#fitne ve laiklik
Explore tagged Tumblr posts
zerihcom · 2 days ago
Text
Asıl Fitne, Batıla Rıza Gösterip Hakkı Ketmetmektir!
7 minutes Kaynak: Kokludegisim.net “Fitne” kelimesi, Arapçada birden çok manayı ihtiva eden kelimelerdendir. Dilimizde de yaygın olarak kullanılan “fitne” kelimesi gerek ayet gerekse de hadislerde geçmektedir. Fitne kavramının doğru şekilde anlaşılabilmesi hem etimolojik izahına hem de naslarda geçen anlamına vukufiyeti gerektirmektedir. Bilindiği üzere şer’i metin ya da kavramları anlama…
0 notes
onderkaracay · 1 year ago
Text
Tumblr media
Cumhuriyetçi Atatürkçü İlahiyatçılardan
Kamuoyuna Bildirge - 1
İslam, halkın köle – hür, yoksul – varsıl diye sınıflara ayrıldığı vıı. Yüzyıl Mekke’sinde bir özgürlük ve adalet hareketi olarak doğdu. İslam peygamberi Hz. Muhammed, sınıf ayrımcılığına karşı kardeşliği, köleliğe karşı özgürlüğü ikame etmek için mücadele etti. Kur’an, akılcılığı temel alan bir kitap kimliğiyle dönemin koşullarında bir özgürlük ve adalet manifestosu olarak peygamberin dilinden insanlara ulaştı.
İslam’ın adalet ve özgürlüğü temel alan eşsiz düzeni, Medine Sözleşmesi ile pratize edildi. Böylece kölelerin kölelikten, yoksulların yoksulluktan kurtuluş süreci başlamış oldu. Bu süreç, peygamberimizin vefatına değin aynı minvalde ilerledi. Ancak, peygamberin vefatını takiben başlayan ve özellikle Emeviler dönemiyle iyice belirginleşen yeni süreçte kölelik, İslami bir kisveyle kurumsallaştırıldı. Tarihin ve toplumun doğal akışı içerisinde çoktan ortadan kalkması gereken kölelik kurumu, saltanatçı ve hilafetçi İslam anlayışıyla kalıcı hale getirildi. Aynı şekilde yoksulluk da servet hırsı ve ganimetçi zihniyet nedeniyle ortadan kaldırılamadı. Aşırı zenginleşen bir avuç insan dışında geniş Müslüman kitleler fakirliğe mahkum edildi. Emevi neslinden olup da Ömer Bin Abdülaziz vb. birkaç kişi gibi Emevi zulmüne itiraz edenler hariç bu hanedanın İslam’a verdiği zararı anlatmaya kelimeler kifayet etmemektedir.
Öyle ki 680’de Kerbela’da peygamber torunu ve yakınları Emevi saltanatının vesayetçileri tarafından katledilip Hz. Muhammed’in manevi mirasının son unsurları da çöle gömülerek İslam’a ihanetin zirvesine ulaşıldı. O günden itibaren gerçek Müslümanlar muhalefete çekildi. Saltanat ve hilafet yüzlerce yıl boyunca Müslüman toplumların üzerinde bir baskı ve zulüm aracı olarak varlığını sürdürdü. Yaklaşık 1400 yıllık İslam tarihi boyunca kısa aralıklar dışında Müslümanlar, bilime sırt çeviren ve aklı nakil karşısında önemsizleştiren siyaset ve din esnafı yüzünden büyük mahrumiyetler yaşadılar. Sultanlar ve halifeler iktidarlarını ganimetler ve halka yükledikleri ağır vergilerle sürekli kıldılar.
Saltanat ve hilafet düzeni, özgürlükçü İslami düşüncenin gelişimini engelledi. Her yeni fikir, fitne etiketiyle mahkum edildi. Başta Ebu Hanife ve ehlibeyt neslinden gelen imamlar olmak üzere pek çok Müslüman bilgin, sözde İslami yönetimler tarafından çeşitli zulümlere uğratıldı. Özgür düşünceli İslam filozoflarının çoğu sultanlarla işbirliği içinde hareket eden sözde ulema tarafından kafir ilan edildi. Bundan dolayıdır ki İslam toplumları içerisinden yeterince bilgin ve mucit yetişmedi.
Batıda başlayan aydınlanma felsefesinin doğurduğu yeni süreç, xıx. Yüzyıla gelindiğinde büyük bilimsel ve teknolojik gelişmelerin ve çeşitli düşünsel akımların önünü açtı. İnsanlık, din adamlarının, sultanların / kralların, halifelerin teokratik egemenliğine ve inancın aklın önüne geçirilmesine karşı laikliği keşfetti.
