#haftaya gelir sanıyordum
Explore tagged Tumblr posts
Text
aliexpress kargom geldi 😭💌
12 notes
·
View notes
Text
Vay be bi ay olmuş buralardan uzak kalalı gerçi sadece burdan mi uzağım her şeyden. En son hayatıma yeni bi başlangıç yapmıştım başlangıcin girişi nasıl derseniz güzeldi. Lakin son bi haftaya kadar. Bi hafta da her şey değişti kendimi boşlukta buldum ne yapmam gerektiğinin farkında olmadığım her şeyin karmasiklastigi bi hafta. Aslında hiçbir sebep yok bunların olması için hayatım çok güzel yani öyle sanıyordum. Bastırdığım şeyler bi haftada çıktı ortaya. Bi hafta içinde patladı taştı. Ağlamak isteyip ağlamaktan korkar zarar vermek isteyip kaçan biri oldum. Kendime değer vermeye başlamışımdır belki bilmem. Sebebi olmayan şeylerin sonucu nasıl olur bilmiyorum ama benim sonucum güzel olur inşallah. Ben toplarım çünkü her seferinde güçlendigimin farkındayım çok zor geçiyor ama yine de güçleniyorum. Elimde olursa yazmaya devam edicem lakin unutursam yine bi gün gelir böyle hatırlatma yaparım o zamana kadar görüşürüz.
0 notes
Photo
Irene Auditore'nin hoşlandığı pek az şey vardı hayatta; gökyüzünü izlemek veyahut güneşli bir pazartesi sabahında genellikle insanların çalıştıkları için sokaklarını ıssız bıraktıkları güzel Venezia'da (Venedik) kendi başına dolanmak gibi. Kalabalığı sevmezdi Irene; gürültünün, özellikle de muggle gürültüsünün, düşüncelerinin saflığına zararlı olduğuna inanırdı. Bu yüzden sevdiği nadir şeylerden olan yaşadığı kente, Venedik'e, çok nadir dolaşmaya inerdi. İnsanların çoğunun çalıştığı pazartesi sabahları ve herkesin ertesi haftaya hazırlanmak üzere erkenden evlerine çekildikleri pazar akşamları dışında dışarıya pek çıkmazdı. Evden çıkmadığı zamanlarda vaktini genelde kitap okuyarak değerlendirirdi. Küçüktü ama bilgi hazinesi genişti. Birçok büyüyü kendi başına yapmayı öğrenmişti. Muggle'lardan nefret eden babası ve büyükbabasına rağmen muggle'ların da pek çok sanatını, başarısını, gelenek ve göreneklerini öğrenmişti. Saygı duyduğu muggle'lar vardı. Dinlediği muggle sanatçılar vardı. Takip ettiği muggle sporları ve denemeyi sevdiği muggle mutfaklarından tarifler vardı. Eğer kütüphanede değilse genellikle mutfakta, yeni bir muggle tarifini deniyor olurdu.
Muggle'lara karşı olan bu ilgisi yalnızca amcası Niccolo tarafından bilinirdi ve gizliden gizliye desteklenirdi. Niccolo Auditore, İngiltere'de yaşamasına rağmen ayda birkaç kere Auditore Konağına gelir, Irene de her geldiğinde onu yeni bir muggle tarifi ile şaşırtırdı. Irene, amcasının sadece karnını doyurmayı sevdiğini düşünürdü ancak amcasının sevdiği şey Irene'in yemek yaparken yüzünde oluşan o büyük gülümsemeydi.
Nadiren gülerdi Irene. Hayatta gülümseyecek pek bir şey bulamadığını söylerdi amcasına hep. Neden gülseydi ki, Irene yalnızdı, mutsuzdu ve hayatta yeni şeyler öğrenmek dışında hiçbir amacı yoktu. Ailesi muggle'lara olan nefretleriyle nam salmış bir safkan ailesiydi. Lakin safkan olmalarından çok disiplinli olmaları ile tanınırlardı İtalya'da. Disiplin her şeydi. Disiplin bir ailenin şerefiydi ve disiplinsizlik asla kabul edilemezdi. Çocukça hiçbir davranışın özrü olamazdı ve belki de bu yüzden Irene asla diğer çocuklar gibi evde koşamamış, yaramazlık yapamamıştı. Bu da onu erkenden büyümek ve gülümsemeyi unutmak zorunda bırakmıştı.
