#eski sevgili geri döner mi
Explore tagged Tumblr posts
exaskim1 · 1 month ago
Text
aldatılmak
0 notes
iliskidedavranisbicimleri · 2 months ago
Text
ilişkide davranış biçimleri
0 notes
exsevgili · 2 months ago
Text
ex sevgili
0 notes
iliskideyasfarki · 2 months ago
Text
ilişkide yaş farkı
0 notes
obessionpix · 1 month ago
Text
eski sevgili
0 notes
narfalcafe · 2 years ago
Text
Eski Sevgilim Geri Döner mi? 
Eski Sevgilim Geri Döner Mi? Aşk Falı Nasıl Bakılır? Katina Falı Baktırma, Online Nasıl Fal Baktırılır? İlişki Ve Aşk'a Dair Fallar Nelerdir? Tüm Sorularınızın Cevabını Makalemizde Bulabilirsiniz.
Eski Sevgilim Geri Döner Mi? Aşk Falı Nasıl Bakılır? Katina Falı Baktırma, Online Nasıl Fal Baktırılır? İlişki Ve Aşk’a Dair Fallar Nelerdir? Tüm Sorularınızın Cevabını Makalemizde Bulabilirsiniz. Eski sevgilim geri döner mi sorusu pek çok kişi tarafından oldukça sık merak edilen sorular arasında yer almaktadır. Özellikle sevdiği halde terk edilen kişiler tarafından sıkça baktırılan bir fal…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
Text
Bazı şarkılar vardır hani, sırf bir cümlesi yüzünden dinlediğin, geri kalanının o an hissettiklerinle hiçbir alakası olmasa da, o cümle o kadar oturur ki döner döner dinlersin, işte benimki de bu.
Sık sık "Hayat belki de bu kadar zor değil, kendi hayatımı zorlaştıran ben miyim acaba?” diye soruyorum bu ara. Birçok farklı şablon var, izlenecek belirli ve test edilmiş, deneyimlenmiş yol haritaları varken neden kendiminkini oluşturmakta ısrarcıyım? Gerek kariyer anlamında olsun, gerek aşk hayatı (Bizim yaş aralığımızın iki ana odak noktası, daha emekliliğe, aile hayatına gelmedim bile.) Neden sadece o belli adımları izleyemiyorum?
Sonra zaten halihazırda o adımları denediğimi-denemeye çalıştığımı ve yapamadığımı hatırlıyorum. Bazen o kadar kolay, o kadar cazip görünüyor ki, çöldeki bir vaha gibi, tamam diyorum, git herkes ne yapıyorsa sen de onu yap. Git başvur birkaç işe, öyle ya da böyle başla, gir o 9.00-18.00 döngüsüne. Git, buluş seninle bir kahve, bir şeyler içmek isteyen insanlarla, zaten "Bu işler öyle ilk görüşte olmaz.", zamanla ısınırsın, hiç bir şey olmasa iki muhabbet etmiş olursun. Yuvarlanıp gidersin işte, zaten hayat bu. Herkes tarafından bana verilen "akıl"ları kendime tekrarlıyorum mantra gibi. Sonra duruyorum, yine hatırlıyorum, bir vaha için ben o çölleri bir daha aşmak istemiyorum. Ama herkes yapıyor bunu, her Allah'ın günü milyonlarca insan yapıyor. Ben niye yapamıyorum?
Yapamıyorum çünkü, bir şekilde girdiğim her yolu, dibine kadar, sonuna kadar zorlamadan bırakamadığımı biliyorum. Tükenmek üzere olduğumu asla zamanında anlamadığımı, anlasam da kabul etmediğimi. "Bittim." dediğim noktada sahiden "bitmiş" olduğumu, öyle ki birilerinin gelip beni o yoldan kaldırması gerektiğini, çünkü artık geri bile dönecek gücüm yok. Bataryamın asla "Pil düzeyi kritik noktada" uyarısını vermediğini, öyle bir gün, bir anda çat diye "Telefon kapanıyor." ekranına dönüştüğümü. En basit haliyle, en cuk diye oturan benzetme, kısacası o kadar korktum ki yine kapanmaktan, sanki şarj aletimi evde unutmuşum da, "Dur bluetoothu da kapatıyım, whatsapp çok şarj yer açmıyım, Wifi mı, kapat kapat." gibi bir "Stamina" modunda yaşıyorum hayatımı.
O kadar belirgin adımlar var ki hayatta izlenilmesi gereken, o kadar çok "guideline" var ki, ben sadece onlardan birini izleyebilmek istiyorum. En azından şu noktada birkaç adımı tamamlayabilmiş olmak isterdim. O listedekilerin bir tanesini bile tamamlamamış olmamın yanında, kendi "yapılacak işler" listemi kıyaslayabileceğim bir örnek bile yok.
Söz vermiştim kendime (ve yakın bir arkadaşıma), hayatımın olumsuz dönemlerini bu kadar ulu orta paylaşmamaya yönelik. Çünkü;
1) İnsanlar sahiden mutsuz insan görmek istemiyorlar, mutsuzluğa gripten bile daha bulaşıcıymış gibi davranıyorlar.
2) Hayat enerjisini insanların mutsuzlukları üzerine dedikodu yaparak sağlayan çok sayıda insan var ne yazık ki.
Sözümü bozdum çünkü, sıkıldım herkesin sürekli hayatları mükemmel gidiyormuş imajı çizmesinden. Ki ben de yaptım bunu nadiren de olsa. Ama şu dönem artık herhangi mutlu bir şey paylaşmakta zorlanıyorum.
Son zamanlarda en büyük endişe konum kariyerim ve genel gündelik hayat düzenim, daha doğrusu genel hayat kaosum olduğundan, sık sık kendimi labirentteki bir deney faresi gibi hissediyorum. Yukarıdan beni izleyen Tanrı mı, hayatımda değeri olan insanlar mı, yoksa ben miyim, bilmiyorum ama, bu öyle bir labirent ki, denenecek yüzlerce, binlerce yol var ve bir tanesi hariç hepsinin önü kapalı, kaldı ki ödül ne, onu bile bilmiyorum. Denediğim her yol, haddinden çok daha uzun sürüyor, öyle ki sanki herkes, diğer fareler, gözlemciler, tüm dünya hızlandırılmış da ben ağır çekimde kalmışım gibi. Sık sık bedenim zihnimin hızına yetişemiyor, öyle ki bazen, hareketlerim bana bile ağır geliyor. Havada değil de suyun içinde yürüyormuşum gibi, yeryüzüne yer çekimiyle bağlı bir nesne değil de devasa bir mıknatısa yapışmış bir toplu iğneymişim gibi, kendimi yüzeyden ayırmaya çalıştığım her girişim doğaüstü bir çaba gerektiriyor. Her bir gün, her bir saat, her bir dakika.
Uğraşa didine nihayet bitti dediğim noktada, önümde sadece kocaman bir duvar. Geri döneyim desem, bulunduğum noktaya bağlı onlarca farklı yol var, o noktaya nasıl geldim onu da unutmuşum zaten. Seçiyorum birini, ilerliyorum orada, sonu yine duvar. Bazı noktalarda, sadece artık daha fazla oynamak istemiyorum. Yolun sonunda ne varsa, artık öğrenmek bile istemiyorum, sadece vazgeçmek istiyorum. Kıvrılıyorum orada bir köşeye, sadece uyumak istiyorum. O noktada gözlemcilerimin, (ki bu benim bir paralel evren versiyonum bile olabilir) bana kahkahalarla güldüğüne eminim. Çünkü belki ben sadece bir yandaki yolu seçmiş olsam, çok kısa sürede labirenti tamamlayacaktım ve dışarıdan bu gülünç derecede bariz görünüyor. Ama ben göremiyorum işte, bilmiyorum. Ve onlar bunun farkında bile değil, çünkü labirentin içinde olmanın yukarıdan izlemekle hiç bir alakası yok. Vazgeçmek istediğim her seferinde, bir anda Bııızzzzztt!! Gözlemcim tarafından bir elektrik şokuyla uyandırılıyorum, devam etmeye zorlanıyorum.
Sonra bazen diyorum ki, bir ara ver endişelenmeye, güzel bir hayal kur. Diğer insanların hayalleri çok daha üst düzey ve büyük amaçlara hizmet ediyor olabilir, bunu bilemem, benimki gayet sıradan ve tahmin edilebilir, henüz tanışılmamış sevgiliyi hayal ediyorum açıkçası.
Hayatın gerçekleri var değil mi, gerçekleşebilme ihtimali olan belirli olasılıklar içinden yapıyoruz seçimlerimizi. Dolayısıyla hiç değilse hayalimde bu olasılıklardan birini seçmem beklenir. Hali hazırda gerçekleşen senaryoların birini seçip içine O’nu koymam gerekir. Bu durumda, en çok zaman geçirdiğim yer spor salonu olduğuna göre, orada tanıştığımızı hayal etmem gerçekçi bir hayal olurdu.
Ama yok hayır, ben illa ki ummadığım bir yer ve zamanda karşılaşacağım bu kişiyle. Hani o gün evden 10 dakika geç çıksam kaçıracakmışım gibi, X yerine Y mekanına gideyim desem her şey çok başka olacakmış gibi. Öyle ya da böyle, bir şekilde denk geliyoruz işte, nasıl oluyorsa. Sonunda "İyi ki Y mekanına gitmemişim." diyeceğim şekilde, ya da belki her yere geç kalarak geçirilmiş 29 yılın sonunda ilk defa geç kaldığıma şükredeceğim sırf O var diye.
Ama nasıl oluyorsa bir şekilde, bin bir farklı etkenin denk gelmesi sonucu tanışmamıza rağmen, o noktadan sonra da hep bir şekilde aynı ortamda olacağız. ( Rica ediyorum gülmeyelim, hayal dedim en baştan).Hep bir çekim olacak ama, nedense, deli miyiz neyiz, uzun süre söylemeyeceğiz birbirimize ne hissettiğimizi. Aradan yüzyıl geçecek benim birbirimizi avucumuzun içi gibi tanıyoruz sandığım noktaya gelene kadar. Tabi ki de ben, zaten ilk bir kaç günde anlatacağım kendime dair ne varsa. En utanç verici, en şok edici, en derinden sarsıcı her ne varsa. Nefes almak için bile durmadan anlatacağım saatlerce. Sonrası, benim onu tanımaya çalışıp da asla emin ol(a)mamam, inan(a)mamamla geçecek. Şu yaşımda artık biliyorum çünkü, insanları çok iyi tanıdığımızı zannettiğimiz çoğu zaman aslında o kadar da tanımadığımızı, ama, tabi ki akıllanmayacağım.
Kendi kendimi kandırabilecek kadar veri toplayana kadar, iki adım yaklaştığım her günün sonrası, bir adım geri kaçacağım öğreneceklerimden korkarak. Belki hiç unutmadığı terk eden eski bir sevgili, belki anne babasıyla yaşadığı sonsuza kadar izi geçmeyecek çocukluk travmaları, belki de incitenin O olduğu, yalanları O'nun söylediği, "kötü adam"ın O olduğu yaşanmış hikayeler. Şansım varsa anlatacak bir kısmını, ama mutlaka önemli bir kısmını da saklayacak, hatta benim de sakladığıma emin olacak tüm kalbiyle. Kurduğum cümleler, eylemlerim, aslında dümdüz neyse o olsa da, altında gizli anlamlar arayacak, sonunda kendi zihninde bulup da bana uyarladığı o gizli anlamlardan ben hüküm giyeceğim.
Bazı noktalarda o geçmiş hikayelerinin hayaletleri musallat olacak ona, onların etkisiyle davranacak. Ben hiç anlam veremeyeceğim bilmediğimden, ya da kırk yıl düşünsem bazı şeyleri hayal bile edemeyecek bir zihnim olmasından. Bazen anlatsa da anlamayacağım, her bir hücremi zorlasam yine de empati kuramayacağım ne kadar açık ve gün gibi ortada da olsa. O inanamayacak buna, kabul edemeyecek, anlayıp da bilmezden geliyorum sanacak.
Kendimi sayfalarca, ciltler dolusu anlatıp, yine de anlaşılmadığımı hissedeceğim, böyle hissettikçe sayfalar sıkıştıracağım araya, yetmediğinde dipnotlar koyacağım. Ben anlattıkça o susacak yorgunluğundan, o sustukça ben daha çok konuşacağım o konuşsun diye, ne ironik. O, suskunluğunu anlamamı bekleyecek boşuna, ben sessizliği dinlemem gerektiğini fark etmezken. Dinleyip dinleyip anlayamamanın yorgunluğuyla konuşup konuşup anlatamamanın çaresizliği olacak tek ortak noktamız. O kadar ki, bazen gülünç bir hal alacak, halimize güleceğiz.
