Tumgik
#götürüyorsun yine
why-even-ask · 2 years
Text
Would you kindly dance with me?..
Tumblr media
...And enjoy it, genuinely?
Tumblr media
Of all the boys I've known and I've known some
Until I first met you, I was lonesome
And when you came in sight, dear, my heart grew light
And this old world seemed new to me...
22 notes · View notes
alabastron · 5 months
Text
Beni yine döndürüp dolaştırıp bu havuzun başına getiren anı, çiftçi baba’dan başka tek söz çıkmayan ağzından, gözlerimin önüne geliyorsun, havuza bak diyorsun bana, ardından onu da götürüyorsun.
0 notes
yasinnbb · 1 year
Text
ŞİİR: KALBİMİN EN GÜZEL RİTMİ
izin ver artık kalbini hissetmeme,
karanlıkta sensizlikten ağlayan benim,
izin ver artık seninle birlikte olabilmeme,
gecenin karanlığına savunmasız saklanan benim,
bir yaz daha bitti,
geride, arkamda parlayan yaz günleri, bir de sen kaldın,
artık günler daha soğuk,
sonbaharın ve üzüntümün tam zamanı şimdi,
bugün benim sıram,
kendimi üzgün ve yalnız hissediyorum,
içimde sakladığım gözyaşları teslim oluyorlar birer birer,
karanlıkta bir yerlerde, başı boş acılara,
unuttuklarımı hatırlamaya çalışırken buluyorum kendimi ve sonra gülümsemeye çalışıyorum,
ama yine hep aynı şeyi anımsıyorum,
dünyaları geride bırakan gülümsemeler, içimi ısıtan bir anı, ruhumu dinlendiren bir şarkı gibi,
gözlerimi kapatıyorum ve yine seni düşünüyorum
kendime neyim var diye soruyorum,
bir aşkı aşk yapan şey nedir,
aşk her kalbi nasıl ele geçirir,
seni düşleyince anlıyorum,
hayallerim sonsuz,
nereye baksam,
alıp götürüyorsun beni uzaklara,
yavaş ve belirsiz adımlarla,
içimde söylenmeyi bekleyen o kadar çok sen varken,
benim için senden başka hiç kimse yok,
solmuş bir anı bile olsan,
aşksız, kalpsiz ve maskesiz,
yeni bir yaz gelecek,
Ve umut, bir yaz günü,
yine seni bana getirecek,
çünkü hayat bunu emrediyor,
adın hâlâ yazmayı özlediğim bir şiir,
adın hâlâ mutluluğumun dip noktası,
adın hâlâ çocukluk hayallerim, gençliğim,
ve adın hâlâ kalbimin en güzel ritmi,
1 note · View note
elwiis · 2 years
Text
Sonu gelmez düşünceler
Günler geçtikçe seni daha fazla unuttuğumun farkına varıyorum. Zihnimde canlanan bulanık bir görüntün var. Bu görüntü gittikçe yok oluyor. Tıpkı içimdeki umut gibi. Her doğum günümde eskiden birlikte yaşadığımız o eve gidiyorum. Birlikte geceleri film izlediğimiz, Playstation ile oyunlar oynadığımız, birlikte uyuduğumuz o evi izliyorum. İlk adımlarımı attığım o sokağı, senin işten gelmeni beklerken seyrettiğim o pencereyi izliyorum. Gerçekten bir aile olduğumuz zamanları özlüyorum. Seni özledim. Bana seslenmeni, beni sevmeni özledim. Beni hiç okula götürmedin. Ders çalıştırmadın. Yoktun çünkü. Yapamazdın...
Doğum günüme bir kaç ay kaldı. Gelmeyeceksin biliyorum. Bir kere daha ümitlenmeyeceğim. Seninle ilgili hiçbir zaman gerçekleşmeyecek hayaller kurmayacağım. Derslerim iyi gidiyor. Neden hâlâ mutsuzum? Neden mutlu olamıyorum? Sürekli aklıma geliyorsun ve bu beni kötü etkiliyor. Beni geçmişe götürüyorsun. Yıllarımın en kötü geçtiği zamana yolculuk yapıyorum zihnimde. Boğuluyor gibi hissediyorum. Sanki aniden o eve ışınlanıyorum. O iğrenç günleri zihnimde tekrar tekrar yaşıyorum. Daha sonra sensizliğime geri dönüyorum. Ağlıyorum, nedenini bilmediğim halde. Gelmeni istiyorum, her şeyi bırakıp bana sarılmanı istiyorum. Gelemiyorsan eğer aramanı istiyorum. Sesini duymak, o eski günlerimize dönmek istiyorum. Biliyorum, bunlar olmayacak. Beni unuttun çünkü... Bir kızın olduğunu ve sana ihtiyacı olduğunu unuttun. "Tekrar geleceğim." diye söz verip hiçbir zaman gelmediğin o günü unuttun. Annemi unuttun. Evimizi unuttun. Anılarımızı unuttun.
Ve ben seni unutamıyorum...
Her gözümü kapadığımda aklıma gelmeni istemiyorum. Hatırlamadığım o kokunun burnumda tütmesinden nefret ediyorum.
Küçükken yaptığım gibi sırtına çıkmak istiyorum.
Sürekli aklıma gelip ağlamama neden olmandan nefret ediyorum.
Senden nefret ediyorum ama bir o kadar da seviyorum.
Seni unutmak istiyorum, bir o kadar da gelmeni istiyorum.
Böyle yaşamak istemiyorum. Bu fazlasıyla kötü hissettiriyor.
Senin gidişin tıpkı domino taşlarının devrilmesine benziyor. Hepsinin devrilmesine neden olan taş ise sensin. Sen gittin ve tüm bu olanlar senin devrilmenle başladı. Sen gitmeseydin hiçbirini yaşamamış olacaktım. Gitmeseydin ve yine de beni sevmeseydin daha güzel olabilirdi. En azından yanımda olurdun. En azından yüzünü görüyor olurdum. En azından sesini duyuyor olurdum.
Şimdi ise farklı şehirlerdeyiz. Çok uzaktayız..
Keşke böyle olmasaydı.
Nefes alıyor olman benim için yaşadığın anlamına gelmiyor. Sen benim için yaşayan bir ölüsün.
İnan bana, senin yüzünden yaşadıklarımı bir bilsen intihar etmek isteyeceksin...
0 notes
dezi-467 · 2 years
Text
Bazen
Ağladığım zaman suçlu olmayacağım bir dünyada yaşamak isterdim.
Elimden gelenin en iyisini yapıyorum çoğu zaman, tutuyorum ama birkaç dakika sonra gözyaşlarım fazlasıyla hızlı bir şekilde aşağı akıyor. Görüşüm bulanıklaşıyor ve ağladığım için ağlıyorum bazen de...
Beni ağlatan şöyle diyor; Şimdi zamanı değil, (şuan biz mutluyuz ve senin kalbini kırmanın bir önemi yok)
Kalbimin kapısı kırılıyor, içeriden dışarıya kan fışkırıyor. Sonra sen geliyorsun ve normalde arabanın kapısını açmamana rağmen dışarıdaki insanlara iyi görünmek için arabanın kapısını açıyorsun. Nezaketin sadece gösteriş için ve çok anlamsız bence...
Tek kelime ve davranışlarla beni yıllar öncesine götürüyorsun aynı o zamanlardaki gibisin hala. Büyük olduğun için sinirini benden çıkarma hakkını sana kimse vermiyor. Her koşulda suçlu olduğumu bana kanıtlaman da, suçlu olmadığım halde...
5 yıl öncesine gidebilmeyi isterdim. Belki o zaman daha cesur olsaydım şimdi bu sıkıntıların ve çabaların hiçbiri olmazdı, eminim.
Bazen böyle hissettiğim günlerde sadece yazdıklarımı alıp uzaklara gitmek istiyorum. Bütün kıyafetlerimi ve kitaplarımı satarak güzel bir bilet alabilirim. Kimsenin beni tanımadığı bir yere gitmek..
Sonra bunun için en uygun yerde olduğumu fark ediyorum. Herkes gülümsememi, gözlerimi ve bedenimi görüyor. Beni tanıdıklarını sanıyorlar ama hiçbir zaman gerçekten tanımadılar.   Sevdiğim ve beni mutlu eden çoğu şeyden bihaberler.  Çabaları tam anlamıyla olmadı çünkü olmam gereken kişiyi bana kendimi tanımadan çok önce verdiler. Belki de bir preparatı tarif eder gibi olmam gereken kişiyi anlattılar ve o olduğumu zannediyorlar.
Kendi yanlışlarına boğulmuş dünyalarındaki doğru kişi, anlattıkları belki de her sözü dinlemesi gereken itaatkar bir robottan ibaret..
Eskiden uzun zamanlarca istenilen robotu onlara verdim ama bununla bile mutlu olmadılar ve artık gerçekleri gördükten sonra onlara istedikleri robotu vermeyeceğim. Sadece üzgünüm heba ettiğim yıllar için,
Belki de gerçekten başaracağıma inandığım için üzgünüm.
