#hayattan zevk almak
Explore tagged Tumblr posts
Text
BURSA'DA ZAMAN - 5
Meltem Abla o geceki sikiş sonrası bir kaç gün aramadı beni. Kızmış mıydı acaba? Telefonlarıma da çıkmıyordu. Sonunda "Çok yorgunum aşkım, bir kaç gün dinleneyim ben seni ararım" diye mesaj attı. Kadınını bir orospu gibi sikmek benim de içimdeki hiç bilmediğim dehlizleri keşfetmeme neden olmuştu. Sevgi dolu, yumuşak sikişler de güzeldi ama bazen de bir kadını hem bedenini hem ruhunu acıta acıta sikmek istiyordum artık.
Serhat Abi o gece Uludağ Üniversitesinden bir hatunla buluşacakmış. Ben de Oya'yı aradım. Heyecanla açtı telefonu, sanki onu aramamı bekliyor gibiydi. Hemen müsait değilmiş ama akşam gelebilirmişim evine. Adresini verdi, ben de 'akşam Serhat Abiyleyim' deyip izin aldım teyzemden.
Oya'nın evi Altıparmak'taydı. Altıparmak o yıllarda hâlâ orta sınıfın tercih ettiği, şimdiki gibi göçmenler nedeniyle kiraların çok düşmediği bir yerdi. Serhat Abinin sözünü dinleyip çiçek aldım bir apartmanın teras katındaki eve giderken. Beni şık bir blüz ve diz üstü etekle karşıladı ve komşular görmeden hızla içeri aldı. Şamdandaki mumların aydınlattığı çok güzel bir sofra hazırlamıştı. Bonfile ve makarnanın yanında içtiğimiz Kırmızı Yakut ikimizi de gevşetti ve derin mevzulara dalmaya başladık. Eşiyle sorunlarını, oğlunu, boşanma sonrası yaşadıklarını anlattı uzun uzun. Kocası hödüğün tekiymiş ve evliliği boyunca cinsellikten hiç keyif almamış.
"O zamanlar Eskişehir'de yaşıyorduk. Bu ev bana babamdan kalma, boşanıp Bursa'ya taşındım. Oğlum da liseye burada, Tophane Turizm Otelcilikte başladı. Zor bir süreçti onun için de, liseden sonra okumadı, çalışmaya başladı zaten. Geçen sene, boşandıktan sonra ilk kez bir erkek arkadaşım olduğunda çok kavga ettik ama artık kabul etti benim de bir cinsel hayatım olduğunu. Ben de kadınım ama öncelikle insanım. Hayattan zevk almak benim de hakkım değil mi?"
Şarabımı alıp yanına gittim, omzunu öpüp "tabii ki senin de hakkın canım" dedim. Şimdi düşünüyorum da nereden öğrendim acaba bu hareketleri? Gözleri dolmuştu. Ürperdi ben öpünce, sözlerimde hiç bir sahtelik sezmedi. Duymak istediği sözlerdi bunlar.
Masadan kalktı, müzik setine yumuşak bir CD koydu, kanepeye geçtik. Romantik bir şekilde sikilmek istediği belliydi. Yavaş yavaş boynunu, omuzlarını öpmeye başladım. Ben de acemiydim aslında ama Oya o yaşına rağmen benden de tecrübesizdi. Kanmaya hazır bir şekilde aşkla sevişmek istiyordu. Boynunu öperken "kıyafetin çok güzel" dedim. Serhat Abinin Jagler'ini sürmüştüm, gömleğimin düğmelerini açıp gözlerini kapattı ve göğsümden yükselen parfümü içine çekti. Başını göğsüme koydu, "çok mutluyum şu an" dedi hafiften sarhoş olmaya başladığı belli bir tonda.
"Ben de senin yanında çok mutluyum" dedim. Yavaş yavaş boynunu, yanağını öpüp dudaklarını öpmeye başladım. Önce o da yavaş yavaş öpüşüyordu benimle ama kısa süre sonra dilini ağzıma sokmaya elini bacak arama atmaya başladı. Romantik müzik ve şarap işlevini görmüş Oya'yı ateşlemişti. Elimi göğüslerine attım, o kocaman memelerini avuçlamaya başladım. Dayanacak hali yoktu, hemen blüzünü ve sütyenini çıkarıp göğüslerini serbest bıraktı. Ben göğüslerini yalamaya başlamışken artık iyice kendinden geçiyordu, "soyun hadi" dedi. Sikilmek için yanıyordu belli ki. Ben de zaten onun için buradaydım, ayağa kalktım, göğsüme yatarken açmaya başladığı düğmelerin kalanını açıp gömleğimi çıkarırken Oya dayanamayıp hemen kemerimi çözüp pantolonumu çıkarmaya başladı. Ben ağırdan aldıkça o daha da azıp hızlanıyor bir an önce altıma yatıp sikilmek için sabırsızlanıyordu. Pantolonumu ve donumu indirir indirmez yarı sertleşmiş sikimi eline alıp yalamaya başladı. İlk kez yarrak görmüş gibi öpüyor, yalıyor, yüzüne sürüyordu. 'Bu kadının azgınlığını dindirmek vakit alacak' dedim içimden. Sikimi kaldırıp taşaklarımı yalıyor sonra yüzünü kasıklarıma gömüp sarılıyordu bana, bu yarrak hep onun olsun ister gibiydi. Sikim iyice kalkınca önce eteğinin fermuarını çözüp eteğini sonra bu gece için özenle seçildiği belli dantelli külodunu çıkarıp çırılçıplak yatırdım kanepeye.
"Sok hadi" deyip elini sikime attı. Benim sikmemi bekleyecek halde değildi, sikimi ıslatmadan amına dayadı. Çoktan ıslanmıştı amı, ben başını dayarken kendini öne atıp sikimi içine aldı ve derin bir 'Ohh!' çekti. Dudaklarına yapışıp üstünde gidip gelmeye başladım. Yavaş yavaş, durgun denizde yol alan bir sandal gibi sikiyordum Oya'yı. O sikişi sertleştirmeye çalıştıkça onu altımda sabitleyip kendi istediğim hızda sikiyordum. Bileklerinden tutup hareketsiz bırakıp sikmeye başladım. Böyle bir kontrol onu iyice azdırdı. Dibine kadar yarrak yemek istiyordu ama üstündeki erkek köklemiyordu. Kımıldamaya çalışıyor ama hem bileklerini tutmam hem de ağırlığım altında onu sabitlemiş olmam nedeniyle kımıldayamıyordu. Çok azmıştı bu durumdan. "Hadi! Hadi" diye inlerken dayanamayıp ilk boşalmasını yaşadı. Sikim durgun bir deniz kadar ıslak amının içinde gidip geliyor Oya'nın kasılmalarına aldırmadan işini görüyordu. Oya kısa bir süre kendinden geçti. Kollarını bırakınca kollarını boynuma sarıp salıncağın ritmine uygun sallanıyor gibi bana eşlik etmeye başladı. Yarrağım gittikçe daha hızlı giriyordu amına, tempolu şekilde sikiyordum şimdi. Oya bir kez daha boşaldığında artık bacaklarım akan am suyuyla ıslanmaya başlamıştı. Oya seri halde boşalırken ben ritmik hareketlerle sikmeye devam ettim. Artık köküne kadar sokuyordum. Ohhh'lamaları Ahh'lamaya inlemeleri çığlıklara karışınca artık ben de sertçe köklemeye en derine kadar sokmaya başladım. Oya zevkin doruklarına çıkmış hödük kocasından görmediği ilgiyi görmenin ateşiyle bir kez daha boşalmaya çok yaklaşmıştı. "Aşkım benim" diyerek hızla kökleyip sert sert sokunca bağıra bağıra boşalmaya başladı ve sıkı sıkıya sarılıp sikimi içinde hapsetti. Benim de dayanacak halim kalmamıştı, sikimi çekip dışarı boşalmaya çalıştım ama Oya orgazmın şiddetiyle öyle bir kasılmıştı ki, içine boşalmak zorunda kaldım.
