#gülümseten yazılar
Explore tagged Tumblr posts
Text
Burada neredeyse hiç tanıdığım yok,herkesin yaptığını gördüm ve heves ettim, belki gülümseten yazılar yazılır diye düşündüm. Bir şeyler karalarsanız çok sevinirim.
41 notes
·
View notes
Text
HER PRIVATE LIFE // KDRAMA DİZİ YORUMU
UYARI : Yazılar genel olarak spoiler içerebilir. İçermeyedebilir.
İmdb puanı: 7,7 Benim puanım: 8
Drama: Her Private Life (English & literal title)
Hangul: 그녀의 사생활
Director: Hong Jong-Chan
Writer: Kim Sung-Yeon (novel)
Date: 2019
Language: Korean
Country: South Korea
Cast: Park Min-Young, Kim Jae-Wook, Ahn Bo-Hyun, One, Kim Bo-Ra, Park Jin-Joo, Kim Mi-Kyung
Hiçbir şeyi dert etmenize gerek olmadığı pamuk şeker tadında bir dizi izledim. Yormayan, üzmeyen, gülümseten kalbinizi ısıtan bir diziydi. Sung Deok-Mi (Park Min-Young) bir müzede küratörlük yapan 30larında güzel, akıllı ve disiplinli bir kadındır. Ama özel hayatında herkesten gizli bir idolün fanatik olarak hayranı olarak mesai yapar. Cha Shi-An (One) için oluşturduğu fan sayfası internette çok popülerdir. Hiçbir konserini, etkinliğini, seyahatini kaçırmayan, paparazi gibi fotoğraf makinesi elinde her yerde onu takip eden hareketli bir yaşantısı vardır. Müzede patronu kendi kızının fan girl olması nedeni ile konuya oldukça tepkili olmasından bu kimliği gizli tutar. Ancak patronu belli nedenlerden dolayı görevi bırakınca Sung Deok-Mi’nin tesadüfen birçok kez karşılaştığı Ryan Gold (Kim Jae-Wook) yeni müdür olur. Ryan Gold bir süredir resim yapmayı bırakmış, eserlere bakma süresi eserin değerini belirleyecek kadar büyük bir sanatçıdır.
Dizinin daha başında tek hoşuma gitmeyen şeyi bende en başta söylemek istiyorum. Suratınızı gülümsetecek, hoşunuza giden bir sahne izlerken bir anda o sahneyi taraflardan birinin hayal ettiğini gösteriyorlar. Yani atıyorum, çocuk gidip kızı öpüyor, hadi canım diyorsunuz bir sonraki sahne aslında kız hayal etmiş. Bir çeşit hevesini kursağında bırakma gibi olmuş. Bunun dışında dizi ile ilgili sevmediğim hiçbir şey olmadı.
Park Min-Young ve Kim Jae-Wook bence çok yakışmışlardı. Kim Jae-Wook’u ilk defa izledim, hatta sonrasında da hiç dizisine denk gelmedim ama beni hiç rahatsız etmedi. Sanki sürekli seyrettiğim ve beğendiğim bir oyuncu gibiydi. Park Min-Young ise daha önce ve sonrasında birçok kez izlediğim bir oyuncu. Aslında oyuncuyu beğeniyorum ama bir süre önce baştan aşağı estetikli olduğunu öğrendikten sonra biraz ön yargım oluştu. Estetiğe karşı değilim ama zannedersem “My ID Gangnam Beauty” dizisindeki gibi bir değişim söz konusu olmuş. Belki o yüzden bana biraz sahte gelmeye başladı.
Dizinin en başındaki fangirl muhabbeti sonlara doğru baya azaldı. Önünde sonunda biteceğini düşünürsek, azalması normal geldi bana ama çok eğlenceli olduğu için biraz daha görseydik dedim. Gerçekten bu kadar fangirl’ü olduğun bir ünlüyle tanıştığı ve onunla zaman geçirdiğinde daha komik ve heyecanlı sahneler izlemek isterdim. Onun yerine yaşına uygun, olgun ve profesyonel sahneler izledik. O da güzeldi.
Senaryo gerçekten izleyiciyi rahatlatmak, kafasını boşaltmak, mutlu etmek için yazılmış. Gereksiz dramlar, entrikalar, ikici adamlar/kadınlar, yanlış anlaşılmalar, tripler hiç yoktu. Romantizm açısından tatmin olduğunuz, sımsıcaktık bir hikaye anlattılar. Bir noktada “çocukluktan tanışma” klişesine girip çıksalar bile uzatmadılar. Hatta inanmazsınız finalde zaman atlamasını bile o kadar naif yaptılar ki, ruhumuz duymadı.
Yan karakterlere de değineyim; herkes konu içinde güzel yer edinmişti. Kimse fazlalık gibi değildi. Ahn Bo-Hyun’u Sung Deok-Mi’nin üvey kardeşi Nam Eun-Ki rolünde izledik. Sempatik bir roldeydi, sonlara doğru daha fazla rolü olmasını isterdim. Müzenin ilk patronu Eom So-Hye rolünde Kim Sun-Young oynuyordu. Oyuncuyu bir çok yerde izledim bura da bambaşka bir karaktere can vermiş olması enteresandı. Fan girl kızı Cindy rolünde ise Kim Bo-Ra vardı. Başlarda itici gibi gelse de sonradan onu bile sevdik. Çünkü dizinin kimyası bunu gerektiriyordu. Ve en önemli kişiyi atladım. Tabi ki, dizilerin kadrolu annesi Kim Mi-Kyung! Bu dizide de Sung Deok-Mi annesi Ko Young-Sook olarak karşımıza çıkıyor. Bir süredir görmemiştik, özlemişim.
