#her şey farklı şekilde de olabilirdi elbette ama hayat da bu değil mi zaten
Explore tagged Tumblr posts
Text
bozkırın ortasında bi ilçede hazırlanıp arkadaşıma bebek görmesine giderken rihanna dinleyeceğim bi hayatı yaşamayı tahmin edemezdim
#şikayetçi değilim çok şükür#her şey farklı şekilde de olabilirdi elbette ama hayat da bu değil mi zaten#sen hayal kurar plan yaparken başına gelenler
12 notes
·
View notes
Text
06.00
her şey çok daha farklı olabilirdi duygun. ama olmadı, düşüncen. her şeye rağmen ve hep yoluna devam edişin. zorunluluğun. kabullenişin.
bu gece bunlar var aklımda. o kadar çok şeyi kabullendim ki. o kadar çok şeyi istedim ve olamayacaklarına, bir bir, zor yollardan geçerek kanaat getirdim ki. bari bir iz kalsaydı bu olmamışlıklardan, şöyle elle tutulur gözle görülür şeyler. müze açardım, bir tür kişisel “talihsiz serüvenler dizisi” müzesi, tam bilet 10 lira, bir paket kemıl fiyatı, öğrenciler için elbette ki ücretsiz. ”gelin, birkaç saat için bile olsa, ‘lan ne saçma hayatlar varmış be’ deyip kendi saçma hayatınızı bir parça daha iyi hissedin.” ya da “gelin, hayatın yumruklarını yalnız size geçirmediğini görün, bu bataklıkta yalnız olmadığınıza kendi gözlerinizle şahit olun” ya da “gelin, çoluğunuz çocuğunuzla gelin, ibret olsun diye izlettirin, unutulmayacak bir ders alacaklarını müessesemiz garanti eder.”. ya da olmadı, turşusunu kurardım, tam turşu mevsimindeyiz zaten, “gelin, yüzde yüz organik, ev yapımı, yaşanmamışlık turşusundan alın; yerken vazgeçişleri kalbinizde hissedeceksiniz!”. evet, saçmalıyorum ama uzun zamandır saçmalamamıştım burada, özlemişim.
içimi dökmeyeli çok oldu sahiden. bir süredir içimi etrafa çok fazla saçıp dökmemeye dikkat ediyorum. elimde bir o kaldı çünkü. ama bu gece çok efkarlıyım, bilemezsiniz. bir de, dediğim gibi, buraya sarhoş halde saçmalamayı, ertesi gün ortası uyandığımda, “laan ne yazdım kim bilir yine dün gece” diye pişmanlıklar yaşamayı özlemişim eheh. şöyle bir bakıyorum, neler yapmışım diye. ne olsun işte. çok güzel kitaplar okumaya, ısrarla devam ediyorum. kitaplara olan minnetimi nasıl ödeyebilirim bilmiyorum, hâlâ, bir şekilde tutunabiliyor oluşumun en büyük sebeplerinden biri onlar. “tamam artık, tanıyabileceğim tüm sağlam yazarlarla tanıştım” gibi bir gaflete düştüğüm anda bir yenisi ile tanışıyorum. sonra, “burada kalmaya devam et, daha göreceğin kim bilir ne güzellikler var bak” hissi çıkageliyor, böyle böyle devam ediyorum. bunun dışında, geçen zaman içinde, aileme çok daha fazla bağlandım. onlara sahip olduğum için kendimi sahiden talihli hissediyorum. benim için o kadar çok şeye katlanıyorlar ki. ve hatırlatmak istiyorum size; bu yoğun ilişkiyi ben, yaşamımın son 2 senesinde kurdum, öncesi, standart, çekişmeli anne-baba-çocuk ilişkisiydi. ne zaman ki, ben sahiden keçileri kaçırdım, yardıma sahiden ihtiyaç duymaya başladım, o zaman girdiler devreye, gerçek manası ile. elbette, tüm anne babalar iyidir gibi iddialarda bulunmuyorum ama özünde iyi olan anne babalar, çocuklarının ellerinden ve bu dünyadan kayıp gittiğini sezmeye başladıklarında, kendi değer yargılarını, fikirlerini, varlıklarını unutup, boş verip onları, kendilerini sizin yaşamınıza odaklıyorlar. ha tabii “sen bu kadar tahtaları eksiltmeden önce neredeydiler?” diye de düşünebilirsiniz ama uzaktaydım, ruhen ve bedenen onların göremeyeceği bir yerlerdeydim hep, hayat. ailem dışında, birkaç dostum hâlâ hayatımda ve hâlâ hayatımı güzelleştirmeye devam ediyorlar. en saçma, belki en art niyetli düşüncelerinizi bile anlatabileceğiniz, ne olursa olsun, yaşam ne getirirse getirsin, yanınızda bulabileceğinizi bildiğiniz bir iki insan mutlaka olsun hayatınızda, ki yalnızca bir iki tane olur onlardan, şanslıysanız. kendimi şanslı saydığım konulardan biridir bu. canlarım benim, sevgi doldum birden eheh. bunun dışında, son 1.5 yıldır, okulu seviyorum diyebilirim; sanırım ve umarım ki, mezun olabileceğim. bir vakitler oldukça imkansız görünüyordu bu. geçen zaman, beni biraz daha uyumlu biri yaptı sanırım. rol de yapmıyorum ha, nasılsam öyle olabileceğim insanlar arasına düştüm, geçinip gidiyorum, yine şans. son 1.5 yıldır hastanede eğitime geçmiş olmamın da payı var sanırım bunda. her gün, hiç tanımadığım insanların hayatlarına şahitlik ediyorum. birçok hikaye dinledim onlardan. hasta insanlar, çocuklar gördüm, onların başında bekleyenleri, yüzlerindeki yorgunluğu bazen endişeyi gördüm. hepsini de dinledim uzun uzun. hasta öyküleri alıyoruz biz, hiçbirini de “ödev” diye, bezginlikle almadım. hiç tanımadığım bir insan, bana güvenip her şeyini anlatıyor, insan buna nasıl ödev diye, öylesine bakabilir ki zaten? velhasıl, okul da bir şekilde ilerliyor işte, ayrıntıya girmelere gerek yok. birçok olumlu şey söyledim. bu hikayede yolunda gitmeyen şey bizzat benim. burada bile hiçbir zaman anlatamadığım, çok büyük bir sevgiden vazgeçtim, zorunda kaldım. hâlâ hayatımın hikayesiydi diye düşünüyorum, içinde en ufak bir çıkar, en ufak bir oyun, en ufak bir yalan dolan yoktu. çok güzeldi, o zamanlar size anlatamamıştım, şimdi de anlatamam. ama kolay olmadı bu vazgeçiş, zaten kolay olmasını da beklemiyordum. kökleri çok derindeydi ve hepsini temizlemem zaman aldı. hepsini temizleyebildim mi, onu da bilmiyorum gerçi. umarım halledebilmişimdir. çünkü artık genç değilim. genç değilken o kadar zor ki bir hikayeden bir diğerine sürüklenip durmak. o kadar yoruldum ki. sevdiğim insanı, kendi mutlu hikayesinde bırakıp çıktım o sayfalardan, zaten aptal saptal bir figüran gibiydim hep hikayede, belli bir zamandan sonra, kendi hikayenin figüranı olmak da zor geliyor. belki bilirsiniz de bu hissi, bir yerden sonra öyle saçma hissediyorsunuz, öyle nefessiz kalıyorsunuz ki, can havliyle kendinizi dışarı fırlatmaya çalışıyorsunuz. ama yanlış anlaşılma olmasın, onun kendi hikayesindeki, benden fena halde bağımsız mutluluklarına her daim sevindim. bana çok şey kattı, herhangi bir günde aklımı dolduran, üzerine tüm gün düşündüğüm bir cümleden tutun da okuduğum kitaplara, izlediğim filmlere kadar. dedim ya, içinde hiçbir kötü niyetin barınamadığı, benim için dolu dolu geçen bir acayip hikayeydi bu; hakkım olmadan girdiğim ve sonunda haddimi bilip iz bırakmadan toz olduğum. anlayacağınız, kötü bir vazgeçiş yaşadım. modern tıp ve etkili anti-depresanlar sağ olsun, bu yaz’ı kafam bir dünya, manik bir halde, her gün en az 4 saat yürüyüş yaparak ve beynim uyuşmuş halde, hiçbir şey düşünmeyerek yani aslında kaçarak geçirdim. n’apalım, bazen kaçma vaktinin geldiğini bilmek de önemlidir. her şeye gücünüz yetmez. şimdi bir “dalgalandım da duruldum” evresindeyim hayatımın; sakinim, ara ara kendime “şşş tamam sakin, geçti” demek zorunda kalıyorum hâlâ ama olsun, bu da geçti gitti işte. böyle olmasını istememiştim ama böyle olmak, geçip gitmek zorundaydı, hayat. ama size şunu da