Üstüne yığılıp bir süre yattım öyle. Oya bayılmış gibiydi. Birazdan gözünü açıp gülümsedi ve "çok mutluyum şu an" deyip dudaklarıma bir öpücük kondurdu. Ben içine boşalmanın pişmanlığını yaşıyordum "çekemedim son anda kusura bakma, içine boşaldım" dedim. "Önemli değil aşkım, geçen günden sonra korunmaya başladım, içime boşalabilirsin artık" dedi. Huzurla gülümseyip ben öptüm bu sefer Oya'yı. Sonradan yattığım kadınların çoğu böyle hızla iki üç kez boşalmayınca bir şeyleri yanlış mı yapıyorum diye düşündüm önce ama sonraki yıllardaki tecrübelerim istisnai iki kadınla seks hayatıma başladığımı anlattı bana.
Oya birazdan ayaklanıp yatak odasına götürdü beni. Yatağa yatırıp koluma yattı ve uyumaya başladı. Onu kollarıma alıp yatırmak bana da çok iyi geliyordu. Saçlarını kokluyor, terli boynundan yükselen kadınsı anaç kokusunu içime çekip yatıyordum. Ne kadar uyuduk bilmiyorum ama birazdan uyandım, Oya'yı uyandırmadan yataktan kalkıp önce salona gittim, donumu giyip cebimden sigaramı aldım sonra mutfağa geçip pencereyi açtım ve sıcak sigara dumanıyla beraber serin havayı içime çekip karanlık Bursa manzarasını izlemeye başladım. Teras katındaki ev doğu cepheydi ve Tophane'yi görüyordu. Saat kulesini ve Tophane'ye doğru yükselen evleri seyrettim biraz. Tam manzaraya dalmışken anahtar ve kapı sesiyle irkildim. Kendime gelemeden mutfağa giren çocukla göz göze geldik. Oya oğlunun geleceğinden hiç bahsetmemiş ben de sorma ihtiyacı duymamıştım ama şimdi karşımda oğlu olduğunu anladığım benden bir kaç yaş büyük olmasına rağmen benden bir kaç yaş küçük görünen çocukla birbirimize bakıyorduk. Ancak daha şaşırtıcı olan karşımdaki gencin İsmail Abinin geçen gece Tophane'de siktiği garson olmasıydı.
"Selam." dedim çocuğa, elimi uzattım "Mete ben". İfadesiz bir yüzle elimi sıktı "Serkan" dedi. Halimden ne durumda olduğumuz belliydi tabii.
"Oya içeride uyuyor" derken Oya sabahlığıyla mutfağa geldi "Geldin mi oğluşum? Seni Mete'yle tanıştırayım" dedi.
"Tanıştık biz" dedi Serkan gözleri hâlâ gözlerime dikili olarak.
"Aç mısın oğlum? Güzel yemekler yaptım, dolaptan çıkarıp ısıtayım" dedi Oya.
"Yok anne sağol, meyhanede yiyip de geldim. Çok uykum var zaten, yatacağım hemen. İyi geceler size" deyip odasına kaçtı Serkan. Oya da bana sarılıp "Biz de yatak odamıza geçelim mi?" dedi. Sigaramı söndürüp yatak odasına geçtik. Oya her ne kadar oğlunun artık erkek arkadaşlarını kabul ettiğini söylemiş olsa da bir kadını oğlu hemen yan odada yatarken sikmek biraz garipti ama daha garibi oğlanın seks hayatını da biliyor olmamdı. Geçen gece bu sefer o benden elli metre ötede götünü siktirmişti. Çok karışmaya başlamıştı ilişkiler ama açıkçası çok da sallamıyordum. Siken memnun sikilen memnundu sonuç itibariyle.
Oya'yla birbirimize sarılıp öpüşmeye başladık. Sabahlığı kenara atıp yine o dolgun göğüslerini yalamaya başladım. Oya az önceki sikişten sonra biraz sakinleşmiş daha yavaş sevişmeye başlamıştı. Elimi amına atıp yavaş yavaş deliğini parmaklamaya başladım. Az önce boşaldığım döllerimle şimdi ıslanmaya başlayan amının suyu birbirine karışıyordu. Islak parmağımı çıkarıp göt deliğiyle oynamaya başladım.
"Burdan sikeyim mi bu sefer?" deyip parmağımı yavaş yavaş götüne sokmaya başladım. Gözleri açıldı "Serhat geçen gün sen gelmeden denedi ama alamadım. Çok canım acıyor ordan" dedi. "Acıtmadan yavaş yavaş sikerim ben merak etme" deyip parmağımı içinde oynatmaya başladım.
"Önce amımdan sik ama" deyip elini sikime attı. "Tamam, madem öyle istiyorsun. Önce bi ağzında ıslatalım" deyip göğsüne doğru çıktım ve sikimi ağzına uzattım. Yine şevkle yalamaya başladı. Ağzına alıp dudaklarını büzüyor, ağzını daracık bir amcık gibi yapıp ileri geri kendini siktiriyordu. Kafasını elimle biraz kaldırıp daha derine sokup git gele başladım. Az sonra elimi itip öksürmeye başladı, çok derine sokmuştum. "Dur ben yapayım" deyip kendisi git gele başladı. Yarrağım ağzının içinde iyice kalkmış diğer deliklerine girme isteğim tavan yapmıştı. Ağzından çıkarıp arkasını döndürdüm. Boynunu öperken arkadan kaşık pozisyonunda amına geçirdim yarrağımı. Kalçasını daha çok bana yanaştırıp en dibine kadar kendini siktirmeye başladı. Bir elim göğüs uçlarıyla oynuyor alttan da sert sert yarrağımı sokuyordum. Yavaş yavaş Ohhlamaları artmaya başladı. "Çok güzel çok güzel" diye inliyordu kucağımda. Bu sırada kapının buzlu camında bir kıpırdanma sezdim. Sanırım Serkan kapıya gelmiş bizi dinliyordu. İsmail Abi götünü siktikten sonra utanmış hızla uzaklaşmıştı ama şimdi anasını sikerken bizi dinlemekten utanmıyordu demek ki. Biraz daha zevke gelsin diye sertçe sokmaya başladım, Oya'nın inlemelerinin şiddeti arttı. Amı sırılsıklamdı yine. Serkan'ın kapıda rahatça duyacağı şekilde bağırtıyordum Oya'yı. Boynunu emip kulaklarını yalarken bir elimi de klitorisine attım. Meltem Abladan öğrendiğim şekilde oynuyordum klitorisiyle. Öğretmenim çok iyiymiş ki Oya'nın inlemeleri daha da arttı. Çok fena gaza gelmişti. Yarrağımı daha hızlı köklemeye başladığımda çığlıkları odayı dolduracak şekilde boşalmaya başladı. Annesinin sesi Serkan'ı korkutmuş olacak ki kapının camında Serkan'ın odasına doğru bir karartı hızla geçti. O da otuzbir çekip anasının sikilmesini dinlerken boşalmış mıydı acaba?
Oya biraz dinlenirken ben de am suyuyla ıslattığım parmağımı götüne götürüp yavaş yavaş masaj yapmaya başladım. Kendine gelmeye başlayınca da "sıra bu dar göte geldi aşkım, onu da sikeceğim bu gece" dedim. Oya komidinden bebe yağını alıp "bununla sik o zaman, Serhat kremsiz, tükürükle deneyince alamadım ordan" dedi. Sonraki yıllarda da kadınları götten sikmeyi çok sevdim. İlk seferlerinde önce parmaklarımla alıştırıp sonra yavaş yavaş sikerken kadınların acı duyması ardından da zevk almaya başlaması beni hep çok tahrik etmiştir. Yine öyle yaptım, Oya'yı domaltıp bebe yağını önce parmaklarıma ardından Oya'nın daracık göt deliğine sürdüm. İlk boğumla içerisini yağlayıp parmağımı yağı yedire yedire soktum götüne.
"Kasma kendini aşkım, yavaş yavaş alıştırıp sikicem senin bu daracık götünü, kısa sürede çok zevk almaya başlayacaksın" deyip parmağımı sokup çıkarmaya başladım. Oya rahatlayınca ikinci parmağımı da sokup arkadan sırtını öpmeye başladım.
"Acıyor" dedi biraz tedirgin bir tonda.