Petruccio Auditore, nam-ı diğer Irene'in despot dedesi, İtalya'nın bilinen en iyi seherbazlarından birisiydi ve başarısızlığa asla tahammülü yoktu. Irene büyü namına bildiği her şeyi ondan öğrenmişti. Evet, küçük yaşında güçlü bir büyücü olmuştu şüphesiz. Ancak asla mutlu olamamıştı.
Babaannesi Teodora Auditore, eşinin disiplin takıntısını paylaşmıyordu, lakin ona karşı gelmenin ne kadar büyük bir hata olduğunu deneyimlemiş olacak, asla Petruccio'nun Irene'i terbiye etme yöntemlerini eleştirmiyordu. Irene'e ne yakın, ne de uzaktı. Söz söyleme hakkının olmadığını düşünüyor olacak, asla Irene'e bir şeyler öğütlemeye kalkmıyordu. Irene, büyükannesinin bu tavrını korkaklık olarak değerlendirse de kendisi de ona bunu söyleyebilecek kadar cesur değildi.
Ve babası Vieri Auditore, işkolikti. Onu tanımlayabilecek olan tek şey buydu, işkolik olması. Eşinin ölümünün ardından Vieri kendisini işine vermiş, başka hiçbir şeyle ilgilenmez olmuştu, özellikle de küçük kızı Irene'le. Onu babasının denetimine vermiş, baba olmanın kızına bir bakıcı bulmaktan ibaret olacağını düşünmüştü. Irene'e ayıracak bir dakikası bile yoktu. Küçükken babasının ilgisini çekmek için çok uğraşan Irene, bunun olmayacağını anladığı günden beri babasıyla minimum iletişim düzeyinde olmalarına takılmamaya başlamıştı. ‘Can çıkmadan huy çıkmaz,’ deyimini iyi öğrenmişti küçük kız, babasının bu saatten sonra ona ilgi gösterip nihayet ‘babalık’ rolüne soyunmayacağını çok iyi biliyordu ve bundan dolayı acı çekmemesi gerektiğini anlayalı yıllar olmuştu.
Irene yalnız bir çocuktu. Daha önce hiç arkadaşı olmamıştı. İtalya elbette büyük bir ülkeydi, lakin onun bu kadar büyük bir yerde bir tane bile arkadaşı yoktu. Irene'in hızlı olgunlaşması şüphesiz onu yalnız kılan etmenlerden birisiydi fakat dedesinin aşamadığı muggle fobisi yüzünden o da hiç arkadaş edinmeye çalışmamıştı. Çünkü muggle'lar pisti, aptaldı ve varlıklarıyla dünyayı kirletiyorlardı, en azından dedesi öyle söylüyordu ve Irene onu anlamaya çalışıyordu. Sonuçta o dedeydi, görmüş geçirmişti ve çok şey biliyordu. O halde haklı olmalıydı.
Çoğu zaman dedesini anlamaya çalışıyordu Irene, fakat bazen de bu dünyaya bir şeyler bırakanların sadece muggle'lar olduğunu görüp dedesinin acınası mantığına bir anlam vermeye çalışmadığı zamanlar da oluyordu. İşte o zamanlar gerçekten çok yalnız hissediyordu ve çok derinlerde bir yerde adını koyamadığı bir duygunun boşluğunu yaşıyordu.
Yine sıradan bir günün ardından, aynı boş hisleriyle yatağına uzanmıştı Irene. O gün dedesi ona yeni bir büyü öğretmişti ve alıştırmalar yüzünden Irene oldukça yorgun düşmüştü. Bu yüzden yatağına yatar yatmaz uyuyakalmıştı ama birden duyduğu bir sesle uyandı. Sabah mı olmuştu?
“Irene.”