En akımda kalan sahnelerden de minik bahsedip noktalayayım yazıyı; birincisi, maalesef hayal görüyormuş sahnelerinden biri olduğu için büyük hayal kırıklığı yaşadığım bir sahneydi. Ryan, Deok-Mi’nin evine girmek zorunda kaldığından gözlerini bağladığı bir sahne vardı. Koltukta yakınlaştıkları gözleri kapalı öpüşme sahnesi aşırı romantikti. Gerçekten olmamış olması kalbimi kırdı. İkincisi, Ryan’ın fangirl muhabbetini öğrendikten sonra çok olgun karşılayıp, doğum gününde jest yaptığı sahneydi. Ve son olarak üçüncü sahne ise, Deok-Mi’nin babasının taş koleksiyonu yapmaya neden başladığını anlattığı sahneydi. Gerçekten üzücü bir hikayeydi. Bonus olarak da ikili arasındaki “senin mutluluğunu resmetmek istiyorum” şeklinde geçen diyalog romantizme damgasını vurdu.
Raven Melus
BAŞKA NELER VAR ?
FOTOĞRAFLAR
#Her Private Life#kdrama#dizi#inceleme#yorum#eleştiri#Park Min-Young#Kim Jae-Wook#Ahn Bo-Hyun#Kim Bo-Ra#one#Park Jin-Joo#Kim Mi-Kyung
1 note
·
View note
Photo
İncitmeyecek Kadar Uzak Üşümeyecek Kadar Yakın Olmak
Eski zamanların dondurucu bir kışından bütün hayvanlar çok etkilenmiş, büyük kayıplar vermişler.
Ama en çok kayıp veren kirpilermiş.
Çünkü onların pek çok hayvan gibi kalın kürkleri yok, kendilerini sıcak tutması zor olan dikenleri var.
Bu durumdan en az zararla kurtulmak için kirpiler meclisi toplanmış, çözüm aramaya başlamış.
Tartışa tartışa, nihayet geceolunca tüm kirpilerin bir araya toplanmasına, birbirlerine yakındurarak geceyi geçirmelerine karar verilmiş.
Böylece kirpiler birbirlerininvücut sıcaklığından yararlanacak, aralarındaki hava tedavülünü önleyerek donmaktan kurtulacaklarmış .
İlk geceki deneyimlerinde bunun işe yaradığını görmüşler.
Ama başka bir problem çıkmış ortaya.
Üşüyen kirpiler birbirlerine fazla yaklaştıklarından yaralanmalar gerçekleşmiş.
Daha sonraki gece yaralanma korkusundan birbirlerinden uzak durmuşlar ama bu seferde donmalar meydana gelmiş.
Ne var ki, her gece kâh uzaklaşakâh yakınlaşa, deneye yanıla birbirlerinin vücut sıcaklığındanyararlanacak kadar yakın, ancak birbirlerini incitmeyecek kadar uzakdurmayı öğrenmişler.
KISACA ;
Bizim de uzun dikenlerimiz var.
Bunlar hayata karşı filtrelerimiz.
Bazen faydalı, bazen de zararlı.
Çoğu zaman, kimseleri yaklaştırmıyoruz yanımıza.
Filtrelerimizden elemeden kimseleri sokmuyoruz özel dünyamıza.
Ne var ki, sıcaklık ancak yakınlaşmakla mümkün.
Birbirini incitmeyecek kadar uzak, hayatın soğuk zamanlarında üşümeyecek kadar da yakın olmayı öğrenenlerden olmalı insan... _Alıntıdır_
21 notes
·
View notes
Note
Tatlış blog önerisi alabilir miyim lütfen💗
Ooo tam yerine geldin gjjfjdjf şimdi sana uzun bir liste vericem çünkü. Hemdeee açıklamalı. Normalde öneri vermiyorum ama içimden açıklamalı öneri vermek geldi... Yapacak bir şey yok, yazcaz artık.
@pierla kendisinin özellikle gün özeti postlarına ve sevgili çociklerine aşığım. Bu bloğa girince gülümsersin:))
@aytenertesi yazdığı anılarına, hoş muhabbetine ve çocuk kitabı sevgisine hayranım.
@geometriveben not defterini, çayını kahveni al ve bu bloğa gir. O kadar çok şey öğrenebilirsin ki. Şahsen ben kendisinin bahçesinin fotoğraflarını görünce ağzım açık kalıyor. Ayrıca çok güzel kitap önerileri de bulabilirsin :))
@kargavemezar @meylenkolik eğer resimle ilgileniyorsan veya takip ediyorsan mutlaka uğramalısın. Her ikisi de çok özgün ve harika şeyler yapıyorlar. Böyle bakıp bakıp düşündüren, bazen gülümseten cinsten.
@turuncurenk @kafamdakinetlik çektikleri fotoğraflar sebebiyle ekranın içine düştüğüm blog sahiperi :)) şahsen @kafamdakinetlik hanfendinin o samimi sohbetini de başka yerde bulamayacağını düşünüyorum.
@mesguliyet yine samimiyeti ve hoş sohbetiyle beni benden alan bir blog. Bu tarz bloglarda içim gülümsüyor.
@umutsuzvebulutsuz bir iki değerli insan olmasa şarkı kültürüm diye bir şey olmayacak o yüzden kendisine çok teşekkür borcum var fhdhhg. Ayrıca çoğu yazısını okurken bu kadar mı nokta atışı olur yaa deyip durabilirsin...
