#her daim çiçek açan çiçek :))
Explore tagged Tumblr posts
Text
Şeker Portakalı kitabında geçen çok güzel bir cümle:
"Bir kış sabretmişsin de tam çiçek açacakken dolu vurmuş gibi oluyor bazen hayat..."
#an'dan#dikenler tacı çiçeği#her daim çiçek açan çiçek :))#kadrajım#sözler#alıntı#plant#plants#flower#flowers
127 notes
·
View notes
Text
Benim sevdiğim tek çiçek var oda yazları köye gittiğimde babannemin bostanlarında gezerken o yeşil yabani otlarının arasında tek tük kıpkırmızı açan gelincikler sırf onlar için bile bir sürü yol yürümüşlüğüm var benim ... ben seni tanıdığım ilk günden beri hep o gelinciklere benzettim uzaktan hayran hayran bakıp yanına gidip kopartmaya kalktığımda o güzel kırmızı yaprakların ellerimde kaldığını bunu bilmeme rağmen her seferinde kopartıp yaprakları öldü diye hüngür hüngür ağladığım çiçeğe. Ben çok sevdim seni yani sevmek fiilini anlamını seninle farkına vardım ben önceden sevmemişim ki yani hissetmemişim böyle sen ne zaman baktın ki böyle bana ben o zaman yanmışım yani bu his ben sanki sana yaklaştıkça seninle vakit geçirdikçe sana baktıkça daha çok korkar olmuşum seni kaybetmekten... senin gibi birini kaybetmekten sanırım ben hala çok korkuyorum sensiz bir hayatımın olmasından.. belki istediğin gibi biri değilim yani hayalini kurduğun bir insanda değilim belki de hiç olamayacağım hatta yaptığım bir sürü yanlışlar var kendime göre doğru saydığım ama ister inan ister inanma ben seni tanıdığım ilk andan beri bir kere olsun keşke demedim. Hep iyiki dedim. Bazen anlaşamasak da ben bazen küçük bir kız çocuğu gibi davransamda iyiki hayatımdasın belki her anımda yanımda değilsin ama ben hep sen yanındaymışsın gibi hissediyorum ona göre hareket ediyorum ve ben sevgilim bugün çok korkuyorum sevgimle seni bunaltmaktan seni yormaktan bir şeylere zorluyor gibi hissetmenden ve beni istememenden çok. Sen gelincik çiçeğim sevgilim bitanem aslan parçam her daim her koşulda elini sımsıkı tuttuğumu sakın unutma olur mu
çiçeğim seni çok seviyorum
1 note
·
View note
Text
Sevgilim,
Sana yazacağım mektupta sana olan özlemi dile getireceğim. Seni çok sevdiğimi ve özlediğimi bilmeni isterim. Uzak kaldığımız her dakika bana yıl gibi geliyor. Yan yana olmak ele ele tutuşmak ve sana doya doya sarılmak isterdim. Bana sevgiyi ve sevilmeyi öğrettiğin için teşekkür ederim. Aramızdaki mesafe sana olan sevgimi daha da çok arttırıyor. Biran önce kavuşmak için gün sayıyorum. Öyle çok seviyorum ki seni anlatmak için kelime bulamıyorum. Seninle yaşadığımız her anımızı düşünüp düşünüp duruyorum. Seni düşündükçe yanımda hissediyorum. Seninle kurduğum hayallerde yaşıyorum. Bu hayallerin bir gün gerçekleşeceğini biliyorum. Aynı yerde yaşayıp bir yuva kuracağımızın hayaliyle yaşarken senin yanımda her daim olacağını bilmek beni hayata bağlayan en güzel nedenlerden biri oluyor. Sen varsan ben varım. İyiki yollarımız kesişmişte sen benim aşkım olmuşsun.Aşka inancım seninle oldu. Seni gördüğümde hızlı çarpan kalbimin bana kattıklarını anlatmam mümkün değil. Geçen her saniye, her dakika seninle güzel. Sana olan sevgimi hiçbir şekilde ifade edemem. Seninle yaşamak ve seninle yaşlanmak istiyorum. Elimi tutmak ve bir ömür bırakmamanı istiyorum. Sana olan sevgim öyle kuvvetli ki içimde sana karşı büyüyen bir aşk var. Yüreğime açan bahar gibisin. İçim sanki çiçek bahçesi. Rengarenk çiçeklerle huzur dolu her bir yanım. Hayatı nasıl böyle güzel kıldın bana ey sevgili. Mesafeler midir beni senden ayrı koyan. Biliyorum bu ayrılık son bulduğunda yan yana geldiğimiz gibi kenetleneceğiz birbirimize. Senle öğrendiğim aşk nasıl güzelleştirdi beni bir bilsen. Seninle güzelim, seninle huzurlu, seninle mutlu…
#ozledim#özlemek#writing#love quotes#sevgilime#sevgiliye mesaj#sevgiliye notlar#mektup#lovely#aşk sevgi#şiir yürekte#siirdunyasi
256 notes
·
View notes
Text
Sana yazacağım mektupta sana olan özlemi dile getireceğim seni çok sevdiğimi ve özlediğimi bilmeni isterim uzak kaldığımız her dakika bana yıl gibi geliyor yan yana olmak ele ele tutuşmak ve sana doya doya sarılmak isterdim bana sevgiyi ve sevilmeyi öğrettiğin için teşekkür ederim aramızdaki mesafe sana olan sevgimi daha da çok arttırıyor biran önce kavuşmak için gün sayıyorum öyle çok seviyorum ki seni anlatmak için kelime bulamıyorum seninle yaşadığımız her anımızı düşünüp düşünüp duruyorum seni düşündükçe yanımda hissediyorum seninle kurduğum hayallerde yaşıyorum bu hayallerin bir gün gerçekleşeceğini biliyorum aynı yerde yaşayıp bir yuva kuracağımızın hayaliyle yaşarken senin yanımda her daim olacağını bilmek beni hayata bağlayan en güzel nedenlerden biri oluyor sen varsan ben varım iyi ki yollarımız kesişmişte sen benim aşkım olmuşsun aşka inancım seninle oldu seni gördüğümde hızlı çarpan kalbimin bana kattıklarını anlatmam mümkün değil geçen her saniye her dakika seninle güzel sana olan sevgimi hiçbir şekilde ifade edemem seninle yaşamak ve seninle yaşlanmak istiyorum elimi tutmanı ve bir ömür bırakmamanı istiyorum sana olan sevgim öyle kuvvetli ki içimde sana karşı büyüyen bir aşk var yüreğime açan bahar gibisin içim sanki çiçek bahçesi rengarenk çiçeklerle huzur dolu her bir yanım hayatı nasıl böyle güzel kıldın bana sevgilim biliyorum bu ayrılık son bulduğunda yan yana geldiğimiz gibi kenetleneceğiz birbirimize senle öğrendiğim aşk nasıl güzelleştirdi beni bir bilsen seninle güzelim seninle huzurlu seninle mutlu…❤
12 notes
·
View notes
Text
Kalbim dört duvarlı bir oda yine. Az önce yerleri temizledim. Ellerimde çıkmayan lekeler var. Ve şöyle bir uzaktan baktım, tekrar. Bu duvarlar benim ama biraz yabancı geliyor şimdi. Yapısı böyle miydi? Değişmiş sanki, çok kalın örmüşüm. Biraz da yüksek tabi. Ne önemi var. Kokusunda taze bir boya tütüyor. Rengi mi? Yine mavi. Eskisine göre daha açık tonlarda. Her daim daha açık tonlarda. Dokusu nasıl? Dokusu, hiçbir zarar görmemiş bebek cildi gibi. Gülümsüyorsun, değil mi? Ne kadar hayat doluyum, anlatamıyorum. O kadar seviyorum ki yaşamayı! Bir pencere bile gerekmiyor. Kafamı kaldırıp nefes almak için hiç çaba sarf etmedim, böyle bir duruma denk düşmedim, düşürülmedim. Dışarısı kafamda kurduğum gibi yaşanıyor bir şekil. İçimi yönetemezken ben, kafamda binlerce kişiyi unutuyorum. Bu duvarlar fazla ses geçirmiyor, ağlasan sırtın okşanmaz hani. Ya da sıksan tetiği, aniden boğulsan. Duyulmazsın. Ne kadar güzel değil mi? Ama niye ağlayalım ki. Niye vurulalım. Niye boğulalım. Bak, karanlıkta açan birkaç çiçek buldum. Yırtamıyorum bir çiçeğin karanlığını madem, benimle büyüsünler dedim. Büyüttüm. Ama odamda güneş yok biliyor musun. Güneşi arayan bir kalbim yok. Ona selam veren bir ben yok. Gülümsedin değil mi? Ben hep yağmurlu hava severdim çünkü. Hep yağmur yağsın ve sonra güneş açmasın isterdim. Sorma. Sorma hiç. Bunu da güzel bir şey olarak düşün ve tekrar gülümse. Mevsimler yok buradan içeri. Ruh halimle barışığım. Kış beni bulamıyor, üşütmüyor. İlkbaharda çiçek açıyormuş. Bilmem. Hissedemiyorum. Hissiz olup iyileşmek kolay olur diyorduk, hatırladın mı? Gülüşünden anladım, hatırladın. Yine yolumda gidiyorum. Hep aynı yere geri dönüyorum. Ama her an farklı bir ben oluyorum. Bunun adına ne koyacaksın bilmiyorum. Bu odayı nasıl bulacaksın, hiç bilmiyorum. Eğer gelirsen, bir kapım da yok. O kadar güzel ki sıkı sıkıya kendinlesin, diye düşünüyorsun. Ve kendimle baş etmeyi biliyorum sanıyorsun. Ben çok iyiyim sahiden, baksana nefes alıyorum ve sonra veriyorum. Gerisini neden düşünmeliyim, değil mi? Yıkıldıkça bu duvarlar, her defasında bıkmadan yeniliyorum. Hep daha sağlam kalkıyorum ayağa. Öğreniyorum, dahil olmayı. Bu çıkmaza. Ama bir kalbin içinde kanıyorum. Ve sen gülümsüyorsun, biliyorum. Çünkü bir kalbin içindeyim ve tek mühim olan bu. Değil mi.
63 notes
·
View notes
Text
Ah çiçeğim, yaşadığın her şeye rağmen solmayan yaprakların, umutun her daim var olduğunun kanıtı. Rengarenk açan sen, hayatın siyah beyazdan fazlası olduğunun göstergesi. Çok özelsin çiçek, insan ister istemez kıskanıyor seni.
3 notes
·
View notes
Photo
Sasa Uçmağı
Bahar gelmiş toprağıma; bu sabah odamın perdesiyle tatlı tatlı dans ediyor rüzgâr. İnsanın içini dolduran güneşler çıkıyor pencereme. Saçlarım dağılıyor odama ekilen tohumlar gibi dalga dalga yayılıyor yüzüme. Bir Kızıl Derili atasözü düşüyor sonra aklıma tam da o anda "ilkbaharda usul usul yürü, toprak ana hamiledir" ne muazzam. Yürüyüş deyince dingin bir hayal doluyor içime; uzun uzadıya yürüyorum sanki ıhlamur ağaçlarıyla dolu bir deniz kıyısında, kapatıyorum gözlerimi bırakıyorum kendimi rüzgâra, göz kapaklarımda bulut, kulağımda sasa, gülümsüyorum. Gülümse, her gülüşte bahar doluşsun gönlüne.
