#işkencelerle
Explore tagged Tumblr posts
Text
"Ebu Cehilli bir toplumda onun Müslümanlara yaptığı işkencelerle sınırlı görmek kısır bir idraktir. Müslüman, dininden taviz vermeye zorlandıktan sonra bu, Ebu Cehil'in kılıcı veya mızrağı ile olsa ya da bir eğitim müfredatındaki mülhid fikirlerden ötürü akideden kopmak şeklinde de olsa durum değişmeyecektir. Mü'min, ebedi saadetini kaybettikten sonra ne ile kaybettği önemli değildir artık. Her faizli ilişki bir Ebu Cehil kırbacıdır, her banka da bir Ebu Cehil'dir. İmana zarar veren her iddia da odur. Her alkollü içecek bir kırbaçtır, her şüpheli yiyecek-içecek odur. Her ihmal edilmiş namaz odur."
17 notes
·
View notes
Text
Sana uzanan kolumu kanadımı
Kırdılar benim
İşkencelerle sıktılar gövdemi
Zebanilerin körüklediği kor ateşlerle dağladılar
Dil-i Beyhude
S'özü Biçare
Yüreğimi
Ne İbrahim-i bir tevekkülüm vardı
Ateş-i gülistan etmeye.
Ne de
Eyyub-i sabrım
Kanayan yaralarıma tahammüle.
Lâkin Azizim
Ruhum vardı
Bir sana meftun
Bir sana ayan
Karlı dağlarda
Alev alev y'anan
Y'andıkça abad olan
Ruhu Azade
24 notes
·
View notes
Text
Tefrika'ya akredite, rant ve statü hedefli islamcılığın tarihin hiçbir döneminde rahatı bozulmamıştır.
Buna mukabil, yıllarını insanın onuru uğrunda harcayan, zindanlar ve işkencelerle süren yaşamlarıyla birbirlerini kucaklayan Devrimci İslam kardeşliği, fedakârlığın öncüsü..
3 notes
·
View notes
Text
Yalnızlıklar ve yalnızlıklar içinde işkencelerle geçen gecelerimi düşündüğümde çekip gitmek, bildiğim yerleri terk etmek istiyorum. Ama nereye gideceğim? Bizim dışımızda ruhun uçurumlarından kesinlikle farksız uçurumlar var.
6 notes
·
View notes
Text
insanlar özellikle nefret etmekten suçlamaktan hoşlanıyorlar sanırım klavyeden linçlemeyi büyüklük sanıyorlar bir kere klişeleri yıkabilen şöyle güzel senaryonun onda birini yazabiliyor musunuz onu sorun kendinize sadece fanlık yapmaktan anlıyorsunuz bilip bilmeden negatif etki saçıp siber nefret suçuyla dolu an’ı kirletmeler yapıyorsunuz hem ayrıca isteyen istediği karakteri çok sevebilir ya da siz nasıl kendi kafanıza göre eşit sevilip sevilmediklerine karar verip üstten büyük büyük konuşuyorsunuz siz orada internette yazarken rahat rahat evinizde çayınızı kahvenizi içerken durduk yere saçmasapan ithamlarda bulunuyorsunuz şov yapmak için doğru düzgün bir şeyi sevmeyi bilmeden saygısız cümleler kuruyorsunuz kurmayın. Kimsenin kalbini niyetini emeğini çabasını bilmeden çok gereksiz bir şekilde suçlayıcı üslupla konuşmaya hakkınız yok. Ayrıca insanlar iyi güzel bir şey yapınca bile tadı tuzu kaçıran şeyler yazmak nasıl bir algısı yüreği bozulmuş anlayışsızlıktır önce görmesini bilin klişelerle entrikalarla insanı uyutmak oyalamak yerine toplumsal olsun bireysel olsun yapılan haksızlıklar gün yüzüne çıkarılıyor ve bu yapılan haksızlıklar hepimizin ortak yarası değil mi? Bu kadar mı yaranız yok bu kadar mı içinizde şifa yok? Yaralanmadığınız için mi bunca yaralayıcı olmaya çalışıyorsunuz? Ayrıca