#herkes onu anlatıyor
Explore tagged Tumblr posts
Text
2 notes
·
View notes
Text
Temmuz ayı okuduklarım :
CHARLIE'NİN ÇİKOLATA FABRİKASI:(Roald Dahl)
Charlie adındaki bir çocuğun yoksulluk içinde büyümesi ve bu sebepdendir ki senede sadece bir sefer doğum gününde çikolata yiyebiliyor. Bi yarışma sonucu dünyanın en büyük çikolata fabrikasına girmeye hak kazanıyor. Ve o çikolata fabrikasının sahibi oluyor...
Sayfa sayısı :205
📖🤍:10/6
MACBETH(WILLIAM SHAKESPEARA)
Tiyatro türünde bir kitap birazda fantastik. Konusuna gelecek olursak hatırlamaya çalışıyorum :) macbeth adında bir gencin bir savaşta büyük başarı gösterip krallığa oturuşuna sonrasında düşmanlarının onun elinden krallık koltuğunu alışını anlatıyor...
Sayfa sayısı :105
📖🤍:10/4
PİNAKYO(CARLO COLLODI)
Gapetto adındaki bir ustanın bir odun parçasından bir Pinokyo yapışını, bu küçük çocuğun fazlasıyla yaramaz oluşunu tek dileğinin ise gerçek bir çocuğa dönüşme arzusu olduğunu anlatıyor...
Sayfa sayısı :192
📖🤍: 10/5
TOPRAK ANA (CENGİZ AYTMATOV)
Bozkırın ortasında bir Kırgız köyünde erkeklerin savaşa gidişini geride kalanların çektiği zorlukları, savaşın uzaması sonucu aşağı çekilen cepheye çağrılma yaşı, bi kadının 3 oğlunu eşini kaybedişini konu edinmiş çok acıklı ama akıcı bir roman 🤍
Sayfa sayısı :135
📖🤍:10/10
Yaşlı Adam ve Deniz (HEMINGWAY)
Yaşlı bir adamın okyanusta geçen bikaç gününü anlatıyor. Okyanusta bi tane büyük bir balık tutuyor bu balık hayallerimiz oluyor yaşlı adam biz oluyor :)) yani şöyle ki hayallerimizin peşinden gitmeliyiz bütün zorluklara rağmen. Değişik bi dili var kitabın beni böyle aşırı sarmadı kitap oysaki Nobel edebiyat ödülü almış
Sayfa sayısı :86
📖🤍:10/6
Her Şey Seninle Başlar (Mümin Sekman)
Ihımm sadece 69 sayfa okumuşum ayy bi sarmadı bi sarmadı anlatamam normalde sevmesem de bitiririm bitirmeye çalışırım ama olmadı. Kitap gözümde dağ oldu konusuna gelecek olursak kişisel gelişim kitabı insanın başarılı olması için yapması gerekenler, sürekli örnekler veriyor yazar. Ve bunu hayvanlar üzerinden yapıyor sürekli aynı şeyi tekrarlıyormuş gibi geldi
Sayfa Sayısı :238
📖🤍:10/2
KÜÇÜK PRENS (Antoine de Sint _Exupery)
Okumak için geç kaldığım tek kitap budur. Okadar tatlıydı ki pamuk gibi hissettim son sayfalarını sabah okudum neden se çok ağladım. Bana onu hatırlattı. Bitirdikten sonra bi ilk 20 sayfayı tekrar okudum daha da okurum ben bunu kafama estikçe tekrar tekrar 🌟⭐☀️🌟⭐☀️🌠🌟☀️⭐🌠☀️🌟
Sayfa sayısı :106
📖🤍:10/10
GENÇ WERTHER'İN ACILARI (GOETHE)
Fotoğrafa kitabı dahil etmeyi unutmuşum 🍂
Garip bi kitaptı, herkes aşık olabilir ama ben saplantılı aşk sevmiyorum, sevmenin de bi sınırı olmalı bence, sonu çok duygusaldı ama benim sadece sinirim bozuldu..
Sayfa sayısı :126
📖🤍:10/6 yada 5 mi bilemedim
63 notes
·
View notes
Text
Yaşar Abi’yle anılar... anılar... Yaşar Abi aslında çocuk gibidir. Çabuk kırılır, çabuk küser. Ama içinde kötülük yoktur. Fakat kendine yapılanı da hiç unutmaz. Zaten hiçbir şeyi unutmaz ya, neyse. Şimdi sizlere bu konuyla ilgili birkaç anekdot anlatmak istiyorum. (...) Aziz Nesin, Yaşar Kemal ve Çiçek Arif Madem konu küslükten, dargınlıktan açıldı, o zaman bir de Yaşar Kemal Aziz Nesin hikâyesi anlatmalıyım size. Aziz Abi bir yazısında mı, yoksa bir sohbette mi ne Yaşar Abi’yle ilgili bir laf söylemiş. Yaşar Abi de bunu duymuş ve selamı sabahı kesmiş onunla; konuşmuyorlar. Türk edebiyatının ve kültürünün tepesinde oturan, uluslararası ünleri olan bu iki devin küslüğünden herkes rahatsız. Özellikle de dostları, arkadaşları tabii. Kimse de cesaret edip onları bir araya getiremiyor. Böyle de sürüp gidiyor bu durum. Bir akşamüstü Yaşar Abi, ben, Karanlık Cengiz ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın hem danışmanı hem basın sözcüsü, Büyükelçi Kaya Toperi dostumuzla Çiçek Bar’da muhabbeti kurmuşuz. Gülmecenin, fıkranın bini bir para. Erken bir saat olduğu için barda kimseler yok. Biz gülmekten kırılıyoruz. Tam tanımıyla yerlerdeyiz. Biz kahkahalara boğulurken bahçe kapısından Aziz Nesin girdi içeri. Yanında, son zamanlarda beraber olduğu kadın arkadaşı. Ölümünden üç beş ay önce olsa gerek. Artık, barda yalnız değiliz. Seslerimize çekidüzen verip biraz kısarak sohbetimize devam ettik. Ne de olsa barın sahibiyiz. İşin gereği bile olsa, ki o yüzden değil, gerçekten saygı duyduğum bir abi olarak Aziz Abi’ye hoş geldiniz demek için masadan kalktım. Aziz Abilerin masasına gidip, “Hoş geldiniz” dedim. Kısa bir süre için de olsa masalarına oturdum. Hoşbeşten sonra, lafı da döndürüp dolaştırıp, Yaşar Abi’yle olan dargınlıklarına getirdim ve niye konuşmadıklarını sordum. Aziz Abi de dargın olmadığından, bir konuşmasından dolayı Yaşar Abi’nin alınganlık gösterdiğinden söz etti. Aziz Abi’nin beni sevdiğini bildiğimden de cesaret alarak sordum: “O zaman Yaşar Abi’yi alıp masanıza getirsem bana kızmazsınız değil mi abi?” “Niye kızayım ki canım. O bizim küçük kör ayıcığımızdır” dedi. Bunun üzerine masadan izin isteyerek kalktım. Kafamda acele bir plan geliştirdim. O zamanki Çiçek Bar’ın şefi Cafer’i çağırıp, soğukluktan bir şişe Cordon Rouge şampanya çıkarıp, servise hazır hâle getirmesini söyledim. Çalışanlardan birinden de fotoğraf makinesini hazır etmesini istedim. Ben işaret ettiğimde hemen harekete geçersiniz, dedim. Sonrasında da gidip kendi masamıza oturdum. Oturur oturmaz da Yaşar Abi, “Aziz ne anlatıyor?” diye sordu. Ben de, o anda yazdığım senaryoyu okudum Yaşar Abi’ye. “Diyor ki Aziz Abi, ‘Ne o, bir şey mi var da Yaşar bana selam vermiyor. Hoş geldin demiyor? Sen bilirsin Arif?’ diye sordu” diyorum. “Peki sen ne dedin?” “Ben de bilmediğimi söyledim tabii.” “Hadi lan ordan. Aziz böyle şeyler söylemez. Düpedüz yalan söylüyorsun.” “Ben niye yalan söyleyeyim abi. Niye uydurayım ki? Ben, bana ne söylediyse onu söylüyorum.” “Beni kandırmaya kalkmıyorsun değil mi?” “Haddime mi düşmüş abi sizi kandırmak.” Yalandan kim ölmüş? Yemin billah ederek doğru söylediğimi, hatta, vakit geçirmeden masasına gitmemiz gerektiğini, yoksa çok ayıp olacağını söyledim. Kaya Abi de Karanlık Cengiz de beni desteklediler. Bana inanmasa da Aziz Abi’ye bir merhaba deme gereği duydu sanırım. “Hadi o zaman, yürü. Beraber gidiyoruz ulan” dedi. Masadan kalkarken bizim şef Cafer’e işareti çakıyorum. Bana tam inanmamış, ikircimli bir hâlde yürürken;