İsminin söylenmesi ile anında doğruldu yatağında küçük kız. Dakik olmak disiplinin ilk aşamasıydı sonuçta ve dedesi güne başlarken Irene'in henüz uyanmadığını duyarsa onu cezalandırabilirdi. Bu yüzden Irene her sabah hizmetçilerden birisinin dedesi uyanmadan yarım saat önce kendisini uyandırmasını istemişti.
O sabah yine her zamanki gibi ismini duyunca uyanmış, yatağından doğrulmuştu, fakat gözlerini açtığında etrafın henüz karanlık olduğunu fark edip şaşırmıştı. Tam hizmetçiye neler olduğunu sormak üzere başını çevirdiğinde onu uyandıranın hizmetçi değil, amcası Niccolo olduğunu görmüştü.
“Nico amca!” diye bağırarak kendisini amcasının kollarına attı küçük kız, amcasını görmeyeli uzun zaman olmuştu. Amcası da ona sarılıyordu, bir yandan da Irene'i sessiz olması için uyarıyordu.
“Dedeni uyandıracaksın bak.”
Irene 'dede’ kelimesini duyar duymaz susmuştu ve onun bu ani sessizliği Niccolo'yu rahatsız etmişti. Küçücük bir çocuğun burada ruhunun ezilmesine daha ne kadar sabretmesi gerekiyordu?
“Deden uyansa da bir şey yapamaz. Ama uykusunu bölmememiz için öyle söylemiştim,” dedi Niccolo gülümsemeye çalışarak. Irene başını salladı. Amcası konaktayken dedesi elbette bir şey yapamazdı. Ama amcası o haftanın sonunda yine gidecekti ve işte o zaman Irene dedesi ve dedesinin cezalarıyla baş başa kalacaktı. Hayır, amcası varken bile dedesini kızdırmayı göze alamazdı.
“Cuma günü geleceğini sanıyordum Nico amca,” dedi Irene amcası onu kucağından indirdikten sonra.
“Planlarda biraz değişiklik oldu. Bir mektup bekliyorum. Ve mektup gelene kadar sizde kalmam gerekiyor.”
“Umarım mektubun hiç gelmez,” diye mırıldandı Irene. Bunu duyan amcası bir kahkaha attı.
“Ama bu mektup senin için de çok önemli olacak Irene.”
“Benim için ne gibi bir önemi olabilir ki?” Amcası göz kırptı.
“Korkarım ki bunu yalnızca mektup geldiğinde öğrenebileceksin, nipote (yeğenim).”
Irene gülümsedi. Meraklanmıştı, evet. Ancak mektup gelmediği müddetçe amcası onlarda kalacaktı ve Irene için bunu bilmesi yeterliydi. Belki de hayatında ilk defa bir yaramazlığa kalkışabilirdi. Alacağı cezalar umurunda bile değildi, amcasını sonsuza dek Auditore Konağında tutabilecekse dedesinin onu aç bırakmasına bile razıydı.
**
Günün ilk ışıkları görünene dek Niccolo Irene'e geçen ayda neler yaptığını ve yeni gördüğü yerleri anlattı. Hepsini büyük bir merakla dinleyen Irene amcası tüm başından geçenleri anlatıp bitirdiğinde sordu:
“Amca, Earl Grey getirdin mi?”
Niccolo bu soruyu bekliyormuşçasına gülümsedi ve bir süre çantasını kurcaladı. Birkaç saniyelik uğraşın ardından küçük bir kutu çıkarttı ve kutuyu Irene'in hevesle bekleyen ellerine bıraktı.
“Yaşasın! Earl Grey!” diyerek zıplamaya başladı Irene. Ancak birkaç saniye sonra zıplamaya başladığını fark etmiş, durdurmuştu kendisini. Genelde yaptığı hareketler değildi bunlar ve kendisine hakim olamamasından dolayı biraz rahatsız olmuştu. Hafifçe öksürerek tekrar oturduğunda amcası bir kahkaha attı ve kızın saçlarını karıştırdı.
