#hükümet kadın
Explore tagged Tumblr posts
Photo
hükümet kadın sözleri
#hükümet kadın#hükümet kadın replikleri#hükümet kadın sözleri#replik#replikler#söz#sözler#film#film sözleri#film replikleri#sermiyan midyat
1 note
·
View note
Text
Ülke yangın yeri, artık şartlar o kadar kötüye gidiyor ki her gün yeni bir cinayet, yeni bir intihar haberi alıyoruz. Adalet dediğimiz şey artık duvarlarda asılmış bir yazıdan ibaret. Sokaklarda sayamadığım kadar suç kaydı olan insanlar fink atmakta, hiç kimse bu durumda hiçbir şey yapmamakta. Yakalanan şahıs, ertesi gün salınıyor. Neden? Nasıl bu hale geldi bu ülke? Ne yapmaya çalışıyoruz? Her gün bir kadın, bir çocuk cinayeti mi göreceğiz? Her sabah bu haberlere mi uyanacağız? Bir şeyler yapılmalı, hükümet gereken önlemi almalı, gereken cezaları vermeli. Affetmemeli böyle suçları artık, en küçük suçta bile kapatılmalı böylesine varlıklar. Bu varlıklar, topluma uyum sağlayabilecek olsalardı en başında sağlarlardı zaten. Yapmayın, etmeyin. Hükümetten tek beklentimiz, bize güvenli, refah içinde yaşayabileceğimiz bir ortam sağlamasıdır. Bunları sağlayamıyorsa görevinden sapmıştır artık. Lütfen, kendi ülkemizi düşünelim artık, her gün her gün bir vatandaşımızın ölüm haberini daha görmek istemiyorum, istemiyoruz. Titreyin, kendinize gelin.
8 notes
·
View notes
Text
Bu yolun sonu “Türk-Kürt-Arap Federasyonu” mu?
M.Tanzer Ünal
Makaleyi mutlaka okuyun.
Ülkemizde son günlerde “akıl dışı” olaylar yaşanıyor.
Acayip!
Sabah uyanıyoruz, bakıyoruz Dışişleri Bakanlığı’ndan bir müjde (!)
“15 yaş altı ve 50 yaş üstü Iraklılar, 1 Eylül’den itibaren ülkemize vizesiz girebilecek.”
Haydaaa…
Nereden çıktı bu karar?
Neden böyle bir karar alındı?
Bu kararın mantığı ne?
Ülkemiz, bu karardan ne kazanacak, ne kaybedecek?
Hiçbir açıklama yok.
Emir, büyük yerden!
Patron emretti, uyguluyoruz.
Şimdi vatanımızın geleceğinden kaygı duyan herkes, bunu tartışıyor.
Şunun şurasında bir hafta sonra uygulama başlayacak, sınır kapılarında Iraklılara hiçbir güçlük çıkarılmayacak ve vize sorulmayacak.
Pasaportuna damga vurduran elini kolunu sallayarak Türkiye’ye girebilecek.
Ülkemizde ne kadar kalacaklar?
Dönecekler mi, dönmeyecekler mi?
Ne iş yapacaklar, geçimlerini nasıl sağlayacaklar?
Sağlık ve eğitim hizmetlerini bedava mı alacaklar?
Bunlara da ileride vatandaşlık verilecek mi?
Kafalarda onlarca soru…
Cevabı var mı bu soruların?
Yok!
Irak’la ilgili bazı bilgiler
1 Eylül’den itibaren Iraklılar artık elini kolunu sallaya sallaya ülkemize girebileceğine göre, Irak’la ilgili bazı bilgileri beynimizin bir köşesine yerleştirmekte yarar var.
*Irak’ın nüfusu, 45 milyon.
*Halkın yüzde 42’si okuma yazma bilmiyor.
*Ortalama eğitim seviyesi, 3 yıl.
*Kişi başına milli gelir, 4.600 dolar.
*Nüfusun yüzde 75’i Arap, yüzde 20’si Kürt, yüzde 5’i diğer.
*İnsanların çoğu mesleksiz. “Birey” sayısı çok az. Devletten aldıkları “şartlı sosyal yardımla” geçiniyorlar, yönetenlere biat ederlerse yardım almaya devam ediyorlar.
*Dünya Bankası verilerine göre, “çalışma verimi” çok düşük. Devlette çalışan bir memur ve işçinin günlük verimi, sadece 17 dakika.
*Mesleksizlik ve işsizlik, gençlerde büyük sorun yaratmış durumda. Gençler, çoğunlukla gelişmiş başka ülkelere gitmek istiyor, bunu başaramayanlar da PKK veya diğer terör örgütlerinin aylık 300-400 dolarlık militan olma tekliflerine evet demek zorunda kalıyorlar.
*Irak, her ne kadar görünürde biri merkezi (Irak Cumhuriyeti), diğeri bölgesel (Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi) iki hükümet tarafından yönetiliyorsa da, ülkenin esas patronu ABD.
İşte, vizesiz kapılarımızı açtığımız Irak’ın durumu bu.
Kafalarda bir soru daha…
15 yaş altı ve 50 yaş üstü Iraklılara vize uygulanmayacağına göre, 45 milyon nüfusun acaba ne kadarı bu yaş diliminde?
45 milyon nüfusun yarısı…
Yani en az 20 milyon.
Demek bu 20 milyon Iraklı, artık bundan sonra değişik zaman dilimlerinde aramızda olacak.
Bu işin içinde bir “hinlik” var
Yaşadıklarımız, normal değil.
Bu işin içinde bir “hinlik” var.
Yıllardır, 13 milyon sığınmacıdan (işgalciden) ülkemizi kurtarmak için mücadele ederken, şimdi bir de başımıza “vizesiz Iraklılar” çıktı.
Adeta “Moğol istilası” altındayız.
Mevcut 13 milyon sığınmacı…
Buna Türkiye’ye vizesiz girme hakkı olan 20 milyon Iraklının 10 milyonunu da ekleyin, ne yaptı?
23 milyon…
Türkiye’de doğurganlık hızı, yani bir kadının yaşamı boyunca hayata getirdiği çocuk sayısı, 1.5.
Irak, Suriye, Afganistan gibi, vatandaşları Türkiye’ye sığınan ülkelerde bu sayı kaç biliyor musunuz?
Kadın başına 3.5.
Bu da demek oluyor ki, Türkiye’nin demografik yapısı önümüzdeki 10 yıl içinde hızla değişecek.
İşte bu nedenle “İşin içinde bir hinlik var” dedim.
“Türksüz, Türkiye projesi”ne doğru koşar adım
Emperyalist devletler, “Türk vatandaşlığı üzerine inşa edilmiş 100 yıllık bir toplumsal kültürü” yok etmek istiyorlar.
Kendilerini bu topraklardan kovan Atatürk’ten ve Cumhuriyet’in kuruluşundan intikam almak istiyorlar.
Ülkemizde “kendilerini Türk bilenlerin” sayısını hızla azaltmak istiyorlar.
Hedeflerine koşar adım yürüyorlar.
Bu yaşadıklarımızın hiçbiri tesadüf değil.
Hepsi planlı programlı.
Hepsi bilinçli…
Amerika’da yazılan BOP senaryosu, noktasına virgülüne kadar uygulanıyor.
Filmi AKP döneminin ilk yıllarına sarın, “TC”, resmi dairelerden silindi mi?
Silindi…
“Türk milliyetçiliği” ayaklar altına alındı mı?
Alındı…
“Varlığım Türk varlığına armağan olsun” diyen andımız, okullardan kaldırıldı mı?
Kaldırıldı…
Ülkeyi yönetenler, “Türk milleti” demeyeli kaç yıl oldu, bir de bunu düşünün!
Daha hangi birini sayayım?
Yahu, Turizm Bakanlığı bile “Türk” kelimesine karşı savaş açtı.
Müzik korolarının başındaki “Türk” kelimesi kaldırıldı, uyduruk sözcükler kondu.
Örneğin, “Edirne Devlet Türk Müziği Topluluğu”nun ismi, “Edirne Rumeli Müzikleri Topluluğu” olarak değiştirildi.
Emperyalist devletler, yıllardır uyguladıkları “Türksüz, Türkiye projesi”nde son aşamaya geldiler.
