#fıkıh ilmi
Explore tagged Tumblr posts
dareyynn · 1 year ago
Text
Tumblr media
Fakîh ol! Zira fıkıh ilmi,hayır ve takvaya götüren en faziletli önder, en kısa yoldur. Her gün fıkıhtan bilgini artırmakla faydalan! Faydalar deryasında yüz! Çünkü takva sahibi bir fakîh, şeytana bin âbidden daha şiddetli gelir.
İbni Abidin
43 notes · View notes
munzevibirokur · 1 year ago
Text
Tumblr media
بسم الله الرحمان الرحيم.🍃
Hakiki ilim, sayfalarda taşınan değil göğüslerde taşınandır. İlmin amele, davete dökülmesine vesile olan en önemli husus budur. Bir hususta kafa karışıklığı yaşayan, İslam ile alakalı ciddi şüpheleri olan birisi bize bazı sorular sorduğunda, bu fırsatı ezberlediğimiz ilimle en iyi şekilde değerlendirebiliriz. Şair şöyle demiştir: “Ezberleyen ve kavrayan biri değilsen, kitapları toplaman sana fayda vermez. İlmin evde duruyorken mi bir mecliste oturacaksın?” 
Abrurrezzak el-San’ani şöyle demiştir: “Sahibiyle tuvalete girmeyen hiçbir ilmi ilim sayma.” 
Mescid-i Nebevi müderresi Şeyh Salih el-Usaymi, hocası olan Şeyh Muhammed b. Salih b. Useymin’in şöyle dediğini aktarır: “Çokça okuduk, az ezberledik. Okuduğumuzdan faydalanmamızdan çok ezberlediğimizden faydalandık.” Ki Şeyh İbn Useymin; Buluğ el-Meram gibi binden fazla hadisi içeren ahkam kitabı, Zad el-Mustakni ismindeki Hanbeli mezhebiyle alakalı büyük fıkıh kitabı ve İbn Malik’in Elfiyye’si gibi bir 988 beyitlik Arap dili üzerine yazılmış olan manzum gibi eserleri ezberlemiş olan biriydi.
Yine, İmam el-Gazali’den şöyle bir olay aktarılır: Hırsızlar onun sandıklarını çalınca onların peşinden koşar ve onlara şöyle der: “O çaldığınız kutularda uğruna yolculuk ettiğim kitaplar ve yazdığım şeyler var, onları bana geri verin!” Bunun üzerine hırsız İmam el-Gazali’ye gülerek şöyle deyip kitapları ona geri verir: “Biz onu senden aldığımızda hiçbir şey bilmiyor hale gelmişken nasıl olur da onun ilmini aldığını zannedersin?” İmam el-Gazali bu olay üzerine şöyle der: “Bu kişi, beni meselemde irşad etmesi için Allah’ın konuşturduğu biridir. Geri döndüğümde üç senemi yazdığım her şeyi ezberlemek için ayırdım.”
İmam eş-Şafii’nin şöyle söylediği aktarılır: “Kardeşim; ilme ancak şu altı şeyle ulaşırsın, sana beyanımla onun tafsilini anlatacağım: Zeka, hırs, içtihad (çaba), mal sahibi olmak, üstad ile arkadaşlık ve uzun zaman.”
31 notes · View notes
34-10 · 2 years ago
Text
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu ;
" Nimete kavuşmuş olanlardan, tevazu gösterene ve kendini hep kusurlu bilene,
Helâlden kazanıp, hayırlı yerde sarf edene,
Fıkıh bilgileri ile hikmeti (tasavvufu) birleştirene,
Helâle, harama dikkat edene,
Fakirlere acıyana,
İşlerini Allah rızası için yapana,
Huyu güzel olana,
Kimseye kötülük yapmayana,
İlmi ile amel edene ve malının fazlasını dağıtıp, lâfının fazlasını saklayana müjdeler olsun.! "
(Teberani)
Tumblr media
60 notes · View notes
gozlerimdekiparilti · 2 years ago
Text
'' İmam Şafii dinle ilgili ilimleri ve onların faziletlerini açıkladı: '' Kim Kur'an ilmi öğrenirse onun kıymeti artar. Kim fıkıh öğrenirse onun kadri yücelir. Hadis yazanın(meşgul olanın , öğrenenin) delil getirme kabiliyeti yükselir. Kim matematik öğrenirse onun görüşü kuvvetlenir. Arapça öğrenenin tabiatı incelir. Kim de kendini haram ve şüphelilerden korumazsa ilmi ona fayda vermez.''
-Risale,s.4
4 notes · View notes
benimpencerelerim · 7 months ago
Text
MUSLUMAN AKLIN ZINCIRLERI
MODERN BİLİM https://www.kitapyurdu.com/kitap/modern-bilimin-dogusu-ve-yukselisi-amp-islam-dunyasi-cin-ve-bati/243982.html
“Genel anlamıyla, herhangi bir uygarlığın akıl ve rasyonalite kaynaklarının, o uygarlığın din, felsefe ve hukukunda bulunabileceği söylenebilir.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 135.