Her daim bahar kelebeğini gözlemek için beklemişken, bütün senenin manasını onun rengine yüklemeyi beklerken bahar kelebeğine yasaklanmak benimkisi. Bu bir yangın işte; bu dumansız, bu alevsiz, bu ateşsiz bir yangın içimde. Hoş benim artık hobi olarak yanmak, mütemadiyen yanmayı seviyorum ben.
Sahi ne mutluyduk dünyadan sıyrılmış küçücük hayatlarımızın telaşında kaybolup giderken... Geceleri yıldızlara bakarken, içimde hiç kazma vurulmamış, hiç yeşertilmemiş bir yerin varlığını hissediyorum. Keşke bir tek bunu çözebilseydim. En çok yolumuzun kesiştiği şarkıları sevdim.
Şimdilerde yeni bir hikâye başlattım kalbimde. Ah Muazzez ne çok acıların vardı ömründe. Adım adım yazacaktık bir öyküyü en baştan seninle. Peşimi bırakmayan arsız bir kedi gibi ayaklarımda dolaşan şu uyuşukluğum olmasa çoktan bitirmiştik birinci bölümü şimdiye. Ama sen üzülme, yazacaklarımın hepsi kafamın içinde. Bir başlasam coşkun ırmaklar, çığkan dereler gibi akacak kâğıda kaleme. Ama gel gör ki peşimi bırakmıyor bir türlü şu uyuşukluk, kör olası kan emici örümcek, bırakmıyor beni bana. Bir şeyleri yapmam gerekirken yapamıyor oluşumla yapamayışımın hengamesi arasında yuvarlanıp gidiyorum işte. Bunlar hep stres. Oturduğumda dans ediyor sanki harfler gözlerimin önünde. Ne çok dil vardı şu dünyada. Oysa hepsinin temeli, tüm insanlığın sevgi değil miydi? Koca bir hiç! Tamamen palavralar bütünü, ne kadar çok laf-ü güzaf.
Onca bugüne rağmen; daktilolara, klavyelere, dokunmatik samimiyetlere rağmen bir mektubu hala bir kâğıda karalamam lazım geliyor bana. Öyle olmalı sanki yazıyorsan şayet kalem kâğıda değmeli, aklın tüm odalarında koşuşturmalı yağız atlar, bir ceylan su içmeli göğsündeki pınardan. Sonra akmalı çılgın dereler gibi gönül mürekkebi dökülmeli kalemden kâğıda. Dökülmeli ki okuyan anlamalı kıymetini, bu da mektup mu deme şimdi; edebiyatta okuyucusuna yazılan her hece mektuptur biraz.
Neydi o meşhur söz; bir şiiri birkaç kalemle yazmak lazım gibi geliyor bana. Sahi değil mi? Bir yazıyı da birkaç kalemle yazmak lazım gibi geliyor bana, bütün renkleri katmalı içine; maviyle yazmalı bir bölümü mesela, özgürlük katmalı içine. Sonra bir bölümü kırmızıyla yazmalı aşkı dahil etmeli aşkın içine, yeşil ile karalamalı bir kısmı yaşamak ekmeli toprağına, sonra canlı bir sarı ile devam etmeli bahar serpiştirmeli aralara... Burayı da niye bunla yazmışım diye okurken renkler de manalarını akıtmalı kalemden satırlara.
Siz uyuyordunuz sevgili okur, tüm şehir uyuyordu; şiirdeki gibi, açlar toklar herkes uyuyordu. Bense oturmuş bir aşk masalı yazıyordum kulağımda bir sevda türküsü. Şimdi deniz karanlık gecede bir tutam buhar gibi titriyordur. Gemiler sessiz kuşlar uyuyordur. Oysa önceleri ne çok severdim bu saatleri. Sabahlara kadar titrek mum ışığına pervane ederdim gönlümü birkaç satır olsun karalayabilmek için kâğıtlara. Ne fırtınalar vardı gönlümde dışarıdaki sessizliğe inat. Bunca soğuğa rağmen en sevdiğim ağacın altında karalarken bi’şeyleri biraz olsun hafiflesin diye bekledim yalnızca gönül yüküm. Hani olur ya bazen hava sıcaktır, bir dere kenarında gezinirken önce suya ayaklarını sokmak istersin sonrası suyun serinliği içine çeker seni, gittikçe gitmek istersin; ama derenin suyu hızlı, ama dere güçlü, ama az daha gidersen bilirsin ki seni alıp götürecek ve çarpacak en sert kayalara. Vura vura kafanı öğretecek sana tüm bunları. Biliyorsun aslında ama yine de serinlik nasıl tatlı, nasıl çağırıyor şirin bir ezgi gibi kalbini büyülemiş. Benim hikayem de tam böyleydi işte.
Kuşlar terk etmiş beni, ben terk etmişim çok mu?
Gözlerim yenik düşüyor en çok gözlerine, bir laf arasında takılı buluyorum sonra ikisini duvarlara. Ne menem şey şu gece dedikleri… Sanki ne vardıysa tüm gün susan gelip dökülüyordu yatağa uzanınca yanına, soğuk bir beden gibi. Zindanlarca tutulan mahkumlar gibi akın ediyorlardı aklımın bütün bahçelerine, hele bir de güzelse hava. Zindan deyince şu paradoks düşüyor üzerime; ya asıl mahkumlar bizsek dışarda? Öyle ya bizim de hayatlarımız belirli zorunluluklar üzerinde yaşanmaya mahkûm kılınmış yapılar değil mi?
Mesela ben; bıraksalar yine bin bir hesapla kitapla projeler mi çizerdim? Yoksa dört bir yana baharda dağılan çiçekler misali okul sıralarında açan çiçeklerime kavuşmayı mı seçerdim? Farkeder miydi mesela çokça yüksek katlı, zamazingosu bol plazalarda tıkır tıkır dolaşmakla; Anadolu’nun belki en ücra köşesinde, kışın ortasında, sobası cıngır cıngır yanan bir odacıkta şiirler okumak, türküler söylemek? Biri şûride, biri ruh-u revan.
Ne ağır şey değil mi şu hasret türküsü? Hepimizin dilinde… Herkesin bir hasreti var sevgili okur ve herkes muhakkak ki kendine iyi gelen suya sürüklenirdi; ya merhem olurdu o su eninde sonunda ya da kanlı bir dere. Yine de ne olursa olsun gitmek isterdim arkama bakmadan o uzaklara. Toplayıp nerde ne kadar kitabım varsa hepsini sere serpe açmak isterdim o kır çiçeklerine ki senelerce bunun için biriktirmemiş miydim koca bir duvarı? Karış karış gezerken toprağımı, tek tek su diye sunmayacak mıydım bütün çeyizimi o sıra güllerine? Bir gün onlara kavuşabilme ümidiyle rengarenk o kitapları dizmemiş miydim koca duvarının raflarına? Olmadı… İşte bunlar hep algıda gececilik, nerden başladık nerelere geldik sevgili okur.
Herkesin gizli kutusunda sarıp sakladığı yıkılan birtakım hayalleri vardır burdan devam ediyoruz. Şimdi çok toz kalkacak diye eski şeyleri düşünmüyorum. Heveslerimi tüketiyor bu kış demiştim geçenlere, bahar dallarına hasret kaldım. Şimdi beklenen bahar geldi işte, yavaş yavaş düşüyor yeryüzüne. Ağaçlar çiçek açtı, yeşeriyor çimenler. Ne büyük mucize! Kahverengi dallardan beyaz çiçekler açtıran Rab, illaki biliyordu içimizden geçen duaları; öyle değil mi Sevgili Okur? Kalbini denizden yap.
Bugünler geçtiğinde uzunca bir yola çıksak; ıhlamur ağaçları boyunca, mis kokuları tepemizde, sasalar kulağımızda...
“Sasa” ; “ilkbahar çimlerinin sesi” demektir Sevgili Okur.
Yeniden çimlerde gezeceğimiz günlere kavuşma temennisiyle.
https://www.youtube.com/watch?v=8astGDM3NOc
6 notes
·
View notes
Text
Dünyaya bakıyorum. Çok çamur var gibi geliyor. Böyle çok şey bozulmuş gibi. Ama diyorum, çiçek de var dünyada. Küçücük, rengarenk, her şeye rağmen açan ve kalabalıklaşan bir güruh halinde. Bu fikre tutunuyorum. Gözüme bir çiçek kestiriyorum. Bu, diyorum, benim olsun. Bir çiçeğim olsun. Dünyadan koparayım, kaçırayım, çamurlara karşı yanımda olsun, ona tutunayım. Çalıp çırpmaktan hep nefret etmişimdir; bir çiçek hırsızlığım olsun şu dünyadan. Ölünce, gideceğim yere götürebileyim yanımda. Ben gidince, toprağından koparıp sevdiğim çiçek arkamda kalmasın. Götüreyim, ne olacak. Çiçek işte. Çoğunun görmeyip yanından geçtiği, üzerine basıp ezdiği. Ne olacak? Biri ya da birileri, gözüme kestirdiğim çiçeği daha ben koparmadan fark ediyor. Başka biri ya da birileri, üzerine basacak gibi oluyor çiçeğin. Olmaz ki diyorlar, sana bırakmayız ki, dünyanın hem o, alamazsın ki. Oğuz Atay’a şikayet ediyorum o zaman. Hani kahramanı vesilesiyle sevdiği insanlara demişti: “Papatyalar gibi sizi koparıp göğsümde tutmak istiyorum.” Heh işte, ondan. Ondan ve dünyadan yine. Üzerine uzanabileceğimiz çimler, gözümüzü dikip bakabileceğimiz bulutlar, içinde her daim en az bir kitap ve kalem olan çantamız, piknik bezi, masa örtüsü, anne tatlısı, yüze vuran güneş ve bizi bir şekilde seven insanlar var. Sakin olunuz. Çiçek için endişelenin ama sakin olunuz. 🌼
19 notes
·
View notes
Photo
Çocukluğuma kar yağardı
Her mevsimin kendine göre bir güzelliği var. Kışı yaza, yazı bahara tercihi mümkün olmadığı gibi, mevsimlerin zamanında yaşanması iklim döngüsünün de bir gereğidir. Yani her mevsim yaşamın kaynağını, kendi bünyesinde barındırır; biri eksikse, eksiklik bütün yaşama, doğaya,canlıya sirayet eder..
Bir şeyler ters gider, en zayıf halkadan/canlıdan başlayarak, ölümcül etkisini adım adım gösterir. Ne sürekli güneşli bir hava iyidir, ne de gökyüzünün her daim kapalı olması: Güneş yaşamın ana kaynağıyken, yağmur toprakta olan tohumların yeşermesi için bir zorunluluktur. Yani güneş, yağmurla toprakta anlam bulur. Müthiş bir işbirliği örneğidir, yaşamsal bir dengedir mevsimsel döngü…
Bu nedenle bütün mevsimlerin yaşanmışlığı canlıların soylarını sürdürme, bitkilerin tohum verme acısından önemlidir...