çok komik değil mi kurduğunuz cümlelerin mantıksızlığı hikayede birbirine sahip çıkma, aile olma, ev olma, kardeş olma altı çizilirken iki üç tane fankılapçılık oynayan saygısız kafasına göre konuşuyor bunlar küçük şeyler gibi gözükse de değil bence insan sorguluyor bu insanların hiç mi başka işi gücü yok da durduk yere nefret edilmeyecek şeylerden nefret eder gibi şeyler yazmaya vakit ayırıyor bilmiyorum yani küçücük gibi bir şey görünebilir ama bana görür görmez mantıksız geldi ve susamadım. Hem bu bir tek bir şey için geçerli değil genel olarak nefret etmeyi, acıtmayı, saygı sevgi umursamadan büyüklenmeyi, siber olsun reel olsun, yazı dili olsun, post olsun, fiziksel olsun her türlü zorbalığı güç zanneden kirli bir nefret toplumu büyüyor ve ben iğreniyorum, nefes alamıyorum. Evet kalbim ruhum bu toplumun şu andaki bu kirli haline göre olmadığı için gurur duyuyorum kendimi seviyorum ama nefes alamıyorum o sevdiğim gurur duyduğum kalbim ruhum ağrıyor acıyor böyle işkencelerle dolu bir toplumun uyumsuzu olmak çok güzel ama yaşayamıyorum. Kimseye haksızlık yapmaya hakkınız yok. Herkesin birbirine sahip çıktığı bir ekipte bir hikayede özellikle de hikayenin iskeletini omurgasını oluşturan yaratıcısına saygı duymayı öğrenememiş olmanız ne acı. Empati kuramayışınız ne acı. O kadar emek çaba harcamadan sadece oturduğunuz yerden durduk yere hiç alakasız yerden vurmanız çok gereksiz. Onun yerine bu hikayede neler anlatılıyor onu anlamaya duyumsamaya çalışsanız daha iyi olur diye düşünüyorum. Sizi de anlıyorum kendini bir şey sanan kendini hayatında kaç kadın olduğunu sayamamakla erkek sanan yalı dizileriyle entrikalarla yıllarca zehirlendikten sonra gerçekler sisteminizde yan etkilere sebep oldu belki de ama biraz da şunları görebilmek gerekiyor: gerçek suçluların cezalandırılmadığı, parayla mertebeyle hastalıklı insanların asıl sağlıklı insanları hasta diye damgaladığı ya da zorla hasta etmeye çalıştığı, toplumdaki insanları koruması gerekenlerin sadece yerini ve gelirini korumak için asıl suçluları korumak için her şeyi yaptığını, zorbalığı, zorbalığını saklayanları, erkeklerin özellikle güzel, kendine yetebilen ve başarılı kadınları hazmedemeyip sırf kendilerini değerli hissetmek için ya da kolaya kaçmaktan keyiften aldatmalarını, kandırmalarını daha sayılır daha da kısacası şunu diyeyim idealize edilmiş erkekler izlemekten daha iyi en azından katarsis oluyor senin acından anlamayan her şeyi güzelleyen idealize soslanmış erkek modelleri daha çok acıtıyor iyi de böyle bir şey yok ki diyorsun ama hissettiğin acıyı izlediğinde sana ses olunduğunu duyumsuyorsun çok başka bir his bu. Toplumdaki görmezden gelinen, halının altına süpürülen, üstü kapatılan, perdelenen şeylerin gün yüzüne çıkarıldığı hikayelerin de olması bu yüzden güzel.
0 notes
Text
Irak'ın Felluce kentinde çeşitli katliamlara imza atıp, yaptırdığı işkencelerle bilinen ABD'li Korgeneral James Glynn, danışmanlık için İsrail ordusuna gönderildi.
