#halkhikayesi
Explore tagged Tumblr posts
gajder · 2 years ago
Text
ÇOBAN SÜLEYMAN İLE PERİŞAN SULTAN HİKÂYESİ
Tumblr media
ÇOBAN SÜLEYMAN İLE PERİŞAN SULTAN HİKÂYESİ
Tumblr media
Anlatan: Âşık Sabri YOKUŞ. Derleme Tarihi: 06 Mart 2008. Derleme Yeri/Ortamı: Ankara Merkez Halk Kültürü Bilgi ve Belge Merkezi Salonu. Ortamda bulunanlar; derleyici, bir âşık, dört kurum çalışanı. Hikâyenin Kaynağı: 1989 yılında Kars’ın Cumhuriyet Köyünde yapılan düğün sırasında Âşık Murat Çobanoğlu’ndan dinleyerek öğrendi Evet, efendim, insanların hayatı birer hikâyedir, yine bir hikâyeyle karşınızdayız, bu hikâyenin mevzuatı o kadar derin, acıklı, muhabbetli, sevdalı, saygılıdır ki… Hikâyemizin temeli Erzurum’un İspir kazasının Yoncalı Köyü’nde başlar. Çoban Süleyman, Yoncalı Köyü’ndendi. Yoncalı Köyü şimdi viranedir, çok eski tabii, hikâyenin geçmişi çok eski. Allah hiç kimsenin başına vermesin, orada büyük bir deprem olur… Ama deprem olduğu zaman Çoban Süleyman neredeydi, Garip Köyü’nde çobandı, bilmiyordu, depremin oluşundan bile habersizdi. Günün bir gününde bir haber alır, derler ki: — Çoban Süleyman, köyünüzde deprem olmuş, haberin var mı? O zamanlar bugünkü gibi iletişim mi vardı? Hayır, yayan yola revan olan Çoban Süleyman günün bir gününde gelir, Allah hiç kimseye göstermesin, o depremde ne anası ne babası ne de bir başka akrabası kalmayan Çoban Süleyman feleğe sitem ederek: — Artık benim burada durmam haram oldu, dedi. Ne yapması gerekiyordu? Yola düştü, çoban adam, garip adam nereye gidebilirdi? Mutlaka, varlıklı birilerini soracaktı. Ağlayarak sızlayarak yola düşen Çoban Süleyman’a Allah öyle bir güzellik vermişti ki bu güzellik hiç kimsede yok. Bu güzelliğinin yanında bir güzelliği daha vardı, çok da güzel kaval çalardı. Kavalı elinde, yüreği yanık, yolda kavalını çala çala geldi. Bir ihtiyara rastladı, yolun üzerinde şöyle mendilini çıkarmış, garibim oturuyor, Allah ne vermişse, mendilini içerisinde açmış yiyordu. Çoban Süleyman’ın o yanık kavalının sesini duyunca bu piri ihtiyar baba: — Yavrum çok güzel kaval çalıyorsun ama belli ki senin yüreğin yanıktır. Çoban Süleyman ise: — Baba, Allah bana öyle bir dert verdi ki bu derdin artık dermanı olmaz, dedi. — Yavrum Allah dert vermesin, hele söyle bakayım. — Baba, ben Yoncalı Köyü’ndenim, benim köyümde deprem olmuş, ben bütün yakınlarımı, anamı, babamı, kardeşlerimi hep kaybetmişim, haberim yok, çoban adamım, garip adamım, Garip Köyü’nde çobanlık yapıyordum; ama olmuş bitmişlerden hiç haberim olmamış benim. Piri ihtiyar baba anladı ki onun yüreği yanık: — Yavrum ismin ne senin? — Süleyman, dedi. — Yavrum, Süleyman, hele otur, Allah büyüktür, şu mendilin içerisindekileri, Allah ne vermişse, beraber yiyelim, bir su içelim, ondan sonra yolun nereye gidecekse belki ben de seninle beraber yola revan olurum. — Baba, bir çobanın yuvası olabilir mi? Benim nereye gideceğim belirsiz. — Yavrum, hele dur, hele dur. Süleyman, sen demin bana bir