Laiklik, din ve inancın akıl üzerinde kurduğu baskıyı ortadan kaldırmak ve dinsel erki yok edip halkın iktidarını kurmak için bulunan bir anlayış olarak hızla yayıldı. Bu yayılış bazen devrimlerle, bazen de aydınların başlattığı ve tamamladığı düşünsel evrimlerle gerçekleşti. Kaldı ki İslam’ın özü laikliğe dayanmakta, bu özden uzaklaşıldığında inancın din ile olan bağı da kopmaktadır.
Yaklaşık bin yıl boyunca aklı ve özgürlüğü, saltanatçı ve hilafetçi teokratik iktidarlar eliyle tutsak edilen Türk toplumu da insanlığın ulaştığı bu yeni evreye yönelme yolunu tuttu. Bu yöneliş, Osmanlı’nın özellikle son yüzyılında cereyan eden özgürlükçü hareketlerle ivme kazandı. Sonuçta Türk toplumu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları eliyle aklın ve bilimin önünde yüzyıllardır bir engel olarak duran saltanat ve hilafeti kaldırarak laiklik esasına dayalı cumhuriyet rejimine geçti.
Cumhuriyet büyük bir devrimdir. Aklı özgürleştiren, bilimin önünü açan, hurafe ve bidatlara karşı İslami düşüncenin doğmasını sağlayan laiklik, deyim yerindeyse cumhuriyetin ruhudur.
Cumhuriyet devriminin önderi olan büyük Atatürk, gerçekleştirdiği devrimlerle medeni bir toplum hedefi doğrultusunda az zamanda çok ve büyük işler başarmış emsalsiz bir kahramandır.
Cumhuriyet, adeta Medine Sözleşmesinin güncellenmiş hali olarak nebevi mirası xx. Yüzyılda yeniden dirilten görkemli bir devrimdir. Bu devrimi ve devrimin önderini savunmak samimi her müminin görevidir.
Cumhuriyeti ve onun ruhu olan laikliği İslam karşıtı olarak yaftalamak, ardılları tarafından kurumsallaştırılan Muaviye ve Yezid’in uygulamalarını İslam sanmaktan başka bir şey değildir. Özetle, cumhuriyete karşı olup halifelik özlemi duymak ve saltanat sevdasına kapılmak; İslam’ı Emevi ırkçılığının yararına yorumlayıp bu şekilde yaşamaya çalışmakla eşdeğerdir.
Bu nedenle bizler, Cumhuriyetçi Atatürkçü İlahiyatçılar olarak son dönemde laik cumhuriyetimize ve Atatürk ilke ve devrimlerine yönelik ağır saldırıları ibretle, teessürle izlemekte ve not etmekteyiz.
Bu bağlamda, yüksek bir kararlılıkla belitelim ki, öğretim programlarından ve özellikle de Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders müfredatından Atatürkçülük ve laiklikle ilgili konuların çıkarılması yahut azaltılmasını, müftülüklere nikah kıyma yetkisinin verilmesini ve Atatürk anıtlarına yönelik çirkin saldırıları kabul etmek mümkün olmadığı gibi önemsizleştirmeye çalışmak da düpedüz bir gaflettir.
Öğretim programlarının laiklik ilkesi doğrultusunda yeniden düzenlenmesi şarttır. Bizler; cihatçı, ganimetçi, fetih��i değil; akılcı, bilimi esas alan, aydınlanmacı ve laikliği güçlendirici bir müfredatın başta Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri olmak üzere bütün dersleri içine alacak şekilde yeniden belirlenmesini talep ediyoruz.
Öte yandan İmam Hatip Liselerinin ve İmam Hatip Ortaokullarının sayılarının hızla artması ve din öğretiminin kalitesizleşmesi sonucu liyakatsiz din görevlilerinin dini hayata verdikleri zararın, telafisi zor sonuçlara yol açtığını da üzüntüyle belirtmek durumundayız.
Müftülüklere nikâh kıyma yetkisi iyi niyetli bir uygulama gibi gösterilmeye çalışılsa da yol açacağı sorunlar tahminlerin ötesinde olacaktır. En başta bu uygulama Müslüman din görevlilerini Hristiyanlıkta olduğu ruhbanlaştıracak ve müftülerimizin papazlaştırılmasına sebebiyet verecektir.
Bu, İslam’ın Hristiyanlaştırılması gibi bir tehlikenin kapılarını açacaktır. Bu nedenle nikâh kıyma yetkisinin mevcut haliyle kalmasından yanayız.
Atatürk anıtlarına yönelik çirkin saldırıları gerçekleştirenlere karşı caydırıcı cezaların verilmesi elzemdir. Aynı şekilde sosyal medyada büyük Atatürk’ün aziz hatırasına saygısızlık manası taşıyan her türlü yazı, yorum ve görüntü takip edilmeli, failleri süratle cezalandırılmalıdır.