“İslam teologları ve hukukçularının, kendi aralarındaki aykırılıklar nedeniyle farklı bir insan felsefesi geliştirdiklerini gördük.. Bunların görüşleri, insanın ve insan aklının doğuştan gelen sınırlarını vurguluyordu. Dünya böyle ölümlü bir varlığın tam olarak anlayamayacağı kadar karmaşıktı dolayısıyla da aklın nasıl kullanılacağı dikkatle belirlenmeliydi.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi,sayfa 160
"Benzer şekilde İbni Rüşd’ten önce hukukçu İbn Hazm, "bilgi yayılmalı, fakat yeteneksiz ve beceriksiz insanlar arasında yayılması yalnızca zaman kaybı değil fakat zararlıdır da, çünkü bilginlik taslayan fakat aslında cahil olan bu davetsiz misafirler bilime büyük zarar vermiştir” demiştir.Bu tavır yüzünden , ifadelerin anlamını gizlemek için çeşitli teknikler kullanılmıştı.“ Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 312
"Kısacası Arap-İslam uygarlığında sıradan kişilere yönelik güçlü bir güvensizlik söz konusuydu ve Altın Çağdan sonra basılı materyalin elde edilmesini önlemek için çok çaba harcandı.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 314
“Ortaya çıkan somut bir sonuç, Kahire'deki büyük el-Ezher Üniversitesinde felsefenin müfredattan çıkarılması olmuştu. Yasak on dokuzuncu yüzyılın sonlarında modernliğin ulaşmasına kadar devam etmişti.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi,sayfa 168
“Genel bir kural ve hukuki ve dini bir ilke meselesi olarak, doğa bilimleri ya da yabancı bilimler eğitimi İslam üniversitelerinde yer almadı.
Medreseler dini vakıf kanunu altında kurulduğu için, buralarda yer alan tüm çalışmaların İslam hukukuna (fıkıh) ve din bilimlerine odaklanması gerektiği varsayılıyordu.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 223-224 
KUTSAL KISIR DÖNGÜ https://www.kitapyurdu.com/kitap/kutsal-kisir-dongu-islam-dunyasinda-geri-kalmisligin-kaynaklari/679778.html
Kelam metodunu kuran ve İslam dininin inanç ve ilkelerini, Allah'ın varlığı ve birliğini (biricik olduğunu) akılcı yollarla kanıtlamayı esas alan Mu'tezile, İslam'da yorum kapısını da açık tutan bir akım olmuştur. Esas aldıkları akılcılık nedeniyle, İslam dünyasının egemen güçleri tarafından, toplumun yönetilmesi ve itaat ilkesi bakımından bir tehdit olarak görülmüştür. Bu nedenle içinden çıkan Eş'arilik desteklenerek döneminin en büyük mezhebi haline gelen Mu'tezile bastırılmış, alimlerinin eserleri yakılmış, taraftarları cezalandırılmış ve bu nedenle zamanla sönümlenmiştir. Akılcı Mu'tezile, İslam dünyasının egemen sınıflarının ve hanedanlarının desteklediği "nakilci" Eş'arilik karşısında yenilgiye uğramıştır. S.22 Bilim ve akılcılık, yönetilenleri itaatsizliğe ve isyana yöneltebilecek potansiyele sahip olduğundan yönetenler için tehlikeliydi. S.33 Çünkü Batı'da uluslaşma döneminin başlarında feodaliteye karşı savaşan kapitalizm akıl ve bilime ihtiyaç duyuyordu. S. 84 Ancak Mu'tezile'nin Arap egemen güçleri tarafından önce sindirilmesi, sonra şiddet kullanılarak bastırılması ve zamanla yok edilmesiyle, bu okullar aklın ve felsefenin yasaklandığı, yerine keramet, kader, kalp ilmi, tasavvuf ve ilhamın geldiği dahası İçtihad Kapısı'nın kapatıldığı Nizamiye Medresileri'ne dönüşecektir. S. 43 Gazali, Nizamü'l-Mülk'ün (merkezi iktidar, KG) paha biçilmez desteğiyle bu işi yapar. Böylece İslam coğrafyasına yayılan Nizamiye Medreseleri'nde, Gazali'nin yeniden üreterek en yüksek biçimini (formunu) verdiği Eş'arilik - çeşitli ekolleriyle birlikte - geliştirilerek skolastik bir öğreti oluşturulur. Bu teolojik öğreti, 10-11. yüzyıllardan itibaren İslam dünyasındaki devletlerin en önemli ideolojik aracı haline gelerek Müslümanların aklını mühürler. İtaat eden, sadece ahreti için yaşayan, bilim ve teknoloji geliştirmeyen ve bir kısır döngü içinde Ortaçağ karanlığını sürekli olarak yeniden üreten bir toplum yaratır, bilim yolunu kapatır. S. 46-47 Müslüman ülkelerde İmam Gazali öğretisine dayalı müfredat esas alınarak kurulan medreseler, Ortaçağ karanlığını ve skolastik bilgi anlayışını yeniden üreten kurumlar haline geliyordu. S. 66 Osmanlı İmparatorluğu'nda kurulan medreseler, durağan, sığ ve ezberci bir eğitim sistemi ve sıkışmış kalıplar içinde, yüzyıllarca kendi kendilerini tekrarladılar. S. 66 Sultan Melikşah dönemi Selçuklu İmparatorluğu'nun kurduğu bu model daha sonraki bütün Türk-İslam ve Arap-İslam devletlerinin niteliğini de belirleyecektir. S. 49 FİEF VARYANTLARI ve ÖĞRENME SÜRECİ https://serbestiyet.com/yazarlar/osmanli-ne-kadar-moderndi-3-farkli-donemler-cografyalar-ve-ogrenme-surecleri-36241/ Onun için, ister kabile toplumu (tribal society), ister şeflikler (chiefdoms) diyelim; devletsiz toplumdan (non-state societies) devletli topluma (state societies) geçiş sürecindeki bütün sosyal formasyonlar, fiyef (timar) dağıtma yöntemini er ya da geç keşfeder. (i) Önünde başka örnek ve önceller yoksa, sıfırdan, el yordamıyla, deneye yanıla öğrenir. Bu tecrübesizlik, devletin fiyef dağıtan merkezi açısından “hatâ” ihtimalini artırır. (ii) Önünde başka örnek ve önceller varsa, onlara bakarak öğrenir ve transfer edip içselleştirir. Önceden birikmiş tecrübe ve başka modellerden öğrenme olasılığı, merkez (hükümdar) açısından “hatâ” teşkil edecek bazı uygulamalardan kaçınmayı mümkün kılar.
