#gündendi
Explore tagged Tumblr posts
Text
Berk, Ali çıktıktan sonra birkaç dakika bocaladı. Ondan sonra, alelacele paraları toplamaya başlayarak babasının yanına çıktı. Kenan ile, salonda karşılaşmıştı.
"Ne söyledin çocuğa?" diye sordu adam. "Apar-topar kaldırdı anasını götürdü..."
"Hi-Hiçbi' şey," dedi Berk.
"Bana yalan söyleme. Ben yalan söylediğin zaman senin gözünden anlarım..."
"Baba, vallahi billahi benim bi' suçum yok!" diyen Berk, inandırıcı ve doğal olmaya çalıştı. Fakat bu gecenin sonunu görebiliyordu. O odaya geri dönmek...
Ama çalan bir kapı zili, Berk'e Hızır gibi yetişti. "Derya," diyerek yanından ayrıldı Kenan, ama gelen Ayla'ydı. "İyi akşamlar Kenancım," diyordu.
"Ayla teyze..." diye kekeledi Berk. "Cemre geldi mi?"
"Hayır, canım," diye cevap verdi kadın. "Evde uyuyor o. Biliyorsun, reçetesine bulimia ilaçları eklenince iyice ağırlaştı uykusu, her gün kış uykusuna yatıyor neredeyse... Kenan... bu... dört kadeh de neyin nesi?"
"Ben sizi yalnız bırakayım, konuşacaklarınız vardır," diyen Berk, odasına hamle yapmaya çalıştı.
"Kaç bakalım, kaç odana," diye kızdı Kenan. "Bunu sonra konuşacağız!"
"Asıl sen kaçamak yanıt verme Kenan, kim bur'daydı!"
Ayla'nın kıskançlıkları sağ olsun, odasına kapanmayı başaran Berk, önce gözleri dalarak yatağına oturdu. Aslında, telefon çalana kadar telefonun varlığını unutmuştu, ama arayan Arap'tı. Bu çağrıyı sessize aldı önce, ve bir his kaplamaya başladı kendisini. Bu hissi biliyordu, bu, Pandora'nın başına gelen histi, Psyche'nin başına gelen şeydi, bu his... meraktı. Her ne kadar vicdanı, başka birinin telefonunu karıştırmamasını söylüyorsa da, elinde kilidi açık bir telefon vardı ve, Berk'in parmakları onun üstüne gitti.
Arka plan duvar kâğıdını Hato süslemekteydi öncelikle. Eskiden, insanlar birbirinin en çok mesajlaşmalarını merak ederdi, ama artık telefonların içine bir dünya sığabildiği için, Berk önce galeriye baktı. Tahmin ettiği gibi Vefa, Arap ve Zeyno'yla bir sürü selfie buldu... Ama bunlardan daha çok, Derya Hanım'ın fotoğrafı vardı. Bir futbol arşivi vardı Ali'nin, en çok Messi görülüyordu bu arşivde. Cemre'yle selfie'leri de vardı, Berk kıskanıp kıskanmadığı konusunda kalbini yokladı. Cemre'nin, Ali'ye nasıl baktığını görmüştü... Berk'e, hiç bakmamıştı Cemre böyle.
Bir video vardı, onu açtı delikanlı. Dörtlünün, Vefa yaşarken denize gittiği bir gündendi... kamera Ali'nin elindeydi. Vefa'nın doğum günü olduğu anlaşılıyordu. Vefa, suya atlamaktan korkmuş, şu Arap'ın abisi olan kro adam, onu tekmeyle denize göndermişti... Video bitince uygulamadan çıkan Berk, notlar bölümüne baktı. Çeşitli filmlerden replikler vardı, bir tanesini yıldızlamıştı Ali:
"Şeytanın asıl numarası, yokluğuna inandırmasıdır."
Sonra, bir sürü klasör buldu. Büyük harflerle adlandırılmış olan, VEFA'NIN CİNAYET DOSYASI idi. Bunu açtı Berk. Bunun içinden, her biri hakkında minik minik klasörler çıktı. Ege Şimşek için şöyle yazıyordu:
"Çok rahat bir tip... Vefa ile neden sorunu olsun ki? Uyuşturucuya bile bulaşmamış..."
Berk, okumaya devam etti:
"Çağrı Koçak: Uyuşturucu sorunu en çok öne çıkan tip. Fıstığa alerjisi var... aşırı doz kullandığı bir günün gecesinde, Vefa'ya saldırmış olabilir mi?
"Hazal Küçük: Paragöz... ama para için bile bu cinayeti işlediğini düşünmüyorum. Genel olarak kızlar, katil adaylarım arasında değiller. Hem Vefa'nın gücünün onlara yetebileceğini düşünüyorum...
"Cemre Yılmaz: Kızların içinde, Vefa'nın katili olmak için son adayım. Cemre'de bir şey var, onun böyle bir şey yapabileceğine inanmıyorum... annesi, bu okulun en büyük bağışçısı... Cemre'yi popüler kılan da bu... babası, kardeşi Emre'yi kaybettikten sonra gitmiş.
"Duru: Zararsız bir tip, onun da Vefa ile sorunu olmasa gerek.
"Mavi Güneş: Başlarda Vefa'nın davasıyla çok ilgileniyordu, son zamanlarda bu alakasını kaybetti, ama çok normal, Vefa'yı bizim gibi çocukluktan beri tanımıyor... alt tarafı bir sınıf arkadaşıymış işte onun için...
"Leyla: Uyuşturucu sorunu var, ama Vefa'yla sorunu yok."
Berk, öğretmenlerle ilgili notları atlayarak nihayet kendisinin anlatıldığı mini-klasöre ulaşabildi:
"Uyuşturucu sorunu var... onu kaçırmaya geldiğim gece dikkatlice inceleme fırsatı bile bulamadığım fotoğraflarda, şimdikinden daha mutlu görünüyordu. Eğer onun ölümüne neden olsaydım, kendimi ömrümün sonuna affedemezdim... Bir katili ararken, kendisi katil olan insan, asla aklayamaz vicdanını..."
Sonra, yine Vefa... Berk, Vefa'ya adanan bu son mini-klasörde, şu cümleleri buldu:
"... Sen öldün kardeşim. Babamı kaybettikten sonra, bunu anlamak için çok küçüktüm ama, şimdi çok iyi anlıyorum ki, ben bir kardeş istiyorum... Evet, Osman amcanın gözlerinde fark ettim bu dileğimi. Senin başına gelen benim başıma gelse, annem n'apar? Tutunacak bir dalı mı var? Ben tek çocuğum... ama bir kardeşim olsaydı, şöyle benden küçük bir erkek çocuk, abilik taslayabileceğim, o sahip çıkardı anneme, koruyup kollardı... Şimdi diyorsundur ki, 'Arap da senin kardeşin, Zeyno da,' evet, Vefa'm, onların kardeşim gibi olduğunu biliyorum, ama istersen bana 'bencil' de, onlarla kan bağım olmadı ki hiçbir zaman... Kan bağı farklıdır. Gerçek bir kardeşe sahip olmanın nasıl bir his olduğunu merak ediyorum, bunu anlamak için Arap'a bakıyorum bazen. Evet, Bilal gibi bir abi ama yine de bir abi... Zeyno'ya gelince... sekiz yaşında bir kardeşi olduğunu öğreniyor, adını öğrenmeye bile tenezzül etmiyor. Evet, biz Zeyno'muzu hep dik başlı olarak biliyoruz, elbette yumuşayacaktır, ama şu an... ne bileyim, bir kardeşinin olduğunu öğrenir öğrenmez ona koşmak istemedi mi merak ediyorum. Boynuna sarılıp, 'Sen benim kardeşimsin,' demek istemedi mi hiç? Bilemiyorum Vefa. Bildiğim tek şey, seni çok özlediğim."