şey söyledin, kaval çalan insan, saz çalan insan türkü de söyler, senin ağzından ben bir şeyler duymak istiyorum. Bir türkün yok mu, şu anda seni hüzünlendiren, içini kemiren bir muhabbet yok mu içinde? — Olmaz olur mu, baba? Aldı Süleyman bakalım piri ihtiyar babaya ne söyler, söylesin Sabri Yokuş, sağlığınıza, sağ olun var olun: Sorma baba sorma benim derdimi Yurdum yuvam viran olmuş ağlarım Felek çoğaltmış da benim derdimi Yurdum yuvam viran olmuş ağlarım — Yavrum, derdi veren Mevla dermanını da verir! — Hele dinle baba dinle: Sorma felek yıkmış benim binamı Ben yitirdim ela gözlü sunamı Ben göreydim gözü yaşlı anamı Yurdum yuvam viran olmuş ağlarım — Yavrum, hiç kimsen kalmamış mı senin? Bir yakının da mı kalmamış, bir amcan oğlu da mı yok, bir dayın oğlu da mı yok? — Hele dinle baba. Çoban Süleyman’ım sorma acımı Ben yitirdim neydem can ilacımı En son göreydim dertli bacımı Yurdum yuvam viran olmuş ağlarım Piri ihtiyar baba anlamıştı ki Süleyman’ın hiç kimsesi kalmamış: — Yavrum, ben sana bir adres vereceğim, sen benim verdiğim adrese gideceksin, inşallah o adreste sana birileri yardım eder. Kimsiz kimsesiz kalmışsın, ama seni yaradan bir Mevla vardır, Allah’tan ümit kesilmez. Bir köy ismi vermişti Süleyman’a, o köyün ismi neydi? Değirmen köyü, Süleyman günün bir gününde Değirmen köyüne gelecekti. O zamanlar vesait yok efendim, araba yok, yola revan olan dertli Süleyman, Çoban Süleyman kavalını ince ince çalarak yola düştü, geldi günün bir gününde Değirmen köyüne geldi. Köye girdi, ilk rastladığı adama sordu: — Amca, bu köyün ağası kimdir? Aslında bu soru sorulmazdı. Ne de olsa Süleyman gençti, On yedi on sekiz yaşlarındaydı. Amca da ehli irfan olduğu için anladı ki bu gencin tecrübesi bunu gösterdi: — Yavrum, yakışıklısın, çok güzel bir siman var, ama bu soru böyle sorulmazdı ya, herkes kendine göre bir ağadır, belli ki, sen köyün zenginini soruyorsun, dedi. — Evet, amca… — Yavrum, şu kapıda gördüğün Mahmut Bey bu köyün çok zenginidir, onun kapısına gidersin, arzun, isteğin, dileğin ne ise, Mahmut Bey yerine getirir. Mahmut Bey’in kapısına gelen Çoban Süleyman: — Selam Ağam, — Aleykümselâm, yavrum, buyur, bir arzun mu var? — Yok, ağam, seni sordum da geldim. — Buyur yavrum, Mahmut Bey, Çoban Süleyman’ı içeri aldı, Allah ne vermişse, yemek falan yendikten sonra: — Yavrum ismin ne senin, diye sordu. — İsmim Süleyman’dır, amca… — Benim ismimi belki öğrenmişsin, duymuşsundur, benim de ismim Mahmut. — Biliyorum Mahmut Amca, seni köyün içerisinde sormuştum. — Peki, yavrum bir arzun mu var senin? — Amca beni kapına çoban tutar mısın? Mahmut Bey baktı ki Allah buna öyle bir güzellik vermiş ki Çoban Süleyman’ın güzelliği Mahmut Bey’i de celp etti, “Yarabb-el Âlemin, ben bu delikanlıya ne yapayım ki bunun gönlü, arzusu yerini alsın” dedi: — Yavrum benim varım, servetim çoktur, istersen sana da vereyim, ama ben bu gençlikte, böyle güzel simada bir delikanlıyı çoban