"İlk başta acıması normal, sonra alışacaksın, merak etme" dedim. Karşısında oğlu yaşında bir ergen değil de tecrübeli bir adam varmışçasına itaat ediyordu her dediğime. İki parmağımı sokup git gele başlayınca 'Ahh!' seslerine kasılmalar eşlik etmeye başladı. Bir süre kastığı deliğine yara yara soktum yağlı parmaklarımı ve direnci kırılınca rahat rahat almaya başladı.
"Zamanı geldi aşkım" deyip bebe yağı sürdüğüm yarrağımı dayadım Oya'nın göt deliğine. Önce ucunu hafiften sokuyor gibi yapıyordum ama kendini kasıyordu. Götüne öpücük kondurur gibi baskı yapıp sürttüm bir süre. Elimi klitorisine atıp oynamaya başlayınca inlemeye başladı yine. Sonunda sokmayacağıma kanaat getirip götünü gevşetince sikimin kafasını soktum. Aynı anda çığlık atıp kaçmaya çalıştı ama sımsıkı tuttum Oya'yı kaçmasın diye.
"Tamam aşkım kafası girdi, bundan sonrası daha kolay olacak" deyip sakinleştirmeye çalıştım ama "Çıkar! Çok acıyor! İstemiyorum!" diye bağırıyordu. Kapının camındaki karartı geri geldi bu sırada. Serkan anasının götten sikildiğini anlamış kendi sikilmelerini düşünüp otuzbir çekerek götünü parmaklıyordu herhalde.
"Tamam aşkım, tamam bitanem! Geçecek merak etme sen. Dayan biraz senin de çok hoşuna gitmeye başlayacak. Bak ben çok zevk alıyorum seni götten sikerken." gibi laflarla sakinleştirdim Oya'yı. Götünün sızısı azalmıştı belli ki, Oya debelenmeyi bırakıp "lütfen kımıldama böyle bekleyelim" dedi.
"Sen merak etme aşkım, alıştırmadan sokmam, böyle bekleriz biraz" deyip sikimin başını içinde tutup bekledim biraz. Oya sakinleşince yavaş yavaş kımıldatmaya başladım sikimi.
"Bak ne güzel giriyor yarrağım götüne. Götünü siktirip çok mutlu ediyorsun beni, şimdi tam kadınım oluyorsun" deyip milim milim gidip gelmeye başladım Oya'nın götünde. Bana zevk verdiğini bilmek Oya'yı yatıştırmış ona dayanma gücü vermişti. Yarısına kadar sokunca "şimdi derin nefes al aşkım sonu geliyor" dedim. Derin derin nefes almaya başladı. Tam gevşediği anda kökledim götüne. Çığlığı basıp öne doğru kaçmaya çalıştı ama mengene gibi sıkıştırdım Oya'yı, bir milim bile kımıldayamıyordu.
"Ohhhh! Taşaklarıma kadar soktum aşkım benim! Ne güzel senin bu daracık götünü yara yara sikmek, çok zevk veriyorsun bana, seni hep sikmek istiyorum" derken ağlıyordu Oya. Kapıda bizi dinleyen Serkan da kesin ilk sikilmesini, daracık götünün ilk açıldığı zamanı, annesinin götten sikilmesini dinleyip yeniden yaşıyordu.
Bir süre bekledik böyle. Zaten yarrağımı öyle bir sıkmıştı ki kımıldamam imkansızdı. Birazdan kendine gelen Oya "Çok canım acıdı" dedi ağlamaklı bir sesle.
"İlk sefer olduğu için normal canım, şimdi köküne kadar soktuğumdan alıştıracağım o daracık götünü sikilmeye. Şimdi biraz gevşe ve sikilmenin tadını çıkar, sen hayattan zevk almayı hakeden bir kadınsın, her zevki yaşatacağım sana" derken biraz gevşemeye başlamıştı. Yavaş yavaş sikimi içinde kımıldatmaya başladım. Oya önce kasmaya çalıştı ama yarrağım yara yara içinde hareket etmeye başlayınca gevşedi. Bir kaç dakika sonra yarısına kadar sokup çıkartıyordum o daracık götüne. Az sonra inlemeye başladı. Bir elini klitorisine atıp kendini okşarken zevke geldiğini, götünde artık daha rahat git gel yapabildiğimden anladım. Kendini sikişin zevkine bırakmış götten sikilmenin tadını almaya başlamıştı, tıpkı kapıda bizi dinleyen oğlu gibi. Götünü kanırta kanırta sokup çıkarmaya başladım. İlk başta göt deliğinin sıkılığından sikimin derisi yüzülecek gibiysi ama şimdi göt deliği biraz açılmış, yarrağımı götüne daha rahat almaya başlamıştı. Yine de çok dardı götü, kim bilir kaç kez sikilince amı kıvamına gelecekti. Bu gece ilk kez başlamıştık götünü alıştırma operasyonuna.
"Hoşuna gidiyor mu aşkım?" dedim içinde gidip gelirken. Sesi küçük bir kız çocuğu ürkekliğinde çıkmıştı "Evet".
"Ben de senin götünü sikmekten çok zevk alıyorum, çok mutlu ediyorsun erkeğini. Artık senin her deliğini sikip uçuracağım seni." deyip daha sert sokmaya başladım. Oya yeniden kendinden geçmeye başladı. Çok çabuk alışmıştı götten sikilmeye de. Daracık götündeki acı yerini zevke bırakmıştı belli ki. Sertçe köklemeye başladım. Taşaklarım alttan amına çarpıyor, am suyuyla karışmış bebe yağının ıslaklığıyla odayı Şak Şak sesleri dolduruyordu. Köklemeye başlayınca yine canı yanıyor gibi bağırmaya başladı Oya. Bu sefer ben elimi klitorisine atıp oynamaya başlayınca daha fazla dayanamadı ve boşalmaya başladı, benim de bu daracık göte dayanacak gücüm kalmamıştı. Son bir köklememle derisi yüzülüyormuş gibi çığlık atınca içine attırmaya başladım döllerimi. Oya boşalırken iyice kastı göt deliğini, sadece çeyreğine kadar geri çekebiliyor sonra yine sokuyor ve götünün en derinlerine akıtıyordum döllerimi. Bu geceki en zevkli anlardan biriydi Oya'nın daracık götüne boşalmam.
Bu ilk götten sikilişi Oya'yı çok yordu, hemen sızıp kaldı. Götünden sikimi çıkarıp yatağa serildim ben de. Az sonra osuruk sesi geldi Oya'nın tam kapanmayan götünden. Bir an irkilip "özür dilerim aşkım tutamadım" dedi. "Normal aşkım, o kadar yarrak yedin, gevşemiştir deliğin tabii" deyip omuzuna bir öpücük kondurdum. Sakinleşti yine Oya ve uykuya geri döndü. Ter, döl ve am suyu kokan yatak odasında sabaha kadar deliksiz uyuduk ikimiz de.
39 notes
·
View notes
Text
20’li yaşlara varmadan önce her şey basit ve daha merak uyandırıcıydı bizim için. Çok kafa yormadan mutlu olacağımız ne varsa denerdik, belki şimdilerde çok saçma gelebilir, ancak o zamanlar mutluyduk, huzurluyduk. Nebileyim en azından içsel sıkıntılarımız bu kadar büyük değildi belki de ? İnsan zamanla, büyüdükçe daha çok kurcalamaya, daha çok kafa yormaya başlıyor. Hayattan zevk almak neredeyse imkansızlaşıyor, sıkıntılar büyüyor, biz büyüyoruz. Geride bıraktığımız çocuğun neşeli halini bile unutmaya başlıyoruz, sanki hiç mutluluk bize uğramamış, bizi es geçmiş gibi. Ne garip değil mi ? Bir filmde izlemiştim, çocuk “yetişkinler çok fazla düşünüyorlar…” diye yankılanıyordu. Bence çok doğru. Fazla düşünmek hiç bir zaman mutlu etmez, sadece deli edebilir…
20 notes
·
View notes
Text
whatshap durumum ailem ve akrabalarıma kapalı cunku yazdıklarımı yadırgıyorlar, yorum yapıyorlar bense onlara yorum yapmıyorum, yapamam da zaten . artık hayattan o kadar yoruldum, o kadar hevesım kaçtı ki canım birşey bile almak istemiyor. eskiden yaptığım şeyler zevk vermiyor, zevk verenleri yapmak istediğimde de yapamıyorum.
allahım isyankalardan ,şükürsüzlerden sayma insanlar beni çok yordular. çok kırıldım, incindim, güvendiğim insanların beni yarı yolda bıraktı.