@artvango eğer sanat tarihine ilgin varsa, öğrenmeyi seviyorsan koş. Ama elinde not defterinle tabii. Hani böyle şahane, ansiklopedi dolu kütüphaneler olur ya, onlardan birine giriyormuş gibi hissedebilirsin.
@siyahcivcivdeolur çok kendine has ve orjinal şeyler paylaşıyor bu güzel hanfendi. Özellikle paylaştığı yazıları okurken mest olabilirsin.🌱
@otuzekimnhikayesi yazdığı yazılar, rblediği postlar... Kalbime dokunan şeyler paylaşıyor her daim. Senin de bakmanı isterim.
@lukasz-buda dijital resimler ilgileniyorsan, hele de animasyonla bayılabilirsin. Hatta ilgilenmiyorsan bile bak lütfen. Çok güzel şeyler yapıyor.
@yantekerlek bak bu bloğun yeri bende çok ayrı. Her postu okuduğumda diyorum ki, bu dünyaya bu hanfendinin gözünden baksam müthiş bir şeyler olabilirdi. Kendisinin çok şahsına münhasır bir penceresi olduğuna inanıyorum. Ve aynı zamanda bloguna girince çıkması çok zor, uyarmadı deme.
@ahzoi hissiyatına, öğretmenliğine, zarif ruhuna ve sevgisine hayran olduğum bir insan. Ayrıca çoook güzel fotoğraf paylaşıyor.
@limonvetarcin bu bloğun da yeri çok ayrıdır doğrusu. Yazdığı yazılar her daim kalbime dokundu. Onun hayatı yazdığı cümlelerden hayata bakmayı çok sevdim. Özellikle aylık postlarını okumayı çok seviyorum.
@migrenagrisi dijital çizimde çığır açmış bir sanatçı kendisi. Bunun bir üstü nedir bilmiyorum hakkaten.
@falsolu kendini sanatın, hoş şarkı ve film önerilerinin ortasında bulmak istersen buyur lütfen. Sanat galerisi gibi, orjinal ve "güzel".
@japonyamesken bu blog var ya bu blog, benim genel kültürümün yüzde ellisi... O kadar çok şey öğrendim ki kendisinden. Dahası kitap önerilerine, şahsi fikirlerine, tecrübelerine ve film, dizi seçeneklerine aşırı güvenip değer veririm. Ufkunu açmak istersen bir bakabilirsin :))
@nobetteyim @gunasiri muhabbetlerini ve samimiyetlerini çok sevdiğim iki blog daha. Nasıl desem, aylarca beklediğin çiçeğin bir sabah güneş gibi açması gibi bir etkileri var. Sade bir güzellik ✨
@aykoza o kadar seviyorum ki bu bloğa girip gülümseye gülümseye çıkmayı. Aşırı orjinal bir blog olmakla beraber eğer kendini kozasından çıkıp dünyayı keşfeden bir kelebek gibi hissetmek istersen, bu taraftan...
Eveeeeet, bitti. fjjsjfjf sanırım artık kimse benden blog önerisi istemez... Bunlar benim çok çok sevdiğim bloglar. Mümkün mertebe de aşırı aşırı popiler blogları yazmadım. Daha bir sürü çiçek gibi blog var ama abartmaya lüzum yok sanırım nfjdjg. Sağlıcakla kal💚🌱
#bu arada blog sahiplerinden hiç bir şekilde izin almadan yazdığım için çok özür dilerim#rahatsız olduğunuz bir şey olursa hemen yazın düzelteyim inşallah
53 notes
·
View notes
Photo
theistanbulpost.com'a "Askere giden gençten babasına güldüren mesaj" konulu haber eklenmiştir. Detaylar için ziyaret ediniz. http://theistanbulpost.com/askere-giden-gencten-babasina-gulduren-mesaj/
0 notes
Text
İç Dökmece Part1
Eveeet, nasıl başlayayım? Olacak mı belli olmayan okuyucularıma Merhaba mı diyeyim? Yoksa bundan 5-10 yıl sonraki halime ''Ah lan neler düşünüyor hissediyormuşum böyle'' dedirtmek için selam mı vereyim?
Neyse gelelim konumuza... Neden açtım böyle bir şey ben de tam bilmiyorum. Sanki kendime bile söylemekten korktuğum şeyleri yazabilmek, hislerimi düşüncelerimi anlayabilen birilerine aktarmak ''Aaa ben de böyle şeyler hissediyorum düşünüyorum'' dedirtebilmek en kötü yukarıda dediğim gibi belki de kendime yıllar sonra okuduğumda yüzümü gülümseten ya da hüzünlendiren anılar, yazılar bırakmak için olabilir.
Belki okuyan olur diye de baştan söyleyeyim, sadece ismim ve hayatımı anlatırken vereceğim isimler gerçek olmayacak ama anlatacağım şeyler düşüncelerim hisselerim anılarım tamamen dürüstçe ve içimden geldiği gibi samimi şekilde olacak, dedim ya kendime bile anlatmaktan söylemekten korktuğum şeyleri yazacağım içimi dökeceğim diye. Belki de kafa dağıtmak için ihtiyacım olan budur.
Peki neden şimdi yazma kararı aldım onunla başlayayım. 25 yaşındayım ve hayatımın cidden en belirsizlikle dolu zamanlarından birini geçirmekteyim. Bu belirsizlik ve boşluk da beni sürekli düşünmeye düşündükçe de olumsuz ve hüzünlü bir havaya sürükledi.