Yani soğuk zamanında, sıcak yaz aylarında, çiçek ise her daim ama baharda daha bir güzeldir…Başka türlüsü seradır, özden uzaklaşmadır.
Mevsimsizlik yıkımdır, yeryüzünün felaketidir. Özellikle içinde yaşadığımız dönemde, küresel ısınmanın gündemde olduğu ve yaşantımızı doğrudan etkilediği bir süreçte yaşanmışlıkları yazmak, yaşanacakları anlamaya yardımcı olur diye düşünüyorum…
Henüz okullarda dört mevsim tabloları duruyor. Öğretmenler tabloya göre mevsimleri sınıflandırıyor, özelliklerini ortaya koyuyor.
Mesela baharda börtü çiçekten bahsedilir, kışın işe yeryüzünün beyaz bir örtüyle kaplandığı anlatılır.
Yani kar.
Hani o soğuk ama bir o kadar da insanı kendine çeken beyazdan öte örtü var ya, işte o artık eski havasında değil…
Yani artık kar eskisi gibi yağmıyor.
Yüksek yerler, dağlar bile karı çok görmüyor.
Oysa karın yağmaması iyiye işaret değil. Doğa bambaşka bir hal almış durumda.
Şubat ayında çiçek açan badem ağaçlarına mı desek, yoksa sıcak diye göç etmekten vazgeçen kuşları mı anlatsak?
En iyisi zihnimde ki çocukluk yıllarıma ait izleri biraz da bu güne ilişkilendirerek anlatıp noktalamak…
Sanırım çocukluğumda tabiat ana çok daha farklıydı. Bu gün doğa diyoruz ya, en iyi karlı havada varlığını ortaya koyuyordu... Bütün ihtişamını, gücünü ve güzelliğini kışın karın beyazlığıyla dışa vuruyordu. Bu gün de öyle aslında. Ama biraz güç kaybetmiş sanki…
Doğa canlı mı?
Evet.
Senin benim gibi canlı.
Bu nedenle doğa insan eliyle oluşturulan yıkımın etkisini, sinmişliğini en iyi karlı havada üzerinden atabiliyor.
Çünkü insan halen karlı ortamlara hükmetmeyi çok fazla başaramadı. Özellikle de kar yağışının yoğun olduğu zamanlarda her şey sessizliğe teslim oluyor. Kentler sessizleşiyor, motor gürültüleri birden bire son buluyor. Uğultu beyaz örtünün altında kalırken, rüzgar da etkisini kaybedip, karla dansa dururken, kar usulca sessizliğin sesi oluyor…
Küresel ısınmanın etkisiyle özellikle orta kuşak bölgelerinde eskisi gibi kar yağmıyor. Isı yükseldikçe kar daha az yağar oldu, dağlar bile kara hasret kaldı, kalıyor.
Oysa eskiden bu gün karın rengini unutan bölgelerde bile kar oldukça fazla yağardı.
Çocukluğumun geçtiği Kadim Siverek’te de çok kar yağardı. Ve ben, ben gibi çocuklar beyaz , yumuşak örtünün uzun süre yeryüzünü kaplamasını sevinçle karşılar, deliler gibi karda oynardık.
Bazen cizlavit ayakkabılarla, bazen naylon çizmelerle…
Su gibi olurduk, yanaklarımız kıpkırmızı, kulaklarımız mosmor olurken; ellerimizi, ayaklarımızı hissetmezdik…
Siverek’ın tam ortasında yüksekliği yedi sekiz katlı bir apartman kadar olan, yığma toprak kalede oyunlar oynar, kayar, karda yuvarlanırdık…Eski çağların şehir devleti, kar yağınca çocuklar için müthiş bir pist, oyun sahasına dönerdi. Çevresinde ki ayakta kalmış surlarda bize korunak olurdu.Kar en güzel burada yağardı. Ve biz çocuklar deliler gibi karın içinde oynar, devasa kar yığınları oluşturur, kardan kaleler,sığınaklar yapardık…
Burası bizi kesmeyince, Siverek Bağlarında karlıkları karla dolduran büyüklerin peşinden bağlara doğru yürür ama çok geçmeden kimimiz geri döner, kimimiz de inatla bağlara kadar giderdik… Sessizliğin peşinden, lapa lapa yağan kara aldırış etmeden yürürdük açık alanda. Bazen göz gözü görmez, tipiye yakalanırdık, bazen da güneş ışınlarının karda yakamoz çizmesine tanıklık ederdik…
Bağ yolları da zaman zaman tipide kapanır, oldukça büyük kar kütleleri oluşurdu.
İşte buna bayılırdık. Ne kadar kar yağsa, o kadar sevincimiz artardı…
Kar yağardı üzerimize. Kuşlar yemlerin peşinde, biz kuşların peşinde olurduk…
Ta ki soğuk kemiklerimize işleyene kadar oynardık.
Kar yağmaya devam ederdi…
Gün kararmadan eve gitmek istemezdik ama akşam dayak yememek ve kurda kuşa yem olmamak için mecburen evin yolunu tutardık, isteksiz. Kimimiz daha geç gitsek de genelde akşam olunca evlerimize çekilirdik. Toprak damlı evlerimiz ekonomik durumlarımıza göre soba ve mangal ve kursi denilen ısıtıcılarla ısıtılırdı.
Durumları iyi olanlar soba yakar, fakir olanlar mangalda odun kömürü köz haline getirir, kürsilerle aile bireylerinin ısınmasını sağlardı.
En ilginci de kürsiydi sanırım. Odanın ortasında bir çukura kömür közü bırakılır, çevresi külle kaplanır,üzerine de tahtadan dikdörtgen bir masa kapatılır.Masa da oldukça geniş bir yorgan atılırdı. İşte soğuk günlerde kürsiye ayaklarımızı uzatır, yorganı da vücudumuza sarardık..
Gün boyu karın içinde debelenen bedenimiz,üşümenin etkisiyle yavaşlar,bu kez öksürük krizleri başlardı.
Gündüz sevincimiz, gece bir telaşa, hatta bazen kabusa döner, annemiz bizlere kül içinde pişirdiği soğana acı isot katarak, yedirir, pekmez içirttirdi.
Gece ateşlensek de ertesi gün cin gibi ayakta olurduk.
Kar yağardı çocukluğumuza…Beyaz bir sevinç, duru ve temiz bir anı olurdu her kış.
Kar yağardı ard arda…
Kış uzun sürerdi, mart ise ayaz ayıydı sanki…
Güneş açar, kar donar, ayaz ortalığı kasıp kavururdu. İşte o zaman boğmaca,ateş, öksürük teslim alırdı bizi. Günlerce kürsi altında pişmiş soğan ve pekmez yerdik… Ben ayazlı havaları sevmezdim. O çok sevdiğim karın ayazda donmasına üzülür, erimesi için çocukça düşüncelere dalardım… Ayazda güneş karı eritemediği için, sıcak kül dökmek, kazanlarda su kaynatıp buharlaşmasını sağlayıp, yeniden kar yağmasını sağlamak isterdim…
Newroz’a doğru güneş ayazı bertaraf eder, bahar kokusu yayılırdı ortalığa.
Çocukluğuma kar yağardı. Karacadağ üç beş ay kar altında kalırken, Toraslar bahara kadar beyaz örtüsünü korurdu…
Bahar geldiğinde ise topraktan, her yerden çiçek, ot, bin bir çeşit bitki fışkırırdı.
Siverek Bağları yeşerir, kenger çıkar, axbandır toprağı delerek yeryüzüne çıkardı. Dut ağaçları dal budak verir, incir yaprakları giderek daha fazla yeşil bir dokuya bürünürdü. Narlar yeşermeye, yeni sürgüler vermeye başlardı.
Çocukluğuma kar yağardı, sevinçlerle birlikte. Bütün bedenimizi sarardı…Üşürdük ama sevinçle yaşardık…
Yoksulluk kokan evlerimizde...
Şimdi ise kar yağmıyor artık.
Yağsa da beyaz örtüsünü toprakta tutamıyor uzun süre. Çocuklar oynasa da, kar sevinçleri çoktan eridi, buharlaştı bu topraklarda…
Şimdi toprak kavrulmanın eşiğinde…
O güzelim şire üzüm bağları beton, ağaçlar odun oldu…
Üzerimize sevinçlerle birlikte kar yağardı.
Kar yağardı usulca ve sessiz. Kar mutluluk kaynağımızdı…
Baharda ise dereler çoşar,Kereng/Kenger bütün bitkilerden önce,yeryüzüne fışkırır, Karacadağ yeşillenirdi, süslenirdi bin bir çiçekle…Kereng/Kenger toplardı kadınlar, çobanlar…Kenger aşı pişerdi bütün evlerde.
Ama artık kar yağmıyor…Sessizlik bitti sanki. Kar yağsa da yeryüzünde ki uğultu durmuyor. Zaman kesintisiz can çekişirken, toprak beyaz örtüsünü arıyor,özlüyor…
Çünkü bahar eski bahar değil artık…Daha cılız, daha kısa ve az renkli…
Kar yağmıyor…
Beyaz örtüyü özlüyorum, çocukluğumu özlediğim gib…
06.02.2018 Gaziantep Şehitkamil Beykent…
2 notes
·
View notes
Photo
Elif gibi olmak Elif gibi olmak.Şu yuvarlak dünyaya inat dimdik durmak.Doğru olmak ve dosdoğru yürümek patika yollarda.Bir başak gibi salınmak nazlı nazlı rüzgarla.Minareyi andırır suretiyle her daim şahadeti vurgulamak.Elif olmak; kar tanesi kadar soğuk, bir o kadar narin olmak.Elif olmak; Hırçın dalgalar kadar asi, durgun sular kadar mağrur olmak.Elif olmak; Güneş kadar yakıcı, bir o kadar aydınlık olmak.Elif olmak; Başı çekmektir.zorluklara, sıkıntılara dur deyip her yerde her suretle ve her daim “işte buradayım” diyebilmektir.Ve işte buradayım diyerek varlığını zirveye ulaştırıp ALLAH lafzına yaşam vücudunu giydirebilmektir.Tırtıl olarak halk olmak ve tırtıl olarak düşmek yollara.ufuklara ulaşmak için, yaradılışın özündeki gayeye ulaşmak için ve bir gün kelebek olarak aydınlık geleceğe ulaşmak için.Dedik ya elif gibi olmak diye, sürünerek dahi olsa hedefine dosdoğru yürümek.Güneşli güzel günlere kanat açmak.Elif olmak, beklide zıtlıklardaki ahengi yakalayıp karşıtlıklar kamusuna hayatın anlamına dair imgeler bırakmak. Zümrüdüanka gibi yaşamak ve hayata gözlerini kapamak.Sonsuza ulaşmak.Ölmek,ölümde doğumla buluşmak.Kendi külünden yeniden kendini yaratmaktır.elif olmak. Elif olmak; bilinmez diyarların bilinmez yollarından geçerek Kafdağı’na ulaşmak.Dahası Kafdağı’nı da aşıp arkasındaki bilinmezliklere ulaşmak. Tüm yoklukları içine çekmek, acıyı,derdi,tasayı silmek ve hayata mutluluk serpmektir elif olmak. İçine giren bir kum tanesinin verdiği ızdırapla kavrulmak ve istiridye olmanın verdiği çaresizlikle göğüs germek ve savaşmak .Gitgide büyüyen acılara karşı dayanmak.Dayanmak ve acıları güzelliklere çevirmek. Ve bir inci var edebilmek, kum tanesini inciye dönüştürebilmek.Lüzumsuzken ona paha biçilemez bir değeri yükleyebilmektir elif olmak. Elif olmak; Sarp kayalarla örtülü uçurumların kenarında açan bir çiçek olabilmek ve hayatı enginlerden seyretmek. Elif olmak; Bir arı gibi her çiçege konabilmek ve her çiçekten bir pay alabilmektir. Elif olmak; Karanlıklara kamer gibi parlayabilmektir. Elif olmak; Akıntıya karşı kürek çekebilmektir. Elif olmak; Kuru topraklarda yeşerebilmektir. Elif olmak; Baharla coşabilmektir. Elif olmak; Hayata anlam verebilmektir. Elif olmak; Elif olarak var olabilmek, elif olarak öle bilmektir.Elif olarak yaşayabilmek ve her daim ELİF olarak kalabilmektir
1 note
·
View note
Text
Domates Meyve Mi Sebze Mi?