Dolayısıyla Bizans, İslâm Halifeliği ve Rum Selçukluları gibi  Osmanlılar da sıfır likidite temelinde çıkmadılar yola. Belki daha da önemlisi, sıfır devlet tecrübesi ve özellikle fiyefe (timara) dayalı devlet tecrübesiyle de yola çıkmadılar. Zira önleri, arkaları, sağları, solları, başka bir yığın fiyef sistemi ve fiyefe dayalı devlet örneğiyle doluydu. İslâm imparatorluğu, daha Dört Halife döneminin ilk fetihlerinden başlayarak ve esas Emevî hanedanıyla birlikte, kat’ia sisteminin gelişmesine tanık olmuştu. Büyük Selçuklularda ve sonra Rum Selçuklularında, zaman içinde evrilen iktâ sistemleri söz konusuydu. Bizans taşra askerini küçük fiyef tevcihleriyle besliyor ve buna pronoia sistemi deniyordu. 1095-96’dan sonra Kutsal Diyarlarda kurulan Haçlı devletlerinin (Avrupa “feodalizmi”nin türevi; bu meseleye döneceğim) kendi fiyef sistemleri vardı. Bizans’ın Mora Despotluğu, Epir Despotluğu ya da Trabzon İmparatorluğu gibi uzantılarında, pronoia usulü ile Haçlı “feodalizmi” nin çeşitli karışımları yaşamaya devam ediyordu. 
Öyle veya böyle; 1300 dolaylarında tarih sahnesinde varlığını hissettirmeye başlayan Osmanlı beyliğinin, bütün bu önceki ve henüz yaşayan tecrübeler uzanıyordu çevresinde. Olmasaydı, gene de icat edemezler miydi fiyefe dayalı bir devleti? Germenler gibi onlar da becerirdi muhtemelen. Çünkü bu bir ihtiyaçtı; sosyal-kurumsal bir ihtiyacın, bir zaruretin kendini dayatmasıydı. (1) “Zaruret icadın anasıdır” (Mater artium necessitas biçimindeki Latincesiyle, en az 16. yüzyıl başları kadar gerilere giden İngiliz atasözü). (2) “Toplumlar, zaten kendilerinin icat etmek üzere olduğu şeyleri başarıyla ithal ederler” (Adam Smith’in hocası Adam Ferguson).
İkisi de doğru. Ama fiiliyatta, Osmanlı timar sistemi, illâ biri veya diğerinden taklit anlamında değil, kendi iç dinamiklerinin yanı sıra o diğer modellerin de mevcut olduğu bir coğrafya ve tarihsel ortamda şekillendi. Bu da daha az “hatâ” yapıp, fiyefe dayalı devletlerin görece “güçlü” bir versiyonunu kurmalarını mümkün kıldı. KUTSAL KISIR DÖNGÜ Bu devlet anlayışı ve saray ideolojisi, Selçuklular'dan Osmanlı Devleti'ne geçecek ve onun düşünce dünyasını da büyük ölçüde belirleyecekti. S. 64 İslam dünyasının egemen sınıfları, sultanları ve hanedanları akılcı Mu'tezile mezhebini/ekolünü kendi iktidarları ve toplumsal/sınıfsal statüleri için tehlikeli buldular. Asıl sorun buydu. Bu nedenle aralıksız ve sistematik bir karşı saldırı yürüttüler. Zamanla, Mu'tezile doktrinini benimsemek ölüm cezası verilen ağır bir suç haline geldi. Mu'tezile mensupları kadılıktan atıldı, devlet görevlerinden uzaklaştırıldı ve eserleri yakılarak yok edildi. S. 50 Çünkü İmam Gazali, İslam dünyasının egemen güçlerinin eline mutlak boyun eğmeyi, inanmayı, ilahi iradeyi temsil edenlere teslim olmayı ve itaatı telkin eden; bunu mutlak bir dinsel gereklilik ve Tanrı buyruğu olarak sunan benzersiz bir rıza üretimi, hegemonya ve iktidar aracı sunmuştur. S. 56 İslam dünyasında 10-11. yüzyıllarda yaşanan dini, felsefi, siyasal kargaşa ve çatışmaların, Müslüman devletlerin varlığını ve güvenliğini tehditedecek boyuta gelmesi üzerine, düzenin yeniden kurulması temel amaç haline gelmişti. S. 61 KISIR DÖNGÜ https://www.kitapyurdu.com/kitap/kisir-dongu/546567.html
1927 yılında yapılan ilk sayıma göre nüfusun %10.6'sı okuryazardı... 1935-1936 yılları itibariyle okuryazarlık oranı, 1927'yegöre ikiye katlanarak nüfusun %20.4'ü düzeyine ulaştı... !945-46 yılları itibariyle okuryazarlık oranı nüfusun %30'una, 1955-1956 yılları itibariyle yüzde 40'a yükselirlen, 1960 yılı itibariyle düşerek yüzde 39.6'da kaldı. S. 183 1960 yılında 67 il arasında en okuryazar il olan İstanbul'da oran yüzde 58 iken, Güneydoğu illerinin tümünde bu oran yüzde 20'nin altındaydı. Okuryazarlık oranlarının yüzde 30'un altında olduğu 28 ilin içinde Güneydoğu'nun tüm illeri ve Karadeniz ve İç Anadolu illerinin de büyük çoğunluğu bulunuyordu. S. 184 Bürokrasinin endüstriyel modernleşmeye verdiği öncelik ve bu konuda gösterdiği sabırsızlık ve -belki de daha önemlisi-iktidar koalisyonunun önemli unsurları olan büyük toprak sahipleri ve eşrafın, kırsaldaki geleneksel biat yapılarının çözülmesine neden olacağını görerek, eğitimin yaygınlaşmasına yönelik yıkıcı bir yaklaşım içinde olmaları, eğitimin yaygınlaşması önünde önemli engeller oluşturdu. S. 185