“Bak Arif, yanlış bir şey olursa seni asla affetmem. Bunu bilesin” dedi. “Bilmez olur muyum abi? Tamam, affetme” diyerek yüreklendirdim onu. Ama onun bu konularda bana pek güvenmediğini de biliyordum. Bu yüzden beni tehdit ederek, giderayak işin doğru olup olmadığını öğrenmeye çalışıyordu. Ne kadar yalan söylemeyen adamı oynasam da Yaşar Abi yine de benim işgüzarlık yapabileceğimi biliyor. Benim yaptığım da riskli bir iş ya, neyse. Aslında ben, Aziz Abi’nin sevgisine ve bilge kişiliğine güvenerek buna yeltenmiştim. Yapacak bir şey yoktu artık. Aziz Abi’nin masasına gelmiştik bile... Arkamızdan şef, garsonlar, komiler eşliğinde şampanya tepsisi geliyordu. Yaşar Abi; "Vay Aziz! Hoş geldin!” deyince, Aziz Abi de, "Nasılsın Yaşar?” dedi ve kucaklaştılar. Aynı anda şampanya da bütün gürültüsüyle “bom” diye hemen arkamızda patladı. Onların ürkmüş, şaşkın bakışları arasında bizim masadan bir alkış koptu. O sırada bir yandan da fotoğraflar çekiliyor. Daha sonra Kaya Toperi de gelerek Aziz Abi ile Yaşar Abi’yi kutladı. Şampanyalar içtik. Böylece uzun zamandır süren küskünlük de son bulmuş oldu. Bu işe en çok sevinenin ben olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Neyse bu kez, kazasız belasız çıktık işin içinden. Bu olaydan üç beş ay sonra Aziz Abi’yi kaybettik. Türkiye büyük bir değerini yitirmişti. Yaşar Abi, Aziz Abi’nin ölüm haberini alır almaz bana geldi. Üzgün... "Aferin ulan Arif. Ne iyi ettin de Aziz’le beni barıştırdın. O gün söylediklerinin hepsinin yalan olduğunu biliyordum. Ama bak Aziz öldü. Sen bizi o gün barıştırmasaydın, bugün birbirimize küs gidecektik. Bu da benim için daha büyük bir acı demekti. Sağ ol lan Hasan Emmimin oğlu. Yalan malan ama iyi ettiğin belli” deyip boynuma sarıldı. Dokunsalar ağlayacak hâldeydi. O an yüreğinden kopmuş gelen iki damla gözyaşı, kirpiklerinin arasından yere düşmek için sabırsızlanıyordu... Aziz Abi’nin yokluğuna alışmak hepimiz için zor oldu. Hâlâ ülkenin çözümsüz sorunlarına, ondan gelecek çözüm önerilerini bekler dururum. Kimsesiz çocuklar için kurduğu vakfının bahçesinde, nerede yattığı bilinmeyen mezarında, ışıklar içinde yat Aziz Abi! Tüm çiçekler üstüne açsın. Yıldızlar üstüne yağsın! - Arif Keskiner, Yaşar Kemal’li Anılar / Binbir Renk Binbir Çiçek - Fotoğraf: Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Arif Keskiner
#Arif Keskiner#Yaşar Kemal'li Anılar#Binbir Renk Binbir Çiçek#Yaşar Kemal#Aziz Nesin#Çiçek Arif#Çiçek Bar#Yaşar Abi'yle Anılar#Anı#Anılar#Hatıra#Hatıralar#Kemal Sadık Gökçeli#Yazar#Şair#Yürekbalı#Küsmek#Barışmak#Tüm çiçekler üstüne açsın#Yıldızlar üstüne yağsın#Yaşar Abi#Aziz Abi#Sevgi#Sevmek#Karanlık Cengiz#Kaya Toperi
24 notes
·
View notes
Text
Karımın içine ilk ve tek giren bendim.
Ta ki, önce fantezi ile başlayıp, ardından da aklımdan çıkmayan “karımı sike sike terletecek birine vermesinin” hayali ile kaynıyorken!
Karım herkes tarafından sevilen kibar ve efendi bir ev hanımıdır. Ona deli gibi aşığım. Fakat 14-15 santimlik sikim onu ne kadar zorlasada, piyasada dev gibi yarrakların var olduğunu bildiğimden, onun benden fazlasını hak ettiğini düşündürüyordu bana.
Karımı ise layık gördüğüm çocukluk arkadaşımdı. Sikini hiç bir zaman görmedim, fakat 7-8 yaşlarındayken bu benim siki görmüş, küçük diye dalga geçerdi.
Bir gün arkadaş, ben ve karım saunaya gittik. Ben önden ayarlamıştım, birden telefon geliyor acil işten dolayı onları yalnız bırakıyor, 2 saate gelirim diyerek ayrılıyorum.
O iki saat aklıma neler neler geliyor. Hem pişmanlık, hem korku, hem engel olma hissi hem de işi oluruna bırak duygusu. Arkadaşa güvenmesemde, karımın izin vereceğine ihtimal vermiyordum.
2 saat dememe rağmen hemen gitmemiştim, yarım saat geçikince karım “hemen gel” diye mesaj gönderiyor. Büyük bir korkuyla gidiyor, içeri giriyorum. Kapıyı açan karımın arkasından gözüm arkadaşımı arıyor. Fakat onu aradığımı gören karım, o gitti bile diyerek aramamamı belirtiyor.
O gün söylemiyor, yıllar sonra bu paylaşma fantezileri artık hayatımızın bir parçası olduktan sonra, kızmamam şartıyla bir itirafta bulunmak istediğini ileterek, o saunaya gittiğimiz günü arkadaşıma kendini siktirdiğini anlatıyor.
Hatta sadece o gün değil, daha sonrada defalarca arkadaşıma vermiş. En son ne zaman diye sorunca; “daha 3 gün önce” dedi.
O gün nasıl oldu diye sorunca, benden sonra ikisi jakuziye giriyor, arkadaşım birden bire buna zorla sahip oluyor. Karım kurtulamayacağını çabuk kabullenince hemen teslim olup arkadaşımın içine kolayca girebilmesi için bacaklarını açıyor.
“Siki nasıldı, büyük müydü?” diye sorunca, aşırı büyük olduğunu girdikten sonra fark ediyor, durması için yalvarsada, sikilmekten kurtulamıyor.