Yalnız hissedecek kendini, önemsenmemiş, değeri bilinmemiş... Ben birçok karışık, farklı duygu hissedeceğim, çoğunu adlandıramadığım. Arada kalmış renkler gibi, mavi, kırmızı, sarı değil, limon küfü, turkuaz, magenta gibi. Rahatsız edici mi, hayranlık uyandırıcı mı karar verilemeyen. Çoğu zaman o kadar karışık olacak ki sık sık "kaybolmuş" hissedeceğim, ama en çok, hepsinden çok, şaşkın. “Hiç beklemezdim.” diyeceğim, ya da “Böyle olacağını hayal bile edemezdim.”
Sonuçta, kendi hayalimden bile yoruluyorum.
Kısacası hayat böyle hissettiriyor şu sıralar ve ben sahiden kendimle ne yapacağımı bilmiyorum.
4 notes · View notes
dasiyahorpheus-sorublogu · 5 years ago
Note
'katil, olay yerine mutlaka geri döner' diyorlar. sence dogru mu? eski sevgili bir gün geri döner mi?
Çok saçma bir genelleme.
1 note · View note
falcibaba · 2 years ago
Text
Pişman Etme Büyüsü 2022
Tumblr media
Pişman etme büyüsü, kişilerin pişman olmasında etkili olan büyülerden biridir. İnsanlar genellikle yaptıkları hataları kabullenmek istemezler. Bu nedenle de hatasını kabul edip özür dileyebilen insan sayısı çok azdır. Sevgili olsun arkadaş olsun bu durum değişmez. Bazen hiç hak etmediğimiz durumları bize yaşatan insanın pişman olmasını isteriz. Deyim yerindeyse köpek gibi bana yalvarsın düşüncesine girebiliriz. Bunu normal yollarla yapamadığımızda pişman etme büyüsü başvuracağımız yollardan bir tanesidir. Genellikle sevgililer ve eşler için kullanılan bu büyü aile ya da arkadaşa da yaptırılabilir. Burada düşünülmesi gereken en önemli unsur karşı tarafın gerçekten pişman olmasını istediğinize emin olmaktır. Büyü sonrasında sizi terk eden, size karşı bir hata yapan kişi eskisinden çok daha büyük bir sadakat ve sevgiyle geri döner. Bu nedenle sonradan sıkılacağınız bir işlemi yaptırmak hem para kaybı hem de psikolojik yorgunluk demektir.
Tumblr media
Pişman Etme Büyüsü
Bu Büyü Nasıl Yapılır?
- Büyünün yapılış sürecinde belli dua ve tılsımlar kullanılır. Çalışılan hoca dua ve tılsımlı sözcükleri okunacak süre ve sayıya tabi olarak okur. - Pişman etme büyüsü yapılışı tek taraflıdır. Sadece pişman edilecek kişiye yapılacağından dolayı ona ait eşya ve fotoğraflar istenir. - Uzaktan yapılan pişman etme büyüsünde doğum tarihi, anne adı kişinin adı ve fotoğrafı yeterlidir. - Kişiye ulaşabiliyorsanız yapılan işlemi yedirerek büyünün daha etkili olmasını ve kısa sürede tutmasını sağlayabilirsiniz. - Kişiye ait tırnak, saç, meni, kan gibi materyaller de işlem yapılırken hocanın isteyebileceği malzemelerdendir. - Çalışma uzaktan yapılıyorsa kişiye öteki alemden bir varlık gönderilir. Gönderilen varlık kişinin bilinç altına etki ederek size karşı içinde bir pişmanlığın oluşmasını sağlar. - Büyü bir şey yedirilerek ya da içirilerek yapılıyorsa kişi büyülenmiş malzemeyi yediği andan itibaren içinde size karşı büyük bir sevgi oluşmaya başlar. Yaptığı tüm hatalardan pişman olur. - Öteki alemlerden varlıklarla anlaşma yapmak için adak kesilir. Bunun yanında ruhani varlığı davet etmek için çok etkili pişman etme büyüsü ritüeli uygulanır. - Mum, farklı bitkiler, kireç tozu, birkaç değerli taş ve altın tozu Davet sırasında kullanılan malzemelerdendir. Büyü Belirtileri Pişman etme büyüsü belirtileri nelerdir sorusuyla sıklıkla karşılaşıyoruz. Aslında aşık etme büyüsüne yakın belirtileri olan büyünün minimal farklarının olduğu görülüyor. - Büyü etkisindeki kişi geçmişte yaptığı tüm hatalarla yüzleşir. Büyü yaptıran kişiye karşı sevgisi hat safhadadır. - Affedilmek için adeta peşinde pervane olur. Bu büyüyü yaptırarak intikam almak istediğiniz bir kişinin ayaklarınıza kapanmasını sağlayabilirsiniz. - Kişi büyüyü yaptıranla görüşebilmek için her yolu dener. Gerekirse onu adım adım takip ederek her yerde karşısına çıkmaya çalışır. - Büyü etkisindeki kişi karşı tarafı göremediğinde hayata küser. Diğer her şey onun için anlamsızdır. - Kişide aşırı öfke nöbetleri, sık sık mide bulantısı görülür. - Çok etkili pişman etme büyüsü etkisindeki kişi zaman zaman karşı tarafa yaptığı haksızlıkları hatırlayıp ağlama nöbetleri geçirebilir. Yaşadığı acının haddi hesabı yoktur. - Kişi dini unsurların olduğu yerde çok fazla kalamaz. Öyle ki yanında okunan dini kitaplar olduğunda saldırganlaşabilir. - Kişi rüyalarında yaptığı hataları tekrar tekrar görür. Bu da karşısındakine duyduğu sevgiyi artırır. - Kişinin hayatında biri varsa tamamen şansını kaybetmiş demektir. Onun için sıradan bir insan kadar bile değeri olmaz. Büyü Ne Kadar Sürede Tutar? En etkili pişman etme büyüsü tutma süreci işleme başlamadan medyuma olay örgüsünü ne kadar açık anlatıldığına göre değişir. Hoca sizi dinledikten sonra uygulayacağı yöntemi seçer. Bu genelde en çabuk ve en fazla tesir eden uygulama olur. Sabredip beklediğinizde kesin sonuca ulaşırsınız. Karşınızdaki kişinin yalvarışlarını görmek için sabırlı olmaya değer değil mi? Büyü Nasıl Bozulur? Eski sevgilisi, eşi ya da nişanlısı hayatınızdaki kişiye pişman etme büyüsü yaptırabilir. Böyle bir durum yaşandığında onu tamamen kaybetmeye mahkumsunuz. Eğer hayatınızdaki kişiyle her şey yolunda giderken bir anda değiştiğini görüyorsanız derhal ilmi gücü yeterli bir hocadan yardım almanızı öneririz. Hoca gerekli dualar ve tılsımlı sözcüklerle büyüyü en kısa sürede bozacaktır. Büyü yaptırmak için güvenilir medyum kategorisinde kalmayı yıllardır başaran Yasin Hoca pişman etme büyüsü yapımı ve bozumu için danışanlarına hizmet etmekten gurur duyar. İnsanların sorunlarının çözülmesini paradan daha fazla önemsediğinden sıklıkla tercih edilen güvenilir medyum hocamız danışanlarıyla sürekli iletişimde kalır. Ayrıntılı bilgi için kendisine internet adresindeki iletişim adreslerini kullanarak ulaşabilirsiniz. Read the full article
0 notes
diliminalti · 4 years ago
Text
Güzel Prens
Bir zamanlar vaktiyle ve elbette buradan çok çok uzakta, etrafını saran beş adacığın orta yerinde, güneşin bile batmalara kıyamadığı bir krallık vardı. Verimli toprakları, olağanüstü çeşitliliğiyle tabiatı ve kör edici parlaklıkta madenleriyle hayli zengin ve görkemli bu ülkenin üzerinde yaşayanlarsa türlerinin en güzelleriymiş. Haşmetli lakin mütevazi bir kral ve hürmetli eşi elegans bir kraliçe tarafından yönetilen bu adacıklar topluluğunu bir defasında dünya gözüyle görme şansı bulduğum için çok şanslıyım. Tanışmamız, benden sadece üç yaşçık büyük olan iki numaralı prensin doğum kutlamasına denk gelir. Evet, evet. Doğduğu gün bende oradaydım.
Ülkenin etrafındaki beş adacıktan seçilmiş, en yetenekli insanları, en güçlü titanları, en zeki elfleri, en kurnaz cüceleri ve her bir hayvandan en besilisi yola çıkmıştı. Ve tabii koruyucu perilerde... Yollar kalabalıklarla doluydu. Şarkılarla ve danslarla yüzlerce ve nedensiz kahkahalar atarak, hokkabazların provalarını izleyerek gidiyorduk... İnanın bana Pinder Bernard’lar henüz yoktu fakat daha fiyakalıydık. 
Koruyucu periler henüz daha yolculuk başlamamışken bir araya gelmiş, bir önceki doğum hediyesini yeterince beğenmeyen Kraliçe’yi bu defa memnun edebilme telaşı içinde büyük büyük büyük büyücünün huzuruna çıkmışlardı. Büyücü, Kraliçeyi tastamam edecek arzusunu biliyordu. ‘Mükemmelliği’ bir şişeye doldurabilirdi elbet. Her bir perinin yaşamlarından yıllar eksiltmesi, kanlarıyla bu arzunun bedelini ödemeleri gerekiyordu. Bu telaş ve fedakarlık fazla gelmiş olacak ki kazanın üzerinde uçuşup dururken birbirine çarpan perilerden birinin kanadı kırılıp içine düşüvermişti işte! Zavallı pericik, ne işitme ne dokunma... O, görme perisi olduğu için, bunu içecek olan prensin göz perdeleri hepten kalkacaktı! Mükemmelliğine, insanüstü bir görme eşlik edecekti anlayacağınız. 
Hediyeler ve gösteriler hazırlana dursun, bizim gösteriş düşkünü kraliçe doğum sancılarına aldırmaksızın, ha çatladı ha çatlayacak göbeğini tuta tuta tüm gece boyunca kutlama alanının süsüne, dekoruna ve hatta ziyafetine kadar ne varsa bir bir ilgileniyordu. Kralınsa çoktan tahtında gözleri kapanmış, horlaya horlaya uyuyakalmıştı. Hem Kral bu kadar ayrıntılı ve estetik zevklere sahip biri değildi, uyuyabilirdi. Doğacak olan prensin abisi ise yatağında sıkıca tuttuğu altın topunu gözünü tavana devirmiş küçücük aklının yettiğince düşünüyordu ‘Ölümsüzlükten daha güzel bir hediye var mıydı kardeşine verilebilecek?Çünkü eğer varsa artık o kadar da ölümsüz sayılmazdı. Peki ya kendisi içinde bu kadar büyük bir hazırlık yapılmamış mıydı? Neyi eksikti? Neden bir başka çocuğa daha ihtiyaç duymuştu annesi ve babası? En önemlisi, artık daha mı az sevilecekti? ‘ Aslında pek yanıldığıda söylenemez ya, neyse. Düşünceler içerisinde rüyalara dalıp kayboldu. 
Gelgelelim gün iyiden iyiye açılmış, yollar artık kent meydanında varmıştı. Size gördüklerimi, tattıklarımı, yaşadıklarımı nasıl anlatsam bilemiyorum. Her bir yanda eğlendiren şaklabanlar, kat kat pastalar, taze mi taze yiyecekler, fıçı fıçı şaraplar, kıvrak dansçılar, kamikazeler...  Sanki Dünya’nın en büyük karnaval alanındaydım.
Bütün bu sevinç, perilerin hediyesini içer içmez Kraliçenin çığlığıyla yarıldı. Aklıma birden Musa’nın sopasıyla denizi ortadan ikiye ayırdığı o gün geldi. Kulaklarım en son o zaman böyle bir dehşet çağrısı duymuştu inanın. Kraliçe, Tanrıların ona verdiği lütfu avazı çıktığı kadar duyuruyordu. Yuvalarını delip geçen bakışları neredeyse gözbebeklerini patlatacaktı. Bakın, bakın der gibiydi. Ve hepimiz bakakaldık sahiden. 