tutamam. — Yok, amca, benim gönlüm çobanlık yapmak ister. — İyi peki, yavrum, sen bilirsin. Ağanın bir kızı var Perişan isminde, Perişan yayladaydı, anasıyla beraber iki senede bir köye dönerlerdi. Günün bir gününde, hikâye ya işte zaman çabuk geçti, Perişan Sultan’ın da sebep vakti doldu, anasıyla beraber yayladan döndüler ki hemen onun kız arkadaşları toplandılar: — Kız Perişan, babana Allah bir servet vermiş, bir servet vermiş ki kapınızda bir çoban var. — İyi canım, altı üstü bir çoban değil mi? Kız burada büyük konuştu. Kuşluk zamanı, yani kuşluk zamanı dediğimiz şöyle sabahla öğlen arası saatlerde Çoban Süleyman koyunları getirdi, Sarımcı kadın koyunları sararken Perişan Sultan balkondan şöyle bir baktı, Çoban Süleyman’ın güzelliğini görür görmez, o da yanmaya başladı. — Yarabb-el Âlemin, bana arkadaşlarım söylemişti, ama inanmamıştım. Cenabı Allah şuna nasıl bir güzellik vermiş, dedi. Çoban Süleyman koyunları köyün içerisine geldiği zaman gelinler, kızlar Çoban Süleyman’ın gelişine hayranı olurdular. Fakat Süleyman’ın bir haysiyeti vardı, gözünü alır, kimseye bakmazdı. Sarımcı kadın koyunları sardı, Çoban Süleyman koyunları aldı, şöyle köyün içerisinde köylünün de bağlıkta koyunlarını otlatırken Perişan Sultan dayanamadı: — Ben Süleyman’ın yanına gideceğim, dedi. Kararını verdi, geldi Süleyman’ın yanına: — Selam, ağanın çobanı, — Aleykümselâm, bacı, Bacı lafını duyunca kız sanki bir okla vuruldu: — Süleyman, sen sözden anlar mısın? — Ne bileyim, biraz anlarım. Bakalım burada Perişan Sultan, Çoban Süleyman’a ne söyler? Aldı Perişan Sultan: Dinle bu sözümü canım Süleyman Sen beni bağında gül kabul eyle İstersen veririm sana canımı Bu garip gönlümü çöl kabul eyle Süleyman döndü: — Ben ekmeğini yediğim bir ağanın kızına dönüp bakamam. — Ulan zalim oğlu zalim, Allah sana öyle bir güzellik vermiş ki senin güzelliğin benim gönlümü virane etti. Süleyman ise; “aman ağamın kızı” deyip kızın ismini bile ağzına almıyor, Perişan Sultan bile diyemiyor: — Ağamın kızı, koyunların zamanı geldi, götürmem lazım, — Dur ulan, zalim oğlu zalim, koyunun zamanı mı? Aldı kız, bakalım ne dedi: Böyle midir bu dünyanın oyunu Ben sormadım asaletin soyunu Ne düşündün zalim çoban koyunu İstersen gönlümü yol kabul eyle Perişan Sultan sormamıştı, Süleyman kimdir, nereden gelmiş, kimin oğlu, kimin soyu diye sormamıştı? Sadece Çoban Süleyman’ın simasının güzelliği onun gönlünü celp etmişti: — Böyle midir bu dünyanın oyunu, ben sormadım asaletin soyunu, ne düşündün zalim çoban koyunu, istersen gönlümü yol kabul eyle… Çoban Süleyman döndü: — Aman ağamın kızı, ağam duyarsa beni öldürür. Ben ağamın kapısında ekmek yiyen biriyim, zaten kimim kimsem yok benim. Süleyman, Mahmut Bey’e de aynısını demişti. Mahmut Bey o zaman zaten Süleyman’a gereken ilgi, alakayı göstermişti: — Yavrum Süleyman madem sen depremde yakınlarını kaybetmişsin, bundan sonra benim evim senin evin, senin baban ben olacağım bu saatten