Bütün suçlamaları kabul etsem bile suçlu olmadığım halde yine de bu sesler kesilmez. O zaman da yeni suçlar bulacaklarına eminim.
gbhzoööoyegOzgybiAgsab
37 notes · View notes
hutameyim · 3 years
Text
-seni bağışlarsam tanrı beni koyup gider.-
ağaçları saya saya yolu devirirken radyoda o şarkıya denk gelmişsin ama dinleyemeden arabadan inmek zorunda kalmışsın. bu zorunda bırakılmalar epey kırmış seni. ben o şarkıyı istiyorum diyememişsin çünkü biliyorsun onlar laf dinlemezler. diyorum ki, yerin yirmi üç kat dibi yanarken ben o ateşin etekleriyim. bir evi okşamak isterken fazla sıkmışsın ve ortadan büküvermiş boynunu perdeler. cennetin şarap nehirlerinde yıkanıp, tenini tenimle sarhoş etmek. yargılarını tavana asmak ve bu düşmanlığına da ipin ucunda son vermek isterim. bazı geceler oluyor ve bazı geceler olmuyorsun. bu geceden de sağ çıkarım diyorum ama sana gelmediğim bir geceden nasıl çıkılır bilmiyorum. olur da çıkarsam bir daha senin bu laflarına yem olmayacağımı da biliyorum. senin için kurşunların önüne atılmayacağımı da. mevâ, bana senden sağ çıkmayı öğret. bana arkanı dönerken kolumu bacağımı da götürüyorsun. çünkü aslında tüm uzuvlarım da sensin. bana harfleri okutma bana kışı yakmayı göster. cennetin yüzünü gösteremiyorsan bana cehennemle barışık olmayı öğret. yangından kaçıramıyorsan beni yangına atma da. senin için kaç dereden su getirdim de benim için bir yudum içmedin. sana doğru uçarken vurdular bu kuşu. bir anka konuyor, bir ankayı vuruyorlar. sesimi çıkarırsam beni de bulurlar. ben saklanmayı senin kaburgana adadım. şimdi sen bana, yazmayı öğret kalem tutmazken. kuyunun duvarlarına çarpan yusuf'un sesine gizle öfkeni. yoksa ben bu gece de öfkenin altından kalkamayacağım. tutunacak bir yerim kalmadığı zamanlarda sen de sırtını dönme bana. tüm cihan arkasını dönse yine senin sırtını ararım sığınmak için. çenem titrer dururdu, anlardın. anlardın, seni dilendiğimi. bilirdin ve öperdin seni görünce kitlenen dudaklarımı. o vakit içim akardı sana doğru. sen deniz seviyorsun diye avuçlarımda kaç su büyüttüm. aslında sevmem ben denizleri. boğulmaktan korkup sana kaçarım ve bu defa sende boğulurum. sen gidince sular yirmi üç defa kurudu yılmaz. ellerim yandı yirmi üç yerinden. her yanışımda suyun yörüngesini çevirmeye çalıştım ama o vakit bir akrep çıkardı iğnesini. ve ben bu kez de bağışladım seni. tanrı gitti.
-beni eve götür yılmaz. tanrı'm ol.
11 notes · View notes
benimileeglen · 4 years
Text
Şimdi aletinin üzerine koy elini ve benim ile birlikte hayal et👅. Emin ol büyük zevk alacaksın💋. Beyaz pileli bir etek bacaklarımı sarmalayan dantelli çoraplar🔥 kırmızı askılı bir bluz saçlarım dagınık ve abartılmış 💄makyajım kıpkırmızı dudaklarım💋... lobyde  görür 👀görmez kolumdan tutup kendine çekiyorsun. Öncee boynumuu öperken 💋kokumu içine çekerek seni istiyorum kadınım ol bu gece diyorsun🗣️ fısıldayarak. Bu beni tahrik etmene💦👄 yetiyor.Elimden tutup odana doğru yürüyoruz. Asansörde boş durmuyorsun elinle bacaklarımı💃 yokluyorsun kalçalarımda geziniyor saçlarımı okşuyorsun. Odaya geldiğimizde girer girmez kapıyı kitleyip 💋👄 dudaklarıma kenetleniyorsun.Mini bara doğru yöneliyor birer kadeh viski dolduruyorsun buzlu bardaklara... Alkolün de etkisi ile daha fazla dayanamayıp yatağa uzanıyorum💦.  Pileli eteğimi belime kadar sıyırıyorsun. Ellerini dantelli çoraplarımın üzerinde gezdirip içimi gıcıklındırıyorsun💤. Kalçalarımın arasına girmiş tangamın ipini ellerinle kenara sıyırıyorsun. Hem göt deliğim hem de amcığım önünde💦. Ağzında buz parçası olduğunu bilmiyorum.Buz  gibi olmuş dilinin👅 ucunu önce amcığıma değdiriyorsun. İrkiliyorum💤👄 soğuktan ama çok hoşuma gidiyor. Elimle arkama  başına  ulaşmaya çalışyorum.
Amcığımı ve göt deliğimi yalıyor 👅👄emiyorsun deli gibi. İkisine de dilnin ucuyla👅 girip çıkıyorsun. Tükürüğünle bütünleşmiş am suyum akıyor bal kutumdan bacaklarıma ılık ılık💦. Hadi içime gir amım seni istiyor erkeğimm... Belimden kavrayıp kollarımı yatağa uzatıp kalçalarımı kaldırıyorsun. Sikini eline alıp sürtüyorsun kafasını hem amcığıma hem göt deliğime. O kadar sıcağım ki yanıyor🔥 sikinin başı. Tadını çıkarıyorum. Elimle gögüslerimi👙 sıkarken inliyorum Ahh erkeğimm harikasınn...
Bir aşağı bir yukarı sürtüyorsun. Amımdan götüme, götümden amıma sertliğin çıldırtıyor beniih🔥🔥 İç gıcıklar bir sesle artık senin olmalıyım erkeğim diyorum Ve ilk amcığıma köklüyorsun sertce. Ahhh... Dibine kadar adeta tokatlarcasına giriyorsun içimee. Ahhh dağıt benii diye erkeğimm👄.. . Her seferinde daha da ileri ittiriyorsun sikini. Yüzüstü yığılıp kalıyorun yatağa. Amımda sular 💦süzülüyor... Yüzüstü yatarken önce parmaklarınla amımı yokluyor sonra  köklüyorsun içimeh💥. Üzerime tüm ağırlığınla abanırken bileklerimi sıkıyorsun. Kaçacak bir yerim yok, parçala amımıı dağıt benii minik fahişenii...
Götünün tadına da bakmalıyım diyorsun birden kucağına alıp götüme bastırıyorsun o kocaman aletinii en dibime sokarken acıdan kıvranıyorum ama zevk bastırıyor acımı ve zıplamaya başlıyorum.. Ahh erkeğim her deliğim senin bu gecee...💋 Seni küçük fahişe banyoda sikişmeliyiz seninle diyip üzerimdekleri👙 soyuyorsun. Kucağına alırken gögüslerimi ıssırıp emiyorsun👄 ve aletini elime amıma hizalıyorum dilimii👅 dudaklarımı💋 emdiriyorum. Bu şekilde banyoya götürüyorsun beni. Suyu açıp 🚿 sırtımı duvara yaslayarak üzerimizden su akarken 💧bacaklarımı omzuna koyup ıslak ıslak emip 👅👅parnaklıyorusun amımı götümü🖕... Ben de istiyorum aşkımm o kocaman aletini ver ağzımaa...👄 İndiriyorsun beni dizlerimin üzerinde o kocaman aletini ağzımla👄 birleştiriyorumm ummm ahh evet gırtlağıma kadar hissettir💋... sanki ilk kez ağzıma alıyormuş gibi yalıyor emmiyorumm👄...Gögüslerime yeteri kadar ilgi göstermedin ama derken kaldırıp beni dikleşen ıslak gögüslerimi emerken ufak ufak ıssırıyor🧛‍♂️ çekiştiriyorsun ahh işdee benim erkeğimm...💋Parmakların da içimdee keşiftee🖕... Zevken titriyorumm ahh aşkımm... sonra aşağı doğru yönelip  kalçamdan süzülen suyla💦 birlikte amımdan ılık ılık akan suyumu  dakikalarca yalarken  saçlarını kopartırcasına kafanı kendime çekiyorum ahh erkeğimm gir içime  sik beni doldur içimii...💋 ilk spermlerin orada banyoda gelmeli amımaa...💧 Yüzümü duvara çevirip bastırıyorsun birden amımaa ahh her sokuşun ayrı bir zevkk ahh erkeğimm boynumu emerken kanatıyorsunn...🧛‍♂️ İçimdee daha da büyüyorsun ve hızlı hızlı gidip geliyorsun off harikaa titremelerim 💤 yine başlarken sen de içime patlıyorsun amımm alev alırcasına sıcaklaşıyorr bacaklarımda döllerin süzülüyor....💦 Sonra yatağına geçmeliyiz tek bornoza birlikte sarılıp o hala sert aletini içime almadan kalçalarımın arasına sıkıştırıyorum  sende boynumu emerek👄 yatağa kadar götürüyorsun beni bornozu çıkarıp yatağa uzanıyorsun üzerine oturup yavaş yavaş içime almalıyorum saçlarımdan sular vücuduna damlıyor gögüslerimden süzülürken sende onları okşuyorsun her santimini hiisederek yavaş yavaş oturp kalkıyotum ahh bu gecee bir harikaa... 🔥💋 hızlanıyorum.... oturup kalkarken ahhh evet erkeğimm.... sonra titreyerek💤 aynı anda boşalıyoruz erkeğimm amımın 💦 suları ve spermlerin💧 süzülüyor sikinden taşaklarına kadar üzerine yığılıp kalıyorum öylece... Dudakkarımdan👄💋 öperken harika bi fahişesin diyorsun...
Dinlendikten sonra duş alıp üzerimi giyiyorum saçlarımı kuruturken  boynumdan dudaklarıma💋 gelip öpererek çantana bu gecenin ödülünü bıraktım diyorsun yatağa geçiyorsun. Makyajımı💄 yapmak için çanatamı👛 açtığımda hediyemi görüyorum. Saçlarımı kurutuyor makyajımı tamamlıyorum. Kıpkırmızı dudaklarımla💋 dudaklarından öperek teşekkür ederken tangamı👙 çıkarıp yüzüne bırakıp odadan ayrılıyorum....
Yorumlarınızı bekliyorum 💋
Beğenip reblog yaparsanız sevinirim 😍
92 notes · View notes
İstanbul'un kedileri tarih boyunca şanslı olmuştur da köpekler için aynı şeyi söyleyemeyiz...
Tanzimat’a kadar şehrin doğal bir üyesi olarak görülen köpekler, modernleşmeyle beraber sorun olarak algılanmaya başlanacaktır.
Tumblr media
Tanzimat döneminde modernleşme çerçevesinde konuyu ilk gündeme getiren isim  bir müddet Avrupa'da kalan Şinasi olmuştur.
Şinasi 1864 yılında Tasvir-i Efkarda yazdığı bir makalede sokak köpeklerini İstanbul’un modernleşmesinin önünde bir engel olarak görür.
Tumblr media
O devirde aydınların yaptığı üzere İslam’dan delil getirmeye çalışan Şinasi'ye göre köpek zaten evlerden uzak tutulması gereken bir hayvandır.