Bizler, Cumhuriyetçi Atatürkçü İlahiyatçılar olarak, bundan önce bireysel anlamda yaptığımız cumhuriyet devrimi ve Atatürk müdafaasını bundan sonra birlikte ve eşgüdümlü bir biçimde devam ettireceğiz. İnanıyoruz ki ilerleyen süreçte aramıza yeni ilahiyatçı arkadaşlar da katılacaktır.
Son olarak; 1923’te Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti yerine yeni bir devlet kurmaktan bahsedenleri, Atatürk’ün hatırasına yönelik ağır hakaretlerde bulunanları, Cumhuriyetin kazanımlarını yok etmeye çalışanları ve toplumumuzu yeniden saltanat ve hilafet karanlığına sürüklemek isteyen şer fikirli kafaları şiddetle kınadığımızı ilan eder, kamuoyumuzun yüksek bilgisine saygıyla sunarız.
Cumhuriyetçi Atatürkçü İlahiyatçılar
Cemil KILIÇ / İlahiyatçı Yazar – Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni
Nazif AY / İlahiyatçı Yazar – Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni
Mehmet Ali ÖZ / İlahiyatçı Yazar – Emekli Din Görevlisi
Yusuf Gökhan ÇOLAK / Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni
Yusuf DÜLGER / Emekli Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni
Kamil Hayati AYDIN / Emekli Müftü
Mehmet GÖL / İlahiyatçı - Emekli Kültür Müdürü
Lütfullah Kaleli / Emekli Din Görevlisi – Yazar
8 notes · View notes
hanargelisim · 2 years ago
Text
Tumblr media
Bakara 191.Ayet: وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَاَخْرِجُوهُمْ مِنْ حَيْثُ اَخْرَجُوكُمْ وَالْفِتْنَةُ اَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِۚ وَلَا تُقَاتِلُوهُمْ عِنْدَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ حَتّٰى يُقَاتِلُوكُمْ ف۪يهِۚ فَاِنْ قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْۜ  كَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْكَافِر۪ينَ
.
Bakara 191.Ayet: Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün.
Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın.
Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür.
Mescid-i Haram´da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün.
İşte kâfirlerin cezası böyledir.
.
.
Her insanın bir muhalif odağı, her insanın bir şeytanı, her insanın TOPLUMSAL bilinçte bir direnç noktası olan açık veya gizli bir rakibi vardır. Kişinin, hayatının en az bir döneminde bunların negatif varlığını hissettirmesi geniş bir olasılık sınırları içerisindedir.
Buna göre düşmanımızı gördüğümüz yerde öldürmek ifadesinin geniş bir eylem çemberi, eylemler dizisi için kullanılmış olması büyük bir kaosun temelini oluşturacağından, hidayeti hedef edinen, barışa ve adalete davet eden bu kitabın amacı ölümü kutsamak, yüceltmek olamaz, olursa ki kendi kendini çürütür.
Toplumsal bilinçte bir yol benimser, açar, belirlersek ve toplumsal bilincin bazı noktalarında direnç yerine insanı, özgür seçimleri, bireysel TOPLUMSAL hedefleri bozguna uğratmak için harekete geçen saldırgan yönelimler, girişimler ile karşılaşırsak ilk doğal tepkimiz SAVUNMA ardından yolumuzu aydınlatacak tepkileri ORTAYA koymak olacaktır. Ancak çıkılan yolda kullanılan yeni yaşam metodunu işlemez noktaya taşımak isteyecek bazı direnç ve bozguncu odakların varlığına, yavaş tükeniş talep eden odaklara karşı kısasa kısas mukabele anlayışında olmak Allah tarafından desteklenir mesajı insanın yaşam adına verdiği mücadele azminde değişimler oluşturur.
Bu tür bir yönelim siyasi cinayetleri meşru kılar gibidir.
Siyasi sahanın dışına çıkarılan bu kabul, inancı siyasete dahil eden gruplar için bir yasa olarak kalmaya devam edecek, böylece her muhalif siyasi girişim durumunda, görüntüyü dinsel bir şekle koyarak, bu amaca göre yansıtarak ölümü meşru bir zemine kaydırmak da bir iktidar manevrası olarak bulundurulacaktır. Bu durum ayetin tersten okunması sonucunda oluşur. Ancak olduğu gibi okunduğunda da sınırları konusunda gücü ellerinde bulunduranlar ile g��ce ulaşmak yerine güç yaratmak niyetinde olanlar arasında muhtelif görüşler olacak, baskın toplumsal güç bir çok müdahale biçimi, girişimini meşru noktalara taşımak isteyecek, yaşam kurmak girişiminde olanlar direnç noktaları karşılaşmalarında kudret kıyası ve hak belirlenimine daha fazla başvurabilecektir. Bu yönelim de demokratik yaşam anlayışında gelişim ve incelmeye - ayrıntıları ile görüp tatbik etmeye götürecektir.