Evet her şeyi baştan sona anlatacağım ama önce bu belirsizlerden başlayayım. Yaklaşık bir 8-9 ay önce Tıp Fakültesinden mezun oldum ve geçtiğimiz Mart ayında da uzmanlık sınavına girdim. Küçüklüğümden beri istediğim Pediatri bölümü için iyi sayılabilecek bir sıralama da yaptım çok şükür. Ama 2 ay önce açıklanması gereken kontenjanlar hala açıklanmadığı için tam bir belirsizlik var önümde. Kendi içimde tam olarak çözemediğim ''Tam olarak istediğim ne?'', ''Ankara'da aile evinde mi kalayım yoksa kendim eve mi çıkayım?, ''Yoksa artık hayatımda köklü değişiklere ihtiyacım olduğu farkındalığıyla İstanbul İzmir gibi farklı illerde yeni bir yaşam mı kurayım?'' gibi sorular dışında bir de elimde olmayan yukarıda dediğim kontenjandır şudur budur sıkıntılar var.
Bunlar görünen yüzeysel sıkıntılarım. Derin konulara sonraki partlarda derinlemesine ineceğim inşallah. Neden böyle bir blog açtım sorusuna cevap verdiğim kısım olsun bu, ilk gün ve ilk yazı için fena değil bence :D
1 note
·
View note
Photo
Yürüyelim mi Biraz Susmalar, sorgulamalar, içinden konuşmalarDalıp gitmeler, gülümseten, düşündüren yazılar. Şiirin, öyküsünün, denemenin Kısa sözlerle süslendiği doyurucu bir kitap.
#e book#e book indir#e kitap indir#kitap indir#kitap oku#kitap özeti#kitap özeti indir#pdf kitap#pdf kitap indir#pdf kitap oku#Yürüyelim mi Biraz babil#Yürüyelim mi Biraz dr#Yürüyelim mi Biraz e kitap#Yürüyelim mi Biraz fiyat#Yürüyelim mi Biraz hepsiburada#Yürüyelim mi Biraz idefix#Yürüyelim mi Biraz indir#Yürüyelim mi Biraz kitapyurdu#Yürüyelim mi Biraz konusu#Yürüyelim mi Biraz oku#Yürüyelim mi Biraz özet#Yürüyelim mi Biraz pdf#Yürüyelim mi Biraz pdf indi#Yürüyelim mi Biraz pdf indir#Yürüyelim mi Biraz pdf oku#Yürüyelim mi Biraz pdf özet#Yürüyelim mi Biraz pdf satın al#Yürüyelim mi Biraz satın al#Yürüyelim mi Biraz yazar
0 notes
Text
o yaz hiç gelmez...
Evet yine o çok uzun yazılar, yine içimi döktüğüm ve ya da dökmeye çalıştığım o paragraflar, evet yine bir yaz mevsimi ve yine sensiz gelen sessiz bir yaz...
peki o yazı yazmak mümkün mü?
Her yer de yaza merhabalar falanlar felanlar, çok kalabalıklar, yazın gelişini ne kadar da güzel haber ediyorlar..
kıyafetler, müzikler, söylenen şarkılar, ve olmazsa olmaz o güneş. Herkez de bir telaş, tatil hazırlıkları bir yandan, eğlenceler bir yandan, o mutluluklar, her şey çok güzel, ağaçlar bile çiçeklerini çoktan açmış yazı karşılar olmuş...
madem yaz geliyor ben de bir yaza merhaba yazısı yazıyım dedim o ‘’ güzel ‘’ mevsimin anlam ve önemini anlatan...
biz kendi yazımızı, tam bitiremeden, o güneşin bizim için batmasının ardından tam tamına 2,5 yıl geçmiş..
bu koskoca 2,5 yıldan önce biz ne yazlar geçirmişiz, ne kadar da güzel anılarımız varmış, o deniz, o dalga bulunduğumuz şehre ne kadar da yakışır ‘’ dı’’ senin varlığın da, oysa ki!!
hatta o yazı biz karşılardık birlikte, planlar kurardık, kurduğumuz o planların, kimilerini gerçekleştirdik, kimilerini ise gerçekleştiremedik.
her neyse, denize gittiğimiz de o kumsala oturmamamız, birlikte denize girmememiz, taş toplamamız, oyunlar oynamamız, şarkılar söylememiz, kısacası birlikte olmamamız bize yetiyordu. O kadar eğlenceli, o kadar mutlu etmeyi seven bir insandın ki, sırf ben mutlu olayım diye elinden geleni yapardın...
ve birlikte yaşıyacak zamanı en iyi sen ayarlardın, en iyi anı ben seninle yaşardım, çünki biliyorsun ki sen den başka kimseyle mutlu olamam, biliyorum
her neyse;
ve yine bir yaz günü ve yine sen...
bu seferki durağımız bir açık hava konseriydi, hiç unutmam, birlikte oraya gitmiştik, biraz erken gidip, ellerimize bir içmek için bir şeyler almıştın kola cips falan, ardından, biz zaman geçirirken konser zamanı da hızla gelmiş sahne etrafı hızla dolmuştu, ortam kalabalık sahne hazırlanmış, ışıklar, gitarlar falan filan derken, herşey konser tam anlamıyla başlamak üzereydi, ve o zaman konser başlasın, sahneye şarkıcı çıktığın da ortlık birden yıkılmaya baişladı çığlıklar alıkşlar hepsi bir tarafdan, herşey çok güzel başlamıştı, şarkılar, o şarkılara hep bir ağızdasn eşlik etmek, birbirimize sarılmamız, o gece o kadar güzeldi ki hiç bitmesini istememiştim...
ardından konser biter ve gece yavaş yavaş sona erer, herkes dağılır...
ben ise geceyi gök yüzüne bir dilek balonu göndermeden bitirmek istememişdim.
hemen elimize bir dilek balonu alıp, elimizde ki o mumu yakıp, dileğimizi dileyip gök yüzüne göndermiştik.
benim dileğim, hiç ayrılmamak, hep birlike olmak, yaşamak, hayallerimizin peşin de koşmak, planlarımızı gerçekleştirmek, hep mutlu olmak, istemiştim, ve sen de aynı dilekle, balonu gök yüzüne doğru göndermiştik...
o balon gecenin karanlığın da kaybolana kadar izlemiştik.
o balona hayallerimizi, umutlarımızı, sevgimizi, ve birbirimizi yüklemiştik, oysa ki o öğle uçarken, nereye uçaçağını, ve o mumun nere de sönüp nereye ‘’düş’’ eceğini, biliyorduk, ama bi o kadar da bilmiyorduk, o balona hayalleri mizi yüklediğimiz de, yıldzıların arasına karıştığın da, göklerden, olucağını hissetmiştim, ve içime bir bir hüzün dolmuştu, olucak mı, biz gerçekten de ayrılmıyacağız, o hayallerimiz gök yüzünden bize gerçekleşmiş bir şekil de gelicek, diye hep bejkedik, bekledik, ama, bekliyemedik, belki de o hayaller gerçekleşmemek, üzere bekliyemediler, terk ettiler bizi. ve bazen de aklıma geldikçe düşünüyorum o balon nereye düştü, bir deniz kenarına mı, yoksa bir evin çatısına mı düştü. o yanan mum nere de söndü, onu kim buldu, kim sahip çıktı ona, ya da bir göklerden bir yıldızın evine mi teslim etti o hayalleri ağır mı gelmişti, dinlenmek için ay dedeye mi sığınmıştı, bizim hayallerimizi kim gerçekleştirmişti, orasını bilemem belki ama, şu an da yaşadığım durum içerisin de tek bildiğim, iki ayrı dünayaların insanı olduğumuz...
şu an da senden bir haber alamıyor, oluşum, sesini duyayamıyor oluşum, sana dokunamıyor oluşum, sarılamıyor oluşum, beni deli ediyor...
sevgisizim, duygusuzum, mutsuzum, her şeyden önemlisi ben sensizim.
kırıklarım var, kırıklıklarım var, boğuluyorum, nefes alamıyorum, sıkılıyorum, yalnışlarım var, yalnış girişimlerim var, hatalarım günahlarım var, kaldıramadığım, belimi büken ağırlıklarım var!, terk edilmiş hayallerim var! özlemlerim var, sana karşı biriktirdiklerim var! kaybettiklerim var, arayıpta bulamadıklarım var! daha yüzüne karşı söyliyemediğim şarkılarım var! en önemlisi şu an da nere de olduğunu bilemediğim bir sen varsın!!
anlatamadığım cümlelerim var, daha dinleyemediğim masallarım var, anlatamadıklarım var! daha o sesindem dinleyemediğim, şarkıların var, daha bana vereceğin öğütlerin var, güzel sözlerin var, izleyeceğimiz filmlerimiz var!!
haykıramadıklarım var, çığlıklarım var, daha onları dinliyeceksin, ve belki de bütün bunları bu koca dünyaya birlikte dinleticektik!!
insanlara, bizi yıkmaya çalışanlara, ayırmaya çalışanlara, çok güzel bir ders vericektik ama olmadı.
onların bizi dinliyeceklerine, hayallerimizi izlemeleri gerekirken, şimdi onların seslerini dinliyor, onların hayallerini izliyoruz, yıkılmadık, yıkamadınız demek için, bütün bu yaptıklarını onlara göstemek için, bizim onlara görünür olmamız lazımdı, çünki onlar hala senin yaşadığından pek emin değiller...
bak yine vir yaz geldi yine bir yaz geçiyor, beklediğimiz yazlar, bizi ısıtması için altına uzandığımız güneş hepsi gelip geçiyor, ama o yaşadığımız yaz günleri, hala aklım da, unutmam, unutamam seni, çünki sen benim değerini kaçırdığım, tam olarak seni yaşayımadığım bir insansın, canımsın, mutluluğumsun, sen koskocaman bir anlamsın, etrafıma bakıyorum, çevreme bakıyorum, bizi tüketen şeyler, meğersem ne kadar da çabuk tükenmişler...
tüketmişler bizi, harcanmışız onların yanın da, yok olmuşuz, aslın da anlatıcak ne çok cümlemiz varmış da biz susturulmuşuz, birbirimizi birbirimiz de yaşamışız, içimizi birbirimize anlatmışız ve sırf birbirimizi üzmeyelim diye o içimizdekileri, birbirimize, söyliyememişiz, aslın da bu yaşananlar bu kadar yazıya sığmaz, cümleler, kelimeler, yetmez yetemez, anlatılmaz, anlatılamaz,
biz bir birimizi yaşıyamadık ki onlar nasıl yaşıyorlar, bu haksızlık, adaletsizce, gerçi ne adaletli ki bu dünya da!!
ben seninle mutluyum onlarla değil, onlar bana senin verdiğin değeri vermiyor, anlamıyorlar, laflar ağızım da düğümleniyor, mutsuzum sevmiyorum onları, anlatamıyorum onlara kendimi, anlamaya çalışmıyorlar da zaten beni, kuru kuru canımlar canım olmuyor, sarılmaları, sevgilerini göstermeleri gerçeklik katmıyor, yalandan sevgilerini ortaya çıkarıyor...
