eşin bu mal rejiminin devamı süresince karşılığını vererek elde ettiği malvarlığı değerleridir. Bir eşin edinilmiş malları şunlardır: 1. Çalışmasının karşılığı olan edinimler, 2. Sosyal güvenlik veya sosyal yardım kurum ve kuruluşlarının veya personele yardım amacı ile kurulan sandık ve benzerlerinin yaptığı ödemeler, 3. Çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar, 4. Kişisel mallarının gelirleri, 5. Edinilmiş malların yerine geçen değerler. C)Kişisel mallar tasfiyeye girmez: Aşağıda sayılanlar kişisel maldır: 1. Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya, 2. Mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği malvarlığı değerleri, 3. Manevî tazminat alacakları, 4. Kişisel mallar yerine geçen değerler. D)Örnekler: *Annenizden kalan bir daire kişisel maldır. Ama bu dairenin kira geliri edinilmiş maldır. *Kişilik haklarınıza saldırıdan dolayı aldığınız manevi tazminat kişisel maldır. *Annenizden kalan dairenin yerine aldığınız bir daire de kişisel mal olarak kabul edilir. *Milli piyangodan aldığınız bilete çıkan ikramiye kişisel maldır. *Evliliğin devamı süresince alınan bir dairenin veya arabanın kimin kazancıyla alındığı önemli değildir. Bu daire veya araba edinilmiş maldır. *Evlenmeden önce size ait olan bir evi evlendikten sonra satarak yerine başka bir ev alırsanız bu bir kişisel maldır. E)Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle kişisel malların gelirlerinin edinilmiş mallara dahil olmayacağını da kararlaştırabilirler. F)Kime ait olduğu kesin olmayan mallar: Bir malın kime ait olduğu belli değilse iddia eden taraf bunu kanıtlamakla yükümlüdür. Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Eşlerden hangisine ait olduğu ispat edilemeyen mallar onların paylı mülkiyetinde sayılır. Bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal kabul edilir. G)Mal rejiminin ne zaman sona erer? 1)Mal rejimi, eşlerden birinin ölümüyle ölüm tarihinde, 2)Eşlerin başka bir mal rejimini kabulüyle, sözleşmenin yapıldığı tarihte, 3)Mahkeme tarafından evliliğin iptaline karar verilmesiyle dava tarihinde, 4)Mahkeme tarafından boşanma kararı verilmesiyle dava tarihinde, 5)Mahkeme tarafından mal ayrılığına geçilmesine karar verilmesi hallerinde dava tarihinde sona erer. Yukarıdaki soruya dönersek; Evlenmeden önce kurulmuş olan şirket hissesi, kişisel maldır. Fakat şirketten elde edilen gelir edinilmiş maldır. Bir eş, evlenmeden önce sahibi olduğum şirket hissem eşime kalmasın, kardeşime kalsın diyorsa ve aynı zamanda ileride çocuklarım olursa o na da kalmasın diyorsa, bu konuda resmi bir vasiyetname düzenleyebilir.Bu vasiyetnamede şirket hissesinin tamamını kardeşine bıraktığını belirtebilir. Ama bu kesin bir çözüm değildir. Tam bu arada devreye "saklı pay" veya eski tabirle "mahfuz hisse" kavramı devreye giriyor. Kişinin kendi malına istediği şekilde tasarruf etmesi en doğal hakkıdır. Ancak ölüme bağlı bir tasarrufla kendisinden mirasçılarına kalacak olan malların tamamının, bazı yasal mirasçılar aleyhine başkalarına verilmesine (bu malların elde edilişinde kısmen yakın aile üyelerinin doğrudan veya dolaylı bir katkısı olduğu düşüncesi ile ve kalanların mağdur olmasını önlemek maksadıyla) Kanun müsaade etmemiştir. Bu sebeple Medeni Kanun saklı pay veya eski adıyla mahfuz hisse adı verilen ve bazı mirasçıların tereke üzerinde Medeni Kanunla düzenlenen miras paylarının belirli bir kısmının her halde hakları olduğu kabul edilen bir müesseseye yer vermiştir. Mahfuz hisseye (saklı paya) sahip olan mirasçılar, ölenin eşi, çocukları ve bunların altsoyu, ana ve babası ve bunların çocukları yani ölenin kardeşleridir. Bunun dışındaki kimselerin örneğin kardeş çocuklarının (yeğenlerin) veya büyük ana ve büyükbabanın saklı payları yoktur. Medenî Kanunun 506 ncı maddesindeki düzenlemeye göre kanunî mirasçılar değişik oranlarda mahfuz hisselere sahiptirler. Saklı pay oranı; 1. Altsoy için yasal miras payının yarısı, 2. Ana ve babadan her biri için yasal miras payının dörtte biri, 3. Kardeşlerden her biri için yasal miras payının sekizde biri, 4. Sağ kalan eş için, altsoy veya ana ve baba zümresiyle birlikte mirasçı olması hâlinde yasal miras payının tamamı, diğer hâllerde yasal miras payının dörtte üçüdür. Sağ kalan eş çocukları ile mirasçı olduğunda eşin saklı payı, normal miras hakkının %100’ü yani kendisine kalan ¼ lük payıdır. Sağ kalan eş, üçüncü zümre başı yani büyük ana ve/veya büyükbaba ile birlikte mirasçı olduğunda miras hakkı ve aynı zamanda mahfuz hissesi dörtte üçün dörtte üçüdür yani dokuzda onaltısıdır. Üçüncü zümredekilerin ve bunların altsoylarının mahfuz hissesi yoktur. Mahfuz hissenin ne anlama geldiğini daha net anlatabilmek için şu şekilde örnekler verilebilir. Sağ kalan eş iki çocuğuyla beraber mirasçı olduğunda murisin tasarruf hakkı şu şekilde hesaplanır: Eşin miras hakkı 2/8, her iki çocuğun toplam miras hakkı ise 6/8’dir. Bu durumda saklı pay toplamı: (1/4 + 3/8) =5/8 olarak hesaplanır. Murisin tasarruf hakkı da kalan (8/8 – 5/8 =) 3/8 olur. Yani miras bırakan kişi bu örnekte tüm servetinin sekizde üçünü vasiyet yoluyla istediği kişilere veya kuruluşlara bırakabilir. Bunun üzerinde bir tasarruf hakkı yoktur. Bir başka örnek verelim. Murisin geride bıraktığı mirasçıları sadece iki kardeşi olsun. Bu durumda murisin iki kardeşinin her birinin miras hakkı 1/2, saklı payları ise bunun 1/8’i ve neticede her bir kardeşin saklı payı 1/16 dır. Toplam mahfuz hisse, 1/16+1/16 = 2/16 dir. Bu durumda muris saklı paylardan arta kalan 14/16 oranındaki mallarını vasiyet yoluyla istediği kişi ve kuruluşlara bırakabilir. Murisin bu mahfuz hisseleri aşan tutarlarda yani kanunî mirasçıların haklarını çiğneyecek şekilde vasiyette bulunması veya mansup mirasçı tayin etmesi mümkün değildir. Muris iradî bir tasarruf ile mahfuz hisseli mirasçıların haklarını ihlal edecek şekilde çeşitli tercihlerde bulunduğu takdirde mirasçıların kendi mahfuz hisselerini geri almak için tenkis davası açmaları söz konusu olabilir. Değerinde azalma meydana gelmeksizin bölünmesine olanak bulunmayan belirli bir mal vasiyeti tenkise tâbi olursa veya mal paylaştırmaya elverişli değilse vasiyet alacaklısı, dilerse, tenkisi gereken kısmın değerini ödeyerek malın verilmesini, dilerse malı terk ederek tasarruf edilebilir kısmın değerini karşılayan parayı isteyebilir. Mirasbırakanın 2 oğlu ve bir karısı olduğunu varsayalım. Baba bir kısım gayrimenkullerini eşine, antika tabloyu ise oğullarına bırakabilir. Terekedeki gayrimenkuller eşin saklı payını karşılamıyor ise mirasbırakanın karısı tenkis davası açabilir. Bu durumda oğulların önünde iki seçimlik hak vardır. Vasiyet alacaklısı olarak oğullar vasiyet edilen tabloyu muhafaza ederek saklı payı tamamlamak için annelerine ödeme yapabilirler veya tabloyu annelerine vererek kendi haklarını annelerinden para olarak isteyebilirler. Burada seçimlik hak sadece vasiyet alacaklısına bırakıldığından annenin doğrudan tabloyu isteme hakkı yoktur. Başka bir anlatımla Tablo’nun vasiyete rağmen anneye geçmesi oğulların rızasına bağlıdır. Medeni Kanun’un bu kuralının emredici olmadığını tasarruf serbestliği karşısında miras bırakanın saklı paya ilişkin ifanın nasıl yapılacağını vasiyetinde belirlemesinin de mümkün olduğunu ifade etmek gerekir. Yine örnek vermek gerekirse baba, vasiyetnamesini hazırlarken, mallarına kendi anlayışına göre değer biçmiş ve bu malları miras haklarını ve saklı paylarını gözeterek paylaştırmak suretiyle eşine, kızına ve oğluna vasiyet etmiş olsun. Baba, vasiyete konu mallar arasında bulunan bir grup anonim şirket hisse senedinin oğluna kalmasını vasiyet ederken, hisselerin değerinin oğulun miras payını çok aştığını görerek, oğulun hakkını aşan hisse kısmına tekabül eden parayı annesine ve kızkardeşine vermesini vasiyet edebilir ve vasiyet bu yönü ile de geçerlidir. Ancak baba bu paylaşımda değer tesbitlerini yanlış şekilde veya yanılarak, saklı payları ihlal edecek şekilde yapmışsa, saklı payından mahrum kalan mirasçının tenkis davası açması mümkündür. Read the full article
0 notes
Text
Covid-19 Salgınının Kira Sözleşmelerine Etkisi
Dünyayı tehdit etmeye devam eden ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi olarak nitelendirilen Coronavirüs (Covid-19) ilk olarak Aralık ayında Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkmış olup daha sonra dünya geneline yayılarak ülkemizde de Mart ayında olumsuz etkilerini göstermeye başlamıştır.
Ekonomik alandaki olumsuz etkileri üzerinde durulduğunda İçişleri Bakanlığı‘nın Koronavirüs Tedbirleri genelgesi kapsamında; 15-18 Mart tarihleri arasında ülke genelinde 149.382 iş yerinin geçici süreliğine faaliyetlerinin durdurulmasına yönelik genelgesi de dikkate alınarak kira sözleşmelerinin üzerinde yaratabileceği etkilerin değerlendirmesi gerekir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun ‘Sözleşme Özgürlüğü’ kenar başlıklı 26. Maddesine göre: “Taraflar, bir sözleşmenin içeriğini kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler.”. Bu kapsamda kira sözleşmeleri bakımından da taraflar serbest iradeleri göz önünde tutulmuştur. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 27.maddesine göre, “Emredici hükümlere, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkansız olan sözleşmeler kesin hükümsüzdür.”. Söz konusu nedenler kira sözleşmesinin içeriğini belirleme özgürlüğünün sınırını oluşturur.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun ilgili maddeleri birlikte değerlendirildiğinde öncelikle taraflar serbest iradeleriyle sözleşme hükümleri içerisine bu tür durumlara yönelik örneğin kira sözleşmesinde, “ülke genelinde mücbir sebep, savaş, salgın hastalık sebeplerden dolayı kiralananın kullanılmasının olanaksız olması durumunda 1 ay içinde tazminatsız tek taraflı olarak sözleşmeyi feshetme hakkına sahiptir.” şeklinde bir hüküm koydukları takdirde uygun düştüğü ölçüde öncelikle bu hüküm göz önüne alınmalıdır.