7 notes
·
View notes
Text
Biraz delilik, hayattan zevk almak için...
Biraz da bilgelik, hataları önlemek için...
Bu kadarı yeterli...
Osho
54 notes
·
View notes
Photo
Hiçbir şeye tahammülüm yok. Kimseye katlanamıyorum.
Tv izlerken nefret ettiğim kişilerin reklamımı çıkmış hemen sesini kapatıyorum. Hele yüzlerini gördüysem bir posta beddua edip kapatıyorum.
Dizi izlerken en fazla iki karakter seviyorum geri kalan tüm karakterlerde sesi kapatıyorum. Aptalca yapılmış her davranış sinirlerimi tepeme çıkıyor. Tv’de ses kapatmak, sosyal medyada kelimeleri sessize almak kolay. Gerçek hayat 🤦♀️
Cahilce konuşanları, her şeyi gördüğü halde kılıf bulup savunmalar yapanları sarsmak istiyorum. ‘’Biz aynı dünyada yaşamıyor muyuz? Tek sıkıntıları sorunları olan ben ve ailem mi?’’ demek istiyorum. Şikayet ettikleri şeyleri değiştirmek ellerindeyken ısrarla yanlışa diretmeyi anlayamıyorum. O zaman şikayet etmeye hakları olduklarını da düşünmüyorum.
Gerçekten hayat beni çok yordu. İnsanlar ve taraftarlıkları daha çok.
Kendi ayaklarının üstünde durmaya çalışmak, emeğinin karşılığını alamamak, alınan karşılığın temel yaşamaya yetmemesi beni tahammülsüz, sinirli, karşıt görüşe saygı duymayan, hayattan zevk almayan birine dönüştürdü. Her adımın hesabını yapmak, en basit şeyi bile lüks görmek çok yorucu.
#resim#çizim#illüstrasyon#Illustration#draw#eskiz#Character Design#tumblr#design#art#artist on tumblr#cartoon
8 notes
·
View notes
Text
İsterdim tertemiz ve saf biri olmak
İsterdim ben de çocuk sahibi olmak
İsterdim bi' üniversite mezunu olmak
İsterdim ben de bi' din mensubu olmak
İsterdim sıradan bi' işte çalışmak
İsterdim babam denen piçle barışmak
İsterdim kabullenmek, iyice alışmak
Sosyal olmak, insan içine iyice karışmak
İsterdim mutlu aile tablosunda yer almak
İsterdim kazanmadığım bir parayla ev almak
İsterdim iyi bi' kadına yeniden aşık olmak
Ve istemezdim bu sikilmiş sisteme karşı koymak
İsterdim Dünya'dan umutlu olmak
İsterdim aptal ama mutlu olmak
İsterdim normal olmak
İsterdim olmak normal
Ama normal olmam anormal
Benim normal olmam anormal
Bana göre değil bu normlar
Bi' hataymış benim doğmam
Benim normal olmam anormal
Benim normal olmam anormal
İsterdim gerçek bi hisle sevilmek
İsterdim içmeden de hissedebilmek
İsterdim herkes gibi rol yapabilmek
İsterdim mimiklerimi oynatabilmek
İsterdim Demet Akalın dinleyebilmek
İsterdim Recep İvedik filmine gitmek
İsterdim kahkahalar koyverebilmek
İsterdim malum kişiye oy verebilmek
İsterdim hayattan çok zevk alabilmek
İsterdim ayıkken de seks yapabilmek
Ayıkken insanlara katlanabilmek
İsterdim samimiyetsiz davranabilmek
İstemezdim bi' zenci özentisi olmak
İsterdim çomar ahlâk bekçisi olmak
14 notes
·
View notes
Text
Hayattan zevk almak değilde yaşamaya çalışıyorum..
6 notes
·
View notes
Text
Oscar Wilde, yaşamak ve var olmak arasındaki farkı gözümüze sokan birkaç yazardan biridir ;
" Yaşamak nadir bulunan bir şeydir, çoğu insan sadece var olur." derken Jack London da "İnsanın doğru işlevi, var olmak değil, yaşamaktır. Günlerimi onları uzatmaya çalışmakla harcamayacağım. Zamanımı kullanacağım.” demiş. Pek çok insan "yaşamak" ve "var olmak" kelimelerinin eşanlamlı olduğunu düşünür ancak değiller
Elbette yaşamak için var olmak gerekirken, var olmak için yaşamak zorunda değilsiniz.
Var olmak ; dünyadaki her madde için geçerli dağın bir yamacında ki bir taş parçası misali ...
Yaşamak ise hayatı her anlamıyla benimseyip özümsemek acıyı hüznü mutluluğu sevinci gözyaşını hırsı azmi kini sükuneti yani insanı var eder bütün duyguları kapsıyor.
Yaşamda tutku, sevinç ve coşku vardır.
Yaşamak, insanların her gün yapmak zorunda olduğu bir seçimdir
ve var olmak, herhangi bir çaba sarf etmek değildir.
J'son M. Lee sözleri ile ;
“Varolmak, hiçbir şevk olmadan ve kontrolünüz olmadığını hissederek hayatın hareketlerinden geçmektir;
yaşamak, bu geniş dünyanın sunduğu her şeyi kucaklamak ve riske girmekten korkmamaktır. Yaşamanın güzelliği, her zaman yeniden başlayabileceğinizi ve her zaman daha iyi bir şey için bir şans olduğunu bilmektir.”
Var olduğunuzda, hayatta kalmak için yapmanız gerekenleri yaparsınız; yaşadığınızda, hayattan zevk almak için yapmak istediğiniz şeyleri yaparsınız.
Var olmak tamamen hayatta kalmakla ilgilidir.
Nefes alıyor, yemek yiyor, uyuyor ve karnınızı doyurmanızı, giyinmenizi ve barınmanızı sağlayan faturalarınızı ödemek için çalışıyorsunuz.
Öte yandan, yaşamak
tamamen varoluşu anlamlandırmakla ilgilidir.
Var olmak amaçsız yaşamak ile ilişkilendirilir.
Var olmak basitçe pes etmektir,
kendi hayatınızı kontrol etmek değil, etrafınızdaki her şeyin sizi kontrol etmesine izin vermektir;
sadece kabul etmek ve iyi bir şekilde değil; sadece bir sonraki yolun seni nereye götüreceğini umursamamak ve bu konuda hiçbir şey yapmamak.
Yani sadece zaman ve yer kaybısın, kontrol sende değil ve olmaya çalışmıyorsun.
Yaşamak farklıdır,
tam kontrole sahip olmak zorunda olmayabilirsin ama en azından deniyorsun.
Yaşamak aslında bir şeyler yapmaktır,
hayatta bir amacın olduğunu hissetmektir,
gelen her gün yeni bir şey için bir şans...
Yaşayanlar ilhama, maceraya, aşka, başarıya, fırsatlara açıktır ve tatmin olana kadar pes etmezler. O insanlar çöp değil.
Yaşamayı seçenler genellikle sadece var olmayı seçenlerden çok daha mutlu olurlar.
Yaşamak, hayatın içinde yer almaktır.
O kadar mutlu olmayanlar var ama yine de hayatlarını yaşıyorlar;
acı da olsa en azından bir şeyler hissediyorlar. Mutlaka dünyadaki en mutlu insan olmak zorunda değilsiniz ama yine de kendinizi oraya koyuyorsunuz, arzuladığınız bir şeyin gerçekleşmesi için risk alıyorsunuz.
Yaşamak eylemi
var olmanın farkındalığını içeriyor.
Bunda duyguların büyük rolü var.
Var olan biri, korku ve öfke gibi duyguların neyi yapıp neyi yapamayacağını dikte etmesine izin verir.
Yaşayan biri
bu duyguları anlar,
kontrol eder
ve kararlarına müdahale etmesine
izin vermez.