Küçük yarığın arasından ufacık bir baş peydah oldu. Onu size doğruca anlatmak gerekirse, sanki güneş sımsıcak elleriyle okşamıştı tepesini, parladıkça parlamıştı saçları, altınlardan daha sarı yıldızlardan daha parlak hem de. Hafif bir meltem yalayıp geçmiş sonra, yumuşacık dalgalar bırakmış değip geçtiği tellere teker teker. Bulutlar bir araya gelip sıkıca sarılmışlar. Gözlerine hüzünlü bir ağlayıştan hemen sonra oturuveren bulutsuz bir göğün rengini indirmişler. Baharın masum kokusu, fırından şimdi çıkmış bir kurabiyede saklanmıştır. Bir bardak sütle size bunu uzatan, burnunuza kondurduğu noktayla korkunun yerini güvene bıraktığı o an, baharlar bile sizden masum kokamaz. Her şeyden vazgeçersiniz. İyi ki oradasınızdır, varsınızdır ve şefkat usulca kalbten pompalanır..  Var olmak, varlığınızı sürdürmesini istediğiniz birinin içinde durabilmek o kadar özeldir ki göz bebekleriniz büyük birer düğmeye döner, minicik avuçlarınız terler, tek bir şut çekmeden takımın en iyisi kimmiş gösterirsiniz. Size bu haz banyolarını yaptıran kadına ya orkide ya papatya vermek isteyebilirsiniz. Ya da en değerli taşları. Onun tüller giyinmiş incecik bedenine de bu çiçeklerden başkası yakışmaz zaten. Ya da beyaz yaseminler, yaşam kokulu yaseminler. Yeni bir yaşam kokan hem de. Hafif bir esintiyle bütün bahçeye naifliği yayan o bembeyaz masumiyetin ve gizli şehvetin sarmaşıkları. Onun bir parçası kalabilmek adına.. Bunları nereden mi biliyorum, çünkü ben de bundan çok uzun zamanlar önce bir bebek olarak dünyaya gelmiştim.
İşte gerçekten beklenildiği gibi tastamam kendini saklandığı keseden çıkaran sonra da ölümün göbeğine düğümlenmiş boğumunu bir cesaret koparıveren prens, sarayın orta yerine onlarca ebenin eline böyle doğuverdi! 
Günler geceler ve haftalarca eğlence devam etti. Bizler de bir süre sonra eski önemsiz hayatlarımıza dönmek üzere gerisin geri yollara düştük. 
Aradan geçen senelerde binbir türlü hikayeye şahit oldumsa da, yıllar sonra tekrar uğradığım bu ülkenin hikayesi henüz bitmiş değil. Oraya bir sonraki gidişimde, hiç bıraktığım gibi bulmadığım bir halle karşılaştım. Yıllar ne getirdiyse getirmiş, ülkeyi bir yokluk almış, büyük prens adalardan bir kız alıp içgüveysi pozisyonunda saraylarına kurulmuş, zavallı Kraliçe ise amansız bir hastalığın pençesine düşmüştü.Yeni doğan bebekler bile sessizce çiseleyen yağmur gibi düşüyorlarmış analarının rahminden artık. Onların bu hali beni pek üzdü. 
Kral ne yapsa da işin içinden çıkamadığından olsa gerek son çare Kraliçe hasta yatağından ayaklanmış, üzerlerindeki bu kara bulutu dağıtmak için son gücüne kadar didinmeye başlamış. Durum böyle olunca kendine pek bir ihtiyaç kalınmadığını anlayan zavallı kral, hem sürekli karısının sert sözlerinden hem de giderek azalan özgüveninden içine kapanmış iyice. Tüm saraylının gözünde itibarı iyiden iyiye yerle bir olmuş. Tabii ona böyle bakmayan bir çift göz hariç. Aşçı başının kızı ilgileniyormuş, senelerdir Kral’ına, önüne getirdiği her yemeği koyarken uzun uzun, başka başka bakarmış. Onun iyiliğini, sağlığını, sıhhatini gözler, öylece etrafında pervane gibi dönüp dururmuş. Kralda zayıflığı bir tek zamanlar unutur, gücünü bu kıza borçlu olduğunu içten içe bilirmiş. Bilirmiş bilmesine ya, eşini böyle bir halde bırakamaz, sarayı satıp savuramazmış ki. Yani sizin anlayacağınız, Kral başka dallara tutunmaya çalışırken, Kraliçe günden güne soluyormuş. Ben bunları sarayın çalışanlarından öğrendim elbet...
Gelgelelim bizim küçük prensimiz yeni yeni büyüyüp serpiliyor, aklı artık her olan biteni incelikle kavrıyor, kalbi de sevgili annesine bir parça olsun derman olabilmek umuduyla atıp duruyormuş. Fakat Kraliçe’ye bir şey beğendirmek, hele ki aklı elden gitti gidecek krallıklarındayken, ölümün pençesindeyken ne fayda.. Ona kalsa oğullarıda aynı babaları gibi ne yapsalar yarım, ne etseler eksikmiş . Annesinin günden güne eridiğini gören prens, ölümü istemeye istemeye kabul etmek zorunda kalmış. Madem zamanı alıp veremiyorum, ona hayatında görebileceği en güzel hoşçakal hediyesini vermeye karar vermiş. Hayatındaki en mutlu günü... Perilerin hediye ettiği bu mükemmeliği, kendi gözlerinden gördüğü perdesiz hayatı, annesine de gösterebilirse, işte o zaman dünyanın en mutlu insanı olacağına eminmiş. Fakat bunun için önce bir makineye ihtiyacı varmış.
Hemen en iyi camcı ustasını, en becerikli oyma ustasını, en kuvvetli demir döven adamı bulup çağırtmış. Onlara nasıl bir makineye ihtiyacı olduğunu anlatmış ve sadece üç gününüz var demiş. Başaramazlarsa kent meydanında idam edileceklerini söylemiş. Üç günde canını dişine takıp bir icat yapmış ustalar. Nereye uzun uzun tutsan, onu içine alıp hapseden yuvarlak bir mercek yapmışlar.  
Sırada, merceği de tıpkı prensin gözleri gibi perdesiz bırakacak sihri elde etmek varmış. Prens hemen perileri toplatmış, ne yapıp edin, üç gün içinde bu merceği büyüleyin demiş. Yoksa sizi öldürtürüm! Periler yıllar yıllar sonra tekrar biraraya gelmiş, büyük büyük büyük büyücünün huzuruna çıkmışlar ve ölmekte olan Kraliçeye oğlunun vermek istediği hediyeyi anlatmışlar. Büyücünün kalbi yumuşamış, ‘verin bakalım gözyaşlarınızı’ demiş, ‘bir de sen, diğer kanadını da alayım’. Canından olacağını bilen zavallı peri çaresiz kırmış öteki kanadını da. Nihayet merceği bu karışıma bulayıp prenslerine vermişler üç gün geçmeden.
Nihayet son aşamada prens, üç yıl sürecek olan bir yolculuğa çıkmak için hemen babasının yanına varmış ve ondan kendisine bir gemi, bir tabur asker, yolculuk için yeterince erzak ve en az elli külçe altın istemiş. Kral içten içe sevinmiş. Uzun zaman sonra hem de oğlunun ona ihtiyacı olduğunu düşünüp hemen yerine getirmiş bu isteği. Genç prens böylece yollara düşmüş. Bir çok kıta dolanmış. En soğuklara en sıcaklara en kaçıkların yaşadığı yere ve hiç konuşmayanların ülkesine gitmiş. Dünya da görülmeye değer ne varsa toplamış. Kuzeyden ışıkları, güneyden hiç var olmamış renkleri . . Babil’den ölümü, Mısır’dan gizemleri, Vikinglerden cesareti, Mezopotamya’dan acıları, Amazon Ormanları’ndan vahşiliği ve neler neler.. Öyle çok şeyi hapsetmiş ki merceğine .. 
Üç yıl üç ay üç gün sonra tekrar dönmüş ülkesine. Kraliçe’nin huzuruna sanki ilk kez koşmaya başladığı gün gibi koşmuş. Koşmuş ama bir de görsün, annesi öyle yorgun öyle hastaymış ki artık, oğlunun olmadığı ilk yıl elleri ayakları tutmaz olmuş, ikinci yıl duyamaz konuşamaz olmuş ve üçüncü yıla girdiğinde gözlerini kaybetmiş annesi. O an öyle bir hüzün saplanıvermiş ki yüreğine, oracıkta elinden düşürmüş sihirli merceği prens. Zaten artık bir anlamı da yokmuş. Annesi beğenecek mi diye endişesi de son bulmuş. ‘Görseydi, mükemmel olduğunu söylerdi’ diye avutmuş kendini. Ağlamamaya yeminler etmiş. Tıpkı Kraliçe gibi dimdik durmaya. Günlerce başından ayrılmamış, onu iyileştiremedikleri için herkesi suçlamış. 
Günler sonra, anne Kraliçe can vermiş. Bir süre sonra Krallık devrilmiş.. Sarayı satıp yerine abisinin yaşadığı adaya göçmüşler. O günden sonra Kral’ın hiç bir oğlu tahta çıkamamış. Kendisi de zaten aşçının kızıyla kaçmış. Sihirli merceği kimse tamir etmemiş ve küçük prensin öfkesi hiç dinmemiş. Hatta bu hüzün ve öfke birleşerek, ölüm soğuğunu andıran buzul beyazı bir tene, solmuş bir tarlanın başakları gibi püskülleri uzayıveren saçlara ve donakalmış bir gölü andıran gözlere dönmüş. İçi zifte bulanmış. Gitgide ışığı kararmış, gözlerinin perdesini kalınlaştırmış, kalbine demirden kapılar diline zehirden yılanlar yerleşmiş. Kulakları ne zaman ince bir ses duysa sanki bir cam tırmalanıyormuş gibi içi çizilmiş ve hiç kimseyi sevememiş.
Bir tek, annesinin mükemmel eseri, kendinden başka tabii...
Yani yalan olmasın, ben öyle duydum. Adadaki balıkçılar anlattı.
0 notes
dunyagurbetcisi · 7 years ago
Note
Bir erkek neden eski sevgilisine döner ? Ve bıraktığı kızı gerçekten sevmişse döner mi?
Dönmez yani ben geri dönücek kadar gurursuz değilim dönen kişide sevgili açığını kapamak için döner bence zaten gerçekten sevse bırakıp gitmez
1 note · View note
dogumgunumesajlari · 8 years ago
Text
Espirili Sözler
Bitmeyen şarj, gitmeyen sevgili, sınavsız okullar istiyoruz.
Bana laf atan kızlara sesleniyorum, yapmayın sizin de abiniz babanız var.
Bakkala parayı uzattım. “Bozuk var mı?” dedi. “Moralim.” dedim. Gel buraya kardeşim dedi sarıldık ağladık.
Matematik'te kümeler konusu hep romantik gelmiştir bana. Kesişmeler olsun, birleşmeler olsun ; boy boy alt kümeler falan
Milli Piyango bana vursa ben de ona vururum. Ağzını burnunu kırarım. Elimiz armut mu topluyo?
Sen telefonda konuşmuyorsun ki; seninkisi bildiğin ulusa sesleniş.
Zamanında bana “Koşma yavrum terlersin, hasta olursun.” demeselerdi şimdi 100 metrede Bolt’u geçmiştim.
“Lan şimdi uykum var desem trip atacak. Uykum yok desem uykusuz kalacağım. Ne yapsam?” Diye düşünmüyorum yalnızlık sağ olsun direkt uyuyorum.
Ateist arkadaşım sırf yemin edemedi diye doktor olamadı. 6 sene tıp okudu şimdi toptan mandalina satıyor, kısmet işi tabi.
Bir kadının yüzünde taşıdığı ifade, sırtına giydiği elbiseden daha önemlidir.
Bütün kocalar aynıdır, yüzleri değişik olmazsa birbirinden ayırt edemezsiniz.
Öyle bir operatör istiyorum ki müşteri hizmetlerini arayınca sen kapat biz arayalım desin.
Kız arkadaşıma sana kirli sakal yakışmıyor bence kesmelisin diyemedim.
Bir kadın, “git başımdan yalnız kalmak istiyorum” derse, gitmeni değil, kalmanı istiyordur. Belki de gitmeni istiyordur. Kadınları anlamak zor…
Kızın teki facebookta duvarına “yengeç burcu kadını yalandan ve aldatılmaktan hiç hoşlanmaz” yazmış. Lan sanki diğer burçlar aldatılınca halay çekiyor.
Şimdi anlıyorum Mona Lisa tablosunun neden bu kadar sevildiğini; Kadın konuşmuyor abi.