Domates meyvedir ve bunun temel sebebi domatesin çekirdeklere sahip olmasıdır. Günlük hayatta pek çok besinin türü hakkında yanlış çıkarımlarda bulunmak mümkündür. Limon, patlıcan, zeytin ve kabak gibi besinlerin meyve mi sebze mi olduğu çeşitli kesimler tarafından sıklıkla tartışılan bir meseledir. Domatesin bir çeşit meyve olduğu bilim dünyası tarafından bir gerçek olarak kabul edilir. Bu tespitin altını doldurmak adına bazı terimlerden ve tanımlardan bahsetmek gerekmektedir.
Meyve Nedir?
Meyvelerin özellikleri şu şekilde sıralanabilir:
Çiçekli bitkiler sayesinde oluşurlar.
Çiçek kısmındaki dokuların gelişmesiyle büyürler.
Kendi içlerinde üreme organlarının bir kısmını (tohum) bulundururlar.
Çekirdekleri sarmakla mükellef olan etli kısımları sayesinde tohumlar dış etkenlerden korunurlar.
Bu etli kısım hayvanlar tarafından tüketilen kısımdır.
Yaşlılık mitlerinin doğru olmadığını gösteriyoruz yazımıza da bakabilirsiniz.
Sebze Nedir?
Sebzenin özellikleri şöyledir:
Meyveden arta kalan ve yenebilen kısımların tamamıdır.
Bazen bitkinin kökü, gövdesi ve yaprakları sebze olarak değerlendirilebilir.
Sebze teriminin bilimsel camiada herhangi bir yeri yoktur. Toprakta yetişen ve yenilebilen hemen her besin için sebze terimi halk arasında sıklıkla kullanılır. Sebze ile meyve arasındaki karışıklık da tamamen bu durumdan dolayı doğar. Meyve için net bir tanım varken sebze için böyle bir tanım söz konusu değildir. O yüzden pek çok kişi yemeklerde kullanılan her bitkisel ürüne sebze muamelesi yapabilir. Bu muameleden dolayı çeşitli sebzeler ve meyveler birbiriyle karıştırılırlar.
Domates Neden Bir Sebze Değildir?
Domatesin sebze olması mümkün değildir ve bunun nedeni domatesin bilimsel anlamda meyve tanımına uymasıdır. Ancak bazı kişiler domatesin yemeklerde kullanılmasından dolayı domatesi bir sebze olarak kabul eder. Türkiye mutfağında sebzeler ana yemeklerde ve çorbalarda kullanılırken meyveler ise tek başlarına tüketilir yada tatlıların bir parçası olur. Benzer şekilde meyveleri sıkıp sıvı olarak tüketmek de epey yaygındır. Domates burada bir istisna olarak kabul edilir. Bilindiği üzere domates salatalarda ve yemeklerde sıklıkla kullanılır. Hatta domates çorbası denilen özel bir tarif bile vardır. Domatesin suyunu içmek, porsiyonlar halinde domates yemek yada domates kullanarak tatlı yapmak Türkiye’deki meyve tüketim alışkanlıklarına uymaz. Bundan dolayı pek çok kişi domatesin meyve olduğunu düşünmez.
Domatesi Sebze Olarak Kimler Kabul Eder?
Domatesi sebze olarak kabul edenler aşçılar ve diyetisyenlerdir. Aşçıların bu kabulü yapmalarının temel sebebi domatesin diğer meyveler kadar tatlı (şekerli) olmaması ve domatesin aroma yapımında kullanılmamasıdır. Aromayı önemli bir detay addeden aşçılar bu nedenden ötürü domatesi sebze kabul ederler. Domates aromalı dondurma, puding ve kek yapmak söz konusu değildir. Diyetisyenler ise besin değerleri açısından konuyu değerlendirirler. Bilindiği üzere meyveler epey şeker içeren ve karbonhidrat açısından zengin gıdalardır. Domates ise vitamin ve mineral açısından ön plana çıkar. Diyetisyenler için kritik nokta ise fruktoz olarak adlandırılan şeker türüdür. Domatesin fruktoz açısından zengin olmaması diyetisyenler nezdinde domatesi bir sebze yapar.
Habitat nedir? Bilgilerini de inceleyebilirsiniz.
Fruktoz Nedir?
Meyve şekeri olarak da isimlendirilen fruktoz meyvelerde, tahıllarda ve çeşitli kök sebzelerde ağırlıklı olarak bulunan ve varlığını lezzet olarak hissettiren bir çeşit şekerdir. Fruktozlu olan besinler diğer sebzelere oranla daha şekerli olurlar. Bu şeker miktarı çoğu kişi tarafından hemen fark edilir. Patates, havuç ve hemen her meyvede ciddi miktarda fruktoz bulunmaktadır. Lezzet olarak kendini her daim belli eden unsurlarda bulunduğu için pek çok kişinin damak zevki fruktozdan etkilenir. Patates kızartmasına duyulan ilgi ve sulu yemeklerde havuca karşı duyulan antipati fruktozla açıklanabilir. Herhangi bir besin için ortaya konulan meyve mi sebze mi tartışmalarında pek çok kişi için fruktoz önem teşkil eder.
Sebze Mi Meyve Mi Olduğu Tartışılan Besinler Nelerdir?
Türü hakkında tartışılan besinler arasında şunlar yer alır:
Limon
Salatalık
Havuç
Kabak
Patlıcan
Domates
Bamya
Muz
Mısır
Karpuz
Zeytin
Avokado
Biber
Meyvelere ve sebzelere dair tartışmalar temelde söz konusu değildir zira farklı bakış açısına sahip olan kişiler farklı kabuller yaparlar ve bu konuları tartışmaya açmazlar. Bahsi geçen besinleri tüketen kişiler için ise aslında hangi besinin meyve olduğu hangisinin sebze olduğu temelde önemsizdir. Bazı kişiler sırf meraktan çeşitli soru işaretlerini gidermeyi isteyebilirler. Bu nedenden ötürü bazı açıklamalar yapmak yerinde olacaktır.
Muz Nedir?
Muz bir meyvedir ve meyvenin tüm gerekliliklerini karşılar. Her şeyden evvel muzlar çiçek açan ağaçlarda yetişir. Muzların çekirdekleri olur. Günümüzde market yada pazarlarda satılan muzlar vatandaşlara çekirdeksiz olarak gelse bile doğada bulunan yabani muzlar çekirdekli olurlar. İdeal koşullarda toprağa muz ekmek yeni bir muz ağacının orada çıkmasına vesile olabilir. Muz fruktoz anlamında diğer meyvelerden biraz geri planda kalsa da içinde fruktozu mutlaka bulundurur. Aynı şekilde aroma olarak kullanılabilir.
Ütopya nedir? – Ütopik Filmler bilgilerine yazımızdan ulaşabilirsiniz.
Havuç Nedir?
Havuç bir çeşit sebzedir. Kendisiyle aynı adı taşıyan bitkinin kökü yemeklerde kullanılmaktadır. Bitkilerin yemeye müsait olan her kısmı (meyve hariç) sebze kabul edildiği için havuçlar da bir çeşit sebzedir. Benzer şekilde patates, tatlı patates ve pancar da birer sebzedir. Toprağın altında büyüyen bu kökler çeşitli yemeklerin yapımında kullanılabilir. Pancarın şeker yada pekmez yapımında kullanılması kişileri yanıltmamalıdır.
Çilek Nedir?
Çilek her ne kadar geniş kitleler tarafından bir meyve olarak kabul edilse de aslında sebze sınıfına sokulabilir. Çileklerin içlerinde herhangi bir tohum bulunmaz. Çiçek sapının ucunda etli hale gelen kısmı tüketilebilir. Teknik anlamda bakıldığında çilekler bir bitkinin meyvesi dışında tüketilebilen parçalarından biri olarak kabul edilir. Bu da onları bilimsel anlamda sebze yapar. Ancak aşçılar ve diyetisyenler çileği bir meyve olarak kabul ederler.
Mısır Nedir?
Mısır esasında bir çeşit meyve olarak kabul edilir. Tamamen teknik özelliklerine göre bu sınıfa dahil edilen mısırlar geniş kitleler tarafından tahıl olarak kabul edilir. Bu kabul doğrudur. Pek çok uzman zaten tahılları da meyve sınıfına sokmaktadır. Mısırların yetiştiği bitkiler çiçek kısmında elde edilen tohumlar bir koçan üzerine dizilirler. Bu nedenle mısırlar birer meyve olarak kabul edilirler. Tahılların esasında bir çeşit meyve olduğu kabul edildiği vakit kafa karışıklığı tamamen ortadan kalkacaktır.
Zeytin Nedir?
Zeytin tam manasıyla bir meyvedir ve bunun nedenleri şöyle sıralanabilir:
Toprağa ekildiği vakit yeni bir zeytin ağacı oluşturabilir.
Etli kısmının içinde tohum bulunur.
Zeytinin kafa karışıklığı yaratmasının temel sebebi zeytinlerin ağaçtan toplanır toplanmaz tüketilememesidir. Zeytinler hasat edildiğinde oldukça acı olurlar. Bu onların hemen yenmesine engel olur. Çeşitli işlemlerden geçirilen zeytinler daha sonrasında sofralarda kendine yer bulabilir.
Bamya Nedir?
Bamya botanik açıdan tam manasıyla bir meyvedir. Bir çiçeğin tam ortasında ortaya çıkan bamya epey lifli bir yapıya sahiptir. Türkiye’de sıklıkla yemeği yapılan bamya bu nedenden ötürü sebze olarak bilinir lakin teknik açıdan bakıldığında kendisi su götürmeyecek bir biçimde meyvedir. Ancak bu konuda çeşitli meslek grupları arasında fikir ayrılıkları ve bakış açısı farklılıkları olduğu bilinmektedir. Bir besinin meyve mi sebze mi olduğunun ayrımı çoğu zaman kişileri direkt olarak ilgilendirmez. Profesyoneller ise çoğu zaman kendi kriterlerine göre çeşitli varsayımlarda bulunurlar.