söyleyim, ki yine üzüldüğüm bir şeydir; birinden böyle ağlaya zırlaya, güç bela vazgeçtiğinizde, sonraki vazgeçişler giderek kolaylaşıyor. bir şeref yoksunu gibi, çat diye vazgeçebiliyorsunuz. en zorundan sağ salim çıktınız çünkü. bunun ötesi artık ölmek dediğiniz bir acıdan yaşayarak kurtuldunuz. hatta bu acıyla ölmemek, şairin dediği gibi, sizde bir gücenmeye bile yol açtı. ama kurtuldunuz ve hayat, kocaman ve hiç de komik olmayan bir şaka misali, devam ediyor. ha tabii, bütün bu yaşadıklarınıza rağmen karşınıza öyle kolay vazgeçemeyeceğiniz biri çıkarsa, epey acayip bir hikaye daha doğar bundan, öyle değil mi? neysem. EY ÖLDÜRMEYEN ACI BENİ GÜÇLENDİRDİYSEN 3 KERE MASAYA VUR ahah evet, kafam şu an fena halde güzel. bu da, hayatla baş edebilmemin temel yollarından biri. “doğru” yollarından biri demiyorum bakın, ama yollarından biri. ayık kafayla katlanamıyorum, ne yapabilirim ki. içimde çok fazla şey yaşandı ve bitti, bana da şerefine bi kırmızı tuborg parlatmaktan başka pek bir seçenek sunulmadı. bu hayat bana çok güzel şeyler sundu, sevgi yumağı bir aile, sağlam dostlar, birçok insanın girmeye çabaladığı bir okulda eğitim şansı. bunları inkar etmiyorum. ama ilginç bir şekilde, bana hiçbir zaman aşkla sevilme hissini yaşatmadı hayat, hiç yani, bir tane bile. sebebini kendimde aradığımda, kendimden nefret ettim, çok uzun bir zaman. aynaya bakamadım bile mesela aylarca, “beden dismorfik bozukluğu” denen bir illet var, ondan da muzdarip oldum çok şükür ölmeden. bana, param olduğunda, muhtemelen çok pahalıya patlayacak olan terapilere muhtaç bırakan hayat. ah ah. ama sebebini kendimde aramayı bıraktım, hatta biraz daha olgun hissettim bu kararımla birlikte. ne yapalım yani? bu da böyle oldu, diyorum artık. ooo Grup Abdal, Ervah-ı Ezelde’yi söylemeye başladı şu an arka planda. yazanlar leyla’nın mecnun kitabın, beni de bir kenara yazmışlar be Âşık Sümmani. n’apasın, hayat böyle. işte böyle. yaşayıp gidiyorum, sırf hikayenin sonunu merak ettiğimden. güzel şeyler olacak diye ummuyorum, kötü şeyler olacak diye tetikte beklemiyorum, bunların hiçbirine takatim yok. öyle geçip gidiyor günler. dediğim gibi, büyük vazgeçişlerin ardından, her şey bir parça daha kolay ve bir parça daha gelişine yaşanıyor. ne olacaksa olsun. yine de, iflah olmaz bir keriz olduğumdan, biraz mutlu olmayı bekliyorum. hayatı azla yetinmelere, kabullenmelere, vazgeçişlere o kadar alıştırdım ki, artık gözünde bir değerimin kalmadığından, beni es geçtiğinden şüpheleniyorum, yine de bekliyorum, benim de günlerimin gelmesini. bakalım neler olacak? kahramanımız akıl ve ruh sağlığını korumaktaki inadını sürdürebilecek mi eheh epey konuştum. aslında yine hiçbir şey anlatamadım, biliyorum. yine de iyi geldi. en azından, taş gibi katı değilim, anlattığım anda anlatıklarımdan parçaların kopacağını, eksileceklerini bilmeme rağmen, anlatıyorum. bunu dahi yapamıyordum uzun zamandır, demek biraz daha iyiyim.
ergenlik dönemlerinden bi şarkıyla bitirmek istiyorum bu yazıyı. neden bilmiyorum. belki de “tüm kaybolanlar, kaybolmuşlara rastlarsa zamanın birinde” diye başladığı içindir. belki “bir uyansam, uyansam, uyansam uykumdan” dediği için. belki de, o yıllarda hayatım çok daha kolay ve rahat olduğu içindir, bilmiyorum ama hâlâ severim bu şarkıyı. şimdilik bu kadar. yine gelirim elbet. umalım ki, bir defa olsun güzel şeylerden söz etmeye geleyim. haydi, hoşça kalın.
134 notes
·
View notes