#genc kız
Explore tagged Tumblr posts
Note
Nej bana erkekte statünün mentalitenin kadında ise gençliğin güzelliğin önemli olduğunu ilk sen fark ettirmiştin ve bunu fark ettiğimden beri ilişkileri çiçek böcek görememeye başladım. Bu düşüncelerimi diğer kızlara anlatsam ya ciddiye bile almazlar ya da abarttığımı düşünürler ama ben 22 yaşında biri olarak artık daha fazla yaş almaktan korkar oldum. Mükemmel uyum yakaladığım birbirimizi çok sevdiğimiz biri bile olsa 30umdan sonra gözünün genç kızlara kayacağını düşünüyorum. Okulda falan karısı daha 25 yaşında bile olmayan erkek hocaların kadın hocalarla hatta kız öğrencilerle flörtleştiğini görmüşsünüzdür ve ben de dahil nerdeyse bütün kadınların sonunun hamileliklerinde ya da bir gün illa eşleri tarafından iş yerindeki çıtırlarla falan aldatılmak olduğunu düşünüyorum ve bu düşünce çok yıpratıyor. Bu söylediklerimi en yanlış bulan kişi bile instagram’da @alessiasculpt’un 3,7 milyon izlenen videosunun yorumlarına bakarsa haklılık payım olduğunu düşünmeye başlayacaktır.
sadece genclik tazelik onemli degil ama bakim spor saglikli beslenmelerle 40 yasindaki kadinlarin 20liklere bastigini da gorebiliyoruz sektorde, kapagi erkege atan kadinlarda salma durumu bas gosterip kendilerine bakmamalariyla kaybediyorlar bence guclerini. ama simdi boyle diyince evlenince bakimsiz oluyorsunuz o yuzden aldatiyorlar demek istemiyorum evli bekar fark etmez kadinlarin her zaman kendilerine saygilarindan dolayi ozen gostermesi gerektigini dusunuyorum dis gorunuslerine. duzgun kiyafetler giymenin, kilo kontrolunun ve makyajin yasi zamani yoktur. bi de erkek kisinizi hayatiniza aldiginizda ve bir partnership olustugunda birbirinize sagladiginiz guvenlik tanima(asinalik) uyum sevgi ve saygi zaten yaninda sadakat getirecektir. akilli bir erkek zaten karisinin cinsel pazar degeri kendinden once dustu diye ondan sogumaz ve gozu kaymaz cunku iliskilerde tatmin edilmesi gereken tek mevzu bu olmuyor. kaldi ki 40-50yasindaki saglikli erkek kisisinin hedef kitlesi 20-25 bandi olmaz. hep genci makbuldur ama bu 25ten sonra copsun degerin bitti anlamina gelmiyor. hedef kitlen degisiyor. bence bu konuda kadinlarin ideal tutumlari genc guzel ve cpd yuksekken sahip olabilecekleri en ust duzey beyefendiyi hayatina alip onunla birlikte gelisip onun buyumesine(erkek olarak daha degerli hale gelmesine) destek olmak olmali
23 notes
·
View notes
Text
Yine 1 cinayete kurban gitmiş 2 kız.
İkbal Uzuner kendisine 5 yıldır takıntılı olan bir erkek yüzenden parcalandı.
Ayşenur Halil sevgilisinin evine gittiğinde canice katledildi.
19 yaşındaki bu 2 genç kızın ne hayalleri vardı. Tek bir kişi yüzünden 2 kız hayatından oldu.
Her geçen gün kadın kız çocuk cinayet vakaları artıyor. Çoğu genc kız evden tek başına kıkmaya korkuyor ne olucak bu ülkenin hali susmayın. KADIN CİNAYETİ DURSUN!
4 notes
·
View notes
Text
Bir tane gerizekali awel cinsel bir gönderinin altına porn hikayesi yazmış. Yok genc citir kız oluyo sokuyo ediyo kızın canı aciyo sadece adamın zevkinden bahsetmis. Kiz sadece aci cekiyo sidiekdieidwk yani bu sitede bu çok güzel bir seymis gibi ya da fantazi gibi anlatilmasi kadar aptalca bir şey yok mk beynini sikeyim kizim senin
3 notes
·
View notes
Text
SEHERDE UĞRADIM BİR ADİL HANA
Seherde uğradım bir adil hana, Dostum sultan olmuş ilin üstüne. Cemalini gördüm, oldum divane, Selâmına durdum yolun üstüne. Seherde uğradım ben de bir gence, Usuldur boyları, belleri ince. Döküvermiş mor beliği kolunca, Sarılaydım ince belin üstüne. Ak imiş gerdanın, beyazdır kardan, Alnın gevherdenmiş, cemalin nurdan, Dişin sedeftenmiş, dudağın dürden, Lebin kaymak çalar balın üstüne. Bir kulun yok Karac'oğlan kadar, Hüsnünün zekatı borcunu öder. Kız, bakışın beni divane eder, Sırmalar giymişsin alın üstüne. Karacaoğlan
10 notes
·
View notes
Text
"Gence midir insanı hüzünlendiren yoksa insan mısın hüzünmek için geceyi bekleyen" der •ÖZDEMİR ASAF•
Gündüzler anlar mı insanın derdinden? Sanmam. Gündüz kalabalığının içinde kendimi kaybettiğimi hissederim çoğu zaman. İçimin karanlığı geceyle eşdeğer...
~Merhaba ben geceninnincisi🦪
Geceleri kendini bulan gündüzleri varlığı belli olmayann kız.
Bloguma hoşgeldiniz:)
6 notes
·
View notes
Text
BİZ KİMDEN KAÇIYORDUK ANNE?
Hey tumblr sayfam merhaba. Uzunca bir süre seni ihmal ettiğimin farkındayım, beni mazur gör. Yine yeniden döndüm. Dizi ve film analizlerini frizbi tv'de yazıyorum. Oranın da linkini bırakırım aşağıya.
Bugün ise dün başlayıp bir solukta bitirdiğim Perihan Mağden'in aynı adlı romanından uyarlama "Biz Kimden Kaçıyorduk Anne'yi" burada inceleyeceğim. Biraz özet gibi olabilir, eh bir de spoiler verebilirim. Şimdiden kusura bakmayın.
Biz Kimden Kaçıyorduk Anne, 24 Mart'ta Netflix'te seyircisiyle buluştu. İlk sezonu 7 bölümden oluşan dizinin ana konusu bir anne ve kızın, düşmanlarından kaçış hikayesi. Aslında sadece düşmanlarından nasıl kaçtıklarını anlatmıyor. Psikolojik durumlara, travmalara da yer veriyor.
Anne, kendi anne ve babasından sevgi görmemiş, ailesi ve akrabaları tarafından 'uğursuz' olarak anılan bir kadın. Babasının yanında çalıştırdığı gence aşık oluyor ve bu aşkın meyvesi olarak da kızı dünyaya geliyor. Ailesinin, kızını öldüreceği korkusuyla minik yavrusunu, Bambi'sini alıp, kaçıyor. Ve yıllarca hayatlarını kaçarak sürdürüyorlar. Amerika, Almanya, Hindistan ve niceleri... Asla gerektiğinden fazla kalmıyorlar gittikleri yerde. Sonunda yurtlarına geri dönüyorlar.
