#hayret ki hayret bu milletin yaptıklarına
Explore tagged Tumblr posts
reyliika · 6 months ago
Text
Mehmet fevzi efendiye bir adam gelir ve kızının üniversite kazanması için dua ister.
Mehmet efendi tamam yarın kızını ikindi namazından sonra ki tefsir dersimize getir der.
Bunu duyan adam şaşırır ve hocam bu kadar adamın içine kızımı nasıl getireyim der.
Ve Mehmet Efendi'nin ibretlik yanıtı
"Burda ki kuzuların yanına kızını getirmeye çekiniyorsun da kurtların yanına kızını göndermek için bende dua istiyorsun"
13 notes · View notes
Link
Zulmetseler bile Rabbin insanlar için merhametlidir. Tevbe edip girmeleri için her zaman mağfiret kapılarını açık bırakır önlerinde. Ama diretip te isyana dalanları şiddetli azabıyla yakalar, önlerine açılan rahmet kapılarından girmeyenlere şiddetli azap verir: “Şüphesiz ki Rabbin in cezalandırması şiddetlidir.”... Ayeti kerime burada gafillerin hidayete ermeden önce hemen azabın gelmesini istemelerine mukabil Allah’ın mağfiretinin azabından önce geldiğini belirtiyor. Ve böylece Allah’ın onlar için murat ettiği hayır ile onların kendileri için istedikleri şer arasındaki o dehşetengiz ve korkunç fark ortaya çıkıyor. Bunun ötesinde de insanın basiretinin körelmesi, kalbin görmezliği ve cehennem azabını gerektiren düşüklük ve döneklik açıkça görülüyor. Bilahare âyeti kerime seyrine devam ederek onların yaptıklarına hayretini gösteriyor. Onlar bunca kâinat âyetlerini görmezlikten geldikleri gibi Allah'ın peygamberine bir ayet göndermesini istiyorlar. Halbuki çevrelerinde bulunan kâinatın her sayfası bir âyet, bir mucize... “Küfredenler derler ki: «O’na Rabbinden bir âyet indirilmeli değilmiydi?» Sen ancak bir uyarıcısın ve her kavinin bir yol gösterenivardır.”... Bir mucize istiyor onlar. Mucizeler ise peygamberlerin yapacağı şeyler değil. İhtisas sahaları da bu değil. Ancak Allah verir ona mucize gösterme iznini. Kendi hikmeti Rabbanisi mucibince bir harika göstermesi gerektiğini kabul ederse peygambere mucize göstermesini emreder. “Sen, ancak bir uyarıcısın.”... Sen uyarıp gerçekleri göstericisin sadece. Senin durumun senden önce geçen diğer peygamberlerin durumu gibidir yalnız. Allah peygamberleri sadece kavimlerine hidayeti göstermeleri için göndermiştir. “Ve her kavmin bir yol ^göstereni vardır?'... Mucizelere gelince o tamamen Allah’a aittir, kâinatı ve insanları yaratan onu da tanzim eder. ** NEFİSLERDE SEYAHAT Bununla ufuklarda yaptığımız gezinti ve onu müteakiben serdedilen hükümler nihayete eriyor. Ve başka bir sahada, ayrı bir vadide yeni bir seyahat başlıyor. Bu seferki seyahat canlılar âleminde, duygular dünyasında ve ruhlarda... 8 — Allah her dişinin rahminde ne taşıdığını rahimlerin ne düşürdüğünü ve ne alıp koyduğunu bilir. Onun katında her şey bir ölçüye göredir. 9 — Görüleni de, görülmeyeni de bilir. Yücelerin yücesidir O. 10 — Aranızdan birisi ister sözü gizlesin, ister açığa vursun, ister geceye bürünerek gizlensin, ister gündüzün ortaya çıksın hiç fark yoktur. 11 — Ardından ve önünden onu takibedenler vardır. Allah’ın emriyle onu gözetlerler. Şüphesiz ki bir millet kendini değiştirmedikçe Allah ta onları değiştirmez. Ve Allah bir milletin fenalığını dileyince artık onun önüne geçilemez. Allah’tan başka onları koruyacak birisi de bulunmaz.”