Wc’de kapıyı kilitlersin. Biri gelip kapıyı açmaya çalışır, açamaz ve “dolu mu?” Diye sorar. “He boş. Kapıyı kilitledim, havalandırmadan kaçtım.”
Patronuma “yeni arabanız çok güzel” dedim. “eğer kendine hedefler koyar, çok çalışır ve işini iyi yaparsan öbür sene daha iyisini alabilirim” dedi.
Ayna karşısında yaptığım mallıkları yanında rahatça yapabileceğim insanı merakla bekliyorum.
Yeni doğan çocuğa “Kamuran” adını vermekte nedir? Çocuk resmen hayata 35 yasında başlıyor.
Kuaförden çıkan kız özgüven patlaması yaşarken, berberden çıkan erkek eve gitmenin en kısa yolunu arar.
Kız dediğin İstanbul gibi olmalı, fethi zor, fatihi tek!
Akıllı olup dünyanın kahrını çekeceğine deli ol dünya senin kahrını çeksin.
Oturarak başarıya ulaşan tek varlık tavuktur.
Türküm, doğruyum, çalışkanım, iyi gelirli bir bayanla evlenmek istiyorum.
Saçımı süpürge yaptım elektrik süpürgesi çıktı beni terk etti.
Tanrım kör oldum artık kusura bakamıyorum.
Seni sensiz de yaşayabiliyorum en azından kafamı dinliyorum.
Adama sormuşlar karınızla ortak bir özelliğiniz var mı ? Demiş ki var aynı günde evlendik
Deliye her gün sevgililer günü,  seni deli gibi seven delin.
Kaynanamı kaybettim görenlerin görmezlikten gelmeleri rica olur.
Aşk sözle başlar, dudak ile beslenir, dokuz ay sonra baba diye seslenir.
Bir köpek ile bir erkek arasında ne fark vardır? Köpek sadece halıyı kirletip mahveder, erkek ise tüm yaşamını mahveder.
Vefasız sevgilim Alzheimer hastası bile senin kadar çabuk unutmaz pes…
Kalbimde yaşıyorsun ama kiranı vermiyorsun. Not: Ev sahibi en kısa zamanda onunla evlenmezsen seni kapı dışarı edecekmiş.
O kadar komik ki hiç gülesim gelmedi nedense.
Sabahları kahvaltı yapmıyorum çünkü seni düşünüyorum. Öğlenleri yemek yemiyorum çünkü seni düşünüyorum. Gece olunca uyuyamıyorum çünkü açım.
Eline almış bir çiçek sevecek sevmeyecek. Ah, koca sersem çiçek nerden bilecek.
Deprem gibi girdin gönlüme, fay hattı çizdin beynime, enkazlar bıraktın kalbimde, artçılar hala devam etmekte.
Aşk elmayı yemekle başlar, ayvayı yemekle biter.
Bütün kızlar çiçek olsun, arı olmazsam namerdim.
Bizi çekemediler, halat koptu canım.
Allah`ım ! Kendim için bir şey istemiyorum, sadece anneme elma yanaklı, bal dudaklı, sütün bacaklı bir gelin nasip eyle.
Deli gibi sevdim, manyak gibi evlendim.
Kızlar artık beyaz yatlı prenslerini bekliyorlar.
Aşık olup ıstırap çekeceğime, nezle olup burnumu çekerim.
Para için evlenme, borç almak daha hesaplıdır.
Seni sevecektim, kıskanacak el üstünde tutacaktım, kendimi sana sevdirecek bana bağlayacaktım, ip koptu.
Bataryası zayıf hayallerimizin kapsama alanı dışında kalan kesimlerine şebeke hatası nedeniyle ulaşamadık şimdi yüreğimde full çeken hattımla seni seviyorum.
Şekerden evimiz tuzdan hayallerimiz vardı. Ne yazık ki dün yağmur yağdı.
Karayollarında değil, senin kollarında öleyim.
Sana bir şey söyleyeceğim, ama sakın üzülme; dün doktora gittim, böbreklerimde kum, kalbimde seni buldular.
Hey garson! Bana kalbim kadar yanık döner, düşüncelerim kadar karışık bir salata, acılarım kadar koyu bir kahve getir.
Karın olmak istiyorum karın, ey benim kardan adamım.
Dertleşmek istiyorsan bir tuşla, birine sarılmak istiyorsan 2 tuşla, eğlenmek için 3 tuşla, hepsini istiyorsan benim numaramı tuşla.
Sen kadayıf kadar tatlı, lahmacun kadar sıcak, çığ köfte kadar yakıcı, dolma gibi çekici, bulgur gibi asıl ve içli köfte kadar dayanılmazsın.
Erkek jinekolog hiçbir zaman kendi arabası olmamış bir oto tamircisi gibidir.
Sevgilim, seni  TV kumandasından, futbol topundan, pazar gazetesinden çok daha fazla sevdiğimi söylemiş miydim?
Aşk dolmaya benzer, iyi sarılmazsa pişerken dağılabilir.
Sevgilim duygularım vişne kaymak, yani karmakarışık.
Annem bana okula giderken üstünü sıkı giy terleyip üşütme, karşıdan karşıya geçerken dikkatli ol dedi. Ama aşık olma demedi ki.
Kahretsin ya! O kadar zenginiz ki evdeki ütünün bile masası var
Her şeyi içine atarsan kendini atacak yer bulamazsın.
Yaşıtların evlendi sen ne zaman evleniyorsun diye soran teyzelere, yaşıtların öldü sen ne zaman ölüyorsun diyor muyuz?
Bugün bayan diş doktoruna gittim kocası da ordaydı. “Eşinizin hastasıyım” dedim, birbirimize girdik. Ne dedim ki ben anlamadım gitti.
Çeşme bugün harikaydı ya.. Kafamı çıkarmadım altından. Oradan buzdolabına geçiyorum şimdi. Belki bir de balkon yaparım bilmiyorum.
Delinin biri deliler hastanesinde banyo yaparken diğerleri delikten bakmasın diye kapıyı sökmüş.
Eve gelen misafir çocuğundan daha kötü bir şey varsa o da, eve yatılı gelen misafir çocuğudur.
Küçükken, yanağımı sıkıp “seni kızıma alacağım” diyen teyzeler? Ne oldu bizim iş.
200 TL’ye alınan ayakkabının fiyatı, baba sorduğunda 100 TL’ye kadar düşerken; arkadaş ortamında sorulduğunda 350 TL sınırını zorluyor.
Gölgene lafım yok, O da seni adam sanıp peşinden geliyor.
Eski sevgilim, marketten hıyar aldığımı görünce; Aynı sen dedi. Şimdilik yanıt vermedim. Ama, elbet evde kaşar bitecek.
Sevdiğim kız bana abi demiş, ulan sevsin yeter ki isterse bacanak desin.
Bir kız görürsün çok beğenirsin yanına gidersin bıyığını fark edersin hevesin kaçar.
Yastığımın dili olsa “yeter lan bana sarıldığın, git kendine bir sevgili falan bul” diye sitem ederdi.
Eğer kişi; Hem akıllı hem de çalışkan ise takdir et, akıllı değil, çalışkan ise dikkat et, akıllı olup tembel ise ikaz et, hem akılsız hem de tembel ise imha et.
Geçen arkadaşlarla fırında patates yiyorduk, fırın sıcak geldi toplanıp bahçeye çıktık.
İtiraf etmeliyim ki uzaktan kumanda bazen çooooook uzakta oluyor ve bende saatlerce aynı kanalı izliyorum.
Durun! Burada nefes almayın, daha ucuz bir yer biliyorum.
İlkokulda 48li pastel boyası olan çocuk, napıyorsun lan ressam oldun mu? İnşallah badanacı olmuşsundur. Okulda havandan geçilmiyordu.
Yağdı üzerime yaz günü kar, hasretinden prangalar eskittim ey yar, sensiz bu ev soğuk, sokak dar. Bilir misin Show’da yine Doktorlar var.
3 şey sonsuzdur; Arka Sokaklar, Akasya Durağı ve Doktorlar, bu üçü evrende asla yok edilemez.
Babamla kavga edince o sinirle “cezalısın odana çık” dedi. Ama bizim ev tek katlı. Fakirliğimizi yüzüne vurmayayım üzülmesin diye çatıya çıktım. Bu gece kiremitlerin üzerinde yatacağım.
İlkokulda tahtaya ismim yazıldığında “At lan çarpıda at, atmazsan şerefsizsin, at bir tane daha at.” dediğim doğrudur. Pişman değilim.
Bir Trakya atasözü der ki; Dün başka bugün başka, abe sokayım böyle aşka..
Kızlar kirli sakal seviyor diye 3 aydır yüzümü yıkamıyorum.
Hesap makinesinde bir işlem yapıp yenisine geçecekken sıfırlamak için “C” tuşuna basıp ondan sonra emin olmak için “CE” tuşuna basanlar. Bizdensiniz.
Başkalarının seni ezmesine izin verme; Ehliyet al, sen onları ez.
Okulda birilerinden sakız istediğimde, uyuşturucu satıcısı gibiler. “Benden almadın tamam mı, kimseye gösterme sakın bak, başka yok, sonuncusunu da sana verdim.”
Evlilik aşkı öldürüyor diyorlar; Benimle ölür müsün?
4 dakikalık şarkının verdiği mutluluğu veremeyen insanlar var.
Elektriğin gittiğini unutup düğmeye basıp, sonra tekrar basıp “Ulan şimdi bu açık mı kapalı mı” hissi diye de bir şey var. Bence açık.
Sana sarılmayı o kadar çok seviyorum ki. Çünkü o sırada yüzüne bakmam gerekmiyor.
Bir kadın atasözü der ki: Anlamsız trip yoktur, onun sebebini anlayamayacak kadar geri zekalı erkek vardır.
Attığımız mesaja cevap gelmeyince “geri alma” tuşu olmalı.
E-okula giricem ama cilt numarası falan istiyor, benim cildimde numara yok ki.
Sırf duvarlar üzerime gelecek mi diye sevgilimden ayrıldım. 3 Gündür ne gelen var ne giden. O değil karıdan olduk lan.
Tadı tuzu olmayan hayatıma, meşrubat gibi girdin bir anda.
Her gülüşün bir nedeni var! Bir de içine edeni var! Hepsi bu.
Tesadüfen doğduk, mecburen yaşıyoruz.