Tam bitti derken, arkadaşım karımı kolundan tutup yatağa atıyor. Artık karımda istekli! Ve az önce içine aldığı siki merak ediyor ve görünce inanamıyor. 20 santim civari, fakat ucu ince başlayan sik birden kalınlıkta benim sikimi ikiye katladığını anlatıyor.
“Ağzıma sığmadı” derken o kadar rahat ki, ne diyeceğimi bulamıyorun o an. Bu paylaşımıda kendini 3 gün önce siktirdiği yatağımızdan yapıyorum.
Yıllarca sürmesinin sebebide, arkadaşımın kalın yarrağı, masum karımda bağımlılık yapmış ve benden arkadaşımla devam yatıp yatamayacağının iznini istiyor.
70 notes
·
View notes
Text
O kadar çok keşke dediğim anlar var ki... ama en çok yüreğimi yakan keşke, zamanında sana "seviyorum" diyemeyişim.. şimdi desem de hiçbir faydası olmayacak biliyorum. Bas bas bağırsam da hıçkırarak ağlasam da fısıldayarak söylesem de hiçbir şey değişmeyecek. Ne yaparsam yapayım sesimi toprağın altında uyuyan bedenine duyuramam. Sen gittikten sonra senden kalan tek şeye tutundum biliyor musun? uzun yıllardır sevdiğin kadına koştum, onunla arkadaş oldum, ona destek olmaya çalıştım, o da bana destek oldu... sen onu seviyorsan bende seni hissederim belki diye ona daha çok bağlandım. Bazen seni anlatıyor, ikimiz de ağlıyoruz. Sana söyleyemediğim tüm sevgilerimi ona anlattım, seni ne çok sevdiğimi artık o da biliyor.
Masum bakışların gitmiyor gözlerimin önünden. Her aşık olan "kaşlar keman, kirpik ok" diye betimlerdi sevdiğini ve ben hiç anlamazdım ne demek istediklerini. İlk defa sende gördüm. bir kere seni uzun uzun seyretme imkanım olmuştu, her aşık gibi bende "kirpik ok" diyebildim ama kaşların herkesin dediği gibi değildi, sana özeldi. Ben kavisli demiştim senin kaşların için o vakitler. Aklıma sadece o kelime gelmişti.. keşke seni uzun uzun izlediğim o günde olsak yarim... karşına geçip demez miydim seni seviyorum diye? Derdim.. Sevemiyorum artık kimseyi, yüreğim senden kopamıyor, dilim başka birini söylemiyor... Sende öyle kaybolmuşum ki, ben bile bulamıyorum kendimi bu dünyada, sanki toprağın altına koymuşlar beni de senle beraber... Her yer buz gibi hissettiriyor. Hiç kimse gerçek gülmüyor, kimse doğru konuşmuyor, kimse seni söylemiyor! Seni konuşmuyorlar. Konuşmadıkları için onlara çok kızgınım. Sen yoksun gibi davranıyorlar ama sen varsın.. o kadar içimde yaşıyorsun ki senden başkası nefes almıyor gibi gerçeksin. Toprağın altına girmeden önce herkes seni konuşurdu. Bilmezlerdi yüreğimdeki seni ve onun için daha rahat konuşurlardı yanımda. Seni anlatırlardı, onlar konuştukça ben tebessüm eder dalardım.. Ama şimdi konuşmuyorlar! tebessüm edemiyorum sevdiğim.. sadece seni koymadılar o toprağa, beni de yüreğimi de tebessümlerimi de gömdüler oraya. Ama yine hiç kimse bilmiyor. "Sen çok değiştin" diyip duruyorlar ama bilmiyorlar işte... Ben seni sadece kendime anlatırdım. Şimdi seni sadece isminin yazıldığı bu toprağa bir de senden bana kalan o kadına anlatabiliyorum... artık rahatça "onu seviyorum" diyebiliyorum! Artık sen ne düşünürsün diye korkmadan seni sevdiğimi haykırıyorum ama ne sen varsın ne de korkulu düşüncelerim. Keşke diyeceğim yine.. keşke tüm korkulu düşüncelerim ile birlikte sende nefes alıyor olsaydın..
"Düşlerde sevdim seni, söyleyemedim
Sessiz öptüm nefesini, söyleyemedim
Şarkılar yazdım sana, okuyamadım
Hep yanımdaydın oysa, dokunamadım
Sana ben şiirler sözler büyüttüm
Sana ben baharlar yazlar büyüttüm
Sana ben hummalı gizler büyüttüm
Söyleyemedim"
#sevda#edebiyat#şiir#aşk#acı#yürekten#hudutsuz sevda#geçmişin izleri#kara sevda#aşk acısı#spotify#SoundCloud
9 notes
·
View notes
Text
"FARKETMEZ KÖTÜ BİLSİN HERKES BENİ"
"Çok bağırdım duymadı , artık fısıldamam bile..."
"Basit şeylerin beni çok fazla incitmesinden nefret ediyorum..."
"İnsanı haykırmayacak hale getiren şu boşluk.."
"Ateş gibi yandığında, buz gibi durmak neymiş, onu anlatacağım sana..."
"Kıyamam demiştin yine, mahvettin..."
"Ne yaparsam yap bazen hiç olmaz..."
Neşem yok, bitti.
"Çabaladığım her şeyin enkazında kalıyorum, bu çok ağır..."
"Öfke bir şekilde geçiyor ama hayal kırıklığı asla geçmiyor..."
"Boğulmak için suya ihtiyacım yok düşüncelerim yetiyor..."
"Kalbimde affedemeyeceğim şeyler taşıyorum..."
"Bazı şarkılar derdimi benden daha iyi anlatıyor..."
"Bazı insanlar birbirine aittir, hiç kavuşamasalar bile..."