Bu hususta mücbir sebep kavramına değinmek gerekirse Türk hukukunda mücbir sebebin ne olduğuna dair tanımlama yoktur. Yargıtay kararında ise tarafların aralarındaki sözleşme kapsamında bir durumu mücbir sebep hali olarak kabul etmelerinin mümkün olduğu sonucuna hükmetmiştir. Bu sonuçlar birlikte değerlendirildiğinde ülkemizde de görülmekte olan Covid-19 salgını nedeniyle gün geçtikçe ölüm oranı ve vaka sayısı art��şı olması ve idare tarafından Covid-19 salgını kapsamında tedbirler nedeniyle engellemeler, yasaklamalar da olduğu için mücbir sebep olarak değerlendirilmesi bu kapsamda uyuşmazlık oluşması halinde somut olaya uygulanmalıdır.
1. Olağanüstü Fesih Hakkı
Kira sözleşmelerinde mücbir sebeple ilgili bir hüküm bulunmadığı takdirde kira sözleşmelerinin tarafları 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’na göre değerlendirilmelidir. Anılan hüküm ile, “Taraflardan her biri, kira ilişkisinin devamı kendisi için çekilmez hale getiren önemli sebeplerin varlığı durumunda, sözleşmeyi yasal fesih süresine uyarak her zaman feshedebilir. Hakim, durum ve koşulları göz önünde tutarak, olağanüstü fesih bildirimin parasal sonuçlarını karara bağlar.” düzenlemesine yer verilmiştir.
Hüküm dikkate aldığında kira ilişkisini çekilmez hale getiren önemli sebepler hakkında açıklama yapılmamıştır. Önemli sebepleri tarafın sözleşmeye katlanamayacağı haller olarak değerlendirmek gerekir. Covid-19 salgını ticari faaliyeti olumsuz etkilediği de göz önüne alındığında taraflar için kira sözleşmesinin devamı konusunda çekilmez bir durum olarak kabul edilmesi ve taraflardan her birinin, fesih süresine uymak şartıyla sözleşmeyi her zaman için feshetme hakkını kullanması gerekir.
Genel kural niteliğinde olan olağanüstü fesih hakkı, sözleşme belirli veya belirsiz konut ve çatılı işyeri kirası dahil her tür kira ilişkisinde kullanılabilir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 331. Maddesindeki fesih türünün uygulanabilmesi için önemli olan geçerli bir kira sözleşmesi olması ve devamı için çekilmez hale getiren Covid-19 salgını gibi önemli bir sebebin varlığı ve haklı sebebe dayanan kiraya veren ve kiracının, yasal fesih bildirimi süresine uyarak fesih bildiriminde bulunması gerekmektedir.
Yasal düzenleme kapsamında yapılan fesih uyarınca tarafların parasal sonuçlarında anlaşamaması durumunda hakim tarafından olağanüstü fesih bildirimin parasal tutarı sonuca bağlanır. Hakim fesih bildiriminin parasal sonucunu belirlerken kiraya verenin kira bedeli kayıplarını, kiracının ticari faaliyetine ilişkin uğradığı kayıpları göz önünde bulundurur. Aynı zamanda hakim tazminatı belirlerken somut olay için ayrı değerlendirme yapıp uygulaması gerekir.
2. Kusursuz İfa İmkansızlığı
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 136. Maddesine göre, “Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer.
Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybeder. Kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya yükletilmiş olduğu durumlar, bu hükmün dışındadır.
Borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlüdür.” düzenlemesine yer verilmiştir.
Hüküm dikkate alındığında imkansızlık kavramından borcun ifasının maddi veya hukuki engeller sebebiyle gerçekleştirilememesi anlaşılmaktadır. Ayrıca borçlu mücbir sebep, umulmayan hal gibi nedenlerden dolayı ani ifa edimini yerine getirememesi ve bu durumun süreklilik arz etmesi anlaşılması gerekir.
Yaşanılan olumsuz gelişmeler neticesinde Covid-19 salgını sonucu alınan tedbirler kapsamında kiracılar işyerlerini kapatmak zorunda kalmaktadır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 136. maddesinin kira sözleşmelerine uygulanması konusunda belirsizlik vardır. Yaşanılan durumun ‘sürekli bir imkansızlık’ hali olarak değerlendirilmesi konusu net değildir. Bu hüküm dikkate alındığında günümüz koşullarında İfanın imkânsızlaştığı kısım, virüs nedeniyle işletme faaliyetine devam edememekte bu yüzden kiralananı engellenen faaliyetin amacı doğrultusunda kullanamamaktadır.
Kiraya verenin asli edim yükümlülüğü kiralananı kullanıma elverişli olarak kiracıya bırakması olduğu için kiracı asli edim olan kira bedelini ödese bile tedbir niteliğinde olan idarenin yasaklama kararı neticesinde kiralanan şey kullanıma elverişli olmadığı için bu durumun imkânsızlık yarattığını söylemek her somut olay için ayrıca değerlendirilmesi gerekir.
3. Aşırı İfa Güçlüğü
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 138. Maddesine ile, “Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edinimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır. Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.“ düzenlemesine yer verilmiştir.
Aşırı ifa güçlüğü ortaya çıktığında hakim sözleşmenin değişen koşullara uyarlanmasına karar verir eğer bu durum mümkün değilse borçlu sözleşmeden dönebilir ya da sözleşmeyi feshedebilir. Ayrıca aşırı ifa güçlüğüne dayanan uyarlama isteminin temeli, dürüstlük kuralına dayanmaktadır.
Ahde vefa ilkesinin istisnalardan biri olan işlemin temelinin çökmesine ilişkindir. İlgili hüküm tüm sözleşmelerde uygulama alanı bulabildiği konusunda tereddüt göstermemektedir. Günümüzdeki koşullarda eğer kira sözleşmesine dayalı ilişkinin devam etmesi gerekirse aşırı ifa güçlüğüne dayalı olarak sözleşmenin uyarlanması istenmesi gerekebilecektir. Ancak bu uyarlamanın kira sözleşmesinin devamı için değil de geçici dönem için olması gerekmektedir.
4. İşyeri Kiraları Yönünden Özel Geçici Düzenleme
Son olarak konuyla ilgili yargıdaki hak kayıplarını önlemek amacıyla 25 Mart 2020 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 7226 sayılı Torba Kanunu Geçici 2. Maddesi 01.03.2020 tarihinden 30.06.2020 tarihine kadar işleyecek iş yeri kira bedelinin ödenememesine ilişkin kira sözleşmesinin feshi ve tahliye sebebi oluşturmamasıyla ilgili düzenlemeye yer verilmiştir.
Anılan düzenleme kapsamında işyeri kiralarının kiracı tarafından ödenmemesi nedeni ile kiraya veren kiracının temerrüdü nedeni ile kira sözleşmesinin feshini istemesi ve taşınmazın tahliyesini sağlaması imkanı ortadan kaldırılmıştır.
Bu düzenleme geçici olarak 01.03.2020 tarihi ile 30.06.2020 tarihleri arasındaki kira bedellerinin ödenmemesi ile ilgili olup bu tarihler dışındaki kira bedellerinin ödenmemesi nedeni ile kira sözleşmesinin tasfiyesi ve taşınmazın tahliyesi sebebi oluşturmaya devam edecektir.
Covid-19 Salgınının Kira Sözleşmelerine Etkisi was originally published on Aşık & Aşık Bursa Avukatlık Bürosu
#Covid-19#işyeri#kira#kira sözleşmesi#koronavirüs#aşık#avukatlık#bürosu#hukuk#danışmanlık#marka#patent#fikri sınai hakları#eser#ticaret#iş#işçi#işveren#law firm#studio legale#trademark#intellectual property#business#labor#law
0 notes
Photo
Xanımınıza 8 Mart üçün nə hədiyyə etməyi planlayırsınız? Gəlin bu ilin sürprizini birlikdə hazırlayaq. Builki bayramı təbiətlə iç-içə Küngüt İstirahət Mərkəzində ikilikdə keçirməyinizi təklif edirik. Gecənin məzmununa həsr olunmuş canlı ifanın yaratdığı romantik ab-havadan həzz almaq imkanı və təbiətin təkrarolunmaz mənzərəsi bayramınıza özəllik qatacaq. 8 Marta özəl kampaniyamız isə lap ürəyinizcə olacaq. 1 gün qalan qonaqlarımız üçün 2-ci gün 50% endirimlə 2 gün qalan qonaqlarımız üçün isə 3-cü gün ödənişsiz Bəs 1 gecənin qiyməti? Demək olar ki, heç neçəyə... İki nəfərlik otaq cəmi 59 manata. Ətraflı məlumat və qeydiyyat üçün: ✍ AzTRİPS Travel Agency 📌 Əli Mustafayev küç, City Mall, 2-ci mərtəbə 📲 +994 51 966 62 94 ✉ [email protected] 🖥 www.aztrips.club #aztrips #kungutresort #kungut #sheki #azerbaijan #baku #8mart #travel #holidays #qadinlargunu #aztripstravel #travelling #baku #istirahət #səyahət #əyləncə #qadınlargünü #sevgilim #təbriklər (Kungut Hotel Resort)
#qadınlargünü#aztripstravel#kungutresort#sheki#travelling#sevgilim#səyahət#baku#8mart#travel#holidays#əyləncə#təbriklər#kungut#qadinlargunu#aztrips#azerbaijan#istirahət
0 notes
Link
ihale muayene kabul işlemleri neticesinde ürünün teknik şartnameye aykırı olduğundan bahisle reddedildiği şirketin birim fiyat teklif cetveli
0 notes
Link
İhalede imalat girdilerinin fiyatlarında beklenmeyen artışlar meydana gelmesi nedeniyle ifanın aşırı ölçüde güçleşmesi
0 notes
Text
Boşanmada
Soru: "30 yaşındayım. 6 ay sonra evleneceğim. Kardeşim ile birlikte yıllar önce kurduğumuz bir şirketimiz var.Şirkette kardeşimle paylarımız %50-50. Ben veya kardeşim vefat edersek, %50 hisselerimizin, mirasçılarımıza (eş ve çocuklara değil) değil, sağ kalan kardeşe kalmasını,mirasçıların şirket hissesinden birşey talep edememelerini istiyoruz. Nasıl bir yol izleyebiliriz? Bu soruya cevap verilebilmesi için, edinilmiş mal, kişisel mal, mirasta mahfuz hisse hukuki kavramları üzerinde durulması gerekiyor. Bu Yazımızda edinilmiş mal, kişisel mal kavramları üzerinde duracağız. 1 Ocak 2002’den itibaren (Farklı bir mal rejimi seçilmediyse) tüm evli çiftler için uygulanacak yasal mal rejimi edinilmiş mallara katılma rejimidir. Bu mal rejiminde, edinilmiş mallar ile kişisel malların hangileri olduğu büyük önem taşıyor. Tarafların hak ve alacaklarını belirlemek üzere tasfiyeye girecek olan mallar, edinilmiş mal tanımına giren mal varlıklarıdır. Edinilmiş mallar, her eşin bu mal rejiminin devamı süresince karşılığını vererek elde ettiği malvarlığı değerleridir. Bir eşin edinilmiş malları şunlardır: 1. Çalışmasının karşılığı olan edinimler, 2. Sosyal güvenlik veya sosyal yardım kurum ve kuruluşlarının veya personele yardım amacı ile kurulan sandık ve benzerlerinin yaptığı ödemeler, 3. Çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar, 4. Kişisel mallarının gelirleri, 5. Edinilmiş malların yerine geçen değerler. C)Kişisel mallar tasfiyeye girmez: Aşağıda sayılanlar kişisel maldır: 1. Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya, 2. Mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği malvarlığı değerleri, 3. Manevî tazminat alacakları, 4. Kişisel mallar yerine geçen değerler. D)Örnekler: *Annenizden kalan bir daire kişisel maldır. Ama bu dairenin kira geliri edinilmiş maldır. *Kişilik haklarınıza saldırıdan dolayı aldığınız manevi tazminat kişisel maldır. *Annenizden kalan dairenin yerine aldığınız bir daire de kişisel mal olarak kabul edilir. *Milli piyangodan aldığınız bilete çıkan ikramiye kişisel maldır. *Evliliğin devamı süresince alınan bir dairenin veya arabanın kimin kazancıyla alındığı önemli değildir. Bu daire veya araba edinilmiş maldır. *Evlenmeden önce size ait olan bir evi evlendikten sonra satarak yerine başka bir ev alırsanız bu bir kişisel maldır. E)Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle kişisel malların gelirlerinin edinilmiş mallara dahil olmayacağını da kararlaştırabilirler. F)Kime ait olduğu kesin olmayan mallar: Bir malın kime ait olduğu belli değilse iddia eden taraf bunu kanıtlamakla yükümlüdür. Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Eşlerden hangisine ait olduğu ispat edilemeyen mallar onların paylı mülkiyetinde sayılır. Bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal kabul edilir. G)Mal rejiminin ne zaman sona erer? 1)Mal rejimi, eşlerden birinin ölümüyle ölüm tarihinde, 2)Eşlerin başka bir mal rejimini kabulüyle, sözleşmenin yapıldığı tarihte, 3)Mahkeme tarafından evliliğin iptaline karar verilmesiyle dava tarihinde, 4)Mahkeme tarafından boşanma kararı verilmesiyle dava tarihinde, 5)Mahkeme tarafından mal ayrılığına geçilmesine karar verilmesi hallerinde dava tarihinde sona erer. Yukarıdaki soruya dönersek; Evlenmeden önce kurulmuş olan şirket hissesi, kişisel maldır. Fakat şirketten elde edilen gelir edinilmiş maldır. Bir eş, evlenmeden önce sahibi olduğum şirket hissem eşime kalmasın, kardeşime kalsın diyorsa ve aynı zamanda ileride çocuklarım olursa o na da kalmasın diyorsa, bu konuda resmi bir vasiyetname düzenleyebilir.Bu vasiyetnamede şirket hissesinin tamamını kardeşine bıraktığını belirtebilir. Ama bu kesin bir çözüm değildir. Tam bu arada devreye "saklı pay" veya eski tabirle "mahfuz hisse" kavramı devreye giriyor. Kişinin kendi malına istediği şekilde tasarruf etmesi en doğal hakkıdır. Ancak ölüme bağlı bir tasarrufla kendisinden mirasçılarına kalacak olan malların tamamının, bazı yasal mirasçılar aleyhine başkalarına verilmesine (bu malların elde edilişinde kısmen yakın aile üyelerinin doğrudan veya dolaylı bir katkısı olduğu düşüncesi ile ve kalanların mağdur olmasını önlemek maksadıyla) Kanun müsaade etmemiştir. Bu sebeple Medeni Kanun saklı pay veya eski adıyla mahfuz hisse adı verilen ve bazı mirasçıların tereke üzerinde Medeni Kanunla düzenlenen miras paylarının belirli bir kısmının her halde hakları olduğu kabul edilen bir müesseseye yer vermiştir. Mahfuz hisseye (saklı paya) sahip olan mirasçılar, ölenin eşi, çocukları ve bunların altsoyu, ana ve babası ve bunların çocukları yani ölenin kardeşleridir. Bunun dışındaki kimselerin örneğin kardeş çocuklarının (yeğenlerin) veya büyük ana ve büyükbabanın saklı payları yoktur. Medenî Kanunun 506 ncı maddesindeki düzenlemeye göre kanunî mirasçılar değişik oranlarda mahfuz hisselere sahiptirler. Saklı pay oranı; 1. Altsoy için yasal miras payının yarısı, 2. Ana ve babadan her biri için yasal miras payının dörtte biri, 3. Kardeşlerden her biri için yasal miras payının sekizde biri, 4. Sağ kalan eş için, altsoy veya ana ve baba zümresiyle birlikte mirasçı olması hâlinde yasal miras payının tamamı, diğer hâllerde yasal miras payının dörtte üçüdür. Sağ kalan eş çocukları ile mirasçı olduğunda eşin saklı payı, normal miras hakkının %100’ü yani kendisine kalan ¼ lük payıdır. Sağ kalan eş, üçüncü zümre başı yani büyük ana ve/veya büyükbaba ile birlikte mirasçı olduğunda miras hakkı ve aynı zamanda mahfuz hissesi dörtte üçün dörtte üçüdür yani dokuzda onaltısıdır. Üçüncü zümredekilerin ve bunların altsoylarının mahfuz hissesi yoktur. Mahfuz hissenin ne anlama geldiğini daha net anlatabilmek için şu şekilde örnekler verilebilir. Sağ kalan eş iki çocuğuyla beraber mirasçı olduğunda murisin tasarruf hakkı şu şekilde hesaplanır: Eşin miras hakkı 2/8, her iki çocuğun toplam miras hakkı ise 6/8’dir. Bu durumda saklı pay toplamı: (1/4 + 3/8) =5/8 olarak hesaplanır. Murisin tasarruf hakkı da kalan (8/8 – 5/8 =) 3/8 olur. Yani miras bırakan kişi bu örnekte tüm servetinin sekizde üçünü vasiyet yoluyla istediği kişilere veya kuruluşlara bırakabilir. Bunun üzerinde bir tasarruf hakkı yoktur. Bir başka örnek verelim. Murisin geride bıraktığı mirasçıları sadece iki kardeşi olsun. Bu durumda murisin iki kardeşinin her birinin miras hakkı 1/2, saklı payları ise bunun 1/8’i ve neticede her bir kardeşin saklı payı 1/16 dır. Toplam mahfuz hisse, 1/16+1/16 = 2/16 dir. Bu durumda muris saklı paylardan arta kalan 14/16 oranındaki mallarını vasiyet yoluyla istediği kişi ve kuruluşlara bırakabilir. Murisin bu mahfuz hisseleri aşan tutarlarda yani kanunî mirasçıların haklarını çiğneyecek şekilde vasiyette bulunması veya mansup mirasçı tayin etmesi mümkün değildir. Muris iradî bir tasarruf ile mahfuz hisseli mirasçıların haklarını ihlal edecek şekilde çeşitli tercihlerde bulunduğu takdirde mirasçıların kendi mahfuz hisselerini geri almak için tenkis davası açmaları söz konusu olabilir. Değerinde azalma meydana gelmeksizin bölünmesine olanak bulunmayan belirli bir mal vasiyeti tenkise tâbi olursa veya mal paylaştırmaya elverişli değilse vasiyet alacaklısı, dilerse, tenkisi gereken kısmın değerini ödeyerek malın verilmesini, dilerse malı terk ederek tasarruf edilebilir kısmın değerini karşılayan parayı isteyebilir. Mirasbırakanın 2 oğlu ve bir karısı olduğunu varsayalım. Baba bir kısım gayrimenkullerini eşine, antika tabloyu ise oğullarına bırakabilir. Terekedeki gayrimenkuller eşin saklı payını karşılamıyor ise mirasbırakanın karısı tenkis davası açabilir. Bu durumda oğulların önünde iki seçimlik hak vardır. Vasiyet alacaklısı olarak oğullar vasiyet edilen tabloyu muhafaza ederek saklı payı tamamlamak için annelerine ödeme yapabilirler veya tabloyu annelerine vererek kendi haklarını annelerinden para olarak isteyebilirler. Burada seçimlik hak sadece vasiyet alacaklısına bırakıldığından annenin doğrudan tabloyu isteme hakkı yoktur. Başka bir anlatımla Tablo’nun vasiyete rağmen anneye geçmesi oğulların rızasına bağlıdır. Medeni Kanun’un bu kuralının emredici olmadığını tasarruf serbestliği karşısında miras bırakanın saklı paya ilişkin ifanın nasıl yapılacağını vasiyetinde belirlemesinin de mümkün olduğunu ifade etmek gerekir. Yine örnek vermek gerekirse baba, vasiyetnamesini hazırlarken, mallarına kendi anlayışına göre değer biçmiş ve bu malları miras haklarını ve saklı paylarını gözeterek paylaştırmak suretiyle eşine, kızına ve oğluna vasiyet etmiş olsun. Baba, vasiyete konu mallar arasında bulunan bir grup anonim şirket hisse senedinin oğluna kalmasını vasiyet ederken, hisselerin değerinin oğulun miras payını çok aştığını görerek, oğulun hakkını aşan hisse kısmına tekabül eden parayı annesine ve kızkardeşine vermesini vasiyet edebilir ve vasiyet bu yönü ile de geçerlidir. Ancak baba bu paylaşımda değer tesbitlerini yanlış şekilde veya yanılarak, saklı payları ihlal edecek şekilde yapmışsa, saklı payından mahrum kalan mirasçının tenkis davası açması mümkündür. Read the full article
0 notes
Text
Covid-19 Salgınının Ticari Sözleşmeler Yönünden Değerlendirilmesi
Korona virüs, evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”), 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinden bu yana hızlı yayılmasının önlenmesi amacıyla seyahat politikalarının gözden geçirmesi, üretim kesintileri, karantina uygulamaları, ülkesel olağanüstü hal kararları gibi tedbirler sebebiyle iş hayatını çok kısa zaman içerisinde olumsuz olarak etkilemiştir. Küresel bir tehdit noktasına ulaşan salgın, 11 Mart 2020 itibariyle Dünya Sağlık Örgütü (“DSÖ”) tarafından “pandemi” (bölgeler ve gruplar üstü coğrafi salgın) olarak nitelendirildiği duyurulmuştur.
Ülkemiz hukuk sisteminde bu konu ile başvuracağımız temel kaynak ve çözüm yolu ise ifa imkansızlığı başlığı altında 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 136, 137 ve 138. maddeleri ile düzenlenmiştir. Buradaki ifanın yerine getirilememe halleri ise;
mücbir sebep
kısmi ifa imkansızlığı,
aşırı ifa güçlüğü,
şeklinde ayrılmıştır.
Her bir somut durum ve sözleşme için ayrı ayrı bir hukuki tanımlama yapmak gerekmekte çünkü Covid-19 pandemisinin sözleşmedeki edimleri ne ölçüde güçleştirdiği veya imkansızlaştırdığı ancak sözleşmenin kendi hususi şartlarına göre belirlenebilecektir. Bu kapsamda önemli olan ve hepsi için genel olarak bulunması gereken koşul ise; somut durumda meydana gelen aşırı ifa güçlüğü, imkansızlık veya mücbir sebebin tarafların kusuru olmadan meydana gelmesidir.
Tarafların kusuru olmadan ifanın yerine getirilememesi durumunda uygulanacak madde düzenlenmelerini kendi içinde ayrıntılı olarak incelemek gerekir.
1. Mücbir Sebep (Force Majeure)
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu uyarınca; sözleşme kapsamındaki tüm yükümlülüklerin yerine getirilmesi borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borçlu o yükümlülüklerini yerine getirmekten kurtulur. Bununla birlikte borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlüdür.
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2013 / 10595 Esas ve 2013 / 12801 Karar sayılı 17.09.2013 tarihli kararına göre; borcun ifasının imkânsızlaşmasına neden olan durumlar ve şartlar tarafların kontrolü dışındaysa imkânsızlığın objektif veya sübjektif olması borçlunun borçtan kurtulmasını etkilemeyecektir. Başka bir deyişle bahsedilen karar kapsamında, imkânsızlığın mahiyeti yargılama sürecinde dikkate alınmaz ve imkânsızlığa konu durumların tarafların kontrolü dışında gelişip gelişmediği belirlenmesi gereken asıl noktadır.
Mücbir sebep kavramı ve mücbir sebep kapsamında hangi hallerin sayılabileceği 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda açıkça düzenlenmediğinden, hangi hallerin bu kapsamda değerlendirilebileceği içtihatlar ile belirlenmektedir. Bu bağlamda, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2017 / 11-90 Esas ve 2018 / 1259 Karar sayılı 27.06.2018 tarihli kararında ve doktrinde salgın hastalık, mücbir sebep hallerinden biri olarak kabul edilmiştir.