Bir taraftan yasaklarla “Türklüğü” unutturuyorlar, diğer taraftan ülkemizdeki Türkleri;Iraklı, Suriyeli, Afganlı işgalleriyle “azınlık” hale getiriyorlar.
Kartlarını açık oynuyorlar, ama ne yazık ki toplum “afyon yutmuş gibi” olup biteni alkışlamaya devam ediyor.
Bu yolun sonu ne biliyor musunuz, “Türk-Kürt-Arap Federasyonu”!
Federasyon da biliyorsunuz, bir ülkeyi parçalamanın ön adımı.
Federasyon kurulur, bir süre sonra her bir federasyon bir parça toprak alıp kendi yoluna gider.
Benim gördüğüm bu.
Tehlikeli sularda yüzüyoruz.
Dikkat edin, emperyalistler, bütün düğmelere aynı anda bastılar.
Hukuksuz devlet…
Ekonomik kaos…
Yönetim krizi…
13 milyon sığınmacı…
Şimdi de “vizesiz Iraklılar”…
Türkiye, tam teslim alındı.
Türkiye, 100 yıl sonra bir kez daha “kurtarılması gereken ülke” konumunda.
Artık uyanalım!
Yarın, çok geç olabilir.
(Alıntı)
10 notes
·
View notes
Text
Hükümet Kadın 2
Türkiye 🇹🇷
33 notes
·
View notes
Text
Bu yolun sonu “Türk-Kürt-Arap Federasyonu” mu?
(M.Tanzer Ünal)
Ülkemizde son günlerde “akıl dışı” olaylar yaşanıyor.
Acayip!
Sabah uyanıyoruz, bakıyoruz Dışişleri Bakanlığı’ndan bir müjde (!)
“15 yaş altı ve 50 yaş üstü Iraklılar, 1 Eylül’den itibaren ülkemize vizesiz girebilecek.”
Haydaaa…
Nereden çıktı bu karar?
Neden böyle bir karar alındı?
Bu kararın mantığı ne?
Ülkemiz, bu karardan ne kazanacak, ne kaybedecek?
Hiçbir açıklama yok.
Emir, büyük yerden!
Patron emretti, uyguluyoruz.
Şimdi vatanımızın geleceğinden kaygı duyan herkes, bunu tartışıyor.
Şunun şurasında bir hafta sonra uygulama başlayacak, sınır kapılarında Iraklılara hiçbir güçlük çıkarılmayacak ve vize sorulmayacak.
Pasaportuna damga vurduran elini kolunu sallayarak Türkiye’ye girebilecek.
Ülkemizde ne kadar kalacaklar?
Dönecekler mi, dönmeyecekler mi?
Ne iş yapacaklar, geçimlerini nasıl sağlayacaklar?
Sağlık ve eğitim hizmetlerini bedava mı alacaklar?
Bunlara da ileride vatandaşlık verilecek mi?
Kafalarda onlarca soru…
Cevabı var mı bu soruların?
Yok!
Irak’la ilgili bazı bilgiler
1 Eylül’den itibaren Iraklılar artık elini kolunu sallaya sallaya ülkemize girebileceğine göre, Irak’la ilgili bazı bilgileri beynimizin bir köşesine yerleştirmekte yarar var.
*Irak’ın nüfusu, 45 milyon.
*Halkın yüzde 42’si okuma yazma bilmiyor.
*Ortalama eğitim seviyesi, 3 yıl.
*Kişi başına milli gelir, 4.600 dolar.
*Nüfusun yüzde 75’i Arap, yüzde 20’si Kürt, yüzde 5’i diğer.
*İnsanların çoğu mesleksiz. “Birey” sayısı çok az. Devletten aldıkları “şartlı sosyal yardımla” geçiniyorlar, yönetenlere biat ederlerse yardım almaya devam ediyorlar.
*Dünya Bankası verilerine göre, “çalışma verimi” çok düşük. Devlette çalışan bir memur ve işçinin günlük verimi, sadece 17 dakika.
*Mesleksizlik ve işsizlik, gençlerde büyük sorun yaratmış durumda. Gençler, çoğunlukla gelişmiş başka ülkelere gitmek istiyor, bunu başaramayanlar da PKK veya diğer terör örgütlerinin aylık 300-400 dolarlık militan olma tekliflerine evet demek zorunda kalıyorlar.
*Irak, her ne kadar görünürde biri merkezi (Irak Cumhuriyeti), diğeri bölgesel (Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi) iki hükümet tarafından yönetiliyorsa da, ülkenin esas patronu ABD.
İşte, vizesiz kapılarımızı açtığımız Irak’ın durumu bu.
Kafalarda bir soru daha…
15 yaş altı ve 50 yaş üstü Iraklılara vize uygulanmayacağına göre, 45 milyon nüfusun acaba ne kadarı bu yaş diliminde?
45 milyon nüfusun yarısı…
Yani en az 20 milyon.
Demek bu 20 milyon Iraklı, artık bundan sonra değişik zaman dilimlerinde aramızda olacak.
Bu işin içinde bir “hinlik” var
Yaşadıklarımız, normal değil.
Bu işin içinde bir “hinlik” var.
Yıllardır, 13 milyon sığınmacıdan (işgalciden) ülkemizi kurtarmak için mücadele ederken, şimdi bir de başımıza “vizesiz Iraklılar” çıktı.
Adeta “Moğol istilası” altındayız.
Mevcut 13 milyon sığınmacı…
Buna Türkiye’ye vizesiz girme hakkı olan 20 milyon Iraklının 10 milyonunu da ekleyin, ne yaptı?
23 milyon…
Türkiye’de doğurganlık hızı, yani bir kadının yaşamı boyunca hayata getirdiği çocuk sayısı, 1.5.
Irak, Suriye, Afganistan gibi, vatandaşları Türkiye’ye sığınan ülkelerde bu sayı kaç biliyor musunuz?
Kadın başına 3.5.
Bu da demek oluyor ki, Türkiye’nin demografik yapısı önümüzdeki 10 yıl içinde hızla değişecek.
İşte bu nedenle “İşin içinde bir hinlik var” dedim.
“Türksüz, Türkiye projesi”ne doğru koşar adım
Emperyalist devletler, “Türk vatandaşlığı üzerine inşa edilmiş 100 yıllık bir toplumsal kültürü” yok etmek istiyorlar.
Kendilerini bu topraklardan kovan Atatürk’ten ve Cumhuriyet’in kuruluşundan intikam almak istiyorlar.
Ülkemizde “kendilerini Türk bilenlerin” sayısını hızla azaltmak istiyorlar.
Hedeflerine koşar adım yürüyorlar.
Bu yaşadıklarımızın hiçbiri tesadüf değil.
Hepsi planlı programlı.
Hepsi bilinçli…
Amerika’da yazılan BOP senaryosu, noktasına virgülüne kadar uygulanıyor.
Filmi AKP döneminin ilk yıllarına sarın, “TC”, resmi dairelerden silindi mi?
Silindi…
“Türk milliyetçiliği” ayaklar altına alındı mı?
Alındı…
“Varlığım Türk varlığına armağan olsun” diyen andımız, okullardan kaldırıldı mı?
Kaldırıldı…
Ülkeyi yönetenler, “Türk milleti” demeyeli kaç yıl oldu, bir de bunu düşünün!
Daha hangi birini sayayım?
Yahu, Turizm Bakanlığı bile “Türk” kelimesine karşı savaş açtı.
Müzik korolarının başındaki “Türk” kelimesi kaldırıldı, uyduruk sözcükler kondu.
Örneğin, “Edirne Devlet Türk Müziği Topluluğu”nun ismi, “Edirne Rumeli Müzikleri Topluluğu” olarak değiştirildi.
Emperyalist devletler, yıllardır uyguladıkları “Türksüz, Türkiye projesi”nde son aşamaya geldiler.
Bir taraftan yasaklarla “Türklüğü” unutturuyorlar, diğer taraftan ülkemizdeki Türkleri;Iraklı, Suriyeli, Afganlı işgalleriyle “azınlık” hale getiriyorlar.
Kartlarını açık oynuyorlar, ama ne yazık ki toplum “afyon yutmuş gibi” olup biteni alkışlamaya devam ediyor.
Bu yolun sonu ne biliyor musunuz, “Türk-Kürt-Arap Federasyonu”!
Federasyon da biliyorsunuz, bir ülkeyi parçalamanın ön adımı.