Batı ve kıyı bölgelerinde eğitim hizmetlerinin daha fazla geliştiğini; genel olarak kasaba ve kent gençliğinin kırsal gençlikten, erkek çocukların kız çocuklarından çok daha fazla eğitim olanağına sahip olduklarını ekleyebiliriz. S. 186 Türkiye'nin, SSCB'nin baskıları sonucunda Nato'ya katılmak için ABD'nin, daha kolay yönlendirme amacıyla koşul olarak koyduğu demokratik düzene, laik, seküler toplumsal dönüşüm tamamlanmadan geçildiği tarihe kadar ulaşılan eğitim düzeylerinin ve bunun bölgelere göre dağılımının günümüzdeki AKP-CHP desteğiyle korelasyonu son derece çarpıcı. 1955-1956 yıllarında %40 olan okuryazarlık oranı ile seküler laik kesimlerin oy oranı, okuryazarlık oranının ülke ortalamasına göre düşük olduğu Karadeniz ve İç Anadolu'da AKP'nin ulaştığı yüksek oy oranları, eğitim hizmetlerinin daha gelişkin olduğu Batı ve kıyı bölglerinde CHP'nin nispeten daha yüksek oy alması demokrasiye geçiş öncesinde ulaşılan eğitim düzeylerinin demokratik dönemdeki oy dağılımını büyük ölçüde belirlediğini düşündürtüyor. Oy oranlarını belirleyen çok sayıda faktör olmasına rağmen ideolojik yönelimlerin, kültür ve zihniyetin bu oranlar üstündeki etkisi son derece yüksektir. Osmanlı döneminde biatçı, ezberci bir din tornasında gelişen zihniyet ve kültüre sahip toplum bu zihniyet ve kültürü devletin ideolojik aygıtlarından en önemlisi olan okulun etkisiz olduğu uzun yıllar boyunca toplumun ideolojik aygıtları olan aile, cami ve cemaatlerde nesilden nesile aktarmıştır. Cumhuriyet döneminde eğitime nispeten daha çok önem verilmesi ve bunun sonucunda devletin ideolojik aygıtı olan okullarda verilen eğitim ve biçimlendirme çabası bu zihniyet ve kültürü dönüştürmüş, en azından seyreltmiştir. Bu dönüşen ve ılımlılaşan toplum kesimleri de sahip oldukları zihniyet ve kültürü aile ideolojik aygıtında nesilden nesile aktarmışlardır.
Böylece oluşan toplumsal yarılma toplumun en önemli ideolojik aygıtı olan aile aracılığıyla, ağaç yaşken eğilir düşüncesiyle uyumlu biçimde nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar gelmiştir. Demokrasiye geçildikten sonraki uzun yıllar boyunca, Hakkı Özdal'ın güzel bir şekilde özetlediği gibi hüküm süren sağcı iktidarların ve darbe uygulamalarının dini teşvik etmesi sonucunda bu yarılma kemikleşmiş ve daha çok büyümüştür. Kişinin bilincini belirleyen bir dizi faktör ve etkileşimden en önemli ikisi aile ve eğitim olmuştur. Bu iki faktör de bireyin hayatının erken dönemlerinde onun zihniyet, kültür ve ahlakının biçimlenmesinde hatırı sayılır ağırlığa sahip olmuştur. O yüzden cumhuriyet döneminde demokrasiye geçene kadar ulaşılan okuryazarlık oranlarıyla bugünün Türkiye'sindeki oy verme davranışları arasında paralellik olması doğaldır. Ama demokrasiye geçene kadar ulaşılan okuryazarlık oranlarıyla Türkiye'deki ana blokların oy oranları arasındaki çakışmanın sadece eğitimden kaynaklandığını iddia etmiyorum. Çok sayıda etken ve etkileşim bu sonuca katkıda bulunmuştur ama ezici çoğunluğu Osmanlı sisteminden devralınan muhafazakar, dindar, tutucu köylülerden oluşan ve eğitimle aile dışında sosyal medya, iletişim araçları gibi yoğun bir bireyler arası etkileşim sağlayarak var olan toplumsal dokunun hercü merç haline dönüşmesine neden olan başka kanalların olmadığı erken dönem Cumhuriyet toplumunun iki ana bloklu bir yapıya dönüşmesinde eğitim önemi ve ağırlığı en yüksek olan aygıttır. TÜRKİYE'YE NE OLDU https://www.gazeteduvar.com.tr/turkiyeye-ve-mehmet-halil-yavuza-ne-oldu-makale-1529190
Dinselleşme, sonuçlarından biri de AKP olacak şekilde, AKP’den çok önce başladı ve 20 yıllık ‘3. yükseliş dönemi’ sona eriyor. ‘Muhalefeti’ de etkilemiş olan bu dinselleşmenin geri çevrilmesi, iktidar devir-tesliminden çok daha önemli.
“[…] Atatürk öldükten sonra ilk kez onun ilkelerinden sapmasına binaen Türkiye’nin siyasi rejimi, ‘kısıtlı’ bir İslamcı hareketin gelişmesine izin verdi. [Kenan] Evren, İslamcı köktencilerle bir tür ittifak tesis etmeye girişti. Fakat bu girişimin bir ‘bumerang’a dönüşmesi muhtemeldir.”
Yukarıdaki sözler, 26 Haziran 1983’te, 12 Eylül darbesinden yaklaşık üç yıl sonra ve müstakbel Özal-ANAP iktidarının ortaya çıkmasından yaklaşık dört ay önce Alman birinci kanalı ARD TV’de yapılan bir yorumdan alınma. (1) Türkiye’de İslamcılık olgusunun, ama daha kapsayıcı bir ifadeyle söylersek dinselleşmenin ‘dışarıdan’ nasıl göründüğüne dair sarih bir gözlem… Bu dinselleşme, güçlü bürokratik denetimin yol açtığı sorunlar istismar edilerek, laik kazanımların Türkiye kapitalizminin gelişimi lehine geri itildiği 70 yıllık bir dönemi kapsar. Bu 70 yılda siyasal İslam’ın bir başat aktör haline gelişi, üç temel ‘yükseliş’ döneminin kolonları üzerinde durmaktadır.