3 notes · View notes
rivayett-blog · 8 years ago
Text
20 Şubat
21 Şubat) Çok özledim. İçimde büyük bir sıkıntı var. Bazen ağlamak geliyor içimden; beceremiyorum. İçimdeki sıkıntıyı da atamıyorum. Sürekli aklım onda. Ama hayat devam ediyor (bu da çok can sıkıcı). Okula gidiyorum, derslere giriyorum… Hatta bugün hiç ders kaçırmadım. (13:49) fotoğraflarımıza baktım biraz önce. İlk fotoğrafımız, senin bana kötü baktığın fotoğraf… bu notlarla rahatlatıyorum kendimi. Engeli kaldırmışsın o beni biraz daha rahatlattı. Belki de profili kapattın. Özlemiyorum. Üzülüyorum. Çok üzülüyorum. Senin başkasını sevme ihtimalinden korkuyorum bu ara verdiğimiz zamanda. Bu sabah ağlayarak uyandım. Gözümden bir damla yaş aktı. Sağ gözümden… (20:27)
22 Şubat) Snapini gördüm. Bu kadar mutlu gözükmen moralimi bozdu. İnan, bende o snapleri atacak hal bile yok. Demek arada beni unutabiliyorsun. Ne diyeyim ki. Çok kötüyüm tahmin edemezsin. (00:50) Dünden daha iyiyim. Hala sıkıntı var içimde. Arayacaksın ya da mesaj atacaksın, biliyorum. Onu bekliyorum. Her geçen gün geri dönmeyeceğini düşünüyorum. Umudum tükeniyor. (14:10) Özledim… (17:31) Biraz önce bensiz daha iyi olduğunu öğrendim. Bu sefer ben seni, senin beni sevdiğinden daha çok sevdim. Her şeye rağmen kabul et bunu. Söyleyecek çok şey var da tıkanıyorum. Bu notları bir gün okumanı isterim. Ben, senin beni beklediğin kadar uzun bekleyemem. Tanırsın beni. Ama bu sefer seni gerçekten sevdim. “En çok neyimi seviyorsun?” diye sormuştun. Kokunu seviyorum. Arada burnuma geliyor hala kokun. Biteceğini bildiğim için koklamak istemiyorum. Çok şey söylerim, istesem mesaj da atarım, ama yapmayacağım. Eskiden ulaşmayı arzuladığım şeye şimdi, seni severken ulaşmak çok koydu bana. Beni artık sevmiyorsun, biliyorum. Sen sorduğumda bunu söyleyemesen de biliyorum. Ne kadar özür dilesem boş, onu da biliyorum ki özür dilemek sadece senin için değil, benim için de bir şeyi değiştirmiyor. Özürlerim benim sana yaptıklarımın, senin de beni sevmemenin acısını dindirmiyor. Yani aslında özür dilerken sadece senden değil kendimden de özür diliyordum. Bilmiyorum özür dileyince geçer belki; öyle zannettim. Gördüm ki yanılmışım. Bu en uzun notum oldu galiba. Belki de son notum. Her ne kadar bu söylediğime inanmasam da… Ben seni gerçekten sevdim. Sana ilk günlerde söylediğim şeyleri unuttuğun için beni anlamadın. Her geçen gün de daha çok sevmek için çabaladım. Senin sevgine yetişmek için. Geçmişteki sevgine… Şu anda sadece mutlu olmamanı istiyorum çünkü bir tek benimle mutlu ol istiyorum. En çok da başka biriyle sevgili olmandan korkuyorum. Olacaksan sonra ol. Ben sana olan sevgimi yendikten sonra. Biliyorum ki bir daha gelmeyeceksin. O yüzden artık seni beklemeyeceğim; kendi sevgimle savaşacağım. Bir de şimdi paketimdeki son sigaramı içeceğim. (22:01)
23 Şubat) Hala seni düşünüyorum. Belki de sen şu anda kızlarla sohbet ediyorsun, belki film izliyorsun, belki mesajlaşıyorsun… beni düşünme ihtimalin bunların yanında çok düşük. Seni suçlayamam bunun için. Her notta biraz daha rahatladığımı farkediyorum. Beni kaybediyorsun. Seni kaybettim… (02:52) Düşünmekten yoruldum artık… Aklımdan çıkmıyor. Umut tükeniyor. Sıkılıyorum. Bir sabah uyanacağım -belki de yarın sabah olacak o sabah- seni unutmuş olacağım. Aniden… Böyle olmamalıydı. Beni eski Emre yapman umuduyla gelmiştim sana. Senin de halin yoktu buna biliyorum. Benim bencilliğim. Umarım bir gün beni affedersin. Beni sevdiğin kadar birini seversin umarım. Benim yapamadıklarımı yapar sana belki… Duyguları dile dökememek ne kötü bir şeymiş. Çok kez tattın bunu demi. Biliyorum. Affet beni. Her boku biliyorum da hiçbir şeyi beceremiyorum. Galiba gerçekten seni anlamıyorum. Beni affet. Bir gün yine beni sever misin? Seversen ve ben de başkasını seviyor olursam yine affet beni. Fazla da bekleme. Hatta hiç bekleme beni. Yorulma artık. Tam şimdi mesaj atsan hiçbir şey hissetmem herhalde. Kaybediyorum duygularımı Cansu. Buna ağlayabilirim işte. Bir gün beni sevgiyle saygıyla yad edersin umarım. Anla beni… (03:16) Sesini duydum yarım saat önce. Biraz kırgındı. Belki yeni uyandığından böyleydi belki çok derin bir üzüntü içindeydin. (17:06) Yarım kaldı notum. Ne diyordum. Evet. Beni sormadan telefonu kapatırsın diye çok korktum. Sorman hoşuma gitti, umut verdi. Ama çok durmadın üzerimde. Acelen vardı zaten. Şimdi dönsen bana, mesaj atsan mesela, beni bu halde bıraktığın için, yani 21 Şubat'tan önce olduğum gibi olamayacağım sana; biliyorsun bunu değil mi? Ama seni hala özlüyorum… Cansu çok özledim. Hem de çok. Tamam belki biraz abartıyorum şu anda özlemimi ama bu halimin tek ilacı ya sensin ya da unutmak. Ben seni istiyorum. Sana bunları yaşattığım için ne kadar üzgünüm bir bilsen. Yüzüne tükürülesi bir adamım ben. Haklısın aslında. Ben olsam sana senin yaptıklarının hiçbirini yapmazdım. Şimdi yapsan benim yaptıklarımı, yine yapmam gelecekte senin yaptıklarını. Bu kadar karışık yazmakta kötü bir şey ama sen anlarsın beni. Beni en iyi sen anlarsın. Artık burası da yetmeyecek gibi bu notlara. Ama hep böyle yazmak istiyorum düşündüğüm ve hissettiğim şeyleri… Erken dönmen dileğiyle… Çünkü sen dönmedikçe ben bitiyorum. Bırak günleri saatler, dakikalar bile aleyhimize işliyor şu anda. O kadar uzun zamanlar… Yani şimdi değil de bir saat sonra mesaj atsan, bambaşka duygularım olabilir sana karşı. Kendimden emin değilim. Çok karışığım… Her zaman farklı bir sürprizim oluyor sana değil mi? Daha önce neler neler yaptım, şimdi neler yaptım. Sürprizler böyle kötü de olabiliyor demek ki. Herkes “sürpriz"in kelime anlamını yanlış biliyor. Bilmiyor, hissediyor. Hep "iyi bir şey” algısı yaratıyor. Ben öyle olmadığını öğrendim. Sen öğrettin. Daha doğrusu senin sayende öğrendim. Her neyse işte. Konumuz o değil. Konumuz sensin. Konumuz sensin, düşüncemiz sen, duygumuz sen, özlemimiz sen… Aşk? Aşk tükeniyor, zaman işliyor… “Beni sevmiyor muydun?” diye sordum ya telefonda. Onu ‘geri döner misin acaba’ diye sordum. Sen beni sevdiğinde hep peşimdeydin çünkü. Şimdi bilmiyorum. Bilmemek bana güven vermiyor. Bilsem “dönecek yeeaaaa” felan diye gezeceğim ortada. Sevmediğine emin olsam, yoluma bakacağım ben de. “Şu kız güzelmiş” diyeceğim kendi kendime, “Bana mı baktı lan?” diye düşüneceğim… Şimdi her “Güzel kızmış.” dediğimde sen geliyorsun aklıma. Sana ihanet ediyormuşum gibi. Oysa ki sen yoksun. Sadece ben varım… Sende bakıyor musun erkeklere artık? “Yakışıklıymış lan.” diye? Sen pek 'lan’ demezsin. Bakıyorsan bile benim gibi ihanet ediyormuş gibi hissediyor musun? Bakamıyorsun bile belki de… Galiba Can, içeride senin sevdiğin Arix'i dinliyor. O şarkı mı emin değilim. Kontrol edeceğim bu not bitince. Çok yazdım yine zaten okuması zor olacak. Sana zorluk çıkarmayayım daha fazla o zaman. Yeterince çıkardım zaten. (17:40) Uyumuşum. Senli rüyalar gördüm. Bayağı uzun rüyalar. Hatırlamıyorum şimdi. (20:40)
24 Şubat) Saçlarını boyatmışsın. Görüyorum ki hayat senin için oldukça iyi gidiyor. Bencilim. Buna sevinmem gerekiyorken daha çok üzülüyorum. Kusuruma bakma, geç sevdim biraz. Ama çok sevdim. Çok üzgünüm… “ Kirvem! Hallarımı aynı böyle yaz. Rivayet sanılır belki…” (02:07) Ben böyle yaşayamam. Sonu belli olmayan bir özlem içindeyim. Günlerim bok gibi geçiyor. Bu aralar en çok “Mal gibi oldun.” sözünü duyuyorum mesela. Gülünecek haldeyim. Dikkatsizim. Gittiğinden beri 1 sayfa okumadım mesela. Bugün biraz ders çalıştım sadece… Sen gitmeden önce sigarayı bırakmayı düşünüyordum. Şimdi halimden en iyi o anlıyor; e benim de dertleşecek birine ihtiyacım var, içiyorum. İnsanlar bu halimden sıkıldılar. Böyle olamam ben, yaşayamam. Konuşmuyorum mesela artık… Aylak bir adamım ben. O da kitapta sevdiği kadını bulduğunu zannettiği anda kaybediyordu. Ondan öncesi hep düşünmeden, içgüdüsel hareketler… Hala gittiğine inanamıyorum. Gittin mi? Rüyalarımın baş karakterisin bu aralar. Söylemiş miydim? Ha evet, daha fazla unutkan oldum gittin gideli. Acıkmıyorum da artık. Hissetmiyorum. Atıştırıyorum öyle… Ya özleminden öleceğim ya da unutacağım. Hangisini istersin? İkisi aynı fiyat. Yaparız bi güzellik, sen keyfine bak… Demek her şeyi öğrendikten sonra beni hiç sevmedin… Sahteden elimi tuttun yani, öyle mi? Sahteden güldün, sahteden öptün (ki evet öpüşlerin çok sahteydi.) sahteden sarıldın, öyle mi? Bir tek ağlayışın gerçekti. O da hep kendine acıdığın için ağladın. Oysa bilsen gözümde ne büyük lütuftasın. Ama haklısın, benim gözümün ne önemi var… Belki de bütün not boyunca seni suçladım. Suçlu benim, beni yanlış anlama. Senden sadece beni sevmeni bekledim. Sevdiğine de inandım biliyor musun? Güzel zamanlardı evet. Bunları sana yazamadığım için yazıyorum. Ne kadar sürecek dersen bilmiyorum… En çok seni başkasıyla hayal etmek koyuyor biliyor musun? Sen şu anda başkasını sevebilirsin. Ben sevemem. Ben senin 2. Ali'n oldum galiba. Bundan sonra ben de senin peşinden koşacağım, bir don şans isteyeceğim. Sen kabul etmeyeceksin. Belki aklın başkasında olacak o sıra belki de yapamayacağını bildiğinden uğraşmayacaksın. Ama merak etme, sen bana dönmek istemezsen ben senin peşinde koşmayacağım. O hatayı yapmayacağım. Ali kadar sevmediğimden değil seni, kendimi daha fazla küçük düşürmek istemediğimden. Belki de Ali kadar sevmemişimdir seni kim bilir. Bu söylediklerim Ali'nin sevgisiyle yarışabilmem için bir kıstas mı sence? Sevgi böyle mi yarıştırılır? Ya da ben kimim? Bir de Gökhan var. Kimsenin sevmediği ama senin sevdiğin… Bak artık beni de kimse sevmiyor. Onunla da ortak bi yönüm var. Hepimizin kesişimi sen… Cansu’m… Bu kelimeyi ne kadar içten kullanıyordum… ah