Anne, kızını aşırı derecede seviyor ve onun asla üzülmesini istemiyor. Kızını üzenlerin, ona kötü bir laf söyleyenlerin de biletini hiç düşünmeden acı bir şekilde kesiyor. Ülkelerine döndüklerinde gerektiği kadar bir otelde kalıp bazılarının hesabı görüldükten sonra kaçıyorlar. İlk başlarda oldukça lüks otellerde konaklayan anne kız, en son bölümde pansiyonda kalıyor. "Hazıra dağ dayanmaz" diyor anne, kendi buz kraliçesi annesinden bahsederken. Annesinin kendisine veremediği sevgi ve güveni kızına veriyor. Bambisi de annesine tabii. Bu yüzden asla ve asla Bambisi'ni yanından ayırmamaya çalışıyor. Ondan uzaklaştığında kızına neler olduğunu görüyoruz. Dizinin ikinci bölümünde Cennet Otel'de sapık doktorun kızına taciz-tecavüz girişimini Bambi söylemese de hisseden anne, doktora hayatıyla ödediği bir ders veriyor.
Buzlar Kraliçesi annesinin ölümüne sebep olan anne, ne kadar yaptığının doğru olduğunu düşünse de zaman zaman kabuslar görüyor. Babasıyla da yüzleşen anne, onu asla affetmediğini bize gösteriyor.
Otel odalarını ev düzenine sokmaları, ev hasreti çektiklerindendi. Aslında ilk bölümde resepsiyonist kızın da arkadaşına dediği gibi, onlar burayı evi bilmişlerdi ve evlerine yabancı sokmak istemiyorlardı, bu yüzden house keeping ekibini bile odalarına sokmadılar. Beni etkileyenler arasında, annenin kızına söylediği canavarla savaşmayı göze alırsan canavar olmayı da göze alırsın, cümlesi var. Gerçekten de öyle. İblislerle ve canavarla savaşırken nazik, tatlı dilli biri olmanın imkanı yok.
Spoiler Alert!
Dizinin son bölümünde annenin ölümü aslında bir son değil bir başlangıç gibiydi. Minik yavrusu Bambi artık tek başına. Bakalım gelecek sezonda Bambi'yi hangi maceralar bekliyor. İkinci sezon gelecek mi tam bilmiyorum ama gelmeli.
---
Dizi hakkında genel olarak konuşmam gerekirse şunları söyleyebilirim. İlk üç dört bölümünün aksiyon hızı diğer bölümlere oranla fazla. Son iki üç bölüm de elbette hareketli fakat biraz daha psikolojik ilerliyor. Kapadokya'daki bölümde Koray Candemir'i gördüm. Ne de yakışmış, sesini ve kendisini çok beğenirim. Biraz daha görebilsek keşke. Bir de Bambi'nin babasına neler oldu bilmiyoruz, büyük ihtimalle annenin babası öldürmüş yahut öldürtmüştür. Yine de baba kısmı aydınlanmadı.
İlk bölümden beni acayip sardı ve bir günde bitirdim. Uzun süredir ilk bölümden kendine bu kadar çeken dijital dizi izlememiştim. Bütün oyuncuların, yapım ekibinin eline sağlık. Puanım 9/10
Şimdiden iyi seyirler.
Daha fazla dizi ve film analizi için aşağıdaki linki ziyaret edebilirsiniz
https://www.frizbitv.com/2023/04/01/kizilcik-serbeti-yine-yeniden/
4 notes
·
View notes
Text
Birbirini Seven İki Gencin Hikâyesi..
Şöyle nakledilir: "Kûfe şehrinde oldukça yakışıklı, ibadete düşkün ve zahid bir genç varmış. Bu genç bir gün Neha diye bilinen yerleşim merkezine gitmiş. Orada, oldukça güzel bir kıza gözü ilişmiş. Ona tutulup sevdalanmış. Kız da aynı şekilde gence âşık olmuş. Genç birini gönderip babasından kızı istetmiş. Fakat kızın, amcasının oğlu ile sözlü olduğu söylenmiş. Bu kez her ikisinde de bulunan sevda ateşi alevlenmiş. Kız gence bir haber gönderip demiş ki: 'Bildiğim kadarıyla bana vurulup sevdalanmışsın. Ben de sana karşı beslediğim sevgiden dolayı son derece hüzünlüyüm. Arzu edersen ziyaretine geleyim. Dilersen de bulunduğum eve senin gelmeni kolaylaştırayım.'
Genç, elçiye:
- Bunların her ikisi de olmaz. Çünkü ben ateşi sönmez ve alevleri dinmez bir ateşten korkarım' diyerek şu ayeti okumuş: 'De ki, Rabbime karşı gelirsem doğrusu büyük günün azabından korkarım. (Zümer, 13).
Elçi geri dönüp gencin söylediklerini kıza aktardığında kız demiş ki:
- Andolsun ki, bu aşırı derecedeki sevgiye rağmen ondaki zühd anlayışı ve kulluk görevi kendisini dizginlemektedir. Aslinda herkes bu görevle mükelleftir. Hiç kimsenin önceliği söz konusu değildir. İnsanlar bu sorumluluk noktasında müşterektir.
Gencin sahip olduğu takvadan etkilenen kız dünyadan el etek çekmiş. Sıradan giysiler giyerek ibadet etmeye başlamış. Fakat tüm bunlara rağmen taşıdığı sevdadan dolayı eriyip ölmüş. Sevgilisi olan genç de her gün mezarını ziyaret ediyormuş. Bir gün kızı rüyasında oldukça güzel ve gösterişli bir şekilde görmüş. Kendisine ne halde olduğunu ve öldükten sonra nelerle karşılaştığını sormuş. Kız gence su şiirle cevap vermiş:
Ey sevgili, senin sevgin ne güzel sevgidir Öylesine bir sevgidir ki hayır ve iyiliğe götürmektedir.
Genç:
- Peki bu halde senin akıbetin ne oldu? Diye sorduğunda ise cevaben şöyle demiş:
Daimi bir nimet ve hayata ulaştım.
Cennette ebedi servet benim oldu.
Bunun üzerine genç, kıza demiş ki:
- Beni oradayken de unutma; çünkü ben de seni unut- mayacağım.
- İkimizin de Mevlası olan Allah'a yakardım ve bana bu yolda yardımcı oldu, diyen kız çekip gitmek isterken, genç 'seni ne zaman görebilirim?' diye sormuş.
Kız:
- Yakın zamanda bize geleceksin, demiş.
Rivayete göre; genç bu rüyadan sonra sadece yedi gün yaşayıp ölmüş."
5 notes
·
View notes
Text
Bursa İnegöl'de bu kez Yunus Emre'den 'genç' baktı
https://pazaryerigundem.com/haber/191158/bursa-inegolde-bu-kez-yunus-emreden-genc-bakti/
Bursa İnegöl'de bu kez Yunus Emre'den 'genç' baktı
Bursa’nın İnegöl ilçesinde her hafta farklı bir okulda “Genç Bakış” ismiyle düzenlenen buluşmalar kapsamında öğrencilerle bir araya gelen Belediye Başkanı Alper Taban, bu hafta Yunus Emre Kız Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’ne konuk oldu.
BURSA (İGFA) – İnegöl’ün geleceğini ortak akıl ile şekillendiren İnegöl Belediye Başkanı Alper Taban, özellikle gençlerin vizyon ve fikirlerinden faydalanmak adına yeni dönemde lise düzeyindeki okullarda “Genç Bakış” ismiyle düzenlenen gençlik buluşmalarında öğrencilerle bir araya gelmeye devam ediyor.
Bu organizasyonlarda gençlerin fikir ve önerilerini dinleyen Başkan Taban, aynı zamanda öğrencilerin eleştirilerine yanıt verip isteklerini de tek tek not alıyor. Her hafta farklı bir okulda öğrencilerle bir araya gelen İnegöl Belediye Başkanı Alper Taban’ın bu haftaki durağı ise Yunus Emre Kız Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi oldu.
BİLDİRİMLERİNİZ BİZİM İÇİN KIYMETLİ
Okulun çok amaçlı salonunda; okul idarecileri, öğretmenler ve öğrencilerle bir araya gelen Başkan Alper Taban, öğrencilerle yaptığı sohbette meslek liselerinin önemine dikkat çekti.