neyse, ben bur da bunları yaşarken, senin de beni yanına almanı istiyorum, çünki ben hala senin çocuğunum, hala çocuğum, yanın da, bana olan bütün o güzel davranışlarını özledim, her yer de izin var, nereye baksam, seni hatırlıyorum, o günler aklıma geldikçe gülüyor, kimi zaman da kafayı sıyıracakmışım gibi oluyorum..
lütfen beni terk etme, ben seni terk etsem bile sen beni tek etme, bana sarıl, masal anlat, şarkı söyle, dözlerimin içine doğru gül, elleri mi tut, yine gezdir beni, ve yine denize ulaştıralım birbirimizi o sonsuzluğa, ve yine o gelmeyen yazları birbirimize yine getirelim, ve birvirimizi, tam anlamıyla yeniden yaşıyalım...
birbirimize birbirimizi yeniden hatırlatalım, mutluluğumuz sevincimiz, hüznümüz yine birlikte olsun, sen ben ol ben de sen olayım, ama şunu bilki bura da seni bekleyen tek ben değilim, benimle birlikte seni seven onların sevgisiyle bir nebze de olsa, kendimi dirilttiğim, birileri daha var!!
ama şunu bil ki, seni, gece gök yüzünü yıldızlar kaplayana dek, ay dede, yüzünü gülümsetene dek, sabah, güneş her ne kadar da o yakıcı, uv ve mor ötesi ışıklarını üzerime üzerime doğru saçsa da, o güneş yerini tekrar gece bırakasıya kadar ben seni ben de beklemeye devam edicem...
sen de beni ben de beklemeye devam et...
0 notes
Photo
Karınca Kito
Mahkumun biri, yalnız kaldığı hücre içinde bir karınca ile arkadaşlık yapar.
Kito adını verdiği bu karınca zaman içerisinde adamın talimatlarına göre hareket eder hatta takla atmayı bile öğrenir.
Mahkum, insanların Kito’ya hayran kalacağını ve göreceği büyük ilgi sayesinde zengin olacağının hayalini kurmaktadır. Hapisten tahliye olduğu gün Kito’yu kibrit kutusunun içine koyarak bir kafeteryaya gider. Amacı insanların Kito’ya nasıl tepki vereceğini test etmektir.
Karıncayı kibrit kutusundan çıkaran eski mahkum garsonu çağırır. Amacı garsona Kito’nun marifetlerini göstermektir. Garsona “Masanın üstünde duran şu karıncayı görüyor musun?” diye sorar sormaz, garson elindeki bezle karıncayı alır ve “Afedersiniz beyefendi” diyerek Kito’yu öldürür.
Kıssadan Hisse : Her kişinin kendine ait değerleri ve inançları vardır. Bir kişi için çok önemli olan bir olay diğeri için pek de önemli olmayabilir. Kişileri kendi inanç sistemimize göre değerlendirirsek sorunlarla karşılaşabiliriz. Yapmamız gereken kişilerin inanç ve değerlerine saygılı olmak ve ilişkilerimizde kendimizi onların yerine koyarak hareket etmektir.
Altının değerini en iyi sarraf bilir.
27 notes
·
View notes
Photo
Gülmek
Bir keşiş araştırma yapmak için bir köye gitmişti. Önce o köyün mezarlığına girdi. Çünkü kültürlerin, yaşam felsefesinin böyle yerlerde gizli olduğuna inanıyordu.
Gözleri birden mezartaşlarının üzerindeki rakamlara takıldı. Mezartaşlarında 5, 867, 900, 20003, 4979, 7, 421 örneği, birbiriyle hiç de bağlantısı olmayan rakamlar vardı. Uzun uzun düşündü, fakat bu rakamların anlamını çözemedi Köyün en bilge kişisine gitti, ona sordu: “Nedir bu rakamlar Tanrı aşkına?” dedi.
“Bu rakamların gösterdikleri ay mıdır, yıl mıdır, saat midir?”
Bilge kişi gülümseyerek yanıtladı: “Bizler bebeklerimiz doğduğu zaman, bellerine bir ip bağlarız” dedi. “Yaşamı boyunca her güldüğü an, o ipe bir düğüm atarız. Öldükten sonra ise, bellerindeki düğümleri sayar, düğümün sayısını mezartaşına yazarız.”
Bilge kişi, karşısındaki keşişin birşey anlamadığını görünce açıklamasını sürdürdü:
“Böylece onun ne kadar ‘yaşamış’ olduğunu anlarız.”