... İnsan hissi bu derin tasvirlerin dokunuşları karşısında hayrette kalıyor ve titriyor. Bu şaşırtıcı üslûp ve ifade güzelliği ve musikisi karşısında eli ağzında kalıyor insanın. Allah’ın bilgisinin sızdığı noktaları ve bunların tesirlerini görünce hayrete düşüyor, dehşete kapılıyor. İlmi ilâhı rahimlerde gizlenen varlığı gözetliyor, içlerde saklanan sırları izliyor, gecenin karanlığında yapılan hareketleri takip ediyor. Gizli açık, söylenen ve söylenmeyen, fısıldanan ve bağrılan her şeyi duyuyor. Bu büyütücü mikroskobun altında hepsi meydandadır. Allah’ın ilminin verdiği ışıklar inceler onu. Niyet ve düşüncelerini sayan muhafızlar adım adım takip ederler. Çok dikkatli olmak gerektir hiç bir nefis bu ürpertici huşu ve korku içerisinde Allah’a sığınmaktan onun koruyucu sığınağına iltica etmekten başka bir şey yapamaz. Ve ancak orada bulur huzuru... Allah’a gönülden inanan mü’min ilmi ilahinin her şeyi ihata ettiğini gayet iyi bilir. Şu da var ki bu meselenin insan hissindeki umumî tesiri âyeti kerîmenin bu şaşırtıcı tasvirindeki bölümlerinin tesiriyle kabili kıyas değil. Hangisi, hangisi bu meselelerden; hayalî ve teorik nazariye hangisi gerçeğin tam kendisi? “Allah her dişinin rahminde ne taşıdığını, rahimlerin ne düşürdüğünü ve ne alıkoyduğunu bilir. O��nun katında her şey bir ölçüye göredir.”.» İnsan hayali bu kâinattaki her dişiyi, çevresinde gezinip duran her dişi varlığı izleyip düşününce... Evet çölde ve dağda, şehirde ve köyde, evde ve mağarada, ormanda ve ovada gezinen her dişi varlığı düşününce... Bunun yanısıra da Allah'ın engin bilgisinin bu dişilerin rahminde taşıdıklarının hepsini bildiğini ve bu rahimlerden dışarı atılan veya alıkonan her damla kanı kontrol ettiğini tasavvur eden zihin... Bu sahada hangi kaziyenin hayal hangisinin hakikat olduğunu farkeder, anlar... “Aranızdan birisi ister sözü gizlesin, ister açığa vursan ister geceye bürünerek gizlensin, ister gündüzün ortaya çıksın hiç fark yoktur.”... “Ardından ve önünden onu takipedenler vardır. Allah’ın emriyle onu gözetlerler.”... İnsan hayali gizli açık, geceye bürünen ve gündüzün açığa çıkan her şeyi düşünmeye başladığı vakit... Her ferdin arkasından ve önünden takip eden, geceleyin ve gündüzün gelip giden her şeyi kaydettiği ilmi İlâhiyi tahayyül ettiği an... Bir önceki bölümde yer alan korkunç ve akıl almaz kâinatla ilgili temaslar hiç te ruhun derinliklerinde ve gizli sırlarla örtülü bilinmezlikler âlemindeki bu son temaslardan daha büyük ve önemli değildir. Karşılaştırmalı olarak baktığımız zaman bu sonuncu da bir öncekine denk gelir. Bu âyetlerdeki ifade ve tasvir üstünlüklerinden de bir nebze bahsetmek istiyorum. “Allah her dişinin rahminde ne taşıdığını, rahimlerin ne düşürdüğünü ve ne alıkoyduğunu bilir. O’nun katında her şey bir ölçüye göredir.”