Berk'in, bundan sonraki istasyonu, Ali'nin en çok dinlediği müzikler oldu. Bir tanesi vardı ki içlerinde, hem adı büyük harflerle yazılmıştı, hem yıldızlanmıştı, hem de listenin en tepesindeydi, Ali'nin favori şarkısı olduğu anlaşılıyordu... Berk, kulaklıklarını takarak, o şarkıya bir şans vermek istedi, hiç tarzı olmamasına rağmen. "Gökyüzünü Tutamam" çalmaya başlayınca, Berk, Ali'nin müzik seçimlerinin de hiç fena olmadığını düşünmeye başladı. Evet, o gün zıt düşmüşlerdi. Vefa'nın bisikletinin kırıldığı o uzun gün... Berk, o yarım saati hatırlamaya cesaret edebiliyordu şimdi.
Bisikletçinin karavanından çıktıktan sonra, yakınlarda bir park bulmuşlardı. "Yarım saatte ne yapılır ki?" diye sormuştu Berk.
"Sana, en sevdiğim anime'nin, en sevdiğim bölümünün, en duygusal sahnesini açabilirim..." demişti Ali.
"Sen ciddi misin ya, bana çizgi film mi izleteceksin? Aç bir sit-kom bölümü..."
Berk, Ali'nin halen yas içinde olduğunu göz ardı etmişti o ara. Vefa'nın kırkı çıkmamıştı henüz. Ama Ali, Berk'i kırmayarak, "The Office"in bir bölümünü açmıştı. Yirmi dakika boyunca, akıllarını her şeyden uzaklaştırarak, Michael'a gülmüşlerdi... sonra da bisikleti emanet bırakıldığı yerden almaya gelmişti sıra. Ve şimdi, Ali'nin telefonunun şarjı bitiyordu. Neyse ki, şarkı sonlanana kadar kapanmadı telefon.
"Bu vazgeçişimin, suçlusu onlar," sözleri son kelimeleri oldu telefonun.
*****
O sırada Derya, "Eee, nerede Bilal?" diye soruyordu oğluna. Ali, kendilerini alelacele, "Ne, baban abini mi evden kovdu? Senin elin armut mu topluyor oğlum, yapsana babanla abinin arasını! Tamam, tamam, iş yine başa düştü, gönder bizim evin bahçesine gitsin, sen babanla kal, biz görüşürüz abinle. Şu işin aslını-astarını bi' anlayalım, ama ateş olmayan yerden duman tütmez, içimden bi' ses, Kader ablayla Bilal abinin arasında gerçekten bi' şey olabileceğini söylüyor, sevmek suç değil Arap! Senle Duru'ya kimse bir şey diyor mu, benle Cemre'ye kimse bir şey diyor mu...!" sözleriyle Kenan'ın evinden uzaklaştırmıştı. Ali,
"Şu anda hiçbir şey sorma anne," dedi. "Yarın açıklayacağım, söz..."
Ondan sonra, o da odasına kapandı. Öylece bilgisayarına takmıştı gözünü. Önce, biraz kafa dağıtmak için onu açtı, sonra, bir yeni mail bildirimine dikkat etti.
"Yedeklemiş... yedeklemiş... YEDEKLEMİŞ!" diye bağırdığında, Derya'nın ödü koparak odasına daldı.
"Oğlum ne bu haller, önce Kenan Bey'e blöf yapıyorsun, sonra beni başından savsaklıyorsun, şimdi de odanda kıyameti mi koparıyorsun!"
"Özür dilerim, anne," dedi Ali, heyecanını saklamaya çalışarak. "Yarın her şeyi tastamam anlatacağım sana, şimdi lütfen yalnız bırak beni."
"Bak, eğer bi' acayipliğini daha görürsem, gelir anne terliği, ona göre!"
"Tamam, tamam," diyen Ali, kendisini otomatik yedeklemeye programlamış telefonundan, bilgisayarına aktarılan videoyu kontrol etti ve sonra kendini yatağına bıraktı.
Tavanda, kendisine çocukken babasının aldığı yapıştırma yıldızların fosforlarına gözlerini dikerek uyumaya çalıştı.
*****
2 EKİM 2022
Bu iğrenç his bitmemişti. Bitmiş gibi rol yapmıştı, inandırıcı da olmuştu, ama içinde halen dolaşan bir köstebek vardı sanki. Bilirsiniz, köstebekler yeraltında yaşar, onun da içi yeraltı gibiydi. Karnında gereksiz bir ağrı vardı, ağzı kuruyordu, iki yıl kadar önce o da herkes gibi korona olmuştu ve o zamanlar hissetmişti en son böylesini, fakat bu sarı ışıktı. Biliyordu, kırmızı ışık değildi henüz. Elindeki aynadan görebiliyordu bunu. Gözaltları tertemizdi, böyle mi olurdu bir bağımlının gözaltları?
"Ben bağımlı değilim, iyiyim ve daha da iyi olacağım," dedi kendine.
Israrları meyve vermiş, babasına kendini okula getirtmeyi başarmıştı, üstelik, okula en erken gelen kişilerden olmuştu. Şimdi de gözleri Leyla'ya takılıydı.
"Bi' sorun mu var?" diye sordu Leyla.
"Biraz... konuşabilir miyiz?" dedi Çağrı.
"Peki," diyen kız, önden yürüdü. Tadilat halindeki spor salonuna geçtiler, burada onları kimse göremezdi. Çağrı, "Cemre'yle Berk'i gördüm..." diye konuşmaya başladı. "Dostça ayrılıklarını yaşamaya karar vermişler. Biz de öyle olabiliriz, diye düşündüm."
"Öyle mi, peki Ege'yi kayırıp, beni rezil ederken aklın ner'deydi?!"
"Berk'in kararıydı..." dedi Çağrı. "Ege'nin rezil olmasını istemedi. Ama sen de beni merak ettiren bi' şey yaptın açıkçası... neden Ege'yle birlikte değilsin? Artık ben aradan çekildiğime göre, yeterince zaman da geçtiğine göre, niçin beraber olmuyorsunuz?"
"Senin sormak istediğin başka bir soru var..." dedi Leyla. "Dökülsene. Ha'di, burada Ege ve benim için bulunmadığın ortada. Sen ne söylersen söyle, ben senin ciğerini biliyorum Çağrı..."
"Tamam, pes ediyorum," dedi Çağrı. "Sen kazandın. Ben... pişman olduğum bir şey yaptım. Bunu itiraf etmek çok zor, ama beni en iyi sen anlarsın. Ben, şey... Serhan'ı içeri tıktırdığımız için pişman oldum."
"Biliyordum," dedi Leyla, "Benim gibi bir sürü gencin alışverişine çomak soktun..."
"Ve şimdi yeni bir satıcıya ihtiyacım var."
"Tanıyorum böyle birini," dedi Leyla. "Ama sana pahalıya patlar."
"Ver adresini, ne kadara mal olursa olsun."
"Sadece o da değil... salt hap yok bu adamda. Bu, daha çok tozun ticaretini yapıyor... emin misin?"
Çağrı emin değildi, ama öyle olduğunu söyledi. Belki de bir adım ötesine geçmenin zamanı gelmişti.
Leyla'dan adresi aldıktan sonra, ellerini ovuşturarak spor salonundan çıktı.
*****
Ali, sınıftan içeriye girdiğinde, Hazal'ı cırlarken buldu. "Ya, Berk yok, diyorum arkadaşlar ya, ne kadar tasasızsınız!" Artık, Berk'e âşık olduğu, bütün okulun malumu olduğu için, kimse yadırgamıyordu onun bu endişesini. Telefonunu kaldırıp Berk'i bir daha arama teşebbüsünde bulundu. Yine sesli mesaja düşmüştü. "Ben niye zaman kaybediyorum ya?" diye sordu genç kız. "Sen kaçırdın Berk'i, di mi Ali?"
"Saçmalama Hazal, aynı hatayı neden bir daha yapayım?"
"Yalan söylüyorsun, öncekinde de söylediğin gibi. Ben inanmıyorum sana, Berk'i kaçıran da sensin, ona yalan ifade verdirten de. Söyle Berk'in yerini!"