Federasyon kurulur, bir süre sonra her bir federasyon bir parça toprak alıp kendi yoluna gider.
Benim gördüğüm bu.
Tehlikeli sularda yüzüyoruz.
Dikkat edin, emperyalistler, bütün düğmelere aynı anda bastılar.
Hukuksuz devlet…
Ekonomik kaos…
Yönetim krizi…
13 milyon sığınmacı…
Şimdi de “vizesiz Iraklılar”…
Türkiye, tam teslim alındı.
Türkiye, 100 yıl sonra bir kez daha “kurtarılması gereken ülke” konumunda.
Artık uyanalım!
Yarın, çok geç olabilir.
Alıntı
3 notes
·
View notes
Text
1-)Kadın,hayatı boyunca kocasına adam gibi bi muamelede bulunmuyor..Özgür irade deyip,ilk fırsatta eşinden ayrılıyor..Hatta hatta zaman zaman başkalarıyla nikahsız flörtler bile yaşıyor...fakat asla Evlenmeyi düşünmüyor..
2-)Çünkü Bir önceki kocasından ömür boyu alacağı nafaka hakkını yitirmek istemiyor..İşin garip yanı eski koca önceki eşinin bir başkasıyla flört yaşadığını gördüğü ve bildiği halde mecburen o kadına para ödemeye devam ediyor..
3-)Yada sokak ortasında "Ulan ben boynuzlumuyum.. sevgilinle bir olup.. para mı yiyorsunuz" deyip...eski karısını bıçaklıyor.. Kadın mezara... erkek kodese...çocuklar ise yuvaya veriliyor..
4-(Böylece bir aile darmadağın olup gidiyor...Yani bu yasalar aynı zamanda aile cinayetlerini de beraberinde getiriyor..Devletimiz Henüz bu işin ne kadar ciddi bir konu olduğunun farkında değil belki ama... Kaş yapayım derken göz çıkartıyor...
5-)Devletin kadınlara tanıdığı Süresiz nafaka yasası..ve 2012 yılında eski aile bakanı,Fatma Şahin tarafından çıkartılan 6284 sayılı kanun aileleri darma dağın ediyor...
6-)Neden bilmiyorum kadın hakları ile ilgili bu mevzular, bana hep Osmanlı Devleti'nin yıkımının Harem'den başladığı tezini hatırlatıyor...
7-)Yani, geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızı doğuran ve büyüten kadınlarımız, farkında olmadan, "kadına maddi ve manevi özgürlük" naraları ata ata ülkemizi uçuruma sürüklüyor..
8-)"Kadın hakları" diye diye,ülkemizde aile hayatı diye bir şey kalmadı maalesef... Avrupada dahi kadınlara ülkemizdeki kadar tolerans tanınmadığı halde, ülkemizdeki kadınlar, hala ısrarla "bu ülkede kadınlara özgürlük yok" diye bir taraflarını yırtıyorlar.
9-)Çıkarılan kanunların bir çoğu kadın hakları ile ilgili..kadın hakları ile ilgili meclise sunulan kanun tekliflerinin sayısını artık takip bile edemiyoruz..
10-)Hükümet yetkililerimizin Önümüzdeki günlerde süresiz nafaka yasasında düzenleme yapacağı konuşuluyor..Fakat yine nafaka hakkının 5 yıla indirileceğide aldığımız duyumlar arasında..
11-)Benim nacizane fikrim, erkeğin kadına ödeyeceği nafaka süresi 1 yılı geçmemesidir..
12-)Kadına nafaka ödeyecek adamda, hem nafakayı ödeyip.. hem de yeni kuracağı aileye bakamayacağını düşünerek, evlilikten uzak duruyor...sonuç olarak Nikahsız birliktelikler ayyuka çıkıyor...
13-)Uzun süreli nafaka, bir çok kadını art niyete nikahsız birlikteliğe en ufak bir anlazmazlıkta boşanmaya hatta hatta eşini evden attırmaya cesaretlendiriyor.
14-)Eğerki yasalar, hakkıyla düzenlenir,kadına gerektiği kadar Hak tanınacak olursa,hem boşanmalar,hemde kadın cinayetleri en aza inecektir..
15-)Erkeğin adisi varmı.. tabiiki var..Bütün erkeklere ve bütün kadınlara aynı muameleyi yapmak yerine..Olayların gelişim türüne göre,caydırıcı cezalar uygulanmalıdır...
16-)Ama asla ve asla evin direğinin erkekler olduğu gerçeğinin üzeri yasalar üzerinden çizilmemelidir.. Uzun lafın kısası Devletimiz acilen sınırsız nafaka ve 6284 sayılı yasalara bir dur demelidir.
17-)Aksi taktirde ilerleyen dönemlerde nikahsız birliktelikler ayyuka çıkacak sokaklarımızı ve okullarım��zı Nikahsız birliktelikten doğan çocuklar dolduracak ...
18-)Hatta hatta belkide anneden bir babadan ayrı kardeşler, bilmeden birliktelik yaşayacaklar...saçma sapan yasalar sayesinde Aile mefhumumuz yerle yeksan olmuş durumda...
19-)Aile bakanlığı derhal harekete geçmeli..ve bu iki yasayı yerle yeksan etmeli diye düşünüyorum...diyeceklerim bu kadar..☝️
4 notes
·
View notes
Note
Merhaba Kadınların her alanda olmasını nasıl buluyorsunuz polislik bayanlar için dini açıdan uygun mudur düşünceleriniz nedir
O açıdan baktığımızda ben nice sondalar taktım ben günahkarın önde gideniyim. Kadın polisler alanda çok çalıştırılmıyor fazla zaten; aramada, masa başında, kadın suçlularda, çocuk şubede vs. Bırakın günah gören yapmasın, görmeyen yapsın. Üstünü erkek polisin aramasını ister miydin (kadınsan tabi bu arada) yada tam tersi, yahut kadın doktor kalmadığını düşün. Ben asla Afganistan gibi olmasını istemem ülkemin. Ona bakılacak olursa sadece kadın üniversitesi ve erkek üniversitesi olmalı. Ve kadın üniversitesine kadın öğretim görevlisi. O zaman bir kadın doktor üroloji ve ortopedi görmeden mezun olacak. Üroloji görmeyince böbrek hastalıklarını bilemeyecek. Yani tam doktor olmayacak. Ben şeriat istemem mesela bu yüzden. Çünkü hiçbir ideolojiyi hiçbir hükümet halkın lehine kullanmaz. Her ideoloji menfi müdafaa ve hükümet ve şakşakçılarının kişisel menfaatleri olarak halka dönecektir ve çürümeye mahkum olacaktır. Radikallik, ideoloji ve -izm'ler bana göre değil. Tarih hüsranlık dolu bu konuda.
8 notes
·
View notes
Photo
GUERNİCA ve AMPUL
Guernica Tablosu - Picasso'dan Savaşın Dehşetini Gösteren Ölümsüz Bir Eserdir.
İspanya'da iç savaş yıllarıdır. Bir tarafta faşist olarak nitelendirilen Franco, diğer tarafta ise demokratik Cumhuriyetçi hükümet vardır. Bu sırada iç savaşın en acılı sahnelerinden biri yaşanır. İspanya'nın kuzeyinde şirin bir Bask bölgesi kasabası olan Guernica, Franco'ya şiddetli şekilde direnmektedir.
Franco, halkının gözünü korkutmak için Hitler ile anlaşır ve Nazilerin ürettiği yeni bombaların Guernica'da kullanılmasına izin verir. 26 - 27 Nisan 1937 tarihinde Alman ve onlara destek olan İtalyan uçakları Guernica'ya bomba yağdırır. Bombalamada 1600 civarı insan hayatını kaybeder, yüzlerce insan yaralanır ve Guernica neredeyse yerle bir olur. Olayın daha acı yönü ise buradaki insanlar silahlı değildir, erkekler savaşta olduğu için genelde de kadın, çocuk ve yaşlılar vardır. Buranın askeri veya stratejik bir önemi de yoktur. Yani Franco, sadece halkının gözünü korkutmak için dünya üzerindeki ilk uçaklı bombalamaya izin verir.