sonra, demişti. Süleyman da sadakatli olduğu için, “ulan bana babalık yapan bir adamın kızına ben nasıl dönüp bakarım,” diye düşünüyordu. Alır Perişan Sultan son sözünü: Ben bir Perişanım gönül yaralıdır Dünya bir değirmen insan sıralıdır Sormadım ki Süleyman’ım neredir Doğrusu sen beni al kabul eyle Çoban Süleyman baktı ki: — Bu kızın benden vazgeçeceği yok. Hemen değneğini, heybesini bıraktı, dönüp ağasının yanına geldi Süleyman. Perişan orada ağlayarak düştü bayıldı. Kız orada kalsın, haberi kimle verelim? Çoban Süleyman geldi Ağası Mahmut Bey’in yanına. Mahmut Bey hemen sordu: — Süleyman, hayırdır, — Ağam benim üç yılım doldu burada, sebep vaktim doldu, eğer müsaade edersen ben artık gitmek istiyorum, evime, yuvama, anama, babama dönmek istiyorum. — Süleyman ya bana benim kimim, kimsem yok demiştin? — Yok, ağam, bağışla, o zaman sana yalan söyledim. — Süleyman seni mecbur etmiyorum, ama öyle bir anda benim yanıma geldin ki ben hazırlıksızım, senin hakkın bende var, hakkını vermem lazım. — Yok, ağam, istemem, yeter ki Allah razı olsun diyesin. — Süleyman, böyle olur mu? — Olur, ağam, dedi Süleyman. Çoban Süleyman yola revan olsun, garibin yuvası olmaz. Garibim nereye gelecekti? Nereye gidecekti artık? Şöyle yolda giderken, ayrıldı ya Mahmut Bey’den, Değirmen köyünden ayrıldı, nereye gidecekti? Derler ya, baba dostu, geçmişinden, babasının muhabbetinden, babasının hasbıhalliğinden, aklında bir isim kalmıştı, kim idi bu isim? İspir’de Hacı Ağa, Hacı Ağa’nın hanı vardı İspir’de, hep bahseder ki Süleyman’ın babası: — Ben İspir’e gittiğim zaman Hacı Ağa’nın hanına giderim, Hacı Ağa’yla sohbet ederim. Fakat Cenabı Mevla’mız Hacı Ağa’ya da hiçbir evlat nasip etmemişti, Hacı Ağa ise, ellerini her gün açardı duaya: — Yarabb- el Âlemin, bana vardan, servetten verdin, ama bana bir evlat nasip etmedin, benim bu varım, servetim, bu saatten, bugünden sonra kime kalacak acaba? Hep bu hayalin içerisinde, bu düşüncenin içerisinde bu teferruatta kalmıştı. Baktı ki, eşref saati ya, söz eşref saatine rast gelmişti ki, Hacı Ağa bu düşüncede iken, kapısı çalındı, açtı, siması güzel, ama yüreği solgun bir delikanlı, Hacı Ağa’yı sormuştu: — Buyur yavrum, bir arzun mu var? — Hacım, ben aslen Yoncalı Köyü’ndenim, sen benim baba dostumsun, benim babam Hacı Ali Ağa’ydı, ama depremde ben babamı kaybettim. — Vay benim yavrum, sen Hacı Ali Ağa’nın oğlu musun? Hacı Ağa, Süleyman’ı bağrına bastı: — Peki, yavrum, benden bir arzun, bir isteğin mi var? — Seni sordum geldim, baba. — Yavrum, nereye gidiyorsun? — Valla yanına kadar geldim. Anlamıştı, Hacı Amca anlamıştı olayı, Hacı dedi ki: — Yavrum, ben senin durumunu, senin intizarını anladım, sen bundan sonra buradasın, baban ki emri hak vaki olmuş depremde, bundan sonra senin baban benim, benim de bu mülkiyetime, bu haneme sahip ol, bu da bana yeter, demişti. Süleyman burada kalsın, biz size haberi nereden verelim, dönelim Değirmen köyüne. Dedik ya, Süleyman koyunları