Tumblr media
Dolayısıyla köpeklerden kurtulmanın bir mahsuru yoktur(!) Şinasi’nin bu konuda çözüm önerisi sokak köpeklerini sürgün etmektir.
Tumblr media
Şinasi’ye göre deri işletmeleri lüzumu kadar köpeği dışarı salıvermemek kaydıyla kapalı alanlarda besleyebilirler. (Dericilik-köpekler)
Tumblr media
Çünkü köpekler dericilik için önemlidir "Tabakhaneye ..... götürüyorsun?"
Şinasi’nin aksine şehre gelen batılılar halkın köpeklere yaklaşımından övgüyle söz ederler. Hatta bu durum kartpostallara yansımıştır.
Tumblr media
Şinasi’nin çözüm yolu İstanbul köpeklerini Rumeli ve Anadolu’ya göndermektir. Hatta köpek neslini kurutmak için ilginç bir yol önerir.
Tumblr media
Şinasi’ye göre erkeklerle dişileri farklı bölgelere gönderip bir araya gelmeleri ve çoğalmaları engellenmelidir.
Tumblr media
Belediyenin aldığı kararla Haziran 1910'da sokak köpekleri İstanbul açıklarındaki Hayırsızada'ya sürgün ediliyor.
Tumblr media
Sokak köpekleri önce tahta perdeli arabalarla toplanıyor...
Tumblr media
Daha sonra belediye işçileri tarafından Hayırsızada’ya götürülmek üzere mavnalara yükleniyorlar.
Tumblr media
Son durak üzerinde hayat emaresi olmayan adı üstünde Hayırsızada...
Tumblr media
Belediye burada bir su kuyusu açmıştı. Ayrıca düzenli olarak yine belediye İstanbul'un artık yiyeceklerini köpeklere getiriyordu.
Tumblr media
Hayırsızada'ya 80 bin köpeğin sürgüne gönderildiği ve böylelikle itlaf edildiği söyleniyor.
Başta Servetifünun olmak üzere dönem matbuatı bu sürgünü destekliyor ve şehrin temizlendiğini düşünüyor.
Tumblr media
Sokak köpeklerinin itlafının önlenmesi için Şeyhülislam'ın Sadaret'e gönderdiği 10.12.1919 tarihli yazı.
Tumblr media
Şeyhülislam, köpekleri öldürmenin halkta uğursuzluk alameti sayılacağını esasen zulüm anlamına gelen bu işin İslam’a aykırı olduğunu söylüyor.
Şeyhülislamın bu yazısını modern belediyecilik anlayışının ilk dönemine getirilmiş tabiat ve insan merkezli güzel bir  cevap olarak okunmalı.
Tumblr media Tumblr media
Köpekler sürgün kararından sonra Karagöz'e yalvarıyorlar...
- Ah Karagöz Ağa... 
Bizi bin senelik İstanbul’umuzdan koparıyorlar yakışır mı bu?
Tumblr media
Sokak köpekleri kararından dönmesi için Belediyeye dilekçe veriyorlar ama nafile... (Kalem, 8 Nisan 1909)
Tumblr media
Sokak köpekleri kararından dönmesi için Belediyeye dilekçe veriyorlar ama nafile... (Kalem, 8 Nisan 1909)
Tumblr media
"Köpekler gitti de ne oldu, onların yerine sokakları kediler, tavuklar doldurdu" (Haziran 1910)
Tumblr media
Sürgünden sonraki tedbir zehirleme...
Karagöz - Biçare hayvanı niye zehirliyorsun onlar gittikten sonra sokaklardaki pislik büsbütün arttı (1911)
Tumblr media
3 notes · View notes
Text
Karısını Siktim Ama Benim Suçum Var mı? (Erol 45 Y., İstanbul)
Merhaba 31'ci arkadaşlar. Benim suçum var mı, okuyunca karar verin. Ben Erol, 45 yaşımda dul ve yalnız yaşayan bir adamım. Karısını siktiğim Kemal abi ise 60 yaşında bir adam, çocukluğum ellerinde geçti sayılır. Cimri, tutucu, geveze bir adam. Hele hele içkiliyken kimsenin konuşma şansı yoktur. Çok asabi bir adamdır. Karısı 50'sinde var, ama çok güzel, taş gibi bir kadın, uzun boylu, bebek gibi, dolgun dik gögüslere, pürüzsüz vücuda, yuvarlak iri kalçalara, uzun sütün gibi bacaklara sahip bir kadın. Kemal abi benim yalnız olduğumu ve akşamları içki içtiğimi bildiğinden, canı içki istesin, çenesi düşsün gelir benim eve. Sanki benim ev meyhane! 1-2 duble de içsin, artık o gidene kadar dinle onu. Birgün olsun bana gelirken bir ufak rakı alıp gelmez. Ben nezaman onun evine gitsem, "Evde rakı yok Erolum, al gel de içelim!" der, kendisi alamaz sanki, cimri herif!
O gün de ben yine evimde içiyorum, adam sanki rakının kokusunu alıyor, geldi hemen oturdu çilingir soframa. Birkaç duble içtik, bu başladı kadınlardan, kızlardan, saunalardan falan bahsetmeye, "Böyle yerler varmış, sen biliyorsundur, kadınlar çalışıyormuş!" diye. Beni mi deniyor bu? İlk defa böyle konuşuyordu. "Bilmiyorum abi!" dedim. "Nasıl bilmezsin? Dul adamsın, ne yapıyorsun? Sen bilmezsen kim bilir?" dedi. Aslında saunada takıldığım bir kadın var, ama söylemedim. Neyse rakımız bitti, bu yine başladı, "Biliyormusun, bilmiyormusun? Yoksa ben çıkıp gidip arayıp bulacağım! Yıllardır aynı kadın, aynı am, bıktım!" dedi. Buna, "Dur abi..." dedim ve saunada takıldığım Burcuya telefon ettim, müsait olup olmadığını sordum. Burcu ne olduğunu sorunca, "Bir abiyle geleceğiz, ona bir bayan ayarlarmısın?" dedim. "Ayarlayıp seni arayayım!" dedi. 15-20 dakika sonra Burcu aradı, ayarlamış. Bindik benim arabaya, saunaya gittik. Burcu bir bayan ayarlamış bizim ayıya, yeme de yanında yat! Tek kelimeyle mühtişti! Ne şanslı adam, Burcudan bile çok çok güzel bir kadın!
Burcu tanıştırdı bizleri. Odalarımıza geçtik. Burcu bana önce masaj yaptı, sonra güzel bir sikiştik ve kalkıp banyomuzu yapıp salona geçtik, ben Kemalin çıkmasını bekliyorum. Burcu, "Seninkinin işi çok uzun sürdü, adam hem yaşlı, hem içkili!" dedi. Ben Burcuyla konuşurken, Kemalin girdiği kadın çıkıp yanımıza geldi ve bana, "Burcu seni bana anlattı, yazık, sen böyle ayılarla gezme!" dedi. Benim ilk aklıma gelen şey, Kemal kadının parasını kesmiştir oldu, cimridir çünkü. Ne olduğunu sordum. Kadın da, "Burcunun sana yaptığı gibi, ben de ona hizmet sunmak istedim, önce masajını yaptım, sonra sevişelim dedim, yok dedi, fantazi yapalım dedim, yok dedi, oral anal yapalım dedim, yok dedi! Adam tutturdu direkt hak çukuru diye, gitsin anasının hak çukuruna! Vermedim, haberin olsun!" dedi. "Nerede şimdi?" dedim. "Ne yaptıysa, banyo yapıyor!" dedi. O sırada Kemal de giyinip geldi, "Hadi gidelim Erol!" dedi. Çıktık, binip arabaya gittik. Yol boyunca hiç yorum yapmadık. Bunu evinin önüne bırakınca bana, "Aman Erol kimse duymasın, rezil oluruz!" diye tembihledi. Ben de onayladım ve evime gittim.
Sabah merak ettim, Kemale telefon açtım. Kemal erkenden çıkmış gitmiş evden, telefonu karısı açtı ve "Erol nerdesin? Çabuk bize gel!" dedi. "Ne oldu abla?" dedim, "Telefonda olmaz, bize gel!" dedi, kapadı telefonu. Ulan akşam gitti karısını mı dövdü yoksa? diye düşündüm. Keşke öyle birşey falan olsaydı, çok daha kötü şeyler oldu diye korktum. Neyse, merakla evine gittim. Karısı gecelikle kapıyı açtı, salona geçtik. Ben hemen, "Ne oldu abla?" diye sordum. Karısı başladı, "Sen ne şerefsizsin ulan Erol!" diye. Karısı bana hiç böyle konuşmazdı, durmadan bana hakaretler küfürler ediyor. Ben tekrar ne olduğunu sorunca, "Bak Erol, sen yalnızsın, kadına kıza gidersin, normaldir, ama benim kocamı neden ayartıp götürüyorsun pezevenk!" dedi. Ben afallamıştım, "Ne kadını kızı abla?" dedim. Karısı da, "Akşam nerdeydiniz ulan?!?" dedi. "Evde içtik abla!" dedim. "Erol bana yalan söyleme ulan!" dedi. "Ya neden yalan söyleyeyim abla? Nerden duydun öyle şeyleri?" dedim. "Nerden mi? Kemal gece geldi, uyuyordum, beni kaldırdı, sen de kadınmısın, ne kadınlar var, neler yapıyorlar, diye bana hakaret etmeye başladı. Ne kadını falan diye sordum, Akşam Erol ile saunaya gittik! deyince sesimi kestim, karşı gelsem dayak yiyeceğimi biliyordum!" dedi.