Burada saklı olan vurguda laikliği yakalamak mümkündür. Bunu görmek için biraz zorlamak gerekecektir, ancak sonuçta bunu gören gözler için görmek mümkündür.
Bu noktada bir putperestin bir imanlı ile karşılaşması durumunda politik duruşunu dindarlık kılıfı altında saklayarak savunması dinin siyasete alet edildiği laiklik ihlali olarak görebiliriz. İmanlıların kafasını karıştırmak için kullanılan bu mücadele biçiminde ölüm - en azından tehdidi, bir samimiyet belirteci olarak kullanılır.
Burada yapılan kötülük derecelendirmesinde ölüm ve fitne birbirleriyle kıyaslanmaktalardır.
Bu durumu alternatif maliyet ile açıklamak mümkündür.
Fitnenin binlerce yıla yayılacak sürekliliği, bir savaş ile kıyaslanmayacak kadar yüksek bir maliyeti olabilir. +fitne, bunu aşmak için Allah yolunda - sunduğu yaşam yöntemini uygulayarak, mücadele edilmedikçe gelişimi durdurucu, tümel toplumsal yapıyı çürümeye götüren yanı ile var olacaktır!
Bunun ise en açık örneğini, İslam dininde bulmak mümkündür.
Herhangi bir tarafın tarafında olmak gerekmiyor, bunu sadece görmek gerekir. Herhangi bir taraf haklı olabilir, hiçbir taraf haklı olmayabilir. Sonuçta bir fitnenin bir ümmete, toplumlara neler kaybettirdiğini örnekler ile ortaya koymak Adem döneminden itibaren mümkündür. Toplumların kıyasımın yapılması yoluyla!
Savaş karşıtlığı ise meşru müdafaa hakkını ve orantılı mukabele hakkını muhafaza ederek ifade edilmektedir. ,,Mescid-i Haram´da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın.,,
.
Ölümün toplumsal bilinçte tanınırlık, kabul görmüşlük olan itibardan düşürmek anlamıda vardır.
Ancak ilk Yorumdan farklı olarak çok fazla dolandırmadam ölümün insan eli ile de mümkün olduğu koşullara bağlanmıştır. Sizi öldürmeye başladıklarında sizde onları öldürün. Bu cümle dünyayı ikiye böldüğü gibi Dünya'da doğal bir dengenin kurulmasınada yardımcı olur.
Bu denge kurulumu biçimi ve özü ALLAH'IN doğasınıda anlamamıza yardımcı olur.
İsa düşmanınıda seveceksin der. Komşunu kendin gibi seveceksin der. Ancak çarmıha çivilenmek, gerilmek ile ölümü talep etti ve iktidar odaklarını tahrik ederek ölüm yaşam örgüsünde son düğüm olsun diye mücadele etti.
Allah kendi nefsinize bile kıymayacaksınız dediği halde yaşam boyu intihar örgüsünü kendi elleri ile ördü, bir kader olarak yada özerk irade özgür talebi ile!
Nihayetinde dirildi, kader ise bir görev olan yaşamda ölüm bir son olamaz mesajı yanında, Allah adına toplumsal bilinç inşasında ölümü planın bir parçası tutmak durumunda ALLAH'IN takdiri belirleyicidir mesajı ölümü yazgıya bağımlı kılar.
Bir insanın bir insanı öldürmesi adalet sağlayıcı güçler olmasa bile zordur. Çünkü uygarlık öldürmek üzerine değil yaşatmak üzerine kurulmuş, ancak bu kurulumun sekteye uğradığı kritik dönemler çeşitli nedenlere dayandırılarak tarihte yer edinebilmiştir.
Bu nedenle öldürmek meşrudur, insan yaşamında kabul edilebilirlik noktasından bazı özel durumlarda OLABİLİR noktasına taşınarak mevcudiyet alanı, sürekliliği, yoğunluğu daraltılır. Çünkü ölüm bazen ölen için bir kurtuluştur. Haksız eziyetten kurtuluş.
.
.
HaNAR
.
.
        #thehanardevelopment #personalconstutionaltrials #hanargelisim #HaNARgelisim #hanargelisimtakvimi #theroad #birey #kişiselanayasadenemeleri #dive #kişiselanayasa #God #bakışaçısı #tasarım #religionofnewworldpeace #религиюмира
0 notes
muayya · 4 years ago
Text
İslam’da tahrif faaliyetleri sadece bugüne ait bir konu değil. Ya da sadece Asya’da, Afrika’da, Arap dünyasında, Şiilerde, S��nnilerde, Sufilerde, Selefilerde de değil. Demem o ki, kimse kendi dergahını masum, mağfur bir mekan gibi görmesin. Peygamber mescidleri, evleri bile bu anlamda korunmuş değil. Dini tahrif edenler sadece cahiller, gelenekçiler değil, ilahiyatçılar da bu tahriften sorumlu. Medya, STK’lar, siyasiler de aynı günahın bir parçası olabilir.