Şehir yönetiminde de ortak akıl ve özellikle gençlerin beklentilerinin, hayallerinin, fikir ve önerilerinin önemli olduğunu vurgulayan Alper Taban, ���Göreve geldiğim ilk günden bu yana toplumun her kesimine kulak veren, her fikri önemseyip dikkate alan bir yönetim anlayışı ortaya koyduk. Özellikle gençlerimizin hayalleri, düşünceleri bizim için kıymetli. Bu şehrin geleceği sizlersiniz. Sizlere bugün, yarın nasıl bir şehirde yaşamak istediğinizi sorarak o temelleri atmak istiyoruz. Bu buluşmaların ana sebebi öğrencilerimizi, gençlerimizi dinlemek ve kulak vermek. Ben sizlerin vizyonuna güveniyorum. Bugün de aslında bizler sizi dinlemek, sizleri anlamak için buradayız. Gençlerimizi dinlemek, onlara kulak vermek de bizim olmazsa olmazımız. Sizler yarın nasıl bir şehirde yaşamak istiyorsunuz, size nasıl bir şehir bırakılmasını istiyorsunuz. Bugün nasıl bir şehirde yaşamak istiyorsunuz bunu bilerek hareket etmek istiyoruz. Kapılarımız sizlere daima açık. Sadece burada değil, 153 hatlarımız ve çeşitli iletişim kanallarından bizlere her an ulaşabilirsiniz. Sizin bildirimleriniz bizim için kıymetli” diye konuştu.
Başkan Taban’ın konuşmasının ardından öğrencilerle karşılıklı soru cevap bölümüne geçildi.
Bu bölümde mikrofonu öğrenciler aldı, güncel konular başta olmak üzere talepler, öneriler, eleştir ve projeler bir bir anlatıldı.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Photo
Pendik'te Akraba Kavgası: Genç Kız Hayatını Kaybetti Olay, Pendik ilçesinin Kavakpınar Mahallesi’nde dün gece saatlerinde yaşandı. Edinilen bilgilere göre, 18 yaşındaki Duygu Şahin, akrabalarını ziyaret etmek amacıyla Bursa’nın İnegöl https://bursahabermedya.com/pendikte-akraba-kavgasi-genc-kiz-hayatini-kaybetti/ #İnegöl #bursahaber #bursasondakika #bursahaberleri #haberler #bursa
0 notes
Text
"Kavak'ta Bir Hayat, 5 Can: Genç Kızın Anlamlı Organ Bağışı"
Samsun'da Genç Kızın Organ Bağışı: 5 Hayata Umut Olacak
Samsun'un Kavak ilçesinde gerçekleşen trafik kazasında hayatını kaybeden Esmanur Arslan, 18 yaşında ve hayat dolu bir gençti. Annesi ve kardeşiyle birlikte geçirdiği bu trajik olayın ardından ağır yaralanan Arslan, tedavi gördüğü hastanede beyin ölümünün gerçekleşmesiyle ailesinin dehşet verici bir karar almasına neden oldu. Arslan’ın organları, 5 ayrı hastaya nakledilecek ve böylece genç kız, fiziksel olarak aramızdan ayrılmasına rağmen hayatlarına dokunmayı başaracak.
Bu durum, organ bağışının ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Ülkemizde organ nakli bekleyen binlerce insan var ve çoğu hayatlarında ikinci bir şansa ihtiyaç duyuyor. Ancak, birçok insan organ bağışında bulunmaktan çekiniyor ya da yeterince bilgi sahibi değil.
Genele bakıldığında, organ bağışının önündeki en büyük engellerden biri, toplumsal bilinç eksikliği. İnsanlar, organ naklinin detaylarını ve ne gibi faydalar sunduğunu bilmediği için bağış yapma konusunda isteksiz kalıyor. Bu noktada toplumda, organ bağışının önemi ve aciliyeti konusunda daha fazla bilgi vermek büyük bir önem taşıyor.
Esmanur’un durumu, bu bilincin artması için bir fırsat olabilir. Herkes, sevdiklerinin bu başına gelebileceğini unutmamalı ve organ bağışını bir kurtuluş yolu olarak görmelidir. Hayatta kalanlar, buna benzer durumlar yaşanmadığı sürece ne kadar değerli olduğunu anlamayabilir. Organ bağışının bir yaşam kurtardığını, insanların hayatlarına umut kattığını vurgulamak gerekiyor.
Sonuç olarak, Esmanur Arslan’ın yaptığı bu organ bağışı, yalnızca 5 hastaya değil, aynı zamanda tüm topluma bir mesaj veriyor. Hayat kurtarmak için atılacak bir adım, belki de bir kaybın ardından doğacak umut ışığı olabilir. Unutulmaması gereken, ruhumuzun bir yerden başka bir yere umut taşıyabileceğidir. Bu nedenle, herkesin organ bağışı hakkında düşünmesi ve gerekirse bağışta bulunması hayati bir konudur.
Daha fazla bilgi için lütfen https://www.medihaber.net adresini ziyaret edin.
Kaynak Yazı Linki: https://www.medihaber.net/genc-kizin-organ-bagisi-5-hayata-umut-olacak/
Genç Kızın Organ Bağışı: 5 Hayata Umut Olacak!
0 notes
Text
Ilhan Irem merhumdan bir anekdot
Bu yazim genc kizlarimiza kadinlarimiza gitsin diyorum
Zira cazibe ne refleli saclarda ne parmak gibi kalkik kara kaslarda ne sisirilmis dudaklarda ne protez dislerde ne de bir km öteden ben imitasyonum diye bağıran doldurulmus göğüslerde işte o zaman birbirine benzeyen kimliksiz suni yaratıklara donusuyorsunuz Kadını özel kılan şey disariya tasan aurasidir ki bu daha uzun bir yoldur temiz ozenli bakimli vakur duruşu dunyayi hayati bilgiyle algiladigi sozunde sohbetinde farkli ve ilgi cekicidir.
Erkek icin de oyle durust guven veren donanimli kimlikli temiz bakimli bir erkek , saç sakal baklavalar çiplak ayak bilekli bir erkekden çok daha fazla ilgi çekicidir.Dusuncelerimi yaşam deneyimlerinden ifade ederek yaptığım başlangıçtan sonra şimdi İlham İreme dönelim
Anısına saygıyla...S.E
ILHAN IREM'DEN
Ankara’da verdiğim bir konser…
Sarı saçları beline kadar uzanan dünyalar güzeli bir kız, çıkışta elime bir kitap tutuşturdu ve kalabalığın arasında yok oldu gitti… İçinde ne isim ne adres… Sadece bir cümle yazılıydı:
‘Sözcüklerin büyütülmesinin bazen sessizlik olduğunu ve neşenin büyütülmesinin bazen gözyaşları…’
O kısacık sürede hissettiğim duygu, çevremdeki herkesten çok farklı göründüğü idi. Yıldızlığı, popüler kültürü sorgulamaya başladığım seksenli yıllar… Kaçmak istediğim sessizliğin çağrısı gibiydi. Ankara Konseri uzun bir turnenin ilk durağıydı. 40 gün sonra Anadolu’dan İstanbul’a dönüşte bir magazin gazetesine turneyi anlatan bir röportaj verdim. Elimde de o kitap: Magnafantagna’nın Ölümü…
‘Ankara konserinde bu kitabı bana veren kızla evleneceğim’ dedim. Sonra İstanbul’un kara deliği beni yine içine çekti, her şeyi unuttum. Üç yıl sonra, bir başka Ankara konserinde tekrar gördüm onu. Daha önce saniyelerle gördüğüm halde hemen tanıdım. Konserden sonra asistanımı kalabalığın arasına göndererek kulise davet ettim. Sessiz, sakin, büyülüydü… ‘Nerelerdesin sen?’ dedim. Hiç konuşmuyordu.
Adını öğrendim ve telefonunu alabildim. Ertesi gün Gölbaşı’nda yürüdük. O röportajı görmüş ama o zamanlar iletişim imkanları kısıtlı olduğu için ulaşamamış. Bana rüyasını anlattı. Onu çağırdığım halde tanımadığım için benimle ilgilenmemeye karar vermiş aslında. Ama sonra elimde kitapla o röportajı görmüş tesadüfen… Başka bir şey konuşmadık. Soğuk Ankara’yı ve sessizliği hatırlıyorum. Gürültü patırtının dışına çıktığım zamansız bir masal gibiydi… Sonra İstanbul’a deli dolu hayatıma döndüm.
Sevgilere, insanlara güvenim giderek eriyordu ve bir anafor içinde kısa süreli rüzgarlar yaşıyordum. O ise çok masum, çok farklıydı… İstanbul’daki cadı kazanına girmesini istemedim. Yıllar yılı kimselerin bilmediği telefon sırdaşım oldu. Türk ve dünya edebiyatının edebi ve felsefi cephesinde, okumadığı kitap, izlemediği film yok gibiydi…
Ve o masumiyeti içinde binlerce yıllık bilgeliğin dizelerini yazıyordu ki, sürekli bir yürek çarpıntısıyla yol arkadaşımı buldum, ona aşık oldum. O da aynı duygular içindeydi ama ikimiz de susuyorduk... Yeni yazdığım şarkıları dinletiyor, beraberliklerimi, mutluluğumu ve mutsuzluğumu paylaşıyordum. Giderek kirlenmeyen hiçbir şey kalmadı…
Anlamsız bir dünyada, anlamsız insanlarla, anlamsız koşuları bırakıp, bambaşka bir yolculuğa çıkmaya karar verdim. Işık yürekli insanlar için birlikte cennetimizi kuracağım insanım Hansu İrem’di… Onunla başka boyutlardan tanışıyorduk! 1 Ekim 1991’de sadece ailelilerimizin bulunduğu bir törenle
İda Dağları’nda evlendik.”
0 notes
Video
youtube
Dalga Dalga - Deha Bilimlier ✩ Ritim Karaoke Orijinal (Burdur Düğünü) ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın 👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ✩ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/gfNrZWenfuQ ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Dalga Dalga - Deha Bilimlier ✩ Ritim Karaoke Orijinal (Burdur Düğünü) Söz & Müzik: Anonim Düzenleme: Berkay Şenol DENİZİN DİBİNDE HAÇCEM DEMİRDEN EVLER Yöresi- İli BURDUR İlçesi- Köyü Arvallı (Bağsaray) Kaynak Kişi SEYFETTİN TÜRKOL Derleyen MEHMET ERENLER Notaya Alan MEHMET ERENLER İcra Eden Makamsal Dizi HÜSEYNİ Konusu - Türü Aşk Sevda Karar Sesi La Bitiş Sesi La Usül 2/4 En Pes Ses La En Tiz Ses La Ses Genişliği 8 Ses TÜRKÜNÜN SÖZLERİ DENİZİN DİBİNDE HAÇCEM DEMİRDEN EVLER AK GERDANIN ALTINDA DA ÇİFTEDİR BENLER O GINALI BARMAKLAR DA O BEYAZ ELLER YOLCUYU YOLUNDAN EYLEYEN DİLBER OVALARA DUMAN ÇÖKMÜŞ GÖREMEDİN Mİ A GIZ GENDİ SAÇINI ÖREMEDİN Mİ DALGA DALGA DALGA DALGA DALGALANIYOR HAÇCEYİ GÖRENLER AMAN SEVDALANIYOR ARVALI'NIN ÖNÜNDE DE PINARLAR HARLAR HAÇCEM ÇIKMIŞ PENCEREYE AY GİBİ PARLAR BEN HAÇCEYİ YİTİRDİM DE DUMANLI DAĞLAR GÖZLERİMİN PINARLARI DURMADAN ÇAĞLAR ALÇAKLARA GARLAR YAĞMIŞ YÜKSEKLERE BUZ GEL SENİNLE GEZELİM İNCE BELLİ GIZ ONU ONU ONU ONU ONU ONUNA BENDE YANDIM HAÇCENİN MOR FİSTANINA YÜCE DAĞ BAŞINA HAÇCEM EKİN EKİLMEZ YAĞMUR YAĞMAYINCA (aman) KÖKÜ SÖKÜLMEZ ELLERİN KÖYÜNDE HAÇCEM GAHIR ÇEKİLMEZ DOLDUR AĞULARI İÇELİM HAÇCEM ALÇAKLARA GARLAR YAĞMIŞ YÜKSEKLERE BUZ GEL SENİNLE GEZELİM İNCE BELLİ GIZ ONU ONU ONU ONU ONU ONUNA BENDE YANDIM HAÇCENİN MOR FİSTANINA HAÇCE : Hatice AĞU : Zehir ARVALI: Köy adı TÜRKÜNÜN ÖYKÜSÜ Kaynak kişi Seyfettin Türkol'un oğlu Metin Türkol'un anlatımına göre; "DENİZİN DİBİNDE HAÇCEM DEMİRDEN EVLER" adlı türkü 3 ayrı Hatça türküsünün birleşiminden oluşmuştur. Metin Türkol, o dönemde yaşayan fakir köylü kızların küçük yaşta istemedikleri kişilerle evlendirilmeleri sonucunda, sonradan yaşanan olaylardan dolayı yakılan 3 ayrı türkünün sözlerinin anonim bir ezgide birleşmesiyle oluşan bir türkü olduğunu ve repertuarda 6 kıta görünmesine rağmen aslında türkünün 12 kıtadan oluştuğunu söylüyor. "Denizin dibinde hatçam demirden evler" dizesinde bahsedilen ilk Hatça (Hatice) Burdur'un Kayış Köyü'nden.. Kocasını bırakıp sevdiği adam ile Antalya Merkez'e kaçan bir kızın hikayesi. Burada "demirden ev" denilerek kasdedilen de sahilde etrafı demir çitler ile çevrili villalar... "Yüce Dağ Başında Hatçam Ekin Ekilmez" ve "Yüce Dağ Başında Hatçam Harmanın Mı Var" diye başlayan dörtlüklerde anlatılan Hatça ise Burdur'un Beşkavak Köyü'nden uzak ve yüksek bir dağ köyüne gelin giden başka bir Hatça'nın türküsü.. "Arvallı'nın Önünde Pınarlar Harlar" dizesinde geçen Hatça ise Burdur'un Arvallı Köyü'nden. Köydeki vekil öğretmene tutkun olan ve çok güzel bir kız olan Arvallılı Hatça'yı zorla köyün çobanına verirler. Vekil öğretmen köyden gittikten sonra kaderine razı olan Hatça, çoban kocasından bir tane de çocuk sahibi olur. Çobanı hiç sevemeyen Hatça, sonraki yıllarda köyde Süleyman isminde bir gence gönlünü kaptırır. Süleyman'ın samimi arkadaşlarından olan Bekir'in, duruma itirazı ve tüm uyarılarına rağmen Süleyman da Hatça'ya gönlünü kaptırır. Bir süre sonra Hatça, çocuğunu da bırakarak Süleyman ile birlikte köyden kaçar... Süleyman'ın arkadaşı olan Bekir de bu duruma bir türkü yakar: Sabahınan Kalktım Hatçam Buldum İzini Çokmu Dövdün Sen De Hatçam Sen De Dizini Kıramadım Ben De Süleymanın Sözünü Nere Kodun Zalım Hatçam Körpe Kuzunu Varman Kızlar Varman Kirli Çobana Çoban Evde Durmaz Gider Yabana Arvallı Dedikleri De Bir Büyük Şehir Şehir Oldu Hatçam Bana Her Yanı Zehir Çok Dediler Arkadaşlar Yar Senin Değil Arkadaşı Sorar isen Arvallılı Bekir Onu Onu Onu Onu Onu Onuna Ben De Yandım Hatça Kızın Basma Donuna Savaş AKBIYIK Sosyal medya (İnstagram) fenomeni, oyuncu. Medyada Murat Övünç adıyla da yer almaktadır. 1968 Van. 5 kardeşin en küçüğü olan Övüç, yardımseverdir Tarot falı bakıp, yaşam koçluğu da yapan Murat Övüç, Pertevniyal Lisesi'nde eğitim gördükten sonra, Bahçeşehir Üniversitesi İşletme Bölümünü tamamladı. 6 yıl kadar evli olan Övüç'ün bir de oğlu bulunuyor. Sosyal medya paylaşımları ve açıklamaları ile magazin gündeminden düşmeyen Deha Bilimlier, vatandaşların merak konusu oldu. İşte Deha Bilimlier hakkında merak edilenler.
0 notes
Text
Kitapçı Mendel
*Kitapçı Mendel... Bütün hayatını kitap okumaya adamış, kendisine bahşedilmek istenen hayatı elinin tersiyle itmiş, varolmanın sebebinin sadece okumak ve insanlara bunu anlatmak olduğuna inanan bilge adam. Ayrıca kitaptaki diğer öykü "Kızıl"da utangaç, ürkek, sosyalleşme yetisinden yoksun (belki böyle bir yeti yoktur bu bir toplumsal ayrıştırmadır) bir gencin yaşadığı psikolojik süreç ve kendisini topluma adapte etme mücadelesi anlatılıyor yazar tarafından.
*Yazarımız Stefan ZWEIG 1881'de doğdu, 1942'de 2. Dünya Savaşı'nın yarattığı insanlık tradejisinin kendi ruhu üzerinde yarattığı baskıya dayanamayıp eşi ile yaşamlarına son verdi koyun koyuna.Yazdığı tüm eserlerde psikolojik tahliller, yalnızlık, şüphecilik gibi kavramları sık görürüz.Savaşın yarattığı baskı ve üzerinde bıraktığı etkiyi de kitaplarında yansıtması oldukça doğal değil midir zaten?
*Kitabın benim okuduğum versiyonunda 2 öykü mevcut bunlar "Kitapçı Mendel" ve "Kızıl". Kitapçı Mendel Yahudi asıllı Galiçyalı bir sahaf. Bütün hayatı okumak ile bütünleşmiş, bir nevi ayaklı kütüphane.Viyanalı entellektüellerin gözbebeğidir kendisi ve bütün hayatı bir kafede geçiyor.Ardından hiç ummadığı bir süreç gelişiyor ve yıllar so nra geldiği Viyana'da tüm yaşamın ve sosyal hayatın köklü bir değişikliğe uğradığını görür.Öykü kısa olduğu için fazlaca detaya girmek istemedim.2. öykümüzde asosyal ve eline kız eli değmemiş bir gence odaklanıyor.İçten içe dürtüleriyle savaş halinde ve bir nevi öz-savaş yaşıyor.Bu süre içinde sosyal bir insan olan Schramek ile oda arkadaşı oluyor ve mücadelesi bu noktada farklı bir hal alıyor.Kendisinin yaşadığı sosyalleşme süreci, hastalık, aşık olma ve adaptasyon öykünün ana konusu.Aslında Zweig eserlerinin hemen hemen hepsinde olan umutsuzluk ve o umutsuzluğa olan başkaldırı bu kitapta da bize verilmiş.
Velhasıl-ı kelam anlatım tarzı, okuma kolaylığı, derin insan psikolojilerini tahlil etme ve savaşın insan üzerinde bıraktığı izlenimleri anlatması neticesiyle hepimizin okuması gerektiğini düşünüyorum.Kendisine ait "Korku" ve "Satranç" kitaplarını da okumuştum.Özellikle "Korku" kitabı beni çok etkilemişti.Kitabın ana kahramanlarının yaşadıklarını sanki biz de okurken derinden hissediyoruz.Belki de bu tarz yazarların yüzyıllarca unutulmayacak olmamasının sebeplerinden biri de budur ne dersiniz?
Son olarak Kitapçı Mendel öyküsünden güzel bir alıntı ile incelememe son veriyorum.Sıradaki kitabıma henüz karar veremedim.Fikriniz olursa seve seve dinlemek isterim.Kitapla ve sevgiyle kalın.
0 notes
Note
Benim o kadar saçma bi durumum var ki. 11de çok güzel çalışmaya başladım karantina sürecinde ama 1 ay sonra bıraktım ki mesela matematiğim hep çok iyiydi benim fene de ilgim çoktu. Neyse sonra 12ye geçtim okula gittik o dönem başlarda aşırı stresliydim napcam dedim çok çalışmam lazım dedim zaten ortaokuldan beri tıp istiyodum en büyük hayallerimden biriydi herkes bana çok güveniyodu bu kız yapar falan diyodu. 12. sınıfın ortalarında bıraktım çalışmayı saçma sapan arkadaş ortamına girdim bi arkadaşım vardı hiç çalışmıyodu ben dr ona takıldım dedim amaan hayata bi kere geliyoruz diğer senelerin acısını çıkarıyım lise hayatım zaten çöpe gitti. Şimdi de mezunum ve 2. sınava girişim olcak geçen seneye göre iyiyim ama yeterli değilim aileme nasıl açıklarım bilmiyorum en önemlisi kendime nasıl açıklarım onu hiç bilmiyorun çok kötü bi ruh haliandeyim
Yav kendin de dahil kimseye bir sey aciklamak zorunda degilsin kendini psikolojik olarak baski altina alip mental olarak hapsetmene gerek yok. Hata yapmanin en dogal oldugu yaslardasin. Hepimiz ayni yollardan gectik insanin kani deli akiyor. Sistem bizi cok genc yasta masa basinda gencligimizi heba etmek zorunda birakiyor. Bunu yapmak istemiyor olmandan daha dogal hicbir sey yok. Ama ne yazik ki aileler ve cevremizdeki herkes tum basarimizi, benligimizi ve kimligimizi bir sinava endeksledigi icin bir sure sonra bize de sanki basarisizlik dunyanin sonuymus gibi geliyor. Cik bu kafadan hicbir sey senin ruhsal ve fiziksel sagligindan onemli degil. Ben doktorum surekli sinava bile giremeyecek kadar hasta gencleri goruyorum. Belki sinavi gormeye omrun bile yetmeyecek. Hayati bu kadar kendimize zindan etmeye gerek yok. Yok su sinifta caliskandim yok su sinifta calismadim ona takildim hata yaptim bilmem ne. Gec bunlari yani. Su an dunyanin en buyuk sorunu sinavmis gibi geliyor olabilir ama insan omrunde aslinda bunlarin hicbir ehemmiyeti yok. Basari ne demek basarisizlik ne demek etrafindaki herkesin senin ustune sanki surekli basarili olmak zorundaymissin gibi bi beklenti ve sorumluluk yuklemesi ne demek inan cok iyi biliyorum. Ayrica dunyadaki tum felaketler lise cagina denk gelmis. Bugun karantina olsa ben de evde calisamam. Bunlar gayet olagan seyler. O yuzden sana ablan olarak bir tavsiye vermis olayim. Kafandaki tum baskilari, sucluluk duygusunu, cevreme ne derim gerginliginib bir kenara birak. Sakin kafayla ne istiyorum ve ne yapiyorum diye dusun. Planini ciz ve ona gore hareket et. Sinava yakin boyle psikolojik olarak kendini bunaltmana gerek yok. Dedigim gibi dunyadaki hicbir basari ya da hicbir basarisizlik senden onemli degil. Her sey olacagina varir. Gerekirse bir sene daha calisirsin gerekirse bir bolume gider orda calisirsin gerekirse de baska bir bolum yazar sansini denersin. Yetiskin birisin hayatinin ne yone gidecegine karar verecek yastasin. Mental sagligin iyi olmadikca ne kendin icin ne cevrendekiler icin iyi bir sey yapabilirsin. O yuzden once kendimizi iyilestirip ayaga kalkip sonra da kriz yonetimi yapacagiz. Durum ne gerektiriyorsa tespit edip bir de dua edecegiz
0 notes
Text
Fyodor Mihailoviç Dostoyevski / Derbeder bir kâhin
Rus edebiyatının büyük ismi Fyodor Mihailoviç Dostoyevski, Suç ve Ceza, Kumarbaz, Budala, Karamazov Kardeşler gibi romanlarıyla insan ruhunun en bilinmeyen, en derinlerde saklı yönlerini ortaya çıkardı.
Siz sadece bir tek kişiden mi oluşuyorsunuz? Kötülüğü de iyilik kadar cömert miktarda hamurunuza katmış bir Tanrının evlatları olan sizler, doğuştan sahip olduğunuz kötülükleriniz, o hep bastırmaya çalıştığınız, kimi zaman bastırmaya çalışarak beslediğiniz habis istekleriniz, aşağılık arzularınız, zaaflarınız, erdemlerin dışında kalan beklenti ve hayallerinizle, bir gün kendinizi 'anlatmaya', hatta üzerinde düşünülmüş, uzun zamanlar boyunca titizlikle kurgulanmış cümlelerle kendinizi 'yazmaya' kalksaydınız, bahsettiğiniz kişi, ne kadar 'siz' olurdunuz?Siz her ne kadar göründüğünüz kişi olduğunu iddia etseniz de, buna inanmayan, görünüşe aldanmayan biri, size sizin yazamadıklarınızı verdi. O, Fyodor Dostoyevski'ydi ve nefret edilecek bir babadan, sırf oğlu olduğu, onun kanını taşıdığı için nefret ederek büyümüş bir çocuk olarak, ömrünün ilk bilinçli yıllarını insanlığın bu garip çelişkisini önce fark edip sonra da inkâr ederek geçirmişti!
Babası iflah olmaz bir otorite delisiydi
Babası bir albaydı, bir doktordu, iflah olmaz bir cimriydi; çocuklarına Latince öğretirken onların bütün o ders saatleri boyunca oturmalarına izin vermeyecek, toprağını işleyen işçilerini kendisine selam vermedikleri zaman selam vermedikleri, selam verdikleri zamansa kafalarından şapkalarını çıkartarak hasta olup işi asmaya niyetlendikleri için kırbaçlatacak kadar otorite delisi ve adaletsiz biriydi...Çocukluğunu bakıcısının, sütannesinin ve öz annesinin hikâyeleri ile geçiren 'Fedor' için babası, cimriliğiyle, yersiz sertliğiyle, yalancılığı ve alkolizmiyle, 'yaşaması gerekmeyen' biriydi.Ve altı çocuğun verdiği yorgunlukla veremden ölen annesinin ardından ağlayan Fedor, karısının ölümünden sonra hiç durmadan içen, kız kardeşlerinin odalarını gecenin bir yarısı bir âşık saklayıp saklamadıklarını anlamak için tetkik eden, hizmetçilerinden birini metres tutan babasının kendi köylüleri tarafından hunharca katledildiği haberini, askerî okulun soğuk koridorlarında aldığında, işte tam olarak bu duygularla ilk sara krizini geçirmişti... O, babasının ölmesini gerçekten isteyip istemediğini kendine sorup durmuş ve ruhunu tanık kürsüsüne çıkardığı o içsel mahkemede kendini mahkûm etmişti belli ki...Babasının cimriliği nedeniyle uzun haftalarını parasız geçiren, askeri manevralar sırasında çıkılan arazinin sert koşullarında bir çay içecek kadar bile parası olmayan Fedor, okulundan mezun olduktan hemen sonra, o ana dek yaşadığı fakir hayata inat, müthiş bir savurganlıka para harcamaya başlamıştı.
Yoksullara yemek ısmarlayıp, hikâyelerini dinliyordu
Borçlanması için pek çok neden vardı üstelik; Fedor bir kumarbazdı. Bunun dışında bir de garip bir yöntemle 'bir şeyler' biriktiriyordu hiç durmadan: Üzerindeki giysilerin dökülmekte olduğunu gördüğü insanlara bir yemek ısmarlayıp para karşılığında onların hayat hikâyelerini dinliyor, bu sayede en küçük detayları bile sorma hakkını elde ediyordu...Bütün bu 'birikim' ona İnsancıklar'ı getirdi. Dostoyevski, geleceği olmayan birkaç oyunun ardından yazdığı bu ilk romanını, ev arkadaşına okuduğu andan itibaren gerçekten de çok tuhaf bir dönem başladı hayatında: Roman, elden ele dolaşarak ünlü eleştirmen Belinski'ye kadar ulaşmıştı. Kendisine 'yeni bir Gogol' olarak tanıtılan bu adamın yazdıklarına aşağılayan gözlerle bakan Belinski, romanı okuduktan hemen sonra Dostoyevski'yle, 'Rus edebiyatının bu yeni tanrısıyla' tanışmak istediğini söylemişti heyecandan tutmuş bir sesle...Yazarla eleştirmen buluştuklarında, eleştirmen yirmili yaşlarının başındaki bu gence hayranlığını övgü dolu sözlerle belirtmiş ve bu andan sonra onu salon salon dolaştırmaya, edebiyat çevresinin 'meşhurlarıyla' tanıştırmaya başlamıştı. Romanının henüz yayımlanmadığı ve tüm zararsızlığına rağmen sansür bürosunda odadan odaya savrulduğu bu zamanlarda, genç yazar, kendi deyimiyle Petersburg'un yarısı tarafından tanınıyor ve baş döndürücü bir şöhretin kanatlandırdığı duygularla kendisine 'büyük, gerçekten büyük' olduğunu söyleyen insanların yüzlerine şaşkınlıkla bakıyordu.Yalnız kaldığı anlarda, her ne kadar kardeşine şöhretinden dolayı çalım satan mektuplar yazmakta bir sakınca görmese de, aldığı o övgülerin ağırlığı altında eziliyor, aslında onların söyledikleri gibi 'büyük bir yazar' olmadığından korkuyordu.Gittiği salonlarda, yazdıklarına hayran olan insanların bile davranışları yüzünden kendisiyle alay ettiklerinin farkındaydı; yeteneği nedeniyle 'bana âşık' dediği Turgenyev bile onunla ilgili alaycı koşuklar yazıyor ve etrafındakilere Dostoyevski'nin tanıştığı genç bir kadın karşısında, daha ilk anda nasıl bayıldığını anlatırken çevresindekileri gülmekten kırp geçiriyordu.
Üzgün yüzlü şövalye, sevimli palavracı
Çok sevdiği Turgenyev ile Nekrassov'un "Üzgün yüzlü şövalye / Dostoyevski, sevimli palavracı / Edebiyatın burnundan kızaran / Yeni bir sivilcesin sen" dizeleri gittiği her yerde tekrarlanırken Dostoyevski, duyduklarına sinirleniyor, bir salona girdiği anda insanların yüksek sesle gülmeye başlamalarını üzerine alınarak çıkıp gidiyordu. Ya da bazı zamanlarda birden cesur, yapmacıklı, çalımlı bir ifadeyle onların arasına karışıyor ve kendisini kabul ettirme isteğiyle başladığı konuşmalarında devirdiği çamlarla yeniden alay konusu oluyordu.Reddedilmenin verdiği öfkeyi, renkli gecelerle boğmaya çalışıyordu artık; sabah uyanınca hatırlamaktan tiksindiği gecelerinin izlerini silmek için hemen ağzını çalkalıyor ve rezilliklerini unutmaya çalışıyordu. Bu neredeyse bir bunalımdı ve onu yalnızca İnsancıklar'ın basımı kurtarabilirdi...İnsancıklar nihayet yayımlandığında, 'bizimkiler' dediği Belinski ve çevresi tarafından yine övülürken büyük tirajlı gazete ve dergiler tarafından şiddetle eleştirildi; Dostoyevski, kardeşine yazdığı mektuplarda neden okurların yalnızca üçte birlik kısmının beğenisini kazanabildiğini anlayamadığını yazıyordu.
Edebiyat yaşamının üçüncü yılında aforoz edildi
Bundan sonra yazdığı birkaç öykü, Gogol'ün fazlasıyla etkisi altında kalmış, 'dâhice birer özenti' muamelesi gördü. Belinski bile artık her yeni yapıtıyla biraz daha düştüğünü söylediği Dostoyevski'ye bakıp "Aldandık!" diyordu, "Hele ben, eleştirmenlerin en iyisi olan ben, semerli bir eşekmişim meğer!"'Edebiyat yaşamının üçüncü yılında' neredeyse aforoz edilmiş olan Dostoyevski, umutsuzdu artık... Borçları bir hayli kabarmıştı; bir yandan bir dergi için imzasız ilan sayfası hazırlarken bir yandan da kendisine kredi açan aceleci yayımcısına vermek üzere bir şeyler karalıyor, beğenmiyor, yeniden başlıyor, hikâyenin ortasına gelmişken yeniden bir buhrana düşüyor ve kardeşine yazdığı mektuplarda sürekli bu durumdan yakınıyordu: "Zamansızlık yüzünden sanatımı yitiriyorum. (...) Yoksulluk, çırpıştırılan çalışma! Ne vakit dirliğe kavuşacağım?"Sara nöbetlerinin iyiden iyiye sıklaştığı bu ümitsiz zamanlarında defalarca ev değiştirdi, edebiyat çevresindeki tüm dostlarını da kaybetmişti ve zamanını onların yerine yenilerini koymaya çalışarak geçiriyordu. Biraz meraktan, biraz bir şeyleri değiştirme hevesinden (ünlü Panayev'in karısına duyduğu aşkı unutmak gibi), biraz da bir yerlere ait olma isteğinden belki, yasadışı siyasi bir grubun üyelerinden biri oluvermişti Dostoyevski...
İdam edilecek altıncı kişiydi
Kısa bir süre sonra, hükümetin, sansür kurulunun ve kölelik sisteminin eleştirildiği bu toplantılarda Belinski'nin 'dini açıdan sakıncalı' bir mektubunu, Grigoriev'in isyana teşvik eden bir öyküsünü okumaktan dolayı tutuklanacak, otuz dört arkadaşıyla birlikte kapatıldığı kalede ömrünün geri kalanını belirleyecek olan o hayati kararı bekleyecekti.Aylar sonra tutuklulardan yirmisi, kaleden çıkarıldı. Nereye götürüldüklerini bilmiyorlardı. Sonunda vardıkları meydanda arabalardan indirildiklerinde, çevrelerindeki kalabalığı fark ettiler önce, sonra da bağlanarak kurşuna dizilecekleri kazıkları, bir kenarda duran papazı, haklarındaki hükmü okumaya hazırlanan subayı... Gördükleri her şey, haksız bir idamın habercisiydi düpedüz! Ve işte şimdi o askerin dudakları arasından da aynı meşum kelime dökülüyordu: İdam...Dostoyevski idam edilecek olan altıncı kişiydi.... İlk beş kişinin infazı bitene kadar ancak beş dakikası kaldığını hesap ederek bu sürenin "ilk iki dakikasını dostlarıyla vedalaşarak, sonraki iki dakikasını düşünerek ve son dakikasını da dünyaya bakarak" geçirmeye karar vermişti.Sessizlik, katlanılır gibi değildi, askerler silahlarını omuzlarına yerleştirmiş, verilecek olan emri bekliyorlardı. Aniden 'geri çekil' borusunu duydu mahkûmlar... Çar, 'yücegönüllülükle' hepsini affetmiş, cezalarını kürek mahkûmiyetine çevirmişti ve aslına bakılırsa tüm bu mizansen de bizzat çarın başının altından çıkmıştı! Ve çar, yalnızca Dostoyevski'nin adının yanına gizli kalmasını özellikle istediği bir not düşmüştü: Diğer mahkûmlardan farklı olarak Fedor Mihailoviç Dostoyevski, cezasının ilk dört yılını kürek mahkûmu olarak geçirecek ve sonraki dört yılda da ordunun hizmetinde olacaktı.
Mahkûmiyeti boyunca sefaletin anlamını öğrendi
Dostoyevski, davanın başlangıcında serbest bırakılan kardeşi Mişel'e sarılırken mutlu görünüyordu neredeyse, yeni yeni hikâyeler toplayacağını söylüyor, kardeşini teskin ederken bir yandan da edebî umutlarından bahsetmekten kendini alamıyordu...Mahkûmiyeti boyunca sefaletin asıl anlamını öğrenmişti, o da diğer tutuklular gibi ağzını çalkaladığı suyla yüzünü yıkamıştı sabahları, o da diğerleri gibi sakalsız ve kafası ile bıyıklarının yarısı tıraşlı bir durumda iğrenç lekelerle dolu kül rengi giysiler giymiş, gecelerini zehirleyen o sara nöbetlerinin ardından her gün ağır işlerde çalıştırılmak üzere değişik yerlere nakledilmişti...Burada geçirdiği dört yıldan sonra cezasının diğer kısmını tamamlamak üzere Semipalatinsk'e gönderildi. Bu küçük taşra kasabasında nispeten daha iyi bir hayata başlaması için aradan uzun bir zaman geçmesi gerekmeyecekti. Etrafındaki cahil, bakımsız, kültürsüz, her türlü görgüden yoksun insanlarla, kürek mahkûmiyeti sırasında tanıdıklarına nazaran, daha iyi ilişkiler kurabilmişti. Üstleri tarafından da seviliyordu üstelik... Bir süre sonra karargâhın dışında bir oda tutması için izin bile almıştı.