Bunlardan ilki, 1945 sonrasından başlayarak, Soğuk Savaş’ın belirleyici olduğu bir ‘küresel-Batı’ basıncının etkisi ve yönlendirmesi altında ortaya çıkan kolondur. Büyük toprak sahipleriyle savaş vurguncusu büyük tüccarların bir sınıfsal ittifakı olan DP, hem inanç istismarıyla devşireceği oy taburları için elverişli bir zemin, hem de rekabet halinde oldukları sivil-asker cumhuriyet bürokrasisine karşı kullanışlı bir uluslararası koz olarak, Batı’nın “komünizme karşı din” stratejisini coşkuyla kabullendi.
12 Eylül darbesi ‘ikinci kolon’un inşasını başlatır. Siyasal iktidarı, uluslararası kapitalistler ve yerli büyük sermayenin teşviki ve desteğiyle gasp ve tadil eden generaller, “Kuran’lı mitingler”, zorunlu din dersi, uluslararası İslamcı Rabıta örgütüyle organik ilişki gibi görünür/görünmez pek çok yolla dinselleşme bayrağını yükselttiler.
Türkiye siyasetinin İslamcılaşması ve toplumsal yaşamın dinselleşmesinin üçüncü kolonu bu versiyon ile, AKP ile başladı ve 20 yıl kadar sürerek bugüne geldi.
0 notes
dayanilmazintinisi · 11 months ago
Text
''dayanılmazın tınısı''
Bu blogu dayanamadığım olay ve durumların bir yansıması olarak açmış ve ismini de buna göre seçmiştim. 6 ay boyunca neredeydim? bu süreç içinde neler oldu? Nihayet her şeyi apaçık yazabileceğim. Blogumun sırrını yazabileceğim. ----- Bu cümlelerimi taslağa kaydettikten 2 ay sonra ----- Yazıma başlamadan önce en son yazdıklarıma baktım da mezuniyetimden sonra olan hiçbir şeyi yazmamışım. Artık yazmam icabediyor. Yazmamın tam sırası. Buraya yazmadığım her an burayı düşündüm. evet hatta patlamayı düşündüm. sonra yazmadan hiddetim söndü sanki. Son yazılarıma dair bazı detaylara değinmeliyim. En son heyecanlı heyecanlı birinin hayatıma girmesinden bahsetmişim. Hayatıma giren ve benim de hayatına girmek istediğim kişiyle bir süre görüştükten sonra birbirimize uyumlu olmadığımızı farkettim. Ales haftası yaşadığım hüsranlar, kalp kırıklıkları bu karara sürükledi adeta. Onunla olan bu ilişkim bitmek durumunda kaldı. Ağustosta ilk defa alese girdim ve 70 puan aldım. Bir süre sonra okula gidip kelam hocamla tanıştım ve kelam ilmi alanında yüksek lisans yapmak istediğimi belirttim. Hocam beni çok sevdi ve benimle çok ilgilendi. Hemen bana bir program ayarladı. tefsir, kelam, fıkıh, hadis, arapça derslerine girip altyapı oluşturmamı istedi. ancak bir taraftan kpss kursum, arapça kursumla müthiş bir çakışma yaşadı Yine de her şeyi bir kenara bırakıp kelamı öncelemiştim. Daha sonra hocam sabah namazlarından sonra öğrencileriyle birlikte tefsir okumaları yaptığı ders halkasına beni dahil etti. O zamanlar çok zorlanıyordum ama feyz alıyordum. Yalnız derste hocamın çok küçük şeylerden bile sürekli şikayet ettiğini farkettim. Belki çok büyüktür de ben küçük görüyorumdur. şimdi yazarken o günlerin küçük detayları aklıma geldi. Tam anlamıyla hocam ve ben birbirimize uygun değildik. O benim dönüşmemi istiyor ama ben bunu içselleştirmeden başaramam. başaramazdım da. Hocama münasip bir dille devam edemeyeceğimi söyledim. Sonra kpss kursuma yüklendim. Aman Allahım. Resmen bütün bütün BÜTÜN günüm odada masa başında geçti. Ne annemin ne babamın ne kardeşimin ne de başkalarının yüzünü görmez olmuştum. Küçük keyiflerimi bile yapamaz olmuştum. Her daveti geri çevirir olmuştum. Bu sıralarda annem bir gün eve kolunu hareket ettiremez bir şekilde gelmişti.