Ağız hakkında şaşıracağınız gerçeklere yazımızdan ulaşabilirsiniz.
The post Domates Meyve Mi Sebze Mi? appeared first on Zovovo - En İyi Bilgi Sitesi.
Kaynak: https://www.zovovo.com/domates-meyve-mi-sebze-mi/
0 notes
Text
Boğa Burcunun Özellikleri ( 21 Nisan 21 Mayıs)
Boğa Burcunun Özellikleri ( 21 Nisan 21 Mayıs)
Boğa Burcu (21 Nisan 21 Mayıs)
Yıldızı: Venüs. Güzellik, sevgi ve güzel sanatlar temsilcisi. Grubu: Toprak, olumsuz Üstün kabiliyeti: Sıcakkanlı olmak ve islediğini bilmek Özelliği: arkadaş ruh ve koruyuculuk Emeli: Devamlı ileri atılım Amacı: Mal, mülk ve büyük servet sahibi olmak Yenmesi ihtiyaç duyulan huyu: Alınganlık ve kuşkuUğurlu günü: Cuma Uğurlu sayı: 5, 6, 13, 188, 4524 Uğurlu taşı: Zümrüt Uğurlu renkleri: Pembe, gök mavisi ve krem Uğurlu çiçekleri: Kırmızı gül, pembe karanfil ve şebboy Uğurlu kokuları: Karanfil, müge, elma çiçeği Uğurlu Müziği: Senfoniler Uygun olan eş: Yengeç, Başak, Oğlak, Balık
Boğa Burcu Genel Özellikleri
Toprak grubuna dahil olan Boğa burçları sakin yapıları ve güvenilir olmalarıyla bilinirler. Keskin bir maddi zekaları vardır. Venüs’ün yönetiminde olduklarından ötürü hayatın güzelliklerine düşkündürler. Bir şeyin güzel duyu olarak göze güzel görünmesine önem verirler. Hayatlarını huzurlu ve güzel bir şekilde yaşamaları için paranın öneminin farkındadırlar. Para kazanmak onlar için şöhret yada üstünlük için değil, dört dörtlük istedikleri kalitede bir yaşam yaşamaları için önemlidir. Sabırlı bir burçtur. Zorluklar karşısında bu sabrı yardımıyla ayakta kalırlar. Yavaş ve kararlı adımlarla ilerler. Garanticidirler, riskli işler varsa kendilerini geri çekerler. İştahları açıktır. Herhangi bir yiyecek değil, güzel bir yiyecek onları mutlu eder. Yedikleri öğünler kaliteli ve tatları güzel olmalıdır. Sofrada her şey göze hitap etmelidir. Lüksüne düşkün bir burçtur. Pahalı ve modaya uygun giysileri tercih ederler. Mücevherlere de düşkünlükleri olabilir. Kazandıkları paraları derhal harcamak yerine daha iyi getirisi olan yatırımlara yatırabilirler. Garantici olduklarından ötürü önce para biriktirir, sonra lüksüyle ilgili harcamaları yaparlar. Sakin bir burç olmasına rağmen sinirlendiğinde bir Boğa burcunun yanında bulunmak istemezsiniz. Fevri değildir fakat sabrı taştığında öfkesi tahmin edilemeyecek boyutlara varabilir. İnatçıdırlar. Aşkın, tutkunun da önemli olduğu burçlardan biridir. Yalnız aşkı körü körüne değil, hayat kalitesi olarak kendilerini taşıyabilecek bir partnerle yaşamak isterler.
Boğa Burcu Kadını
Boğa burcu kadını, çoğu zaman çıtı pıtı minyon ve her girdiği ortamda güzelliğiyle dikkat çeken bir kadındır. En belirgin özellikleri etkileyici ses tonu ve iletişime açık modları olan boğa burcu kadınları, asil duruşları, omuzları dik yürüyüşleri ile her ortamda ilgi çekmeyi başarırlar. Zarafet ve soyluluk sahibi boğa burcu kadınları, spor ve iddialı giyimi tercih ederler.
Güzellik
Boğa burcu kadınının herkes tarafınca fark edilen güzelliği hem fizyolojik özelliklerinden hem de sevgi dolu, capcanlı hareketlerinden, kaynaklanıyor. Neşeli, canlı tavırları, özgüveni yüksek halleriyle boğa burcu kadını, güzelliğiyle karşısındaki kişiyi etkiler. Yumuşak, tane tane, naif bir konuşma tarzıyla, istediği şeyleri derhal her insana rahatça yaptırabilir, özellikle karşı cinsi çok rahat ikna edebilir. Zira mantıklı düşünen, sorunlara akılcı yaklaşan boğa kadını, ne istediğini her zaman bilir ve ona nazaran davranır.
Kültür
Boğa burcu kadını; okuyan, araştıran ve entelektüel birikime sahip bir kadındır. Konuşmaları ve tavırlarıyla ortamlarda ilgi çekmelerinin bir sebebi de elbet ki sahip oldukları kültürel alt yapıdır. Bu bakımdan bir boğa burcu kadınını etkilemenin yolu da kültür donanımından geçer. Zira cemiyet içinde kendisini en iyi şekilde anlatabilen, ince zeka gerektiren esprilerle karşısındakine yerinde mesajlar veren boğa burcu kadınını etkilemek zor olsa gerek.
Kırılgan ve naif bir yapıya sahiptir!
Kendinden kararlı ve dik duruşuyla tanınan boğa burcu kadını, özellikle karşı cinsle olan ilişkilerinde kırılgan bir duygu durumu içindedir. Asla sert tavırlardan, sözlerden hoşlanmaz, etkilenmez. Bu bakımdan çok basit kırıldığı için boğa burcu kadınının biraz kaprisli olduğunu da söylemek mümkün.
Sadakat
Boğa burcu kadını; gelenekselcidir ve yenilikten, maceradan hoşlanmayan bir yapıya sahiptir. Bu bakımdan sadakat onlar için çok önemlidir. Boğa burcu kadınlarının sevgililerine, eşlerine, işlerine, alışkanlıklarına bağlı ve sadık olduklarını söyleyebilirim. Zira kendilerinin bir yaşam rutini vardır ve onlar için bu rutinin dışına çıkmak, ekstra tutum ve davranışlar sergilemek çok mümkün değildir. Hayatındaki her insana sıkı sıkıya bağlı olan boğa burcu hanımı, sevdikleri için her şeyin en iyisini yapmaya çalışır. Sadece kendileri böyle olduğundan de karşılarındaki eş, dost, arkadaş herkesin böyle olması ister ve beklerler. İşte şundan dolayı kimi süre sebepsiz kıskançlıklar, aslen önemsiz olsa da gereğinden fazla uzayan tartışmalar yaşanabilir. Çünkü onlar rutinin dışındaki pek çok davranış ve tutumu onlara ihanet olarak algılamaya meyillidirler.
Dıştan soğuk görünürken, içi sevgi doludur!
Boğa burcu kadını; kararlı, gururlu, mağrur bir yapıda olduğu için her daim omuzları dimdik yürür. Zira bazıları daha tanımadan onun soğuk, itici bulunduğunu düşünebilirler. Ancak boğa burcu hanımı tanıdıkça kendisini açan, sıcak ve sevgi doludur. Birazcık yakınlaştıktan sonra karşısındaki fert için elinden gelen her şeyi oluşturmaya, her an yardım etmeye hazırdır. Boğa burcu hanımı insan, hayvan, çiçek, böcek tüm canlılara karşı çok merhametlidir.
Arkadaşlıklar
Boğa burcu kadını, ilk başta biraz soğuk ve kibirli bir görüntü sergilediği için onunla arkadaş olmak çok da rahat olmayabilir. Ancak bir kere arkadaş olduktan sonra da boğa burcu kadınından kopmak mümkün olmaz. Zira arkadaşlık, yardımlaşma, maddi, manevi her şeyi paylaşma boğa burcu kadını için çok önemlidir. Arkadaşlarına karşı daima dürüst, samimi ve desteğe hazır olan boğa burcu kadını, her fırsatta arkadaşlarıyla görüşmek ister, onlarla her hangi bir aktivite yapmaktan keyif alır. Arkadaşlarını sorgulamaktan, yargılamaktan kaçınan ve onları olduğu gibi kabul edip seven boğa burcu hanımı, kendisinin yargılandığını, yanlış eleştirildiğini hissettiğinde ise hemen o kişiden uzaklaşır. Bu bakımdan boğa burcu kadınıyla arkadaş olduysanız açık, net, dürüst, randevularınıza sadık ve özellikle de onu olduğu benzer biçimde bulan bir yaklaşım izlemenizi öneriyorum. İşte böyle olduğunda sahip olabileceğiniz en iyi arkadaşlar boğa burcu kadınıdır.
için
Boğa burcu kadını; gücü, ihtişamı, herkesten bir adım yüksekte olmayı sever. Bu bakımdan para onun için çok önemlidir. Parasız kalmak, istediği her hangi bir şeye sahip olamamak boğa burcu kadınını çok kızdırabilir. Sahip olduğundan daha çok para için çok hırslı bir şekilde gece, gündüz çalışabilen boğa burcu kadını, başkalarının parasına değil, kendi kazanacağı paraya karşı tutkuludur. Bu bakımdan boğa burcu hanımı parayı sever derken, para kazanmayı ve paranın getirdiği gücü ister. Yeniliklerden, riskten hoşlanmayan boğa burcu kadınının kendi rutini içinde kalmış olarak daha fazlasını kazanabilme hırsı kimi süre eşini, arkadaşlarını, ailesini yıpratıcı olabilir. Ancak dürüstlüğü ve bildirişim halinde bulunduğu her insana karşı sadakatiyle tanınan boğa burcu hanımı, istediği paraya sadece çalışarak ve yasal yollardan giderek sahip olma eğilimindedir.
Aşk Yaşamı
Boğa burcu kadını disiplinli, geleneksel, yeniliklere kapalı ve kendinin olana aşırı tutkulu bir kişidir. Bu bakımdan sadakati yaşamanın en önemli hususlarından birisini meydana getiren bu kadın için aşk sadakatten ve bağlılıktan ibarettir. Eşinden, sevgilisinden kendi rutini haricinde bir davranış, tutum gören boğa burcu kadını bunu rahatlıkla sadakatsizlik olarak algılayabilir. Bu vaziyet de doğal olarak kıskançlığa yol açar. Birlikteliğinde saygıya, sevgiye, doğru iletişime önemveren boğa burcu hanımı için duygulardan daha çok mantık önemlidir. çünkü sorunlara çözüm bulmak çok daha kolay olur. Yeter ki arada sadakat ve dürüstlük olsun.
Olumlu Özellikleri
Boğa burcu kadını; çok dürüst, ilişki kurduğu herkese çok bağlı ve sadıktır. Bu bakımdan boğa burcu kadınından sizi çok fazla şaşırtacak davranışlar beklemeyin. Sabırlı ve tutarlı olduğu için; fevri ve anlam ifade etmeyen yaklaşımlardan çok uzaktır. Bununla beraber ne istediğini her zaman bilen ve amaçları doğrultusunda hırslı, kararlı bir tutum sergileyen boğa burcu hanımı istediğini her vakit alır.