Pablo Picasso, bu sırada Paris'te yaşar ve İspanya'daki Cumhuriyetçi hükümet ondan Paris'te yapılacak uluslararası bir sergi için resim yapmasını ister. Konu ararken The Times gazetesinde "Guernica Trajedisi: Şehir hava bombardımanında yerle bir oldu" haberini okur ve oldukça etkilenir. Daha sonra bu konuyla ilgili; "Paris'te bulunan ve Hitler'in yeni savaş uçaklarının gücünü denemek amacıyla İspanya'da bir kenti bombaladığını radyodan duyan bir İspanyolsanız ağlarsınız. Eğer bir ressamsanız resmedersiniz." der.
***
Picasso, kubist bir yaklaşımla insan ve hayvan organlarının parçalanmış ve iç içe geçmiş resmi olan Guernica'yı bu şartlar altında yapar. Tablo, yaklaşık 3,5 metre yüksekliğinde ve 7,8 metre genişliğinde tuval üzerine sadece siyah ve beyaz renkler kullanılarak yapılmış devasa bir yağlı boya resmidir.
Resmin merkezinde acı içinde ve yıkılmak üzere olan bir at görünür. Atın acı çekmesinin sebebi ise karnına saplanmış olan mızraktır. Atın burada savaş boyunca acı çeken Guernica'nın insanlarını temsil ettiği düşünülür. İnsanlığın kaba kuvvet karşısında pes edişini simgeler.
Atın tam üzerinde göz gibi görülen bir ampul görülüyor. Ampul, İspanyolca'da "bombilla" şeklinde yazılır ve ikinci anlamı da bomba demektir. Dolayasıyla mekanın tepesindeki ampul Guernica'ya yağan bombaları sembolize eder.
Atın altında ise parçalarına ayrılmış ölü bir adam figürü göze çarpar. Elinde tuttuğu kılıçla kolu bedeninden ayrılmış durumdadır. Ancak elindeki kılıcın sapından bir çiçek filizlenir. Diğer eli ise açık halde ve kesik izleri görülür. Bu ise, bu kişinin ellerini kullanarak iş yapan bir köylü ya da işçi olduğu izlenimi uyandırır. Sol tarafta kucağındaki ölü çocuğa ağlayan bir kadın figürü var. Onun üzerinde ise kuyruğu havada bir boğa görünür. Boğa, İspanya'yı sembolize eden bir hayvandır. Boğanın kuyruğunun havada olması kızgın olduğunu gösterir, yani İspanya iç savaşına bir göndermedir. Boğanın arkasında belli belirsiz gözüken güvercin motifi yer alır. Güvercinin kanatlarından birinde barışı simgeleyen zeytin dalı görünür. Güvercinin gövdesinden beyaz bir ışık ortama yayılır ve bu ışık umudu simgeler. Güvercinin ağzı açıktır, çünkü olanlara yapabileceği başka bir şey yoktur.
Atın sağ üst tarafında bu vahşi sahneye elinde lamba ile fırlayan, korkusu gözlerinden okunan bir kadın figürü görülür. Bu kadının altında ise yalpalayarak sahneye giren bir kadın figürü daha betimlenir. Kadın parlayan ampule boş gözlerle bakmaktadır. Onların arkasında sağ uçta ise bir adam dehşet içinde kollarını kaldırmış ve yukarıdan aşağıdan ateşle sarılmış durumda. Bu figürün sağ eli uçak görünümünde çizildiği için ressamın Guernica'yı bombalayan uçaklara bir gönderme yaptığı şekilde yorumlanır. Bunların yanında atın gövdesindeki kafatası, atın altında ve boynuzuyla atın karnını deşen boğa gibi pek çok gizli figür ve imgeler de Guernica'da yer alır. Picasso'nun asıl amacı, savaşın vahşetini ve yapılan katliamı insan ve hayvan figürlerinin gözlerinden izleyiciye yansıtmaktır. Burada savaşın yarattığı yıkım, vahşet ve sonuçlar ölümsüzleştirilir. Resimdeki boğalar savaşın insani ve hayvani boyutlarını birlikte yansıtır.
Bu tablo savaş karşıtlığının dünyada bilinen en önemli sembolü haline gelmiştir. İnsanlar üzerinde yarattığı dehşet, acıma ve çaresizlik hisleri savaşın getirdiği telafisi mümkün olmayan kötülükleri gözler önüne serer. Picasso, vasiyetinde bu eseri Franco rejimi sona erdikten sonra teslim edilmek üzere İspanya halkına bırakır. Eser, Picasso'nun doğumunun 100 yılı olan 1981'de Franco'dan kurtulmuş İspanya'ya gönderilir. Madit'te Reina Sofia Müzesi'nde sergilenir.
GUERNİCA ŞEHRİNİN BOMBALAMA SONRASI GÖRÜNTÜSÜ
9 notes
·
View notes
Text
TÜRBANA ÖZÜR?
KK, BabalaTV'de başörtülü kesimden özür diledi. "Haksızdık, hatalıydık, o yüzden helalleşelim dedim" mealinde konuştu.
CHP'li değilim, sosyalistim ama bu özürden rahatsız oldum.
Düşündüm, bunda beni rahatsız eden nedir diye...
Sayayım;
1. Kamu kurumlarında genel ahlak adına örneğin etek boyuna karışılıyor, zorunlu din dersleri (sistematik ikna odaları?) sürüyor, Alevinin ibadethanesi ibadethane bile sayılmıyor (caminin ibadethane sayılmadığını hayal et), Aleviye-ateiste günde beş vakit megafonla ezan dinletiliyor, konserler ve festivaller iptal ediliyor, dinsiz sözcüğü hakaret olarak kullanılıyor... Daha sayabilirim. Bu uygulamaları muhafazakar kesimin desteklediği hükümetlerin sürdürdüğü de açık. Yani karşı taraf pataküte vuruyor ama senin tek yumruğun (türban yasağı) için özür bekliyor! Bu, kendi yediği naneleri yok sayan bir tavra işaret ediyor. Başörtülü birinin çıkıp karşısındaki Marksist ateiste yahut bir Aleviye kendini mağdur sunarak özür beklemesi benim için çok fazla.
2. Başörtüsünün serbestleşme sürecinde hükümet bir paket hazırlayıp üstte sıraladığım sorunları da çözebilirdi ama öyle yapmadı. Sadece kendi sorunlarını çözüp bencillik ettiler. Sorunları çözüldü, hatta başörtüsü ilkokula dek girdi ama varlığı sapkınlık sayılan ateistten, ibadethanesi tanınmayan Aleviden özür istiyorlar. Esasında onlara benzemeyen herkesin özür dilemesini istiyorlar.
3. Başörtüsü takanlar, dinin böyle emrettiğine inandığı için takıyor. Yani; a. giyim hürriyetini dinsel gerekçeyle iptal ediyorlar, b. bunu ahlakla ilişkilendirip yapmayanların -sırf bu nedenle!- ahlaksız olduğunu, 'öte tarafta' ceza göreceklerini savunuyorlar, c. bu emrin sadece kadınlara dönük olan cinsiyetçi içeriğini de dert etmiyorlar. Bu sebeplerle başörtüsü sıradan bir kıyafet değildir. İdeolojik bir anlamı var ve bu ideoloji yasakçı, nefret içeren ve cinsiyetçidir. Böyle bir şeyle fikren (yasakla değil fikren) mücadele edilmelidir. Bunu gözardı edip sanki şapka takmaktan hiç farkı yokmuş gibi ele alıp önünü daha evvel açmadığın için özür dilemek yanlıştır düşüncesindeyim.
4. Bu konuda beni rahatsız eden son husus da muhafazakar kadınların başörtüsünü bunca önemsemiş ve mücadele konusu yapmış olmalarıdır. Bu kadın kesimi, başörtüsü için verdikleri mücadelenin onda birini kadın olarak kendi hak ve hürriyetleri için vermedi. Destekledikleri siyasetçi defalarca "Ben kadın erkek eşitliğine inanmıyorum" dedi mesela, bunu yuttular. Ne İstanbul Sözleşmesi iptal edilirken ne bekar kadınları sahiplendirmekten bahsedenlerle ittifak kurulurken mücadele etmediler. Ama kumaş için ülkeyi salladılar, halâ dertleri bu konuda özür duymak! Baştaki kumaşa kadının kendisinden daha çok kıymet verdiler adeta. Bunu bilmek de rahatsız edici.