0 notes
tulaysukun · 2 years ago
Photo
Tumblr media
BİR İSLAM KOMÜNİSTİ: ŞEYH BEDREDDİN Şeyh Bedreddin şimdilerde Yunanistan topraklarında bulunan Simavna kasabasında doğdu. Kesin doğum tarihi bilinmemektedir. Fakat takriben 1358-1420 yılları arasında yaşamıştır. Babası İsrail, Simavna'nın hem kadısı hem kale komutanıdır. Annesi ise Dimetoka Kalesi Rum Beyi'nin kızı olup sonradan Müslüman olan Melek Hatun’dur. Babasının mesleği nedeniyle Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin olarak anılmaktadır. Gençlik yıllarında fıkıh ve ilim tahsil eden Bedrettin bir süre Mısır'da Memluk sarayında bulunmuş, hatta ilk evliliğini orada yapmıştır. Karısı öldükten sonra hayatını baldızı Mariye'yle birleştirmiştir. Bedreddin, Osmanlı ülkesine döndükten sonra Osmanlı aristokratik sistemini sorgulamaya başladı. Muhalif tutumundan dolayı şimşekleri üzerine çeken Bedreddin, komünizmin babası Karl Marks’tan dört yüz yıl önce eşit ve adil bir düzeni savunuyordu. “Yarin yanağından gayri her şeyde hep beraber” sözü ona aittir. Bu söz onun toplumsal hasletini ortaya koyar. Ne var ki böylesi bir sistemin o çağda hayat bulması mümkün değildir. 15. Yüzyıl feodal üretim ilişkilerinin altın çağını yaşadığı bir dönemdir ve sömürüsüz bir toplum sisteminin koşulları bulunmamaktadır. Ne Avrupa’da ne Asya’da böyle bir çıkışın kabul görmesi tarihsel süreç bakımından imkânsızdır. Ancak Bedrettin kararlıdır. Bu amaçla Rumeli'ye geçerek Edirne'ye yerleşen Şeyh Bedreddin burada kendisini ziyarete gelenlerle görüşerek faaliyetlerini genişletir. Şeyh Bedreddin'in bu çalışmaları Fetret Dönemine denk gelmiştir ve o da bu durumdan yararlanmayı ummaktadır. Ne var ki Çelebi Mehmet kardeşleriyle girdiği iç savaşı kazanarak Osmanlının yeni padişahı olmuştur ancak Şeyh Bedreddin’in faaliyetlerinden rahatsızdır. Bu arada Şeyh Bedreddin’in ilmi ve öngördüğü toplumsal nizamı çevrede duyulmuş ve ciddi anlamda taraf bile toplamıştır. Özellikle Ege’nin yoksul köylüleri ve deniz emekçileri Bedreddin’in siyasasının toplumsal alt zeminini oluşturmaktadır. O dönem Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa gibi halk önderleri bağlılık göstererek Şeyh Bedreddin'le hareket eder. Kısa sürede Bedreddin'in çevresindeki halka genişlemeye başlar. Şeyh Bedreddin üç ayrı yerde birden isyan https://www.instagram.com/p/CneJ1o4tjbv/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
tarikbinziyad · 2 years ago
Text
Abdülhalık Gücdevanî Hazretlerinin nasihatlerinden bazıları şunlardır:
‌Ey oğul! Bütün hallerinde ilim, edeb ve takva üzere ol.
‌Geçmiş büyüklerin eserlerini oku, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat yolundan git.
‌Fıkıh ve hadis öğren. Cehaletten ve cahil kimselerden var gücünle kaç. Sakın cahil sofi olma!
‌Namazlarını mutlaka cemaatla kıl. Ancak, zaruret yoksa imam veya müezzin olma.
‌Şöhretten kaç; şöhrette afet vardır. Dünyanın makam ve mevkiine gönül bağlama, fani şeylere gözünü dikme, sevgine yazık olur.
‌Helâl ye, helâlden kazan. Bunun için bütün gücünü sarfet. Şüpheli şeylerden de elini çekmeye çalış ki, huzurun hiç bozulmasın.
‌Yerli yersiz çok gülme. Hele kahkaha ile hiç gülme. Çünkü çok gülmek ölümü unutturur, kalbi öldürür, insanın heybetini giderir, edebi zayi ettirir.
‌Herkese şefkat gözüyle bak. Kimseyi küçük görme. İçini unutup dışını süslemekle uğraşma. Dışını güzelleştirmekle uğraşanların çoğu, içleri harap insanlardır.
‌Halkla çekişme. Kimseden nefsin için bir şey isteme. Kimseyi kendine hizmet için çağırma.
‌Kâmil mürşidlere malın ve canınla hizmet et. Onların her halini aklınla değerlendirmeye kalkma. Onları asla kınama. Allah dostlarıyla uğraşanlar felah bulmaz.
‌Dünyaya ve dünya ehline gönül bağlama. Gönlün daima mahzun, gözün yaşlı olsun.
‌Asıl sermayen din ilmi olsun. İlmin yoksa kendini zengin sayma. Evini ibadetsiz bırakıp kabre döndürme. Nafile ibadetleri evinde kıl ve mümkün olduğu kadar çoğalt.
‌Zikrullah ile arkadaş ol. Allahu Teâlâ’nın sana yakınlığını hisset ve Allah ile huzur bul."
37 notes · View notes
dareyynn · 1 year ago
Text
Tumblr media Tumblr media
Bu aşk bitmedi,bitemez..♥️.
Vehb bin Munebbih rahimehullah der ki: "(Tek başına) İman soyunuktur. Onun elbisesi takva, malı fıkıh ve süsü de Hayâ'dır." İbnu Ebi Şeybe
(Gece saat 00:57 @girif-tt ile birlikte)
19 notes · View notes
reyliika · 5 months ago
Text
En çok fıkıh seçilmiş çok da güzel olmuş bence amellerimiz ibadetlerimiz için öğrenmemiz şart olan bir ilim dalı. İnşaallah fıkıh sorularını konu konu hazırlayıp bilgilendirme ile beraber günlük sorularımıza devam edelim.
2. Olarak akaid seçilmiş ve günümüze baktığımızda itikad konusunda da çok bilgi eksiğimiz var ve mutlaka bu konuda da hem soru hem ilmi bilgisini paylaşacağım inşaallah.
Diğer seçilen seçeneklerden de ilerleyen zamanlarda tekrar anket yaparız inşaallah. Şimdilik önceliğimiz fıkıh ve akaid olsun.
*Bu hafta ben hazırlıklarımı, araştırmalarımı yapacağım. Önümüzde ki hafta Pazartesi gününden itibaren kaldığımız yerden devam edelim inşaallah.
-Büyük İslam ilmihali ve Mülteka kitaplarından faydalanacağım.
*Sorularımız Hanefi mezhebine göre sorulacak ve cevapların da ona göre olması gerek, bilginize.
🤲🏼 İlim, amel ve ihlâsı bırakmadan gayret edelim. Ehli sünnet yolumuzu son nefesimize kadar koruyalım.