Şok olmuştum, ulan Kemal abi, bu da söylenir mi, hemde karısına, bu kadar gevezelik olmaz, pes yani! Neyse, karısı bana bunları anlatıp, hesap sorarken dayanamadım, "Orada dur bakalım abla! Ben değil, senin kocan saunaya gitmek istedi!" dedim ve olanları olduğu gibi anlattım ve "Ben de, kocan yalnız gidip te sağa sola parasını kaptırmasın diye, bildiğim yere götürdüm!" dedim. "Kaç para verdiniz orospulara?" dedi hemen. Cimrinin karısı da cimri olur! Kaç para verdiğimizi söyledim. "O parayı bana vermez ayı, ama elin oruspularına verir!" dedi. "Korkma abla, parayı verdi ama karıya birşey yapamadı!" dedim. "Nerden biliyorsun? Beraber mi siktiniz orospuyu?" deyince, girdiği kadının anlatıklarını anlattım. Bu hemen, "Ayı evdeki karıyı halleti de, birde oruspuları sikmek mi kaldı?!?" dedi. "Yaa? Halledemiyor mu?" dedim. "Nasıl halledecek? 60 yaşında adam, siki mi kalkıyor sanki!" dedi. Kızgınlığı biraz geçmişti. Benim (Burcuyla) neler yaptığımı sordu, "Sen bari iyi siktin mi karıyı?" dedi...
Ben detaya girmeden, (Burcuyla) yaptıklarımı anlatmaya başladım, ama bana detayları da anlatmam için ısrar etti. Ben de anlattım. Bunları konuşurken benim yarak kazık gibi oldu. Kemalin karısı oturduğumuz koltukta bana iyice yaklaştı, elini bacağıma koydu, sikime doğru okşamaya başladı. Karı resmen kaşınıyor! Ben de onun geceliğinin üstünden bacaklarını okşamaya başladım. Onu öpmek isteyince, önce nazlandı, ama ok yaydan çıkmıştı, benim vazgeçmeye hiç niyetim yoktu. Bunu öperek halının üstüne yatırdım. Önce dolgun gögüslerini emmeye başladım, sırayla emiyordum. Uçları fındık gibi olmuştu. İnliyordu. Bunun geceliğinin altından külotunu çıkarmak isteyince, önce bacaklarını sıkıştırdı, çırpındı. Ben ne yapıp edip bunun kırmızı külotunu çıkardım. Karı yaşına başına bakmadan Tanga giymiş. Tangasını burnuma götürüp kokladım, mis gibi amcık kokuyordu külodu...
Elini iki bacağının arasına sıkıştırdı, amını kapatıyordu. Ben amını açmaya uğraştıkça, "Erol olmaz, yapma!" diyordu. Ben dinlemiyorum tabii, zorla bunun elini çektim, bacaklarını açtım, yumuldum amına. Amını biraz yalayınca bu gevşedi, zevkten inlemeye başladı. Hemen yarağımı çıkarıp geçirdim amına. Bu, "Oooy! Ne sert yarağın var Erolum!" diyordu. Bunun amına girdikçe, bu inliyordu, "Ooh ooh bas, dibime kadar girsin, çıkarma!" diyordu. Ben bunun amını yarım saat kadar siktim ve ikimiz de doruğa çıktık, ben amına boşaldım.
Kısa bir sessizlikten sonra, "Mahvettin beni, kalk üstümden, yıkanayım!" dedi. Üstünden kalktım. Bu banyoya giderken kalçalarına baktım, ulan ne güzel beyaz kalçları vardı. Banyoda bunu ne yapıp edip götten sikmeliydim. Ben de banyoya girdim. "Burda da mı yalnız bırakmıyacaksın?" dedi. "Beraber yıkanalım!" dedim, girdim duşun altına. O beni sabunladı, ben onun her yerini sabunladım. Bunun arkasına geçip götünü de sabunlayınca, bu irkildi ve "Ne yapıyorsun Erol?" dedi. "Ne yaptığımı görürsün şimdi!" dedim ve kasıklarından tutup götüne geçirdim yarağımı. "Aaah, Erol, ıııh, yırttın götümü, çıkar ne olur!" diye bağırmaya başladı. "Dur bağırma orospu, az kaldı!" deyip pompalıyordum. Bu acıdan inliyor, ellerimi tutuyor, ben köklüyorum. Götü amından çok daha dardı, çok geçmeden götüne boşaldım...
Banyodan çıktıktan sonra bana, canım nezaman isterse kendisini sikebileceğimi söyleyip, karşılığında da bundan sonra bir daha saunalara falan gitmeyeceğime dair söz verdirdi.
Şimdi soruyorum size, bende suç var mı?
[Erol]
86 notes · View notes
burakurnaz · 3 years
Text
-bugün çok yorulmuşum. serviste 10 dakika sızıp uyandığımda sabah oldu ve işe gidiyoruz sandım ama neden dönüş yolunda olduğumuzu anlamadım. hava yine sabahki gibi körkütük karanlık. az kalsın şoföre gidip "bizi yanlış yoldan götürüyorsun, hemen şuradan gir" diye bağıracaktım. gerçekten uzun süre anlamayınca ve herkesin çok normalmiş gibi davrandığını görünce işe geç kalıyoruz diye sinirlendim.
-götümüzde patlıyor ama komik
youtube
2 notes · View notes
paramedik-99 · 4 years
Text
Mobbing Nedir? Konuya öncelikle bunun tanımı ile başlamak istiyorum. İş yerlerinde belli kişilerin, belli kişilere uyguladıkları; psikolojik baskı, aşağılama, ezme, hor görme, küçük görme, pasif ve çaylak görme davranışlarının toplamının kısaltılması gibi görebiliriz bu tanımı. Bunu yapan kişi ya da kişiler, mobbinge maruz kalmış kişinin o işyerinde ya kıdemlisidir ya da daha tecrübelisi. Egoları yüksek olan bu kişilerin yaptığı bu davranışlar, size kulaktan çok basit ya da başa çıkılması kolay olan bir şey gibi gözükebilir; ancak dışarıdan göründüğü kadar kolay değildir ve bizzat yaşamadan anlamak, empati kursak bile zordur. Çalışan kişinin ruhsal olarak çok etkilendiği ve psikolojisinin bozulduğu bu durumda çeşitli psikolojik tedaviler gördüğü veya buna dayanamayıp intihar ettiği görülmüştür. Örnek verecek olursak: Garson olarak çalışan Zeynep, Antep’te türkçe öğretmeni olan Saadet öğretmen, arkeolog Merve Kaçmış ve son olmasını ümit ettiğimiz cerrahi asistan Dr.Mustafa Yalçın... Daha bilmediğimiz vardır elbet ancak gördüğünüz gibi mobbing tek bir dalda değil hemen hemen tüm mesleklerde olağan bir durum ve mutlaka çalıştığınız işyerinde bir gıcık oluyor. Kendi yaşadığım, aslında bu tarz olayların yanında deve cüce ya da fındık kabuğunu dolduramayacak kadar olan bir kaç olayımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Paramedik öğrencisi olduğum halde aynı zaman da açıköğretimden Laborant ve Veteriner Sağlık bölümü okumaktayım, tecrübe edinmek adına bir veteriner kliniğinde işe başladım ve yaklaşık altı ay çalıştım. O işe girerken hedeflediğim ve öğrenmeyi heves ettiğim birçok şey vardı. Ancak altı ay boyunca bana yapılan muamele çok farklıydı. Hekimimiz çok gülmeyen ve ciddi duran, ezmeyi seven biriydi. Ben o klinikte çok enjektör elime aldığımı hatırlamam, genelde temizlik yapardım. Başka bir çok sevdiğim hekim bana gizli gizli öğretirdi ve en son dayanamayıp ayrılmak istedim, ev geçindirdiğim ve beş kuruşsuz kalacağımı bildiğim halde. Çıkarken duyduğum ve zoruma çok giden bir laf oldu:Sen kendini tekniker mi sanıyorsun?. Bu meslekten soğumak için bir sebep mi? Basit geliyor ama, evet bir sebep! Çalışmaya mecburdum ve hevesim kırılmış olsa da hala öğrenmek istiyordum.
Başka bir kliniğe daha girdim orada ise bir ay çalışabildim. Bu sefer mobbing yediğim kişi bir hekim değil, benim gibi teknikerdi ama kendini hekim sanan bir tekniker. Sabah 08:30 da başladığım temizliğe maalesef 12:30-13:00 gibi bitirebiliyordum çünkü meslektaşım yukarıda oturup, keyif yapıp, yasal olmadığı halde hekim gibi muayene almaktan başka bir şey yapmıyordu. Üstelik yaptığım işi beğenmeyip sürekli bana sesini yükseltiyordu. Duyduğuma göre de zaten oraya her giren teknikeri kovmuş, hangi hakla ve yetkiyle kovduğu ise şüpheli ? Bu kızın özellikle emir kipiyle konuşması beni delirtiyordu kendimi çok zor tutuyordum. Bir gün yine temizlik yaptığım sırada yanıma geldi ve temizlediğim yeri,temizleyip temizlemediğimi, sordu. Bende ona yaptığımı söylediğimde inanmadı ve tekrar yapmamı söyledi. Gittim ve tekrar yaptım, daha sonra tekrar yanıma geldi ve yine temizlemediğimi iddaa edip, parmağını masaya sürdü ve bana tertemiz olan parmağını gösterip: “Bu mu yaptığın temizlik?” dedi. “Senin paraya ihtiyacın yok mu?” dedi. Bende kendimi daha fazla aşağılatmak istemediğim için; “Hayır, sadece mesleğimi öğrenmek istiyorum.” dedim. “O zaman burada çalışmana gerek yok, çıkabilirsin.” dedi. Bende artık sabrımın sonuna geldiğim için; “Sen kimsin de bana sesini yükseltiyorsun?” dedim. “Senin kaprislerini ve polimlerini daha fazla çekemeyeceğim, yeter!” dedim. Eşyalarımı toplamak için aşağı indim, ayrıca klinikte tedavi gören bir kedi hastayı sahiplenmiştim ve çıkarken onu da aldım. Kapıdan çıktığımda bana:”Kediyi nereye götürüyorsun?”dedi. Bende ona; artık benim kedim olduğunu ve tedavisine başka bir yerde devam edeceğimi,söyledim. Bu meslekte bir yıl içinde olan ikinci vakamdı ama pes etmeye niyetim yoktu.