Hazal'ı hiç umursamayan, ve, "Bilmiyorum, bilsem de sana söylemezdim! Ben kendim giderdim yanına," diye sınıftan çıkan Ali'nin, gerçekten de bir tahmini vardı. Oraya gitti, tadilattaki spor salonundan bile tahmin edilemeyecek o kuytu köşeye. Berk'i, "tahmin ettiği" gibi orada buldu. Delikanlı, geldiğini fark etmemişti, halen başı, kollarının arasında duruyordu, dizlerinin üstünde. Ali, ses çıkarmadan yanına oturdu, ondan sonra korkutmamak için, önce boğazını temizledi. Başını kaldıran Berk'e, "Sende benim bir emanetim var..." dedi. "Onu almaya geldim."
Berk, şarjı bitmiş telefonu ona iade ederken, bu durumu paylaştı. "Yani aklın kalmasın... Hiçbir şeyini karıştırmadım içindeki." Gözlerinin içine bakmıyordu.
"Karıştırdığından endişe etsem, dün dönerdim telefonumu geri almaya. Hem benim hiçbir sırrım yok, telefonun içindekiler, öğrenmeni istemeyeceğim şeyler değil. Hiçbir şey saklamıyorum ben. Hiçbi' şeyi silemezsin bu arada, çünkü her şey çoktan yedeklendi..."
"Niye sileyim ki?" Berk halen gözlerini kaçırıyordu. "Vefa'nın katil adayları arasından bir numaraya oturmak için mi?"
"Yok, artık son numara bile olamazsın," diye cevap vermişti Ali. "Yükseklik korkun varmış ya..."
"Ne duruyorsun?" dedi Berk. "Ha'di gitsene, geç bile kaldın. Anlat herkese bütün korkularımı; herkesi bir bakışıyla muma çeviren Berk'in, evinde küçük bir çocuk gibi ceza odasına kapatıldığını... O herkesin korkulu rüyası Berk Yağızoğlu'nun, on yedi yaşında bile bir çocuk gibi cezalandırıldığının görgü tanığı oldun sen, bunun için de hiçbir görsel kanıta ihtiyacın yok..."
"Saçmalama Berk, niye böyle bir şey yapayım? Hem... değil sen, küçük hiçbir çocuğa böyle ceza verilemez. Benden önce kalkıp, kendini göstermesi gereken sensin. Herkes seni merak ediyor."
"Gidemem," diyen Berk, ağlamıyordu ama gözlerinin dolmasına da engel olamıyordu, "Rezilce bir durum bu, kimsenin gözünün içine bakamam."
"Dinle, Berk..." dedi Ali. "Ben bu durumun bilinmesini istiyorum, ama babanın yaptığı şey yanlış olduğu için. O yüzden ben, hiç kimseye söylemeyeceğim. Senin, hazır olduğunda söylemen için sabırla bekleyeceğim... Şimdi, senden rica ediyorum, lütfen gel. Bak sen ortalardan kaybolduğunda ilk şüpheli ben oluyorum tamam mı, bi' daha yaşamak istemiyorum bu durumu."
Berk, nihayet sırıtmıştı.
"En azından gözlerimin içine baksan..."
Berk dediğini yaptığı için, Ali'nin içi rahatlamıştı. Kalktı, yürüdü. Berk, Ali'yi takip etmedi; ama Ali geride bıraktığı delikanlının kendisine katılacağını biliyordu. Er ya da geç...
*****
Derslerde, gözleri fal taşı gibi açık olan Çağrı, aslında başka bir dersin hocasının yokluğunu telafi eden babasına her şeyin normal olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. Fakat başında bir ağrı vardı ve, dayanmakta güçlük çekiyordu. Cemre ise, tam tersi durumdaydı. Uyuyup duruyordu derslerde.
"Çocuklar, arkadaşınızı uyandırır mısınız," diye uyarmak zorunda kaldı Önder. "Tamam, biliyorum, boş ders gibi geçiyor ama, kural kuraldır."
Cemre, uyandığı ortamda biraz afalladı. Bu vakitsiz uykulardan nefret etmeye başlamıştı, ama bunu engellemenin tek yolu, ilaçlarını bırakmaktı. Çünkü psikiyatrik ilaçlar da tek başına uyku yapmıyordu, Bulimia ilaçları da. İkisi birbirine karışınca, ilaç etkileşimi oluyordu ve bu neden oluyordu kızın günde on iki saate varan uykulara dalmasına.
Cemre, hemen o öğle vakti dozlarını almayı bıraktı.
Tabii bunun, etkileri hızlı oldu. Cemre, Arap'la Duru'nun samimiyetlerine sinirlenmeye başladı artık. Aşk, Cemre'nin bu hayatta en çok değer verdiği olguydu ve Duru'nun, bunu kirletmesine dayanamıyordu. Yeni âşıkların yanında bitiverdi.
"Durucum, müdür odasından bekleniyorsun," dedi.
"Neden ki?"
"Okuldaki uyuşturucu muhabbetleri üzerine, her öğrenciyi çağırıp tek tek sorguluyorlar..."
"İyi de, benim ne alakam olur?"
"Olmasına gerek yok, ha'di git Duru," diyen Cemre genç kızı göndermeyi başardı. Ondan sonra Arap'a, "N'aber," dedi.
"Zıpkın gibi, fişek gibi," diye cevap verdi Arap. "Senden?"
"Benim canım sıkılıyor," dedi Cemre.
"Hayırdır inşallah, bizim kerata mı bir eşeklik yapıyor...?"
"Hayır, sorun Ali değil..." dedi Cemre. "Ben de değilim. Sorun, Duru..."
"Duru mu?" diye sordu Arap. "Nesi varmış sevgilimin?"
"Açıkçası bekleyip durdum sana itiraf etsin diye, ama kız o kadar yüzsüz ki... iş bana düştü... Öncelikle senden duymalıyım... Arap, acı gerçekleri işitmeyi mi tercih edersin, yoksa yalanlara inanıp sonsuza kadar mutlu olmayı mı...?"
"Yenge, ne demeye çalıştığını anlamıyo'm ama, 'Acı gerçekleri,' diyeyim..."
"Doğru olanı seçtin. Duru'nun, Amerika'da bir sevgilisi var, Arap."
"Cemre, müdürün beni çağırdığı falan yok, niye yalan söylüyorsun ya?" diyerek geldi Duru. Arap, gözleri dolu dolu soruyu yapıştırdı:
"Asıl sen bana yalan mı söyledin?" Duru, anlam vermeye çalışarak baktı. "Amerika'da bir sevgilin olduğu doğru mu senin?"
"Arap, ben... ben..."
"Ben, senin gibi bir Tozluyakalıyı yanımda sevgili diye dolaştırmak bir kenara, süs köpeği olarak bile dolaştırmam, mı diyecektin?" diye sordu Cemre. "Amerika'da bir sevgilim varken, senin gibi bir varoş ancak geçici bir heyecan olur benim için... neticede uzak mesafe ilişkileri böyledir, böyle mi söyleyecektin Duru?"
"Ya sana ne Cemre, seni ne ilgilendirir, neden karışıyorsun bizim ilişkimize!"
"İyi ki de karışmış!" diye bağırdı Arap. "Bi' daha bana selam bile verme, yoluma çıkma, sakın bana bi' daha Arap deme!"
Duru, Arap'ın koşarak kaçmasına engel olamadı. Ondan sonra, ağlayarak Cemre'ye baktı. "Beğendin mi yaptığını?"
"Şimdi sana kötülük yaptığımı düşünüyorsun ama..." dedi Cemre. "Gün gelecek, Arap'la ilişkiniz sağlamlaştığında bana teşekkür edeceksin."
*****
İstanbul'da havalar soğuklarına biraz ara vermiş, lodos esmekteydi şimdi. Bu, Derya'ya da baş ağrısı vermişti. Dükkânının önünde, işlerine biraz mola verirken, Arap'ın koşarak geçmekte olduğunu gördü. "Oğlum, senin ne işin var bu saatte bu mahallede!" diye bağırdı...
"Öğleden sonrası için izin aldım Derya teyze, kendimi biraz kötü hissediyorum da!"
"Lodostandır..." diyen Derya, dün kendi oğlundaki acayiplikleri de hatırladı. "Umarım Zeyno'ya da esmez bu kötü havalar..."
"Merhaba," diyen bir ses ortaya çıktı. "Kader'di, di mi?"
"Yok, ben Derya..."