امين
7 notes · View notes
mnsrykt · 2 years ago
Text
Ebu Hanife rahmetullahi aleyh
Çünkü o, örneği olmayan bir ilmî çalışmayı başlatıp yerleştirdi. Fıkıh ilminin babası oldu. íçtihat etti. Kendisi gibi müçtehit talebeler yetiştirdi. Asırlar boyu Müslümanların dini anlamalarına yardım edecek meselelere imza attı. Yaptığı çalışmanın eseri olarak, Kur'an üzerinde düşünme, Arapçayı bilimselleştirme gayretleri arttı. O, ilmi kadar, ilminin heybetini koruyan, tavize yanaşmayan bir şahsiyetti. Siyasilerin, kişiliğini kullanmasına izin vermedi. Zindana atılmaya, orada ölmeye razı oldu ama günübirlik politikalara alet olmadı. İslâmî çok geniş düşündü. Medresesine kapalı bir âlim olarak bilinmedi. Ufkunun genişliği, basiretinin derinliği, sonrakilere örnek oldu. Fıkhın öncüsü, ümmetin âlimi oldu. İlmi asırlara yayıldı. Allah ondan razı olsun.
33 notes · View notes
ilmiyyat1453 · 3 years ago
Text
Tumblr media
Ulemadan bazısı şöyle demiştir: “Sahâfilerin hocalık taslamaları en büyük belalardandır.” -> ‎Sahafi: İlmi, ehil olan alimlerden değilde kitaplardan almaya çalışan kişidir.
Mezheb İmâmımız İmâm-ı A'zam Efendimize bir gün "Mescitte bir grup insan fıkıh mübâhese ediyor" denilince, “Başlarında bir hoca var mı?” diye sormuş. "Hayır." cevabını alınca "Onlar ebediyen fıkıh öğrenemezler." buyurmuşlardır.
Zira Allame Hadis Hafızı Hatib el-Bağdadi der ki: ''İlim adamların ağzından alınır.''
Allame Müfessir Ebu Hayyan el- Endülüsi der ki: ''Toy olan kişi sanar ki, kitaplar doğru yola iletir. Oysa ki haberi yok ki kitaplar da öyle derin şeyler var ki anlayışı olan kişinin aklını hayrette bırakır. Eğer ilmi hocasız alırsan doğru olan yoldan da saparsın.''
16 notes · View notes
gozlerimdekiparilti · 2 years ago
Text
''Fıkıh ilmi dinde her müslümana farzdır. Onu öğrenin, öğretin fıkıhta ilim sahibi olun. Cahil olarak ölmeyin.'' ( Hadis-i Şerif)
-Ebu Naim,Esbian Tarihi,c.2,s.144/ Hatip, Fakih Mutefakkih,s.109.
3 notes · View notes
hattabi · 2 years ago
Note
Cevabınız için teşekkür ederim. Sonda vermiş olduğunuz alim hakkında size bir soru sormak istiyorum. Ali b. Medini'nin hapiste kaldığı ve en son canını kurtarabilmek için Halku'l Kur'an meselesini kabul etmek zorunda kaldığı söyleniyor. Bu hususta bir bilginiz var mı?
Evet Alî b. Medini ve Yahyâ bin Maîn Mihne olayında -baskı ve tehditlere karşı- Kurân'ın mahlûk olduğunu söylemek zorunda kalmıştı. Bu sebeple İmâm Ahmed onlara karşı soğuk davranmış, araları açılmıştı. Hatta İmâm Ahmed kendisinden rivayet ederken رجل (bir adam) şeklinde rivâyet ettiği bilinir. Daha sonraları ondan rivâyeti kestiği de söylenir. Bunları Ukayli rivayet etmiş ve onu zayıf görmüştür. Ancak bu eleştiriye açıktır. Zira râvî seçmede en titiz davranan Buhâri ondan birçok rivayette bulunmuştur. O sebeple cerh ve tadil ilmi derin bir araştırma ve fıkıh isteyen bir meseledir. İmâmların bu konuda sözleri cem edilip, sebeplerine dikkat edilmelidir.
5 notes · View notes
mymecrahukuk · 3 years ago
Text
📚📖✒️İlmi yayınlar yapan tavsiye Telegram Kanalları👇
✍Medrese Dersleri Ses kayıtları paylaşılmaktadır
@medresedersleri
✍ Modern Arapçaya dair
@pratikarapca
👉Tefsir Dersleri
@mufessir
✍ Fıkıh Dersleri ve Güncel Fıkhi meseleler
@fikihdersleri
👉Şâfii Fıkhı
@fikihdersleri_safi
👉 Fikri tefekküre ve aklı tedebbüre sevkeden hikmetli sözler👇
@hikemiyat
👉 Osmanlıca Dersleri ve paylaşımları
@osmanlicadersleri
👉 Aile ve Çocuk Eğitimi üzerine
@ailecocuk
✍ Arapça pdf kitap arşivi
@islamickutub
✍ Kur'ân Tilavetleri
@TilavetulKuran
✍Ezber amaçlı âyet hadis yayını
@ayethadisezberi
✍Günlük âyet / hadis yayını
@birayetbirhadis
✍Risâle-i Nûr İzah ve notlar
@bediuzzaman
✍Risale-i Nur'dan yayınlar
@saidnursi
👉 İslami Kitapların Tanıtımı Hakkında
@kitaprehberi
👉 Sahabelerin Hayatı Hakkında
@hayatus_sahabe
👉 Kolay İngilizce
(Arapça ve İngilizceyi aynı anda öğrenin)
@kolay_ingilizce
👉Risâle-i Nûr Soru&Cevap Test Kanalı
@risaleinur_imtihan
👉İslâmî Soru&Cevap Test Kanalı
@sorularla_islam
12 notes · View notes
caginmumineleri · 3 years ago
Text
Tumblr media
Ru'yeti Hilal (Hilalin Gözetlenmesi)