5. Devletin "başını aç!" emrine karşı çıkarken dinin "başını ört!" emrine boyun eğmek, hürriyeti değil emir-yasak tekelini dinde tutma ısrarını savunduklarını gösteriyordu. Nitekim iktidar oldukça dinciliğin ve otoriterliğin dozu arttı. Güya hürriyet dediler ama bu hürriyeti gayrı-Sünni kesimler için hiç gözetmedikleri gibi, muhafazakar aile baskısıyla istemeden örtünen kadınları da görmezden geldiler.
Özür şartsa karşılıklı dilenmelidir ve karşı tarafın özür başlıkları bir hayli fazladır. Lakin kendilerinin farkında değildirler. Neden? Çünkü CHP oy kaygısından ötürü hiçbir zaman bu konulara girmemiş, "Benim ninem de başörtülüydü" çiğliğini aşmamış, gayrı-Sünni olan hiçbir şeyi açıktan savunmamış, mücadele örgütlememiştir.
Dinin hegemonik etkisinin önünü açmak "özgürlükçülük" değildir. CHP'liler özür dileyebilir, sosyalistleri bağlamamalıdır. Kadınların dinsel ve töresel örtünme zaruretlerinden kurtulması da eşitlik ve özgürlük mücadelemizin başlıklarından biridir.
Fırat Bayram
4 notes
·
View notes
Photo
hükümet kadın sözleri
#hükümet kadın#replik#replikler#söz#sözler#film sözleri#film replikleri#sermiyan midyat#faruk#hükümet kadın sözleri#hükümet kadın replikleri
0 notes
Text
black mirror , modern toplumun karanlık yönlerini, teknolojinin etkilerini ve insan psikolojisini keşfeden bir antoloji dizisidir. her bölüm bağımsız bir hikâye anlatır.insan doğası, ahlak, toplum ve teknolojinin etkilerini sorgulayan, çoğu zaman karanlık ve düşündürücü hikayeler ama mükemmelle yakın etkililiyici ve istisnasız herkesin izlemesini öneririm .
`1. sezon (2011)`
`1. the national anthem /ulusal marş
ingiltere prensesi kaçırılır ve kaçıran kişi, başbakan michael callow'dan ulusal televizyonda bir domuzla cinsel ilişkiye girmesini talep eder. hükümet ve halk arasında yaşanan kaos, medya etkisi ve ahlaki soruların işlendiği çarpıcı bir hikaye.
2.fifteen million merits/`15 milyon değer
distopik bir dünyada, insanlar pedal çevirerek enerji üretir ve kazandıkları “kredi”lerle yaşamlarını sürdürür. bing adlı bir adam, aşık olduğu abi'nin bir yetenek yarışmasında ünlü olması için tüm birikimini harcar, ancak sistemin acımasız gerçekleriyle yüzleşir.
3. the entire history of you /tüm geçmişin
her anın kaydedildiği ve izlenebildiği bir teknolojiyle, insanlar geçmişlerini yeniden yaşayabilir. liam adlı bir adam, bu teknolojiyi kullanarak eşinin sadakatsiz olup olmadığını öğrenmeye çalışır ve saplantı haline getirir. ilişkilerde güvensizlik ve mahremiyet temaları ele alınır.
`2. sezon (2013)`
1. be right back/ hemen döneceğim
martha, sevgilisi ash'i bir kazada kaybeder. teknoloji sayesinde, ash'in sosyal medya ve mesajlarından oluşturulan bir yapay zeka versiyonunu kullanmaya başlar. bu “ash”, zamanla daha gerçekçi bir form alır, ancak martha'nın kaybıyla yüzleşmesi karmaşıklaşır.
2. white bear / beyaz ayı
bir kadın, hafızasını kaybetmiş şekilde bir dünyada uyanır ve sürekli kaçmak zorunda kalır. ancak hikaye, izleyiciyi şok eden bir şekilde tersine döner: kadın aslında korkunç bir suç işlemiş ve bu, ona verilen bir ceza biçimidir.
3. the waldo moment/ waldo anı
waldo adında bir animasyon karakter, politik bir figüre dönüşür ve beklenmedik şekilde halkın dikkatini çeker. politik popülizm ve medyanın etkisi üzerine bir hicivdir.
4. white christmas/beyaz loel ( özel bölüm)
üç kısa hikaye anlatılır:
1. bir adam, yapay zeka ��eşleşme” sistemleriyle insanların romantik ilişkilerini yönetir.
2. bir kadın, kocasını engelleme teknolojisini kullanır.
3. insan bilincinin bir cezalandırma aracı olarak nasıl kullanılabileceğini gösteren bir trajedi.
`3. sezon (2016)`
1. nosedive/ düşüş
sosyal medya derecelendirmeleriyle şekillenen bir dünyada, lacie adlı bir kadın, puanlarını yükseltmeye çalışırken başarısız olur. sosyal baskılar ve sahte kimlik temaları işlenir.
2. playtest/deneme oyunu
bir adam, sanal gerçeklik tabanlı bir korku oyununun beta testine katılır. ancak oyun, bilinçaltındaki en büyük korkularını tetikleyen bir kabusa dönüşür.
3. shut up and dance/kapa çeneni ve dans et
bir genç, bilgisayar kamerası aracılığıyla kaydedilen özel görüntüleriyle şantaja uğrar. başka kurbanlarla birlikte, bir hacker grubunun talimatlarını yerine getirmek zorunda kalır. şok edici bir sona sahiptir.
4. san junipero
1980'lerde geçen bu hikayede, yorkie ve kelly adındaki iki kadın, dijital bir cennette tanışır ve romantik bir bağ kurar. aşk ve ölüm sonrası hayat konularını işler. daha umut dolu bir black mirror bölümüdür.
5. men against fire / ateşe karşı insanlar
askerlere, düşmanlarını “canavar” gibi görmelerini sağlayan bir teknoloji uygulanır. ancak, askerin biri gerçeği keşfettiğinde etik ve insanlık üzerine büyük bir kriz yaşar.
6. hated in the nation/ ulusun nefreti
sosyal medya nefret kampanyalarıyla öldürülen insanların olduğu bir cinayet zinciri incelenir. mekanik arıların beklenmedik bir rolü vardır.
`4. sezon (2017)`
1. uss callister
bir teknoloji şirketi çalışanı, dna verilerini kullanarak star trek benzeri bir simülasyon dünyası yaratır. ancak, simülasyondaki dijital “klonlar” gerçek bireylerin bilincine sahiptir ve isyan eder.
2. arkangel
bir anne, çocuğunu korumak için beynine bir izleme cihazı yerleştirir. ancak bu aşırı korumacılık, kızının hayatını olumsuz etkiler.
3. crocodile/ timsah
bir kazanın ardından suça bulaşan bir kadın, tüm izleri silmeye çalışır. ancak bir cihaz, insanların anılarını okuyarak polis araştırmalarında kullanılır.
4. hang the dj/ dj'i as
eşleşmeleri kontrol eden bir algoritma ile iki kişi birbirine aşık olur. sistemin mantığını sorgulayan bu hikaye, aşk ve özgür irade temalarını işler.
5. metalhead/ metal kafa
kıyamet sonrası bir dünyada, bir kadın, robot köpeklerden kaçmaya çalışır. hayatta kalma mücadelesi minimalist bir şekilde anlatılır.
6. black museum / kara müze
suçlarla ilgili karanlık teknolojilerin sergilendiği bir müzede, geçmişte yapılan insanlık dışı deneyler anlatılır.
`5. sezon (2019)`
1. striking vipers/ vuran engerekler
eski iki arkadaş, bir dövüş oyununun sanal gerçeklik versiyonunda romantik bir bağ kurar. teknolojinin cinsellik ve kimlik üzerindeki etkisi işlenir.
2. smithereens/ paramparça
bir şoför, sosyal medya bağımlılığını protesto etmek için bir rehin alma olayı gerçekleştirir. teknolojinin insanlar üzerindeki etkisi eleştirilir.
3. rachel, jack and ashley too
bir pop yıldızı, kontrolcü menajerleri tarafından istismar edilirken, genç bir kız, onun yapay zeka oyuncağıyla bağ kurar.
`6. sezon (2023)`
1. joan is awful / jon berbat
joan, hayatının bir streaming platformunda dramatize edildiğini keşfeder. hikaye, mahremiyet ve medya kontrolünü sorgular.
2. loch henry
iki belgesel yapımcısı, sakin bir iskoç kasabasındaki geçmişte işlenmiş vahşi bir suçu araştırır.