o zamanlar… Çok mutlu olabilirdik. Hem de çok… Ben bunları yapmasaydım tabii. Haydi ben bunları yaptım da sen neden bu kadar taktın? Mutlu olmamızdan daha mı önemliydi yaptıklarım? Yoksa sen mi mutlu olamadın? Ya da belki biz olamadık… “Madem beni bırakıp gittin, yazsınlar adımı bir mermere” (03:00) Bugün çok rahatım. Neden bilmiyorum. Artık sadece yalnız kalınca aklıma geliyorsun. Aklıma gelmekten kastım canımın sıkılması. Yoksa aklım hala hep sende. Azap içindeki hallerimden biraz olsun kurtuldum. Bunda en çok Havva'yla konuşmamın etkisi var. Sana söylememesi gereken şeyler ve şeyleri söylemiş. Seni unutmadan beklemem gerekiyor hakikatte. Ama bu şekilde yapamam Cansu. Yaşayamam böyle. Kaç gündür ne doğru düzgün yemek yedim su içtim, ne düşünebildim ne konuşabildim. Ne zaman döneceğinin belli olmadığı tarihe kadar ben bekleyemem öyle. Yaşanmaz çünkü. Bir sürü dersim, ödevim, kitabım var. Anla beni… Bak şimdi yalnız kaldım ya yine azaplara sürükleniyorum… Normal yaşantıma dönüp hayatımı idame ettirmem gerek. Mesela şimdi bir çay alacağım gidip; şayet annem çayı dökmemişse. Sonra Aslı'nın bana söylediği dizinin ilk bölümüne bakacağım. Telefonum şarj olduktan sonra kitap okuyacağım. Telefondan kitaptaki kelimelerin anlamına bakacağım. Sonra gece olacak yatağıma gireceğim snaplere, Twitter'a, İnstagram'a bakacağım. Snaplere bakarken belki de senin attığın snape denk geleceğim. Yine üzüleceğim. Spotify'ı açıp şarkı çaldıracağım seni daha iyi düşünebilmek için. Sonra bulamayacağım adam akıllı bir şarkı. Eskiden benim gibi olan insanlar ne yapıyormuş acaba? Mecnun mesela. Açıp kederli bir Ahmet Kaya ya da ne bileyim Ezginin Günlüğü dinleyememiş hiç. Dağa taşa vurmuş kendini. Ferhat da öyle… Ben de öyleyim sayılır zaten, şarkı bulamıyorum. Ben de yatıyorum öyle… En çok senin orada gülebiliyor olman, sohbet edebiliyor olman bana koyuyor, söylemiş miydim bunu? Çünkü ben kaç gündür bunların hiçbirini yapamıyorum adam akıllı. Neşeyle gülemedim hiç. Hep bir burukluk gülüşlerimde… Bugün ilk defa adam akıllı kütüphaneci abiyle konuştum. Bana kitap nasıl alınır onu tarif etti. Ben pek konuşmadım aslında. Konuşmaya ihtiyacı varmış galiba, hiç fırsat vermedi ki konuşayım. Öyle işte… Ben böyleyim. Sen nasılsın? (20:11) Onur seninle konuşup ona göre bana bekle ya da bekleme diyeceğini söyledi. Bekleme demesine de hazırım bekle demesine de. Her aradığında beni soruyormuşsun. Neden soruyorsun anlam veremedim. İçimden bir ses Onur'un bana bekleme diyeceğini söylüyor. Bu beni biraz yıkar aslında, yalan söyledim. 15 Ocak'tan beridir sana söylediğim ilk yalan olabilir bu. Biraz dertlere salar bu beni, biraz kötü olurum. Onur bana senin de merak ettiğin bir soru sormuştu geçenlerde. Artık hangi gün hangi olaylar oldu hatırlamıyorum biliyor musun. Komik aslında. Ama acı. “Ne oldu da böyle sevdin?” diye sordu bana. Sen bu sorunun cevabını “Vicdan” olarak veriyorsun. Belki Onur'a da bahsettin bu düşüncenden. Onur da bana sordu. Çünkü ani bir soruydu bu. Biraz sorudaki vurgu böyle hissettiriyor bana. “Bilsem böyle olmazdım herhalde.” dedim. Bilmiyorum hala. O kadar da ciddi düşündüm ki seninle, her şey hazır olsa yarın evlenirdim. Evlendiğimiz zamanları bile düşündüm. Ne mi oldu da böyle oldum? Bilmiyorum. Eğer ki Onur bana bekleme derse, yıkılırım. Göz pınarlarım dolar yine. Sen silmezsin bu sefer. Yandan süzülerek gider böyle, nereye gittiğini bilmeden… Ama hayatıma devam ederim. O gözyaşı gibi. Nereye gittiğimi bilmem belli bir süre, evet, ama buhar olmam. Ah Cansu Ah. Cansu’m değilsin ya artık, çok üzülüyorum. Ben yaptım, ikimiz çekiyoruz. Biraz da Onur çekiyor. (22:11)
25 Şubat) Artık daha rahatım. Yavaş yavaş kendime gelsem de seni düşünmekten kaçamıyorum. Aklımın tahtındasın sanki. Her düşüncenin sonu sana bağlanıyor. Ama artık daha iyiyim. İnsanlarla daha az konuşuyorum. Onların yanındayken çok sıkılıyorum. Sebepsizce bir sıkıntı oluyor içimde. Daralıyorum, kalkıp kaçasım geliyor yanlarından. Yani anlayacağın hala sana ihtiyacım var. Söylenecek söz az, hissedilen şey fazla… Sensizliğin beni bu kadar kötü yapacağını bilemezdin değil mi? Ben de öyle düşünüyorum. (19:02)
26 Şubat) Bugün -aslında dün- az not tuttum sana. Çok güldüm çünkü bugün. Artık gülmem gerekiyor çünkü. Anlarsın beni. 2 defa kalbime ağlama hissi dayandı bugün, tuttum. Biri şu anda oluyor. Yine tutacağım. Her geçen gün bu tuttuğum notlar anlamsızlaşıyor. Çünkü her geçen gün bitiyor sana olan sevgim. Bekleme hissim azalıyor. Artık arkadaşlarım bile normale dönmem gerektiğini düşünüyorlar da söyleyemiyorlar. Bilirsin işte arkadaşlarımı Haşim, Murat vs. Murat Cansu'yla çıkıyormuş biliyor musun. Söylemiştim ya sana bunların arasında bir şey var diye; bugün öğrendim. Yine yanılmadım sezgilerimde. Artık bunların muhabbetini yapabiliyorum. Önceden hiç konuşmuyordum neredeyse… Bir gün bana “Emre ben öpüşmek istemiyorum.” demiştin, hatırlıyor musun? Öpüşmek… Sana hep zor gelmişti bu eylem biliyorum fakat hiç kaçmamıştın yapmaktan. Sen o lafı söyleyince “Cansu'nun değişiminin yan etkileri işte.” diye düşünüp gülümsemiştim. Öyle değilmiş meğer… Sen bana olan sevginden şüphe ediyordun büyük ihtimalle. Aslında iyi ki de öpüşmek istememişsin biliyor musun. Çünkü o zaman seni daha çok sevebilirdim ben. İnanmazsın sen böyle eylemlerin sevgiyi daha çok artırdığına belki ama, sende beni ilk öpüşmemizden sonra o kadar çok sevdin. Büyük eylem öpüşmek… Seni kaybetmek de öyle… Belki bir gün ayrılacaktık, yapamazdık belki seninle ben, ama böyle olmamalıydı en azından. Ben bunu hiç kabullenemedim çünkü… Çünkü çünkü çünkü… Ne kadar çok 'çünkü’ dedim. Sana bir şey anlatırken çok kullanıyorum bu kelimeyi. Ya ben sana kendimi ifade edemiyorum ya da sen beni anlamıyorsun. Büyük ihtimalle sen beni anlamıyorsun… Ben sana çok yük yükledim hayatında, çok şey çektin. Bense hiçbir şey çekmedim. Sen o küçük dünyanda büyük sorumluluklar aldın sırtına. Bense büyük dünyamda oldukça refahtım, öyle gezdim aylak aylak. Çünkü senin gönlün büyüktü… Sana aylak adam'dan bahsettim mi yukarıda bilmiyorum; bakmayacağım şimdi yazdım mı diye; uzasın gitsin not. Aylak adam da hayatını aylaklık yaparak geçirirken otobüse binmek üzere olan kadını hayatının aşkı zannediyor. Koşuyor peşinden… Kadın otobüse binip gidiyor. Hayatının aşkını kaybediyor. Aramızdaki tek fark belki de o hayatının genelini hatalarla dolduruyor, ben sana karşı hatalarla doluyum… Gözümün önünde senin bu notları okurken ağlayışın canlandı şu an… Kesin ağlarsın sen. Bana olan sevgini artıracak bu notlar okuyunca. Eğer birlikte olursak tabii. Yok, sen benden çoktan vazgeçmişken okursan bu notları, yine ağlarsın herhalde ama nasıl bir etki yaratır sende, onu bilmiyorum işte. Seni değil, kokunu özlüyorum daha çok. Parfümünü değil, teninin kokusunu. Biz öpüştükten sonra ağzımda kalan o hissi de çok özledim aslında. Onun özlemini çok duydum. Senden ayrıldım ama senden kalan hisler yakamı bırakmadı… Ha, parfümünün markasını öğrendim bu arada. Paris Hilton. Arkadaşım sıkmış, ona sordum. “Sevdin mi?” diye sordu, “Cansu'nun parfümünden.” diyemedim. Bilmiyorlar ayrıldığımızı, hala sevgiliyiz sanıyorlar. Ama diyemedim işte. “Güzel” dedim onun yerine. Kimse bir şey anlamadı. Cansu da biliyordur artık ama. Murat anlatmıştır her şeyi. Ceylan kızın adı, sen sorarsın birlikte olursak “Kimmiş o benim parfümümü sıkan kız?” diye. Onlarla oturduk geçen dersten çıkınca, dün. Otururken sana ihanet etmişim gibi hissettim bir an. Dedim “Cansu bilse ne kadar kızardı şimdi.” diye. “Benim niye haberim yok?” olurdu kuracağın ilk cümle… Kokunu özledim. Aşık mıyım? Kendime bile itiraf etmekte zorlanıyorum bunu. Hep bana yabancı gelen bu kelime. Aşığım galiba. Bu notlar seni ümitlendirmesin ama, beni biliyorsun. Sana hiçbir zaman söz veremem ben sonsuza kadar gidecek diye. Şimdi sen beni yine çok seversin felan. Bundan korkuyorum. Bu sefer seni o sevgiyle terk etmekten korkuyorum. Hoş neden bahsediyorum? Zaten ayrıyız. Sen ayrıldın da ben ayrılamadım galiba. Bu ayrı kaldığımız sürede beni affedebilirsin umarım… Çok konuştum yine… (01:48) Sonu sana bir şekilde bağlanan, senli rüyalar görmeye devam ediyorum. Senin olmadığın rüyalar gördüğümde kızıyorum kendime… Çok özlüyorum… (10:21) Hala özlem doluyum. İçimde bir sıkıntı var hala. Bugüne sen bana dönmüşsün gibi içimde bir aydınlıkla başladım. Belki de o hatırlamadığım rüyanın etkisinde kalmıştım. Ama gün geçtikçe içimdeki sıkıntı aydınlığı yendi. Büyüdükçe büyüdü, her şeyi ele geçirdi; hala da geçiriyor. Dön artık. Ya da dönmeyeceğim de rahatlar belki o zaman bu beden. Öyle uzun şeyler yazmayacağım şimdi. Artık günün %7'lik bölümünü seni düşünmeden geçirebiliyorum. Bu oran her geçen gün artacak ve bir gün artık seni hiç düşünmeyeceğim. Senin beni daha az düşündüğün gibi. Sen iyi bilirsin bir insanı bütün gün düşünmek nasıl bir şey. Ama geçmişten bilirsin, şimdiden değil. Neyse çok konuşuyorum yine. Bu sefer o kadar konuşmayacağım. Belki gece yazarım. (19:01)