“Küçük bir kız olduğunu hatırlayacağın günün gelmesi için sabırsızlanıyorum,” dedi Niccolo hala gülerken. Irene somurttu ve başını çevirdi, ardından da tekrar kutuya baktı. Kutunun kapağını açıp içini kokladığında yüzüne tekrar bir gülücüğün yerleşmesine engel olamamıştı.
“Perfetto (Mükemmel),” diye mırıldandı küçük kız.
Elindeki kutu bir paket Earl Grey çayından başka bir şey değildi, lakin Irene İngilizlerin bu inanılmaz güzel çayı için dünyaları verebilirdi. Amcası her geldiğinde ona bir kutu Earl Grey getirirdi ancak Irene genelde tüm kutuyu bir haftada tüketir, amcası tekrar gelene kadar boş kutuyu koklar dururdu. Bazen amcası da Earl Grey getirmeyi unuturdu ve o zamanlar Irene hayatının kuşkusuz en depresif zamanlarını yaşardı.
“Pekala nipote (yeğenim), madem çayına da kavuştun, bu öğlen beş çayı için bize kurabiye yaparsın diye umuyorum.”
Irene'in gözleri parladı anında.
“Çikolata parçalı mı olsun, cevizli mi?” Niccolo bir süre düşünüyormuş gibi elini çenesine koydu.
“Aşçı sensin piccina (ufaklık), sen ne dersen o olur.”
“O halde çikolatalı!”
Gülümsedi Niccolo küçük kızın neşesine. Her şey planına uygun giderse birkaç gün sonra küçük yeğenini nihayet bu evden ve despot babasından kurtarabilecekti. Sabret nipote (yeğenim), diye düşündü kendi kendisine. Seni bu ruh emicilerden kurtarmama çok az kaldı. Bekle ve gör bak…
**
Günün en hareketli saatinde, Venedik'in belki de en hareketli mekanında bulunmak Irene'i ister istemez geriyordu. Rialto Köprüsü çok sevdiği bir mekandı ancak haftanın her günü, her saatte kalabalık olmasından dolayı Irene orada dolaşmayı pek tercih etmezdi. Rialto Köprüsü, Venedik'in iki yakasını birbirine bağlayan, etrafında ise sayısız mağazalar ve kafelerle oldukça işlek, tabiri yerindeyse hayatın aktığı bir köprüydü. Yerli ve yabancı turistler günün her saatinde Rialto Köprüsünü doldurur, kimi resim çekilmeye çalışırken kimisi de hızlıca köprüyü geçip dükkanlara ulaşmaya çalışırdı. Canal Grande (Büyük Kanal)'yi izlemek varken insanların alışveriş meraklarına yenik düşerek güzelim nehri görmezden gelmeleri üzüyordu aslında Irene'i. Akşamları gökyüzü yıldızlarla dolduğunda ve Canal Grande'nin iki tarafı da rengarenk ışıklarla aydınlandığında ziyaret edilmeliydi Rialto Köpsürü asıl. Suya yansıyan tüm o parlak ışıklar ve insan görüntüleri Irene'in uzaktan izlemeyi sevdiği bir görüntü oluşturuyordu. Gürültüyü sevmemesine rağmen bazen akşam vakitleri Rialto Köprüsüne geliyor, sessizce insanları izliyordu. Hayattaki amaçları bile belli olmayan tuhaf insanlar nasıl da mutlu ve neşeli oluyorlardı! Acaba küçük ve önemsiz olmak mıydı mutluluğun kaynağı? Cahillik mutluluktur, acaba Irene'in benimsemesi gereken hayat felsefesi bu mu olmalıydı?
“Hey, Irene,” diyerek küçük kızı düşüncelerinden çekip aldı amcası. “Sana balon almamı ister misin?”
“Sana oradan kaç yaşında görünüyorum amca? 3 mü?”
Niccolo kahkaha atarken çevredeki kızlar iç çekmeye başlamışlardı. Niccolo yakışıklı bir delikanlıydı. 20 yaşına henüz girmişti ve kahverengi, iri gözleri; siyah, omuzlarına dökülen uzun saçları vardı. Çoğu zaman saçlarını atkuyruğu yapardı ve Irene amcasının hep çok yakışıklı olduğunu, hatta dünyada ondan daha yakışıklı kimse olamayacağını düşünürdü. Irene amcasının genç olmasının ona iyi davranmasındaki yegane etken olduğunu düşünüyordu ancak amcası ona çok daha başka bir şey söylemişti.