Ramazan ayı, itaatin ve hayırlı amellerin yoğunlaştığı bir aydır. Ramazan ayının hayrı ve bereketi, üzerimize olsun kardeşler. Bugün sizlerle "Ru'yeti Hilal" konusuna değineceğiz inşallah. Bu terim kulağımıza biraz yabancı gelse de aslında hicretin ikinci yılından bu yana var olan bir kavramdır. O zamandan beri hilal gözlemlenmiş ve bu doğrultuda oruca başlanmış, bayram müjdesi İslam Ümmet'ine yine bu şekilde ilan edilmiştir. Ne zaman ki İslam Devleti yıkıldı, bizleri bir bütün olarak yöneten, kalkan olan ve liderliği ile ayrılıklara son verip tek bir görüşü üzerimize hakim kılan halifemizden de mahrum bırakıldık, işte o zaman ihtilaflar baş gösterdi. Bugün de yaşanılan görüş ayrılıklarından dolayı İslam Alemi ile çoğu zaman aynı anda oruca başlayamıyor ya da aynı anda bayramı ilan edemiyoruz. Tüm bunların sebebi Ru'yeti Hilal konusunun tam bir şekilde açığa kavuşturulamamasıdır. "Artık içinizden kim bu aya şahit olursa o zaman onu, oruç tutarak geçirsin." [Bakara Suresi 185]
Ayetindeki "şahitlik" kelimesi "Ayı görünce oruca başlayın." manasına gelen hadisler ışığında Asr-ı Saadet'ten bu tarafa hep Ru'yet yani gözetleme şeklinde anlaşılmıştır. Hanefi mezhebi alimleri; "Şaban ayının 29. Günü akşamı, insanların hilali gözlemlemeleri vaciptir. Hilal görülürse ertesi gün Ramazan orucuna başlanır. Eğer görülmezse, Şaban ayı 30'a tamamlanır." Hükmünde ittifak etmişlerdir ve bu hususta aralarında herhangi bir görüş ayrılığı söz konusu olmamıştır. Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır: "(Ramazan) hilâlini gördüğünüzde orucu tutun ve (Şevval) hilalini gördüğünüzde de iftar (bayram) edin! Eğer (hava) size kapalı (bulutlu) olursa, Şaban'ın sayısını otuza tamamlayın." [Buhari, Muslim. Nesai, Darimi, Ahmed b. Hanbel]
Yine bir başka rivayette ise şöyle buyrulur: "Hilali görmedikçe orucu tutmayın. Hilali görmedikçe orucu bozmayın. Hilali gördüğünüzde orucu açın. Şayet hava kapalı olursa otuz gün sayın." [Ahmed b. Hanbel] İşte bu ve benzer birçok Hadis-i Şerifler ışığında Ru'yeti Hilal mevzusuna delil getirilmiş ve bu hususta mezhepler arasında kayda değer görüş ayrılıkları olmaksızın doğrudan hilalin gözetlenmesinin esas alınması ve görüldüğünde Ramazan Ay'ının ve bayramların ilan edilmesi, görülmemesi halinde de ayın otuza tamamlanması görüşü esas alınmıştır. Dünyanın her hangi bir yerinde hilal görüldüğü takdirde bundan haberdar olan bütün Müslümanların oruca başlaması gerekir. Çünkü bir beldede hilal görüldüğü takdirde diğer beldelerin ona uyması vaciptir.
Hilali gözlemleme olayına değinecek olursak bizler günümüz ilmi araçlarından, teknolojinin bizlere sunduğu teleskop vb. gibi araçlardan faydalanabiliriz. O halde Müslümanların, ister dürbün vb. gibi vasıtalar ile isterse doğrudan açıkta olan hilali görmesi şeklinde olsun fark etmez. Bu yollardan biri ile hilalin görülmesi adil, güvenilir insanların şahitliğinde sabitlenmesi yeryüzünün her hangi bir yerinde işitilince oruca başlamalarını veyahut da bayramın ilanını gerektirir. Günümüzde ise teknolojiler sayesinde eskiye nazaran çok daha kolay bir şekilde Ru'yeti Hilal, haberini anında tüm dünya ile iletişim kurarak paylaşabilmekteyiz. Bunun haricinde, hilalin gözetlenmesini günümüzde geçerli görmeyen kesimlerde mevcuttur. Ve kendileri Ramazan ayının başlangıcını ve bitişini önceden hesap yolu kullanarak belirlemeyi tercih ederler. Fakat bizler şunu unutmamalıyız ki oruç ibadeti bütün yönleriyle şeri bir meseledir. Ve şeri hükümleri içerisine alan tüm hususlarda akla ve aklın ürettiği argümanlara yer yoktur, Dolayısıyla konu akli çıkarımlarla değil fıkıh, usul ve kaidelerine uyarak gerçekleşir. Tıpkı Ali Radiyallahu Anh'ında dediği gibi; "İslam'da (İslami Hükümlerde) mantık olsa idi mestin üzerini değil altımı mesh ederdik."
Velhasıl kelam günümüzde teknolojinin ilerlemesi, vacibi ortadan kaldırmaz. Teknolojiden faydalanabilmeyi gündem ederken hesap yolu ile hilalin belirlenmesi olayını kastetmiyoruz. Çünkü birinde görüşü kolaylaştırmak vardır diğerinde ise görüş değil hükümlerde yer almayan hesap vardır… İnşallah bu konumuzu açığa kavuşturabilmişizdir. Hani büyüklerimiz derler ya "nerede o eski bayramlar?" diye, bizler de diyoruz ki tekrar eskiye dönebilme ve İslam alemiyle aynı gün oruca başlayıp aynı gün bayramı kutlayabilme duası ile... Rab’bimiz bizlere bir an önce İslam'ın kandilleriyle yollarımıza ışık tutan ve ayrılıklara son veren şanlı İslam devletimizi ve Raşid halifemizi ikram eylesin inşallah...
4 notes · View notes