#türkiye#keşfet#kesfettengelenler#şiir#şiirsokakta#aşk acıtır#kahramanmaraş#malatya#fyp#hayat#hayata dair#hayattan alıntı#gece ve müzik#müzikler
5 notes
·
View notes
Text
Küçüğüm, küçüğüm, küçüğüm... Merhaba. nasıl geçti günün desem? Gözlerin anlatıyor birkaç şey sanki. Ama onları dinlememeyi tercih ederim. Konuşturarak yormak istemiyorum seni. ama derler ki; "Anlatınca rahatlıyor insan." Aslında biliyor musun, insan anlatınca rahatlamıyor. İçinde gizli tutarsan derine gömülür bazı şeyler. Açığa çıkarmanın anlamı kalmaz onları. O yüzden anlatma, gözlerine de bakmayacağım çünkü gözlerin pek güzel şeyler söylemiyor. Ben anlatayım? Anlatayım. Hüzünlü bir gündü aslında bugün, biliyorsun, Hafta sonu. Hep yoğun geçiyor. Hafta sonlarını her ne kadar seversem seveyim, yoğun oluyor. herkes evde, bir koşuşturmaca. Dışarı çıkmakta buldum ben de çareyi. Attım kendimi dışarı, koştum biraz, sonra oturdum bir kenara, orada bir aile gördüm. Tatlı bir küçük çocuk. Baktım ona. Mutluydu, gülüyordu, elinde bir pamuk şeker, ailesinin yanında. Sonrasında annesi ona bir şey söyledi. Çocuk bağırdı, çağırdı, elindeki pamuk şekeri yere attı. "İnsanlar değer bilmiyor." diye geçirdim içimden, bu yorumu doğrulayan birkaç tane de insan. Her neyse. Kalktı o aile çocuğun ısrarları üzerine. -Daha doğrusu bağırışları, çağırışları üzerine. susturmak için diyebiliriz.- Gittiler. O sırada fark ettim, bir çocuk daha, öylece bakıyor ailenin gittiği banka. Üstü yırtık, gözleri dolu, elinde mendiller. Belli, sokakta yaşıyor. Sokaklar dostu olmuş sadece. Oradaki hayvanlar onu sıcak tutmuş yalnızca. Baktı öylece bir süre daha gözleri dolu. Sonra çocuğun arkasından baktı. Gözlerinden akan yaşlar yüzündeki kirleri silerek yanaklarından aktı biraz. Onun da içinden geçenler az da olsa benimki gibiydi sanki. İnsanların değer bilmiyor olması berbat bir şey. İnsanların 'İyi ki' diyebileceği onlarca şey varken bunları önemsememek bir yana, onları küçümsemesi, değer bilmemesi, berbat. Hâlbuki şükretmeyi, teşekkür etmeyi bilseler, değer bilseler, ellerindekilerin farkına varıp 'O bende yok. şu bende yok.' diyerek mutsuz olmasalar, her şey çok daha iyi olabilirdi. Küçük çocuk bir anda buruk bir tebessüm yerleştirdi yüzüne. O an ne düşünüyordu acaba. Sence ne düşünüyordu? Bence kendini o çocuğun yerine koymuştu. bir ailesi olduğunu, mutlu olduğunu. "Umutlu olduğunu." Ne kadar acı değil mi? Hayattan nefret edebiliyor insan bazen bu yüzden. Küçük bir çocuk, küçücük. Mutlu olduğunu hayal ederek gülümsüyor. O gülüşten daha acı bir şey var mı? Öyle mazlum bakıyordu ki etrafa. Ben de öylece duramayacağımı düşündüm ve ona bir pamuk şeker aldım, bir de eline biraz para verdim. Çok daha şey yapabilmek isterdim. Ama ben de o kadar zengin sayılmam ya. Dünyada yüzlerce böyle çocuk var. Oysaki biraz çaba göstersek bu çocukların mutlu olabilmesi için, daha güzel olabilirdi belki. Onları mutlu etmek çok, çok, çok güzel bir şey olurdu. Bir çocuğun yüzündeki gülümsemenin sebebi olduğunu bilmek ne kadar güzel bir şey değil mi? Evet, öyle. Fazla güzel. Bugün de bunu anladım işte. Bazı çocukların hayata 1-0 yenik başladığını. Hayır hayır, öyle garip garip bakma bana. 1-0 yenik başlayan kişi buruk tebessümlü çocuk değil. O pamuk şekeri yere atan hayata 1-0 başlayan. Belki ilerideki günlerde elindekilerinin kıymetini bilemeyecek o. Ama o çocuk var ya, buruk tebessümlü çocuk, tırnaklarıyla kazıya kazıya gelecek belki o çocuğun 5 dakikada ulaştığı yere. Bu da her zaman onu 1-0 önde yapar. Çaba, her zaman daha iyidir. Bir insanın elde etmek için çaba sarf etmediği şey, ne olursa olsun değersizdir. O çocuk, o çocuk kendini değerlendirirse çok güzel şeyler olacağına inanıyorum. O çocuk senin gibi küçüğüm. Elindekilerinin değerini her zaman bilecek.
36 notes
·
View notes
Text
God of War İnceleme
Herşeyden once God of War bir yol hikayesi anlatmakta. Bende eğer yeterince iyi işlenirse yol hikayelerine bayılırım. Ve bunu büyük bir memnuniyetle söylüyorum, God of War mükemmel bir yol hikayesi anlatıyor. Ben en başta bu oyunda beni en çok etkileyen, karakterler ve senaryodan başlamak istiyorum. Kratos ve Atreus'tan başlamak gerekirse, Kratos'un geçmişinden kurtulma ve oğluna iyi bir baba olma hikayesi ilmek ilmek bir mükemmellikle işlenmiş adeta. Kratos'un geçmişinin ne kadar kirli olduğunu herkes biliyordur. Kratos Sparta topraklarında çok sert bir disiplinle yetiştirilmiş bir asker. Duygusuz ve amansız bir tanrı katili. İyi bir baba portresinden oldukça uzak bir adamken bu oyunda yavaş yavaş odun ve kaba bir babadan nasıl iyi, anlayışlı ve nazik bir babaya dönüşümü çok güzel anlatılmış. Oyunun başında çok konuştuğu için onu tersleyip kızan Kratos, oyunun sonunda "Bundan sonra yapacağımız şeyler için senin fikrini alacağım diyor". Bu oyunun başındaki Kratos'dan asla beklemeyeceğimiz birşeyken oyunun sonunda işler adeta tersine dönüyor ve bu dönüşüm asla tutarsız değil. Oyunun her görevindeki yolculukta adeta gözlerimizin önünde değişen bir adamı izliyoruz. Oğlundan tanrı olduğunu gizlemesinin sebebini de çok iyi anlayabiliyoruz, ki sonlara doğru Atreus kendisinin de tanrı olduğunu öğrenince adeta ardı şahlanıyor. Tandığı cüce dostuna bile sinirlenip "Sizin gibi küçük insanların küçük dertleri bizi ilgilendirmez!" diye bir çıkışta bulunuyor. Atreus karakterini bu oyunu oynayanların çok büyük bir kısmı karakteri çok itici ve sinir bozucu bulmuş. Bana bu çok saçma geliyor gerçekten Atreus oyunun her kısmında 11 yaşındaki bir çocuğun davranması gerektiği gibi davranan çok doğal bir karakter. Önceden tanrıları kendi kafasında çok büyük bir yere koyan (Doğal olarak.) biriyken tanrı olduğunu öğrenince Kratos gibi bunun bir lanet olduğunu düşünmesi imkansız. Çoğu kişinin oralardaki yaptığı davranışlara sinirlendiğini düşünüyorum ama dediğim gibi çok ta garipsenebilecek birşey değil. Zamanında babasının yaptıklarını düşünün. Dünyayı yerle bir etmişti tüm Olimpos'u yok edip tanrıları katletmişti. Sanki nefretin ve intikamın vücut bulmuş haliydi. Bundan ötürü oğlunun tanrı olmasını lanet olarak görüp onun da kendisi gibi olacağından korkması yine oldukça doğal bir karakter tasarımının ürünü. Bunların yanı sıra Kratos'un karısının hayatta olduğu dönemde oğluyla neredeyse hiç vakit geçirmemesi ve herzaman evden uzakta ava çıkmasının sebebinin de geçmişteki ailesine yaşattıkları olduğunu düşünüyorum. Cüceler ve Mimir karakterleri de oyunun komedi kanadını inanılmaz destekleyen karakterler. Mimir'i de sinir bozucu bulanlar var ama yine bana bu öfke anlamsız geliyor çünkü oyunda Mimir neredeyse hiçbir zaman "boş" yapmıyor üstelik çok ta beyefendi bir karakter. Konuşma tarzı ve bilgeliği onun bu yanını ortaya çıkarıyor ve arada yaptığı tatlı espirilerle yüzümüzü güldürüyor. Cücelerin komedisi de bir başka, ben ikisinin arasından Sindri karakterinin üzerinen işlenen komediyi daha çok beğendim. Bir demirci olmasına rağmen kendisinin en ufak şeyden bile tiksinmesi inanılmaz bir tezatlık komedisi oluşturuyor, sonuçta demirci diyince akla Sindri gibi değil Brok gibi bir karakter geliyor. Sert, kaba ve çözüm odaklı. Son karakter olarak Freya var kendisi vefalı bir anne ve güçlü büyüler bilen bir tanrı. Baldur'la olan ilişkisi dışında çok ilgi çekici bir özelliği yok.
Evet artık karakterler hakkındaki düşüncelerimi bitirebildiysem diğer konulara da geçebiliriz. Düşman karakterlerimizi de kısaca anlatmak isterim. Thor'un oğullarına karşı en ufak bir ilgi çekicilik uyanmadı içimde, ikisi de öyle rastgele kötüler diyebilirim birtek Mogi karakterini inanılmaz nefret edilesi yazmışlar, kendisinin tek vasfı Atreus'un annesine sövüp arada Kratos'a elektrik atmak. İkisi de oldukça zayıf yazılmış karakterler olarak aklımda kalacak ve muhtemelen 1 seneye isimlerini bile unutacağım. Baldur'a gelirsek davranışları, duruşu ve konuşma üslubu tam bir kötü karakter olduğunu anlatır nitelikte. Bunun yanı sıra Freya'yla olan hikayesi de ilgi çekici olsa da çok az ve bana kalırsa biraz zayıf bir şekilde işlenmiş bir ba�� kötü. Kratos'la arasında geçen iki savaş ta çok tatmin edici olsa da karakteriyle alakalı düşüncem bu yönde.
Dövüş mekaniğinin şiir gibi olduğuna girmek bile istemiyorum. Oyun başındaki çeşitlilik azlığı ve tekrara düşme beni çok korkutmuş olsa da oyunun ilerleyen vakitlerinde çeşitlilik o kadar artıyor ki bazı yerlerde açtığınız yetenekleri kullanmayı unutuyorsunuz, o kadar fazla. Çıplak el, Leviathan ve Chaos Blades. Bu 3 silahla dövüşüyoruz rakiplerimizle örnek vermek gerekirse benim Leviathan da en hoşuma giden saldırı hareketi R2 tuşuna basılı tutarak attığımız ağır saldırıydı, eğer saldırı rakibi öldürmeye yetecek kadar hasar vuruyorsa o giren bitiriş animasyonu ayrı bir tat veriyor. Daha bahsedilecek o kadar şey var ki, Tılsımların dövüşe aktif özellikleriyle sağladığı katkı, Silahların sahip olduğu ve birbirinden farklı onlarca geliştirme, Silahların sahip olduğu ağır ve hafif olarak ikiye ayrılan birbirinden farklı Rünler, Atreus'un savaşa sağladığı katkı ve daha birçok farklı özelliğiyle God of War'un savaş mekanikleri adeta şiir gibi tasarlanmış. Oynarken insanı büyülüyor adeta. Oyunla ilgili yapabileceğim olumsuz eleştiriler olarak; Kötü karakterlerin zayıf kalışı ve güzel işlenemeyişi ve Puzzle sekanslarının biraz sinir bozucu ve sıkıcı oluşu (Bu genel olarak benim mallığım.) bunlar dışında ne kadar düşünürsem düşüneyim herhangi birşey bulamıyorum.
Oyunun müzikleri de ayrı bir güzel, benim şahsi favorilerim "God of War", "Memories of Mother", "Ashes" ve "Lullaby of the Giants" oldu. Hala bu incelemeyi yazarken bile onları dinleyip coşuyorum. Oyunun bir diğer yaptığı güzel şey ise Epiklik diyebilirim. Dünya yılanıyla tanıştığımız sahne, Ejderhayla kapıştığımız sahne Kratos'un Halının altına ittiği geçmişini yeniden ortaya çıkararak Kaosun Kılıçlarını eline aldığı sahne ve Karısının küllerini dağdan saldığı sahne buna örnek verilebilir oyunun genel olarak herşeyi gerçekten insanı büyülüyor. Şöyle bir bakınca puanlamak için aklıma gelen en objektif ve adil puan 9.2 olsa da, ben burda Oyuncu insiyatifimi kullanarak God of War'a 10 üzerinden 10 vermek istiyor ama vermeyip 9.5 veriyor ve bu incelemeyi burada noktalıyorum. (Daha değinilebilecek gerçekten fazlasıyla konu başlığı olmasına rağmen elimden geldiğince kısalttım.)
#video games#game#god of war#god#norse mythology#review#game review#oyunlar#pcgaming#ps4#playstation 5
2 notes
·
View notes
Text
mesela ne oluyor biliyor musun? eve geç saatlerde giriyorsun, o demir kapının sesini en aza indirmek için harcıyorsun tüm gücünü. tüm ışıklar sönük, tüm kapılar kapalı. yavaş yavaş yürüdüğün koridoru on saniyede geçsen bile bir ömür gibi hissediyorsun. tüm yükünü bir kenara atsan bile o yüreğindeki ağrıyı dindiremiyorsun. açık unuttuğun pencereden sızan soğuk havaya sana yaşadığını hissettirmesi için yalvarıyorsun. günlerce tek öğünün kahve, sigara oluyor. midene tek lokma girmiyor. herkes bir şeyler söylüyor. birileri sana ulaşmaya hatta inanmasan bile yardımcı olmaya çalışıyor. ama sen inanmıyorsun. herkeste bir art niyet arıyorsun, bir açığını bulacaklar diye korkup yalnızca kaçıyorsun. her şeyini anlattığın o kişilerin yüzüne bile bakasın gelmiyor. korkuyu iliklerine kadar hissediyorsun çünkü. onlar biliyor senin güçsüz yanını, onlar biliyor acılarını. o masallarla büyümeyi hak etmesine rağmen küfürler işiten çocuğu alıp bağrına basamıyorsun. bağrında yanan ateşin onu da yakacağını biliyorsun. gözlerin dalıyor boşluğa, kulakların uğulduyor, ellerin titriyor sen öylece bekliyorsun. boş duvara bakıyorsun. ne çok şey anlatıyor o duvar sana, kimseye söylemiyorsun. söyleyemiyorsun. kafanı dağıtmak için hiç sevmediğin şeylere bile el atar hâle geliyorsun. o nefret ettiğin sigarayı ciğerlerine çekerken kendine olan nefretini körüklüyorsun. içinde olan o kaçma isteğini bastıramıyorsun. avucunda kalanlarla yaşamayı öğrenmeye çalışıyorsun. oysa sen bilmiyorsun avucunda kalanlar elini kesiyor, kanatıyor. içinde olan her şeyi öldürmek istiyorsun. sayamayacağın kadar çok kez deniyorsun nefesini kesmeyi. hepsinde de başarısızlık ile karşılaşıyorsun. çıktığın yolda ellerin ağzına kapanmış, sesini kesmeye çalışıyorsun. duymasınlar, görmesinler diye çırpınıyorsun. çok yoruluyorsun. kaldıramadığın her şeyin altında kalıyorsun. değmeyecek, diyorlar sana. kendini hırpalamana değmeyecek. biliyorum, diyorsun. deliymişsin gibi bakıyorlar sana. gözlerini çekiyorsun üzerlerinden. sigarandan üç, beş nefes çekip uzağa bakıyorsun. geçer sanıyorsun. geçmiyor.
34 notes
·
View notes
Text
*📌 ŞEFİK CAN BEY VE LADİKLİ AHMET AĞA*
Merhum Albay Şefik Can bey hâtıralarında şöyle anlatıyor:
Lâdikli Ahmet Ağa’yı da bir vesile ile ziyaret etme imkânı buldum. Kendisini bana yine devrin manevî büyüklerinden Mahmud Sâmi Ramazanoğlu tanıştırmıştı.
*Bu büyük veli, Konya’nın Ladik ilçesinde ikâmet ediyordu.*
İlçede herkes onu tanıyor, garip kabul edilen halleri dilden dile dolaşıyordu.
*Ricâlü’l-gayb’dan olduğu, Hızır (a.s) ile arkadaşlığı bulunduğu söyleniyordu.*
Evi ilçenin kenar mahallelerinde, mütevazı bir evdi. Ziyaretine gittiğimizde hoş geldiniz safhasından sonra güzel sohbetler oldu.
Bu ilk tanışmamız normal geçen bir görüşme idi. Bendeniz daha sonraları kendisini sık sık ziyaret etmeye başladım.
*Görünüşte sıradan bir köylü gibiydi*. *Fakat Yunus Emre gibi öyle şiirler söylüyordu ki, insan gerçekten hayret duyuyor ve hayran oluyordu.* Bunlar o an içine doğan ilahî nağmelerdi.
Bazen de Hacı Sâmi Ramazanoğlu bendenizle kendisine zeytin gönderirdi. O vesileyle de gider görüşürdüm.
*Ziyaretimin birinde yanında kimseler yoktu,* bunu fırsat bilerek: *“Ahmet Ağa, Allah aşkına, sizdeki bu haller nedir?*
*Bu makama nasıl eriştiniz?* *Bunlardan bize biraz bahsedin”*
diye rica ettim. *“Bende ne var ki, garip, köylü bir adamım…”* falan dedi, geçiştirdi.
Ben: *“Bakınız, şimdi kimse yok, başbaşayız, lütfen…”*
diye ısrarlı olunca o da beni kıramayıp anlatmaya başladı:
*“Ben köyde çobanlık yapıyordum. Askerlik çağım geldi. Beni askere aldılar. Askerdeyken Cihan Harbi çıktı ve bizi Filistin Cephesi’ne gönderdiler.*
*Savaşın en ateşli anlarında biz orada bir bölük düşman askerinin ablukası altında kaldık. Birliğimizle irtibatımız kesildi. Bir haftadan fazladır abluka (kuşatma) altındaydık.*
*Tayınlarımız yani yiyeceklerimiz bitti. Açlıktan otları, çöpleri yiyoruz. Çok zor bir durumdayız.*
*Bir ara cephe yarıldı, havadan bize birer tane tayın attılar.*
*Tayın, şöyle küçük bir sandviç ekmeği.*
*Hepimiz günlerce aç kalmanın verdiği hal ile tayınları hemen yemeye başladık.* *Ben bir parça kopardım, ağzıma götürecektim ki paçalarımı çekiştiren bir köpekle göz göze geldik.*
*İki gözünü bana dikmiş, gözlerimin içine bakıyordu. Çok zayıftı ve memeleri sarkmıştı, belli ki yavruları da vardı. Lisân-ı hâl ile âdetâ benden ekmek istiyordu.*
*Ağzıma koyacağım lokmayı ona verdim.*
Bu yaptığımı gören arkadaşlarım:
*"Oğlum Ahmet, ne yapıyorsun?*
*Bir haftadır açız, bir parça ekmek. Bununla doymak bile mümkün değil. Sen köpeğe veriyordun”*
gibi sözlerle beni uyardılar. Hiçbirini dinlemedim ve o köpekle ekmeğimi bölüştüm.
İşte o gece rüyama Hz. Peygamber girdi ve:
*“Oğlum Ahmet! Biz seni çok sevdik, sen ne cömertsin”* diyerek sırtımı sıvazladı.
*Uyandığımda içimde müthiş bir ferahlık ve bende önceden tatmadığım değişik bir hal vardı. Ne olduysa o günden sonra oldu.”*
Kaynak:
Şefik Can, Hatıralar, İstanbul 2022, s. 437-438.
34 notes
·
View notes
Text
Hamlıktan çıkıp olgunluğa ermek için yola revan olmanız, yolcu olmaktan çıkıp yer yer yol olmanız gerekirdi.
1 note
·
View note
Text
vallahı billahı yıldım. yoruldum. bıktım. usandım.yazarken ellerim beynımın hızını ve öfkesıne yetişecek mı bilmiyorum.
30 yaşının başında hayatımın bukadar değişecegını biri dese inanmazdım.mesele benimle ilgili değil toplumla ilgili.
30 yaşına girdim ve kabus başladı. hayat 25 yaşına kadar yaşadıgınmış derlerdi inanmazdım, doğruymuş.
gelin derdimi anlatayım. 30 yaşından sonra insanlar çok sıkıcı, çok dünyaya düşkün, çok asık suratlı, çok neşesiz, çok öfkeli ve çok çok hırslılar. gençken ideallaerı olan, hobileri, ilgi alanı olan ınsanlar gıtmıi yerine yürüyen bir ölü gelmiş.
çok neşesizler onlara göreesprı yapacak boş vaktimiz yok. sürekli çalşıcaz ve işlerini dünyanın en önemli işi olarak goruyorlar. farklı bir bilgi paylaştıgında seni boş iş müdürü ilan ediyorlar. film, kitap, şiir,gezi bunların modaya uymayanlarının hepsini red ediyorlar. filmde dizi ve tv8 realiti showları konuşuluyor, gezi ise sosyalmedya ünlülerinin gittiği yerlere gidilmek isteniyor. ne modaysa onu yapacak kadar boş vakitleri var.
herkes çok açlışkan, çok hamarat, çok titiz, çok gürme... herkes çok önemli, çok görgülü.ve herkes çok çok sıkıcı
gerçekten çok sıkıldım, bunaldım. insanlar sürekli yediklerini, harçadıklarını, mülklerini. nufuzlarını ve geelecek planlarını konuşuyor. herkes inanılmaz gergin.
kader derseniz sizi iyimserlik ve tembellikle suçlarlar. Allah inanıyorlar amadünya ve ahiret işlerini ayırıyorlar. din camide durması gereken bir şey. din bizim sosyal ve iktisadı işlerimize bi zahmet karışmayı versşn!
çok çok sıkıldım. kendi yaşıtşarım ve kendımden büyük çok hırslı ve çok akıllı(!) insanların hangi banka ne kadar faiz veriyor, hangi semte hangi ev ne kadar, hangi okul nasıl çocuklarıma harika gelecek sunar dinlemekten yoruldum.
islam, adet, örf, anene hepsi kalkmış yerine moda, rand, tranva, herkes yapıyor, hangi çağdayız, ben .... gibi kavramlar gelmiş.
islamın ne emrettiği önemli değil, önemli olan senin çıkarın uyan ne ! insanlar , dindar insanlar oturuyor ve faiz ile aldıgı evden nasıl kar ettiğini, bu devirde faizin kaçınılmaz oldugunu anlatıyor. faiz almak haramdır, biri bu günahi işledi ise tövbe etmeli, mahçup olmalıdır. koca koca insanlar devrin değiştiğini, faizini kaçılmaz oldugunu büyük bir iştah ile anlatıyor." islami bu iştahla savunsak neler olmazdı ki?" sorusu akla geliyor.
inanılmaz bir hırs var. eskiden bir insan bişey alınca onunla avunurdu, şimdi bişey alan bir sonraki alacağınıdört gözle beklemekle meşgul.
kimsenin durup düşünmeye, dinlenmeye, kendine vakit ayırmaya vakti yok.zaten düşünmeye gerek yok. hepimiz aşırı zeki ve görgülüyüz. baksana o pahalı ayakkabıdan bile almış. o zamanoda akıllı ve kaliteli bir insan. çözemediği birşey olursa gogula sorar, yada akşamları inspopüleri soru cevap yapıyor ona sorar!
malesef insanların düşünmeye vakitleri yok ve bu vakti bu şekilde taksim eden de kendileri, adam 6 gün çalışıyor 7,gün mesaiye gidiyor ve buna meşbur değil sadece çalışmaya alışmış.hayatı yaşamak, dinlenmek, okumak, izlemek bize göre şeyler değil malesef. ne yazık ki değil
sonra bu insanlar biyolojik veya ruhsal olarak hasta olunca suçu hemen tohuma, topraga atıyoruz.
herkes burç biliyorz, sipratuel evren işlerine meraklı. her yer 777 zirvası ile dolu.
siz onlara benzemeyınce çocuk, boş işlerle uğraşan ciddiyetsiz insanlar oluyorsunuz.
malesef ki insanlar çok mutsuz, çok sıkıcı, çok karamsar, çok çalışkan, çok hırslı, çok hit, çok takipte.
herkesin kendi tercihi. ben kaygısı az, neşeli, ve kendine vakit ayıran olmayı setim diğerleri isteyeni buluyor zaten.