10 notes
·
View notes
Photo
Süleymaniye Cami - Sıradışı Bir İnşaat Hikayesi
Süleymaniye Camisi yapılırken Mimar Sinan muhteşem eseri için öyle özen göstermişki en şiddetli depreme dayanıklı olsun ,hiçbir şekilde yıkılmasın diye temellerini iyi kazdırmış sırf kazılma işlemi üç sene sürmüş… İnşaat süresi uzadıkça padişah sabırsızlanmış oysa bilememiş ince hesaplamaların,yazım, çizim ve geleceğe kalacak eserin mükemmel olması için zaman gerektiğini…Dile kolay tam yedi sene sürmüş Süleymaniye’nin yapımı…Zaman zaman saraydan kontrol için gelen Kanuni Sultan Süleyman işlerin yavaş gitmesinden şikayet eder dururmuş.İşte tam bu sırada İran Şahı inşaat yavaşladı diye sandıklar dolusu mücevher, bir de mektup yollamış.”Duyduğuma göre gücünüz yetmemiş cami yapımına “ diye …Çok kızmış sultan,hazine o zaman dolu memleket zaten zengin ama asıl sorun para değilmiş…Derhal emir vermiş kendi paramızla yapacağımız camiye bir kuruş yabancı eli değemez al bunları kırdır diye vermiş sandıklar dolusu mücevheri Mimar Sinan’a ,tenezzül etmemiş yani padişah…Minarelerin yapıldığı zamana denk gelmiş. Büyük havanlarda dövülen mücevherler çimento harcına karıştırılmış .İşte güneş ışıkları vurduğunda Süleymaniye’nin minareleri bu yüzden pırıl pırıl parlarmış… _Alıntıdır_
9 notes
·
View notes
Photo
Eşek Bulamayınca... 1950'li yıllarda Amerikalı mühendisler gelmiş Türkiye’ye... Küçük Amerika olacağız diye ilk heveslendiğimiz günler... Bir kısım imar çalışmalarına rehberlik ediyorlarmış... O zamanlarda bizde yol güzergahını belirleyecek alet yok, eleman yok... Mühendisler eşeği yokuşa sürüyorlar, arkasından elemanlar şerit metre çekiyor. Ve eşeğin ayak izlerine kazık çakıp istikamet belirliyorlarmış... Bunu gören Amerikalı mühendis, pratiği kavrayamamış ve sormuş:
- Ne yapıyorlar böyle ...? - Rampada yolun güzergâhını belirliyorlar... - Nasıl yani, anlayamadım ...? - Eşek % 7 eğimin üstüne çıkmaz, biz de eşeğin izinde kazık çakıp rampada yol güzergâhı belirliyoruz demişler... Amerikalı kahkahalarla gülmeye başlamış... Biraz sonra da sormuş:
- Peki, eşek bulamayınca ne yapıyorsunuz... ? Yetkili cevap vermiş: - Amerika'dan mühendis getiriyoruz..
14 notes
·
View notes
Photo
Ne kusursuz insan ara, ne de insanda kusur. Günün birinde yolu bir dergâha düsen kendi halinde bir adam, dergâhta, bir Mevlevi ile bir Bektaşi'nin sohbet ettiklerini görünce yanlarına yaklaşır. Kendini tanıtır ve dergâhı merak ettiğini, nasıl zikir edildiğini izlemek için geldiğini söyler.
Erenler başlar adama çeşitli nasihatlerde bulunmaya, her biri kendi yolunu mümkün olan en tatlı dille anlatmaya çalışır.
Adam bir yandan onları dinlerken, bir yandan da gözleri onların giysilerine takılır.
Mevlevi'nin giydiği kıyafette kollar o kadar geniş ve uzundur ki hem içine üç kişinin birden kolu sığabilir, hem de uzun olduğu için yalnızca kolları değil, elleri de kapatmaktadır.
Bektaşi’nin kıyafetinde ise tam tersi bir durum vardır.
Elbisenin kolu daracıktır, neredeyse tene yapışmıştır; üstelik kısa olduğu için, eller ta bileklere kadar açıktır.
Bu duruma hayret eden adam, sebebini öğrenmek ister.
Büyük merakla, önce Mevlevi'ye sorar:
“Pirim, kıyafetinizin kolları neden o kadar geniş ve uzun; bunun özel bir sebebi var mı?”
Mevlevi hiç beklemediği bu soru karşısında oldukça şaşırır.
İki kolunu da biraz yukarıya kaldırır, sonra ellerini birleştirerek kollarını daire sekline getirir ve şöyle der:
“Evet, özel bir sebebi vardır. Çünkü biz insanların günahlarını, ayıplarını, kusurlarını örteriz. Başkaları görmesin diye üzerini kapatırız.”
Yanıttan oldukça hoşnut olan adam aynı merakla bu kez Bektaşi'ye döner:
“Peki ya siz, pirim? Sizin kıyafetinizin kolları neden bu kadar dar ve kısa?
Siz insanların günahları ve ayıplarını örtmez misiniz?”
Bektaşi kendi kollarına bakar, birkaç saniyelik bir dalgınlıktan sonra gülümser ve adama bakarak şöyle der:
“Biz mi? Bizim geniş kıyafetlere ihtiyacımız yoktur.
Çünkü biz insanların günahlarını ve kusurlarını görmeyiz.”
12 notes
·
View notes
Text
Usta Çırak İlişkisinin Çimentosu: Sabır
Değerli taşlara ilgi duyan genç bir adam, mücevher ustası olmak istemiş. “Bu mesleği yapacaksam, iyi bir mücevher ustası olmalıyım” demiş ve ülkedeki en iyi mücevher ustasını aramaya başlamış.
Aradığı ustayı sonunda bulmuş ve kendisine ulaşmış.
“Anlat, dinliyorum seni” demiş usta.
Genç adam, taşlara ilgi duyduğunu ve iyi bir mücevher ustası olmaya karar verdiğini heyecanla anlatmış.
Yaşlı usta sesini çıkarmadan genç adamı dinlemiş, sözleri bitince de ona bir taş uzatmış.
“Bu bir yeşim taşıdır” demiş ve genç adamın avucuna taşı bıraktıktan sonra elleriyle onun avucunu sıkıca kapatmış.
“Avucunu aynen böyle kapalı tutacaksın ve bir yıl boyunca hiç açmayacaksın” demiş gence. “Bir yıl sonra yine gel, o zaman görüşelim. Haydi şimdi güle güle.”
Kendini bir anda büyük bir şaşkınlığın içinde bulan genç adam, olduğu yerde bir süre kıpırdaman kalmış. Sonra odadan çıkmış, evine dönmüş, kendisini merakla bekleyen anne ve babasına, bu olayı anlatmış. Ustanın çok anlamsız bulduğu bu davranışını ve soğuk konuşmasını anımsadıkça ve anlattıkça, ustaya giderek kızmaya, hatta öfkelenmeye başladığını duyumsamış.