"Ah, nasıl da anlayamadım..." diyen Nesrin, dükkânın tabelasına baktı: Derya'nın Unlu Mamulleri. "Ben de Nesrin, Çağrı'nın annesi."
"Memnun oldum, başınıza gelenler için çok üzgünüz... biz de müsaitseniz sizi ziyaret edecektik evinizde bu akşam," diyen Derya, "eviniz"le kastettiği şeyi düşünerek elini başına götürdü. Nesrin'in evi değildi ki teknik olarak, Önder'le Çağrı'nın eviydi.
"Lodostandır..." diye gülümsedi Nesrin, ve izin almadan yanına çöktü. "Ben buraya Kader Hanım için gelmiştim aslında, ikidir Çağrı için beni arıyor, ama ben onun telefonunu kaydetmemek gibi eşeklikler yapıyorum... Mahcubum kendisine karşı..."
"Sorun etmeyin, Kader benim kırk yıllık dostumdur, böyle şeyleri dert etmez. Ben kendime sert bir kahve yapacağım, bana eşlik eder misiniz?"
"Hayhay," diyen Nesrin, gülümsedi.
*****
Zeyno, Arap'ı kendisini odasına kapatmış halde buldu. "Neden çağrılarımızı açmıyorsun, Arap?" diye yanına oturdu. "Cemre her şeyi anlattı Ali'ye... bir kız için kendini bu kadar helak etmeye değer mi? Dünyada aldatan ilk kız Duru mu? Leyla da Çağrı'yı aldatmış, Hazal'la Berk de Cemre'yi aldatmış..."
"Senin hiç sevgilin olmadığı için anlayamazsın..."
"Aman, senin sevgilin oldu da n'oldu? Yine benim tesellime kaldın. Bak, ne zaman Ali'yi düşünsem, bu şarkıyı açıyorum," diye gülümsedi. Arap, artık Vefa gibi olmuştu, yanında özgürce sevdiği adamın ismini telaffuz edebiliyordu.
"Veda ediyorum, hatıralara..." diye başlayan şarkıya, Zeyno da eşlik etmeye başladı. "Bu ayrılık seni, ağlatır belki..."
"Kızım, kapat şu concon müziklerini!" diye bağırdı Arap.
"Concon falan değil, Aydın Kurtoğlu bu."
"Concon işte."
"Yahu, Cengiz Kurtoğlu'nu sevmez misin sen, bu da onun oğlu!"
Arap'ın ilgisi çekilmişti, kulağını şarkıya verdi. Şarkı, sadece kendisinin dikkatini çekmemişti, Bilal de gelmişti içeriden. Zeyno, onu görünce bozuldu, ama yine kendisinden çok arkadaşlarını düşündüğü için, ses çıkartmadı.
"Oğlum, bu şarkı böyle dinlenmez," dedi ve elindeki bira şişesini Arap'a uzandı. "Seneye on sekiz olacaksın, şimdiden içiyo'sundur, bilmiyo' muyum sanki, en azından gözümüzün önünde sarhoş ol..."
Arap, şişeyi kaptığı gibi kafasına dikti. "Yavaş git, Arap," dedi Zeyno.
"Yapılır mı bu bana be..." dedi Arap. "Benim gibi Anadolu çocuğuna yapılır mı bu... benim neyim eksik elin Amerikalısından? Aynı mavi göz bende de yok mu?"
"Sende daha güzeli var aslanım!" dedi Bilal.
"Bana müsaade..." dedi Zeyno. Artık daha fazla Bilal'i çekmek istemiyordu. Bilal de gidişine memnun oldu aslında, o da artık Arap'la daha özgürce konuşabilir olmuştu. "Kardeşimsin sen benim... benim yüzüm güldü mü aşkta ki, seninki gülsün..."
"Beni aldatsa, inan daha az üzülürdüm abi..." dedi Arap. "Ama aldatan kişi ben oluyorum bu durumda, hem de bilmeden! Metres gibi kullanmış beni abi ya, metres gibi!"
"Gururlu kalbim sana... hayırlı günler diler!" diye biten şarkı, Arap'a Zeyno'nun telefonunu kendine bıraktığını fark ettirdi. Burası Tozluyaka'ydı, kimsenin kimseden gizlisi-saklısı yoktu, o yüzden kapılar bile kilitlenmeden uyunurdu, ama bu telefonu Zeyno'ya iade etmesi gerekiyordu Arap'ın. Ayakları sekiz çizerek, çıktı odasından. "Arap, yardıma ihtiyacın var mı la?" diye sordu Bilal.
"Yok, abi, ilk kez gittiğim yer mi Zeyno'nun evi..." diyen Arap, Bilal'in bahaneyle Kader'i görmesine engel olmuştu.
*****
Derya'ya, Nesrin'le sohbet çok iyi gelmişti. "Sizin bu kadar medeni olabileceğinizi tahmin etmiyordum," dedi kadına giderken...
"Benim hayatımın çoğu Avrupa'da geçti..." dedi Nesrin de. "Ama oğluma düzgün annelik yapamadıktan sonra, ne fark eder...?"
"Lütfen kendinize haksızlık etmeyin. Biri bana bir keresinde demişti ki... 'Eminim harika bir çocuk yetiştirmişsinizdir...' Şimdi aynı sözleri benim de size iletmeme izin verin."
"Çok naziksiniz, ama ben suçu hep Önder'de aramıştım... oysaki suçlu olan benmişim. Bakın, ben Önder'i sildim. O sadece benim, müşterek bir oğlumun olduğu bir arkadaşım artık... Hayatında ne istiyorsa onu yapabilir, evlenebilir de, ama oğlumun velayeti halen onda... Öğrencilerini düşünmekten oğlunu ihmal etmesin yeter."
"İyi de bunları bana neden anlatıyorsunuz Nesrin Hanım?"
"Sizin Önder'e anlatacağınızı biliyorum," diye gülümsedi Nesrin.
Derya bir kez daha elini başına götürdü.
Bu kez lodostan değildi, Nesrin'in her şeyden haberi vardı, Önder'le iptal olan akşam yemeğinden, her şeyden...
*****
Lodos, Berk'i de vurmuştu. Ali'yle konuşmasından sonra biraz mutlu hisseden gencin başına çarpıyordu şimdi esen rüzgâr. Berk, bunu geçirmek için sığındığı teknesinde biraz içmeye karar verdi. Çağrı'nın, aynı nedenle kendine toz verecek torbacıyı aradığı saatlerde, Berk babasını düşünüyordu. Yarası iyileştikten sonra, adamın davranışları kendisine karşı sertleşmeye yüz tutmuştu ama, bu geceyi teknede geçirmesine izin vermeyecek kadar da katılaşmamıştı henüz.
"Berk," diye bir ses geldi.
"Hazal, yine mi sen..." diye ofladı Berk, şişeyi dudaklarına götürürken Arap gibi. "Babamın beni bu gece rahat bıraktığını düşünüyordum, ama Kenan Bey bu, hiç durur mu, göndermiş belamı arkamdan..."
"Elbette seni babana soracağım, Ege ner'de olduğunu bilmiyorsa başka kime sorabilirim...?" diyen Hazal, gelip yanına oturdu. "Berk..." dedi. "Şimdi seninle açık açık konuşacağım. Etrafına bir bak ya... kim kaldı senin yanında? Şu anda köpeğin bile seninle değil, babanın yanında. Yapayalnızsın, tıpkı benim gibi."
"Eee?" diyen Berk, sözlerinin acıttığını çaktırmamaya çalıştı.
"Seni benden başka seven kimse yok," dedi Hazal. "Herkes gitse de, ben buradayım işte. Bütün arızalarına rağmen seviyorum seni..."
"Seviyorsun da n'oluyor?" diye sordu Berk. "Bir gün benimle evlenebileceğinin hayalini mi kuruyorsun?"
"Berk, 'Seni seviyorum,' diyorum... 'Bir gün bunu sen de anlayacaksın,' diyorum... 'Anladığında, çok geç olmasın,' diyorum..."