Var olan biri, tatminsiz ve mutsuz olmasına rağmen yıllarca aynı çıkmaz işte kalır. Korkuları onları tuzağa düşürmüştür ve dışarı çıkmak gibi bir planları yoktur.
Umutlarını yitirdiler ve statükoyu sürdürmek için günü akılsızca geçiriyorlar.
Ancak bu bir iş ve maaş çekinden çok daha ileri gidiyor. Korkularının onları kontrol etmesine izin veren biri , hayatını iyileştirecek başka eylemlerde bulunmayacaktır ;
Sevmedikleri ilişkilerde kalırlar, yapılacaklar listesindeki şeyleri yapmazlar ve hayallerini her zaman beklemeye alırlar.
Basitçe var olan insanlar,
bundan pek hoşlanmasalar da
her gün aynı sıkıcı rutini yaparlar.
Sırf mevcut rahat yaşam tarzlarını sürdürebilmek için hayatlarını iyileştirme konusunda hiçbir risk almıyorlar.
Bunun nedeni, kararlarını kontrol edememeleridir.
Yaşamak var olmaktan daha fazlasıdır.
Yaşarken deşifre edemeyebileceğiniz duygular hissedersiniz.
Hatalar yaparsın ve onlardan ders alırsın ve insanların kalplerine ve ruhlarına sevgi ve mutlulukla kazınırsın, böylece gittiğinde bir daha var olamayabilirsin.
ama yine de insanların kalplerinde ve ruhlarında yaşayacaksın
ve hatıran onlar tarafından
sonsuza kadar sevgiyle anılacak.
Platon'a göre de ,
insanı en iyi yaşatan ne zengin akrabaları ne şan ne şöhret, sadece sevgiydi.
Sevmek, insanın yalnızca kendisine, karşı cinse, çocuğuna dönükse
bu, eksik bir sevmedir,
Sevmek, başka bir canlıyı kendi varlığımızla özdeşleştirebilmek,
-doğadan, doğanın parçası olan canlılardan olabildiğince yararlanmak ve haz almak değil-
aynı zamanda onları, o her parçayı bağrına basmak ve korumak demek...
Zira Yaşamak,
varlığımız nedeniyle oluşan sorumluluklardan kaçmadan,
diğerinin varlığına saygı duymayı gerektirir.
Yani aynı anda
hem birey hem de tüm varoluşun bir parçası olarak “var” isek
gerçekten yaşıyoruzdur,
yoksa yaşamamız sahte bir var olmadan ibaret olur...
Yaşamayı mutlulukla ilişkilendiriyoruz hep,
-haksız da değiliz elbette-
oysa,
fedakârlık, bedel ödemek, hesaplaşmak, savaşmak, bazen kaybetmek,
yeniden başlamak
hepsi yaşamanın içinde...
Umuyorum Dianna Hardy 'nin Şeytan Gelin de bahsettiği o kişi olmayız ;
"Her şeyi yaşadığını sanıyordu. Sadece var olduğunu ancak şimdi fark etti.”
O halde Davranış Bilimci Steve Maraboli ' nin dediği gibi ;
“Düşüncelerinizde bahar temizliği zamanı,
sadece var olmayı bırakma zamanı,
yaşamaya başlama zamanı.”
;)
Ne demiş adamın biri ustasına;
-Her şeyimi kaybettim ne yapacağım?
-Çay koy, yeniden başlayacaksın....
4 notes
·
View notes
Text
Kıra-kıra kalp bırakmadılar bu fanide,
Yazdıra-yazdıra kelam bırakmadılar.
İçe-içe ne mide kaldı ne ciğer,
Düşmüş efkara bu edebi; hep keder hep heder.
/
Tek başımayım ben her gece.
Yalnız ben, kelimelerim, rakı kadehim ve efkarım.
Kırılan da benim, üzülen de ben.
Ben hep bir şeyim, başkaları ise hep çok şey...
/
Ah ne düştük aşklara,
Kadehler de bitirdik yalnızlıkları,
Masalar da olduk perişan,
Suya yazdık sevdaları,
Göğe haykırdık itirazımızı, pişmanlıklarımızı.
/
Yalnızlık güzeldir
İnsan kendiyle hesaplaşır
Hayatı sorgular fakat
Gariptir ki sanki bir labirentteymiş gibi hiç çıkış bulamaz.
/
O çıkış mutlaka vardır; bulan buluyor elbet.
Önemli olan çıkışı bulamadığın halde, umursamamaktır.
Bir labirentte sıkışsan dahi hayatından zevk almaktır.
/
Dile kolay gelir elbet.
Hayattan zevk almak zor gelir bazen biz fanilere.
Bazen canilere meze oluruz bu hayatta.
İşte o zaman da zevk alabiliyorsan,
Koymaz bir faniye; ne labirentte sıkışıp kalmak ne de çıkışı bulamamak.
3 notes
·
View notes
Text
En bencil burçlar belli oldu Kendilerinden başka hiç kimseyi düşünmezler
En bencil burçlar belli oldu Kendilerinden başka hiç kimseyi düşünmezler
AKREP BURCU
Akrep burçları her zaman hayattan zevk almak ister. Tüm planlarını adım adım gerçekleştirerek harika bir yaşam sürmenin hayâlini kurarlar. Her zaman başarılı olan tek kişi olmak için uğraşırlar. İşler istediği gibi gitmediğinde intikam almak için çeşitli planlar yaparlar ve herkese hayatı zehir ederler. Başkalarının kendilerinin önüne geçtiğini hissettiği anda korkuç şeyler yapabilirler. Koç, İkizler, Yay, Oğlak, Kova ve Balık, başkalarının başarılı olduğunu görmekten mutluluk duyar. Asla kıskançlık duygusunu içlerinde barındırmaz ve bencil davranmazlar. Read the full article
0 notes
Text
Dolayım belası, kitsch ya da kültürün proleterleşmesi
Şu sıralar Batı entelektüel çevrelerinde yoğun şekilde, en sarih anlatısını Anna Kornbluh’nun Immediacy, or The Style of Too Late Capitalism (‘Dolayımsızlık ya da Çok Geç Kapitalizmin Üslubu’ olarak çevrilebilir) kitabında bulan bir kültürel kristalleşmeden bahsediliyor. Sinemadan edebiyata ve sosyal medyaya kültürel çıktıların fazlasıyla göze parmak bir hâl aldığına, talep ettiği sürekli mevcudiyet karşısında her şeyi anında verdiğine ve üzerine tefekkür edecek bir şey bırakmadığına dair, hiper hızlı ve hep şimdiki zamana odaklı bir eğilim bu bahsedilen. Kornbluh, paranın serbest dolaşımının hiç olmadığı kadar hızlandığı günümüzde bu aceleciliği yani kapitalizmin çağdaş ruhunu, ürün ve tüketici arasındaki dolayımın yok edildiği bir kültürel manzara içinde de tespit ediyor ve tehlikenin altını çiziyor. Dolayımsızlık (immediacy) kavramının giderek, dünyaya ve kendisine eleştirel bir mesafe alamayan, kendine tapan ve doğal olarak şu an içinde eriyip giden bir toplum yarattığı iddiasını yine dünyayla ilişkilenmek için kullandığımız sinema, edebiyat, sosyal medya üzerinden verdiği örneklerle destekliyor. Bu iddiaya karşı gelmek elbette zor, kimse Barbie veya Marvel filmlerinin insanın suratında patlayan ‘bariz’ mesajlarını, birinci şahısla yazılan eserlerin popülerliğini inkâr etmeyecektir. Instagram ve Twitter sayesinde her zamankinden daha çok kendi kendisiyle meşgul olan bir neslin yetiştiği de aynı şekilde aşikâr. Peki bu dolayımsızlık belası gerçekten yeni bir virüs mü? Yoksa asıl sorun bu illetin bazılarımızı rahatsız edecek kadar yaygınlaşmış olması mı?
Birinci sorunun cevabı hayır, kast edilen anlamda dolayımsızlık hep vardı, ancak sadece gözden uzakta yaşayan, ana akım kültüre pek de etkisi olmayan belirli bir insan grubu bu kötülükle lanetlenmişti. İkinci sorunun cevabı ise evet bu yayılma rahatsız edici hale geliyor zira dünya nüfusunun giderek yoksullaşarak proleterleşmesi, kültürün de proleterleşmesini beraberinde getiriyor. Ben bu yazıda Kornbluh’nun dolayımsızlık eleştirisinin eleştirisini spesifik olarak kitsch olarak adlandırılan bir tür ‘düşük’ sanat üzerinden yapmak istiyorum.