bıraktı, Mahmut Bey’in yanına gelirken Perişan Sultan orada ağlayarak düşmüş bayılmıştı. Ağa hem koyunları merak etti, hem de kızını göremiyordu balkonunda artık. Şöyle koyunlara doğru gelirken Mahmut Bey, baktı ki, bir ağlama sesi var, geldi ki kızı: — Yavrum ne oldu sana, derdin ne senin, neden ağlıyorsun? Bakalım burada Perişan Sultan babasına ne söyler? Biz sağlığınıza söyleyelim, sağ olun, var olun. Perişan Sultan döndü Mahmut Bey’e: — Hele dinle Baba: Sorma baba sorma benim derdimi Gönül yarasının dermanı gitti Bağdan geldim güzel simayı gördüm Asıl bu gönlümün seyranı gitti Babası hiçbir şey anlayamadı: — Yavrum ne gitti? Perişan Sultan dedi ki: — Eyvah, benim intizarımı babam anlamıyor, ben derdimi kime söyleyeyim? Aldı Perişan: Böyle midir bu dünyanın âlemi Gitti ama vermedi ki selamı Ben onsuz ne ederim böyle âlemi Asıl bu gönlümün fermanı gitti Babası baktı ki: — Ulan bu bir gönül meselesinden bahsediyor… Ama tövbeler olsun Çoban Süleyman babasının hiç aklına gelmiyor: — Yavrum açık konuş, ne söylemek istiyorsun, babana açık söyle. Perişan Sultan anladı ya, eyvah, kapalı perde arkasında benim babam intizarımı anlamadı; ama ben burada açıkça söyleyeyim: Perişan da bu dünyada gülmedi Ne yazık ki gözyaşını silmedi Yalvardım ağama gitti dönmedi Emektar çobanın Süleyman gitti — Perişan da bu dünyada gülmedi, akan gözyaşını yazık silmedi, yalvardım da amma geri dönmedi, emektar çobanın Süleyman gitti, deyince, açık konuşmuştu ya, burada üsluba göre çünkü fermanı gitti, dermanı gitti, kafiyeyi bile kısaltmıştı, yeter ki babası anlasın derdini diyerek; babası döndü kızına: — Ey yavrum, ne yapalım gittiyse başka bir çoban daha buluruz. Gelgelelim kızı ona tutulmuştu, başkasına değil. Değirmen köyünde bir ağa daha vardı, Kahraman Bey’in babası Ahmet Bey. Tabii herkes kendine göre bir ağadır, fakat o da çok zengindi, Kahraman Bey Perişan’ın anası Hanım Sultan’a bir mektup yazdı ki: — Hanım Sultan, biz böyle zenginiz, dallı budaklıyız, kızın Perişan’a aşığım, kızını benden esirgeme, demişti. Zaten Perişan’ın yüreği yanıyordu, Perişan yaslıydı, Süleyman gitmiştiya, anasıysa, derler ya, paranın yüzü sıcaktır, Perişan’ın anası Hanım Sultan ise bu haberi sevinçle alarak geldi kocasının yanına: — Mahmut Bey ne mutlu bize ki, bak, kızımızı kim ister? Ahmet Bey’in oğlu Kahraman Bey ister. Mahmut Bey tevekküllü adam idi, dedi ki: — Hanım, benim bir tek kızım var, onu gönülsüz veremem, kimde gönlü varsa ona vereceğim. Bu arada tabii ki kim soracaktı kıza bunu? Babası soracak değildi? Zaten babası kızının derdini anlayamıyordu. Annesi gelip soracaktı. Hanım Sultan geldi Perişan Sultan’ın yanına. Perişan Sultan ise bir cariye arkadaşıyla oturmuş, onunla gönül derdini paylaşıyor, gönül yarasından muhabbet açılmış, açılmış ama akan kanları, açılan yaraları saran kimse yok. Orada, vaktiyle cariye arkadaşı Telli de birine âşık olmuş, Perişan Sultan’a derdini, sitemini anlatıyordu ki: — Perişan, zaten bu dünya böyledir, hiç kimse sevdiğiyle olamıyor, hiç kimse sevdiğini alamıyor. — Acaba Çoban Süleyman nereye gitti, diye sordu Perişan. Kapı çalındı, Telli kapıyı açtı, kapıyı açınca Hanım Sultan: — Yavrum gözün aydın, Perişan sandı ki Süleyman geldi, heyecanlandı: — Buyur, ana, — Yavrum bak, bak, ne mutlu bize ki seni kim ister? Ahmet Bey’in oğlu Kahraman Bey bize izdivacında bulunmuş, gelmek istiyorlar, bir şerbetimizi içmek istiyorlar, ne diyorsun yavrum? Perişan Sultan ise, Çoban Süleyman’dan almış olduğu yarayla Kahraman Bey’le evlenebilir miydi, buna evet cevabını verebilir miydi? Buna gönlü müsaade etmez ki. — Telli, eline bir kâğıt, bir kalem al. Ana sen de odanın dışında bekle, ben sana arzumu şu satırların içerisinde bildireceğim, dedi Perişan. Bakalım, Perişan Sultan arzusunu nasıl bildirecekti: Ondan başkasına vermem gönlümü Gönlümün sultanı canan gelmese Viran etti bahçem ile gülümü Sevdiğim o bülbül gülşan gelmese — Kız, Telli, yazdın mı, diye sordu Perişan Sultan. Sonra da aldı sözünü: Ben kime açayım gizli yaramı O bitirdi takatimi çaremi Onsuza açamam gönül yaramı Derdimin ilacı derman gelmese Cariye arkadaşı Telli döndü Perişan’a: — Perişan, kimden bahsettiğini biliyorum, anlıyorum, yalnız annen bekliyor, sözün sonunu… Garip Perişan’ım yazın halimi Sizler bakın gözden akan selimi Ondan başkasına vermem gönlümü Sevdiğim Süleyman civan gelmese — Yazdın mı yavrum, diye sordu kapının arkasından anası. — Yazdım, ana, dedi Perişan. Telli hemen bu kâğıdı Perişan’ın anasına verir, Perişan’ın anasıysa çok merhametsizdi, gönül yarasını, gönül duygusunu, gönül cefasını tatmayan, görmeyen biriydi. Bir ana, kızına bu zulmü yapar mı? Perişan’ın yazdıklarını itibara almayarak hemen onları sildi, kızın ağzıyla yazdı ki: — Baba gönlüm vardır, ver gideyim. Mahmut Bey ne bilsin, Perişan Sultan ne bilsin, cariye arkadaşı olan Telli ne bilsin ki Hanım Sultan böyle bir yazı yazmış. Biz haberi size kimden verelim? Mahmut Bey, karşı tarafa, yani Kahraman Bey’in babası Ahmet Bey’e haber yollasın: — Efendim, bizler hazırız, ne mutlu bize ki, sizin gibi dostlarla muhatap olacağız, senin gibi bir ağanın oğluna ben kızımı vereceğim, ne mutlu bana, demişti. Biz size haberi nerden verelim? Dönelim İspir’e, Çoban Süleyman ise, masaya başını koymuş, rüyasında ala koyunu görüyor, ala koyun ağlıyor: — Çoban Süleyman ne olursun dön. Düğünden, dernekten bahsettik ya, aynı köyden, Değirmen köyünden, yani Perişan Sultan’ın köyünden Tahir Bey isminde biri hediye almak için İspir’e gidecekti; fakat duymuştu ki, Perişan bir çobana gönül vermiş… Köyden içeri girdi, hazırlığını yapacak sıradayken hanımı Gülşah Sultan’a seslendi, Tahir Bey’in hanımı Gülşah Sultan dedi ki: — Tahir Bey, bugün seni endişeli görüyorum, hayırdır? Read the full article
0 notes
edebiyatciyim · 6 years ago
Link
HALK HİKAYESİ(Halk hikayeleri - Halk hikayelerinin özellikleri - Halk hikayesi örnekleri)
0 notes