0 notes
Text
Evet dostlar, bayram nasıl geçti nasıl geçiyor, ne var ne yok şöyle biraz sohbet edelim sizlerle...
Net yine birkaç gündür sürekli gidip geliyor ne kadar izin verirse...
Gayet soğuk ve serin bir Ramazan ayı ve bayramın ilk gününden sonra, dün ve bugün güneş nihayet yüzünü biraz da olsa gösterdi. Aslında yağmurlara sevinmemiz lazım ama afet gibi olunca, artık sevinemiyoruz işte korkuyoruz aciz insanlar olarak...
Bayramın ilk günü burada dolu yağdı, yine ülkenin bazı yerlerinde dolu yağışı varmış, Kahramanmaraş'ta ise hortum çıkmış, haberlerde gördüğüm kadarıyla çadırları, prefabrik ve konteynır evleri savurmuş atmış... Yine haberlerde izlediğim kadarıyla, deprem bölgelerinde çoğu yerde, ne bayram hazırlığı ne bayram sevinci neşesi vardı, insanların gözlerinde yüzlerinde, kaybettikleri yakınlarının hüznü, acısı kederi vardı, ziyaret ettikleri tek yerleri ise mezarlıklardı...
Biz ise hala olanlardan yaşananlardan hiç ama hiç ders almıyoruz...
Bu arada yine Müge Anlı'nın programında çıkanlar ile ilgili, kaç gündür yazacağım bir türlü fırsat bulup toparlayıp yazamadım, hazır aklıma gelmişken şimdi yazayım bari...
Malumunuz Kütahya'da kaybolan, ailesinin engelli dediği, ara ara evden kaçıp gittiğini söyledikleri, babası ve oğlu tarafından sürekli darp edilen, dayak yiyen, ezilen, hakarete uğrayan, ağaca bağlanan, bana göre ve eminim çoğunuza göre de öyle, gördüğü eziyetler ve darp nedeniyle o hale gelen zavallı bir adam...
Bir yanda maldan mülkten başka bir şey düşünmeyen, hakları olduğu halde evlatlarına zırnık koklatmayan, evlatlarının özel hayatlarına, evlenmelerine boşanmalarına karışan, evlatlarını ve damatlarını sevmeyen, onları sürekli küçümseyen aşağılayan, gelinini ve evlatlarını akıl almaz işkenceler ve eziyetlerle bastıran yıldıran, gelinini taciz eden, torununu satmaya çalışan, onlar üzerinde asla silinmeyecek hatıralar ve izler bırakan, üstelik tüm bunlar yüzüne vurulmasına rağmen hala gayet rahat bir şekilde duygusuzca ve psikopatça gülüp sırıtan, torununu da aynı kendisi gibi duygusuz duyarsız vicdansız sadist bir birey olarak yetiştiren, et çaldı suç işledi diye köpeği vuran, bu yaptığını da hocaya sordum bana böyle dedi diye savunan dede; bir yanda da yine aynı kocası gibi evlatlarına sürekli beddua eden, torununun anlattığına göre, gayet gaddar ve acımasız olan, canlı canlı fareyi yakan kör bir nine; diğer yanda aynı despot baskıcı dayakçı dedesi gibi yetişen, babasını döven ve evden kovan, dedesinin yaptığı canilikleri savunan, annesine ve teyzelerine yüz çeviren, askerde bizim acıma duygumuzu aldılar, ben hiçbir canlıya acımam diyen torun; öbür yanda ise yıllarca gördükleri şiddet ve işkencelerle bastırılan susturulan, onca yaşa gelmelerine rağmen hala yaşadıklarını unutamayan, ağlayarak anlatan evlatlar ve gelin...
Yani gelinen son nokta, hayvana acımayan insana hiç acımıyor...