Almanca ‘aşırı süslü’ ve ‘avam’ manalarına gelen kitsch, 20. Yüzyılın başında itibaren yüksek sanat ortamında sanat düşmanı ve faşizmin dostu olarak bilinip aşağılanmış bir akım. Hatta Sovyetlerdeki Stalin dönemi sosyalist gerçekçilik akımının kitsch’in bir versiyonu olduğunu düşünenler de mevcut. (Dune filmi üzerinden yazılmış ve son dönem ana akım gişe filmlerinin metafordan uzak, son derece dolayımsız yapımlar olduğunu iddia ederek bu akımı sosyalist gerçekçiliğe ve faşizme bağlayan şu yazıya bir bakın.) ‘Avangart ve Kitsch’ yazısında kitsch’i gerçek sanatın kanını emerek yaşayan bir parazit olarak değerlendiren Clement Greenberg ve başka birçok eleştirmene göre bu akım propaganda aracı olarak kullanılmaya da fazlasıyla elverişlidir. Bir kitle tüketim ürün tarzı olarak kitsch’in varlığını veya popülerliğini sorunsallaştırmak için ne Greenberg’in parazit yorumu ne de bu akımın bir propaganda aracı olarak kullanıldığı gerçeğini reddetmek gerekmez, her ikisi de doğrudur. Mesele bu işleve zemin sağlayan maddi sebepler ve bu kadar korkunç olduğu bile bile buna hali hazırda kimin neden izin verdiğidir.
20’nci yüzyıl başlarında sanayi devrimi sonrası, iş için taşradan kentlere göç etmek zorunda kalan insanların, zorlu çalışma şartlarına rağmen hayattan zevk almak için tükettikleri kültür ürünlerini tanımlamak için kullanılan kitsch ‘Batı Avrupa ve Amerika’daki toplumları şehirleştiren ve evrensel okuryazarlık anlayışını getiren endüstri devriminin bir ürünüdür.’ (Greenberg, 2015) Eğitimsiz ve yoksul insanlar yeni geldikleri karmaşık kentte okuma yazma dışında bir eğitim almak ve kentin kendine has kültürünü anlamak için gerekli olan boş zaman ve konfora ulaşamaz. Ancak taşradan göçen, sanatsal beğenisi o dönemde sanat olarak bile görülmeyen ‘folklor kültürü’ne dayanan, kentte dini ve geleneksel ihtiyaçlarını tatmin etmenin yeni yollarını arayan bu kitlenin manevi tarafını tatmin etme gerekliliği iş açısından verimli olmaları için de şarttır. Bu yüzden bu grupların yüksek kültür olmayan ama ‘ona benzeyen’, ucuz ve kolay ulaşılabilir bir sanat tüketmelerine izin verilir ve ortaya çıkan yeni piyasaya da kitsch adı konur. Özetle kitsch, kendisi yeni ve ilginç herhangi bir şey üretmeyen, bunun yerine hali hazırda var olan ilerici ve gerçek sanata parazit gibi yapışarak onu alt sınıflar için kolay tüketilebilir, çoğu zaman sadece forma indirgenmiş bir versiyonunu taklit eden üründür. Kentsoylularla yeni gelen taşralılar arasına hali hazırda var olan ekonomik sınırın yanında bir de böyle bir kalın hat çizilmiş olur.
Kitsch popülerdir zira kolayca erişilebilir, seri olarak üretilebilir ve maliyet açısından uygundur, büyük kitlelere ulaşabilir, onları etkileyebilir. Bunun arkasında elbette derin bir entelektüel içeriğe sahip olmaması ve yüzeysel ve çoğu zaman ezbere duygulara hitap etmesi gerçeği vardır. Ancak bu ürünlerin yaygın olarak seviliyor olması pop oldukları anlamına gelmez. Pop daha kapsayıcıdır, orta sınıfı da içerebilir ancak kitsch kesinlikle işçi sınıfının ve ‘bayağı’ zevkinin ifadesidir. Sloganlaşmış, ezbere ve derinliksiz formu onu reklam diline yakınsar, zira reklam dili kitleleri etkileyebilmek için onların beğenisine hitap etmek zorundadır. Aynı yüzeyselliği propaganda aracı olarak kullanılmasını da kolaylaştırır.
Kitsch’in en önemli özelliklerinden birisi olarak izleyicisinin/tüketicisinin sanat nesnesine eleştirel bir mesafelenmesinin gerektirmemesi gösterilir. Buna göre özne baktığı şeyde hemen kendine görür, kendinden çıkamaz, eser onu başka dünyaların, başka insanların varlığına götürmez, aksine kendi içine kapatır. Kitsch kendisine bakan kişiye “harikasın, bu halinle mükemmelsin, hassas ve ince ruhlusun” der. Gerçek bir sanat eseri ise özne ve nesne arasında bir mesafeyi şart koşar, nesne üzerine düşünmeyi, anlamaya çalışmayı teşvik eder. Yani kitsch, insanı olmuş, kendine yeten bir varlık olarak yansıtırken (mimesis) gerçek sanat onu diğer insanların dünyasına atar, toplumsallığı hatırlatır. Kitsch insana kendisini önemli hissettir, sanat ise kendinden başka şeylerin önemini kabul etmek ve böylece gerçek bir insan olabilmektir. Bu elbette Hegelci hatta Lacancı bir görüşün ifadesidir. Kişi ancak kendi dünyasından kopabildiğinde (ki bunun için başkası tarafından kabul görmesi şarttır) kendini gerçekleştirebilir, kendini gerçekleştirmek toplumsal bir gerekliliktir. Sürekli aynaya bakan, kendi hisleri, kendi düşünceleri ve kendi zevkleriyle haşır neşir bir insan toplumsallaşamaz, insan olamaz. Kendisinden, hayatından memnun, sorgulamaya gerek duymayan ve sanat eserini bir tefekkür imkânı talep etmeden tüketenler de haliyle gerçek insan değillerdir.
Anna Kornbluh da kitabında ‘Immediacy’ (dolayımsızlık) kavramını imgeselde takılı kalmak olarak kavramsallaştırıyor ve kapitalizmin bu ‘çok geç’ evresini yaşadığımız günümüzde teknoloji sayesinde genel geçer kültürün ziyadesiyle doğrudan yani üçüncü bir dolayımın olmadığı bir yerde sıkıştığını, kendisini, deneyimleyen kişi ve kişinin ayna imgesi arasındaki mesafesiz ilişkide gerçekleştirdiğini iddia ediyor: “Ne düşünsel ne de eylemsel olarak mesafe alamadığımız dehşet verici koşullara mahkum edilmişiz, olan biten her şey gözünü dikkatimize dikmiş bir felaket adeta. Halihazırda çok dar olan pencere ya kapanıyor veya çoğu insan için çoktandır mıhlanmış durumda.” Kornbluh şu sıralar olan biten her şeyi, gözlerini dikkatimize dikmiş bir felakete benzetir. Evet, dolayımsızlık felaket demektir zira en büyük dolayım aracımızın yani dilin işlemediği tek yer felaket alanlarıdır, travmalardır. Bu yüzden büyük felaketlerle ilgili, üzerinden zamansal bir dolayım geçmeden film çekilemez, şaka, edebiyat, hatta terapi bile yapılamaz. Burası Adorno’nun ‘şiir yazılamaz’ dediği yerdir. Auschwitz sonrasıdır, Gazze’dir, saldırı altındaki Kürdistan’dır. Binlerce göçmene mezar olan denizlerdir. 6 Şubat depremlerinden hemen sonra Gazete Oksijen’de yayınlanan felaket fotoğraflarına yazılan kurmaca metinlere gelen tepkilerin sebebi de biraz budur. Felaket anları kolektif insanlığın yerin dibine girmesi gereken anlardır, dil tutulur, dolayım tuzla buz olur, hakikatin korkunçluğu karşısında söylenecek hiçbir söz kalmaz. Dil susmalıdır.