Olumsuz Özellikleri
Boğa burcu kadınının gelenekselci ve tutarlı olduğundan bahsettik. Sadece bu tutarlılık kimi vakit aşırı boyutlara ulaşabiliyor. İşte bu durumda da saplantıların ortaya çıkması işten bile değil. Kendi doğrularında aşırı ısrarcı davranan boğa burcu kadınının düşüncelerini değiştirebilmek çok zordur, hatta bazen mantığını tamamen dönem dışı bırakır ve bir mevzuya saplanıp kalabilir. İşte bu şekilde durumlarda karşıdaki haklı olsa bile pes etmek zorunda olabilir. Ek olarak kendisi çok sadık olduğu ve her davranışına fazladan özen gösterdiği için karşısındaki kişiden de bunu bekler. Bu bağlamda normal sayılabilecek bazı tavır ve davranışlar boğa burcu hanımı için kıskançlık krizine sebep olabilir.
Hoşlandığı Erkekler
Boğa burcu kadını, her süre kendi doğrularının peşinden giden ve rahat basit fikri değiştirilemeyen bir hanım olduğu için onun fikirlerini onaylayan erkeklerden hoşlanır. Bu bakımdan çok dik kafalı, dominant olmayan adamların, boğa burcu kadını karşısında şansı daha fazladır. Duygusal bir yapıda olan boğa burcu kadınları maço tavırlardan, asi, sert, kaba davranışlardan hiç hoşlanmaz ve anında o ortamı terk ederler. Sadece duygusal yakınlaşmalar, kendisine değer verildiğini hissettirecek hareketler, sevgi dolu ve özellikle de merhametli davranışlar boğa burcu hanımın kalbini çalmaya yeter.
Boğa Burcu Erkeği
Hem sevgiyi hem güzelliği aynı anda görmek ister. Bazen güzelliğe olan tutkusu burcunun karakterinden farklı olarak anlık ilişkileri hevesler yaşamasına neden olabilir. Cinsel olarak da tutkulu bir aşık olurlar. Eğer ki bir Boğa burcu erkeği hayatında uzun süreli bir ilişki olduysa o kişi onun için kalıcı olacak demektir. Güzellik algısının yanı sıra karşı tarafta başka şeyler gördüğünün farkına varmış olurlar. Romantik bir erkeğe dönüşürler. Boğa burcu erkeğine her zaman sevginizi hissettirmelisiniz, samimi tavırlar görmedikçe soğumaya başlayabilir.
Aşk
Son derece şehvetli ve fiziksel açıdan güzelliğe önem veren, nazik bir adamdır. Boğa erkeğinin sağduyusu, onu sevginin ilk işaretinde çöl benzer biçimde görünüyor. Boğa, aşka aşık bir adamdır. Onun öfkesi altındaki temel isteğinin bir işaretidir. O, bir ilişki içinde olmanın tutarlılığını ve yakınlığını sever sadece işleri gerçekleştirmeye çalışmaktan çekinir. Duygularını hafifçe belli etmez, karşılıksız sever.
Genellikle Başak, Oğlak, Yengeç ve Balıklarla en uyumlu olarak kabul edilir. Boğa erkeği sahip olduğu şey için çok çalışır ve en sevmiş olduğu eşyalara erişince bencil olabilir, bundan dolayı bu beyefendinin paylaşımında bir sınır var. Boğa burcunun insanın rahat ve rahat dış görünüşü altında, bir şeyler ödünç alırken almış olduğunuzla aynı koşulda geri vermeyi unutmayın.
Boğa erkeğine aç gözlü diyemezsiniz, fakat maddeci ve maddi açıdan güvenli bir yaşam biçimi elde etmek için her türlü çabayı gösterdiğini görebilirsiniz.
Moda
Her zaman moda sahnesinin üstünde, boğa erkeği giyim ve ayakkabı son olarak stilleri alışveriş seçimine sahiptir. Spor yaparken bile giysilerinin zevkli ve kaliteli olmasına dikkat eder.
İlişkiler
Bilmediği insanların arasında rahat edemez ve yeni insanlarla tanışması zor olabilir; ancak bu, kendisini oyundan çıkarılmasına izin vermediği anlamına gelmez, çünkü yükseliş tutumu buna izin vermez.
Çoğu zaman bu adam son derece kıskanç olabilir. Boğa burcu, kur yapmanın duygusal keyfini yaşayan sevecen ve şehvetli bir kişidir, ancak bir ilişkiye girmeden önce büyük bir sabır izah edebilir. Sesi çoğu zaman sakin, yatıştırıcı ve hatta şifa vericidir.
Kariyer
Boğa burcu erkeği güvenli ve azimlidir, üstlendiği görevi bitirir. müzisyen, sanatçı, mimar veya antika satıcısı olarak başarı göstermiştir. Bu adam para sever, dolayısıyla bunu pozitif özellikleriyle birleştirdiğinizde, bankacı, borsacı, sigorta acentesi, muhasebeci yada emlakçı konumu için idealdir.
Boğa burcu ikinci işaretidir ve maddi dünya ile olan ilişkimizi temsil etmektedir. Bu işaret altında dünyaya gelen bir erkek tüm projelerin maddi yanlarını ve ödüllerini göz önünde bulundurur. Her zaman iki tür projeden birinde çalışıyor: karlı veya potansiyel olarak kârlı.
Sadakat
Bağlılık ve sadakat, sevdiklerini kendilerini güvende hissetme mevzusunda son aşama yetenekli olan bu burç için çok önemlidir. Boğa erkekleri, bir ilişkinin başlangıcında direkt ve açık sözlü olma eğilimindedirler.
Boğa Burcunun Özellikleri ( 21 Nisan 21 Mayıs)
#boğa burcu#boğa burcu arkadaşlık boğa burcunun olumlu özellikleri#boğa burcu aşk#boğa burcu erkeği#boğa burcu kadını#boğa burcunun olumsuz özellikleri#boğa burcunun özellikleri
0 notes
Text
Ahududu Güneşi
Soluk naif gözleri vardı.
Sorgulayan bilmiş ifadesinin istikrarını bir an olsun bozmaktan ödü kopuyormuş gibi dururdu çoğu zaman.
Öyle bakardı.
Keskindi, erotik bir duvar vardı bakışlarında.
Bebeklerinin içine odaklanmak ısrarla ve itinayla güneşe bakmak gibi bir his.
Teni ise bal rengi sıcaklığında.
Her daim temmuz ayı terlemesi kıvamında,
Ve hep öpülesi kokardı buram buram.
Çünkü kokusunun dudakları vardı.
Kokusunun elleri de vardı.
Sesinin elleri vardı
Gözlerinin elleri vardı
Kahkahasının elleri vardı
Onun elleri vardı.
Ellerinin polenleri vardı dokunuşlarında.
Çiçekler açtırırdı bir mart ayı heyecanında.
Mızmız ama telaşsız ellerinin duyguları, düşünceleri vardı.
Onu ilk elleri sevdirirdi.
Saçları rüyasında konuşurdu, duymamak için sağır olmak gerekir ya da onu sevmemek.
Fısıldamakla mırıldanmak arasında kalmış melankolik seksi bir tonda konuşurdu saçları.
Sanki, tuzlu Ege'nin dalgalarıyla öpülmüş gibilerdi meyveli sabahların yastık kokan mahmurluğunda ve pencerenin ardındaki neşeli bir uğultu gibi kulağımda.
Ses telleri coşkuyla titreşirdi.
Sanki acelesi olan bir mavi
Sanki kalbini incitecek bir siyah
Bir an susup sevişecek, sevecek bir kırmızı
Arada soluklanıp dinlecek bir leylak gibi
Ama bu tarifsiz bir 'gibi'
Sevmeyi arzulandığım en garip renk onun sesiydi.
Ağız sulandıran Ahududu öpücüklü biriydi o. Iskalayamazdım.
Cüretkar bir mayhoşluk tadında davetkardı hep.
Aslında hep, hep mesafeli.
O dünyanın ilk çiçek açan güneşi.
Bana zehirli.
Hep var olan ve canlı kalan bir Ahududu'ya dönüştü aklımda.
Kirpiklerinden tekrar öpmek istiyorum lütfen.
Hep çok güzel ışıldıyorlar gün ışığında.
Gün batarken.
Ve gün doğarken.
0 notes
Photo
Her çiçek doğada açan bir ruhtur. Her zaman güzeldir,Tomurcukken başka bir güzel, açmış hali bir başka güzel ... Çiçekler her daim yanımda olsun derseniz bir Dm kadar yakindayiz hemde hiç solmadan 💐 . . . . . . #atelierhebeka #hebeka #hebekanınbattaniyeleri #blanket #sevgiyleoruyoruz #severekörüyoruz #hekle #virka #follow #haken #hakeniship #tejidos #crochet #bebekbattaniyesi #örgü #orgu #elemegi #crochetbabyblanket #battaniye #crichetblanket #knitting #knit #örgüaşkı #yarnaddict #tığişi #örgüterapim #instagram #instaknit #ilovecrochet
#crochet#hebeka#sevgiyleoruyoruz#ilovecrochet#crochetbabyblanket#hekle#tejidos#elemegi#battaniye#crichetblanket#haken#virka#blanket#severekörüyoruz#yarnaddict#örgü#instaknit#hakeniship#hebekanınbattaniyeleri#knitting#instagram#follow#atelierhebeka#örgüterapim#knit#tığişi#örgüaşkı#bebekbattaniyesi#orgu
0 notes
Photo
Çocukluğuma kar yağardı
Her mevsimin kendine göre bir güzelliği var. Kışı yaza, yazı bahara tercihi mümkün olmadığı gibi, mevsimlerin zamanında yaşanması iklim döngüsünün de bir gereğidir. Yani her mevsim yaşamın kaynağını, kendi bünyesinde barındırır; biri eksikse, eksiklik bütün yaşama, doğaya,canlıya sirayet eder..
Bir şeyler ters gider, en zayıf halkadan/canlıdan başlayarak, ölümcül etkisini adım adım gösterir. Ne sürekli güneşli bir hava iyidir, ne de gökyüzünün her daim kapalı olması: Güneş yaşamın ana kaynağıyken, yağmur toprakta olan tohumların yeşermesi için bir zorunluluktur. Yani güneş, yağmurla toprakta anlam bulur. Müthiş bir işbirliği örneğidir, yaşamsal bir dengedir mevsimsel döngü…
Bu nedenle bütün mevsimlerin yaşanmışlığı canlıların soylarını sürdürme, bitkilerin tohum verme acısından önemlidir...
Yani soğuk zamanında, sıcak yaz aylarında, çiçek ise her daim ama baharda daha bir güzeldir…Başka türlüsü seradır, özden uzaklaşmadır.
Mevsimsizlik yıkımdır, yeryüzünün felaketidir. Özellikle içinde yaşadığımız dönemde, küresel ısınmanın gündemde olduğu ve yaşantımızı doğrudan etkilediği bir süreçte yaşanmışlıkları yazmak, yaşanacakları anlamaya yardımcı olur diye düşünüyorum…
Henüz okullarda dört mevsim tabloları duruyor. Öğretmenler tabloya göre mevsimleri sınıflandırıyor, özelliklerini ortaya koyuyor.