Bir de yine dün Twitter'da birinin etiketlemesiyle, çok ilginç bir şeye denk geldim, çok acayip bir çiftten haberim oldu. Bunlar karı koca ikisi de hayvan ve hayvansever düşmanı, ikisinin de üslubu çok çirkin ve saldırgan. Kadın avukatmış güya, sözde hukukçuymuş yani ama görseniz bi çirkef, çingene gibi nasıl çirkin bir üslup! Aman ya rabbim yani okuduklarıma gördüklerime şahit olduklarıma inanamadım, okurken ben utandım yani o derece! Kadın avukat olmuş ama daha doğru düzgün Türkçe yazmasını dahi beceremiyor. Kadının kocası daha önce hayvan dostu paylaşımlar yaparken sonradan sapıtmış, tam tersi bi şey olmuş. Görmemişlerin bir tane veletleri olmuş, neymiş efendim çocukları kediden köpekten korkmadan sokakta rahatça gezecekmiş, e korkmasın o zaman bize ne? Evladını kedi tırmalamış, köpek havlamış korkmuş, başıboş kedi köpek problemi diyor, yani yarın öbür gün kazara çocuğunu bi arı ya da sinek soksa bütün arılar sinekler yok edilsin diyecek kadar bencil ve şımarıklar, her şeye düşman olma potansiyelleri var yani o derece manyaklar! Bunların derdi sadece kedi köpek falan da değil ha, çiçek böcek siz biz her şey, herkes! Sayfalarında kendileriyle hemfikir olmayan, kendilerine olumsuz tepki gösteren hemen herkesi, özellikle de hayvanseverleri, hedef gösterip iftira atıyorlar, hakaret edip sindirmeye çalışıyorlar...
0 notes
Text
Herhalde doğmadan önce çok kötülük ettik ya da öldükten sonra çok büyük bir mutluluk tadacağız ki, Tanrı bu yaşamın kefâretinin tüm işkencelerle, tüm acılarla ödenmesine izin verebiliyor.
12 Ocak.
"Hep acı çekiyorum."
96 notes
·
View notes
Text
Çocukluğu zindan ve işkencelerle geçmiş.. Çok geç tanıdım. Çok geç haberdar oldum. Kim bilir ne kadar bunun gibi zulüm ve işkence altında inleyen çocuklar vardır orada. İsrail'e olan öfkem bir kat daha arttı.. Bu fotoğraflar uyutmadı beni..
78 notes
·
View notes
Text
Savaş nerde olursa olsun, kime karşı açılırsa açılsın, hangi ırka ve dine sahip olana olursa olsun kalbimi acıtıyor, acıtması lazım. Ama senelerdir tüm İslam coğrafyalarında binlerce insan katledildi, en çok çocuklar öldü, hâlâ ölmeye devam ediyor. İsraili, amerikası, rusyası, çini akla gelmedik işkencelerle, kimyasal gazlarla, silahlarla, kadına çoluğa çocuğa tecavüz ederek, hapishanelerde işkence ederek saldırıyor. İnsanlar tüm bunları yıllardır sosyal medyada izliyor, şahit oluyor ve görmüyor. Sene 2022 savaş mı olur diyor, yahu bu savaşın daha beteri yıllardır var, dünyanın her bölgesinde. İnsanın canı insan için yanar, milletin canı neden sadece şimdi yanıyor.
Bizim canımız nerede bir çocuk ölse, zulme, haksızlığa uğrasa yanar. İnsanların canının her mazlum için yanmadığını farkettim. Vicdanlarınız da taraf tutuyor, yazıklar olsun.
40 notes
·
View notes
Text
Bir de benim gibi zavallı hayalperestin hayatına bak! Öldüresiye monoton, gölgelerin, hayallerin, uydurma düşüncelerin tutsağı bir hayat. Kalbi çekilmez işkencelerle dolduran, hep kara bulutlarla kaplı, güneş yüzü görmemiş bir hayat! Oysa bu zavallı Petersburglunun da herkes gibi güneşe ihtiyacı var; güneşsiz görülmüş rüyaların bile değeri yok! İşin en acısı, en sonunda hayal alemi de o çok güvendiğimiz, sonsuz sandığımız alem yavaş yavaş yorulmaya, eski canlılığını kaybetmeye başlıyor. Bütün rüyalarımızı üstüne kurduğumuz düşünceler eskimeye başlayıp, yerine yenilerini de koyamayınca, hayal alemi de yıkılıp yerle bir oluyor ve geride kala kala çalı çırpı ve toz kalıyor fakat yaşayabileceğiniz tek hayat hayal alemiyse, sizi bekleyen başka bir hayat yoksa, ne yapacaksınız?