Peki felaketi bir istisna değil, gündelik bir koşul olarak yaşayanlar için dil ne yapar? Hayatına, kendine mesafelenecek vakti, birikimi olmayan, başkasının kabulünü görmemiş, bu hakkı elinden alınmış insanlar için dolayım ne demektir?
Yeryüzünün dolayımsızları
Sanat tarihçisi Ali Artun, ‘Kitsch, Pop ve Eleştiri’ makalesinde kitsch’in kuramsal gelişimini detaylı bir şekilde aktarır ancak yine belirli bir sınıfın önemli insanların izini süren bir haritalandırma yapar. Kitsch’i tüketmek zorunda bırakılmaktan, kimlerin kimleri buna layık görüldüğünden bahsetmez. Ortada kötüye giden bir durum vardır ama bu hale kim getirmiştir? Metaforlar, alegoriler, bin bir türlü dolayımla sanat eserine mesafelenen sanatçı, koleksiyoncu veya kentli sanatsever için sanat eserine mesafelenmeyen, onu yüceltmek ve eleştirmek için kullanabileceği entelektüel birikimden yoksun, bu yüzden de eserle dolayımsız ve çoğu zaman bedeniyle ilişki kuran sıradan insanın bambaşka bir işlevi vardır.
Sanatın tarihsel olarak gündelik hayata içkin yani dolayımsız olduğu dönemden bağımsız olup kurumsal hale gelmesiyle modernleşme arasında doğrudan bir ilişki mevcut. Kant’ın 3’üncü. Kritiği, (Yargı Gücünün Eleştirisi) ile birlikte estetik bir bilim dalı haline gelir, Hegel ile serpilen kendisi ve dünya arasında mesafe koyabilen, nesnesini inceleyen, nesnesi üzerine düşünebilen aydınlanmacı öznenin doğuşuyla da sanatın asıl öznesi şekillenmiş olur. Estetik bilimi de işte bir sanat eseri üzerinde tefekkür edebilmeyi mümkün kılan mesafedir. Sanat bizi kendimiz dışında başkaları üzerine düşünmeye yöneltmelidir. Hegel’in başkası üzerinden dolayımlandığı takdirde insan olabilen öznesi, bu estetik deneyimin de öznesidir. Modernizm öncesi sanat daha Aristocu manada taklit eden yahut temsil eden ve güzellik odaklı, daha fiziki etkileri olan (katharsisi düşünün) bir pratik iken, modernizmle birlikte tanımlanan ideal öznede cisimleşen mesafesini koruyan, merak eden, inceleyen insanın deneyimlediği sanat arasında çok fark vardır. Artık sanat sırf temsil etmekle yetinemez ve herkese hitap edemez.
Tüm bunları kapitalizmin gelişiminden ayrı düşünmek de mümkün değildir zira sanatın herkese hitap etmediği düşüncesi kapitalizme ve sınıflı topluma içkindir. İnsanları tefekkür kapasitelerini kullanamayacak kadar yoran, onları bitmek bilmeyen bir şimdiye mahkûm eden bir sistemde dolayımın kimler için mümkün olabildiği zaruri bir sorudur. Kültür yorumunun, okumuş yazmışlığın, soyutlama ve analiz edebilme becerisinin doğuştan gelen özellikler değil tarihsel ve sosyoekonomik koşulların sonuçları olduğu gerçeği göz ardı edildiğinde, her türlü yozlaşma eleştirisi bu maddi desteklerden mahrum bırakılmışları bir kez daha ezmenin bir aracı haline gelir. Dünyanın son derece şimdiye odaklı, hızlılık ve doğrudanlık ile dolup taşan bir yer haline gelmesinin suçu yine bu dolayım sermayesi olmayanların üzerine yıkılır. Avantajlı kesimler bilinçli olarak başkalarının kültürüne dadandıklarında sanatçı, avantajsız olanlar başkalarının kültürlerini temellük ettiklerinde ise kitsch olarak değerlendirilir. Bu yüzden asıl parazitin kim olduğunu belki yeniden düşünmek gerekir. Dolayımlama avantajı üst sınıflara kendilerine ait olmayan şeyler hakkında yazma, işçiler, yoksullar ve bütün ötekilerin sözcüsü olma meşruluğu sağlar: Zira bunu yapacak eğitime de kimin layık görüldüğü ortadadır.
Kültürün proleterleşmesi
İşçi sınıfı kendi hikayesini yazmadığında, kendi hikayesini onu uzaktan izleyen birinin dolayımı vasıtasıyla gördüğünde kendi hayatına yabancılaşır. Yabancılaşmasını kendinden memnuniyet olarak yaşamasına sebep olacak bir dolayımdır egemen estetiğin dolayımı. Gerçek işçi sınıfını yine üst sınıflar bilir, düşük sınıflar bu imgeyi onların anlattığı şekliyle idealize eder ve içselleştirir. Sanat mesafelenme becerisiyle, mesafelenme de eğitim ve boş zamanla mümkün olabilen bir şeyse eğer, mesafelenmeyi beceremeyenlerin giderek kalabalıklaştığı ve sanat ile değil kapitalizmle yönetilen bir dünyada aslında olan kültürün proleterleşmesidir. Kendi emeğine, dünya üzerindeki hakkına yabancılaşmış bir sınıfın kendini gerçekleştirme ve dolayımlama kapasitesine de yabancılaştığı bir proleterleşme. Kültürün bu halinden duyulan tiksinti, dolayımsız haliyle, aslında proletaryadan duyulan tiksintidir. Kalabalıkların dolayımlama becerisinden yoksun bırakılmasının normalleştirilmesinin ideolojik arka planı işte budur.
Bu noktada sanat eseri karşısında deneyimlenen bedensel coşku ve zihinsel egzersiz ikiliğini de not etmek gerekir. Bedensel yani hayvani ihtiyaçlarını tatmin etmişlerin egemen olduğu bir alandır çağdaş sanat: Bedene değil, akla hitap etmelidir, düşündürmeli, merak uyandırmalı, başka yerlere götürmelidir. Bunun içindir ki bedensel coşkuyla mimlenmiş sanat hala daha düşük sanat olarak görülür. Bazılarının dolayımsız bırakılması ile salt bedensel coşku yaratan ‘sanata’ layık görülmeleri arasında da bir bağlantı vardır, halihazırda dolayımlama için gerek eğitim ve maddi olanaklara ulaşması engellenmiş kitlelerin, bir de bu mahrumiyetin sosyopolitik sebepleri görmezden gelinmesi ile ‘doğallaştırılan’ durumları sömürülür ve yüksek sanat severlerin bu sınıflarla kaynakları paylaşmaya yanaşmak yerine burun büktüğü şeyleri tüketmeye mecbur bırakılırlar, böylece beden/zihin ikiliği günümüzde de yaşatılmış olur. Kapitalizm olduğu sürece sanat kitsch, dolayımsız, anti-entelektüel gibi kavramlar bularak ve bunlara felsefi arka planlarla destekleyerek sermayeyle olan ilişkisine bahaneler üretecektir. Bu yüzdendir ki sanatın özgürleşmesi ancak sınıfsız bir toplumda mümkündür.
Dünyanın giderek daha dolayımsız bir hale geldiğinden, kitapların, makalelerin giderek daha sık birinci şahıs ile yazıldığından, filmlerin çok düz şeylerden bahsederken ses ve görüntü gibi kaba uyaranlara abanmasından, sosyal medya sayesinde her şeyin birer içerikten ibaret hale gelmesinden şikâyet etmek anlaşılabilir ancak şunun da unutulmaması gerekir: Ana akım ve kitsch olarak mimlenen kültür ürünleri zaten her zaman dolayımsızlıkla lanetlenmiştir. Sıradan halk her zaman bedensel, yeni, parlak, cafcaflı, daha çabuk satılabilmesi için herhangi bir yoruma yol açması bilerek baştan engellenmiş kültür ürünlerini tüketmeye maruz bırakılmıştır. Kitlelerin afyonu çok uzun süredir bizzat kültür endüstrisi değil midir? Öyle görünüyor ki bu dolayımsızlık hali hazırda birileri için uzun zamandır hayatın gerçeği iken, her türlü dolayım imkânının ayakları önüne serildiği bir sınıf, internet sayesinde tehlikenin kendisine doğru ilerlediğini, kültürün proleterleştiğini fark etmektedir.