Bu bela bugün bizim başımızda, geçmişte, Yahudilik, Hristiyanlık bu işten büyük zarar gördü. Bugün var güçleri ile tevhidin son kalesi olan İslam’a saldırıyorlar. Allah, kitap, resul, mezhep, tarikat, her şey tartışma konusu yapılmaya çalışılıyor. Cumhuriyetle başlamadı bu ifsat hareketi, Osmanlı’da da vardı. Cumhuriyet döneminde, ardından darbeler döneminde hep laiklik maskesi ile geldiler üzerimize. Hatta Kur’an’dan ahkâm ayetlerini çıkartıp, yerine nutuktan parçalar eklemek isteyenler de oldu. Mesela, 1526-1858 yılları arasında Hindistan’da hüküm süren bir Türk devleti Babür şahlığında Ekber Şah, “dinlerarası diyalog”dan da daha ileriye giderek tüm dinleri birleştirip tek bir din ilan etti. Yeni birleşik dinin adı “Dîn-i İlâhî” idi. Bu dine göre, günde 4 vakit Güneş’e ibâdet ve Ekinoks kutlaması olan Nevruz’da şarap içmek farzdı.. Dîn-i İlâhî’ye kabul ayinleri Güneş’in saltanat günü olan Pazar günü yapılıyordu ve ayrıca gök cisimleri ile ilgili zikir ayinleri vardı.
Timur Hanedanlığından gelen Ekber Şah’ın tam adı “Ebul Fatih Celâleddin Muhammed Ekber Şah” idi. Radikal reformlara imza atan reformist bir karaktere sahip Ekber Şah’ın Cizvitlerden etkilendiği de söylenir. Bir Cizvit Papazının hatıratında Ekber Şah ve onun yeni dini için şöyle denir: “Bir baş tarafından yönetilen bir devlette yaşayanların birbirinden ayrı ve birbirine karşı inançlar beslemesi ve başka başka kanunlarla yönetilmesi doğru değildir. Dolayısıyla bütün bunları birleştirmeliyiz; şöyle ki: Hem hepsi bir olsunlar, hem de o birin içinde hepsi bulunsun. Böylelikle herhangi bir din içindeki iyi şeyleri kaybetmemek ve öbürlerindeki daha iyi şeyleri de kazanmak gibi bir kazanç sağlamış oluruz. Bunu yapmakla Allah’a tapma işi, halkın rahatlığı ve devletin güvenliği sağlanmış olur.”
Ekber Şah Hindu, Müslüman, Zerdüşt, Budist, Sih, Cayinizm, Hristiyan gibi inançlardan karma bir din icat etmek istiyordu. Bu “Hoşgörü” farklı inanç sistemleri arasında bir diyalog ve tolerans zemini de oluşturacaktı ve bu şekilde bir “barış toplumu” gerçekleştirilmiş olacaktı. “Dostluk ve barış içinde bir arada yaşama fikri”ni ifâde eden “sulh-i küllî” düşüncesinin şekillenmesinde Hocası Mir Abdüllâtif ile birlikte sarayında Cizvitlere de yer verdi. Kendisine veliaht doğuracak diye Hindu Rajputun Jodha adlı kızı ile evlendi. Alkol ve uyuşturucu kullanıyordu. Uzun bir zaman bir Zerdüşt gibi yaşadı. Bir ara Mehdiyet fikrine sarıldı. Mehdiliğini kabul ettirilmek için dini önderleri saf dışı etti. Onları itibarsızlaştırdı. 1575’te başkent Fetihpur Sıkri’de Divanhane adında bir mabed yaptırdı. Sünni ve Şii ve mutasavvıfları bir araya getirerek dinî konularda tartışmalar düzenleyerek, hepsini birbirine karşı kışkırtarak etkisizleştirdi. Bu şekilde görüşlerini nötralize etti. Ekber Şahı, mehdilik konusunda yönlendirenlerin başında Mehdevî hareketinin lideri Şeyh Mübarek b. Hıdır en-Nagorî ile iki oğlu Feyzî ve Ebulfazl el-Allâmî vardı. Ancak Mehdiyet düşüncesi karşısında en büyük engel alimlerdi. Bunun üzerine Ekber Şah daha sonra Mecusî, Hindu, Budist ve Hristiyan bilginlerini de bu toplantılara çağırmaya başladı, vahyin geçmiş bedevi topluluklara hitap ettiğini söyledi. Bununla da yetinmedi akla aykırı olduğu söyledi. Sonra da, Kur’ân’ın Allah kelamı olmadığı görüşleri dile getirildi.
1579 yılında “Fetihpur Sikri Ulu Camii”nde Feyzi en-Nagori, Ekber Şah veliyullah ve “müctehid-i zaman” ilan etti. Ebu’l-Fazl’a göre de o “zamanın kutbu” idi, insanların ona tâbi olmaları şarttı. Şeyh Zekeriya, Şah’ın “insan-ı kâmil” olduğunu, insanları yüzlerini ona dönmeleri gerektiğini, onun “kıble-i murâdât” olduğunu hadislerde buna işaretler olduğunu iddia etmiştir. Ekber Şah’ın ilahi tecellilerin aynası olduğunu iddia ederek ona secdenin caiz olduğunu iddia etti.
Brahmanlardan bazıları da, onun Rama ve Krişna gibi bir Hindu tanrısı, Vişnu’nun Dünya’ya gelmiş hâli olduğunu iddia etti. Ona sadakatin dört mertebesi olarak mal, can, namus ve dinin feda edilmesi şartı getirildi. Böylece dünyada hikmet, şecaat, iffet ve adâlet gerçekleşecekti.
Bizde de bir zamanlar “Türk’ün yeni Amentüsü”nü yazanlar da olmuştu. Saparmurat Niyazov Türkmenbaşı da bir zaman Türklerin kökenli, inancı, ahlakı için bir rehber kitap olarak “Ruhname”yi yayınlamıştı. Türkmenistan “Ruhname”de Türk milletinin ahlâk değerlerinin kökünün Nuh’a dayandığı kitabın ilk bölümünde Hz. Nuh’un öğütlerine genişçe yer verilir. Daha önce de Kaddafi, Libya halkı için “Yeşil kitap” dediği bir manifesto yayınlamıştı.
Ekber Şah’ın Osmanlı ile yıldızı hiç barışmadı. Osmanlı-Safevî çatışmasında Safevilerden yana oldu. İlginç bir yanı adil mahkemeler kurdu. Vergide adaleti sağladı. Çok hukuklu bir toplum düzeni kurdu. Her gelenek kendi hukukuna göre yaşadı.. İlim, sanat, mimarlık edebiyat gelişti. Çok muhteşem saraylar yaptırdı. Ekber şah, 15 Ekim 1542’de doğdu ve 27 Ekim 1605’te öldü. Karşısındaki en önemli muarızı kendinden 22 yaş büyük olan, İmâm-ı Rabbânî adıyla maruf Ahmed Sirhindî isimli Hindistan’lı bir İslâm âlimi idi. İmam-ı Rabbani 26 Haziran 1564’de doğdu ve Ekber Şah’tan 19 yıl sonra, 10 Aralık 1624’de vefat etti.
Daha sonra Cihangir adı ile tahta çıkan Ekber Şah’ın oğlu Selim babasını tahttan indirdi ve babasının yanlışlarından sarayın danışmanı olan Ebu-l Fazl’ı sorumlu tuttu ve onu öldürttü. Geçmişte yaşanan bazı olayları hatırlattım ki, bu konuda dikkatli olalım. Bugün de dine, dindarlara karşı binbir türlü fitne ve fesat planları yapılmaktadır. Özellikle şeytanın sağdan gelenlerine karşı dikkatli olalım. Bunlardan bazıları da ilahiyatçı kimliği ile geleceklerdir. Cahillere de dikkat, aklını şeytana kiralayanlara da! Bütün bunları tarihten ders alalım diye yazdım. Sakın din ve devlet büyüklerinizi ilah ve Rab edinmeyin. Bugüne bakıp, hayıflanmaya gerek yok. Lut Kavmi’ni hatırlayın, Kerbela’yı hatırlayın. Ekber Şah’a bakın. Kafanızı kiraya vermeyin
1 note · View note
haberci90-blog · 7 years ago
Text
Prof. Dr. Aktay: "Türkiye tüm coğrafyalara aynı mesafede olmalı"
Prof. Dr. Aktay: "Türkiye tüm coğrafyalara aynı mesafede olmalı" - Haberci90
https://www.haberci90.com/prof-dr-aktay-turkiye-tum-cografyalara-ayni-mesafede-olmali-14050h.html
Prof. Dr. Yasin Aktay’ın ana konuşmacı olarak yer aldığı toplantıya, İstanbul Aydın Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Dr. Mustafa Aydın ile İAÜ Batı Araştırmaları Merkezi Başkanı ve AB Eski Bakanı Egemen Bağış’tan başka akademi, bürokrasi, siyaset ve iş dünyasından çok sayıda önemli isim katıldı.