İlgili Yargıtay içtihatları göz önüne alındığında, mücbir sebebin varlığının her bir somut olay bakımından ayrı ayrı değerlendirildiği ve genellikle -özellikle tacirler açısından- dar yorumlandığı söylenebilir. Bununla beraber, bir olayın mücbir sebep olarak değerlendirilebilmesi için öngörülen şartlar, doktrin ve Yargıtay kararları çerçevesinde aşağıdaki gibi sıralanabilir:
Mücbir sebebin tarafların kontrol alanlarının dışında gerçekleşmiş olması,
Hukuki ilişkinin (sözleşmenin) kurulduğu tarihte mücbir sebebin öngörülemeyecek olması veya olay öngörülse dahi, olayın somut etkisinin bu denli büyük olacağının öngörülememesi,
Tüm önlemler alınmasına rağmen mücbir sebebin sözleşme edimini ifayı imkânsız hale getirmesinin önlenememesi,
İlgili olayın sözleşmede mücbir sebep olarak öngörülmüş olması.
Bu temel kriterlerin yanı sıra Yargıtay’ın, mücbir sebep oluşturduğu iddia edilen olayın ülke genelinde etkili olup olmadığı, benzer hukuki ilişkilere etkisi ve tarafların tacir olup olmadığı gibi kriterleri de değerlendirdiği görülmektedir.
Korona virüs salgınının hem hukuki düzenlemeler hem de geçmiş yıllarda gerçekleşen diğer salgın hastalıklar zamanında alınan yargı kararları (örneğin 2003 yılında Çin’de başlayan SARS virüs salgını gibi) ışığında objektif olarak mücbir sebep olarak kabulü mümkündür.
Öte yandan, korona virüs salgınının objektif olarak mücbir sebep kabul edilme yeterliliği olsa dahi, bu tespit tek başına mücbir sebep iddiasında bulunmak için yeterli değildir.
Bu doğrultuda, birçok sözleşmede ayrıca mücbir sebep iddiasında bulunan taraf bakımından, korona virüs salgını ile olay arasında sözleşmeden doğan borcunu yerine getirmeyi etkin bir şekilde imkansız kılan bir nedensellik bağının da bulunması gerekir. Tam olarak bu noktada somut olayın özellikleri devreye girmektedir.
Türk Hukuku’nda, mücbir sebep gibi taraflardan birinin edimini ifa etmesini imkânsız hale getiren bir durumun ortaya çıkması halinde 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 136. maddesinde yer alan sonraki ifa imkânsızlığına ilişkin hükümler uygulama alanı bulmaktadır. Söz konusu madde uyarınca, borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa borç sona erecektir. Bu durumda sözleşme ihlali söz konusu olmayacaktır.
Günümüz itibariyle korona virüsün Türkiye’de mücbir sebep oluşturabileceği yönünde herhangi bir resmi beyan, ilan ya da duyuru mevcut olmadığı gibi bir Yargıtay kararı da yoktur. Bununla beraber, Yargıtay’ın mevcut kararlarına konu olan domuz gribi, kuş gribi gibi diğer salgın hastalıklara kıyasla korona virüsün dünya çapında daha öngörülemez bir hızla yayıldığını kabul etmek gerekir. Özellikle Çin, İran, Güney Kore ve İtalya gibi salgından büyük ölçüde etkilenen ülkelerle ticari ilişkiler içinde olan firmalar ve şahıslar açısından mücbir sebep olarak değerlendirilmesi mümkün olabilir.
Ancak, yukarıda yer verildiği üzere, Yargıtay mücbir sebep değerlendirmesi yaparken somut olay bazında karar vermekte, olayın koşulları ve taraflar arasındaki sözleşmenin hükümleri Yargıtay’ın değerlendirmesini büyük ölçüde şekillendirmektedir.
Yargıtay’ın özellikle, her durumda basiretli davranması beklenen tacirler söz konusu olduğunda, sözleşmede mücbir sebebin ne şekilde tanımlandığına ve ne tür olayları kapsadığına oldukça önem verdiği görülmektedir. Bu kapsamda salgının etkilerinin yaşandığı bir dönemde imzalanan sözleşme uyarınca taraflardan birisinin Covid-19 salgınını bahane ederek mücbir sebebe dayanması da mümkün olamayacaktır.
Bununla beraber, korona virüsün seyrinin önceki yargı kararlarına konu olan diğer salgın hastalıklara nazaran değişik ilerlediğini de söylemek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla, olası ihtilaflarda taraflar arasındaki sözleşmenin kendi içerisinde tarafların düzenlemesi yoluyla oluşturulacak mücbir sebep maddesinin yazılış şekli ile somut olayın özellikleri önem arz edecektir. Bundan başka tarafların mücbir sebebe dayanırken dürüstlük kurallarına ve daha da önemlisi basiretli bir iş adamı gibi davranma yükümlülüklerine uygun davranıp davranmamaları uygulama imkanını belirleyecektir.
Türk hukuku kapsamında mücbir sebep, sözleşmenin haklı nedenle fesih hallerinden biri olmasına rağmen, mücbir sebebi tanımlayan veya objektif ölçütlerini belirleyen herhangi bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Bu sebeple Yargıtay, her bir davayı kendi içindeki özel durumları dikkate alarak değerlendirmektedir.
Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 2005 / 2684 Esas ve 2005 / 3640 Karar sayılı 16.06.2005 tarihli kararında, tarafların aralarındaki sözleşme kapsamında getirecekleri düzenlemelerle bir durumu mücbir sebep hali olarak kabul etmelerinin mümkün olduğuna hükmetmiştir.
Sonuç olarak, işbu konu ile ilgili sonradan ortaya çıkabilecek uyuşmazlıklar açısından salgın halinin taraflar arasındaki sözleşmede açıkça mücbir sebep olarak kabul edilmesinde fayda vardır.
Mücbir sebebin varlığı durumunda karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu şeyleri alacaklıya geri vermekle yükümlüdür. Aynı şekilde henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi de karşı taraftan isteme hakkını kaybeder. Ancak yasa gereği veya sözleşmeyle, sözleşme konusu malın ifasından önce doğabilecek hasarın alacaklıya yükletilmiş olduğu durumlarda bu şartlar uygulanmaz.
Borçlu mücbir sebep nedeni ile sözleşme konusu edimin yerine getirilmesinin imkansızlaştığını en kısa sürede alacaklıya bildirmek zorundadır. Bununla birlikte aynı zamanda alacaklı tarafın zararının artmaması için gerekli her türlü önlemi de almalıdır. Bu yükümlülüklerine uymayan borçlu bu ihmallerinden kaynaklanan zararları ise karşılamakla yükümlü olacaktır.
2. Kısmi İfa İmkansızlığı
Kısmi ifa imkansızlığı, adından da anlaşılacağı üzere taraflara yüklenen edimin belirli, bölünebilir ve ayırt edilebilir bölümü ile ilgili olan ifa imkansızlığı söz konusu olduğu takdirde uygulama alanı bulur.
Buradaki imkansızlık halleri kapsamına hangi durumların dahil edilmesi gerektiği ile ilgili olarak; mücbir sebep başlığı altında açıkladığımız tüm hususlar dahil edilebilir.
Mücbir sebebin gerçekleşmesi için aradığımız tüm şartlar burada da geçerlidir. Yani; tarafların imkansızlaşmada kusuru olmamalı, önceden bilinemeyen ve tahmin edilemeyen objektif veya sübjektif bir etken bulunmalı.
Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur ki; şayet edimin ifası imkansızlaşan kısmı, taraflar arasında önceden bilinebilir veya öngörülebilir olur ve işbu durumda tarafların sözleşmeyi yapmayacağı kabul edilirse eğer; sözleşme, sadece ifası imkansızlaşan kısım için değil aksine bütünüyle geçersiz hale gelir. Bu durumda da tam imkansızlık hükümleri uygulanır.
3. Aşırı İfa Güçlüğü
Covid-19 pandemisi nedeni ile ortaya çıkan bazı durumlarda sözleşme uyarınca ifa edilmesi gereken borç miktarında ciddi artışlar meydana gelebilmektedir. Bu gibi durumlara uzun süreli veya uzayan sözleşmelerde ya da sözleşme borcunun döviz cinsinden olması durumunda oldukça sık rastlanılmaktadır. Hal böyleyken bu durumdaki borçlunun borcu ciddi oranda artmış olacaktır.
1 Temmuz 2012’de yürürlüğe giren 6098 sayılı yeni Türk Borçlar Kanunu’ndan önceki Borçlar Kanunu’nda sırf bu konuya ilişkin özel bir düzenleme bulunmamakta idi.
Tarafların yaptığı sözleşmenin türü ne ise (örneğin satış sözleşmesi) o sözleşme için kanunda bu duruma uygulanabilir bir hüküm varsa, o hükmün uygulanması yoluna gidiliyordu. Ayrıca tarafların bu gibi durumları önceden öngörmeleri halinde sözleşmeye altın değeri kaydı (borcun miktarı, belli bir miktar -örneğin 1 külçe- altın değeri olarak kararlaştırılır), yabancı para (döviz) değeri kaydı (borcun miktarı sağlam ve değeri istikrarlı olan bir yabancı paraya göre belirlenir) gibi kayıtlar koymaları da mümkündü.
Bahsettiğimiz altın ve döviz kaydı hususu, 1 Temmuz 2012’de yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu döneminde de geçerli olmakla birlikte; yeni yasada, borç miktarında meydana gelen ve edimin değerindeki ciddi artış problemlerine ilişkin olarak yeni bir hüküm de getirilmiştir. Buna göre; “Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.
Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.”
Anılan yasal düzenlemeye göre, kendi etkisi olmaksızın ifa edeceği borç miktarı ciddi oranda artan yani kısaca aşırı ifa güçlüğü yaşayan borçlunun hakimden sözleşmenin uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde de sözleşmeden dönme, sürekli edimli sözleşmelerde sözleşmeyi feshetme hakkı bulunmaktadır. Ancak borçlunun bu hakkını kullanmasında da sınırsız yetkisi yoktur. Madde hükmünden de anlaşılacağı üzere, borçlu bu hakkını bazı şartların varlığı halinde kullanabilir:
Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durumun sonradan ortaya çıkmış olması gerekir. Buna “işlem temelinin çökmesi” de denmektedir.
Bu durum, borçludan kaynaklanmamış (kendi kusuruyla sebebiyet vermemiş olmalı) olmalıdır.
Bu durum, sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olan olguları, borçludan ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına (hakkaniyete) aykırı düşecek şekilde borçlu aleyhine değiştirmiş olmalıdır.
Borçlunun borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olması gerekir.
Bu dört şart birlikte sağlanmışsa eğer, bu durumda ifası aşırı ölçüde güçleşen borçlu, sözleşmenin uyarlanmasını hakimden isteyebilir.
Önemle belirtmek gerekir ki, borçlunun bu şartların varlığı durumunda doğrudan dönme veya fesih hakkını kullanma imkanı yoktur. Borçlu öncelikle mahkemeye başvurarak sözleşmenin uyarlanmasını talep etmek zorundadır. Yine önemle belirtelim ki, borçlu, sözleşmenin uyarlanmasını mahkeme dışı beyanda bulunmak suretiyle de isteyemez, mutlaka mahkemeye başvurmak zorundadır.
Öncelikle mahkemeye başvurarak uyarlama talep etmenin zorunlu tutulmasının sebebi, bu konuda hakim denetiminin de sağlanmak istenmesidir. Hakim sözleşmeyi uyarlarken tarafların iddiaları ve talepleri ile bağlı değildir. Sözleşmeyi hakkaniyete uygun olarak uyarlaması gerekmektedir. Uyarlama kararı inşai niteliktedir, çünkü hakim kararıyla gerçekleşir.
Hakim, eğer uyarlama mümkünse takdir ettiği tedbirleri uygulatarak uyarlamayı gerçekleştirir. Uyarlama mümkün olmuyorsa bu kez borçlu, sözleşmeden dönme; sürekli edimli sözleşmelerde fesih hakkını kullanabilir.
Hakim borçlunun talebi olmaksızın sözleşmeyi sona erdirme kararı veremez. Sözleşmeden dönme kararının verilmesi ile kararın verildiği zamana kadar gerçekleşen edimler iade edilerek sözleşme hiç gerçekleşmemişçesine bir hale getirilir. Sözleşme hiç kurulmamış gibi kabul edilir.
Sözleşmenin feshi halinde ise, fesih anından itibaren borçlar ifa edilmeyecek ancak fesihten önce gerçekleşen edimlerin iadesi de istenemeyecektir. Sözleşme feshedildiği tarihten itibaren ileriye dönük olarak hüküm doğurmayacaktır.
Sözleşmenin sona erdirilmesi alacaklı taraf için bir zarar meydana getirecek olursa hakim denkleştirme adı altında bir tazminata hükmedebilir. Denkleştirme tazminatı, alacaklının ifanın gerçekleşmesi adına yaptığı masrafları içermelidir, ancak borçlunun da ifa adına yaptığı masraflar var ise (harç yatırılması, vergi ödenmesi ve sair…) tazminatın hesaplanmasında söz konusu harcamalar da göz önüne alınarak karar verilmelidir.
Aşırı ifa güçlüğü meselesi, sözleşmeler üzerinde önemli sonuçlar doğurduğundan hatta gerekiyorsa sözleşme ilişkisini sona erdirdiğinden her somut olay bakımından ayrı ayrı ve özenle incelenmesi gereken bir meseledir. Bu nedenle Yargıtay, sözleşme hükümlerini sonuna kadar ayakta tutmaktan yana tavır takınmakta; bu nedenle öncelikle taraflar arasındaki sözleşme hükümlerinin uygulanması gerektiğini, aşırı ifa güçlüğü kurumuna ise ancak dürüstlüğün açık bir şekilde gerektirdiği istisnai hallerde başvurulabileceğini kabul etmektedir.
Konuya ilişkin bir Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 2014 / 13642 Esas ve 2015 / 7195 Karar sayılı 10.03.2015 tarihli kararı şu şekildedir; “…Davacıların, davalı bankadan 07.06.2007 tarihinde 120.000 İsviçre Frangı tutarında aylık 1.158,73 İsviçre Frangı tutarında taksitle 120 ay vadeli konut kredisi kullandıkları ve ilk taksidin 07.07.2007 tarihinde başladığı hususları tartışmasız olup, davacılar İsviçre Frangı’nın TL karşısında aşırı değer kazandığını ve bu suretle işlem temelinin çöktüğünü ileri sürerek uyarlama talebinde bulunmuşlardır. Hemen belirtmek gerekir ki, taraflar arasında düzenlenmiş bulunan sözleşmeye bağlılık esas olup, sözleşmenin uyarlanması ise uyarlama koşullarının varlığı halinde başvurulması gereken istisnai bir durumdur. Her şeyden önce sözleşmenin imzalanmasından sonra beklenmeyen olağanüstü durumların gerçekleşmesi, sözleşmenin uzun süreli olması, beklenmeyen olağanüstü durumların herkes için geçerli, objektif ve önceden belirlenemeyecek nitelikte bulunması, değişen koşulların sözleşmeyi çekilemeyecek hale getirmesi, bu suretle işlem temelinin çökmesi zorunludur. Dava konusu olayda davacının başlangıçta seçme özgürlüğü varken TL yerine döviz bazında kredi kullandığı, bir başka deyişle serbest iradesiyle kredi türünü belirlediği anlaşılmaktadır. Öte yandan ülkemizde zaman zaman ekonomik krizlerin vuku bulduğu ve bu bağlamda dövizle borçlanmanın risk taşıdığı da toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından bilinen bir olgudur. Davacı, bu riski önceden öngörebilecek durumda olmasına rağmen dövizde kredi kullanmış bulunmaktadır. Kaldı ki, eldeki dava kredi geri ödemesinin başladığı tarihten üç yıl sonra açılmış olup, bu durumda davacıların sözleşmeyi benimsediğinin kabulü gerekir. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde dava konusu olayda uyarlama koşullarının bulunmadığı anlaşılmaktadır…”.
Söz konusu kararda Yargıtay’ın borçlunun borcu TL cinsinden seçebilecek iken döviz cinsinden seçmesi sebebiyle, dövizdeki dalgalanmaları da sözleşme kurulurken öngördüğünü kabul ederek uyarlama şartlarının bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır.
Aşırı ifa güçlüğü sebebiyle sözleşmenin uyarlanmasını isteme, uyarlamanın mümkün olmaması durumunda da dönme veya sürekli edimli sözleşmelerde fesih yoluna gidebilmek için yukarıda saydığımız dört şartın sağlanması gerekmektedir. Ancak Yargıtay, bu konuya oldukça hassas yaklaşmakta ve bu şartları dar yorumlayarak yerel mahkemelerden de bu şekilde hareket etmesini beklemektedir.
Covid-19 Salgınının Ticari Sözleşmeler Yönünden Değerlendirilmesi was originally published on Aşık & Aşık Bursa Avukatlık Bürosu
#aşırı ifa güçlüğü#Covid-19#korona virüs#mücbir sebep#sözleşme#ticari#aşık#avukatlık#bürosu#hukuk#danışmanlık#marka#patent#fikri sınai hakları#eser#ticaret#iş#işçi#işveren#law firm#studio legale#trademark#intellectual property#business#labor#law
0 notes
Text
Covid-19 Salgınının Eser Sözleşmesi Yönünden Değerlendirilmesi
Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi olarak ilan edilen Covid-19 (koronavirüs) virüsünün Çin Halk Cumhuriyeti’nde olan merkezinin Avrupa Birliği ülkelerine kayması ile birlikte Türkiye’de de sosyal ve ekonomik hayat olumsuz yönde etkilenmiştir. Bu süreç içerisinde birçok ana tedarikçinin üretimi durdurmasını açıklamasının ardından alt yüklenicilerin de zorunlu olarak üretimlerine ara verdiği bir sürece girilmiştir.
Yüklenicinin bir eseri meydana getirmeyi, iş sahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşme olarak tanımlanan eser sözleşmelerinde ise sözleşmenin yerine getirilmesini önemli ölçüde etkileyebilecek bir durum ortaya çıkmaktadır. Eser sözleşmeler bir eserin meydana getirilmesini konusunu oluşturan inşaat yapımı, makine imalatı, organizasyon düzenlenmesi, estetik operasyon yürütülmesi gibi birçok farklı alanda uygulanabilmektedir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 138. Maddesi ile, “Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır. Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.” düzenlemesine yer verilmiştir.
Sözleşmelerde sıkça “Mücbir Sebep” olarak yer verilen ve sınırlı olarak sayılan durumlara yasada “taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen hal” olarak yer verilmiştir. Yüksek Mahkeme kararlarında salgın hastalık durumu mücbir sebep olarak kabul edilmektedir. Ancak sadece salgın hastalığın varlığı sözleşmenin mücbir sebep nedeni ile borçluya tanınan hakları sağlamamaktadır. Anılan mücbir sebebin etkisinin sözleşmenin uygulanmasının dürüstlük kurallarına aykırı düşecek şekilde borçlu aleyhine değiştirmesi şartı da gerekmektedir.
Covid-19 pandemisinin eser sözleşmesinin borçlu tarafından yürütülmesinin dürüstlük kuralları uyarınca kendisinden beklenemeyecek derecede ağırlaştığının kabulü ile değerlendirmede bulunulacaktır. Ancak bu ağırlaşma durumunun 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu kapsamında tacire yüklenen basiretli bir iş adamı gibi davranma yükümlülüğü kapsamında önceden öngörülebilir ya da öngörülmesi gereken durumlarda uygulama alanı bulamayacağını hatırlatmak gerekmektedir.
1. Götürü Usulü ile yapılan işlerde
Götürü ücret şeklinde belirlenen bu ücret türünde yüklenicinin kararlaştırılan bedel karşılığında eseri imal ile borçlu olduğu, yapılacak şeyin daha fazla bir masraf ve emek gerektirse dahi, yüklenicinin kural olarak bedel artırımı isteyemeyeceği anlaşılmaktadır. Taraflar bu ücret türünde, sözleşme ile önceden tam olarak belirlenmiş bedel karşılığında, borçlanılan eserin bir bütün olarak imal ve teslimi üzerinde anlaşmışlardır. Önceden ve kesin olarak saptanan ücret, götürü ücret olarak kabul edilmektedir. Götürü ücret, işin maliyetinden bağımsız bir ücret türü olup maliyette yaşanabilecek artışlar kural olarak sözleşmeye uyarlanmaz.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 480. Maddesi ile, “Bedel götürü olarak belirlenmişse yüklenici, eseri o bedelle meydana getirmekle yükümlüdür. Eser, öngörülenden fazla emek ve masrafı gerektirmiş olsa bile yüklenici, belirlenen bedelin artırılmasını isteyemez.
Ancak, başlangıçta öngörülemeyen veya öngörülebilip de taraflarca göz önünde tutulmayan durumlar, taraflarca belirlenen götürü bedel ile eserin yapılmasına engel olur veya son derece güçleştirirse yüklenici, hakimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı veya karşı taraftan beklenemediği takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Dürüstlük kurallarının gerektirdiği durumlarda yüklenici, ancak fesih hakkını kullanabilir.
Eser, öngörülenden az emek ve masrafı gerektirmiş olsa bile işsahibi, belirlenen bedelin tamamını ödemekle yükümlüdür.” düzenlemesine amirdir.
Kanun tarafından tarafların anlaşmasının ardından kural olarak daha az emek nedeni ile ücrette azaltma ya da masrafların daha fazla olması nedeni ile ücret artışı isteme hakkını taraflara tanımamaktadır. Bu durumun tek istisnası ise “beklenmeyen hal” olarak düzenlenmiştir. Beklenmeyen hal durumunun varlığı için;
Taraflarca önceden öngörülmeyen veya öngörülüp de vukua gelmeyeceğini kabul ettikleri beklenilmeyen bir hal ortaya çıkmalıdır.
Ortaya çıkan beklenilmeyen hal, eserin tespit edilen götürü ücretle tamamlanmasını aşırı derecede güçleştirmiş bulunmalıdır.
Beklenilmeyen hallerin ortaya çıkması taraflara isnad edilememelidir.
Taraflar sözleşmelerinde sözleşmenin feshi veya bedelin arttırılması yoluna gidilemeyeceğini kararlaştırmamış olmalıdır.
Tüm bu şartların birlikte varlığı durumunda Götürü Usulü ile yapılan Eser Sözleşmesinde 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun düzenlediği beklenmeyen hal durumunun varlığının kabul edilmesi gerekecektir.
Covid-19 pandemisi nedeni ile tedarik zincirlerinde yaşanan durma eserin imal edilmesini imkansız ya da çok zor bir duruma sokabilecektir. Örnek olarak imal edilecek makinenin ya da üretim tesisinin yurt dışından getirilmesi gereken bir parçasının sınırların kapanması nedeni ile getirtilememesi ya da benzer durumda ithalat / ihracat yasağı uygulamaları nedeni ile imkansız hale gelmesi gibi durumlarda eserin meydana getirilmesi oldukça güçleşecektir. Bu gibi örneklerde taraflarca önceden öngörülmesi ve kendilerinden kaynaklanmayan bir hastalık salgını sebebi ile oldukça güçleşmekte ya da imkansız duruma gelmektedir.
Benzer durumlarda Covid-19 pandemisinin eser sözleşmeleri bakımından “beklenmeyen hal” olarak nitelendirilebilmesi mümkün olabilecektir. Beklenmeyen halin gerçekleşmesi durumunda eser sözleşmesinin sürdürülmesinde kanun tarafından yükleniciye birtakım haklar tanınmaktadır.
a. Sözleşmenin yeni şartlara uyarlanmasını isteme
Yükleniciye tanınan söz konusu yetkinin kapsamı, gerçekleşen beklenmeyen hal nedeni ile aşırı maliyet artışı ya da benzeri sebeplerle eserin meydana getirilmesinin engellenmesi ya da son derece güçleşmesi durumunda yüklenicinin yeni koşullara sözleşmenin uyarlanarak sözleşmenin sürdürülmesi talebini içermektedir.