Günler, birbiri ardısıra geçmeye başlamış. Genç adam sürekli söyleniyor, fakat avucunu hiç açmıyormuş.
“Ustam benden nasıl ister, böyle budalaca bir şey yapmamı?” diye söyleniyormuş kendi kendine. “Bir de ülkenin en iyi mücevher ustası olacak. Bu saçmalığa bir yıl boyunca nasıl katlanacağım, böyle bir eziyetle bir yıl nasıl yaşayacağım? Madem ustalık kaprisi yapacaktı, bunu beni ilk gün karşısından kovarak yapsaydı bari...”
Genç adam bu sözleri sürekli olarak kendi kendine yinelemekle kalmıyor, her önüne gelene ustasından yakınıyor, onun bu davranışını hiç de hoş karşılamadığını söylüyormuş. Fakat tüm bu yakınmalarına karşın, avucunu yine de açmıyormuş. Avucu kapalı uyuyor, tüm işlerini diğer eliyle yapıyormuş. Ve bu duruma da giderek alışmaya, diğer elini çok rahat kullanmaya başlamış. Uyurken de yanlışlıkla avucu açılıp taş düşmesin diye hep yarı uyanık uyuyormuş.
Böylece, her günü zorluklarla dolu, her gecesi de yarım uykuyla yaşanmış kocaman bir yıl geçmiş ve... Beklediği gün gelmiş.
Genç adam tam bir yıl sonra yeniden, büyük ustanın karşısına çıkmış. Usta onu bir süre beklettikten sonra gelmiş yanına.
Genç adam ne kadar anlamsız bulmuş olsa da, bu sınavı başarıyla tamamlamış olmasının verdiği gururla elini uzatmış, avucunu açmış.
“İşte taşınız, usta” demiş. “Bir yıl boyunca hiç açmadığım avucumda taşıdım onu. Şimdi ne yapacağım?”
Yaşlı usta sakin bir sesle yanıt vermiş:
“Şimdi sana başka bir taş vereceğim” demiş. “Onu da aynı biçimde bir yıl boyunca avucunda taşıyacaksın.”
Ustanın bu yanıtı üzerine genç adam sinirlenmiş ve sesini yükselterek bağırıp çağırmaya başlamış. Yaşlı ustayı bunaklıkla, delilikle suçlamış, mücevher ustalığını öğrenmek için gelen genç bir insana böyle eziyet ettiği için, onun hasta ruhlu olduğunu söylemiş.
Genç adam yüksek sesle bağırıp çağırırken, yaşlı usta yavaşca onun avucuna bir taş sıkıştırmış.
Öfkeden yüzü kıpkırmızı kesilen genç adam, bir yandan bağırıp çağırırken, bir yandan da avucunu iyice kapatmış, avucundaki taşı iyice yoklamış, sonra birden durmuş, taşı biraz daha kuvvetlice sıkmış ve...
Yüksek sesle bağırmayı bırakmış, gözlerinden bu kez bambaşka ışıklar saçarak sürdürmüş konuşmasını:
“Fakat bu taş, yeşim taşı değil ki, ustam!..”
7 notes
·
View notes
Photo
Siyanürlü Karpuz...
Bir karpuz tarlası olan çiftçi her akşam tarlasına çocukların dadandığını ve birkaç karpuzun eksildiğini fark etti. Bir süre düşündükten sonra, tarlaya bir uyarı levhası koymaya karar verdi:
"Dikkat! Karpuzlardan birine siyanür enjekte edildi!"
Ertesi akşam çiftçi karpuz yiyemeden kaçan çocukları keyifle izledi. Bir hafta sonra, çiftçi tarlasında geziyordu. Karpuzlarını denetleyerek eksik olmadığını düşünürken gözü kendi levhasının yanına konan bir levhaya ilişti:
"Şimdi o karpuzlardan iki tane var!"
7 notes
·
View notes
Photo
Satılık Köpek
Antika meraklısı bir kişi, bir köy evinin önünden geçerken çok değerli bir antika çanaktan su içen bir köpek gördü:
Tabakla ilgilendiğini, evin sahibi köylüye belli etmemeye çalışarak sordu:
“Bu köpeği bana satar mısınız?” dedi.
Köylünün, köpeği için çok yüksek bir fiyat istemesine karşın, antika meraklısı kişi pazarlık etmeye gereksinim duymadan cüzdanını çıkardı, köylünün istediği parayı ödedi. Sonra da, hiç önemsemiyormuşcasına köylüye, köpeğin su içtiği tabağı gösterdi:
“İstersen şu çanağı da ver” dedi. “Köpek alıştığı kaptan su içsin.”
Köylü, ellerini kaldırdı ve kaşlarını çatarak karşı koydu:
“O çanağı asla vermem” dedi. “Onu ben kullanacağım.”
Antika meraklısı kişi bu kez başka bir öneride bulundu:
“O halde sat onu bana” dedi. “Neyse istediğin fiyat, ödeyeyim.”
Köylü, ellerini yine kaldırdı, kaşlarını yine çattı:
“Satmam da” dedi. “Ne kadar para verirsen ver, onu satmam.”
Köylünün böylesine dayatması karşısında antika meraklısı şaşırdı ve böyle eski bir çanağı neden satmamakta direndiğini sordu.
Köylü bu kez, kurnaz bir biçimde gülmeye başladı:
“Söylesem, inanmazsınız” dedi. “O çanak sayesinde kaç köpek sattığımı bir bilseniz...”
6 notes
·
View notes