“Türkiye’de eksen kayması yok”
Türkiye’nin yıllarca bir eksen kayması içerisinde olduğuna yönelik eleştiriler yapıldığını hatırlatan AK Parti Siirt Milletvekili Prof. Dr. Yasin Aktay, “Bu eleştiri AK Parti döneminde daha anlamlı bir hal alıyor tabii. Ancak unutulan bir şey var: Türkiye bir eksen kayması yaşamıyor. Kendi ekseni etrafında dönüyor. Yani Türkiye gibi bir ülke, Batı’ya da, Doğu’ya da, Asya’ya da, Avrupa’ya da, Afrika’ya da eşit mesafede olmalı. Biz bunu gerçekleştiriyoruz. Türkiye Batılılaşmak gibi bir derdin içerisinde değil. Türkiye bugün dünya medeniyet birikiminin tamamına talip ve onları alırken de hiçbir komplekse düşmüyor. Dünya bilgi ve medeniyet birikiminin bir kısmının batıda olması ve bizim de ona talip olmamız bizde hiçbir komplekse yol açmamalı ve açmamıştır. Türkiye eskiden yüzünü tamamen batıya dönmüş, Batılılaşmak için kendi Doğululuğunu çok daha fazla vurgulamak zorunda kalan paradoksal bir yaklaşım içerisindeydi. Çünkü Batılılaşmaya çalıştığınız zaman bunun anlamı şu oluyor, siz Batılı değilsiniz ve Batılılaşmaya çalışıyor olmanız sizin Doğulu olduğunuzu daha fazla hissettiriyor ve çok daha fazla doğululuğun altını çiziyor” dedi.
“Avrupa’yı Avrupa yapan İslam düşmanlığıdır”
Prof. Dr. Aktay, “Biz Avrupa birliğiyle gayet makul çerçevede bir işbirliği ve bütünleşme arayışının içerisindeyiz. Türkiye AB’ye talip ve bu konuda da çok samimi” dedi ve sözlerine şöyle devam etti: “Aynı samimiyetin AB tarafından da sergilenmesini bekliyoruz. AB buna ne kadar hazır, ne kadar talip, AB bugün medeniyet perspektifi içerisinde iddia ettiği bir takım laiklik, rasyonalizm, pozitivizm, bilimsellik gibi bir takım değerlere Müslümanlar söz konusu olduğu zaman ne kadar hazır? Hazır olmadığı görülüyor. Çünkü zaten Avrupa’yı Avrupa yapan öteden beri İslam karşıtlığı olmuştur. AB, kendi değeri olarak savunduğu çok kültürlülüğü Müslümanlar ve Türkler söz konusu olduğu zaman unutuveriyor. Bugün AB’nin iddia ettiği değerleri gerçekten kanıtlayabilmesi için Türkiye’yi içine alması gerekiyor. İçine almadığı sürece AB eksik kalmış, hiçbir zaman tamamlanamayacak ve iddialarını gerçekleştiremeyecek bir proje olarak kalmaya mahkum olacaktır. Biz de burada kendimize elbette bir yol bulacağız. Dünya hiçbir zaman medeniyetin tek elde kaldığı, tek el ile temsil edilen bir uzun tarih yaşamamıştır. Bugün devran Avrupa’dan Doğu’ya, Orta Asya’ya kaymaktadır. Dünya bu dinamizm içerisindeyken kendi kimliğimizle, kendi birikimimizle, kendi imkânlarımızla, çok da dikleşmeden ama dik durarak kendi değerlerimize sahip kalarak kendi yolumuzu çizmeye devam edeceğiz.”
“NATO dağılırsa şaşırmayın!”
Toplantıdaki konuşmasında NATO’nun dünü, bugünü ve geleceğine de değinen Prof. Dr. Aktay, “Bugün dünyada NATO’nun hükmünü yitirdiği algısı var. Çünkü NATO Avrupa’yı koruyamıyor. Ukrayna örneğinde gördük: NATO hiçbir fonksiyonunu çalıştıramadı ve neticede Rusya Kırım’ı ilhak etti. AB, NATO olduğu sürece başka bir askeri birlik de kuramaz. Ancak gerçek şu ki, NATO’nun da tek patronu ABD’dir. Ancak Trump’la birlikte ABD’de bu durum artık huzursuzluğa neden oluyor. ABD’de ‘NATO’nun bütün finans yükünü biz çekiyoruz’ düşüncesi ağır basıyor. Bu gidişle NATO’nun kendini feshetmesi gibi bir gelişmeye şaşırmamak gerek” diye konuştu.
“Geçmişimizi karalamak bizi kimliksizleştirir” 
Toplantıda söz alan ve “İyisiyle kötüsüyle geçmişimize her zaman sahip çıkmamız gerekiyor” diyen İstanbul Aydın Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Dr. Mustafa Aydın ise konuşmasında şu ifadelere yer verdi: “Orta Doğu ve İslam coğrafyasını maalesef halk iradesi değil yöneticiler belirliyor. Halklar hiçbir zaman yöneticilerinin önüne geçemiyor. Uzun bir zaman da geçemeyecek gibi görünüyor. Yöneticilerin de hangi mihraklar tarafından yönlendirildiğini hepimiz biliyoruz. Bu nedenle de Batı’nın emperyalist emellerine karşı duracak bir birliktelik kurulamıyor. Bu anlamda Türkiye’de, kendimi de içine kattığım ve bu birlikteliği amaçlayan insanlar olarak maalesef dünyayı doğru okuyamadığımızı görüyorum. Batı’nın emperyalist emellerini de bu nedenle durduramıyoruz. Tarihimizi bilmeden geleceğimizi şekillendiremeyiz. Ceddimizi karalamakla bir yere varamayız. 1071 Malazgirt, 2018 Recep Tayyip Erdoğan. Hepsi bizim atalarımız, hepsi bizim ceddimiz. Ne Atatürk’ü, ne Yavuz’u, ne Fatih’i hatasıyla sevabıyla onları karalamayalım. İngilizler savaş kaybetmiş komutanlarının heykelini dikiyorlar. Ceddimizi karalamak ancak bizi kimliksizleştirir.”
“Üniversiteler bilgileri kendilerine hapsetmemeli”
Batı Platformu gibi düşünce kuruluşlarında Türkiye’nin güncel meselelerini uzman kişilerle konuşup analiz ederek gerekli makamlara rapor sunduklarını söyleyen İstanbul Aydın Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. Mustafa Aydın, “Konuşmacıların da katkılarıyla burada bir düşünce ortaya çıkıyor ve esas olay ondan sonra başlıyor. Konu hangi makamla alakalı ise oraya gönderiliyor ve biz buna ‘üniversitelerin devleti beslemesi’ diyoruz. Üniversiteler bilgileri kendilerine hapsetmemeli. Burada büyük bir beyin gücü, düşünce ve akıl var. Bunu devletin, ülkenin, toplumun hizmetine sunmak lazım” dedi.
“AB’nin bizi sevebilme ihtimalini sevdik”
Türkiye-AB ilişkileri hakkında Yılmaz Erdoğan’ın “Yaşayabilme İhtimali” adlı şiirine atıf yaparak “Biz AB’nin bizi sevebilme ihtimalini sevdik” diyen İAÜ Batı Araştırmaları Merkezi Başkanı ve AB Eski Bakanı Egemen Bağış ise, “Hatırlarsınız, 2005 yılında AB’nin bir anayasası olacaktı. Dönemin İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi, anayasada Hıristiyanlık’a atıfta bulunulmasını istedi. Bunu o dönem Başbakanımız olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın kararlı tutumuyla bizler önledik. Toparlamak gerekirse Türkiye-AB İlişkileri tarihi, karşılıklı tutulmamış sözler tarihidir diyebiliriz. Yani bizim de hatalarımız var. Zaten coğrafyamıza genel olarak baktığımızda şunu söyleyebiliriz: Evet, Batı içimize fitne sokuyor da, biz niye bu fitneyi bertaraf edemiyoruz? Bunu düşünmemiz lazım” diye konuştu.
Toplantı, geleneksel plaket takdimi ve protokol yemeğiyle sona erdi.
Etiketler: batı platformu, İstanbul Aydın Üniversitesi
0 notes
onderkaracay · 5 years ago
Text
Tumblr media
~ Dinci zihniyetin en büyük kötülüğü çocuklarımızı din kılığında tarihimize
ve milletimize karşı kinci nesil ile
cehaleti örgütlü yapma niyetidir.
Hiçbir din kini insana aşılamaya
çabalamayı haklı ve doğru gösteremez.
Kin bir vesvese ve fitne aracı olabilir.
Toplumu birbirine karşı kışkırtıcı bir
unsur olarak kötü niyetli olmakla birlikte
kinin aslında dinle ilgisi olmadığı gibi
insana bulaştırılmasi için din bir sos
olarak kullanılan kötü niyeti saklayan
kılıftır. İslam adına yapılan bu tür
kötülüklerin hiçbirinin dinle ilgisi yoktur
dinin adını çalıp onu İslam diye kullanan
din taciri ve bunu dayatan zihniyetle ilgisi vardır. Laiklik bu tür tahlikeleri ortadan kaldırdığı için en ònemli devrim olup
hedef olma sebebide budur. ~
Önder Karaçay
0 notes