Mesela baharda börtü çiçekten bahsedilir, kışın işe yeryüzünün beyaz bir örtüyle kaplandığı anlatılır.
Yani kar.
Hani o soğuk ama bir o kadar da insanı kendine çeken beyazdan öte örtü var ya, işte o artık eski havasında değil…
Yani artık kar eskisi gibi yağmıyor.
Yüksek yerler, dağlar bile karı çok görmüyor.
Oysa karın yağmaması iyiye işaret değil. Doğa bambaşka bir hal almış durumda.
Şubat ayında çiçek açan badem ağaçlarına mı desek, yoksa sıcak diye göç etmekten vazgeçen kuşları mı anlatsak?
En iyisi zihnimde ki çocukluk yıllarıma ait izleri biraz da bu güne ilişkilendirerek anlatıp noktalamak…
Sanırım çocukluğumda tabiat ana çok daha farklıydı. Bu gün doğa diyoruz ya, en iyi karlı havada varlığını ortaya koyuyordu... Bütün ihtişamını, gücünü ve güzelliğini kışın karın beyazlığıyla dışa vuruyordu. Bu gün de öyle aslında. Ama biraz güç kaybetmiş sanki…
Doğa canlı mı?
Evet.
Senin benim gibi canlı.
Bu nedenle doğa insan eliyle oluşturulan yıkımın etkisini, sinmişliğini en iyi karlı havada üzerinden atabiliyor.
Çünkü insan halen karlı ortamlara hükmetmeyi çok fazla başaramadı. Özellikle de kar yağışının yoğun olduğu zamanlarda her şey sessizliğe teslim oluyor. Kentler sessizleşiyor, motor gürültüleri birden bire son buluyor. Uğultu beyaz örtünün altında kalırken, rüzgar da etkisini kaybedip, karla dansa dururken, kar usulca sessizliğin sesi oluyor…
Küresel ısınmanın etkisiyle özellikle orta kuşak bölgelerinde eskisi gibi kar yağmıyor. Isı yükseldikçe kar daha az yağar oldu, dağlar bile kara hasret kaldı, kalıyor.
Oysa eskiden bu gün karın rengini unutan bölgelerde bile kar oldukça fazla yağardı.
Çocukluğumun geçtiği Kadim Siverek’te de çok kar yağardı. Ve ben, ben gibi çocuklar beyaz , yumuşak örtünün uzun süre yeryüzünü kaplamasını sevinçle karşılar, deliler gibi karda oynardık.
Bazen cizlavit ayakkabılarla, bazen naylon çizmelerle…
Su gibi olurduk, yanaklarımız kıpkırmızı, kulaklarımız mosmor olurken; ellerimizi, ayaklarımızı hissetmezdik…
Siverek’ın tam ortasında yüksekliği yedi sekiz katlı bir apartman kadar olan, yığma toprak kalede oyunlar oynar, kayar, karda yuvarlanırdık…Eski çağların şehir devleti, kar yağınca çocuklar için müthiş bir pist, oyun sahasına dönerdi. Çevresinde ki ayakta kalmış surlarda bize korunak olurdu.Kar en güzel burada yağardı. Ve biz çocuklar deliler gibi karın içinde oynar, devasa kar yığınları oluşturur, kardan kaleler,sığınaklar yapardık…
Burası bizi kesmeyince, Siverek Bağlarında karlıkları karla dolduran büyüklerin peşinden bağlara doğru yürür ama çok geçmeden kimimiz geri döner, kimimiz de inatla bağlara kadar giderdik… Sessizliğin peşinden, lapa lapa yağan kara aldırış etmeden yürürdük açık alanda. Bazen göz gözü görmez, tipiye yakalanırdık, bazen da güneş ışınlarının karda yakamoz çizmesine tanıklık ederdik…
Bağ yolları da zaman zaman tipide kapanır, oldukça büyük kar kütleleri oluşurdu.
İşte buna bayılırdık. Ne kadar kar yağsa, o kadar sevincimiz artardı…
Kar yağardı üzerimize. Kuşlar yemlerin peşinde, biz kuşların peşinde olurduk…
Ta ki soğuk kemiklerimize işleyene kadar oynardık.
Kar yağmaya devam ederdi…
Gün kararmadan eve gitmek istemezdik ama akşam dayak yememek ve kurda kuşa yem olmamak için mecburen evin yolunu tutardık, isteksiz. Kimimiz daha geç gitsek de genelde akşam olunca evlerimize çekilirdik. Toprak damlı evlerimiz ekonomik durumlarımıza göre soba ve mangal ve kursi denilen ısıtıcılarla ısıtılırdı.
Durumları iyi olanlar soba yakar, fakir olanlar mangalda odun kömürü köz haline getirir, kürsilerle aile bireylerinin ısınmasını sağlardı.
En ilginci de kürsiydi sanırım. Odanın ortasında bir çukura kömür közü bırakılır, çevresi külle kaplanır,üzerine de tahtadan dikdörtgen bir masa kapatılır.Masa da oldukça geniş bir yorgan atılırdı. İşte soğuk günlerde kürsiye ayaklarımızı uzatır, yorganı da vücudumuza sarardık..
Gün boyu karın içinde debelenen bedenimiz,üşümenin etkisiyle yavaşlar,bu kez öksürük krizleri başlardı.
Gündüz sevincimiz, gece bir telaşa, hatta bazen kabusa döner, annemiz bizlere kül içinde pişirdiği soğana acı isot katarak, yedirir, pekmez içirttirdi.
Gece ateşlensek de ertesi gün cin gibi ayakta olurduk.
Kar yağardı çocukluğumuza…Beyaz bir sevinç, duru ve temiz bir anı olurdu her kış.
Kar yağardı ard arda…
Kış uzun sürerdi, mart ise ayaz ayıydı sanki…
Güneş açar, kar donar, ayaz ortalığı kasıp kavururdu. İşte o zaman boğmaca,ateş, öksürük teslim alırdı bizi. Günlerce kürsi altında pişmiş soğan ve pekmez yerdik… Ben ayazlı havaları sevmezdim. O çok sevdiğim karın ayazda donmasına üzülür, erimesi için çocukça düşüncelere dalardım… Ayazda güneş karı eritemediği için, sıcak kül dökmek, kazanlarda su kaynatıp buharlaşmasını sağlayıp, yeniden kar yağmasını sağlamak isterdim…
Newroz’a doğru güneş ayazı bertaraf eder, bahar kokusu yayılırdı ortalığa.
Çocukluğuma kar yağardı. Karacadağ üç beş ay kar altında kalırken, Toraslar bahara kadar beyaz örtüsünü korurdu…
Bahar geldiğinde ise topraktan, her yerden çiçek, ot, bin bir çeşit bitki fışkırırdı.
Siverek Bağları yeşerir, kenger çıkar, axbandır toprağı delerek yeryüzüne çıkardı. Dut ağaçları dal budak verir, incir yaprakları giderek daha fazla yeşil bir dokuya bürünürdü. Narlar yeşermeye, yeni sürgüler vermeye başlardı.
Çocukluğuma kar yağardı, sevinçlerle birlikte. Bütün bedenimizi sarardı…Üşürdük ama sevinçle yaşardık…
Yoksulluk kokan evlerimizde...
Şimdi ise kar yağmıyor artık.
Yağsa da beyaz örtüsünü toprakta tutamıyor uzun süre. Çocuklar oynasa da, kar sevinçleri çoktan eridi, buharlaştı bu topraklarda…
Şimdi toprak kavrulmanın eşiğinde…
O güzelim şire üzüm bağları beton, ağaçlar odun oldu…
Üzerimize sevinçlerle birlikte kar yağardı.
Kar yağardı usulca ve sessiz. Kar mutluluk kaynağımızdı…
Baharda ise dereler çoşar,Kereng/Kenger bütün bitkilerden önce,yeryüzüne fışkırır, Karacadağ yeşillenirdi, süslenirdi bin bir çiçekle…Kereng/Kenger toplardı kadınlar, çobanlar…Kenger aşı pişerdi bütün evlerde.
Ama artık kar yağmıyor…Sessizlik bitti sanki. Kar yağsa da yeryüzünde ki uğultu durmuyor. Zaman kesintisiz can çekişirken, toprak beyaz örtüsünü arıyor,özlüyor…
Çünkü bahar eski bahar değil artık…Daha cılız, daha kısa ve az renkli…
Kar yağmıyor…
Beyaz örtüyü özlüyorum, çocukluğumu özlediğim gib…
06.02.2018 Gaziantep Şehitkamil Beykent…
0 notes
Text
oya baydar ve digerleri icin
su yaziyi ,olur ya unuturum ederim diye asagiya kopyaliyorum. fulya gurses isminde bir bilim insaninin bu gibilerin suratina carpilacak muthis yazisi gecenin bu saati keyiflendirdi dogrusu.