"Biliyor musun Hazal..." diye ayağa kalktı Berk. "Özür dilerim, aslında ben seni çok yanlış anlamışım. Duygularının bu kadar büyük olduğunu anlayamamışım bile..." Hazal, Berk'in gözleri önünde diz çöktüğüne inanamıyordu. "Ben de seni seviyorum."
Berk'in elleri arasına aldığı elleri, titriyordu: Hazal'ın gözleri buğulandı. "Berk..." dedi. "Seni en iyi ben tanırım, bunu sen de biliyorsun... ben artık bu hislerimizi herkes bilsin istiyorum, bütün okul duymalı artık."
"Neyi?" diyen Berk, ona tekrar söyletmeye çalıştı. O an, o kelimeleri duymak istiyordu, kimden geldiğinin önemi yoktu, sadece o anı, sonsuza kadar tekrarlanması için kalbine kazımaya çalışıyordu.
"Seni çok seviyorum..." sözleri üzerine gözlerini kapattı Berk, ondan sonra elini Hazal'ın ellerinden çekerek, yüzünü kapattı. Hazal, Berk'in yüzünü tekrar gördüğünde, ifadesinin değişmiş olduğunu gördü. "İşte bu yüzden..." diye konuşuyordu. "Biz birlikte olamayız."
"Ya Berk, sen hasta mısın...!"
"Hazal, sen, benim yanımda uyandıktan sonra sana yaptığım şeyi unuttun mu?"
"Hayır, ama benim için bir önemi yok!"
"Ya Cemre'yi sadece sen aldatmışsın gibi sana tokat attım Hazal!" diyen Berk, ayağa kalktı. Sol eliyle, sağ elini işaret ediyordu. "Ben, bir kadına el kaldırdım! Bu konuda ben bile kendimi affedemezken, sen kendini nasıl affedebiliyorsun?! Sana şiddet göstermiş bir adam için gurursuzluk yapmaya nasıl devam edebiliyorsun?!"
"Ben gurursuz değilim, seni de anlayabiliyorum, beklemek istiyorsun sen... zamana ihtiyacın var senin; vakti gelince elimi tutacaksın... utanmadan okulda el ele yürüyeceğimiz an gelene kadar, ben de bekleyeceğim işte. Şimdilik bir ilişki istemiyor olabilirsin, ama sen de sabrımı takdir ederek, 'Hazal benim sevgilim,' diye gururla söyleyebilir duruma geleceksin. O zaman benim gurursuz olmadığıma ikna olacaksın işte..."
"Dünya üzerinde son kalan kadın sen olsan da öyle bir zaman gelmeyecek Hazal," dedi Berk. "Ve bunun bir sürü sebebi var. Birincisi, sen gurursuz değilsen bile, benim kendine saygısı olmayan birine saygım yok... Yani bu seninle ilgili değil, benimle ilgili."
Berk'in her bir kelimesi, Hazal'da şok etkisi yarattı. "Ama sen bana az önce dedin ki..."
"Yalandı. Ve sen de kolayca inandın..."
"Beni metres gibi kullanıp bir kenara atacaksın yani..."
"Bak..." dedi Berk. Hazal'a kötü davranmanın çözüm olmadığını görebilmişti, o da tek bir açıklamayla bu konuyu kapatmaya karar verdi. "Belki çok klişe olacak -hangimiz klişelerden kaçabiliyoruz ki- ama belki de aradığın kişi yakınlarda bir yerdedir. Gözünün önündedir yani, ama sen fark etmiyorsundur. Bu, benim dışımda herkes olabilir. Yani sen bir etrafına bak, ama o baktığın çevrede ben olmayayım tamam mı, yani Berk'i aramak için bakma, okay?... Berk'i unut, benim dünyada var olduğumu unut, çünkü benim gözümde Cemre'den başka hiç kimse yok..."
"Sadece hak edene, verilmeli sevgiler... Ulan ne takıldı dilime ya!" diye bağırarak biri geldi. Berk, Hazal'dan sonra bir varoşu hiç çekemeyecekti. "Ulan senin ne işin var bur'da ya!" diye bağırdı, teklifsizce teknesine atlayan Arap'a.
"Parti mi var gangs, ben de alırım bir dal," diyen Arap, Berk'in şişesine davrandı.
Onu umursamayan Berk, "Teşekkür ederim Hazal," dedi. "Gerçekten. Şimdi teknenin anahtarını sana bırakıyorum, nasıl kapatacağını biliyorsun. Ben bundan daha tenha bir yer bulmaya gidiyorum, tabii varsa öyle bir yer!"
Ve Hazal'la Arap'ı baş başa bırakarak gitti.
*****
Derya, Çağrılardan dönüşte, "Ali, bana o konuyu anlatacak mısın artık?" diye sordu.
"Anlatamam, görmen lazım," dedi Ali. "Şimdi sana bir video göndereceğim, ama bunu evde tek başına izlediğine emin ol tamam mı..."
"Sen nereye?"
"Bi' Zeyno'ya bakayım, Çağrı'nın durumunu o da merak ediyordu."
"Geç kalma, artık iyice gece kuşu olmaya başladın!" diyen Derya, evine doğru yöneldi.
Ali, Zeyno'yu çöp atarken buldu. "Bana mı öyle geliyor, yoksa kardeşimin gözleri mi yaşlı?" diye sordu.
"Arap'a dedim..." diye mırıldandı Zeyno. "Ağlama, beni de ağlatacaksın, dedim..."
Ali, Zeyno'nun yalan söylediğini biliyordu. Üstüne varmadı: "Arap böyle zamanlarda yalnız kalmak ister. İyi yapmışsın yanından ayrılmakla."
"Hiçbir şeyi iyi yapmadım!" dedi Zeyno. Ali'nin gözlerinin içine baktı, söyleme isteğiyle, bağırma dileğiyle... ama dedi ki: "Ben korkağın tekiyim."
"Neden böyle düşünüyorsun ki?"
"Anlamıyorsun, değil mi... hiçbir zaman da anlamayacaksın..."
"Evet, sanırım öyle," diyen Ali, başını kaşıdı. "Çünkü benim öz kardeşim yok, o yüzden empati yapabileceğim bir durum değil. Ama biliyorum ki, benim Zeyno'm, benim kardeşim, içten içe istiyor küçük kardeşiyle tanışmayı... onu bağrına basmayı, 'Ben senin ablanım,' demeyi..." Zeyno'nun elini kaparak, intihar izlerini öptü. Zeyno, kendisi basan heyecanı saklamak için, "Çağrı'nın durumu nasıl?" diye sordu.
"Evet, bi' de Çağrı vardı di mi, doğru..." dedi Ali, Zeyno'nun ellerini bırakarak. "Valla ben de çok şaşırdım, çok iyiydi. Bütün gece video oyunları oynadı benle. Annem o sırada içer'de, Önder hoca ve eski karısıylaydı. Nesrin Hanım'a ne kadar bayıldığını görmen lazım, bütün gün konuşmuş, yine de sohbetine doyamamış Derya Sultan..."
"Önder hoca n'apmayı düşünüyormuş Çağrı konusunda?"
"Şimdilik kendi haline bırakma taktiğini uyguluyorlarmış. Böyle çocukları, ilk bir-iki hafta sıkboğaz edersen, 'Kliniğe yat,' falan gibisinden, ters tepiyormuş. Daha çok kopuyorlarmış ailelerinden, arkadaşlarından, Allah muhafaza, daha büyük zehirlere dalabiliyorlarmış... Öyle, uzaktan uzaktan izleyeceklermiş Çağrı'yı. Şüpheli bir hareketini yakalarlarsa, o zaman gözünün yaşına bakmayıp kliniğe yatıracaklarmış..."
Zeyno, daha fazla dinlemek isterdi ama, Ali'nin telefonu çalıyordu. Arayan Derya'ydı.
"Kırmızı alarm, kusura bakmazsan Zeyzey..." dedi Ali.
"Bir şartla..." diye gülümsedi Zeyno. "Daha sonra bana rapor vereceksin."
*****
Derya, Nesrin'le beklenmedik gelişen arkadaşlığından bu saatlere kadar, her şeyin ne kadar değiştiğini düşünüyordu... Ali'yi kapıda görünce, normal zaman olsa, zorla yatağına yatırır, hatta süt içirirdi, ama şimdi normal zamanlardan geçmiyorlardı... "Yürü, polise gidiyoruz," dedi.
"Hayır, anne, Berk buna hazır değil."
"Berk'in neye hazır olup olmadığı beni ilgilendirmiyor!"
Ali için başka bir çare kalmamıştı. Her zaman cebinde tuttuğu notları gösterdi: "Yanlış yaptın... Berk'e güvenmen gerekiyordu, arayı bozdun. Ama Vefa'nın katilini ortaya çıkarmak için, sana bir şans daha vermeye karar verdim. Notları gönderen kişiyle tanışmak istiyorsan, yarın on ikide Vefa'nın mezarına gel."
"Bu da ne?!" diyen Derya, Hazal gibi bir şok geçiriyordu.
"Bizim o okula gitmemiz bir tesadüf değildi, anne..." diyen Ali, her şeyi itiraf etti. Öyle ki, bunu nasıl olup da bu kadar kısa sürede yaptığına inanamadı: "Bize bursluluk sınavının sorularını verdiler, dönemin başından beridir de böyle notlar yolluyorlar. Düşünsene, üçümüzün birden Yağızoğlu Koleji'ne burslu girebilmesi... nasıl bir tesadüf olabilirdi ki? Ve en sonuncusu da işte bu not... Vefa'nın bir cinayete kurban gittiğini bilen biri var, fakat kendisinin katili tanıdığını sanmıyorum. Katili bulma işini, bize bıraktı. Önce ben, Zeyno ve Arap'a... en son da, Berk'i dâhil etti bu dedektifçilik oyununa. O yüzden, Berk'le arayı bozmamam lazım. Benim yüzümden camla yaralanması, onda ilk güvensizliği oluşturdu, ama eğer babası konusunda onu köşeye sıkıştırırsam... artık aramızdaki bağ tamamen kopar. Ve belki de Vefa'nın katilini hiç bulamayabilirim..."
"Oyun bu," diye kekeledi Derya. "Seni kandırıyorlar çocuğum, kim ne bilsin Vefa'nın katilini, ortada bir cinayet varsa tabii... arkadaşlarından birinin eşek şakasıdır Aliciğim, insanların başka insanların acıları üzerinden ne kadar çirkinleşebileceğini bilemezsin..."
"Anne, anlamıyorsun!" dedi Ali. "Beni Truva atı olarak o okula sokan biri var, gerçekten var. O yüzden, bırak da oyununu oynasın Yunanlar... bakalım savaşı onlar mı kazanacak, Truvalılar mı?"
Derya, o gece pes etmemişti, sadece dileğini askıya asmıştı.
Berk'i mutlaka o canavarın elinden kurtarmanın bir yolunu bulacaktı, Ali'yi kurtardığı gibi.
8. BÖLÜMÜN SONU
2 notes
·
View notes
Photo
Gündendi zamanı bea. Fotoğraf: @aliyagiz22 . #gündendi #trakya #tekirdağ #çorlu #corludayasamcom (Trakya) https://www.instagram.com/p/CCQTXeEJVad/?igshid=1udcms3ep01xc
0 notes
Photo
Bahar olsun da seyredin Nasıl süsler bayırları, Zümrüt gibi çayırları, Yüze güler o incecik Gelin yüzlü papatyalar, Altın gözlü papatyalar. Tarlalarda hoşa giden, Sarı, turuncu, pembe, mor, Bir çok güzel çiçek olur. Bence güzeldir hepsinden Gelin yüzlü papatyalar, Altın gözlü papatyalar. Yaprakları kıvır kıvır, O da ayrı bir güzellik. Boy pos, boyun ipincecik. Hem güzel, hem de nazlıdır Gelin yüzlü papatyalar, Altın gözlü papatyalar. Rüzgar eser kâh o yana, Kâh bu yana, hep beraber, Dalga dalga eğilirler, Neşe verirler insana Gelin yüzlü papatyalar, Altın gözlü papatyalar. #şiir #tevfikfikret #edebiyat #türkedebiyatı #tekirdağ #saray #kavacık #kavacıkköyü #saraykavacık #köyhayatı #sunflower #gündendi #gündöndü #trakya #trakyalı (at Kavacık, Tekirdağ, Turkey) https://www.instagram.com/p/BzGScJGBLSs/?igshid=d29a7gzcsy9v
#şiir#tevfikfikret#edebiyat#türkedebiyatı#tekirdağ#saray#kavacık#kavacıkköyü#saraykavacık#köyhayatı#sunflower#gündendi#gündöndü#trakya#trakyalı
0 notes
Text
Mesela gündendi olsam sana dönerdim 🌻
27 notes
·
View notes
Text
Yapacağım dediğim ne varsa yapmışım evimin sokağına döndüğümde. Bir anahtarı, bir kapı deliğine soktuğumda; içeride kalmış kız çocuğunu çıkarmışım en güzel gündendi tarlalarına... En korkunç düşmanı karşıma almış, en sevgi dolu nefretimle bakmışım yüzüne. O mu yapmış her şeyi merak etmişim belkide. Adından nefret ettim adam. Sesinden nefret ettim. Evimin duvarları arasında bana bıraktığın anılardan nefret ettim. Ama herkes gitse de o sarı koltuğun köşesinde sigarasını içecek olan ben mişim artık meğer. Eve girdiğimde yatak odasından çıkacaksın sandım kırmızı bi tişört uğruna bağırırken. Tuvaletten telefon sesi beklerken, sarı koltuktan ayaklarını sarkıtmış bi dostu, Sorgu koltuğunda gitar çalmaya çalışan bi salağı, tezgah başında sigara sarıp küfür eden eski bi dostu aradı gözlerim. Hayatımın en büyük problemi açılmayan bi turşu kavanozuymuş gibi girdim içeri. Kulağımda ki ses "zamanın eli değdi bize..." diye bağırırken oturdum kız çocuğunun kalktığı yere. Derin bir nefes aldım, verdim ve bütün benliğimle nefret ettim senden. Gözümde kendi kendini unufak edişinden. İçeride ki yatak benim miydi şimdi, bizim miydi yoksa hâlâ? Bunu gece istemsizce yatağın sağ tarafına yattığımda anladım. Bizim olmasını zerre istemediğim bi alışkanlıktı sadece aslında. Hatırlamamak için günlerce uzattım temizliği. Sonunda bittiğinde eski bi dostun, korkunç bi düşmanın ya da güvenilmesi zor bi arkadasin cümleleri çınladı kulağımda. "Biz senin tüylerini yolduk gözlerinin içine baka baka. Tırnaklarını kopardık en derininden gözyaşlarına inat. Ve gaganı körelttik ağzını bıçakla dahi açamamıza rağmen. Gurur duyuyorum seninle." Gülümsedim istemsiz. Ben o mağaradan bu denli güçlü çıkacağıma inanamazdım. Nerden başlayacağımı bilemeyip bi mezarlığın ön��nde diz çöküp ağlayabilirdim ayaklarım üşüyor diye. Sorsan neye ağladığımı bile bilmez. Sana olan hasretime mi yoksa en derin kayıplarıma mı cevap veremezdim. Ama sonra bi gün elime bi anahtar geçti. Beni hep önünde beklediğin kapıda bi kızla tanıştım ve kendimi bi sahnede buldum, günde hayal bile edemeyeceğim paralar kazandığımda dünyayı elinle kaldır desen kaldırabilecek kadar güçlüydüm. Evimin duvarları yeni insanlarla tanıştı. Yeni hatıralarda yaşamaya başladı. Ben bi sahneden inip, elimde bi şarap şişesiyle eve geldiğimde adını bile anımsamadan uyudum seni tanıdım tanıyalı ilk kez. Ve sabah uyandığımda aklıma düşen ilk şey olmadığında. Kırmızı bi etek giyip yürüdüm sokak sokak. Düşündüm. Aldığı kadar verdi hayat dedim. Ben kendi ayakları üstünde duran güçlü bi kadın oldum. Bi karga sürüsünün arkasından uçtum en uzaklara. Gündendi tarlasında ki o kıza göz kırptım. Bi çınar ağacının altında soluklandım. Ve kendi hayatımın mavi kelebeği oldum.
Ben bi sahnenin ortasında umarsızca dans edip en güzel şarkılarımı söylerken. Sevgilinle sana mutlu bir son diliyorum sevgilim. Huzursuz huzurunuz, mutsuz mutluluğunuz sonsuza dek sürer umarım. Yahut bi gün evimin kapısı çalar ve bi turşu kavanozuyla gelecek olursan umarım kapının arkasında umduğunu bulursun.
8 notes
·
View notes
Photo
Trakya sınırlarında varlığını sürdürmeye çalışan çoğu insan bilir ki ayçiçekleri objektiflerde yer almayı çok iyi bilir.
Ben kendisine gündöndü hatta buradaki söyleniş tarzıyla “gündendi” demeyi daha çok severim.
24 notes
·
View notes
Audio
İlkokuldayım okulla pikniğe gidicez otobüste bu çalıyor herkes kopuyor heey gidi be sanki çok eskiymiş gibi yazıyorum da yaş on altı neyse yine de yazabileceğim kadar güzel bir gündendi ben bozuyorum diye bana ip atlattırmamıştı kaşarlar vazgeçtim kötüymüş
1 note
·
View note
Note
hazır memleketine gitmişken, "ayçiçeği?"
Yolda arabayı ben kullanmama rağmen sağım solum gündöndü bizim oraların deyimiyle gündendi. Alabildiğine sarı, alabildiğine güneşe dönük... Ben sağa sola bakıp "ayy yaaa çok güzeller" demekten yola odaklanamadım resmen. Ve onların arasına dalıp güneşe doğru koşma isteği... Bir gün yapacağım inşallah. Gündendiler gibi bir ikindi vakti yüzümü güneşe dönüp gökyüzüne gülümseyeceğim. Ve sen de yanımda olmalısın 😍💕
5 notes
·
View notes
Photo
Trakya'nın güzelliği mi biter bea... . Fotoğraf: @yesimyardimci . 🌻🏠🌻 #günebakan #gündendi #sarıkız #ayçiçek #edirne #tekirdağ#sunflower #çanakkale #kırklareli #trakya #babaeski #çorlu #keşan #hayrabolu #uzunköprü #lüleburgaz (Kırklareli Babaeski) https://www.instagram.com/p/CCItRK0pjyM/?igshid=4japmha6lve1
#günebakan#gündendi#sarıkız#ayçiçek#edirne#tekirdağ#sunflower#çanakkale#kırklareli#trakya#babaeski#çorlu#keşan#hayrabolu#uzunköprü#lüleburgaz
0 notes
Photo
#trakya #trakyalı #trakyali #tekirdağ #saray #kavacık #tekirdağsaray #tekirdağsaraykavacık #tsk #saraykavacıkköyü #saraykavacikkoyu #saraykavacık #saraykavacik #kavacıkköyü #kavacıkkoyu #kavacik #sunflower #ayçiçeği #gündöndü #gündendi #tarım #agriculture #farmer #lifeoffarmer #photo #photography #photographer (at Kavacık, Tekirdağ, Turkey) https://www.instagram.com/p/Byz7ADCBhs1/?igshid=1ducm5pte0xiw
#trakya#trakyalı#trakyali#tekirdağ#saray#kavacık#tekirdağsaray#tekirdağsaraykavacık#tsk#saraykavacıkköyü#saraykavacikkoyu#saraykavacık#saraykavacik#kavacıkköyü#kavacıkkoyu#kavacik#sunflower#ayçiçeği#gündöndü#gündendi#tarım#agriculture#farmer#lifeoffarmer#photo#photography#photographer
0 notes
Text
sadece bir çocuksun, ama bu sana kızmama engel değil.
yazdan beri güzelleştiğini söylemek isterim, biz çıkarken çok salmıştın kendini. kafamı kaldırıp pasaklı kıyafetlerin ve salkım saçak halinle bana geldiğini görür, tuhaf bir hisle ‘’işte benim sevgilim.’’ diye düşünürdüm. kendini bana beğendirmek gibi bir derdin yoktu, seni her halinle beğendiğimi düşünürdün. bana sarılırken güneşin altında terimiz karışırdı, el şakalarından nefret ettiğimi bildiğin halde sürekli yapardın, beni nazikçe öpmediğin zamanlarda kötü öpüşürdün ve arkadaşların her zaman ilişkimizin en büyük parçasıydı. beni değil, benimle birlikte onlarla olmayı severdin ve bunu kendin dahi bilmezdin. hala bilmiyorsun sanırım. bu komik, çünkü zekisin, ama düşünmüyorsun. birazcık düşünseydin, belki şimdi bu halde olmazdık. ama her zaman klişeleri seven, ezberci bir tip oldun. bu yüzden, nereden başlayacağımı hiç düşünmeden ben de bir klişeyle başlayacağım.
bunu kabul etmiyorsun ancak sen beni hiç önemsemedin. hiç sevmen gerektiği gibi sevmedin. acılarımı sahiplenmedin neşemle birlikte, sadece kahkahalarımı sahiplendin. bir de öpücüklerimi. varlığımı, olduğum dişiyi sahiplendin sen; olduğum kişiyi ise hiç önemsemedin. çünkü kolaydım. uyumluydum, güleryüzlü ve sevimli. bunlar tüm insanların bende gördüğü şeylerdi, ancak sen bana bu kadar yakından bakıp nasıl hala gördüklerini bundan ibaret tutabildin anlamış değilim. sana göre benim kırık bir insan olmam yüzeyseldi, çünkü sen de yüzeyseldin. buzun altında neler olduğunu hiçbir zaman öğrenmeye yanaşmadın, bu da, temmuz güneşinin altında tabakanın gittikçe erimesine yol açtı.
ben seni bıraktım.
saçların hep şampuan kokardı ve tenin bir bebek gibiydi. sakalların çıktığında bunu görmek için orada olmayacağımı bilmek üzücü, çünkü henüz ikimiz de küçükken bunu kesinlikle göreceğimi sanırdım. liseden geriye en çok senin kalacağını, yumuk gözlerin ve tatlı gülüşünle; tüm anıları yanında taşıyarak benim yanımda yürüyeceğini sanırdım. arkadaşlığımız değerliydi. ama senden ilk hoşlanmam, aptal ergenlik hormonları yüzünden olmadı. bana verdiğin sahte güven hissi yüzünden oldu. ayının tekiyle çıkarken bana destek olmak için omzuma doladığın kolun yüzünden. sana baktığımda gördüğüm şeyler yüzünden; pizza, kelebekler, arkadaşlar, kahkahalar ve filmler, video oyunları ve el tutuşmak. bunlara eşlik eden güzel hisler olmalıydı, sıcak hisler. ama hissedebildiğim tek şey boşluk. başardığını bilmek güzel olmalı, işte, sana dair tüm anılarım lekelendi. her şeyi mahvettin. ama parmaklarıma dolanan parmaklarının hatırasına sen bile dokunamazsın. ben de zihnimden silmeyi denedim, ama olmadı. ne garip, seni bıraktığımda elini de bıraktığımı sanmıştım. sanırım o sonsuza kadar benimle kalacak, her şey bittiğinde ve dünya yok olduğunda bile.
bir kelebeğin dokunuşu gibi. parmak uçlarında bu kadar çok sinir hücresi bulunduğunu bilmezdim. parmakların ilk defa benimkilere dolandığında, düşündüğüm buydu. tanrım, kutsanıyorum. ve bu, aynı koltuğa oturmuş en sevdiğimiz dizinin yeni bölümünü seyrederken senin beni omzuna yatırdığın gündendi. çok sonraları, bana o gün bunu düşündüğünü söylemiştin. kelimesi kelimesine aynı şeyi düşünmüş, aynı şeyi hissetmiştik ve komik bir şekilde bizi en başta en yakın arkadaşlar yapan buydu zaten. ben senden hoşlanıp bizi mahvetmeden hemen önce. çünkü seni daha yakından tanımak istemiştim. hatta seni en yakından ben tanımak istedim, bunu ellerini tutarken ve saçlarına dokunarak yapabilmek istedim. belki de bencilliğim, bizi mahvetti.