3. beyond the sea / denizin ötesinde
1960'larda geçen hikayede, iki astronot, kopyalanmış bilinçlerini dünya'da kullanırken bir trajedi yaşar.
4. mazey day
bir paparazzi, sıradan bir ünlü skandalının arkasında doğaüstü bir gerçek olduğunu keşfeder.
5. demon 79/ şeytan 79
bir kadın, dünyanın sonunu önlemek için bir şeytanla iş birliği yapmak zorunda kalır.3 gün içerisinde 3 kişiyi öldürmesi istenir.
0 notes
Text
Belediye Çalışanları Kadın Ölümlerini Protesto Etti
İstanbul'da 2 kadının katledilmesi sonrası kadınların sokaklara taşan öfkesi sürüyor. Buca Belediyesi işçisi kadınlar, yargı, polis ve iktidarın kadın cinayetlerine ortak olduğunu söyledi. İstanbul'da İkbal Uzuner ile Ayşenur Halil'in vahşice katledilmesi, sokak ortasında kadını taciz eden 2 erkeğin serbest bırakılması, istismara uğrayan 2 yaşındaki bebeğin hayatını kaybetmesine isyan eden kadınlar işyerlerinde, okullarında ve meydanlarda cinayetlere karşı öfkelerini dile getiriyor. Yaşanan cinayetlerin münferit olmadığını vurgulayan kadınlar, İstanbul Sözleşmesine geri dönülmesini, sokaklarda güvenle gezmek istediklerini dile getiriyor. BUCA BELEDİYESİ İŞÇİSİ KADINLAR BELEDİYE BİNASI ÖNÜNDE EYLEM YAPTI Buca Belediyesi önünde toplanan kadın emekçiler, "Kadın cinayetleri politiktir", "Kadın, yaşam, özgürlük", "Yaşasın kadın dayanışması", "Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz" sloganları atarak basın açıklaması ve oturma eylemi yaptı. Basın açıklamasını okuyan Buca Belediyesi çalışanı Arzu Allahverdi, kadın cinayetlerine karşı öfkelerini haykırmak için toplandıklarını söyledi, "Bu cinayetler bireysel vakalar olarak görülse de ardında sistematik bir ihmalkarlık ve devlet eliyle desteklenen politikalar vardır. Kadına yönelik şiddetin ve cinayetlerin bu denli artmasının başlıca sorumlusu bu iktidarın uyguladığı politikalardır" dedi. 'KADINLAR, ÇOCUKLAR KORUMASIZ BIRAKILMIŞTIR' Her gün evde, işyerinde, sokakta kadınların vahşice katledildiğini, iktidarda bulunanların izlediğini ve bu duruma zemin hazırladıklarını vurgulayan Allah verdi, "İstanbul Sözleşmesini fesheden bir hükümetin kadınların yaşam hakkını savunmasını nasıl bekleyebiliriz? Bu fesih kadınlarının hayatlarının onlar için değerli olmadığının açık bir göstergesidir. Hükümet kadınları ve çocukları korumak yerine onları savunmasız bırakmayı seçmiştir. Yargı ve kolluk kuvvetleri ise bu suça ortak olmuş, failleri cezasız bırakarak cinayetlerin önünü açmıştır" diye konuştu. 'KADIN CİNAYETLERİ KADER DEĞİLDİR' Kadın cinayetlerinin kader olmayıp, iktidarın kadın düşmanı politikalarının sonucu olduğunu vurgulayan Allahverdi, "Kadınları eve hapseden, toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı çıkan ve bizlere 'makbul kadın'ı dayatan bu zihniyet şiddeti körüklemektedir. Failler bu politikalardan cesaret almakta, yargının, polisin ve siyasetin kendilerine dokunmayacağını bildiklerinden daha da cüretkar davranmaktadır" dedi. 'ÖLÜM DÜZENİNE İSYAN EDİYORUZ' Allahverdi sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu ülkenin kadınları hükümetin kayıtsızlığı ve düşmanca kadın politikaları yüzünden ölürken bizler korkmadan, susmadan ve bir adım geri adım atmadan burada olduğumuzu haykırıyoruz. Her bir kadının yaşam hakkını savunmak için bu ölüm düzenine karşı isyan ediyoruz, Biz kadınlar bu karanlığa teslim olmayacağız! Şiddetin, baskının ve cezasızlığın hüküm sürdüğü bir ülkede susmayacağız. Öldürülen her bir kadının hesabını soracağız ve bu ölüm düzenini yıkacağız! Kadın cinayetleri politiktir ve bu suça ortak olan herkesin karşısında dimdik duracağız." Açıklamanın ardından belediye binası önünde oturma eylemi yapıldı. Eyleme belediye işçisi erkekler de katıldı. https://www.youtube.com/watch?v=aVsIJa0VQoo Read the full article
0 notes
Text
SİLAH SESLERİ ORTALIĞI KARIŞTIRDI
Tekirdağ Süleymanpaşa Hükümet caddesinde gerçekleşen olayda bir kadın yaralandı. Detaylar birazdan…
0 notes
Text
Tabii, Nihal Erten'in adını spotta da geçirecek şekilde düzenliyorum: Manşet: Kamuda Esnek Çalışma İçin 4 Yeni Model Masada
Bursa’da butik işletmeciliği yapan iş kadını Nihal Erten, esnek çalışma modeli ile ilgili düzenlemelerin kadın girişimciler için önemli fırsatlar sunduğunu belirtiyor. Erten, bu düzenlemelerin iş hayatında kadınlar için daha fazla esneklik ve başarı getireceğine inanıyor. Hükümet, iş kanununda yapacağı değişiklikler için çalışmalarını hızlandırdı. Kamuda uygulanacak esnek çalışma modeli için…
0 notes
Text
1/24 GÜNÜN TARİHİNDEN:
11 TEMMUZ 1995, SREBRENİTSA SOYKIRIMI
Ayşe Hür
Bu paylaşımı yaptıran her ne kadar başlıktaki soykırım ise de, size önce Boşnak erkeklerinin değil Boşnak (ve Hırvat) kadınlarının başına gelenler korkunç olayları anlatacağım.
2/24 6 Nisan 1992 ile 14 Aralık 1995 arasına tarihlenen Bosna Savaşı sırasında 16 bini çocuk olmak üzere yaklaşık 250 bin kişi öldü, öldürüldü, 20 ila 60 bin arasındaki kadın ve genç erkek, cinsel şiddete ve sistematik tecavüzlere maruz bırakıldı.
3/24 Tecavüzcülerin neredeyse tamamı Sırp erkekleriydi. Tecavüze uğrayanların ezici bir çoğunluğu Bosnalı Müslüman kadınlardı. Az sayıda Hırvat kadın da tecavüz kurbanıydı. Bosna’da kadınlar, işgalin gerçekleştiği anda tecavüze uğramaya başlıyor, ardından tutuklu bulundukları
4/24 yerlerde tecavüze uğruyor, nihayet sırf bu amaçla kurulmuş kamplarda veya oluşturulmuş evlerde (Foca, Karaman, Keraterm, Luka, Omarska, Sušica, Trnopolje, Uzamnica, Vilina kampları ve evlerinde) haftalarca, aylarca, bazen yıllarca süren toplu, sistematik tecavüzle
5/24 ölümün eşiğine getiriliyordu. Bir de, halka açık alanlarda, özellikle tanıklar (yabancılar, aile bireyleri, diğer tecavüzcü namzetleri) önünde gerçekleştirilen tecavüzler vardı. Bazı olaylarda tecavüzler videoya alınıyor ve pornografi piyasasına sunuluyordu.
6/24 Avrupalı kamuoyu yapıcıları hemen burunlarının dibinde olan bu vahşetin farkına nedense bir türlü varamadılar. Tecavüzleri dünya kamuoyunun gözleri önüne ilk kez Amerikalı gazeteci Robert Fisk serdi. Fisk’in 8 Şubat 1993 tarihli The Independent gazetesinde çıkan
7/24 “Bosnia war crimes: 'The rapes went on day and night'” (Bosna savaş suçları: Tecavüzler gece ve gündüz sürdü”) başlıklı makalesinde Kalinovik kampında kalmış kadınlarla yapılan birbirinden sarsıcı röportajlara yer verilmişti. Röportajdan alıntı yapmak istemiyorum çünkü
8/24 bunlar bile pornografik malzeme olabiliyor bazıları için. Anlatılanlara bakılırsa binlerce kadının tutulduğu bu kamplarda, akla hayale gelmedik vahşetler sergilenmişti. Bu kadınlardan bazıları tecavüze direndiği için öldürülmüş, bazıları sakat bırakılmış
9/24 örneğin göğüsleri veya cinsel organları kesilmiş, bazılarının çocukları veya yakınlarına zarar verilerek cezalandırılmışlardı. Ama hepsi (aileleriyle birlikte) bir ömür boyu sürecek utanca, azaba mahkum edilmişlerdi.