Rus halkı adına konuşma hakkını zincir izlerinden alıyorum
Gündüzleri "işe" gidiyor, akşamları yeni arkadaşı savcı Baron Vrangel ile geçiriyor, onun sayesinde kalburüstü insanların arasına eski bir kürek mahkûmu olmasına rağmen girebiliyor, 'yukardakilerin' kendisinin yeni keşfettiği Rus halkı hakkında atıp tutmalarına şiddetle direniyordu. Bir gün davetlilerden biri ona, Rus halkı adına konuşma hakkını nereden bulduğunu sormuştu. Dostoyevski müthiş bir sakinlikle pantolonunun paçalarını sıyırmış ve ayak bileklerinde hâlâ belli olan zincir izlerini göstererek "Buradan bayım" demişti, "Rus halkı adına konuşma hakkını tam olarak buradan alıyorum."Bu tip zaferlerle tuttuğu tarafı açıkça ortaya koyan genç adam, gecelerini de kafasındakileri kağıtlara boşaltarak geçiriyordu. Sarhoş ve serseri bir öğretmenin karısına tutulana kadar hemen hemen her gece fakir odasında yazmıştı ama kadının kocasının yeni görevi nedeniyle bir başka yere gitmek zorunda kalmasıyla Dostoyevski'nin zihnindeki tüm çarklar bir anda duruvermişti... Ölüler Evinden Anılar üzerinde çalışan yazar, şimdilerde yazamıyordu. Kadının gönderdiği mektuplarda adı geçen bir adamı kıskanıyordu çünkü. Bir süre sonra iki yılı aşkın zamandır sevdiği kadının dul kaldığını öğrendiğinde, babasının ölümünde olduğu gibi, yine kendini suçladı Dostoyevski, defalarca adamın ölmesini istediğini hatırladı. Suçluluk hissi, sevgisini azaltmamış, aksine daha da kuvvetlendirmişti ama kendisine evlilik ümitleri veren kadın, mektuplarında bahsettiği adam yüzünden onu terk edecek, genç yazarı yeni bir buhranın orta yerinde yapayalnız bırakacaktı.Ancak Dostoyevski, teğmen olur olmaz bütün gururunu bir kenara bırakarak genç kadına yeniden evlenme teklif etti ve masraflarını tamamen başkalarına borçlanarak yaptığı düğünün ertesinde artık evli bir adam olarak kısa bir balayına çıktı. Balayının sonu, bir sara kriziyle gelmişti ama Dostoyevski yine de mutluydu; karısı Mari'ye, o yerlerde yatan, hırıldayan, bir köpek gibi tuhaf sesler çıkartan o halini unutturabileceğini düşünüyordu.
Sevdiği kadının kölesi olabilirdi
Bu sıralarda kardeşi Mişel, onun sekiz yıl önce yazdığı bir hikâyeyi yayımlatmayı başarmış, yeni hikâyelerle yeniden edebiyata dönmesi için onu razı etmeye çalışıyordu.Bir yandan da 'gerekli yerlere' övgü şiirleri ya da mektuplar yazıp gönderiyordu. Ve bu çabalarının sonucunu önce rütbesinin yükseltilmesiyle, sonra soyluluk haklarının ve ardından da nihayet özgürlüğünün iadesiyle görecekti.Mari'nin oğluyla birlikte bu küçük aile, Sibirya'dan çıkıp da gerçek Rus topraklarına adım attıklarında Dostoyevski müthiş bir coşkuya kapılacak ve sınırdaki yaşlı bekçiyle hemen orada içmeye başlayacaktı.Dostoyevski'nin bundan sonraki yılları da hep aynı para sıkıntısıyla geçti. Bu arada hep birilerine âşık oldu, âşık olduğu kadınları, tuhaf bir mazoizmle adeta, hep evli kadınlar arasından seçti; onlarla kocaları arasında bir köprü görevini üstlendiği zamanlarda kendinden nefret ediyordu ama sevginin özrü yoktu, sadece sevdiği için bir kadının kölesi olabilecek yaradılışta bir adamdı o...Güzel (ve her nasılsa bekâr) Polin Suslova'yla ilişkisi de böyleydi. O sıralarda çıkardığı derginin yazarlarından biri olmak isteyen genç kız, Dostoyevski'ye bir mektup yazmış ve bir hikâyesini yollamıştı. Kısa süre sonra onun, kendi dağınık yaşamını derleyip toparlayacağını, kendisine bir yol göstereceğini umarak onunla birlikte olmaya başlamıştı ama gözünde yücelttiği bu adam da arada bir tökezliyor, ayağa kalkmak için başkasının yardımına ihtiyaç duyuyordu ne yazık ki... Ve bu Polin'in katlanabileceği bir şey değildi...
Kumar hastalığı bütün ruhunu sarmıştı
Dostoyevski, bu dönemde öyle büyük borçların altına girmişti ki hayatı boyunca yakasını bırakmayan ve her daim sıkıntıya düşmesine neden olan bir illet, kumar sayesinde bunları temizleyeceğine inanacak kadar çaresizdi. Tek çözüm, Almanya'ya gitmek ve kumar oynamaktı.Polin de kendisini Paris'te bekliyordu, parasını Wiesbaden'in aydınlık kumar salonlarında bırakan Dostoyevski'yi canlandıran tek şey de genç sevgilisinin kendisini beklediği düşüncesiydi. Ama bir süredir Paris'te bulunan Polin, çoktan genç bir İspanyol'a gönlünü kaptırmıştı bile ve kendisini sevmeyen o adam uğruna bu 'kırklığı' terk etmekte de hiçbir sakınca görmeyecekti. Yine de kendisiyle beraber Rusya'ya dönmesini isteyen ve ona sadece bir ağabey gibi davranacağını söyleyen Dostoyevski'nin bu teklifini kabul edecekti.Kumarbaz adlı romanındaki Polina'ya aşık olan zavallı adam, 'onun yanında bütün onurunu yitirdiğini' söyleyecekti ve Dostoyevski de bu kadının karşısında aynı şeyi hissediyordu. Baden Baden'de bulundukları sıralarda, onun odasına giriyor, soyunması için yalvarıyor, reddedildikçe de kumarhaneye gidip kendinden geçercesine rulet oynuyordu.Kumar hastalığı öylesine önüne geçilemeyecek biçimde ruhunu sarmıştı ki, Polin'in kendisini bir erkek yerine koymamasına daha fazla dayanamayıp ondan ayrıldıktan sonra, borç para istemek için onu bile arayacak duruma gelmişti.
Hayatı, pek çok eserinin kaynağı oldu
Yayımcısından bir avans daha alarak ancak dönebildiği Rusya'da bütün sıkıntılar, nedenlerinden hiçbirini kaybetmeden, hatta daha da artarak onu bekliyordu. Ölüm döşeğinin başucunda beklerken Yeraltından Notlar'ı tamamladığı karısını ve kardeşi Mişel'i kaybetmişti ve bundan sonra kardeşinin ailesinin bakımını da üstlenmişti. Parasını kullanmayı ya da biriktirmeyi hiçbir zaman beceremeyen bu adamı pek çok kişi de sömürüyordu üstelik...İyice yoğunlaşan sara krizlerinden yorgun düşen Dostoyevski, en azından steno derdinden kurtulmak için gencecik bir kız tutmuştu. Yakın bir zamanda karısı olacak bu kız, Anna Snitkina'ydı ve yazarın yeni bir Almanya seferinde de ona eşlik edecek, bir adamın maddi anlamda çöküşünün ne kadar başdöndürücü bir hızla gerçekleşebileceğine tanıklık edecekti.Onun sürekli bir sıkıntıyla geçirdiği hayatı, pek çok eserinin kaynağı oldu. Dostoyevski, bize yalnızca Suç ve Ceza'yı, Karamazov Kardeşler'i, Kumarbaz'ı, Budala'yı, Ecinniler'i hediye etmekle kalmadı, bize 'ikinci kişilik'lerimizi de verdi...Dünya ve Rus edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük yazarlarından biri olan Fedor Mihailoviç Dostoyevski, kendimize bakıp unutmaya çalıştıklarımızı, hastalıklı yanlarımızı, yazmaya kalkarsak saklayacaklarımızı anlatan derbeder bir kâhin gibiydi...Ve başkalarının içine de kendi içine bakar gibi bakıp buldukları ve anlattıklarıyla, bize, kendimizi 'yeniden öğretti'...
(Cansu Yılmazçelik / 30 Mart 2007 / K dergisi)
0 notes
Text
Dengesini kaybedip dere yatağına düşen genç kız itfaiye ekiplerince kurtarıldı – BRTK
Dengesini kaybedip dere yatağına düşen genç kız itfaiye ekiplerince kurtarıldı – BRTK - https://olaykibris.com/dengesini-kaybedip-dere-yatagina-dusen-genc-kiz-itfaiye-ekiplerince-kurtarildi-brtk/ #kıbrıs #kktc #haber #türkiye #dünya
0 notes