27 Şubat) Tam bir haftadır ayrısın. Ayrıyız diyemem zira ben ayrılamadım. 7 gün oldu. Einstein der ki bir teorisinde, zaman görecelidir. Yani herkese göre farklı işler zaman. Bana bu 7 gün öyle uzun geldi ki sana anlatamam herhalde. Yaklaşık olarak 2 ay geçmiş gibi hissediyorum. Daha net bir sayı istersen 65 gün. 65 gündür ayrıyız aslında. Bence geri dönebilmen için gayet uzun bir süre. Artık beklemek istemiyorum. Zaten uzaktasın… Ha sorarsan bu 65 günde neler yaptın diye, hiçbir şey yapmadım. Yaklaşık olarak 59 günü seni düşünerek, senin nasıl olduğunu merak ederek vs. geçti. 3 gününü uyuyarak geçirdim herhalde. 1 gün derslere girdim. O girdiğim derslerde de seni düşündüm aslında ama saymıyorum onları. 2 gün gerçekten seni düşünmeden geçti. Yemek yedim, kitap okudum, dizi izledim o 2 günde de… “Artık istediğin kadar canımı yakabilirsin. Hiçbiri bu kadar acıtmaz ama…” gibisinden bir cümle kurmuştun telefonda. Merak ediyorum, bu 65 günde hiç canını yaktım mı? Benim canım çok yandı çünkü, farkında olmadan seninkini de yakmışımdır belki. “Sevmiyor musun beni artık?” dedim sana, cevap veremedin, lafı geveledin. Sevseydin derdin diye düşünüyorum. Sevmediysen niye diyemedin?.. Böyle şeyler düşünüyorum bütün gün. Ama artık sadece özlüyor ve düşünüyorum. Sevgimi bazen hiç hissetmiyorum… Sen benden ilk defa ayrıldın. İlk defa sen hayatımdan çıkma kararı aldın kendi kendine ve uyguladın. Çok nefret ettin benden biliyorum, hala da ediyorsundur. Öyleyse neden hala yazıyorum?.. Elbet ki severiz birilerini. Elbet ki öperiz, öpülürüz. Elbet ki bizi de bekler birileri merakla, aşkla, heyecanla, hüzünle, sevinçle, özlemle… Peki, biz? Bekleyecek miyiz bundan sonra birbirimizi? Ben hala bıraktığın duraktayım, haberin olsun. Belki gelmek istersin. Ben seni hep bıraktığım durakta bulurdum. Sen de beni bul. Öylece bekliyorum. Gözümü hiç ayırmadım yoldan. Tamam, arada bakmadığım oldu ama aklım hep orada. Kalp gözü… 6 senedir hayatımdaydın. Ayrılmak öyle kolay mı sanıyorsun? Benim için de zaman alıyor işte… Artık daha az yazabilirim. Aldı başını gitti not zaten. Artık yazmayadabilirim. Bu notlar beni çok rahatlattı. Rahatlamak istemiyorum. Gelirsen, bekliyorum hala. Biraz kırgınım, ama olsun hallederiz o küçük şeyleri. Söyleyeceklerimi unutuyorum… Ha evet, gelirsen senin içtiğin sigaradan var bende de. İçinde 4-5 çöp kaldı ama olsun, içer bitiririz beraber. Sen gittiğinden beri sigaradan dahi nefret ediyorum. Ama inatla içiyorum. Artık sana dair dokunabileceğim, bana en yakın olan şey sigara oldu. Sen dönersen bırakırım herhalde. Hiç sesin çıkmıyor senin de. Merak ediyorum. Artık Onur da adam akıllı bir şey anlatmıyor. Neyse, laf uzuyor. Kendine iyi bak (02:01) Az önce seninle konuştuk. Notları istedin. Merak ediyorum diye direttin. İlk başta atmak geldi içimden ama sonra vazgeçtim. Bitince atacağımı söyledim. Hala nefret dolusun bana, hala kin dolusun. Laf sokup gittin. 1 haftadır ayrısın benden, hiçbir şey değişmemiş oysa ki. Ben o bir haftada büyüdüm, sessizleştim, sustum çoğu zaman, yaşlandım, ağladım, gülmeye çalıştım, tebessüm ettim… Bunların hepsi bende öyle değişiklikler yaptı ki. Sana olan sevgim azaldı mesela, özlemim büyüdü, acısı azaldı sensizliğin. Sense bir laf daha sokup gittin… Canın sağolsun… Hastaymışsın, “Neyin var?” diye soramadım. Sen de sormamı istedin de soramamamı anladın. Seni düşünmekten helak olmuşum, seni hala atın arkasına bağlayıp sürüklüyorsun. Ama artık acıtmıyor o kadar. Eskiden ne yakardı canımı. Şimdi sensizlik daha çok koyduğu için, bunlar sadece bir damla yaş… Belli, hala affetmemişsin beni. Herhalde senin bu kinin hiç bitmeyecek. Olacak mıyız acaba diye zorlamam da manasız gibi… Kafamın içindeki güneydoğulu abi güzel şivesiyle öyle söylüyor: “zorlamak manasızdır ha!” Galiba haklı da… “Bitince veririm.” dedim; “Ne zaman biter?” demedin. İyi ki de demedin. Bu soruyu beklerdim senden aslında ama sormadın. Aklımdaki cevap “Dönmezsen, aşkımın bittiği gün bitecek. Dönersen, kendimi ne zaman hazır hissedersem.” olacaktı. Neyse… Arada yaz böyle. İçine atma kinini, daha büyük hastalıklar yapar. Benden çıkar ona da razıyım, hasta olma da. Ama sen yaz. Sinirlendikçe yaz mesela. Özlemim geçer benim de belki… Hala sana gönderip göndermemekte kararsızım ama göndermeyeceğim galiba. Henüz değil. (03:31) Hiç mi özlemedin? Hala kızgınsın bana biliyorum ama hiç mi özlemedin? Sadece nefret var sende. Şu an iyi ki notları atmamışım diye düşünüyorum. Bu notlar senin nefretini yenemeyecekti çünkü. Ne anlamı kalırdı ki o zaman notların. Önemli olan sende yeniden sevgi uyandırması, beni affetmeni sağlaması değil mi notların amacı? Evet, değil. Böyle olsa sevinirdim ama bunun için yazmıyorum. Sadece kendimi rahatlatmak gayem. O zaman neden sana okutmayı düşündüğümü sorabilirsin. Sadece neyi kaybedeceğini veya kazanacağını görmeni istiyorum. Ben çok şey kaybettim. Kendi kendime bok ettim. Sen de kaybedecek gibisin. Benziyoruz bu açıdan birbirimize… Özledim bayağı. Sen özlemesen de sevmesen de ben özledim… Ben yine bayağı kötü oldum. Neden yazdın ki. Ne güzel kendi kendime mücadele ediyordum. (11:08) Okuldayım. Moralim bozuk. Canım sıkılıyor. Tek başıma seni düşünüyorum. Düşünmek tek kişilik bir eylem… Sigara eskisi gibi tat vermiyor… Ne yazacağımı bilmiyorum. Sadece canım sıkılıyor. Yazacak bir şey bulamıyorum artık. Sanırım bitti notlarım. Sana göndermem gerekiyor galiba… Yanımdaki 2 kız 1 erkek iddaa konuşuyorlar. Kız da iddaa oynuyormuş. Duyduğumun ilk 4 dakikası garip geldi ama olabilir gözüyle bakmamız lazım. Kız zaten pek anlamıyor. Gidiyorlar şimdi… Arabanın orada 2 erkek daha futbol konuşuyor. Ben seni düşünüyorum… Cebimde 10 lira, kartta 5 lira var. Cansu neden bu kadar büyüttün? Boş verebilirdin aslında. Ben o kadar kötü oldum ki sadece siktir etmeni istiyorum şu an. “Çok takıyorum, evet, haklısın.” felan demeni isterdim. İstenilen her şey olmuyor demek… Derste çok sıkıcıydı. Ne olduğunu bilmediğim bir metini çeviriyoruz. Edebiyatta 'tahlil etmek’. Yazacaklarım yok şimdilik. Yine böyle hissedersem gönderirim sana notları. Okuyunca bir şeylerin değişmesini istiyorum, bekliyorum ama olmazsa boşluğa düşerim. Bu notlar dolduruyor o boşluğu. Mesela dün sana gönderseydim notları şimdi boşluktaydım. En çok bu yüzden göndermedim… (16:56)
28 Şubat) Hala özlüyorum. Not yazmak artık içimden gelmiyor. Nedense bugün öyle oldu. Şimdi de öyle oldu. Sevgim seni bekledikçe tükeniyor. Şimdi olsan “Ben seni kaç sene bekledim.” felan derdin. Ben seninle mutlu olmak istiyorum. Seninle olan mutluluğun peşindeyim. Sensiz mutsuz oluyorum ve bu hayatta herkes mutlu olmak için yarışıyor. Bu yüzden okuyor, bu yüzden çalışıyor, bu yüzden yemek yiyor, bu yüzden aşık oluyor… Ve ben seni bekledikçe, sen daha ulaşılmaz oluyorsun. Ama anla beni, mutlu olması lazım bu insanlığın. Bu insanın da seninle mutlu olması lazım. Bugüne kadar senden hiçbir şeyi bu kadar içten istemedim herhalde; unutmanı. Artık mutlu olmak varken, buna bu kadar neden takıldığını anlayamaz oldum artık. Yanlış anlama, haklısın takılmakta. Herkese göre haklısın hatta. Sandık koysak tüm Türkiye'nin önüne ve sorsak “Cansu haklı mı haksız mı?” diye, %99.9'la sen kazanırsın seçimi. O küçük dilim de ben ve benim gibi aptalların kullandığı oylar olur. Bi kısmı da yanlış yere mühür basan amcalar, teyzeler… Onlar fazla iyi görmezler, onları affetmen kolay olur…… Cansu gerçekten özledim. Yani öyle özledim ki bu özlem artık yoruyor beni, enerjim bitti. Sen hiç mi özlemedin be kadın!? Sen de özlersin. Seviyorsan, özlemişsindir bile. Şimdi geri dönmeye korkuyorsun belki de. Çünkü yine seni üzeceğim. Hiç üzmesem, kavga ederiz yine üzerim seni… Hala seviyor olduğunu düşünmek beni rahatlatıyor. Geri dönmeme ihtimalin beni öyle çok korkutuyor ki hiçbir şeyden bu kadar korkmamışımdır herhalde. İçimdeki çocuk bu ihtimalden dolayı tir tir titriyor. Kalbim biraz daha hızlı atıyor bu ihtimali aklıma getirince… Şimdi tamamen yalnızım aslında ama ben ayrılamadım ya senden, hissetmiyorum bu yalnızlığı… Bu yaşadığım acı o kadar büyük ki senin ayrılma sebebin komik geliyor bazen bunun yanında biliyor musun? Şimdi bunu okuyunca bana yine kızacaksın biliyorum ama gerçekten çok zor durumdayım. Ben ne oldum? Ben kimim?…… Artık bana kızma. İçine de gömme. Hasta olursun. Kız bana gerekirse. Ayrı kalmanın süresini de uzatabilirsin, hatta affedemezsen hiç dönme ama içine atma….. Ne zaman istersen o zaman dön bana. Yadırgamam, küçümsemem, alay etmem, gururunu incitmem. Sadece kocaman sarılmak isterim. Omzuna küçük bir damla düşer becerebilirsem. Kokunu çekerim ilk fırsatta içime. Sonra izin verirsen öperim. Ama gururunu incitmem. Hatta o kadar mutlu olurum ki içimin kışları biter, yazı gelir. Her yerde cırcır böceği sesi, kelebekler, yeşil yeşil çimenler, ağaçlar… Kışın ortasında gel istersen, istersen yazıma yaz kat. Ama kendimi tanımıyorum, o kadar bekler miyim bilmiyorum. Dedin ya “istediğin kadar acıtabilirsin canımı artık” diye, acıtamam artık ben senin canını. Kıyamam… sen ağlarsın, benim göğsüm ağrır… saatlerce edebiyat parçalayabilirim ama yarın erken kalkacağım. Kalkacağız… Önce başrolünü oynadığın bir rüya göreceğiz. Sonra seni düşünerek esneyeceğiz. Okula küfredeceğiz beraber. Yolda seni düşüneceğiz. Sonra, arada ders dinleyeceğiz arada seni düşüneceğiz. Aralarda da öyle. Fırsat oldukça seni konuşacağız belki. Sonra seni yazacağız buraya belki. Sonra seninle eve döneceğiz tekrar. Yemek yiyeceğiz. Karnımız aç! Sonrası gelecek bir şekilde… Seninle beraber yaşıyorum sen yokken gördüğün gibi. Bir tek sen bilmiyorsun. Ha unutmadan, çoğunlukla seni özleyeceğiz beraber. Seni düşünmek sadece düşünmek değil, bunu iyi bilirsin aslında. Özlemek, sevmek, merak etmek, aranmak, anmak demek seni düşünmek. Öyle ucuz bir şey değil seni düşünmek. Kolay, hiç değil! Seni düşünmek gayet lüks bir şey. Seni düşünmek, paha biçilemez… Seni düşünmek, bile bile canını acıtmak demek… Sen az bir şey misin? (02:10) Güne ve sana merhaba! Sensiz geçen günlerin taa amına… İçimde sensizliğin vermiş olduğu büyük bir sıkıntıyla uyandım bugüne. Sen anlamazsın. (08:49) “Piraye gibi olunca Ne kalabiliyor insan Ne de tamamen gidebiliyor.”