... Allah’ın ilminin rahimlerin gizliliğinde neyin atılıp neyin alıkonduğunu bildiğini belirttikten sonra hemen her şeyin Allah katında bir ölçüye göre olduğunu beyan etmektedir. Âyeti kerimedeki (j'-û» ) ölçü kelimesi ile (¿\>j jjm^) düşürülme ve alıkonma kelmeleri arasındaki edebî mutabakat açıktır. Üzerlerinde durulan mesele de bütünüyle yeniden yaratılış ameliyesi ile yakından alâkalıdır. Daha sonra gelecek olan suların nehirlerden ve vadilerden akıtılması amaliyesi ile de yaratılış ameliyesinin ilgisi göz önündedir. Gerek şekil bakımından gerekse suret itibariyle akıcılık ile ölçü arasında çok yakın bir münasebet vardır. Nitekim sûrenin bütününde bu karşılıklı mutabakat hâkimdir. “Görüleni de görülmeyeni de bilir. Yücelerin yücesidir O.”— (jjJül ) kelimesi ile ( JldLl) kelimesi aynı duyguyu vermektedirler insana. Ama bu duyguları başka Kelimelerle ifade etmek son derece güçtür. Şöyleki sonradan yaratılmış olan her mahluk ta küçüklük unsuru olabilecek bir eksiklik veya ziyadelik bulunur. Bunun için Allah’ın mahlukatından bir makluka ( jS ) kelimesinintam karşılığı olarak “büyük” denmez. Hattâ herhangi bir işe veya harekete de tam manasiyle büyüktür denilemez. Çünkü Allah’ın büyüklüğü karşısında onların hepsinin de büyüklüğü çok cılız ve basit kalır. ( jLdl ) yücelerin yücesi tabiri de aynı şekildedir... Şimdibunları zikretmekle bir şeyler söylediğimi mi sanıyorsunuz? Hayır hiç bir şey söylemiş olmuyorum. Hattâ hiç bir müfessir de bu kelimelerin tam karşılığını ifade edememiştir... (JUdl jSJ\) ifadesinin tam bir tefsirini yapmak imkânsızdır... “Aranızdan birisi ister sözü gizlesin, ister açığa vursun, ister geceye bürünerek gizlensin, ister ortaya çıksın hiç fark yoktur.”... Edebi yönden ifadedeki karşılıklı anlatım açıkça göze çarpmaktadır ancak biz ( yjL.) ortaya çıksın tabiri üzerinde durmak istiyoruz. Kelime telâffuzu itibariyle mânasının tam tersini ifade eden bir duygu vermektedir insana. Buna göre gizli veya gizliye yakın bir mânaya gelmesi gerekiyormuş gibi hissediyor insan onu okuyunca. Halbuki burada ortaya çıkan mânasına gelmektedir. Asıl anlatılmak istenen hareket gizliliğin zıddı olan harekettir. Kelimenin söyleniş tonunda ve telâffuzundaki sesin güzelliği ve hissettirdiği mâna bu kelime seçilirken özellikle üzerinde durulmuştur. Maksat gizlilik havasını dağıtmamaktır... Gizli kapalı rahimlerin içinde taşıdığı bilinmez şeyleri, gecenin karanlığına bürünmüş gizlilikleri ve gözlerin görmediği takipçileri izleyen gizli ve bilinmez ilmi ilahinin taşıdığı gizlilik havasını dağıtmamaktır... Gizliliğin mütekabili olan bir kelime seçiliyor ama inceliğe, derinliğe ve gizliliğe benzer taraflarının bulunmasına hususiyetle dikkat gösteriliyor... “Ardından ve önünden onu takipedenler vardır. Allah'ın emriyle onu gözetlerler.”... Her insanı gözetleyen melekler... Giden ve gelen, kaçan ve koşan her varlığı takipeden, hatıra ve hayale gelen her şeyi kontrol eden —ki bunlar da Allah’ın emri ve müsaadesi ile olmaktadır— meleklerin vasfı belirtilmiyor âyeti kerîmede, tarif te edilmiyorlar. Sadece bunların Allah’ın emriyle olduğu ifade ediliyor. Bunun için bizde o konuya uzun uzadıya dalmayacağız. Bu muhafızlar kimlerdir, neden yaratılmışlardır, hangi niteliklere sahiptirler? Ve bu gözetimi nasıl yapmaktadırlar? Nere de bulunurlar? Âyeti kerîmenin açıkladığı gizlilik, takip ve korku havasına girerek geçip gitmek te istemiyoruz. Burada asıl üzerinde durulan husus takipçilerin bulunduğu ve gizli açık her şeyi gözetlemekte olduklarıdır. Âyeti kerîme zaten bu kadarını belirtiyor ve ondan öte bir şey zikretmiyor. İfade bizim için yeterli olacak kadar açıklama yapmıştır bunun ötesine dalmaya da hiç lüzum yoktur. Boşu boşuna bir noktada kesmiş değildir Allahüteâlâ. İfade ve üslûp zevkine sahip olanlar bu gizli kapalı havayı dağıtarak olum olasıya açıklamalara girişmeleri zait addederler. Çünkü bu kapalılığın da ayrı bir güzelliği var. “Şüphesiz ki bir millet kendini değiştirmedikçe Allah ta onları değiştirmez.”