11 notes
·
View notes
Text
⭐⭐⭐⭐⭐
Allah c.c Kuranı Kerimde İbrahim aleyhisselamın “Ben batıp gidenleri sevmem” cümlesinden bahseder bizlere.
İbrahim a.s yaşlıyken vefat etmiştir ve o yaşına kadar muhakkak birçok olay yaşamıştır. Peki neden Rabbimiz c.c bu cümleyi bizim öğrenip tefekkür etmemizi ister ?
Ben batıp gidenleri sevmem...
Evet insan şunu bilmelidir ki gönlünün merkezine Rabbimizden başka
koyduğu her ne varsa o kaybolmaya mecburdur.
Rabbimiz haricindeki herşey ve herkes kaybolmaya, batmaya, bizi yarı yolda bırakmaya mecburdur. Bu sebeple insan değer dediğimiz olguyu batıp gidenlerden beklememeli.
Bugün var yarın yok olacak fıtratta yaratılmış herşeyin kendisi zaten muhtaçken nasıl senin muhtaçlığını giderebilir ?
Evet duygularımızı doyurmayada muhtaçız.
Biz en büyük hatayı batıp gidenlerden medet umarak yapıyoruz. O bana değer vermiyor, o beni sevmiyor, bu neden benim olmuyor diye kendini yıpratma. Çünkü zaten böyle bir fıtratta yaratılmış olandan fıtrat dışı bir hareket beklenemez.
İbrahim a.s ben batıp gidenleri sevmem dedikten sonra Rabbimiz c.c iman ediyor. Halilullah yani Allah'ın dostu diye bir sıfata mazhar oluyor. Rabbimiz onu dost diye nitelendiriyor. Şu güzel makama bakar mısınız ? Herkes size düşman olsa ama Rabbimiz size dostum dese bu mutlu olmaya yetmez mi ? O’na dost olabilen ne zaman bedbaht olmuş ? O’na düşman olan er ya da geç mahvolmuş.
Öyleyse sakın kendi değerimizi insanlara göre belirlemeyelim.
Demirci elmastan anlamaz. Elması alıp kıymetini bilecek kuyumcuya götürmek gerek.
Hepimiz çok kıymetliyiz çünkü Rabbim böyle söylemiş.
İnsanı en güzel surette yarattım, yeryüzündeki halifelerim kıldım buyurmuş.
Böyle bir değerin farkında olan mümin “onlar kınayıcıların kınamasından korkmazlar” ayetindeki mümindir.
Ne zaman batıp gidenlerden birisi ya da birşey bizim gönlümüzü kırıp gözyaşını akıtacak olursa hep bunu hatırlayalım.
Rabbin seni seviyor sende O’nu sev diye Kuranı Keriminde kendisini sana anlatıyor buluşmak için bizleri namaza davet ediyor.
Şimdi icabet etmek ya da etmemek sana kalmış.
Sana yakışan, bize yakışan gerçekten batıp gitmeyen,
bizi seven,
nimetlendiren Rabbimize dönüş yapmak ona dost olmaya çabalamaktır.
____________°🌺💞🌸°______________
🎀
10 notes
·
View notes
Text
LADİKLİ AHMET AĞA'NIN KÖPEĞE MERHAMETİ
Merhum Albay Şefik Can bey Hâtıralarında şöyle Anlatıyor:
Lâdikli Ahmet Ağa’yı da Bir vesile ile ziyaret Etme imkânı buldum. Kendisini Bana yine Devrin manevî Büyüklerinden Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Tanıştırmıştı. Bu Büyük veli, Konya’nın Ladik ilçesinde ikâmet Ediyordu. İlçede Herkes onu Tanıyor, Garip kabul edilen halleri dilden dile dolaşıyordu. Ricâlü’l-Gayb’dan olduğu, Hızır (a.s) ile Arkadaşlığı bulunduğu söyleniyordu.
Evi ilçenin kenar mahallelerinde, mütevazı bir evdi. Ziyaretine gittiğimizde Hoş Geldiniz safhasından sonra Güzel sohbetler oldu. Bu ilk tanışmamız Normal geçen bir Görüşme idi. Bendeniz daha sonraları kendisini sık sık ziyaret etmeye başladım.
Görünüşte sıradan bir köylü gibiydi. Fakat Yunus Emre Gibi öyle şiirler söylüyordu ki, insan Gerçekten Hayret duyuyor ve Hayran oluyordu. Bunlar o An içine Doğan ilahî Nağmelerdi. Bazen de Hacı Sâmi Ramazanoğlu Bendenizle kendisine zeytin Gönderirdi. O vesileyle de Gider Görüşürdüm.
Ziyaretimin Birinde yanında kimseler yoktu, bunu fırsat bilerek:
“Ahmet Ağa, Allah Aşkına, sizdeki bu Haller Nedir? Bu Makama Nasıl Eriştiniz? Bunlardan Bize biraz Bahsedin” diye Rica ettim. “Bende Ne var ki, Garip, köylü bir Adamım…” falan dedi, Geçiştirdi. Ben: “Bakınız, şimdi kimse yok, Başbaşayız, lütfen…” diye ısrarlı olunca o da Beni kıramayıp Anlatmaya başladı:
“Ben köyde çobanlık yapıyordum. Askerlik çağım geldi. Beni askere aldılar. Askerdeyken Cihan Harbi çıktı ve bizi Filistin Cephesi’ne gönderdiler. Savaşın en ateşli anlarında biz orada bir bölük düşman askerinin ablukası altında kaldık. Birliğimizle irtibatımız kesildi. Bir haftadan fazladır abluka (kuşatma) altındaydık. Tayınlarımız yani yiyeceklerimiz bitti. Açlıktan otları, çöpleri yiyoruz. Çok zor bir durumdayız. Bir ara cephe yarıldı, havadan bize birer tane tayın attılar. Tayın, şöyle küçük bir sandviç ekmeği. Hepimiz günlerce aç kalmanın verdiği hal ile tayınları hemen yemeye başladık. Ben bir parça kopardım, ağzıma götürecektim ki paçalarımı çekiştiren bir köpekle göz göze geldik. İki gözünü bana dikmiş, gözlerimin içine bakıyordu. Çok zayıftı ve memeleri sarkmıştı, belli ki yavruları da vardı. Lisân-ı hâl ile âdetâ benden ekmek istiyordu. Ağzıma koyacağım lokmayı ona verdim. Bu yaptığımı Gören Arkadaşlarım: “Oğlum Ahmet, Ne yapıyorsun? Bir Haftadır Açız, Bir parça Ekmek. Bununla Doymak bile mümkün değil. Sen köpeğe veriyordun” Gibi sözlerle Beni uyardılar. Hiçbirini Dinlemedim ve o köpekle Ekmeğimi Bölüştüm.
İşte o Gece Rüyama Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem Girdi ve: “Oğlum Ahmet! Biz seni çok sevdik, sen Ne Cömertsin” Diyerek sırtımı sıvazladı. Uyandığımda içimde Müthiş Bir Ferahlık ve Bende önceden Tatmadığım değişik bir Hâl vardı. Ne olduysa o Günden sonra oldu.”