Fyodor Dostoevsky
21 notes
·
View notes
Text
1915-1920 civarlarında yunan çetelerin insanlarin mallarını nasil işkencelerle gasp ettiğini anlatirmiş hep babaannemin babaannesi... Babaannem bize anlattı dedemle.. Dedem 1937 doğumlu. " Oğlum bir insanin dizleri üzerinde ve elleri üzerinde durup ayni köpek,koyun gibi ağzini yerdeki otlara dayayıp ağlaya ağlaya açlıktan ot yediğini gördü bu gözlerim " dedi. "Dahası var ama benim babamın yüreği kaldırmadı, ben çocuktum etkisini taşıyorum sizlere bu acı şeyleri anlatıp gece ruyalarinızi bozmak istemiyorum." dedi..
10 notes
·
View notes
Text
Ellerimin ceplerime saplandığı, sahil boyu yürüyüp yalnızlığıma derin manalar yüklediğim zamanlardı. Veledin biriydim hala. Sagopa ve Vivaldi’yi aynı şarkı listesine koyar, -elimde sallanan kırmızı kutu tuborgla- artık çocuk olmadığımı, dilediğim takdirde ben de pek ala hayatımı mahvedebileceğimi kendimce gösteriyordum insanlara. Veledin biriydim dedim ya!..
Tecrübe açlığımın kurbanı olacağımı bilmeden verdiğim mantıksız kararlarımın başındaydım henüz. İyi şeylere ulaşmak için bazen kötü kararlar almak gerektiğini fark edemiyor ve pişmanlıklarımın beni büyüttüğünden habersiz, geçmişime sövüp yürüyordum umursamazca. Umursamıyordum, çünkü ciddiye aldığım ne varsa beni umursamamıştı. Oysa umursamadıklarımın koca birer travma oluşunu ancak delirdiğimde anlayacaktım.
Yaşadığımı sanmıştım. Hayatta kalıyor oluşuma yaşamak deme gafletine kapılmıştım desem daha doğru olacaktır elbet. Zira anladığım şeylerin resmin tamamı ve hissettiklerimin en yüce tecrübeler olduğuna kanaat getirecek kadar toydum. Çizgilerine basmasam da kaldırımların, yanından geçtiğim yaprakları huşu içinde okşasam da... takıntılı yahut duygusal hissetmiyordum kendimi. Çocuktum. Sevdiği insanlara sevdiğini söyleyememiş, nefret ettiği insanlaraysa sahte tebessümler sunamamış ve tüm bu içsel işkencelerle kendini yiyip bitiren bir çocuk… Biraz deniz, biraz güneş görmeye görsün, anılarına teslim olup -ne halde olduğunun bir önemi olmadan- yaşıyor oluşuna minnet duyan ve nefeslerinin kıymetini bilse dahi ilgisini çeken hayata olan mesafesini düşündükçe yarım bir sırıtışla göğe bakan bir çocuk… Çocuk işte!