Başka bir kliniğe daha işe girdim orada da üç ay çalıştım ve yine bir kendini hekim sanan tekniker egosu... Bir önceki anlattığım egoist şahısın farklı versiyonu. Hasta geldiğinde muayenedeydim ve hastayı karşıladım, kedinin ilk muayenesiydi ve henüz iki buçuk aylıktı. Artık bir aşı takvimi hazırlayıp ufaklığın aşılarına başlayabilirdik. Daha iki cümle bilgi verip vermeme kalmadan tekniker ablacığımız muayeneye daldı ve bir anda hekim moduna girdi, inanmayacaksınız ama kullanmayı dahi bilmediği stetoskobu kullanmaya çalıştı. Az önce aşılara başlanmasının gerektiğini söylediğim hastaya tekniker ablamız; “Bir hafta daha bekleyelim, aşıyı dolaba koyabiliriz.” dedi. Ben şoka girdim, sırf bana gıcıklık olsun diye bir hafta ileri attığına yemin edebilirim ama kanıtlayamam. Aşırı sinirlendim ve her zaman ki gibi eşyalarımı toplayıp çıktım. Şimdi düşünüyorsunuzdur:” Bu kız da en ufak bir olayda istifa ediyor.” Hayır! Aslında olay o değil, olay bu tarz şeylerin üst üste gelip birikmesi ve bir yerde patlaması. Belki de şu an başka bir düşünce de var aklınızda: “Neden bu insanlar istifa etmek yerine intihar ediyor?” Buna şöyle açıklık getirebilirim; eskiden istifa etmek belki daha kolaydı ancak hayatımıza giren ve her şeyimizi alt üst eden Covid-19 maalesef artık sağlıkçıların işten çıkmasına engel, çünkü istifa etme hakları yok! Ya da istifa etme hakkı dahi olsaydı; başka meslekler üzerinden düşünecek olursak, inanın bu o kadar kolay değil ve bir insanın mecburiyetleri olabiliyor. İşten çıkamamasının birçok sebebi olabilir. Tabiki ölüm bir çare değil ama dediğim gibi; yaşamadan asla anlayamazsınız. Anlasanız bile tam anlamıyla o hayal kırıklığını hissedemezsiniz,özellikle işine aşk ile bakanları.
Başka bir kliniğe daha girdim, hâlâ pes yok. Tahmin edin orada ne kadar durdum? Hemen söyliyeyim; bir ay; çünkü bu sefer çalıştığım klinikteki hekim bir narsistti ve bu yüzden psikolojik tedavi görüyordu. Burda da duyduğum haberlere göre; işe giren kişi maksimum bir ay kalmış. Şaşırmamak gerek; çünkü oradaki hekim en ufak bir şeyde sinirlenen ve sinirini karşısındaki insana avazı çıktığı kadar bağırıp, küfür eden bir hekimdi. Bana küfür edemezdi, ettirmedim ama bağırdı çünkü biliyordu; ben diğerleri gibi değildim, beni ezemeyecekti ve bunu anladığında ortada bi durum yokken beni işten çıkardı. Çünkü anladı, ezemeyecek.Sonuç ne mi oldu? Ağlaya ağlaya çıktığım klinikten sonra çok uzun süre kendime gelemedim ve bir daha asla çalışmadım. Okulumda kayıt yenileme yapmadım. Sonunda pes ettim. Ya hekim olacaktım ya da hiç çalışmayacaktım. Şimdi bu bölüme devam edip etmemekte çok kararsızım ve bu sadece mobbing yediğim için değil aynı zaman da paramedik bölümü kazandığım için ikisini beraber yürütme korkusu. Tek bir hedefim olsun istiyorum, tek bir alanda kendimi geliştirmenin daha doğru olduğunu
düşünüyorum.
Sözlerime son vermeden önce, lütfen etrafınızda duyduğunuz veya gördüğünüz mobbinglere izin vermeyin! Susmayın! Sessiz kalmayın! Meslektaşlarınıza, iş arkadaşlarınıza sahip çıkın! Unutmayın ki; bu dünyada yaşattığınızı yaşamadan asla ölmezsiniz. Gün gelecek size yapılan kötülüklerin hesabı verilecek! Lütfen buna inanın ve umudunuzu kaybetmeyin. Korkmayın, en önemlisi korkmayın! Mobbingin en kısa zamanda adalete taşınması dileğimle...
Prm.Talya Yılmaz
4 notes · View notes
tumitutscanlation · 5 years
Text
Heavenly Blessing - 62. Bölüm
Mega // MangaTr
Bölüm 62: Kayıp Kızıl İnci, Arzuyla İstemsizce Kızaran Gözler
Önlerinde dört beş tane beyaz cübbeli acemi duruyordu, her birinin elinde birer sepet vardı, meyve toplamaya gitmiş gibi görünüyorlardı. Ancak bir meyve ağacının değil, bir insanın etrafında toplanmışlardı. Uzakta olsalar bile işitme kabiliyetlerinden ötürü tartışmayı net olarak duyabiliyorlardı. Genç adamlardan birisi konuştu, “Son zamanlarda ağaçlarda daha az meyve olmasına şaşmamalı, görünüşe göre birileri buraları sahiplenip hırsızlık yapıyormuş.”
Sakin bir ses cevapladı, “TaiCang Dağı’nda yetişen meyveler köşkte öğrenci olan herkes tarafından toplanabilir, yani bu nasıl çalmak olabilir? Ayrıca burada yüzlerce, binlerce meyve ağacı var. Sadece benim toplamamla azalmasının imkânı yok.”
Bu ses Mu Qing’e aitti, kalabalığın arasından göründüğü kadarıyla siyah iblis kostümünü çıkarmış ve günlük antrenman giysilerini giymişti. Acemi ofladı, “Tabii ki, eğer sadece kendin için topluyor olsaydın meyveler azalmazdı, ama sadece kendine toplamıyorsun öyle değil mi? Dağdan gizlice kaçırarak diğer insanlara götürüyorsun. Ayrıcalıklarını suiistimal ediyorsun, ne utanmazlık ama.”
Xie Lian durumu hemen anladı, Mu Qing’i çekemeyen acemiler yine ona sataşıyorlardı.
Mu Qing fakir bir aileden geliyordu, dağın aşağısındaki kasabada yaşayan annesi yoksul bir yaşam sürmekteydi. Geçmişte terzilik yaparak para kazanıyordu ancak gözleri gittikçe kötüleştikten sonra çalışamaz hâle gelmişti ve elinden gelen tek şey dağda ayak işleri yaparak para kazanan Mu Qing’in eve para getirmesini beklemekti. Mu Qing bazen annesine ikram etmek için TaiCang Dağı’ndan meyve toplardı, büyütülecek bir şey değildi çünkü buna karşı bir kural yoktu. Yine de dile getirilince kulağa kötü geliyordu, bu şekilde bahsedilmesi aşağılayışı ve utanç vericiydi.
Mu Qing buz gibi bir sesle konuştu, “Zhu-ShiXiong, normalde nadiren konuşuyoruz, ama son zamanlarda bana tekrar tekrar sataştın. Dün de mesajımı iletmem için ShiXiang Köşkü’ne girmeme izin vermedin. Seni nasıl incitmiş olabilirim?”
Zhu adındaki genç adam gerçekten de ShiXiang Köşkü’nün önünde dikilen acemiydi, dünkü meselenin açıldığını duyduğunda öfkesi birden alevlendi, “İşini doğru düzgün yapmayıp etkinliği neredeyse mahveden sensin, öyleyse ne hakla beni suçluyorsun? Gizemli davranıp kötü bir şeylerin peşinde olduğunu düşünmemize sebep olduğun için kendini suçlamalısın. Eğer ne ileteceğini açıkça söylemiş olsaydın bunlar yaşanmazdı. Senin yüzünden ekselansları işeri neredeyse berbat ediyordu. Baş Rahip’ten senin yüzünden azar yedim!” Sızlanmasını bitirdikten sonra elindeki sepeti yere attı ve eliyle diğer acemilere saldırmaları için işaret verdi.
Xie Lian daha fazla izleyemedi ve bağırdı, “Durun!”
Sesini duyan acemiler afallamıştı, başlarını çevirdiler ve bir ağızdan bağırdılar, “Ekselansları!”
Xie Lian ve Feng Xin onlara yaklaştı, o sırada Zhu-ShiXiong çoktan Mu Qing’i omzundan kavramış ve bir ağacın gövdesine yaslamıştı, kavga ise henüz başlamamıştı. Şayet başlamış olsaydı da yirmi kişiye bile karşı olsa Mu Qing üstünlüğü elde ederdi. Ama Kutsal Kraliyet Köşkü’nde kalmaya devam etmek istiyorduysa yumruğunu asla kaldırmamalıydı.
Xie Lian gülümsedi, “Herkes ne yapıyor?”
Bu Zhu-ShiXiong düzgün, usturuplu görünen bir gençti ve ekselansları veliaht prense hep saygı duyup gıpta etmişti. Xie Lian’ın sorusunu duyunca donup kaldı ve Mu Qing’i aceleyle bıraktı, “Ah... bu, biz...”
Xie Lian gülümsemeye devam etti, “Her ne kadar ne için tartıştığınızı bilmesem de Mu Qing benim kişisel asistanım. Eğer bir şeyler yapıyorsa genelde benim emrimle yapıyordur. Benim için biraz meyve topluyor olmasının sorun olacağını fark etmemiştim?”
Acemilerin hepsi eğildi, “Hayır, hayır! Demek gelmesini emreden ekselanslarıydı! Bizler yanlış anlamışız!”
Kenarda Mu Qing ağaca yaslanmıştı ve Xie Lian’ın kendi emriyle gelmesi hakkında söylediklerini duyunca bir an afalladı. Hemen ardından yakasını düzeltti, başını eğdi ve konuşmadı. Xie Lian ve Mu Qing’den içtenlikle özür dileyen acemiler soğuk terler dökerek sepetlerini yerden aldılar ve koşarak kiraz ormanından uzaklaştılar.
Xie Lian, Mu Qing’in getirdiği sepetin yerde olduğunu gördü ve almak için eğilerek Mu Qing’e uzattı, “Yardım ister misin?”
Mu Qing sepeti almadı, ancak bir süre okunamaz bir ifadeyle Xie Lian’ı izledikten sonra konuştu, “Ekselansları,”
“Ne oldu?” diye sordu Xie Lian.
“Neden hep böyle zamanlarda ortaya çıkmak zorundasınız?”
Xie Lian: “?”
Öteki taraftan Feng Xin bozulmuştu, “Ne demek istiyorsun? Gelip seni kurtarmamız yanlış mıydı?”