çünkü 7 temmuz’du, senden önceki kalp kırıklığım beni öptü. sen yoktun, çok uzun zamandır da olmamıştın. tüm o tensel şeylere o kadar düşmüştün ki, yağmurda öpüşerek dans edelim diye ısrar ederken soğuktan iliklerime kadar titrediğimi görmedin. beni okula geri götür dediğimde, gitmemi istemediğinden dolayı bana yolu göstermeyerek seçim şansımı elimden aldın. ben bütün gün seni özlemişken, bütün gün birlikte oturduğumuz testosteron kokan arkadaşlarınla video oyunu oynuyordun ve benimle buluşmayı unuttun. bir özür bile dilemedin, o gece ‘’unuttum ben ya’’ dışında tek mesaj atmadın. aynı binanın içinde beni saatlerce görmez, ne yaptığımı umursamazdın. çünkü ben senin için aldığın nefes falan değildim, alakam yoktu. ama sen benim için öyleydin, en azından bir süreliğine. ve bana kalırsa, bu aşkın nasıl hissettirmesi gerektiğidir. sırf arkadaşların maçoluğuna laf edecek diye arkadaşlarımı kısıtlamaya kalktın, benimle üç gün konuşmayarak sana en ihtiyaç duyduğum anda bir hiç uğruna ödümü kopardın. barışmamız yarım saat aldı ama olayın etkileri haftalarca sürdü. fakat en kötüsü, ikimiz yatağına uzanmış sarılırken beni öptüğün zamandı. çünkü bunu istemedim. annen her an gelebilirdi, bizi görebilirdi ve sizin evde ne aradığımı ona açıklayamazdım. bütün evren üzerine yemin ederim ki, o eve on dakikalığına gelirken istediğim tek şey nerede yaşadığını görebilmekti. yatağına uzanırken amacım, sabahları gözlerini açtığında gördüğün ilk şeyin ne olduğunu bulabilmekti. ve sen üzerime yattığında kabul etme sebebim sana hiç olmadığı kadar yakından sarılabilmekti. dil güreşi yapmak değil. ve seni ittiğimde amacım nefes alabilmekti, kendimi senin elinden almak değil. ama sen bunu göremedin. kendini bana daha çok bastırdın, kalkmamı engelledin ve bir kez daha seçim şansımı elimden aldın. o an ağzımın üzerindeki bir yabancıydı, senden yükselen kahkahalar değil, boğuk iç çekişlerdi ve ben sadece istemedim. orada bulunmak istemedim, seninle bu kadar yakın olmak istemedim çünkü tüm arkadaşlığımız boyunca en uzak olduğumuz andı bu. ve seni bu kadar severken, benim için bu kadar değerliyken beni bu kadar objeleştirmeni kaldıramadım. dünyada en güvende hissettiğim insanın yanı, kaçmam gereken yerin kendisi haline geldi; özellikle de ‘’bu akşam neden gariptin? bir daha böyle yapacaksan gelme, şekerim elimden alınmış gibi hissettim.’’ dediğin zaman. işte. ne olursa olsun, bizi sen öldürdün. tam da bu cümlelerle, o mesajı attığın zaman.
bense, 7 temmuz gecesi dudaklarımla yalnızca bir cesedi gömdüm.
işte bunlardı. içimden geçenler, sana görmediğin anlarda attığım tüm o bakışlar, yanaklarımdan süzülen gözyaşları bunlardı. peki bütün bunlar olurken sen neredeydin? ne düşünüyordun acaba, eşit cinsellik prensibini mi, yoksa ne zaman farklı bir aşamaya geçebileceğimizi mi? tahminde bulunmayacağım, ne de olsa seni hiç tanımıyorum artık. çevremde gezinen onlarca ölü insandan yalnızca birisin. mezarlıklardan korkmadığım için şanslıyım. sen benim kadar şanslı değilsin, çünkü çevrende ölü bir ilişki görmeye dayanamayacak kadar zayıfsın, anıların hayaletinden korkacak kadar çocuksun. mezarlıklardan uzak durarak ölüleri gömüldükleri yerde bıraktığını sanıyorsun. belki de yaptığın budur, belki de gerçekten kapıya bir kilit vurmuşsundur ve ben senin için hiç kimse’yimdir. o halde senin için daha çok üzülürüm, çünkü birini sevmenin ne olduğunu bilmediğin gibi bildiğini sandığından dolayı bir de üstüne yalandan bir acı çektin. zavallı yavrum, gözyaşlarına inanmamın tek sebebi bu. gerçekten öyle. tıpkı benim tüm bu olaylar karşısındaki hissizliğimin tamamen bir numara olması gibi, sen de hissediyormuşsun numarası yaptın. ikimiz de mükemmel oyuncularız, ama sen benden daha iyi olmalısın. çünkü sen kendini de kandırdın. o gözyaşları, gerçekti.
7 temmuz gecesi, benden aldığın bir şeyi geri kazandım. özgürlüğümü, seçim şansımı. o öpücük bir hataydı, bambaşka belalara ve bir başka hikayeye sebep oldu. o öpücük mükemmeldi, bana altından ışık huzmeleri ve sonsuza dek yaşayacakmışım hissi verdi. o öpücük, seni uğurlamamı sağladı; nihayet çektiğim acıyı bambaşka bir forma dönüştürüp üstüne kapıyı çarpmama ve seni umursamayı tamamen bırakmama yardım etti. çünkü hissetmekte özgür olduğumu hissettim. sana uyum sağlamak için hislerimi bastırmak zorunda olmadığımı, seni kaybetmemek ve bana olan ilgini canlı tutabilmek için ilişkimizi binbir farklı kalıba sokmak zorunda kalmayacağımı hissettim. o öpücük bir mucizeydi, dehşet vericiydi, mükemmeldi, ama her şeyden önce benim seçimimdi. ve sen bunu benim elimden alamadın. ne zihnimin içindeki varlığın, ne mesajların beni 7 temmuz'dan alıkoyamadı. seni bıraktığım için bana kızgınsın, eğer biliyor olsaydın o öpücük için de benden nefret ederdin, ama artık bunun bir önemi yok. çok uzun bir süre boyunca, artık ikimizi eskisi gibi önemsemiyor olmamın sebebini o öpücük zannettim, tıpkı senin bunları okurken düşündüğün gibi. ama hayır, artık önemsemiyor olmamın o öpücükle alakası yoktu. bunu bize ne ben yaptım, ne de o öpücük yaptı. istediğin kadar nefret et benden, istediğin kadar canımı yakmaya çalış, beni üzmek için elinden geleni sakın ardına koyma, koymuyorsun da zaten; ama bunu bize yapan sadece ve sadece, yalnızca sendin. bizi yalnız sen bitirdin.
ve bu yüzden de kızgın olmaktan çok üzülüyorum senin için. çünkü kendine, bize ne yaptığına bakamayacak, bunu yaptığında bile sorumluluk almayacak kadar küçüksün.
0 notes
Photo
Buralar hep gündendi 🌻 #edirne #gündendi #trakyalıyız (Tunca Koprusu)
0 notes
Photo
🌻Süper bir fotoğraf daha 🌻 . Fotoğraf: @dtkagan . #kırklareli #akşam #bulut #gündendi #gündöndü🌻 (Kırklareli Babaeski) https://www.instagram.com/p/CCGqvqaJQ-8/?igshid=s6orteinvat
0 notes
Photo
🌻🌻🌻Trakya'dan gelsin bakalım gündendi resimleri. Trakya'da olup bu resmi olmayanı dövüyorlar.😊🤣😂🌻 . #gündendi #gündöndü #ayçekirdeği #devramel #çitlek . @fujio0205 (Trakya) https://www.instagram.com/p/CCEpJ5kJU7V/?igshid=17fzyn3777l44
0 notes
Photo
🌻Çorlu'da 🌻gündendi zamanı gelmiş. Bazıları erkenci galiba 😊🌻 . #gündendi #gündöndü #ayçiçeği #ayçiçeğitarlası🌻🌻🌻 #önerler (Önerler Köyü) https://www.instagram.com/p/CB_PX1upR01/?igshid=1513l67jfonb9
0 notes