Yaşadığımı sanmıştım oysa. Ölmüyordum sadece. Ya da her gün ölüyor fakat kum saatimden düşen tanelerin kıymetini idrak edemiyordum. Arafı tanıyordum. Huzur ve mutluluk, ne denli yakındı birbirine? Ya acı ve anı?.. Kibir ve tevazu dahi aynı bünyede barınamıyorken acı ve huzur nasıl oluyor da aynı bilinçte aynı anda vuku bulabiliyordu? Anlayamıyordum tüm bu soyutluğu. Çocuktum. Reddediyordum var olan tüm çelişki ve tezatlıkları. Başkalarına kusur görünen her şeyi doğamın bir parçası kabul ediyor, küfrediyordum kalıplara. Yine de ne olmak istediğimi bilmiyordum. Ne olmayacağımı biliyordum ama! İğrendiğim onca şey içinde koca bir ayna duruyordu önümde. Kendimi değil: aksine, ben olamayan her şeyi görüyordum orada.
***
97 notes
·
View notes
Text
Bebeğime yavsayan herkesi ayrı işkencelerle öldüresim geliyor
5 notes
·
View notes
Text
Kanlı çatışmanın yaşandığı yerde aşağıdaki not bulundu:
"Hainler! Amerikancı köpekler! İnsan er ya da geç ölür. En aşağılık ölme biçimi, sırtını düşmana dayayıp utanç içerisinde ölmektir. Biz ise halkımız için son nefesimize kadar savaşarak, onurlu bir biçimde öldük.
Bu İngiliz ajanları, ülkemizi işgal altında tutan NATO kuvvetlerine mensuptu. İşgal altındaki bir ülkenin devrimcileri olarak bu ajanları vurup öldürmek, bizim en temel hakkımız ve namus borcumuzdur. Halkımıza olan son görevimizi yerine getirdik ve gönül rahatlığı ile ölümü kucakladık.
Devrim yolu zordur. Engellerle ve işkencelerle yüklüdür. Devrim yolunu aydınlatan, toprağa düşen gerillaların kanıdır. Her bir engelde ölen gerillanın elindeki devrim bayrağını ondan sonra gelen gerillalar alıp göğe yükseltirler. Biz, devrimin öncü savaşçılarıyız. Biz inanıyoruz ki bu bayrak, oligarşinin burçlarına dikilecek. Biz bu yolda yürürken öncülük görevimizi yerine getirmiş olmanın gururuyla ölmüş olacağız!
Yaşasın Türkiye devrimi! Yaşasın Türkiye Halk Kurtuluş Partisi! Yaşasın bağımsız Türkiye!"
18 notes
·
View notes
Text
BİR ŞEHİT BİR ŞAHİT…!
Saddam Hüseyin: "Cuma hutbesine çıkma, yoksa seni öldürürüm!"
Şehid Muhammed Bakır es-Sadr: "Beni korkacağım bir şeyle korkut!"
Saddam gücünün doruğunda İslam dünyasının büyük müctehidi,İslam dünyası ve İnsanlık için bir filozof ve Bilge İnsan Ayetullah Muhammed Bakır es-Sadr’a bir mektup göndererek ondan kendisine itaat etmesini ister.
Fakat Şehit Muhammed Bakır es-Sadr, ona verdiği cevapta ceddi Hz. Hüseyin gibi zillete boyun eğmeyeceğini bildirip, Saddam’ı nasıl bir sonun beklediğini engin basiretiyle daha o gün görmüştür.
Amerika’nın işgalini, ülkenin çizmeler altında ezileceğini, mallarının yağma edileceğini, zelil bir şekilde öleceğini ve halkın onu lanetleyeceğini net bir şekilde kendisine bildiren bu gizemli mektubu siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz.
Ama gururu gözlerini kör eden Saddam onu dinlemek bir yana en ağır işkencelerle bu büyük arifi kız kardeşiyle beraber şehit etmişti. İşte Ayetullah Muhammed Bakır es-Sadr’ın Saddam’a yazdığı o mektup:
ŞEHİD SADR’IN SADDAMA CEVABI
“Ben sizin akıllı olduğunuzu zannediyordum. Sizler açık sözleri dahi inkâr ediyorsunuz. Ben size gereken sözü söyledim ve nasihatte bulundum.