Taraflar arasındaki sözleşmeye Hakimin müdahalesi olarak da değerlendirilen sözleşmenin yeni şartlara uyarlanmasını isteme hakkının kullanılmasında Hakim tarafından Yüklenicinin sözleşmeyi ifa edebilmesi için gerekli durumu takdir etmesi gerekecektir. Bu takdir sözleşme süresinin uzatılması şeklinde olabileceği gibi götürü usulü anlaşılan bedelin uyarlanması şeklinde de olabilecektir. Hakim tarafından yapılacak değerlendirmede eserin durumu, o ana kadar yapılan masraflar ile tamamlanması için gereken süre ve masraflar hep birlikte dikkate alınarak bir kanaat oluşturulması gerekmektedir. Bu nedenle Yüklenici için her zaman talep edildiği şekilde sözleşmenin uyarlanması mümkün olamayabilecektir.
Hakim tarafından sözleşmenin uyarlanmasının eserin meydana getirilmesine katkısının olmayacağı ya da dürüstlük kuralları bakımından böyle bir müdahalenin doğru olmayacağı yönünde kanaatin hasıl olması durumunda sözleşmenin tasfiye edilmesine de karar verilebilecektir.
b. Sözleşmeden dönme
Sözleşmenin yeni şartlara uyarlanmasının mümkün olmaması ya da iş sahibinden beklenilmemesi gerektiği durumlarda Yüklenici sözleşmeden dönme hakkını kullanabilecektir.
Sözleşmeden dönme hakkının kullanılması durumunda Yüklenici sözleşmeyi ifa yükümlülüğünden dönerek sözleşmeyi sona erdirebilir. Bu durumda taraflar sözleşme kapsamında karşılıklı yükümlülüklerinden kurtulurlar ve almış olduklarını karşı tarafa iade etmekle yükümlü olurlar.
Bu durumda Yüklenicinin gerçekleştirmiş olduğu imalatlar karşılığında bedel ve/veya iş sahibinin bekleme nedeni ile uğramış olabileceği zararlar arasında bir dengenin sağlanması doğru olacaktır. Zira sözleşmenin tasfiye edilmesinden taraflara kusur yüklenilememektedir.
c. Sözleşmenin feshi
Sözleşmeden dönme hakkının kullanılmasının dürüstlük kurallarına göre istenemeyeceği durumlarda Yüklenici dönme hakkını değil ancak Sözleşmenin feshi hakkını kullanabilecektir.
Bu durumda da sözleşme ileri dönük olarak sona erdirilerek o güne kadar imal edilen eser iş sahibine bedeli karşılığında iade edilebilir. İş sahibi tarafından kullanılamayacak nitelikte bir eser meydana getirilmiş ise bu durumda da taraflar arasında fedakarlığın denkleştirilmesi yoluna gidilebilecektir.
2. Global Götürü Ücret ile yapılan işlerde
Global Götürü Ücret usulü ile yapılan anlaşmalarda genel anlamda, enflasyon, malzeme fiyatlarının artışı gibi hallerde yüklenicinin iş sahibinden ücret artırımında bulunma talep hakkı bulunduğu kabul edilmektedir. Eser sözleşmesinin taraflarının, sözleşmede belirtilen ve bu surette kararlaştırılmış bulunan fiyatın artışında, yani pahalılaşmada ücretin değişen duruma uyarlanması ve bu yolla götürü ücretin değişmezliğine dair temel kurala aykırı bir düzenleme yapma ihtiyaçları doğmaktadır. Global götürü ücret ile yapılan eser sözleşmelerde fiyat farkı ödenmesi söz konusu olacaktır.
Eser sözleşmesinin pahalılık kaydıyla götürü ücret şeklinde yapılması halinde artırımın bu kayda göre olması gerektiğinden, yüklenicinin ifa güçlüğü de ortadan kalkacaktır. Ancak sözleşmede pahalılık kaydıyla götürü ücret kaydının bulunmasına karşın, ifa güçlüğü yahut engelinin ortadan kalkmaması durumunda öngöremezlik hali sözleşme konusu edimin bu kaydın uygulanması halinde dahi yerine getirilmesini aşırı derecede güçleştiriyorsa ve artık yükleniciden dürüstlük kurallarına göre sözleşmeye devam etmesi beklenemeyecekse, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 480/2 maddesinin uygulanabilmesi mümkün olabilecektir.
Aksi durumda yüklenici öngörülmese bile gerçekleşen zararının sözleşme kapsamında giderebildiği dikkate alındığında ise ancak sözleşmenin feshi hakkı kullanılabilecektir.
3. Birim Başına Götürü Ücret ile yapılan işlerde
Birim başına götürü ücret; yüklenicinin eserin tamamını ya da bir kısmını önceden belirlenmiş bir ücret karşılığı olarak değil ve fakat bütün edimin parçalarını oluşturan değişik edimleri, önceden belirlenmiş olan değişik tutarlardan ifa etmeyi üstlendiği bir eser sözleşmesinin varlığı halinde söz konusu olabilecektir.
Birim fiyat, yüklenicinin iş görme faaliyeti sırasında yapacağı değişik iş kalemlerinden birinin daha önce hazırlanmış birim fiyat tespitlerine göre hesaplanmış olan metrekare, metreküp, kilogram, ton, adet veya parça olarak miktar başına düşen fiyat olarak tanımlanmaktadır.
Yüksek Mahkeme tarafından birim başına fiyat tespiti ile kurulan sözleşmelerin götürü usulü ile yapıldığına dair kararlar mevcut olmakla beraber doktrin ile çelişmektedir. Her iki götürü ücret türü olan gerçek anlamda götürü ücret ve birim başına götürü ücrette kural olarak eksiltilmesi veya arttırılmasının istenmesi söz konusu değildir.
4. Ücretin Yaklaşık Olarak Belirlenmesi ile yapılan işlerde
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 481. Maddesi ile, “Eserin bedeli önceden belirlenmemiş veya yaklaşık olarak belirlenmişse bedel, yapıldığı yer ve zamanda eserin değerine ve yüklenicinin giderine bakılarak belirlenir.” düzenlemesine yer verilmiştir.
Tarafların ücreti önceden belirleyecekleri ve fakat bu ücretin kesin ücret niteliği taşımaması halinde, ücretin yaklaşık olarak belirlenmesi söz konusu olacaktır. Bu nedenle, yüklenicinin eseri bu ücret miktarına göre imal etme zorunluluğu bulunmamaktadır.
Ücretin yaklaşık olarak belirlenerek eserin meydana getirilmesi durumunda yüklenicinin alacağı bedelin iş sonunda yapılacak keşif neticesinde hesaplanacağı dikkate alındığında sözleşmenin uyarlanması kendiliğinden mümkün olacaktır.
Ancak bu durumda da 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 482. Maddesi ile düzenlenen, “Başlangıçta yaklaşık olarak belirlenen bedelin, işsahibinin kusuru olmaksızın aşırı ölçüde aşılacağı anlaşılırsa işsahibi, eser henüz tamamlanmadan veya tamamlandıktan sonra sözleşmeden dönebilir.
Eser, işsahibinin arsası üzerine yapılıyorsa işsahibi, bedelden uygun bir miktarın indirilmesini isteyebileceği gibi, eser henüz tamamlanmamışsa, yükleniciyi işe devamdan alıkoyarak, tamamlanan kısım için hakkaniyete uygun bir bedel ödemek suretiyle sözleşmeyi feshedebilir.” maddesi uyarınca iş sahibine sözleşmeden dönme veya feshetme yetkisi vermektedir.
İş sahibi yapılan keşifte veya eserin yapımı devam ederken yaklaşık bedelin aşırı derecede aşılacağını anlaması durumunda sözleşmeden dönme hakkını kullanabilir. Bu durumda hakkaniyet oranında yükleniciye meydana getirilen eser oranında ödeme yapılması gerekecektir.
5. Sonuç
Eser sözleşmelerinin “götürü usulü” ile kararlaştırıldığı durumlarda, sözleşmenin özelliği uyarınca, değişen şartların ve koşulların sözleşmeye uyarlanması mümkün olamayacağına karşın mücbir sebep olarak nitelendirilebilecek Covid-19 pandemisi uyarınca yüklenici sözleşmede yer almayan kimi haklara sahip olabilecektir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu kapsamında eser sözleşmesi süresinde Covid-19 pandemisi nedeni ile eserin yapılmasına engel olunur veya son derece güçleşirse, yüklenici sözleşmenin yeni koşullara uygulanmasını isteme, sözleşmeden dönme ya da dürüstlük kurallarının gerektiği durumlarda ise fesih hakkını kullanarak sözleşmeyi sona erdirebilecektir.
Covid-19 Salgınının Eser Sözleşmesi Yönünden Değerlendirilmesi was originally published on Aşık & Aşık Bursa Avukatlık Bürosu
#coronavirus#Covid-19#eser sözleşmeleri#inşaat#makine#mücbir sebep#tesis#üretim uyarlanma#aşık#avukatlık#bürosu#hukuk#danışmanlık#marka#patent#fikri sınai hakları#eser#ticaret#iş#işçi#işveren#law firm#studio legale#trademark#intellectual property#business#labor#law
0 notes
Text
Boşanmada "Edinilmiş Mallar" ve "Kişisel Mallar" Nelerdir?