10/24 Tecavüzlerin bu kadar yaygın olmasını Yugoslavya’da diğer Avrupa ve Doğu Bloku ülkelerine göre daha yaygın ve köklü bir pornografi alışkanlığıyla açıklayanlar da olmuş ama sonda linkini verdiğim yazımda da görüldüğü gibi tarih boyunca tecavüz en hafifinden "öteki",
11/24 en ağırından "düşman" (‘hain’, ‘şeytan’ vs.) olarak kodlanan grubun soyunu kurutmak için sürekli kullanılmış bir silah. Ancak Bosna örneğinde, Sırp çetecileri (Çetnikler) Boşnak ve Hırvat kadınlara tecavüz ederken onları Sırp spermleriyle hamile bırakmayı hedefleyerek,
12/24 bu ‘Sırp’ çocukları doğurmaları için onları zorlayarak bu suça "soykırım" boyutu eklediler. Ancak bu tecavüzler uluslararası hukuk tarafından henüz "soykırım" olarak tanınmadı. Srebrenitsa Soykırımı, Sırp Cumhuriyeti Ordusu'nun Temmuz 1995'te Srebrenitsa kentine yönelik
13/24 Krivaya 95 Harekâtı sırasında en az 8.372 Bosnalı'nın General Ratko Mladiç komutasındaki ağır silahlarla donatılmış Bosna Sırp ordusu tarafından öldürülmesine verilen addır. Katliamda bir kısım kadın ve küçük yaşta çocuğun da öldürüldüğü, belgelerle kanıtlanmıştır.
14/24 Sırp Cumhuriyeti Ordusu'nun dışında katliama "Akrepler" olarak tanınan Sırbistan özel güvenlik güçleri de katılmıştır. Birleşmiş Milletler Srebrenitsa'yı güvenli bölge ilan etmiş olmasına karşın 400 silahlı Hollanda Barış Gücü askerinin varlığı katliamı önleyememiştir
15/24 Srebrenitsa katliamı, İkinci Dünya Savaşı'ndan 1995'e kadar Avrupa'da gerçekleşmiş en büyük toplu insan kıyımı olması ve Avrupa'daki hukuksal olarak ilk kez belgelenmiş soykırım olması açısından önem taşır. Ortaya çıkan belge ve fotoğraflara rağmen uzun süre direnen
16/24 Hollanda Hükümeti, 2002 yılında katliamla ilgili bir raporun ardından katliamı önleyemediği gerekçesiyle toplu olarak istifa etti. Boşnak yönetmen Jasmila Žbanić'in savaş sonrasında Saraybosna'da bekar bir anne olan Esma'yı ve savaş bebeği olduğunu keşfeden kızı Sara'yı
17/24 filmi Esma'nın Sırrı, 2006 yılında 56. Berlin Uluslararası Film Festivali'nde Altın Ayı ödülünü kazandığında konu kamusal alanda yeniden tartışılmaya başladı. Srebrenitsa "katliamı" hakkında Uluslararası Adalet Divanı (UAD) 26 Şubat 2007’de açıkladığı tartışmalı karar
18/24 bu konuda yeni bir içtihat oluşturdu. UAD’nin Srebrenitsa’da soykırım suçunu işleyen paramiliter örgüt VRS (‘Republika Sırpska’ Ordusu) ve ‘Akrepler’in Yugoslav Federal Cumhuriyeti’nden doğan Sırbistan ve Karadağ’ın bir organı olmadığını kabul ettiği halde ortada bir
19/24 soykırım suçu olduğuna hükmetmesi ve bugünkü Sırbistan’ı soykırımdan değil ama, ‘Republika Srpska’ (Sırp Cumhuriyeti) ve VRS’nin politik, ekonomik ve askerî gelişimine yardımcı olarak soykırımı önlemediği için suçlu bulması, hem imhaya dair genel bir hükümet planı olmasına
20/24 gerek olmadığının altını çizdi, hem de devletin böyle bir planın olmadığı durumlarda bile sorumluluktan kurtulamayacağını gösterdi. 2013, 2014 ve 2019'da Hollanda devleti, Hollanda yüksek mahkemesi ve Lahey bölge mahkemesinde 300'den fazla insanın ölümünü önlemek için
21/24 yeterli çabayı göstermemekten sorumlu bulundu. Elbette asli failler, tali failer kadar tavizkar(!) olamazdı, nitekim Nisan 2013'te Sırbistan Cumhurbaşkanı Tomislav Nikolić, Srebrenitsa'da işlenen "suç" nedeniyle özür diledi ancak bunu soykırım olarak adlandırmayı reddetti!
22/24 Nihayet Birleşmiş Milletler, 23 Mayıs 2024 tarihinde alınan kararla, 11 Temmuz'u Srebrenitsa Soykırımını Anma Günü olarak kabul etti. Bugün milliyetçi mukaddesatçılarımız dolu dolu "Srebrenitsa Soykırımı" derken,
23/24 1992 Hocalı Katliamı için "soykırım" derken, 1915'te Ermenilerin ve Süryanilerin; 1919-1922 Pontusluların, 1925-1930'da Kürtlerin, 1937-1938'de Dersimlilerin başına gelenlere "katliam" bile diyemezler. "İsyan" derler, "olay" derler, Hatta "asıl onlar bizi öldürdü" derler.
24/24 Tecavüz tarihine ilişkin "Erkek, savaş ve tecavüz: Ayrılmaz üçlü" başlıklı 2014 tarihli Radikal yazımın linki: https://m.marmarayerelhaber.com/404.asp?404;http://www.marmarayerelhaber.com:80/Ayse-HUR/28350-Erkek-savas-ve-tecavuz-Ayrilmaz-uclu?fbclid=IwZXh0bgNhZW0CMTAAAR1ZLx9DLReSDfLsfwj8jVbxG8PssjdWZ5ryfZX96gon_Ohcmn8AGctrWW0_aem_uOrQd-5Eq0wZnX1CKy2jLQ#google_vignette
Not: Yazıyı arşivlemek veya paylaşmak isterseniz, tek bir twiti arşivlemeniz veya paylaşmanız yeterli, çünkü hepsi birbirine bağlı.
1 note
·
View note
Text
28 Şubat 1997.. Post modern darbe, bundan tam 27 yıl önce yapıldı. O utanç günleri unutulmadı.
Bugün milletin inancına, değerlerine, hürriyetine ve gelişimine pranga vurmak için, milletin tanklarının namlusunu millete çevirenlerin, dipçik zoruyla ülkeyi karanlığa sürüklemek isteyen zihniyetin yıl dönümüdür.
“Postmodern Darbesi” olarak adlandırılan 28 Şubat; milletimizin inancına, iradesine, değerlerine, insan haklarına, demokrasiye ve özgürlüklere yapılan fiili bir darbedir.
28 Şubat’ı hatırlamak sadece tarihi bir hikâyeyi anlatmak değildir. #28Şubat’ı hatırlamak sadece geçmişte yaşananlar üzerinden siyasal kamplaşmaları gündeme getirmek de değildir.
28 Şubat; Anayasa’nın, hukukun, kanunların, milli iradenin ve demokrasinin çiğnendiği bir kara gündür, haksız ve hukuksuz karanlık bir sürecin başlangıcıdır.
Öyle ki bu dönemde, çorbacılar dahi fişlenmiş, ikna odalarıyla başörtülü öğrencilerimize psikolojik baskılar yapılmış, üniversite kapılarında polis zoruyla başları açtırılmaya çalışılmıştı. Zamanın büyük medya kuruluşlarının destekleriyle kamuoyunda irtica geliyor algısı oluşturularak büyük bir infial meydana getirilmiş, bankalar hortumlanmış, devletin ekonomisi çökertilmiş ve milletimizin sosyal ve manevi hayatına doğrudan müdahale yapılmıştır.