... Allah onları muhafızlar ile takipeder. Bu da kendi emrine meb-ni olarak cereyan eder. Ve bu yoldan kendilerini ve hallerini değiştirip değiştirmediklerini izleyerek bu konudaki hareketlerine göre üzerlerine düşmesi gereken şeyleri yapar. Şüphesiz ki, Allah bir nimeti veya azabı, bir izzeti veya zilleti, bir yüceliği veya aşağılığı insanlar amellerini, düşüncelerini ve pratik hayatlarını değiştirmedikçe asla değiştirmez. Onların yaptıklarına göre Allah ta durumlarınıu değiştirir. Her ne kadar Allahüteâlâ daha önceden onların ne yapacaklarını bilmekte isede üzerlerine terettüp edecek ceza veya mükâfat yaptıklarına göre, olacaktır. Onlara kıyasla yaşadıkları zaman hattâ içerisinde cereyan edecektir. Doğrusu bu gerçek insanlığın üzerine çok ağır bir mesuliyet yüklemektedir. Allah’ın meşiyeti ve kanunu insanlara yaptıklarına göre   muamele etmeyi gerektirmiştir. Onların bu kanunlara uyup uymamalarına göre bu kanun cereyan edecektir. Bu hususta ki hüküm gayet kesin ve açıktır. Asla te’vile mahal yoktur. Bu ayeti kerime insana mesuliyet yüklemekle beraber insanoğluna yapılan saygının ve verilen değerin de ifadesidir. Çünkü Allah’ın iradesi insanların yaptıkları hareketleriyle Allah'ın iradesinin bir tatbik vasıtası olmasını irade buyurmuştur. Bu prensip belirtildikten sonra âyeti kerime Allah’ın bir kavmin durumunu nasıl değiştirdiğini açıklamaktadır. Çünkü onlar —âyetin metninden de anlaşıldığı gibi— önce kendi hallerini kötüye doğru değiştirmişler Allah ta onları kötüye çevirmiştir: “Ve Allah bir milletin fenalığını dileyince artık onun önüne geçilmez.”... Âyeti kerime konunun bu şıkkını açıklarken diğer şıkkını açıklamıyor, zira daha önce onların iyilikten evvel kötülüğü istemiş olma hareketlerine uygun düşen budur. Orada önce mağfiret belirtilmiş sonra da azap belirtilmişti. Maksat onlara düştükleri gafleti açıklamaktı. Burada ise sadece fenalık söz konusu edilmektedir zira azabı hak edecek hareketlerde bulundukları takdirde Allah'ın azabını daha fazla artırmaması için onları uyarmaktadır. Aksi takdirde* onları koruyacak ve müdafaa edecek hiç kimse çıkmaz. KÂİNAT SAHNELERİ Bilahere âyeti kerime yeni bir harekete girişiyor ve başka bir vadide seyahat ediyor. Aslında bu yeni girilen vadi de bahis mevzuu edilen -vadi ile yakından alâkalıdır. Bu vadide de tabii manzaralar ile ruhi duygular yer almakta ve gerek sunuluşu, gerekse verdiği duygu ve tesirleri bakımından tabii manzaralar ile ruhi tablolar içiçe ve birbirine uygun olarak yer almaktadır. Bu tablonun üzerinde korku, yorgunluk ve güçsüzlük havası açıkça seziliyor. İnsan ruhu bu tabloyu incelerken korkuya kapılıyor ve çekiniyor. Teessüre kapılıyor, heyecanlanıyor... 12 — O dur size şimşeği gösteren, korku ve ümide düşürmek için. Ve yağmurla yüklü bulutları meydana getiren.
0 notes