Kaynak:
Şefik Can, Hatıralar.
14 notes
·
View notes
Text
Dr. Salih Selman anlatıyor..
23 yaşlarında..
Ayakları doğuştan tutmamış değneklerle yürüyen bir genc geldi..
Kıl dönmesinden arka tarafı iltihap dolmuş...
Yarasına iğne yaptım bir taraftan temizliyorum... Bir taraftan da gence manevi birşeyler vermek ve tebliğ yapmak istedim..
Çok ta neşeli bir genç... Hiç depresyon alâmeti yok..şikâyet yok. Dedim "doğuştan mı böylesin?" "evet" dedi..
"Demek hiç yürüyemedin..koşamadın oynayamadın..."
Genç hiç duymamazlıktan geldi..
Sonunda dedim ki "herkes en ufak şeyde depresyona giriyor telefonum bozuldu diyor..kocam kızdı..Karım küstü..Altın fiyatları düştü.. Uçağım kaçtı diyor..Olur olmaz her şeyi dert ediniyor...Oysa sen hiç birşey demiyorsun" deyince...genç..
"Ben buradan gitmek istiyorm, aletlerinizi toplayın, burada kalsın herşey" dedi. Ben de nedenini sorunca..
"SEN RABBÎM İLE BENİM ARAMI BOZUYORSUN...
HER ŞEYİMİ BANA VEREN RABBİM AYAKLARIMI VERMEMiŞ...BENi iMTiHAN EDİYOR...
SÖZ VERDİM BEN RABBİME...
ONU KiMSEYE ŞİKÂYET ETMEYECEĞİM.."
5000 ameliyata girdim...
Hiçbir aletim elimden düşmedi...
Ama bunu duyunca elimdeki aletler düştü..
Ne zaman darlansam sıkıntıya düşsem...
" Hani doğuştan yürüyemeyen bir genç vardı ya onu hatırla.
Hiç birşeyi dert etmiyordu şikayet etmiyordu" derim.
Îmân ile para kimdedir bilinmez derler ya...
Nasihât edecektim...
Ama o gençten aldığım nasihati asla unutamıyorum...
ALLAH'ım SEN AFFET.
HER ŞİKÂYETİMDEN
HER HATAMDAN
HER SABIRSIZLIĞIMDAN
HER ŞÜKÜRSÜZLÜĞÜMDEN
HER GAFLETİMDEN
HER HADDİ AŞMAMDAN
HER KULLUĞUMU UNUTMAMDAN..
HER İSRAFIMDAN
HER TEMBELLİĞİMDEN
HER CAHİLLİĞİMDEN
HESAPSIZ MAĞFİRET ET YARABBI..RAHMET ET SEN BİZLERE.. AMİN.....!
6 notes
·
View notes
Text
Mayıs ve Gece- Bölüm:1 Karşılaşma
Topuklu ayakkabıkarı bir yandan, bavulunun tekerlekleri bir yandan tak tak tak.. Sonra yeniden.. Eski pazar yolunu arşınladı Mayıs. Eski, siyah demir kapıya geldiğinde bir duraksadı. Hazır değildi, hemde hiç. Eliyle kalbini tuttu, daha önce hiç atmadığı kadar hızlı atıyordu. İçine gerekli gereksiz ne varsa doldurduğu kocaman bavulunu bir yandan terini silerek demir kapıdan içeriye soktu. Bu sıcak onu mahvediyordu. Üzerine gelen o kalp ağrısı da cabasıydı. Geleceğini biliyorduö o "gece" nin geleceğini adı gibi biliyordu.
Eve kocaman bavulunu çıkardıktan sonra saçlarını topuz yaptı. Üzerine rahat bir şort-tişört giydi. Eşyalarını terini sile sile yerleştirdikten sonra biraz hava almak için site içinde yürüyüşe çıkmaya karar verdi. Usul usul otoparka indi, oradan da biraz dolaştı. Aklına o her zaman gittikleri "mayıs bahçesi" gelmişti. Sitenin mütevazı ve gizli bahçesini herkes bilmezdi. Sitenin inşaatını yapan firma, gizli de bir bahçe yapmıştı iki blok arasına, neler yaşanacağını bilmeden..
Yavaş yavaş yandaki bloğun merdivenlerini çıkmaya başladı Mayıs. Birinci katın koridorunun sonuna geldi, küçük bahçe kapısını ittirip eski püskü her tarafı kırık dökük açık kulübeden bozma o çardağa doğru gitti. Çalılıkları bunca zaman kimse süpürmemiş, biçmemiş, kesmemişti. Aynı yıllarca giderek çoğalan duyguları gibiydi çalılar. Oturdu, kulaklığını taktı. O en sevdikleri şarkıyı açtı ve bir hayale daldı.
O sırada bir ses duydu. Biri çalıların içinden yürüyordu. Mayıs arkasını döndü baktı ancak bahçe oldukça karanlık olduğundan kimin geldiğini göremedi. Bir anda bahçenin ışıkları yandı. O da ne!?
Beyaz gömlek, altına bir şort, spor ayakkabı ve yoğun bir parfüm kokusuyla oracıkta beliren Gece'nin ta kendisiydi! Saçları her zamanki gibi taranmış, jölelenmiş, parfüm sıkılmıştı. Her zaman onun bu bakımlı halini sevmişti. Kolunda, ona aldığı saati gördü. Ağlamaya beş kala Gece, "Mayıs?" dedi ve kalakaldı.
M: Gece? İnanamıyorum! Sen, sen ne zaman geldin ya?
G: Dün buraya geldim. Merak etme çok kalmayacağım. Buraya kafa dinlerim diye çıktım, seni gördüm.
M: Yine aklımı okumuşsun anlaşılan. Neyse. Bu bahçe bizi kaldırmaz. Ben gidiyorum.
G: Dur! Yemem seni merak etme. Otur işte, bir şeyler içelim. Seni yıllardır görmüyorum. Bu aksi inadını da öyle..
M: İnat değil. Seninle konuşmaya mecalim yok. Kalmadı yani.
G: Böyle diyorsan sen de benim gibi hissediyorsun demektir Mayıs. Ben seni tanıdım, biliyorum artık. Tek bakışın bile bana nasıl sarılmak istediğini anlatıyor.
M: Saçmalama! Ben gidiyorum, sana iyi kafa dinlemeler.
Mayıs, bir hışımla tekrar bloğa doğru yöneldi ve koridorda hızlı hızlı yürümeye başladı. Kalbi o kadar hızlı çarpıyordu ki konuşmayı unutmuştu. Seneler olmuştu görmeyeli. O kadar aynıydı ki, duruşu bakışı, kokusu. Hiç değişmemiş, hiç bir şeyler yaşanmamış gibiydi arada.. Yine aynıydı kalbinin çarpması, gözlerini kaçırması.. Hep planlardı karşılaşırsa üzerinde ne giymiş olmalıydı, saçı makyajı nasıl olmalıydı, onu gördüğünde nasıl "cool" davranmalıydı.. Evdeki hesap hiç çarşıya uymazdı zaten. Alelade eşofmanı ve topuz yapılmış hafif terli saçları ile oldukça doğaldı karşılaması. Ancak her haliyle yine de çok güzeldi Mayıs. Yeşil gözleri dolu dolu olmuştu yine. Önüne düşen kahkülleri bile heyecan doluydu sanki. Saçı başı birbirine girmiş bir halde eve girdi. Telefonunu fırlattı ve yatağına uzandı. Göreceği rüyanın en ince detayına kadar biliyordu artık. Ne görmek istediğini bilerek uykuya daldı..
Bölüm:2 gelecek.
0 notes