Her darbe döneminde olduğu gibi bu dönemde de birçok vatandaşımız inançları nedeniyle haksız uygulamalara maruz bırakılarak din ve vicdan hürriyetleri ihlal edilmiştir. En küçük sermaye sahipleri dahi kategorize edilerek üretim ve mülkiyet hakkı sınırlanmıştır. Yapılan fişlemeler ile özel hayatın gizliliği yok edilmiştir.
28 Şubat Postmodern Darbesi, sadece dönemin Refahyol Hükümeti’ne karşı yapılmadı. Aynı zamanda inançlı ve geleneklerine bağlı iş dünyasına karşı da yapıldı. “Yeşil Sermaye” isimleri altında her türlü engelleme, karalama ve iftiralara maruz bırakılmıştır.
28 Şubat’ın insanların hayatlarında ve ruhlarında açtığı derin yaraların pek çoğu artık kanamasa da izleri çok ama çok derin, hâlâ sızlıyor. Hatta bazıları tam olarak iyileşmedi, iyileşemedi, ne yazık ki bir türlü iyileştirilememiştir.
Malumunuz olduğu üzere Özel Akça Hastanesi ve Doğumevi’nin, 29/07/1993 gün ve 5695 sayılı ruhsatnameye dayalı olarak başladığı hizmet sunumu, “Postmodern bir darbe” olarak muhafazakar kesime yönelik hak ihlallerinin yapıldığı ve inançlara engel olunma gayretinin son çırpınışlarının sahnelendiği “28 Şubat Döneminde” yaşanan siyasal gelişmelerin oluşturduğu malûm husumetlerin belli çevreler tarafından zamanın kamu yöneticilerine, kasıtlı ve yanlı biçimde kullandırılması sonucunda kamu imkanları seferber edilerek, hukuka aykırı zorlamalar neticesinde 19/12/2000 tarihinde Özel Hastane Açılış Ruhsatı’nın iptal edilmesi ile Türkiye'nin tüm personeli bayan kadın hastalıkları ve doğum ünitelerini ilk açan, çok düşük karşılıklarla hasta bakarak hizmet sunan, her gece sekiz branşta uzman doktor istihdam eden, büyük emeklerle geliştirilen ve başörtülü sağlık çalışanlarının istihdam eden ilk özel hastanesi; bu haksız, kadir kıymet bilmez yaklaşımla kapatılarak zulümler edilmiş, büyük haksızlıklar yapılmıştır.
28 Şubat Postmodern Darbesi döneminde İstanbul Valiliği görevini yürüten Erol ÇAKIR’a hitaben yazılan, Fatih Kaymakamlığı'nın 19/03/2001 tarih ve 215 sayılı 'GİZLİ' ibareli cevabi yazısı incelendiğinde Özel Akça Hastanesi ve Doğumevi’nin faaliyetine hukuka aykırı bir şekilde son verilmek istenilmiş olduğu görülmektedir.
Başbakan Sayın Bülent Ecevit başkanlığında 28 Mayıs 1999 tarihinde kurulan 57. Hükümet döneminde, Özel Hastane Açılış Ruhsatı’nın iptal edilmesinin yanı sıra eş zamanlı olarak da kiracı olarak kullanımımızda olan Vakıflar idaresine ait taşınmazın kira sözleşmesinin yenilenmemesi ve tahliye edilmemiz için Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapan Yüksel YALOVA tarafından İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne gerekli talimatın verildiği malumatının, DSP İstanbul Milletvekili Ahmet GÜZEL’e bildirildiği Devlet Bakanı imzalı Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 02/01/2001 tarih ve 6 sayılı yazısında hukuka aykırılık açıkça görülmektedir.
27. yılına giren 28 Şubat darbesinde hesaplaşılmayan kişiler, giderilmeyen mağduriyetler ve kâmilen huzur bulmamış bir toplumsal vicdan olduğunu da söylemek zorundayız. 28 Şubat defterini tamamen kapatacak olan ise sorulmamış hesapların sorulması, giderilmemiş mağduriyetlerin giderilmesidir.
28 Şubat Postmodern Darbesinin neden olduğu insan hakları ihlalleri ve halen devam eden mağduriyetlerin bir an önce giderilmesinin de bir insan hakkı talebi olduğuna inanıyorum.
Bu kapsamda, 28 Şubat darbesini gerçekleştiren ve katkı veren asker ve sivil bürokratlardan hesap sorulmalı. Bu sürece doğrudan ve dolaylı destek veren medya ve sözde sivil toplum kuruluşları millet huzurunda hesap vermeli. Yerli işbirlikçilerinin tamamından millet adına, hukuk önünde hesap sorulmalıdır.
Üstelik bu darbe döneminde yaşatılan zulüm, yalnızca belirli bir kesimin eliyle yapılmamış; askerin başı çektiği süreç, siyaset, medya, iş dünyası, üniversite ve meslek örgütleri tarafından da profesyonel bir organizasyonla yürütülmüştür.
Darbenin sivil ayağının yargılanmaması en büyük eksikliktir. Bu kişiler, maalesef ki bugün aramızda “itibarlı kişiler”miş gibi yaşamaya devam ediyorlar. Eksik kalan adaletin tesisi ve kamu vicdanının kâmilen rahatlatılması için sivil ayağı yargıdan medyaya, bürokrasiden siyasete, ekonomiden STK ayağına kadar bütün yönleriyle yargıya taşınmalı, süreçte yer alan herkesten hesap sorulmalıdır.
Diğer bir mağduriyet kitlesini de brifingli yargının verdiği keyfi kararlarla mahkûm edilen insanlar oluşturmaktadır. Bu nedenle devam eden mağduriyetlerin giderilmesi ve tazmini için de mutlaka yeni bir çalışma başlatılmalıdır. Zira adaletin gecikmeye tahammülü yoktur.
Hukuk devletinde benzeri hukuksuzluk ve hak ihlallerinin giderildiği yer normalde yargı mercileri olmaktadır. Ancak bu süreç yargıyı da yozlaştırarak adeta ihlalleri onayan noter konumuna getirmiştir. Brifing ve talimatlarla harekete geçirilen yargı erki silah olarak kullanılmış; adalet dağıtması gereken hâkimler ve mahkemeler hukuk dışı kararlara imza atmışlardır.
Bu dönemde verilen yargı kararlarının neredeyse tamamı sübjektif ve ideolojik temelli olmuştur. Gerçekten de bu dönemde yargıçlara Genelkurmayda brifingler verilmiştir. Tüm bu gelişmeler Yargının açıkça nasıl baskı altına alındığını, bu şartlar altında gerçekleştirilen yargılamanın da adil ve tarafsız olamayacağını göstermektedir. Gerçekten de süreç mağdurlarının bu dönemde açtığı davaların istisnalar dışında tamamına yakını reddedilmiştir.
28 Şubat Postmodern Darbesi’nin mahkeme tarafından mahkûm edilmesine, bu süreçte görülen yargılamanın tarafsız olmadığı açık delillerle ortaya konulmasına rağmen bu sürecin mağdurlarından büyük bir bölümünün hala mağduriyetleri giderilmiş değildir.
Bu nedenle 28 Şubat sürecinde maddi ve manevi kayba uğrayan bütün kesimlerin mağduriyetleri bir an önce giderilmelidir. Bunun için gerekirse yasal düzenlemeler yapılarak en azından baskı altında taraflı yargı tarafından yargılananlar için yeniden yargılama yolu açılmalıdır. Sosyal hukuk devletinin gereği de budur. Zira her sene 28 Şubat'ın yıldönümünde hamasi nutuklar atarak darbecileri lanetlemenin mağdurlar için hiçbir yararı bulunmamaktadır.
Kısacası hakları ihlal edilen tüm 28 Şubat mağdurlarının taleplerine kulak vermek ve bu talebin gereğini yerine getirmek başta yargı, iktidar ve TBMM olmak üzere herkesin üzerine düşen önemli bir görevdir.
Bu düşüncelerle milletimizin ve ülkemizin gelişmesini ve kalkınmasını geciktiren, her alanda mağduriyetler ve travmalar oluşturan 28 Şubat Postmodern Darbesi’ni, 27. yıl dönümünde bir kez daha esefle kınıyor ve Türk Demokrasi tarihine kara leke vuranları lanetliyorum.
0 notes