Eğer kıyamete inanıyor ve hakikate ulaşmak istiyorsanız, beni dinleyin. Sizler sapıklık hastalığı ile hastalanmışsınız ve öldükten sonra dirileceğinizi unutmayın. Öldükten sonra kalpleriniz taşlaşmış ve hayvandan aşağı seviyeye düşeceksiniz.
Sizlere nasihat ettikçe daha da azıtıyorsunuz. Tıpkı Yahudiler ve şeytana uyanlar gibi, sizi kötülükten alıkoyanlara düşmanlık besliyorsunuz. Allah’a karşı savaş açmışsınız ve Allah velilerini gözaltına alıyorsunuz ve onları öldürüyorsunuz.
En ufak bir zanna dayanarak, tıpkı cahiliye dönemindeki babalarınız gibi, onları öldürüyorsunuz. Ülkemizin eserlerini yağmalıyorsunuz. Hiçbir günahı ve suçu işlemekten korkmuyorsunuz ve heva ve hevesinize uyuyorsunuz. Şehvetlerinize uydukça da, felakete sürükleniyorsunuz. Hileler yapıyorsunuz.
Irak’taki her ev, sizin elinizden kan ağlıyor ve masum insanların kanını içiyorsunuz. Siz, tıpkı bir kuru odun parçası gibisiniz. Hiç bir sözün etki etmediği taş gibisiniz. Size nasihat etmekten yoruldum.
Tağutlara tapıyorsunuz, firavunların torunusunuz. Beni ölümle tehdit edip korkutacağınızı mı zannediyorsunuz. Ölüm, halk içindeki bir gelenektir ve hepimiz ölümü tadacağız. Zalimlerin eliyle öldürülmek, Allah’ın halis kullarına olan bir ikramı değil mi?
Elinizden geleni ardınıza koymayın ve yapacağınızı yapın. Sizinle, Allah’ın huzurunda buluşacağız ve varacağınız yer kötü azaptır.
Bizim nurumuzu söndürmeye çalışıyorsunuz. Bana, nasihat eder hilesi ile gelmenize şaşırıyorum.
Sizin benden razı olmanızı da beklemiyorum. Hakkı, batıla mı satmamı bekliyorsunuz? Allah’a itaati bırakıp size mi itaat edeyim. Sizi razı edip onu mu gazaplandırayım.
Eğer böyle olursa sapıtır ve hidayete ulaşanlardan olmam. Yazıklar olsun size, ne istiyorsunuz. İslam, benim yanımda alınıp satılan bir mal gibi midir? Veya bir dünya çıkarı beklentisi içinde miyim? Beni, dünya malı üzerinden korkutmaya çalışmayın. Ben, alçak insanlar gibi size elimi uzatamam ve köleler gibi de size ikrarda bulunmam.
Eğer ölümden başka korkutacak bir şeyiniz kalmamışsa, öyleyse davranın. Benim sizin isteklerinize boyun eğeceğim hayalini de, kafanızdan silip atın. Bizler, değerli insanların evlatlarıyız ve ayaklarımız asla titrememiştir.
Sizi gönderenlere ve efendilerinize aynen şunu deyin: “Eğer Bakır es-Sadr’ı, bin kere de öldürseniz, isteğinize asla ulaşamayacaksınız.
Beni öldürdükten sonra her zaman zillet ve korku içinde yaşayacaksınız.
Durumunuz değişecek ve Allah, sizleri zelil edecek olanları musallat edecek ve zelil bir şekilde yenileceksiniz.
Hiç hesaplamadığınız acıları tadacak, belalara ve aşağılanmalara müptela olacaksınız. Her biriniz çöllere dağılacak, saltanatınız darmadağın olacak ve çizmeler altına alınacaksınız.
Sizler, başka şehirlere dağılacak avare olacaksınız, diyarlarınız ve mallarınız parça parça olacak ve gözlerinizi açtığınızda, halkın sizi lanetlediğini göreceksiniz. Tarih sayfalarında kara bir leke olarak anılacaksınız…
Muhammed Bakır es-Sadr 1979
7 notes
·
View notes