Mu Qing ona bir bakış attı ve sepeti aldı. Feng Xin dikleşti ve sertçe konuştu, “Dinle! Daha önce yaşananlar benim hatamdı! Söylediklerim düşüncesizceydi, seni suçlamak istememiştim. Her lafımı derinlemesine düşünüp anlam çıkarmaya çalışmana gerek yok. Ekselansları haricindeki şeyler umurumda değil, dedikoduyla da ilgilenmiyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, o yüzden bu kadar huysuz olmayı bırak!”
“PFFFT!” Başta Xie Lian söylediklerinin çok agresif olduğunu düşünmüştü ama sona doğru tuhaf bir şekilde komikti. Mu Qing, Feng Xin’e baktı. Xie Lian elini sallayarak konuştu, “Tamam, tamam. Feng Xin’in bütün söyledikleri doğru, hadi bu olanları unutalım. Hiçbir şey olmadı.”
Birkaç saniye sonra Mu Qing gönülsüzce ekledi, “Daha sonra mercan kızılı inciyi tekrar arayacağım. Belki sokaklardan birinde düşmüştür.”
Xie Lian’ın umursamıyormuş gibi gözükmesi hoş olmazdı. Bu yüzden şöyle cevapladı, “Tamam. Ama sadece vakit bulabilirsen. Zaten eğer sokaklardan birinde düştüyse birileri çoktan ceplemiştir.”
Mu Qing’in söyleyecek başka bir şeyi yokmuş gibi görünüyordu, o da yere düşmüş kirazları teker teker toplayıp sepete koymaya başladı. En başında fazla toplamamıştı zaten, işini bitirdikten sonra ormandan çıkmak için yürümeye başladı. Öteki taraftan Xie Lian ağzı sulandıran taze kirazlardan birkaç avuç daha koparıp Mu Qing’in sepetine attı.
Mu Qing biraz afallamıştı. Xie Lian konuştu, “Bir dahakine annen için meyve toplamaya geldiğinde benim emrimle topladığını söyle, böylece sana kimse bir şey diyemez. Baş Rahip birkaç günlüğüne saraya dönmemi söylediği için yarın yola çıkmayı planlıyorum. Neden sen de dağın aşağısını ziyaret etmiyorsun? Hadi bugünlük geri dönelim.”
Biraz zaman aldı, ama sonunda Mu Qing kısık bir sesle konuştu, “Teşekkür ederim ekselansları.”
Ertesi gün Xie Lian, Feng Xin ve Mu Qing ile birlikte dağdan indi.
Dağın eteğine ulaştıklarında, dağın devasa kapılarının hemen dışarısında; parlak, altından bir araba gördüler. Yakalı, sırmalı ipek kumaştan kıyafetler giyinmiş, elinde kırbaç tutan genç bir adam bacak bacak üstüne atmış, arabanın önünde oturuyordu. Hayat dolu ve önemli görünüyordu. Xie Lian’ın kapıdan çıktığını gördüğü an hemen sıçrayıp ayağa kalktı ve çılgın bir hızla ona doğru koşarken neşeyle bağırdı, “Kuzen veliaht prens!”
Bu doğal olarak Qi Rong idi. Sadece onun TaiCang Dağı’nın eteğinde Xie Lian’ı bekleyecek kadar boş vakti vardı. Xie Lian’ın önüne atladı ve bağırdı, “Sabrım sonunda karşılığını verdi!”
Xie Lian sırıttı ve saçlarını karıştırdı, gülerek, “Qi Rong boyun yine mi uzadı? Bugün saraya döneceğimi nasıl bildin?”
“Bilmiyordum, sadece bekledim. Eninde sonunda çıkacağını biliyordum. Aksine inanmayı reddettim.”
“Epey boşsun öyle değil mi?” Xie Lian umutsuzca konuştu, “Düzgün bir şekilde çalışıyor musun? Peki ya kılıç antrenmanların? Eğer annem bir kez daha becerilerini test etmemi isterse sana yardım etmeyeceğim.”
Qi Rong gözlerini kırpıştırdı ve aniden aşağı yukarı zıpladı, “Onları boş ver! Yeni arabama bir bak! Kuzen veliaht prens, hadi bin, saraya benim arabamla gidelim!”
Qi Rong, Xie Lian’ın elini kaptı ve onu arabaya çekti, ancak Xie Lian’ın tek hissettiği tehlikeydi, “Sen mi sürüyorsun?”
Feng Xin ve Mu Qing de yaklaştı. Teknik olarak hizmetliler önde oturmalıydı, ancak Qi Rong’un yüzü anında asıldı, elindeki kırbacı şaklatarak, “Kuzen veliaht prensten binmesini istedim, siz ikinizden de değil. Ayak takımının altından arabama dokunmasına izin vereceğimi mi düşündünüz? Defolun gidin buradan!”
Xie Lian sessizce hırladı, “Qi Rong!”
Feng Xin daha önce defalarca Qi Rong ile karşılaşmıştı; ne kadar küfürbaz, kaba ve küçümser olduğunu biliyordu. Öte yandan Mu Qing daha önce saraya hiç girmediğinden ötürü Prens Xiao Jing’e yaklaşmak gibi bir şansı da doğal olarak olmamıştı. Qi Rong fazlasıyla alınmış hissediyordu, ama Xie Lian’ın uzaklaşmaya yeltendiğini görünce acı ve gönülsüzce de olsa iki beş para etmez ayak takımını kıymetli altın arabasına almayı kabul etti.
Fakat arabaya adım attıkları saniye üçü de anında pişman oldu. Qi Rong deli gibi sürüyordu. Elindeki kırbacı durmadan şaklatıyor, kim bilir ne anlama gelen şeyler bağırıyor, beyaz aygır şok içinde kişniyor, tekerlekler çılgınca dönüyor, Qi Rong Xie Lian’ın durması için ne kadar bağırdığını umursamadan sokakları birbirine katıyordu. Neredeyse birkaç yayaya ve tezgaha çarpıyorlardı. Tanrılara şükürler olsun ki önde oturan Feng Xin ve Mu Qing atın dizginlerini yakalayarak atı yoldan saptırmıştı yoksa bu çılgın yolculuk en az yirmi cana mal olacaktı. Sonunda saraya vardıklarında ve araba yavaşladığında Xie Lian, Mu Qing ve Feng Xin aynı anda rahat bir nefes verdiler. Xie Lian alnındaki soğuk teri sildi, diğer ikisi de arabayı zapt etmeye çalışırken elleri Qi Rong tarafından defalarca kırbaçlanmıştı ve çiziklerle doluydu. Buna rağmen Qi Rong ayağa kalktı ve arkadaki beyaz ata bacağını atarken gururla beyan etti, “Ne düşünüyorsun kuzen veliaht prens? Çok iyi sürüyorum değil mi?”
Xie Lian arabadan indi ve cevapladı, “Anneme ve babama arabana el koymalarını söyleyeceğim.”
Qi Rong şok olmuştu, “NE!”
Xian Le kültüründe; bir, altını severlerdi; iki, değerli taşları severlerdi; üç, güzel kızları severlerdi; dört, müziği severlerdi ve beş, sanatı severlerdi. Xian Le Kraliyet Sarayı sevdikleri her şeyin bir arada bulunduğu bir yerdi. Devasa avluda ve kızıl koridorlarda dolaşırken önlerine çıkan her şey yaldızlı veya yeşimden yapılma değildi, aynı zamanda duvarlara asılmış birbirinden değerli sanat eserleri de vardı. Bunun üstüne havada usulca yankılanan hoş ve sakin müzik cennetin yanılsamasını meydana getiriyordu.
Saray Xie Lian’ın evi, onun büyüdüğü yerdi. Feng Xin ise on dört yaşındayken prensin kişisel koruması olarak seçilmişti ve bu manzaraya çoktan alışmıştı. Bununla beraber Mu Qing ilk defa böyle binalar görüyordu ve elinde olmadan hayranlık duydu. Ama ne kadar hayranlık duyuyorsa o kadar dikkatli oldu ve diğerlerinin ne düşündüğünü anlamasına o kadar izin vermedi; yanlış bir adım atmaya cesaret edemiyordu.
Xie Lian ilk iş Kraliçe ile görüşmeye gitti. Kraliçe, QiFeng köşkünde dinleniyor ve küçük bir çay sehpasında yeni yaprakların tadına bakıyordu. Veliaht prensin dönüşünün haberini uzun zaman önce almıştı, gözleri keyiften hilal şeklindeydi, oğlu yaklaşırken kollarını iki yana açarak konuştu, “Sonunda eve gelip anneni görmeye razı mı oldun?”
Feng Xin ve Mu Qing kapının önünü bekliyorlardı. Xie Lian, Qi Rong ile birlikte salona girdi ve annesinin elini tutmak için elini uzattı, “Daha iki ay önce ziyaret etmemiş miydim?”
Kraliçe homurdandı, “Ne kalpsiz bir çocuk, Rong-Er bile benim gibi yaşlı bir kadını yalnız bırakmamayı biliyor, sense iki aydır eve gelmemene rağmen gelmiş kendini haklı gösteriyorsun.” *ÇN: -Er, “oğul” ya da “çocuk” anlamına geliyor, ancak bir ismin sonuna eklendiğinde sevgi gösteren bir ek oluyor ve “küçük”, “evlat” ya da “oğlum” anlamı kazanıyor.
Xie Lian güldü, “Annem nasıl yaşlı olabilir? Onlu yaşlardan daha yaşlı görünmüyorsun! Sanki aynı nesildenmişiz gibi.”
Övgü sözcükleri kraliçeyi çok sevindirmişti. Xie Lian’ın yaşında bir oğlu olmasına karşın statüsünden ve zenginliğinden ötürü epey bakımlı ve gençti, hâlâ bir soylunun güzelliğine sahipti. Yine de dudaklarından çıkan sözcüklerde hafif bir sitem vardı, “Yağcı.”
Xie Lian küçük çay sehpasına bir göz attı, yeşimlerle işlenmiş bir fincan vardı ve içindeki şeyden ilginç bir koku geliyordu. “Bu nedir?” dedi ve eline aldı, ama kraliçe hemen uyardı, “İçme! Onu içemezsin!”