“ Türk edebiyat alemini, titizlikle falan değil, öylesine rastgele gözden geçirdiğimizde bile tarih öncesi ve tarih sonrası nitelendirmesine yakın bir saptamada bulunmak gerektiği anlaşılıyor. Garp âlemi tezgahlarında, bayatlamış tarihin sonu tezlerinin yeni ambalaja sarmalanıp ithal malına düşkün Türkiyeli'ye pazarlanmasının üzerinden çok geçmedi. Çok geçmedi ve kimi uyanıklar iyi satan bu ürünlerin yerli taklidini üretmeye koyuldular. Edebi ürün açısından bu gerçekliği, kimi edebi şahsiyet!lerimizin "Duvar (The Wall) öncesi" ve "Duvar (The Wall) sonrası" edebi! tarzları olarak adlandırmak mümkün görülüyor. Bu arada, Duvar sonrası edebiyat pazarının cezbediciliğinden olacak, Duvar öncesi tarihini edebiyatçı olarak yaşamamış olduğunu açıkyüreklilikle belirten, bir iki geçmiş edebi denemesini de, naftalinleyip dolaba kaldırdığı politik bohçasının içinde unutmuş olup, anımsatıldığında hayretle gözlerini açan kimileri, Duvar sonrası edebiyat akımlarının heveskâr öncüleri olmaya soyunmuş bulunuyorlar. Bunlar Duvar öncesini hiç yaşamamış olanlar ve zamanın gereklerini yuppie hızıyla kavrayan edebiyat heveskârları için de parlak birer yol göstericidirler. Oya Baydar bunlardan biridir ve türünün en şayan-ı dikkat örneğini oluşturuyor. Politik göçmen konumunda iken l989'da Türkiye topraklarının dışındadır ve Duvar'ın yıkılışına tanık olur. Yıkıntının altında kalıp ezildiğini duyumsar. Ancak, Duvar öncesi Oya Baydar kişiliği için unutulmayacak bir şey gerçekleşir. Sarsıntıyla birlikte toplumsal kişiliğin çözülüşü ve bireysel kişiliğin (ben) şizofreni hızlandırıcılığı eşliğinde öne çıkışıdır beklenmedik olan. Yumuşak geçişlerini, Yeni Düşün dergisindeki "Genç arkadaşa... genç dostuma mektuplar... vb." şeklinde izlemiş olduğumuz bu süreç, Türkiye topraklarına dönüş aşamasında Elveda Alyoşa isimli öykü kitabıyla net bir biçim alır. Tarihin sonu tezlerindeki yeni piyasa açılımlarını keşfetmiş olanların ödül!lü (l99l Sait Faik Ödülü) teşvikleri ile yoluna devam ederek, l993 yılında Kedi Mektupları (l993 Yunus Nadi Roman Ödülü) ve şimdilerde 3. baskısını yapmış bulunan Hiç Bir Yere Dönüş çalışmalarını ortaya çıkarır. Her üç çalışmasıyla Oya Baydar Duvar sonrası edebiyatçılar kuşağının yazım tarzını en iyi simgeleyenlerden biri olmaya hak kazanmıştır. Ancak, piyasa cazibesiyle henüz başı dönmemiş, objektif kriterleri kullanmaya kararlı olan edebiyat eleştirmenlerinin bu çalışmaları değerlendirebilmesi için ek bir uzmanlık bilgisine ihtiyaç duyacakları kesindir. Bu uzmanlık bilgisi Psikoloji, hatta Psikiyatri olacaktır. Biz, aflarına sığınıp haddimizi aşarak kendilerine, belki yararlı olur düşüncesiyle, Hiç Bir Yere Dönüş (3.bs) isimli çalışmanın l74. sayfasından bir paragrafı aktarmayı gerekli görüyoruz: "Hayır, bu şehre bir daha dönmemeliydi. Dönüşün çaresiz bir paganın putları yıkılmış bir Kâbe'ye dönüşü kadar acı olacağını seziyordu. Yine de, ihanet eden sevgilinin kezzapla parçalanmış yüzünü son bir kez daha görmek ister gibi, acıyı sonuna kadar, katıksız yaşamak ve noktayı koyabilmek için döndü." (Hiç Bir Yere Dönüş, s. l74) Oya Baydar, ihanet eden sevgilinin yüzünü kezzapla parçalayan bir sadist, ve sonra geri dönüp sevgilinin parçalanmış yüzüne bakarak acı duymak isteyen bir mazohist kişiliktir. Oya Baydar, tarihi toplumsal kişilikle değil, bireyci "ben" kişiselliğiyle algılamış olduğunu, başlangıcından bugüne "ben" kaygısıyla devinimde bulunduğunu ifşa! etmek için öykü ve roman namı altında üç çalışma ortaya koymuştur. Bu topraklar için tarihin sonu tezlerinden çıkar umarak edebiyatı piyasalaştıranlar, Oya Baydar "tarz"ını edebi ilan ederek ödüllendirmiş, teşvik etmişlerdir. Edebi! olarak ilan edilen bu tarz, tarihin sonuna inanç ve bir zamanla sevilmiş olanın (sosyalizm) yüzünü kezzapla parçalamak tarzıdır. Gözü dönmüş ölçülerdeki, bireyci "ben" varlığa yar olmayanın olmazsa olmaz biçimde yok edilmesi tarzıdır. Bunun için bir zamanlar "toplumsal ben" varlığa sahip olduğu yanılgısını uyandıranların, bu yanılgıyı uyandırmada epeyce ileri gitmiş olanların edebiyat! yapması şart olmuştur. Oya Baydar gibi; sosyoloji asistanı olarak "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezi reddedildiğinde koskoca bir üniversite gençliği kitlesini Deniz Gezmiş önderliğinde boykot ve işgallere yönlendiren, kitabının ilk baskısı ve Almanya'daki ikinci baskısının sunusuna "Devrimci Yoldaşlarıma..." diye başlamış olan ve onsekiz yaşında ipe çekilen yoldaş!larına başından sonuna risk almadan yürüttüğü politik kariyer taşıyıcılığıyla elli yaşına geldiğinde ihanet eden birinin durumdan vazife çıkarması şart olmuştur. Günümüz Türk Edebiyatı, tarihsel sürecini psikopatolojik çözülmelerin yazıya dökülmesi olarak sürdürmeye kararlı görünmektedir. Gözünü Garp âleminin taleplerine dikmiş, toplumsal ve kişisel tarihinden nefret duymaya koşullanmış, bu toprakların insanlık dramını ün, ünvan, dolar uğruna bilincinden ve ruhundan kovalamış bir sözde edebiyat ve sözde edebi kişilikler patolojisi ortalığı sarmış bulunuyor. Edebiyat işbirlikçi tekelci şirketlerin konu ısmarladığı bir yazın türüne dönüştü. Bu dönemin edebiyatı ısmarlama edebiyattır. Evrenselleşmek! hamhayali uğruna Türkiye tarihini sıfırlama, Türkiye topraklarını gözden çıkarma şartlandırmasını yaymaya soyunmuştur. Bunlar edebiyatçı değil, işbirlikçi misyonerlerdir. Gelmişe geçmişe, yapılana, edilene küfür, karalama, aşağılama, yazıklanma, sızlanma; ikiyüz, üçyüz sayfalık kitaplarla çiçek, böcek, rakı, şarap, Yorgo, kedi, sincap, terapiye dönüşmüş cinsellik sahneleriyle sarmalanıp edebiyat diye okuyucu önüne çıkarılmaktadır. Bu tarz yapıtlar, bayağı oluşları bir yana; en hafif deyimiyle yalancılık ve ikiyüzlülük kokmaktadır aynı zamanda. Okuyucunun pek çoğu bu edebi! ödüllü edebiyatçılarımızı tanımayabilir ama biz çok yakından tanıyoruz kendilerini. "Hiç Bir Yere Dönüş" diyor Oya Baydar. Kitapları okuyanlar bilir, Elveda Alyoşa, Kedi Mektupları gibi, bu kitap da özyaşamöyküsel ağırlıklı olduğu izlenimi veriyor insana. Kitabın isminden başlayalım. Oya Baydar inandırıcı mıdır? Hiç Bir Yere mi dönmüştür? Bilindiği kadarıyla Almanya'da bastırdığı ve önsözünde birinci baskısından daha da kararlı ve inançlı görünen "Devrimci yoldaşlarıma..." sunulu kitabını ortalıktan bizzat toplayıp Tarih Vakfı'ndaki uzmanlık koltuğuna yerleşmiştir. Bilindiği kadarıyla burası "Hiç Bir Yer" değil, Türkiye tarihini gelmişiyle geçmişiyle iktidarsızlaştırmayı erekleyen, belge, bilgi, dokümantasyon didiklemesi yapıp Garp âlemine pazarlayan bir kurum durumundadır. Bu kurumun uzmanları da yaşam düzeyi olarak Türkiye ortalamasının epeyi üzerinde bir konuma sahiptirler. Oya Baydar'ın, çalışmasının sonundaki orman kulübesinde inzivaya çekilme şeklindeki yol göstericiliğine kimse aldanmasın. Oya Baydar'ın gerçekteki "Hiç Bir Yer"i, ruhunu sisteme satmaya her an hazır kimileri için oldukça caziptir; ola ki birileri ağdalı sözcüklerin etkisinde kalıp dağa ormana çekilmesin diye uyarmayı gerekli görüyoruz. Oya Baydar gibileri "Hiç Bir Yer"de değil, heryerde her an hazır ve nazır durumdadır. Düzen, kollarını, kapılarını, koltuklarını açmış onları beklemektedir. Yeter ki bu yeni edebiyat! müritleri Türkiye'nin geçmişte yaşadığı, gördüğü geçirdiği en onurlu günlerin içinde yaşamış, bulaşmış, tanıklık etmiş bulunsunlar... "Yenildik..."diyor Oya Baydar. Oya Baydar tarzı çalışan pek çok piyasa edebiyatçısı da tekerleme etmiş bu sözcüğü. "Yenildik..." Oya Baydar'ı övmek zorunda! olan kimi edebiyat yapıtı sözde yorumcusu da bu ağdalı sözün etkisinde kalıp, Şeyh Bedrettin'den mısralar ekleyerek bitiriyor yazısını. "Madem ki bu kerre mağlubuz..." Boşuna timsah gözyaşları dökmesinler diye söylüyoruz: Yenilmedik! Yenilen düzen oldu, doğrusu bu. İşbirlikçi kapitalist egemenlik kan, gözyaşı, boşa akan alınterine dönüştürdü ortalığı. Düzen kuracağım diye ortaya çıkan hangi ideoloji, hangi toplumsal sistem ben halkımı bu ölçülere varan bir zulme uğratacağım diyebilirdi ki? Toplumsal düzen kuracaklardı, iddiaları buydu, sonuçları alındı. Geleceksiz bir Türkiye, düzen adına kaos yaşayan insanlar var ortada. Kim yenilmiş sayılıyor bu durumda? Oya Baydar gibileri bu iddianın ve bu sonuçları yaratanların gönüllü hizmetkârları oldular. Kul olup zalime boyun eğdiler. Zulme ortak oldular. "Yenildik..." diyor Oya Baydar; onlar açısından bu söz doğru. Yenildiler! Ancak tarihi şaşırtmaya çalışmaya da kimsenin hakkı yok. Yenilenler, gönderme yaptığı geçmişi yaşayanlar değil, kendisi gibi olanlar, bu bilinmeli. Her adımda bireyci "ben" kaygısıyla hareket ettikleri halde, kişilikleri konusunda çok insanı yanıltmış olanlar tatmış bulunuyor asıl yenilgi duygusunu. Kolay mı? Sırtında o kadar ölü, bilinçaltına gizlenmiş binlerce onurlu insanın anısı ile ihtiyar bir bedeni ille de yaşatmak uğruna zulüm kapılarına kul olmak? Ne diyelim? Yenildiniz Oya Baydar. Neyse ki, iç bulandırıcı edebi! eserleriniz yalnızca ilgilisini rahatlatıyor. Her gece barlarda sabahlamak, her daim yanında Prozac bulundurmak, zırt pırt cinselliğin serin sularına dalmak mümkün olmuyor; eksikliği senin kitaplarınla tamamlayan okuyucu için hoş geldin. Bu yazının bir kitabın tanıtımını içermediği düşünülebilir. Ancak edebiyatla ilgilenenlerin, öncelikle bu tarz çalışmaların edebi eser olup olmadığını tartmasında yarar vardır. Edebiyat yapıtı için yorum yapacakların edebiyat bilgisini epeyi zorlayan çalışmalar yapan Oya Baydar, gerçekte bir ideoloji aktarıcısıdır. Sistemin ideolojisini aklamak, geçmişteki onuru, kimlikleri, kişilikleri hiçleştirmek, bilinçlerden ve ruhlardan kazımak için bir "tarz"da ustalaşmaya çabalayan sistem misyoneri konumundadır. Oya Baydar'ın çalışmalarına edebi yapıt damgasını vuranlar, ödüllerle teşvik edenler, Türk Edebiyatı tarihine ihanet ediyorlar. Şizofrenik içdökümleri ancak psikiyatri koltuklarında yapılabilecek ve psikiyatristlerin kayıtlarına geçecek dokümanlar olabilir. Bu dokümanlardan bir edebi! eser çıkarmak Türk Edebiyatının günümüzdeki acıklı halini gösteriyor. Ne diyelim, keşke gerçek olsa, keşke bu heveskârlar gerçekten "Hiç Bir Yere Dönüş"!lerinde samimi olsalar... “
0 notes