“Ben anne-babam gibi değilim, çünkü ben onlardan uzakta büyüdüm.”
“Nasıl yani?” diye sormuştu küçük kız.
“Ben Hogwarts adı verilen bir büyü okulunda eğitim gördüm. Sadece yazları ailemin yanına dönüyordum, onun dışında tüm eğitimimi orada tamamladım ve babamın disiplinini almamış olsam da gayet iyi bir büyücü olduğumu düşünüyorum.”
“Peki,” diyerek sözünü kesmişti Irene amcasının. “Bende Hogwarts'da okuyabilir miyim?” Her zamanki sıcak kahkahalarından birisini patlatmıştı Niccolo.
“Elbette okuyabilirsin. Ve sen endişelenme, okuyacaksın. Babam ne derse desin okumanı sağlayacağım.”
“Madem balon istemiyorsun, o halde sinemaya gidelim.”
“Ve sonra dedem bir muggle etkinliği yaptığım için beni öldürsün? Babanın katil olmasını ister misin amca? Ben dedemin katil olmasını istemem, yani grazie (teşekkürler), ben almayayım.”
“Irene, dedenden bu kadar da korkmana gerek yok,” dedi Niccolo bir an ciddileşerek.
“Ben… Ben dedemden korkmuyorum,” dedi Irene ancak bunu söylerken bile titremesine engel olamamıştı ve bu da amcasının gözünden kaçmamıştı. İç çekti Niccolo.
“Pekala piccina (ufaklık), bunu sana henüz söylemeyi düşünmüyordum ama sen umutsuz vakasın. Bu yüzden sürprizimi bozuyorum ve sana o mektubun neyle ilgili olduğunu söylüyorum, beni iyi dinle. O mektup aslında sana gelecek nipote (yeğenim). Ve içinde de senin Hogwarts kabul mektubun olacak.”
“Ho-Hogwarts mı?”
“Si (evet). Benim erken gelmemin sebebi bu sefer giderken seni de götürecek olmam. Kim ne derse desin seni daha fazla o ruh emicilere bırakamam. Benimle İngiltere'ye geliyorsun ve Hogwarts'da eğitim göreceksin. Yani ne kadar çabuk İngilizce öğrenmeye başlarsan o kadar iyi olur.”
Irene konuşamayacak kadar sersemlemişti.
“Amca… Dalga geçmiyorsun ya?” diye sordu umutsuzca, çünkü bu olmasını en çok istediği şeydi ve bir anda olabileceği aklının ucundan bile geçmezdi. Bu bir mucize değil de neydi?
“Hey, neyim ben, yalancı mı? Amcana güvenmiyor musun? Bak kalbimi kırıyorsun ama.”
Irene olayın şokunu hala atlatamamıştı ki bir anda duyduğu tanıdık bir sesle kendisine geldi.
“Messer (Bay) Niccolo! Babanız derhal Signorina (küçükhanım) ve sizi görmek istediğini söyledi. Ah, Messer Petruccio çok öfkeli görünüyordu. Lütfen acele edin.”
Kendilerine neler olduğunu açıklayan hizmetçiye başıyla tamam diyen Niccolo yeğenine döndü gülümseyerek.
“Sanırım küçük sürprizimden ben müjdeleyemeden haberleri olmuş.”
“Amca… Ya dedem bana kızarsa? Hogwarts'a gitmemi istemiyor…”
“Ama ben istiyorum! Bunca yıl o ruh emicilerin seni istedikleri gibi yetiştirmelerine seyirci olmak zorunda kaldım ve çok sevgili ağabeyim Vieri yıllarca ona seni babama bırakmamasını söylediğim yakarışlarımı duymazdan geldi. Bu yüzden bundan sonra kendi savaşımızı kendimiz vereceğiz. Hazırla kendini, nipote! Evde çok büyük bir eğlence bizi bekliyor!”
0 notes