Çevirmen: Jason
119 notes · View notes
yusamarie · 4 years
Text
istediğin tarihe sen uyarla.
gözlerim kapalı. rüzgârın kesiklerini ve aynı zamanda yumuşak kasvetini hissediyorum tenimde. başımı yaslamışım geriye doğru. radyoda billie marten çalıyor. melodisini mırıldanırken sözlerini evirip çeviriyorum dudaklarım arasında. "how can i be vanilla, baby?"
gözlerimi aralıyorum. önümde sonunu göremeyeceğim bir yol var. sağı solu ağaçlarla kaplı, sessiz biraz. nerede olduğumuzu bilmiyorum, muhtemelen sen de. başımı senden yana çeviriyorum şimdi. yanağımı arabanın rahatsız koltuklarına yaslıyorum. fark ediyorsun seni izlediğimi, gözlerin bana dönüyor birkaç saniyeliğine. gülümsüyorsun, karşılığını veriyorum. albümdeki diğer şarkı başlıyor. ikimiz de eşlik ediyoruz buna.
bir süre sonra boştaki elini arka cebine götürüyorsun kalçanı hafifçe kaldırarak. ve merhaba, tanıdık manzara. en sevdiğim. artık ezberlediğim sigara paketinden bir dal yakıyorsun yine. kolunu arabanın camından dışarı sarkıtıyorsun. zehrin dumanını üflüyorsun dışarı doğru. aynı zamanda dudakların she dances'a eşlik ederken büzülüp eski şeklini alıyor tekrardan. bu basit ayrıntılar bile nasıl hoş duruyor sende, sana nasıl bakıyorum karşında.
sıkılmıştık, tüm gün evde olmaktan. son zamanlarda sen bana geliyordun, birkaç gün kalıyordun. ben sana geliyordum, bazen bir gece bazen bir hafta yatağında yatıyordum. seni evimde görmeye alışmıştım artık. mutfakta beraber yeni tarifler deneyim beceremezken de, birkaç defa senin lavaboda olduğunu unutup banyonun içine dalsam da, balkomun köşesindeki koltukta tüm zamanını öldürsen de alışmıştım sana işte. hayatımın tam ortasına yerleştirmiştin kendini, milim kıpırdamıyordun üstelik. bencil herifin tekisin işte.
nereye getiriyorduk konuyu, sıkılmıştık evet. aklıma geleni söyledim sana. şöyle kimselerin bilmediği bir yere kaçalım, bizim bile haberimizin olmadığı. saatlerce süren bir araba yolculuğu dahi kabulümdür. kabul etmiştin, reddetmiyordun ki hiçbir zaman. sadece konuyu değiştirip isteklerimi bana unutturmakta başarılıydın, çok sinirleniyorum sana. şerefsiz diye boşuna söylenmiyoruz ortalıkta.
demem o ki, yola çıktık. dakika tutmuyorum ancak bir ya da bir buçuk saattir yoldayız sanırım. şehrin dışına çıktık sadece, nereye gittiğimiz hakkında zerre fikrimiz yok. sadece şu kadının albümünü başa sarıp ağaçları izliyoruz. ben çoğunlukla seni. sen yolu, arada beni. laf atıyoruz birbirimize, romantik olanlardan değil. sadece bu "huzurlu" ortamı şeker kıvamına getirmiyoruz hâliyle. araba kullanmana laf ediyorum, geçen gece birkaç tabağı nasıl kırdığımla ilgili dalga geçerek karşılık veriyorsun bana. laf dalaşına giriyoruz işte. arada uzanarak dudaklarını öpüyorum, sevdiğini biliyorum.
yanındayken bazen seni kollarım arasına alıp öyle devam etmek istiyorum, bazen ise ilgi isteyen bir çocuktan farksız oluyorum. dengemi bozuyorsun. nasıl da seviyorum bunu, şikâyetlerimi minnet olarak kabul et sen.
albüm tekrardan başa sarıyor. arka arkaya tükenen sigaraların sonu gelmiyor, ikimizin parmakları arasında dolaşıp duruyor sürekli. yol bitmiyor. hâlâ ne saçmaladığımızla ilgili bir fikrimiz yok. senden çaldığım öpücükler artıyor. sakinlik aynı, rüzgâr aynı. sadece önümüzde görebildiğimiz bir deniz kıyısı var. gün batımlarını çok sevdiğimi biliyor musun? tam şu an manzaramda sen varsın. bir elini direksiyona sabitlemiş, diğerini ise tamamen açık olan cama dirseğini yaslamış. senin arkanda, önümüzde, tüm bu yol boyunca uzanan bir gün batımı var.
radyoyu kapatıyorum. bedenimi ve yüzümü tamamen senden tarafa dönüyorum. hava hafiften serinlemeye başladı. manzarama eşlik eden sıcak renkler sana çok yakışıyor. gün batımının vurduğu deniz, yüzünde parlıyor. hiç beklemediğim bir anda sağa çekiyorsun arabayı. belimden tutarak kendine yaklaştırıyorsun beni. arzularımızı sunuyoruz ortaya. kucağına yerleştiğinde, ellerin belimi buluyor. seni öpmeden önce gözlerimi kapatıyorum.
sadece, dalgaların sesi.
2 notes · View notes
kayip-yillar · 5 years
Text
Tumblr media
Günahkar bir adamdı, ayık gezmezdi. Bütün bir köy halkı yaka silkiyordu adamdan, ‘ ölse de, kurtulsak ‘ diyorlardı.
Bir karısı vardı bu adamın, bir de kendisi. Hiç çocukları olmamıştı. Köy halkı böyle bir adamın zürriyetinin olmadığına memnundu. Kadın ise, adamın haline üzülse de ses çıkarmazdı, çıkaramazdı.
Otuz yıldır evliydiler, döverdi, kızardı, her gün biriyle kavga ederdi. Ama kocasıydı işte, evinin erkeği idi.
Adam iyice yaşlanmıştı artık. Öksürük nöbetleri uykusunu bölüyor, iki basamak merdiven çıksa nefes nefese kalıyordu, titreyen elleriyle sigarasını zor sarıyordu.
İyice zayıflamıştı, zaten kısacık olan boyuyla bir çocuk gibi kalmıştı. Kadıncağız ellerini açıp dualar ediyor,
‘ ahir ömründe olsun şu adamın hali biraz düzelsin ‘ diye yalvarıyordu Allah’ a…
Adam bir sabah evden çıktı, fakat ertesi sabah oldu, dönmedi. Tan yeri ağarırken kadın aramaya çıktı kocasını. Kim bilir yine nerde sızıp kalmıştı!
Köyün üst tarafındaki çeşmenin başına gitti önce, orada içerdi adam, bulamadı. Yakındaki tarlaları aradı, köyün dört bi yanına baktı, yoktu.
Eve gelmiştir belki diye koşarak geri geldi, hayır, dönmemişti. Güneş inmek üzereydi, bir acele abdest aldı, namaz durdu.
Duası bitmek üzereydi ki, kapının çalındığını duydu.
Kocasıydı gelen. Adamın yüzü sapsarı kesilmişti. Öksürüyordu, eliyle göğsünü işaret ediyordu. Kadın koluna girdi kocasının, güç-bela sedire kadar taşıdı.
Uzandı adam, karısının yüzüne baktı, ağlıyordu. Doğrulmak ister gibi yaptı, hakkını helal et diyecekti, lafının sonunu getiremedi, başı yastığa düştü, ölmüştü…
Kadıncağız kocasının başında epey bir ağlayıp feryat etti. Biraz kendine gelince gözlerini sildi, yemenisini bağladı.
Kalktı, imamın evine gitti.
– Hocam… Diyebildi hıçkırarak, bizimkisi…
Söyleyemiyordu, ama İmam Efendi durumu anlamıştı. Kadının yüzüne baktı, köylü ne der diye düşündü, bocaladı.
– O mendebur bir kez bile caminin kapısından içeri girmedi, kaldırmam onun cenazesini, deyip kapıyı kapadı.
Kahroldu kadın. Nereye gitsem, ne yapsam diye düşündü. Kimseleri yoktu ki, çaresiz eve döndü.
Yıkadı kocasını, sandıktan çıkardığı beyaz bir çarşafa sardı, omuzuna aldı, mezarlığın yolunu tuttu.
Caminin köşesinden dönerken, muhtar ve köylülerin kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü.
Bir kez daha düğümlendi boğazı, cenazesi omuzundan kayarken, dizlerinin üzerine çöktü, ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı.
Hışımla yaklaştı muhtar:
– Onu nereye götürüyorsun, dedi, mezarlığa götüreyim deme sakın! Sağlığında biz çektik, bir de ölülerimiz çekmesin o herifin elinden…
Kadın gözlerini çarşafın üzerine dikmiş, öylece duruyordu. Birden bağırmaya başladı, delirmiş gibiydi sanki Kalabalık yanından korkuyla uzaklaşırken, cenazesini tekrar yüklendi, köyün dışına doğru yürümeye başladı.
Kan ter içinde kalmıştı kadın, artık adım atacak hali yoktu. Kendi kendine;
– Şuracığa gömeyim adamımı, dedi, kimseler rahatsız olmaz burada…
Tam o anda bir ayak sesi duydu, irkildi, bir çobandı gelen. Kadıncağız her şeyi olduğu gibi anlattı. Üzüldü çoban, gözleri doldu.
– Dert etme, dedi, ben yardım ederim sana.
Bir çukur kazıp cenazeyi gömdüler. Çoban başucunda durdu mezarın, ellerini açtı, dua etti.
Birkaç çiçek buldu kadın, toprağın üstüne serpti. Çobana dualar ederek evine döndü.
Yorulmuştu.
Camın kenarına oturup uzaklara daldı. Uyuyup kaldı oracıkta.
Ertesi sabah imamın kapısını telaşla çaldı muhtar. Bir yandan tokmağı vuruyor, bir yandan da ‘ İmam Efendi, İmam Efendi…’ diye bağırıyordu. İmam korkuyla açtı kapıyı.
– Bir rüya gördüm, dedi muhtar, hocam o berduş, o serseri adam Cennet’ teydi. Bana gülüyor, hakkım sana bile helal olsun diyordu.