Soru: "30 yaşındayım. 6 ay sonra evleneceğim. Kardeşim ile birlikte yıllar önce kurduğumuz bir şirketimiz var.Şirkette kardeşimle paylarımız %50-50. Ben veya kardeşim vefat edersek, %50 hisselerimizin, mirasçılarımıza (eş ve çocuklara değil) değil, sağ kalan kardeşe kalmasını,mirasçıların şirket hissesinden birşey talep edememelerini istiyoruz. Nasıl bir yol izleyebiliriz? Bu soruya cevap verilebilmesi için, edinilmiş mal, kişisel mal, mirasta mahfuz hisse hukuki kavramları üzerinde durulması gerekiyor. Bu Yazımızda edinilmiş mal, kişisel mal kavramları üzerinde duracağız. 1 Ocak 2002’den itibaren (Farklı bir mal rejimi seçilmediyse) tüm evli çiftler için uygulanacak yasal mal rejimi edinilmiş mallara katılma rejimidir. Bu mal rejiminde, edinilmiş mallar ile kişisel malların hangileri olduğu büyük önem taşıyor. Tarafların hak ve alacaklarını belirlemek üzere tasfiyeye girecek olan mallar, edinilmiş mal tanımına giren mal varlıklarıdır. Edinilmiş mallar, her eşin bu mal rejiminin devamı süresince karşılığını vererek elde ettiği malvarlığı değerleridir. Bir eşin edinilmiş malları şunlardır: 1. Çalışmasının karşılığı olan edinimler, 2. Sosyal güvenlik veya sosyal yardım kurum ve kuruluşlarının veya personele yardım amacı ile kurulan sandık ve benzerlerinin yaptığı ödemeler, 3. Çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar, 4. Kişisel mallarının gelirleri, 5. Edinilmiş malların yerine geçen değerler. C)Kişisel mallar tasfiyeye girmez: Aşağıda sayılanlar kişisel maldır: 1. Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya, 2. Mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği malvarlığı değerleri, 3. Manevî tazminat alacakları, 4. Kişisel mallar yerine geçen değerler. D)Örnekler: *Annenizden kalan bir daire kişisel maldır. Ama bu dairenin kira geliri edinilmiş maldır. *Kişilik haklarınıza saldırıdan dolayı aldığınız manevi tazminat kişisel maldır. *Annenizden kalan dairenin yerine aldığınız bir daire de kişisel mal olarak kabul edilir. *Milli piyangodan aldığınız bilete çıkan ikramiye kişisel maldır. *Evliliğin devamı süresince alınan bir dairenin veya arabanın kimin kazancıyla alındığı önemli değildir. Bu daire veya araba edinilmiş maldır. *Evlenmeden önce size ait olan bir evi evlendikten sonra satarak yerine başka bir ev alırsanız bu bir kişisel maldır. E)Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle kişisel malların gelirlerinin edinilmiş mallara dahil olmayacağını da kararlaştırabilirler. F)Kime ait olduğu kesin olmayan mallar: Bir malın kime ait olduğu belli değilse iddia eden taraf bunu kanıtlamakla yükümlüdür. Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Eşlerden hangisine ait olduğu ispat edilemeyen mallar onların paylı mülkiyetinde sayılır. Bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal kabul edilir. G)Mal rejiminin ne zaman sona erer? 1)Mal rejimi, eşlerden birinin ölümüyle ölüm tarihinde, 2)Eşlerin başka bir mal rejimini kabulüyle, sözleşmenin yapıldığı tarihte, 3)Mahkeme tarafından evliliğin iptaline karar verilmesiyle dava tarihinde, 4)Mahkeme tarafından boşanma kararı verilmesiyle dava tarihinde, 5)Mahkeme tarafından mal ayrılığına geçilmesine karar verilmesi hallerinde dava tarihinde sona erer. Yukarıdaki soruya dönersek; Evlenmeden önce kurulmuş olan şirket hissesi, kişisel maldır. Fakat şirketten elde edilen gelir edinilmiş maldır. Bir eş, evlenmeden önce sahibi olduğum şirket hissem eşime kalmasın, kardeşime kalsın diyorsa ve aynı zamanda ileride çocuklarım olursa o na da kalmasın diyorsa, bu konuda resmi bir vasiyetname düzenleyebilir.Bu vasiyetnamede şirket hissesinin tamamını kardeşine bıraktığını belirtebilir. Ama bu kesin bir çözüm değildir. Tam bu arada devreye "saklı pay" veya eski tabirle "mahfuz hisse" kavramı devreye giriyor. Kişinin kendi malına istediği şekilde tasarruf etmesi en doğal hakkıdır. Ancak ölüme bağlı bir tasarrufla kendisinden mirasçılarına kalacak olan malların tamamının, bazı yasal mirasçılar aleyhine başkalarına verilmesine (bu malların elde edilişinde kısmen yakın aile üyelerinin doğrudan veya dolaylı bir katkısı olduğu düşüncesi ile ve kalanların mağdur olmasını önlemek maksadıyla) Kanun müsaade etmemiştir. Bu sebeple Medeni Kanun saklı pay veya eski adıyla mahfuz hisse adı verilen ve bazı mirasçıların tereke üzerinde Medeni Kanunla düzenlenen miras paylarının belirli bir kısmının her halde hakları olduğu kabul edilen bir müesseseye yer vermiştir. Mahfuz hisseye (saklı paya) sahip olan mirasçılar, ölenin eşi, çocukları ve bunların altsoyu, ana ve babası ve bunların çocukları yani ölenin kardeşleridir. Bunun dışındaki kimselerin örneğin kardeş çocuklarının (yeğenlerin) veya büyük ana ve büyükbabanın saklı payları yoktur. Medenî Kanunun 506 ncı maddesindeki düzenlemeye göre kanunî mirasçılar değişik oranlarda mahfuz hisselere sahiptirler. Saklı pay oranı; 1. Altsoy için yasal miras payının yarısı, 2. Ana ve babadan her biri için yasal miras payının dörtte biri, 3. Kardeşlerden her biri için yasal miras payının sekizde biri, 4. Sağ kalan eş için, altsoy veya ana ve baba zümresiyle birlikte mirasçı olması hâlinde yasal miras payının tamamı, diğer hâllerde yasal miras payının dörtte üçüdür. Sağ kalan eş çocukları ile mirasçı olduğunda eşin saklı payı, normal miras hakkının %100’ü yani kendisine kalan ¼ lük payıdır. Sağ kalan eş, üçüncü zümre başı yani büyük ana ve/veya büyükbaba ile birlikte mirasçı olduğunda miras hakkı ve aynı zamanda mahfuz hissesi dörtte üçün dörtte üçüdür yani dokuzda onaltısıdır. Üçüncü zümredekilerin ve bunların altsoylarının mahfuz hissesi yoktur. Mahfuz hissenin ne anlama geldiğini daha net anlatabilmek için şu şekilde örnekler verilebilir. Sağ kalan eş iki çocuğuyla beraber mirasçı olduğunda murisin tasarruf hakkı şu şekilde hesaplanır: Eşin miras hakkı 2/8, her iki çocuğun toplam miras hakkı ise 6/8’dir. Bu durumda saklı pay toplamı: (1/4 + 3/8) =5/8 olarak hesaplanır. Murisin tasarruf hakkı da kalan (8/8 – 5/8 =) 3/8 olur. Yani miras bırakan kişi bu örnekte tüm servetinin sekizde üçünü vasiyet yoluyla istediği kişilere veya kuruluşlara bırakabilir. Bunun üzerinde bir tasarruf hakkı yoktur. Bir başka örnek verelim. Murisin geride bıraktığı mirasçıları sadece iki kardeşi olsun. Bu durumda murisin iki kardeşinin her birinin miras hakkı 1/2, saklı payları ise bunun 1/8’i ve neticede her bir kardeşin saklı payı 1/16 dır. Toplam mahfuz hisse, 1/16+1/16 = 2/16 dir. Bu durumda muris saklı paylardan arta kalan 14/16 oranındaki mallarını vasiyet yoluyla istediği kişi ve kuruluşlara bırakabilir. Murisin bu mahfuz hisseleri aşan tutarlarda yani kanunî mirasçıların haklarını çiğneyecek şekilde vasiyette bulunması veya mansup mirasçı tayin etmesi mümkün değildir. Muris iradî bir tasarruf ile mahfuz hisseli mirasçıların haklarını ihlal edecek şekilde çeşitli tercihlerde bulunduğu takdirde mirasçıların kendi mahfuz hisselerini geri almak için tenkis davası açmaları söz konusu olabilir. Değerinde azalma meydana gelmeksizin bölünmesine olanak bulunmayan belirli bir mal vasiyeti tenkise tâbi olursa veya mal paylaştırmaya elverişli değilse vasiyet alacaklısı, dilerse, tenkisi gereken kısmın değerini ödeyerek malın verilmesini, dilerse malı terk ederek tasarruf edilebilir kısmın değerini karşılayan parayı isteyebilir. Mirasbırakanın 2 oğlu ve bir karısı olduğunu varsayalım. Baba bir kısım gayrimenkullerini eşine, antika tabloyu ise oğullarına bırakabilir. Terekedeki gayrimenkuller eşin saklı payını karşılamıyor ise mirasbırakanın karısı tenkis davası açabilir. Bu durumda oğulların önünde iki seçimlik hak vardır. Vasiyet alacaklısı olarak oğullar vasiyet edilen tabloyu muhafaza ederek saklı payı tamamlamak için annelerine ödeme yapabilirler veya tabloyu annelerine vererek kendi haklarını annelerinden para olarak isteyebilirler. Burada seçimlik hak sadece vasiyet alacaklısına bırakıldığından annenin doğrudan tabloyu isteme hakkı yoktur. Başka bir anlatımla Tablo’nun vasiyete rağmen anneye geçmesi oğulların rızasına bağlıdır. Medeni Kanun’un bu kuralının emredici olmadığını tasarruf serbestliği karşısında miras bırakanın saklı paya ilişkin ifanın nasıl yapılacağını vasiyetinde belirlemesinin de mümkün olduğunu ifade etmek gerekir. Yine örnek vermek gerekirse baba, vasiyetnamesini hazırlarken, mallarına kendi anlayışına göre değer biçmiş ve bu malları miras haklarını ve saklı paylarını gözeterek paylaştırmak suretiyle eşine, kızına ve oğluna vasiyet etmiş olsun. Baba, vasiyete konu mallar arasında bulunan bir grup anonim şirket hisse senedinin oğluna kalmasını vasiyet ederken, hisselerin değerinin oğulun miras payını çok aştığını görerek, oğulun hakkını aşan hisse kısmına tekabül eden parayı annesine ve kızkardeşine vermesini vasiyet edebilir ve vasiyet bu yönü ile de geçerlidir. Ancak baba bu paylaşımda değer tesbitlerini yanlış şekilde veya yanılarak, saklı payları ihlal edecek şekilde yapmışsa, saklı payından mahrum kalan mirasçının tenkis davası açması mümkündür. Read the full article
0 notes
Text
Boşanmada "Edinilmiş Mallar" ve "Kişisel Mallar" Nelerdir?
Soru: "30 yaşındayım. 6 ay sonra evleneceğim. Kardeşim ile birlikte yıllar önce kurduğumuz bir şirketimiz var.Şirkette kardeşimle paylarımız %50-50. Ben veya kardeşim vefat edersek, %50 hisselerimizin, mirasçılarımıza (eş ve çocuklara değil) değil, sağ kalan kardeşe kalmasını,mirasçıların şirket hissesinden birşey talep edememelerini istiyoruz. Nasıl bir yol izleyebiliriz? Bu soruya cevap verilebilmesi için, edinilmiş mal, kişisel mal, mirasta mahfuz hisse hukuki kavramları üzerinde durulması gerekiyor. Bu Yazımızda edinilmiş mal, kişisel mal kavramları üzerinde duracağız. 1 Ocak 2002’den itibaren (Farklı bir mal rejimi seçilmediyse) tüm evli çiftler için uygulanacak yasal mal rejimi edinilmiş mallara katılma rejimidir. Bu mal rejiminde, edinilmiş mallar ile kişisel malların hangileri olduğu büyük önem taşıyor. Tarafların hak ve alacaklarını belirlemek üzere tasfiyeye girecek olan mallar, edinilmiş mal tanımına giren mal varlıklarıdır. Edinilmiş mallar, her eşin bu mal rejiminin devamı süresince karşılığını vererek elde ettiği malvarlığı değerleridir. Bir eşin edinilmiş malları şunlardır: 1. Çalışmasının karşılığı olan edinimler, 2. Sosyal güvenlik veya sosyal yardım kurum ve kuruluşlarının veya personele yardım amacı ile kurulan sandık ve benzerlerinin yaptığı ödemeler, 3. Çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar, 4. Kişisel mallarının gelirleri, 5. Edinilmiş malların yerine geçen değerler. C)Kişisel mallar tasfiyeye girmez: Aşağıda sayılanlar kişisel maldır: 1. Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya, 2. Mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği malvarlığı değerleri, 3. Manevî tazminat alacakları, 4. Kişisel mallar yerine geçen değerler. D)Örnekler: *Annenizden kalan bir daire kişisel maldır. Ama bu dairenin kira geliri edinilmiş maldır. *Kişilik haklarınıza saldırıdan dolayı aldığınız manevi tazminat kişisel maldır. *Annenizden kalan dairenin yerine aldığınız bir daire de kişisel mal olarak kabul edilir. *Milli piyangodan aldığınız bilete çıkan ikramiye kişisel maldır. *Evliliğin devamı süresince alınan bir dairenin veya arabanın kimin kazancıyla alındığı önemli değildir. Bu daire veya araba edinilmiş maldır. *Evlenmeden önce size ait olan bir evi evlendikten sonra satarak yerine başka bir ev alırsanız bu bir kişisel maldır. E)Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle kişisel malların gelirlerinin edinilmiş mallara dahil olmayacağını da kararlaştırabilirler. F)Kime ait olduğu kesin olmayan mallar: Bir malın kime ait olduğu belli değilse iddia eden taraf bunu kanıtlamakla yükümlüdür. Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Eşlerden hangisine ait olduğu ispat edilemeyen mallar onların paylı mülkiyetinde sayılır. Bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal kabul edilir. G)Mal rejiminin ne zaman sona erer? 1)Mal rejimi, eşlerden birinin ölümüyle ölüm tarihinde, 2)Eşlerin başka bir mal rejimini kabulüyle, sözleşmenin yapıldığı tarihte, 3)Mahkeme tarafından evliliğin iptaline karar verilmesiyle dava tarihinde, 4)Mahkeme tarafından boşanma kararı verilmesiyle dava tarihinde, 5)Mahkeme tarafından mal ayrılığına geçilmesine karar verilmesi hallerinde dava tarihinde sona erer. Yukarıdaki soruya dönersek; Evlenmeden önce kurulmuş olan şirket hissesi, kişisel maldır. Fakat şirketten elde edilen gelir edinilmiş maldır. Bir eş, evlenmeden önce sahibi olduğum şirket hissem eşime kalmasın, kardeşime kalsın diyorsa ve aynı zamanda ileride çocuklarım olursa o na da kalmasın diyorsa, bu konuda resmi bir vasiyetname düzenleyebilir.Bu vasiyetnamede şirket hissesinin tamamını kardeşine bıraktığını belirtebilir. Ama bu kesin bir çözüm değildir. Tam bu arada devreye "saklı pay" veya eski tabirle "mahfuz hisse" kavramı devreye giriyor. Kişinin kendi malına istediği şekilde tasarruf etmesi en doğal hakkıdır. Ancak ölüme bağlı bir tasarrufla kendisinden mirasçılarına kalacak olan malların tamamının, bazı yasal mirasçılar aleyhine başkalarına verilmesine (bu malların elde edilişinde kısmen yakın aile üyelerinin doğrudan veya dolaylı bir katkısı olduğu düşüncesi ile ve kalanların mağdur olmasını önlemek maksadıyla) Kanun müsaade etmemiştir. Bu sebeple Medeni Kanun saklı pay veya eski adıyla mahfuz hisse adı verilen ve bazı mirasçıların tereke üzerinde Medeni Kanunla düzenlenen miras paylarının belirli bir kısmının her halde hakları olduğu kabul edilen bir müesseseye yer vermiştir. Mahfuz hisseye (saklı paya) sahip olan mirasçılar, ölenin eşi, çocukları ve bunların altsoyu, ana ve babası ve bunların çocukları yani ölenin kardeşleridir. Bunun dışındaki kimselerin örneğin kardeş çocuklarının (yeğenlerin) veya büyük ana ve büyükbabanın saklı payları yoktur. Medenî Kanunun 506 ncı maddesindeki düzenlemeye göre kanunî mirasçılar değişik oranlarda mahfuz hisselere sahiptirler. Saklı pay oranı; 1. Altsoy için yasal miras payının yarısı, 2. Ana ve babadan her biri için yasal miras payının dörtte biri, 3. Kardeşlerden her biri için yasal miras payının sekizde biri, 4. Sağ kalan eş için, altsoy veya ana ve baba zümresiyle birlikte mirasçı olması hâlinde yasal miras payının tamamı, diğer hâllerde yasal miras payının dörtte üçüdür. Sağ kalan eş çocukları ile mirasçı olduğunda eşin saklı payı, normal miras hakkının %100’ü yani kendisine kalan ¼ lük payıdır. Sağ kalan eş, üçüncü zümre başı yani büyük ana ve/veya büyükbaba ile birlikte mirasçı olduğunda miras hakkı ve aynı zamanda mahfuz hissesi dörtte üçün dörtte üçüdür yani dokuzda onaltısıdır. Üçüncü zümredekilerin ve bunların altsoylarının mahfuz hissesi yoktur. Mahfuz hissenin ne anlama geldiğini daha net anlatabilmek için şu şekilde örnekler verilebilir. Sağ kalan eş iki çocuğuyla beraber mirasçı olduğunda murisin tasarruf hakkı şu şekilde hesaplanır: Eşin miras hakkı 2/8, her iki çocuğun toplam miras hakkı ise 6/8’dir. Bu durumda saklı pay toplamı: (1/4 + 3/8) =5/8 olarak hesaplanır. Murisin tasarruf hakkı da kalan (8/8 – 5/8 =) 3/8 olur. Yani miras bırakan kişi bu örnekte tüm servetinin sekizde üçünü vasiyet yoluyla istediği kişilere veya kuruluşlara bırakabilir. Bunun üzerinde bir tasarruf hakkı yoktur. Bir başka örnek verelim. Murisin geride bıraktığı mirasçıları sadece iki kardeşi olsun. Bu durumda murisin iki kardeşinin her birinin miras hakkı 1/2, saklı payları ise bunun 1/8’i ve neticede her bir kardeşin saklı payı 1/16 dır. Toplam mahfuz hisse, 1/16+1/16 = 2/16 dir. Bu durumda muris saklı paylardan arta kalan 14/16 oranındaki mallarını vasiyet yoluyla istediği kişi ve kuruluşlara bırakabilir. Murisin bu mahfuz hisseleri aşan tutarlarda yani kanunî mirasçıların haklarını çiğneyecek şekilde vasiyette bulunması veya mansup mirasçı tayin etmesi mümkün değildir. Muris iradî bir tasarruf ile mahfuz hisseli mirasçıların haklarını ihlal edecek şekilde çeşitli tercihlerde bulunduğu takdirde mirasçıların kendi mahfuz hisselerini geri almak için tenkis davası açmaları söz konusu olabilir. Değerinde azalma meydana gelmeksizin bölünmesine olanak bulunmayan belirli bir mal vasiyeti tenkise tâbi olursa veya mal paylaştırmaya elverişli değilse vasiyet alacaklısı, dilerse, tenkisi gereken kısmın değerini ödeyerek malın verilmesini, dilerse malı terk ederek tasarruf edilebilir kısmın değerini karşılayan parayı isteyebilir. Mirasbırakanın 2 oğlu ve bir karısı olduğunu varsayalım. Baba bir kısım gayrimenkullerini eşine, antika tabloyu ise oğullarına bırakabilir. Terekedeki gayrimenkuller eşin saklı payını karşılamıyor ise mirasbırakanın karısı tenkis davası açabilir. Bu durumda oğulların önünde iki seçimlik hak vardır. Vasiyet alacaklısı olarak oğullar vasiyet edilen tabloyu muhafaza ederek saklı payı tamamlamak için annelerine ödeme yapabilirler veya tabloyu annelerine vererek kendi haklarını annelerinden para olarak isteyebilirler. Burada seçimlik hak sadece vasiyet alacaklısına bırakıldığından annenin doğrudan tabloyu isteme hakkı yoktur. Başka bir anlatımla Tablo’nun vasiyete rağmen anneye geçmesi oğulların rızasına bağlıdır. Medeni Kanun’un bu kuralının emredici olmadığını tasarruf serbestliği karşısında miras bırakanın saklı paya ilişkin ifanın nasıl yapılacağını vasiyetinde belirlemesinin de mümkün olduğunu ifade etmek gerekir. Yine örnek vermek gerekirse baba, vasiyetnamesini hazırlarken, mallarına kendi anlayışına göre değer biçmiş ve bu malları miras haklarını ve saklı paylarını gözeterek paylaştırmak suretiyle eşine, kızına ve oğluna vasiyet etmiş olsun. Baba, vasiyete konu mallar arasında bulunan bir grup anonim şirket hisse senedinin oğluna kalmasını vasiyet ederken, hisselerin değerinin oğulun miras payını çok aştığını görerek, oğulun hakkını aşan hisse kısmına tekabül eden parayı annesine ve kızkardeşine vermesini vasiyet edebilir ve vasiyet bu yönü ile de geçerlidir. Ancak baba bu paylaşımda değer tesbitlerini yanlış şekilde veya yanılarak, saklı payları ihlal edecek şekilde yapmışsa, saklı payından mahrum kalan mirasçının tenkis davası açması mümkündür. Read the full article
0 notes
Text
Döviz ile Yapılan Sözleşmelerin Uyarlanması
Ülkemizde 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan Darbe Girişiminin ekonomik etkileri özellikle döviz ile borçlanan kişiler açısından çok daha olumsuz bir hal almıştır. Döviz ile borçlanarak %50’ye varan oranlarda değer kaybeden Türk Lirası karşısında borcu da bu oranlarda artan kişilerin başvurabileceği bir hukuk yolu bulunmaktadır.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 138. Maddesi ile, “Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dür��stlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hakimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır. Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.” Düzenlemesine yer verilmiştir.
Anılan düzenleme uyarınca, sözleşmenin yapıldığı sırada sözleşmenin her iki tarafınca da öngörülmeyen ve de öngörülmesi mümkün olmayan yeni şartların, sözleşme sırasında ortaya çıkması ve bu durumdan taraflara yüklenebilecek herhangi bir kusurun bulunmaması gereklidir. Bu durumda sözleşmenin sürdürülmesi ya da yerine getirilmesi kendisinden beklenmesi dürüstlük kurallarına aykırı düşebilecek olan borçluya sözleşme gereğini ifa etmeden veya bu yöndeki itirazı kayıt ile ifasından sonra sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. Sözleşmenin uyarlanması mümkün olmadığı taktirde sözleşmeden dönme ya da sözleşmeyi fesih hakkını kullanabilir.
Hakim tarafından tarafların serbest iradeleri ile kurmuş oldukları sözleşmeye müdahale edilebilmesi için öncelikle gelişen şartların sözleşmenin yapıldığı esnada taraflarca öngörülmesinin mümkün olmaması gerekmektedir. Yüksek Mahkeme tarafından özellikle yabancı para borçlarında, ekonomik kriz gibi nedenlerle yaşanan dalgalanmaların ve olağan dışı artışların, Türk Lirasının yabancı para karşısında her daim değer kaybettiğinin bilinen bir gerçek olması ve buna rağmen yabancı para ile sözleşme imzalayan taraflarca yaşanabilecek dalgalanmaların öngörülebilecek nitelikte olduğu sonucuna varılmıştır.
Bununla birlikte 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ile tacirlere basiretli bir iş adamı gibi davranma yükümlülüğü verilmiş olması nedeni ile tacirler hakkında yapılan uyarlama talepleri çok daha katı şartlarda incelenmektedir.
Temmuz 2016 süreci ile ekonomik olarak yaşanan kayıpların ise salt Darbe Girişimi nedenli olması halinde mücbir neden olarak kabulünün zorunlu olduğu ve bu nedenle de taraflarca öngörülmesi mümkün olmayan yeni bir şart doğurduğunu kabul etmek gerekir. Ancak salt darbe girişimine bağlanamayan başkaca ve genel ekonomik şartlara bağlanabilen değişen şartların ise taraflarca öngörülmesi gereken nitelikte olduğunun kabulü daha doğru olabilecektir. Zira yerel ya da global ekonomik dalgalanmalar özellikle tacirler tarafından öngörülmesi gereken yeni şartlar oluşturur. Bununla birlikte darbe girişimi ise beklenmedik ve öngörülmesi mümkün olmayan bir durumdur ki ekonomik etkileri nedeni ile tarafların bundan hukuken korunması gerekir.
Taraflar arasında sözleşmenin kurulması esnasında öngörülmeyen ve öngörülmesi de mümkün olmayan şartın tarafların kusuru olmaksızın gerçekleşmesi hali hakime sözleşmeye müdahale etme yetkisini vermemektedir. Ayrıca bu durumda sözleşmenin ifasının borçlu taraftan istenmesi de dürüstlük kurallarına aykırı düşmelidir. Yasada istenen diğer şartlar gerçekleşse de sözleşmenin ifasının dürüstlük kurallarına aykırı düşmediği durumlarda hakimin sözleşmeye müdahalesi istenemeyecektir.
Hukuken hakim tarafından taraflar arasında serbest irade ile düzenlenen sözleşmeye müdahale edilmesi istenen ve kabul edilen bir sonuç olmayıp bu sonucun gerçekleşme sıkı şekil şartlarına bağlanmıştır. Anılan şartların gerçekleşmesi halinde ancak borçlu tarafından sözleşmenin yeni şartlara uyarlanması ya da bu mümkün olmadığı taktirde sözleşmeden dönme ve fesih hakları kullanılabilecektir
Döviz ile Yapılan Sözleşmelerin Uyarlanması was originally published on aşık & aşık Avukatlık Bürosu
0 notes