İşin doğrusu dolayımdan kaçmak, bedenli ve konuşan varlıklar olarak eğer bilinçdışı ve ideoloji diye bir şeye inanıyorsak, pek mümkün değildir. Ancak dolayımı yorumlama becerisi için maddi ve entelektüel araçlar ve metotlar gerekir ve bu birikim de kapitalist dünyamızda ancak artı değere çökmekle gerçekleşebilir. Bu becerinin, bu birikime ulaşması bizzat bu birikime sahip olanlarca engellenmiş insanların kaba, zevksiz, ince işlerden anlamaz olarak mimlenerek başka bir tür açık yaratmak için kullanılır. Mesafelenme, mesafelenmek için kullanılabilecek zamanlarını ve emeklerini satmak zorunda kalanlar sayesinde mümkündür. Dolayımın analitik öncelenmesinin ikili bir işlevi bulunur: Birileri her zaman gördüğü ile yetinmek zorunda kalır, birileri de görünenin ötesine geçip bu inceliğin bunun tatminini yaşar. Görünenin ötesine geçtiğine inanan gördüğüyle yetinmek zorunda kalanı, bilinçli veya değil, düzen lehine ezer. Bazı insanları mesafesizliğe, sonsuz bir şimdiye mecbur bırakan düzeni sorunsallaştırmadan yapılan dolayımın giderek kayboluşunun ne kadar tehlikeli olduğu tespitinin kendisinin de bir de dolayım olduğu gerçeğinin ispat ettiği şey ancak bazı insanların entelektüel birikim yapabilmek için bazı insanların emeklerine çökmeleri gerektiği gerçeğinden başka bir şey değildir.
Ezcümle üst sınıflar için dünyayı efsunlama, ruhu besleme, entelektüel tatmin yaratma işlevi gören sanat eserlerinin alt sınıflara uyarlanmış ve kitsch olarak adlandırılmış kötü kopyalarının asıl görevi şudur: Sanatın herkes için olduğu inancı sayesinde, daha verimli, daha motive ve daha çok çalışabilmeleri için gerektiğine inandıkları ruhsal tatmini yaşadıklarını düşünmelerinin sağlanması- hak etmedikleri halde. Böylece burjuva sınıfının tefekkür ederek dolayımladığı kültürel çıktılar, alt sınıflar için basit bir kullan/at tüketim ürününe dönüşerek araçsallaştırılabilir.
Dolayımsızlık henüz bu kadar göz önünde değilken (örneğin AVM sinemaları, Netflix vs yokken ve Recep İvedik, Barbie veya Nolan filmlerini görmezden gelmek mümkünken, sinema gibi bir sanat streaming hizmetleri sayesinde gündelik hayata bu kadar adapte olmamışken) dolayımın tadını uzmanlık, bilirkişilik ve bu avantajı paylaşma konusunda pintilikle çıkaranların, şu ana kadar kendilerinden esirgenen bilgi kanallarına cep telefonlarında anında erişen kitlelerin dünyayı çok uzun süredir kendileriyle paylaşmakta beis gören, kendilerini küçümseyen en iyi ihtimalle fetişleştiren bir aracıya mecbur olmadan, iyi ya da kötü, deneyimlemesi ve kültürü de kendisine benzetmesi karşısında yaşadığı panik üzerine düşünmek gerekir.
Kaynaklar:
Ali Artun- Kitsch, Pop ve Eleştirinin Anlamsızlaşması https://aliartun.com/yazilar/kitsch-pop-ve-elestirinin-anlamsizlasmasi
Anna Kornbluh- Immediacy, or The Style of Too Late Capitalism https://www.versobooks.com/en-gb/products/3031-immediacy-or-the-style-of-too-late-capitalism
Clement Greenberg- Avangart ve Kitsch (Çev: Merve Yalçın) https://www.academia.edu/34445969/Avangart_ve_Kitsch_Clement_Greenberg_%C3%87ev_Merve_Yal%C3%A7%C4%B1n
0 notes
Link
0 notes
Text
Bu gün aslında çok enerji diyerek başladım güne testimi çözdüm dersimi çalıştım ama bi anda her şey boka sardı galiba hayattan zevk almak istemedim sadece uyumak ama bilin noldu uyumadım ödev yazdım ve 12 sınıf olma zorlukları ile ders çalıştım ve bu çok bıktıran bir şey düşünsenize emek veriyorsunuz ve asla. Karşılığını almıyorsunuz bu benim en üzüldüğümü şey ha tabi birde ailemin beklentisini karşılayamaayacm diye de çok korkuyorum ama olmuyor galiba arkadaşlar ya malım ya da cidden yanlış çalışma sitili ama bilemiyorum da nasıl olcak neyse kafam gibi çorba oldu bu da daha yazmadığım ve haletmem gereken çok şey var kafada sonra beşte kalkıp ders çalışmam da lazım malum ağlamaklı bi sene galiba gene ağlamak gelir ama ev kalabalık iken ağlayamayan neyse bi tur okulda ağlarım ya da dışarda artık neyse yorgunluk çok fazla birazda kafamda konuşup uyku
0 notes
Text
Bugün hayatımın tekrardan başladığı ve yeni bir sayfa açtığım gün her şeyi unutup yoluma bakmaya başladım Yaşadığım şeyler belki rüyaydı belki de bugün o rüyadan uyanmam gerekiyordu. Yanlış ama mutlu olduğum ya da mutlu sandığım bir rüyaydı.Hayatına biri girer tesadüfen ve hayatının tümü olur onsuz hiç bir şey anlamsız ve boş gelir ama yanlıştır o kişiyle yaşadığın şeyler ama duygularına engel olamazsın her gün yanlış yapmaya devam edersin ama hayatının kaydığının farkında değilsindir Ama gerçekler yüzüne tokat gibi çarpar Anlarsın ki bu rüyadan uyanman gerektiğini çünkü bu rüya kabusa dönebilir.
Bir tarafta Ailen bir tarafta yaşadığın güzel anılar ama yanlış mutlu sandığım anılardı Ama Herşeyi unuttum her zerresini hafızamdan siliyorum hayata yeniden başlıyorum ve de hayattan zevk almak istiyorum Anı yaşamaya başlıyorum Yeni belkide daha iyi mutlu olacam .
0 notes
Text
Hayattan zevk almak istiyosam önce YouTube reklamlarından zevk almam lazım mesela fairy evet gayet de iyi temizliyor bu makyaj malzemeleri de pahalı ama neyse Yemeksepetini bir ben kullanmadım herhalde
0 notes
Text
Cok bos hissediyorum bana ne iyi gelir bilmiyorum iyi miyim degil miyim bilmiyorum iyi degilim kotuyum de denemez nasil hissediyorum anlamiyorum neden boyleyim olanlara karsi savunma yontemim falan mı artik hicbir dey hissedemiyorum kafama takamiyorum istesem de olmuyor sanırım bu durumum iyi değil nasıl duzeltebilirim bilmiyorum yardıma mi ihtiyacim var ki nasil yardim edicekler yemeklerle yine sorun yasamaya basliyorum gibi umarim olmaz yeniden ayni seyleri yasamak istemiyorum bu sefer ki farkli ama bunu ilk defa yasiyorum anlayamiyorum ama hic guzel bir sey degil artik ilgiyi disarida aramiyorum kendimi soyutladim baba keske biraz ilgilensen keske biraz yakin olsak aglasam rahatlarim belki ama aglamak istemiyorum ki aglayamiyotum bile duygularim yok oldu sanki bazen kendimi disaridan izliyormus gibi hissediyorum her sey cok sıkıcı sadece sarki dinlemeyi seviyorum artik sarkilarda anlamsiz oyleisne melodi cunku hayatimin bir amaci oldugunu dusunmuyorum hicbi deyim yokmus gibi gozukuyor ama gercekten bir sey hissedemiyorum arkadaslarimda sen boyle degildin diyolar ben nasilim ki icimde oldugum duruma anlam veremiyorum ne istedigimi bilmiyorum sadece biraz da olsa hayattan zevk almak istiyorum
0 notes