Rüyayı duyana imamın benzi attı, kendisi de hemen hemen aynı rüyayı görmüştü.
‘ Gel hele, içeri gel…’ demeye kalmadı ki, köyün delisini gördüler.
Koşarak geliyor, bir yandan da bağırıyordu:
– Demedim mi ben, demedim mi size, rüyamda gördüm, rüyamda…
Birkaç köylü daha benzer rüyalar gördüğünü söyleyince, kadının yanına gitmeye karar verdiler. Özür dileyecek, kendilerini affettirmeye çalışacak, bu arada işin aslını öğreneceklerdi. Bir şeyler olmuştu ama neydi?
Eve vardıklarında kapıyı açan kadın şaşkındı. Kapıyı yüzlerine kapatacak oldu, yapamadı. Gelenler olan biteni anlatıp özür diledi, cenazeyi nereye defnettiğini, neler olduğunu sordular.
Kadıncağız her şeyi anlattı, can kulağı ile dinlediler ve çobanı bulmaya karar verdiler.
Bir yandan yürüyor bir yandan da aralarında konuşuyorlardı; ‘ bu çoban bir evliyaydı herhalde, belki de Hızır’ dı, aslında ölen adam da o kadar kötü bir adam değidi.’
Tarif edilen yere geldiklerinde çoban koyunlarını otlatıyordu. Gelenleri görünce ayağa kalktı, ‘ hayırdır inşaallah ‘ dedi. Oturdu, onlara süt ikram etti, konuşmaya başladılar.
Çoban söylenenlerden hiç bir şey anlamamıştı, cenazeyi nasıl defnettiklerini anlattı.
– Ben bir garip kulum, dedi; cenazeyi defnettik, başucunda oturup dua ettim sadece, hepsi bu…
Merakla nasıl bir dua ettiğini sordular, çoban da söyledi;
– Allah’ ım, ben dağda koyunlarımı otlatırken kulların gelir yanıma, selam verirler. Senin selamınla gelen senin misafirindir der, ağırlarım. Süt ikram eder, azığımı paylaşırım.
Şimdi de ben sana bir misafir yolluyorum, onu da sen ağırla…....
25 notes · View notes
mesutmamur · 6 years
Text
Tumblr media
Harika Bir Öykü Mutlaka Oku!
Onu Da Sen Ağırla.
Günahkâr bir adamdı, ayık gezmezdi. Bütün bir köy halkı yaka silkiyordu adamdan, ' ölse de, kurtulsak ' diyorlardı.
Bir karısı vardı bu adamın, bir de kendisi. Hiç çocukları olmamıştı. Köy halkı böyle bir adamın zürriyetinin olmadığına memnundu. Kadın ise, adamın haline üzülse de ses çıkarmazdı, çıkaramazdı.
Otuz yıldır evliydiler, döverdi, kızardı, her gün biriyle kavga ederdi. Ama kocasıydı işte, evinin erkeği idi.
Adam iyice yaşlanmıştı artık. Öksürük nöbetleri uykusunu bölüyor, iki basamak merdiven çıksa nefes nefese kalıyordu, titreyen elleriyle sigarasını zor sarıyordu.
İyice zayıflamıştı, zaten kısacık olan boyuyla bir çocuk gibi kalmıştı. Kadıncağız ellerini açıp dualar ediyor,
' ahir ömründe olsun şu adamın hali biraz düzelsin ' diye yalvarıyordu Allah' a...
Adam bir sabah evden çıktı, fakat ertesi sabah oldu, dönmedi. Tan yeri ağarırken kadın aramaya çıktı kocasını. Kim bilir yine nerde sızıp kalmıştı!
Köyün üst tarafındaki çeşmenin başına gitti önce, orada içerdi adam, bulamadı. Yakındaki tarlaları aradı, köyün dört bi yanına baktı, yoktu.
Eve gelmiştir belki diye koşarak geri geldi, hayır, dönmemişti. Güneş inmek üzereydi, bir acele abdest aldı, namaz durdu.
Duası bitmek üzereydi ki, kapının çalındığını duydu.
Kocasıydı gelen. Adamın yüzü sapsarı kesilmişti. Öksürüyordu, eliyle göğsünü işaret ediyordu. Kadın koluna girdi kocasının, güç-bela sedire kadar taşıdı.
Uzandı adam, karısının yüzüne baktı, ağlıyordu. Doğrulmak ister gibi yaptı, hakkını helal et diyecekti, lafının sonunu getiremedi, başı yastığa düştü, ölmüştü...
Kadıncağız kocasının başında epey bir ağlayıp feryat etti. Biraz kendine gelince gözlerini sildi, yemenisini bağladı.
Kalktı, imamın evine gitti.
- Hocam... Diyebildi hıçkırarak, bizimkisi...
Söyleyemiyordu, ama İmam Efendi durumu anlamıştı. Kadının yüzüne baktı, köylü ne der diye düşündü, bocaladı.
- O mendebur bir kez bile caminin kapısından içeri girmedi, kaldırmam onun cenazesini, deyip kapıyı kapadı.
Kahroldu kadın. Nereye gitsem, ne yapsam diye düşündü. Kimseleri yoktu ki, çaresiz eve döndü.
Yıkadı kocasını, sandıktan çıkardığı beyaz bir çarşafa sardı, omuzuna aldı, mezarlığın yolunu tuttu.
Caminin köşesinden dönerken, muhtar ve köylülerin kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü.
Bir kez daha düğümlendi boğazı, cenazesi omuzundan kayarken, dizlerinin üzerine çöktü, ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı.
Hışımla yaklaştı muhtar:
- Onu nereye götürüyorsun, dedi, mezarlığa götüreyim deme sakın! Sağlığında biz çektik, bir de ölülerimiz çekmesin o herifin elinden...
Kadın gözlerini çarşafın üzerine dikmiş, öylece duruyordu. Birden bağırmaya başladı, delirmiş gibiydi sanki Kalabalık yanından korkuyla uzaklaşırken, cenazesini tekrar yüklendi, köyün dışına doğru yürümeye başladı.
Kan ter içinde kalmıştı kadın, artık adım atacak hali yoktu. Kendi kendine;
- Şuracığa gömeyim adamımı, dedi, kimseler rahatsız olmaz burada...
Tam o anda bir ayak sesi duydu, irkildi, bir çobandı gelen. Kadıncağız her şeyi olduğu gibi anlattı. Üzüldü çoban, gözleri doldu.
- Dert etme, dedi, ben yardım ederim sana.
Bir çukur kazıp cenazeyi gömdüler. Çoban başucunda durdu mezarın, ellerini açtı, dua etti.
Birkaç çiçek buldu kadın, toprağın üstüne serpti. Çobana dualar ederek evine döndü.
Yorulmuştu.
Camın kenarına oturup uzaklara daldı. Uyuyup kaldı oracıkta.
Ertesi sabah imamın kapısını telaşla çaldı muhtar. Bir yandan tokmağı vuruyor, bir yandan da ' İmam Efendi, İmam Efendi...' diye bağırıyordu. İmam korkuyla açtı kapıyı.
- Bir rüya gördüm, dedi muhtar, hocam o berduş, o serseri adam Cennet' teydi. Bana gülüyor, hakkım sana bile helal olsun diyordu.
Rüyayı duyana imamın benzi attı, kendisi de hemen hemen aynı rüyayı görmüştü.
' Gel hele, içeri gel...' demeye kalmadı ki, köyün delisini gördüler.
Koşarak geliyor, bir yandan da bağırıyordu:
- Demedim mi ben, demedim mi size, rüyamda gördüm, rüyamda...
Birkaç köylü daha benzer rüyalar gördüğünü söyleyince, kadının yanına gitmeye karar verdiler. Özür dileyecek, kendilerini affettirmeye çalışacak, bu arada işin aslını öğreneceklerdi. Bir şeyler olmuştu ama neydi?
Eve vardıklarında kapıyı açan kadın şaşkındı. Kapıyı yüzlerine kapatacak oldu, yapamadı. Gelenler olan biteni anlatıp özür diledi, cenazeyi nereye defnettiğini, neler olduğunu sordular.
Kadıncağız her şeyi anlattı, can kulağı ile dinlediler ve çobanı bulmaya karar verdiler.
Bir yandan yürüyor bir yandan da aralarında konuşuyorlardı; ' bu çoban bir evliyaydı herhalde, belki de Hızır' dı, aslında ölen adam da o kadar kötü bir adam değidi.'
Tarif edilen yere geldiklerinde çoban koyunlarını otlatıyordu. Gelenleri görünce ayağa kalktı, ' hayırdır inşaallah ' dedi. Oturdu, onlara süt ikram etti, konuşmaya başladılar.
Çoban söylenenlerden hiç bir şey anlamamıştı, cenazeyi nasıl defnettiklerini anlattı.
- Ben bir garip kulum, dedi; cenazeyi defnettik, başucunda oturup dua ettim sadece, hepsi bu...
Merakla nasıl bir dua ettiğini sordular, çoban da söyledi;
- Allah' ım, ben dağda koyunlarımı otlatırken kulların gelir yanıma, selam verirler. Senin selamınla gelen senin misafirindir der, ağırlarım. Süt ikram eder, azığımı paylaşırım.
Şimdi de ben sana bir misafir yolluyorum, onu da sen ağırla...
1 note · View note
fotode · 2 years
Text
Nihal Olçok: Eşim Erol Olçok, FETÖ konusunda Tayyip Bey'i uyarıyordu
Nihal Olçok: Eşim Erol Olçok, FETÖ konusunda Tayyip Bey’i uyarıyordu
Nihal Olçok: Eşim Erol Olçok, FETÖ konusunda Tayyip Bey’i uyarıyordu 15 Temmuz 2022 22:24 15 Temmuz’daki darbe girişiminde eski eşi Erol Olçok‘u ve oğlu Abdullah Tayyip Olçok’u kaybeden Gelecek Partisi Kurucu Üyesi Nihal Olçok eşiyle ilgili “Tayyip Bey’e gezilere giderken davet ettiği isimlere bakıp ‘yine FETÖ’cüleri götürüyorsun’ derdi” ifadelerini kullandı.  Olçok, Halk TV’de katıldığı “Seda…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes