#genç ufukta spor
Explore tagged Tumblr posts
Text
30 Ağustoslar, 1926'dan itibaren “Zafer ve Tayyare Bayramı” olarak kutlandı. Genç Cumhuriyet, 1925-1945 arasında uçak fabrikaları kurdu. Fakat II. Dünya Savaşı sonrasında yerli-milli uçak sanayiden vazgeçildi. 1950'lerde uçak fabrikaları kapatıldı. İşte bu süreçte “30 Ağustos Zafer ve Tayyare Bayramı”nın “Tayyare” kısmı da unutturuldu
Bu toprakların yeniden vatan yapılışının 97. yılında “30 Ağustos Zafer Bayramı”nı coşkuyla kutladık. Ancak 1950'lerden beri bu önemli bayramın aslında yarısını kutluyoruz, çünkü diğer yarısını unutturdular. Bizim bugün “30 Ağustos Zafer Bayramı” diye kutladığımız bayram, Cumhuriyet'in ilk yıllarında “30 Ağustos Zafer ve Tayyare Bayramı” olarak kutlanıyordu.
“Nasıl yani?” dediğinizi duyar gibiyim!
En iyisi her şeyi en başından anlatayım:
KUVAYI HAVAİYE
Milli Mücadele'de TBMM, 13 Haziran 1920'de Harbiye Dairesi'ne bağlı bir “Kuvayı Havaiye Şubesi” kurdu.
1920'de Eskişehir'de I. Uçak Bölüğü, Uşak'ta II. Uçak Bölüğü, Amasra'da da bir Deniz Uçak Üssü kuruldu. Ancak buralardaki az sayıda uçaktan hiçbiri uçacak durumda değildi.
Sakarya Savaşı'nda Yunan ordusundaki 18 uçağa karşılık Türk Ordusu'nda sadece 2 uçak vardı. Bu 2 uçaklık Kuvayı Havaiye'nin üssü Polatlı-Ankara demiryolu üzerindeki Malıköy'dü.
Sakarya Savaşı sonrasında İtalya ve Fransa'nın TBMM ile anlaşmalarından sonra İtalya'dan 21 adet SPAD-XIII uçağı ile Fransa'dan 10 adet Bregue 14 A-2 uçağı alındı. Silahsız olarak alınan bu uçaklara Alman Maksim makineli tüfekleri takıldı. Bu uçakların çoğu ateş ederken kendi pervanelerini deldi. Rusya'dan ve İtalya'dan alınan uçak yakıtı ise at ve eşek sırtında kağnılarla Anadolu'ya taşındı. Yurt dışından uçak bombası alınamayınca 7.5 kg.'lık top mermilerinden uçak bombası yapılmaya çalışıldı.
Ulus, 31 Ağustos 1936.
Türk cephelerini gezen ve Atatürk'le görüşen Franklin Bouillon, motoru Gnom uçağından alınma, kanatları Albatros uçağından aktarma, bez kanatları patates püresiyle emayetlenmiş garip Türk uçağını görünce “Ne delice kahramanlık! Elbette kazanırsınız!” demekten kendini alamayacaktı.
Büyük Taarruz'un başladığı 26 Ağustos 1922'de keşif uçakları kendilerinden istenilen bütün görevleri başarıyla yerine getirdiler. Seçilen hedefleri bombaladılar. Av uçakları da havada Yunan uçaklarıyla çatıştılar; 3 düşman uçağını inmek zorunda bıraktılar, 1 düşman uçağını da Yüzbaşı Fazıl Bey, Afyon Hasanbeyli civarında düşürdü.
Atatürk, Kuvayı Havaiye'nin bu başarısı nedeniyle 31 Ağustos 1922'de havacıları kabul edip rütbelerini yükseltti.
İşte bu nedenle Cumhuriyeti kuranlar, 30 Ağustosları, “Zafer ve Tayyare Bayramı” olarak kutladılar.
Bir Cumhuriyet kurumu: THK
Türk Tayyare Cemiyeti (Türk Hava Kurumu) ve Türk Tayyare Bayramı
Atatürk, 1 Kasım 1924'teki meclis açış konuşmasında şöyle dedi: “Yurt savunmasından söz ederken askeri alanda önemli ve etkin bir nitelik taşıyan Hava Kuvvetleri'ne yüce meclisin özellikle ilgisini ve dikkatini çekmek isterim.”
Atatürk, 16 Şubat 1925'te Türk Tayyare Cemiyeti'ni (Türk Hava Kurumu'nu) kurdu. Atatürk'ün himayesinde, İsmet İnönü'nün fahri başkanlığında kurulan cemiyetin ilk başkanı Atatürk'ün yaverlerinden Cevat Abbas Gürer, daha sonraki başkanı ise Atatürk'ün yakınlarından Ahmet Fuat Bulca idi.
THK'nın birinci amacı uçak fabrikaları kurmaktı. THK Nizamnamesi'ndeki ifadeyle, “Türk milletinin en öncelikli olarak yapması gereken bir tayyare fabrikası kurmaktır. Avcı, keşif, talim ve bombardıman tayyarelerinin bütün aksamını imal edecek ve istenilen nitelikte tayyareler meydana getirecek bir fabrika tesisi için sarf edilmesi lazım gelen paranın ehemmiyetini Türk milleti takdir edebilmektedir. Fabrika ile bir de pilot yetiştirebilecek okul tesis edilmesi kesin gerekliliktir…”
THK'nın parasal kaynakları şöyle belirlendi:
1- Fitre, zekat ve kurban derileri,
2- Tayyare Piyangosu,
3- Bir kuruşluk Tayyare Cemiyeti dilekçe pulu,
4- Sigara paketlerindeki bir tek sigara,
5- İki cıva madeninin işletilmesinden elde edilen tüm gelirler,
6- Askeri terhis tezkerelerinin geliri,
7- El ve duvar ilanları imtiyazı,
8- Uşak Şeker Fabrikası'nın her yılki ilk mahsulü,
9- Bazı vergiler,
10- Atatürk'ün Nutuk'undan elde edilecek telif geliri.
Ancak bu kaynaklar yeterli değildi. THK, orduya uçak almak için “bağış” ve “yardım” kampanyası başlattı. Öncelikle Atatürk, 10 bin lira bağışla kampanyaya katıldı. Nuri Demirağ'ın kardeşi Naci Demirağ 120 bin lira, Vehbi Koç da 5 bin lira bağışladı.
THK'ya 30 ila 50 lira bağışlayanlara bronz, 75 ila 100 lira bağışlayanlara altın, 5 bin liradan fazla bağışlayanlara değerli taşlarla bezenmiş madalyalar verildi. Madalyaların üstünde Vecihi Hürkuş'un yaptığı “Vecihi K-VI” model uçağın resmi vardı. 10 bin lira bağışlayan kişi, kurum ve şehirler aldıkları uçağa ad verebiliyordu. THK'ya ilk bağış Ceyhan'dan geldi. Ceyhan ilçesinin 10 bin liralık bağışıyla alınan uçağa “Ceyhan” adı verildi.
Atatürk, 1 Kasım 1926'da meclis açış konuşmasında “vatandaşların kendi gayret ve bağışlarının ürünü olan Tayyare Cemiyeti'nin bir senelik çalışma ve başarısı takdire şayandır” diyerek THK'yı takdir etti.
THK'nın uçak kampanyasına halkın ilgisi büyüktü. Vatandaşlar elde ettikleri ürünün bir kısmını, tarlasını, bağını, bahçesini, hayvanını satarak kampanyaya destek oldu. Hatta maaşını ve evlilik yüzüğünü bağışlayanlar bile oldu.
THK kısa sürede birinci hedefine ulaştı. Çünkü genç Cumhuriyet, uçak fabrikaları kurdu:
1- 1926'da TOMTAŞ Kayseri Uçak Fabrikası kuruldu.
2- 1932'de Eskişehir Tayyare Tamir Fabrikası kuruldu.
3- 1941'de THK Ankara Etimesgut Uçak Fabrikası kuruldu.
4- 1945'te THK Ankara Gazi Uçak Motoru Fabrikası kuruldu.
THK, Hava Kuvvetleri'ni güçlendirmek için sürekli yerli-milli havacılığın önemini vurguladı. Bunun için Türkiye'nin ilk pilotlarından Binbaşı Fazıl Bey'in hayatını kaybettiği günü “Tayyare Şehitlerini Anma Günü” olarak kabul etti. 30 Ağustosları ise “Tayyare Bayramı” olarak kutladı.
Tayyare Bayramı kutlamaları
30 Ağustos 1929 Zafer ve Tayyare Bayramı kutlamalarından görüntüler. (Havacılık ve Spor, S.7, 15 Eylül 1929)
Türk Tayyare Cemiyeti'nin 1925'teki nizamnamesinin 35. maddesine göre 31 Ağustosların “Türk Tayyare Bayramı” olarak kutlanması kabul edildi. Ancak ertesi yıl bu bayramın tarihi 30 Ağustos olarak değiştirilip “Zafer Bayramı” ile birleştirildi. Bakanlar Kurulu'nun 25 Ağustos 1926 tarihli kararnamesiyle 1926 yılından itibaren 30 Ağustos “Zafer ve Tayyare Bayramı” olarak kutlanmaya başlandı. 27 Mayıs 1935 tarihli “Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun”da “Tayyare Bayramı” ifadesine yer verilmemiş olmasına karşın, uygulamada 1926'dan itibaren 30 Ağustoslar “Zafer ve Tayyare Bayramı” olarak kutlandı.
“Zafer ve Tayyare Bayramı” ve “Tayyare Şehitlerini Anma Günü” dışında, 1935'ten itibaren her yılın 30 Ağustos ile 5 Eylül arası “Hava Haftası” olarak belirlendi. 1935'ten itibaren bu hafta boyunca törenler yapıldı.
30 Ağustos Zafer ve Tayyare Bayramı İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere tüm yurtta büyük bir coşkuyla kutlanırdı. Bayram günü Ankara semalarında uçaklar görülürdü. Ankara'da her yer süslenir; caddeler, sokaklar al bayraklarla donatılırdı. THK'nın Ankara Hacıbayram'daki merkez binası da bayraklarla süslenir ve gece ışıklandırılırdı. Burada bir kabul töreni yapılırdı; törene TBMM Reisi, Başvekil, Erkan-ı Harbiye Umumiye Reisi, paşalar ve mebuslar katılırdı. Diğer illerde de yetkililerin ve halkın katılımıyla törenler ve eğlenceler düzenlenir, balolar yapılır, filmler gösterilir, tiyatro oyunları sergilenir, spor yarışmaları düzenlenir ve kuruma bağış toplanmaya çalışırlardı. Top atışları yapılır, limanda demirli gemiler ile fabrikalar beş dakika boyunca düdük çalarak törene katılırdı. Tüm esnaf, o gün boyunca elde ettikleri tüm geliri, THK'ya armağan ederdi. Öğrenciler Tayyare Rozeti dağıtırdı. Ayrıca Tayyare Piyangoları düzenlenirdi. THK'nın “Havacılık ve Spor Dergisi”, 30 Ağustos Zafer ve Tayyare Bayramlarına “özel nüsha” çıkarırdı.
30 Ağustos 1929'da Yeşilköy'de İstanbul'un aldığı üç uçağa, Beyazıt, Fatih, Balıkçılar adı verildi. (Havacılık ve Spor, S.7, 15 Eylül 1929 )
Vecihi Hürkuş, birçok şehri kapsayan gösteri uçuşları yapardı. Bu uçuşlar sonrasında da THK'ya bağış toplanırdı. Türkiye'de kurulan uçak fabrikalarında üretilen uçaklar da törenlerde yer alırdı. Örneğin, 1935'te Ankara'daki “Zafer ve Tayyare Bayramı”nda törenin geçit resmi, Kayseri Uçak Fabrikası'nda yapılmış yerli uçakların akrobasi hareketlerinin ardından yerli planörlerle tamamlandı.
En önemlisi de o gün ülkenin birçok yerinde halkın bağışlarıyla satın alınan uçaklara “ad verme töreni” düzenlenirdi. Uçaklara, bağış yapan illerin, ilçelerin adı verilirdi. Uçaklar, Zafer ve Tayyare Bayramı'nda yapılan “ad verme törenleri” sonrasında orduya teslim edilirdi. Örneğin 1931'de toplanan 37 bağış uçağından bazılarına; “Akşehir”, “İskilip”, “Bayburt”, “Siverek”, “Bodrum”, “Cizre” adları verilmişti.
İkinci Dünya Savaşı'nın ufukta görüldüğü günlerde, Tayyare Bayramlarında halk sürekli hava saldırıları konusunda uyarıldı. Gazetelerde 30 Ağustos Zafer ve Tayyare Bayramlarında THK'ya yardım etmenin büyük bir “yurt borcu” olduğu anlatıldı.
II. Dünya Savaşı sonrasında yavaş yavaş yerli-milli uçak sanayinden vazgeçildi. 1950'lerde de uçak fabrikaları kapatıldı. İşte bu süreçte “30 Ağustos Zafer ve Tayyare Bayramı”nın “Tayyare” kısmı da unutturuldu.
1 note
·
View note
Text
Müzelerde, sergilerde, konserlerde, mesire yerlerinde ve bilumum etkinlik alanlarında 26 yaşından küçüklere uygulanan o harika indirim ve promosyonlardan artık faydalanamayacak oluşum ve her yere giriş için en yüksek ücreti verecek olmam yetmiyormuşçasına bir de bu gerçeğin ete kemiğe bürünüp pasta diye görünerek suratıma muhteşem bir hızla çarpması kanıma dokunuyor, çünkü bunu kendime bizzat ben yapıyorum. Hayır düşünme yani, ne olacak? Ama yok. illa ki canlarım bir sıkılacak.
Bu yaşıma kadar her doğum günümle beraber çılgınlar gibi galon galon salgıladığım endorfin bu sene yerini adrenalin ve kortizola bırakıyor ve bu tamamen 30’dan 26 çıkarınca 4 kalmasıyla ilgili. Evet, hayatımın hiçbir anında yakamdan düşmeyen, inatçı bir pazarlamacı gibi peşimde ayrılmayan matematik, burada da kuyumu kazmayı başarıyor.
Şunun şurasında sadece 4 sene sonra 30 olacağım. Sonrasında da ver elini depresyon. Ufukta andropozlu halimi görür gibiyim şimdiden. Kesin gençlik heveslisi adamlar gibi, dost tutmuş gibi, şakaklarını siyaha boyamış gibi, mavi haplara dadanmış gibi, güzellik yarışmasında jüri olmuş gibi bir herif olacağım leş bir andropoz dönemi beni bekliyor. Umarım deri ceket ve spor bir motosiklet de alırım da andropozumu sonuna kadar yaşarım. “Hızlı yaşa, genç öl” mottosu için biraz çok geç olacak ama olsun, önemli olan niyet. Fakat deri pantolon almam diye düşünüyorum zira pişik riski beni korkutuyor. Şimdi olsa hadi 3, 5 güne atlatırım, ama o yaşta bir hafta pergel gibi bacaklarımı açar yatarım kesin. İstemeden görüntü gözümün önüne geldi ve o sarkmış, buruş buruş olmuş deri öbekleriyle filan, hiç seksi değil. Böyle şeyler meraklısına tabi, hemen ötekileştirmemek de lazım.
26 yaşında olup 30 küsur gösteren biri olarak artık 30larıma bir adım daha yakınım ve gösterdiğim yaş saçlarımdaki beyazlar, yüzümdeki kırışıklık ve cümle aralarında kullandığım fakat asla başkaları tarafından bu denli sık kullanılmayan eski kelimeler yüzünden gittikçe artıyor. Sanırım bu hızla gidersem andropozum sırasında 87 filan göstereceğim.
Demem o ki, yüzüm hala nispeten gergin ve öpülesiyken ve omurgam sayesinde ayaklarım üstünde dik durabiliyorken kocaman sarılıp öperek doğum günümü kutlamamanız için hiçbir bahaneniz yok. Ben de sizi kokulu öperim Seda bacılarım afedersin!
Şaka bir yana, kendime Sezen Aksu’nun üst dudağı neşesinde bir yaş diliyorum.
4 notes
·
View notes
Text
Genç Ufuk Lisesi’nde Galibiyet Coşkusu
Genç Ufuk Lisesi, Bölgesel Basketbol Ligi’nde pek çok galibiyete imza attı. Erkekler Bölgesel Basketbol Ligi’nde birden çok rakiple karşılaşan Genç Ufuk Spor Kulübü, lig boyunca iddiasını sürdürüyor.
8 Ocak 2017’de Anadolu Üniversitesi ile ligin önemli derbilerinden birini gerçekleştiren Genç Ufuk Lisesi, rakip takımı 65-55 yenip 13 puana yükselmeyi başardı.
Genç Ufuk Lisesi, Sakarya Büyükşehir Belediyesi karşılaşmasından önce kazanmış olduğu galibiyet ile moral depoladı.
#genç ufuk#genç ufuk lisesi#eskişehir#basketbol#basketbol ligi#eskişehir basketbol#erkekler basketbol#özel okul#özel lise#özel e��itim kurumları#özel eğitim#eskişehir genç ufuk lisesi#genç ufuk temel lisesi#genç ufukta ayrıcalık#neden genç ufuk#spor kulübü#genç ufuk spor kulübü#eskişehir özel eğitim kurumları#eskişehir genç ufuk spor kulübü
0 notes
Text
Bizim Ev sahibinin Almanya’daki oğlu Dirk
Almanya’nın gözlerden uzak bir öğrenci şehri olan Würzburg’te, bir ev dolusu çocuğun arasında dünyaya geldi Dirk Nowitzki. Ablası ve iki kuzeniyle aynı çatıyı paylaşan Dirk, çocukların en küçüğü ve en utangaç olanıydı. Dört çocuklu evlerinde gürültü eksik olmuyordu doğal olarak. Ancak küçük Dirk’in sesini duymak güneş tutulmaları kadar nadirdi. Ablası ve kuzenleri oyun icabı küçük sarı kafaya zaman zaman takılsalar da, karşılık göremeyince sıkılır başka şeylerle uğraşırlardı.
Dirk’in annesi milli basketbolcu, ablasıysa o yolda ilerleyen genç bir kızdı. Belki ablasının ona sataşmasından dolayı veya çevresindeki tüm kadınların basketbol oynaması yüzünden basketbola adımını geç sayılabilecek bir yaşta, yani 13’ün de atan Dirk, basketbol topunu eline almadan önce bu oyunun feminen bir mizacı olduğunu düşünürmüş. Spor kariyerine babasının koçluğu eşliğinde hentbol ile başlayan Dirk, daha sonra tenisi de denemiş. İki sporda da akranlarına göre fazlasıyla uzun olan boyunun avantajlarını sergilerken, mağlubiyetle ayrılan sinirli rakipleri onun bir ucube olduğunu belli belirsiz söylemişler. Dirk çekingen yapısından dolayı bu laflara karşılık vermese de, içten içe onun bu sözlere kafayı taktığını gören kuzeni, onu hentbol idmanına giderken yakalar ve onunla beraber basketbol antrenmanına katılmasını istemiş.
Antrenmandan çıktığı gibi evin yolunu koşar adım alan Dirk, heyecanla babasının odasına rüzgar gibi girer ve artık basketbol oynamak istediğini söyler. Babasıysa endişelenir, biraz da hayal kırıklığına uğrar. Bir evladın babasının ayak izlerini takip ederek büyümesi sanırım tüm babaların rüyalarını süsler. Ancak Dirk’in gözlerindeki parıltıyı gören babası bu hayallerini bir rafa kaldırır. Tabi Dirk’in hentbolla ilgilenmesi bu işin duygusal kısmını öne çıkarır. Eski milli hentbolcu olan babası, oğlunun bu sporda ilerlemesinden ne kadar hoşnut olduğunu tahmin edebilirsiniz. Lakin Dirk ertesi sene ben basketbolu bırakıyorum golf oynamak istiyorum dese dahi, ebeveynleri ona tüm imkanları sunmaya hazırdır. Böyle rahat bir ortamda büyüyen Dirk, bir spordan diğerine atlamış, hepsinden biraz tatmış, en sonunda ona en keyif veren ve onu özgürleştiren sporda, yani basketbolda karar kılmış.
Ucube
Dünyanın neresine giderseniz gidin, eğer fiziksel olarak diğer çocuklardan farklıysanız çoğu zaman alay konusu olabilirsiniz. Bazı küçük çocukların ne kadar acımasız olabileceğini sanırım hepimiz ilköğretim yıllarımızda görmüşüzdür. Nowitzki ailesinin en küçük ferdinin de boyu, yaşıtlarına göre bir hayli uzun ve karakteri de çekingen olunca, birkaç zorbanın doğal olarak hedefi haline geldi. Dirk zorbalarla uğraşmak yerine basketbolun yargılamayan kollarına atmış kendini. O pürüzlü deri topu elinde hissettiğinde huzur buldu, kendini normal hissetti.
90’lı yılların başında da basketbol pek popüler değilmiş Almanya’da. Sokaklarda basketbol potalarını görmek pek nadirmiş. Basketbol sahasının ölçülerine göre yapılmamış spor salonlarına da potalar sonradan eklenmiş. Würzburg gibi küçük bir şehirde de sayılı spor salonu varmış ve en yakın parkeye her gün 40 dakikalık tren yolculuğu sonunda ulaşırmış Dirk. Kimi zaman kimse olmazmış, tek başına topun çemberden geçişini izlerken hayaller kurarmış, kimi zaman da o küçük spor salonunda denk geldiği insanlarla bire bir, eğer şanslı günündeyse ikiye iki maçlar yaparmış.
15 yaşında şehrin yerel takımı olan DJK Würzburg’a dahil olan Dirk, soluğu hazırlık maçında aldı. Doğru düzgün top süremiyordu, şut stilinde ciddi sorunları vardı. Pasların şiddetini de ayarlayamıyor ama gene de şans eseri o salonda bulunan 1972 Batı Almanya Olimpiyat Basketbol takımının kaptanı olan Holger Geschwindner’in dikkatini çekti bu cılız Alman genci. İzleyen herkesin göremediği bir şey gördü Holger. Sarı saçlarını dalgalandıra dalgalandıra koşan bu sıska genci izlerken göz bebeklerini büyüdü, kalbi hızlanmaya başladı.
Kendi sözleriyle tasvir etmek gerekirse:
‘’1994 yılında bir çocuk izledim, oyunu bilmeden doğru işleri yapabiliyordu… çok etkilendim ve heyecanlandım.’’
Maçın ardından kendini Dirk’e tanıtan Holger, profesyonel bir yardım alıyor musun? diye sormuş. Dirk ise gülümseyerek ‘’Hayır, sadece eğlence için oynuyorum’’ demiş. Holger ilerleyen günlerde Nowitzki ailesiyle iletişime geçmiş ve o küçük evde küçük bir toplantı düzenlenmiş. Dirk’in ebeveynlerinin gözlerinin içlerine bakarak, olabildiği en ciddi şekilde ‘’Oğlunuz bu oyunun en iyilerinden birisi olabilir ama bunun için bir hayli çalışması lazım’’ demiş. Basketbolcu olan annesinin göğsü bu sözler karşısında her ne kadar kabarsa da, bu kararını onların değil Dirk’in vermesinin gerektiğini belirtmiş. Ve ertesi gün Holger’in telefonu o kulak tırmalayan melodiyle çalmış, telefonun diğer ucundaysa bir çocuğun titrek sesi varmış.
– Bir deneyelim… ne zamanlar çalışacağız?
– Yarın ve ondan sonraki her gün.
(soldan sağa: Booger, Dirk, Mumph) Mentör, Sümük, K-Pop Holger mentörlüğünde basketbolu yeniden öğrendi Dirk. İlk antremanlarında yalnızca sağ ve sol turnike attı. Bazı idmanlarda saatlerce dominant olmayan sol eliyle top sektirdi. Bazı günlerde de sadece koştu, elinde top olmadan şut antremanları yaptı, çünkü Holger’e göre inanılmadan atılan her şutun girmesi bir mucizeydi. Aylar sonra Dirk ve basketbol topu tekrar buluştu. Dirk basketbol topunu bir bebeği beşiğine yatırır gibi nazikçe filelerle buluşturdukça, Holger’le dostluğu da bir adım ilerledi. Bu dostluk gün geçtikçe o kadar ilerlemişki, idmanlardan önce Dirk’ün ödevleri bile beraber yapmaya başlamışlardı. Holger kadar güçlü olmasa da, Dirk’ün ergenlik yıllarında hayatına tesir eden en yakın iki takım arkadaşından bahsetmezsem içim rahat etmez. Takma isimleri Mumph ve Booger olan ve DJK Würzburg takımında Dirk ile beraber ter döken bu renkli kişilikler basketbolda olmasa da, Dirk’ün günlük yaşamına etki etmişler. Her basketbol takımında, işi diğerleri kadar ciddiye almayan, bolca şaka, kötü espriler yapan ve soyunma odasının da maskotu olan biri vardır. DJK Würzburg takımındaysa bu kişi Mumph imiş. Dirk’ün takıma dahil olmasıyla birlikle tanıştığı ilk kişi olan Mumph, mahlasınıysa anlattığı soğuk fıkralar ve K-Pop gruplarınından fırlamış saç stilleri yüzünden almış. (Danilo Gallinari’nin de saç stilini Mumph’ün izlediği Koreli müzik gruplarından aldığını düşünmemek elde değil.) Argoda aklı dengesi tartışmalı olan kişi anlamına gelen bu kelime, ara sıra kimsenin anlayamacağı şekilde konuşan Mumph’e cuk diye oturmuş. Dirk’ün aksine maçların bitmesini dört gözle bekleyen Mumph, maçlar biter bitmez, bazen Dirk’ün duş almasına bile izin vermeden onu kimsenin bilmediği eğlence yerlerine götürürmüş. Şehirdeki her sokağı avucunun içi gibi bilen Mumph, her galibiyetin doğru bir şekilde kutlanması gerektiğini savunurmuş. DJK Würzburg takımının alt ligden 1. lige olan yolculuğunda bolca galibiyet tadan Dirk, Mumph kadar olmasa da galibiyetleri ona doğru gelen bir şekilde kutlarmış. Geçtiğimiz günlerde de 30.000 sayı barajını geçen Nowitzki’nin maçtan sonraki açıklamasında da bu zaferini bir Bud-Light(bira) içerek kutlayacağını söylemişti. Taşralı bir ailenin çocuğu olan Booger ise, spor salonunun evine yakın olmasından dolayı basketbol oynamaya başlamış ve Dirk ile de o küçük, havalandırması olmayan spor salonunun boğucu sıcağında tanışmış. Dirk ile arkadaşlıklarına DJK Würzburg takımında devam eden Booger’a lakabı da Mumph tarafından konulmuş. Topla pek sıcak ilişkileri bulunmayan, bizim tabirimizle kazma olan Booger, rakip takım oyuncularına boyalı alanı dar etmesi ve onları bir sümük gibi rahatsız etmesinden dolayı bu lakap üzerine yapışmış. ( Booger argoda Sümük demek ) Bir DJK Würzburg antremanında Dirk ve takım arkadaşları kendi aralarında 3’e 3 maç yaparlarken, bir pota altı mücadelesinde Booger tarafından bir güzelce haşlanmış Dirk. Ağzına aldığı dirsek darbesiyle yere düşen Dirk, eliyle dişlerini yoklamış ve ön iki dişinden düşen parçaları avucuna tükürmüş. Yıllar boyu dişleriyle ablasının alay konusu olan Dirk, Booger’dan aldığı okkalı bir dirsekle dişlekliğinden kurtulmuş ve şuan hepimizi büyüleyen o güzel gülümsemesine kavuşmuş. Bu Alman Kızları Bir Başka Dostum Her gününü Dirk ile geçiren Holger’in DJK Würzburg takımının diğer oyuncularıyla da tanışması pek uzun sürmedi. Güneş, ışınlarını en dik açıyla Almanya üzerine göndermeye başladığı sıcak yaz aylarında tüm takımı kampa alan Holger, bu gençlere basketbol topu olmadan idman yaptırmak zorunda kaldı. Havalandırması ve kliması olmayan o küçük spor salonununda bırakın basketbol oynamayı, nefes almak bile başlı başına bir başarıydı. Ergenlik yaşlarındaki gençlerin ağırlık çalışmasını doğru bulmayan Holger, ilk haftalarda takımı Booger’ın çiftliğine götürdü ve öğrencilerini çiftliğin günlük işleriyle meşgul etti. Kimi zaman saman taşıyan Dirk, kimi zaman inek bile sağdı. Günler geçtikçe çiftliğe gelen oyuncu sayısındaki azalmayı fark eden Hoger, oyuncularını nehrin serinletici sularına kaptırdığının farkına vardı. Ve gelecek hafta çiftlikte değil de, nehrin kenarında toplanılacağını tüm takıma duyurulmasını istedi. Akıllarında yüzlerce soruyla ve yanlarına aldıkları mayoları kullanmak umuduyla nehrin yolunu tutan DJK Würzburg oyuncuları, Holger’in yanı başında duran kanoları görünce ihtiyarın neler planladığını anlamışlar. İki metrelik oyuncuların sığabileceği şekilde kanolar yaptıran Holger, bu 16-17 yaşındaki gençleri motive etmek için de nehir kenarlarına gelen güzel kızların çekiciliğini kullanmış. Oyuncularının kürek çekmekten yorulduklarını farkettiği an, güzergahtı tam tersine çevirirmiş yaşlı kurt, yani kızların güneşlendiği sahil yönüne. Güneşlenen kızlar ufukta belirmeye başladığından itibaren Dirk ve arkadaşları daha güçlü asılırlarmış küreklere. Just Do It Avrupa’nın en iyi scouting ekibine sahip olan takımı Barcelona, tabii ki herkesten önce Dirk’i kadrosuna katmak istedi. Ancak üniversiteye girme sınavlarını vermeden ülkeden ayrılmak istemeyen Dirk, Katalan ekibini reddetti. Fakat kader ağlarını örmüş ve Dirk’inküçüklüğünden beri kurduğu NBA hayallerini alevlendiren ve hayatının akışını değiştiren o davetiyeyi okuyunca elindeki kağıtla beraber Holger’ın yanına koşarak gitmiş. (Eureka! deseymiş tam olurmuş) Nike sponsorluğunda düzenlenen ‘’Hoop Heroes Tours’’ organizasyonu, NBA’in ünlü isimleriyle Avrupa’nın genç yeteneklerinin karşı karşıya getiren bir gösteri etkinliği. Lakin bu etkinliğin Charles Barkley için çok da iyi geçtiği söylenemez. Ağır Barkley’in yanından bir rüzgar gibi geçen Dirk, bir de eski toprağın üzerinden smaç vurunca tüm gözlemcilerin dikkatini çekti. Ardından 98 yılında gene bir Nike organizasyonu olan Nike Hoop Summit’e davet edildi Dirk. Amerikan genç yeteneklerinin atletizmiyle, Avrupalı genç yeteneklerin oyun bilgisinin karşılaştığı bu etkinlikte 33 sayı üreten Nowitzki, Amerikalıların o zamanlar ‘büyük yetenek’ dediği Al Harrington ve Rashard Lewis’i yerle bir ederken, Amerikan gözlemcilerinin de gözlerine güzel bir ziyafet çektirdi. Şutunun naifliği ve oyununun olgunluğunun yanı sıra, ince ve güçsüz görüntüsüne rağmen temastan korkmamasından dolayı tüm otoriteler tarafından ‘’Bu çocuk NBA’e hazır!’’ denildi. Ve Dirk, Holger’le yaptığı pek tatlı olmayan sohbetin ardından 98 Draftına girmeye karar verdi. Holger, Dirk’ün henüz NBA seviyesine hazır olmadığını biliyordu. Onun için yaptığı planda ilk olarak Sidney Olimpiyatları vardı, onun ardından NBA draftına girmesini öngörmüştü. Ancak kendinizi Dirk’ün yerine bir koyun. (Hayır, elinize bir Bud-Light almakla olmuyor) Parkeye adımınızı attığınızdan beri odanızı Jordan posterleriyle süslemişsiniz, bazı geceler Holger’den fırça yemeyi göze alıp NBA final serilerini seyretmişsiniz ve gözlerinizi kapatıp kendinizi televizyondaki oyuncuların yerine koymuşsunuz. Don Nelson ve Dallas Maverics sizi almak için elinden geleni ardına koymayacağını söylemiş, ardından Boston Celtics yaz kampında size geleceğin Larry Bird’ü yakıştırması yapılmış, eğer 10. sıraya kadar seçilmezseniz Celtics tarafından Draft edileceğiniz sözü verilmiş. İsminizin Bird ile aynı cümle içersinde geçtiğini düşünebiliyor musunuz?
Mom? Mumph? Murphy!? Ünlü bir Murphy yasası vardır. ‘’Eğer yağmur yağacaksa, bardaktan boşalırcasına yağar.’’ Dirk’ün ilk NBA sezonunu bu cümleyle özetleyebiliriz aslında. İşin biraz derinliklerine indiğimizdeyse, Dirk’i izlerken en çok heyecanlanan ikinci isim, yani Don Nelson çıkıyor karşımıza. Mavericks koçu Don Nelson’ın entrikaları sonucu Nowitzki ve Nash’i 98 yılında kadrosuna katan Dallas, bu iki genç oyuncusuyla geçirdiği verimli bir hazırlık kampının ardından gelen Lokavt kararı ile sarsılır. Fiziksel olarak ligin uzunlarından bir hayli geride olan Dirk için bu açığını kapatma şansı doğsa da, Nowitzki’nin ihtiyacı olan maç tecrübesidir. Kolej kariyeri olmadan ve Almanya 2. liginden bir anda NBA okyanusuna atılan Dirk, 50 maçlık 98-99 sezonunda sudan çıkmış bir balık izlenimini verir. Savunma yapamayan ve her pick&roll sonucu kısa oyuncuyla karşı karşıya kalan Dirk, ayaklarının yavaşlığı dolayısıyla da, ya kolay geçiliyor yada karşısındaki oyuncuyu faulle durdurmak zorunda kalıyordu. Bazı maçlarda takımının taşıyamacağı bir yük haline gelen Dirk, erkenden kenara geliyor, bir sonraki maçta da süre dahi alamıyordu. O sezon sadece 19 maç kazanabilen Mavericks’te Don Nelson yaptığı draft seçimleriyle istenmeyen adam olarak ilan edildi, Dirk ise Amerikan medyası tarafından NBA’de tutunamayan bir beyaz uzun… 16 yaşından beri Holger’in kanatları altında yuvadan ayrılmaya hazırlanan Dirk, tam hazır değilken uçmaya çalıştı ve yere çakıldı. Ancak bu sefer yalnızdı, Holger Teksas’a gelmemişti ve ona tek g��venen kişi olan Don Nelson’da tüm zamanınını Dirk’e ayıramıyordu. Kabus gibi bir sezonun bitişişin ardından, playoff yapamayan takımların oyuncuları erken yaz tatillerine çıktılar lakin Dirk Dallas’ı terketmedi. İki gün boyunca Don Nelson’a ulaşmaya çalıştı ancak bu çabalayışları karşılıksız kaldı. Kalbi kırılmış ve hayallerini duştükleri bir avuç sudan çıkarmaya çalışan Nowitzki, arabasına atladı ve tesislerin yolunu tuttu. Arabadan indi, yavaş yavaş Don Nelson’ın ofisinin olduğu koridora doğru yürüdü. Boğucu koridordu geride bırakırken, duvarlar üzerine üzerine geliyor, boğazı düğümleniyordu. Kapıyı nazikçe tıkladı, kapıyı açtı ve boğazını temizledi. Titrek bir sesle ,– Don, eve dönmek istiyorum.
1 note
·
View note