Seni anlatmış Nazım. Ben Nazım, sen Piraye. (13:49) Bazen snaplerinde fotoğraflarını görüyorum ya, özlemim 3 kat artıyor. Seni sevmek böyle bir şey galiba. Artık dayanamıyorum bu özleme. Seni orada aciz bırakmışım gibi hissediyorum. Biliyorum güçlü bir kadınsın, tek başına da yaparsın ama ben o kadar güçlü değilim. Seni öyle hastanede felan görmek beni bitiriyor. Lütfen artık affet. Bana öyle affedememenin teferruatlarını anlatma. Artık işlemiyor. Sadece ya affetmeni ya da affetmemeni istiyorum… Artık topal geziyorum, eksik duyuyorum, az görüyorum… Artık bu notları yazmak bile zor geliyor, rahatlatmıyor. Alışmaya mı başladım? Alışmak istemiyorum. Alışırsam seni kendimde kaybederim, bundan korkuyorum. Ya bu korkuya da alışırsam? (21:28)
1 Mart) Yüreğime indireceksin. Amfizemi felan dedin, öleceğim sandım. Sana bir şey olursa ne yaparım ben? Ben hiç böyle olacağını düşünmedim. En büyük suçum da bu ya zaten, düşünmedim… Hiç bu kadar kötü olmamıştım herhalde… Şaka mı yapıyorsun gerçek mi bilmiyorum ama şakaysa gerçekten ağzıma sıçtın. Onur'a şaka yapayım derken benim ağzıma sıçtınız. Öldüm resmen. Bugün az daha notları da kaybediyordum. Bloğa atayım oradan oku diye düşünüyordum. Hem bana da kalır anı olarak orada. Neyse, atayım diye bunların hepsini seçip kopyalayacaktım; seçtim, yanlışlıkla klavye tahminine dokundum. Ekranda sadece bir “Ne” kelimesi belirdi. Orada da notları kaybettim diye çok korktum. Bilgisayardan notları nasıl geri getiririm felan diye araştırmaya başladım. Aklıma sonradan dank etti; telefonu sallasam yazıyı geri alayım mı diye soracak. Ama bi 10 dakika çabaladım. Neyse ki kaybolmadı. Bırakamadılar beni, senin gibi. Tam alıp başlarını gideceklerdi ki, ben tuttum, yapıştım koluna. Neyse işte… Bir an sensizliği tattım biliyor musun, sadece bir an! Mezarının başında bir tek ben, ağlıyorum. Delicesine… Gözümde canlandı birden. Sen olmasan ben ne yaparım düşünemiyorum. Hayatımda hep vardın, kendimi bildim bileli. Şu anda da gönlümün tahtında oturuyorsun da, bu taht sana çok çektirdi. Buraya gelmen hiç kolay olmadı, şimdi de oturmaya dermanın yok… Bir kez daha elimdeki inceleme yaptığım romanı seni düşünerek, başladım derken bıraktım. Böyle düşüneceğime hiç düşünmemek daha iyi olurdu. Çok yıprandım çok… Buraya hep beni yazdım, biraz da seni… yazıyı sana okutacağım zaman hızla yaklaşıyor. Bugün yarın okursun. Belki beni daha iyi anlamanı sağlar, belki bi boka yaramaz; atarsın çöpe. Ahhh ah… “Hangi sıfatla?” hı? O sıfatı ben biliyorum da sen biliyor musun acaba? Kendine sorsan keşke bu soruyu. (00:34) “Ben sana yanlış bir yerde edilmiş büyük bir yemin gibiydim.” (09:28) Ben bu notları sana okuttuktan sonra ne yapacağım? Hiçbir şeyimden anlamayan insanlardan bıktığım için buraya yazdığım notları sen okuduktan sonra ben aklımdan geçenleri, hissettiklerimi nereye yazacağım, kime anlatacağım? İçime atacağım. Her içime attığımda artık dayanamayıp siktir edeceğim. “Önüne bak artık.” diyeceğim mesela kendi kendime. Her şey bitecek mi? Bilmiyorum. Bana olan kin ve nefretin geçecek mi? Sen de bilmiyorsun. Özlemim bitecek mi? Bilmiyorum. Özlüyor musun? Bilmiyorum. Seviyor muyum? Delice… Seviyor musun? Nefretin o kadar çok ki bilmiyorsun bu sorunun cevabını… Artık günün %32'sini seni düşünmeden geçirebiliyorum. Düşündüğüm zamanların başlangıcını bir sigarayla yapıyorum genelde. Ve sigarayı da çok içiyorum galiba… Rahat mısın? Ben değilim. Yorgunum, beklemekten. Kaç gün oldu? On gün, yirmi iki gün, otuz beş, kırk, elli yedi? “Hasretinden prangalar eskittim.”
“Ne müşkil derd olursa bulınur âlemde dermanı Ne müşkil derd imiş ışkun ki dermân eylemek olmaz” (18:02)
02 Mart) Bu sana yazacağım son not. Çünkü anlatacak pek bir şey kalmadı. Dile geldiği kadarını yazdım buraya, anlarsan, gelmediği kadarı benimle beraber hala. Bir veda notu belki, belki de yeni bir başlangıç. Sana olan sevgim bitince bitecek bu not diye düşünüyordum, belki de yukarıda da söyledim bunu, ama anlaşılan bitmeyecek. Çok uzun oldu. Okurken güler misin ağlar mısın bilmiyorum ama tek dileğim anlaman beni… Bu notlarda en çok “bilmiyorum”, “biliyorum” kelimelerini kullanmışımdır. En az da “özür dilerim” demişimdir. Bu notu yazarken amacım senden özür dilemek değildi ki bu özür mevzusundan yukarıda yine bahsettim. Bu notları rahatlamak için yazdım. Oku diye yazdım. Bu son nota geldiğinde senden tek ricam; lütfen notlarda yazdıklarıma cevap vermeye kalkma. Tartışıp bu güzel notları kirletmeyelim. Hoş artık tartışmaya dermanım bile yok… Bana laf sokmakta, sinirlenmekte, kızmakta, kin tutmakta o kadar haklısın ki; üstüne söyleyecek bir şey bulamıyorum. Her şeyde bir çare bulan ben, kendimi ilk defa bu kadar çaresiz hissettim. Seni arkadaşlarına karşı, en önemlisi de kendine karşı mahcup ettim, kusura bakma… En komiği ne biliyor musun? İkimizde empatiden yoksunuz. Taaa Şehzade'de birbirimizi ilk gördüğümüz andan beri (ben orada görüştük diye hatırlıyorum, ikinci katta deterjanlar felan olan rafın orada. Değişmiştir tabii şimdi.) ikimizde o andan itibaren empati yapabiliyor olsaydık, bugün burada olmazdık belki de. Belki de saçma bi görüş bu… İlk öpüştüğümüz yeri hatırlıyorum. Esenyurt'ta bir parktaydı. Kamelyada. Sen oldukça utangaçtın, ben oldukça istekli. Sendeki bu aşk, o kamelyada böylesine delice bir şey oldu işte. Sonra sizin evde… Bir ara dalga geçmiştin öpüşme sonrası konuşmamızla. Hatırlarsın sen yazmayayım şimdi buraya. Hafızan iyidir senin. Sonra evden çıkmıştım aceleyle; annenler gelecek yarım saate diye. Tenis maçı vardı televizyonda, Sharapova'nın bir maçıydı galiba. Sonra bi dolu anı var. Gültepe'de oturmalarımız, kekle doğum günü kutlamaları felan. Fakirdik ama mutluyduk. Ben hala o mutluluğun peşindeyim. O kıymetini bilmediğim mutluluğun… Ah be cansu… Sen benim hayata bakışımı anlamadın, ben seni kırdım parçaladım sürekli. Dünyanın en saçma ilişkisini yaşadık aslında. Neden bu kadar uzattık anlaşamıyorsak? Veya neden bu kadar ayrıldık anlaşıyorsak? Çünkü, ben, ne bok yediğini bilmeyen, bir, adamım. Şöyle dönüp bakıyorum da -hazır eskiyi daha iyi hatırlıyorken normalde olduğundan- her boku ben yemişim. Aslında böyle bir bok daha yiyeceğim, önceki yediğim boklardan belliymiş… İşte! Karşınızda Emre!.. Beni nasıl sevdin acaba? Yani böyle bir adam sevilir mi? Böyle bir adamdan bi bok olmaz… Ben seni sevdim. İnanmadın buna 15 Ocak'tan beri ama gerçekten sevdim. Daha çok sevmek için çabaladım ve yukarıda bundan da bahsettim. Cansu… Belki biraz daha kafamız uyuşsa, çok farklı olurdu her şey, görebiliyorsun bunu değil mi?.. Neyse ya, bu son not değil daha çok veda mektubu gibi oldu. Vedalaşmıyoruz değil mi? Ben vedalaşmıyorum yanlış anlama. Sorsak sana veya başkasına “ayrılalı 10 gün oldu daha dur bi” der noktasız virgülsüz. Bana her saat bir gün gibi geldi. Ve bunu öyle bir anda, öyle bir acımasızca yaptın ki. Çünkü, dedim ya senin eski sevgine ulaşmak için çabalıyordum diye, işte oraya doğru yükseldiğimi hissediyordum tam. Bir anda koptu her şey… Bana demiştin ya “…ipin önünde bir adam. Kendi ölümünü bekliyor…” diye, sandalyeyi altımdan çeken celladım sendin galiba? İşte benim ayaklarım 10 gündür titreyerek, çaresizce, basacak bir yer arıyor. Ve 10 gündür bulamıyorlar. İşin garibi, asılan bir adamın önünde bir yığın kalabalık olur, onu izler; beni kimse sallamıyor. O kadar mı aşağılardayım? Göremiyorlar mı? Görmüyor musun? Ben çabuk kaybediyorum sevgimi. Sen beni 3-5 yıl bekledin, evet ama ben 5 ay bekleyebilir miyim? Bilmiyorum… Kendini tanımak… Dünyanın en güzel şeyi bu olsa gerek galiba. Kendini tanımak… Yüzüğümü kaybetme. Geçmişten bir anı o sana. Geçmişteki Emre'den. Onu sana verirken beni hatırla istedim ama anlaşılan senin şimdiki Emre'yi hatırlamayı istemek gibi bir isteğin yok. Benim de yok zaten suçlama kendini bu yüzden. Hatta kendini hiçbir yüzden suçlama… Bu notların en ağır kısmı burası oldu galiba… Ben yazarken çok şey hissettim, bana göre yazdığım en güzel şey bu. Sen okurken onları hissedecek misin acaba? Yavaş, tane tane oku. Bunu son notta söylemek de bir garip… Bir erkek… Her şeyin bittiği yerdeyim galiba. Okurken ağlarsan, gidip sigara içme, lütfen. Evet, buna ben karar veremem ama, senden rica edeceğim ikinci şey olsun. Ağlarsan zor olacak, içmeden rahatlamayacaksın belki ama sen sigara limitini çoktan doldurdun Cansu. Cansu… Seni sabaha kadar anlatsam birisine, yine bitiremem herhalde. Bi'dene… Hala telefonumda öylesin. Değişmedi. Bunu niye söylüyorum ki… Artık unuttuklarım dışında, söyleyeceklerim bitti galiba. Kendine iyi bak. Gerçekten bak ama… (01:29)
1 note · View note
ciddiyet-10-blog · 6 years ago
Text
-26-
evet
gece yarısı
boş boş oturma saatleri
ders çalışma gerekliliği içinde olunduğu halde çalışılmadığı ve bu durumun yarattığı buhranla baş etme zamanları
klasik zamanlar yani
bol masturbasyonlu
ahaha evet bu saçma itiraf da yapılsın yıllar sonra
bilenler var gerçi orda burda utanmadan sıkılmadan anlattığım da çok olmuştur
yazıyla ilk defa itiraf diyelim
ne zaman ders çalışmam gerekse
gün içinde ereksiyon yaşama sıklığım ergenliğimin ilk yıllarına döner
aklımda sürekli seks oluyo ders çalışmam gerektiğinde
hele de bi şekilde başlamayı başarabilirsem
kazık bi halde çalışmak zorunda kalıyorum çoğu zaman
çok enteresan
ama böyle
her neyse işte öyle
hala başlayamadım tabi çalışmaya
masturbasyondan fırsat olmadı
2 sınavı verdim
2 si kaldı
2 kolayı verdim
2 zor kaldı
kolaylar beklediğimden de kolaydı
1 er gün çalışma yetti maşallah
zorlar da beklediğimden zor çıkmaz inşallah
1 er hafta çalışmayı planlıyodum
ama totalde 1 hafta kaldı ve hala başlamadım maşallah
bakalım belki bu gece sabaha doğru kısmet olur
----
ne yapsam
ne yazsam
ne anlatsam
belki eceden mi bahsetmeli biraz
ama eceden bahsedesim yok
aslında var ama şöyle yok
meseleye eceden dalsam
elbet bi yerde evliliğine varıcak söz
ve ben çok da pozitif yorumlarda bulunmıcam gibi
ama negatif bi sinerji de yaymak istemiyorum
ben göt olayım çok mutlu olsun şaşırtsın beni istiyorum
o yüzden dalmayalım bence hazala
gizem belki
belki gizemden bahsederim
ama bahsedicek bişeyim yok onunla ilgili de
çok kopuğuz çok uzağız
çok uzun zamandır bu haldeyiz
özlüyorum bazen onu
bazen sarhoş olduğumda o meşhur birilerini arayıp kitleme ihtiyacım kabardığında
elim bi gizeme gidiyo eski alışkanlık
sonra vazgeçiyorum
kaybettik o samimiyeti gibi geliyo
üzülüyorum tabi bu duruma sonra
onunla bu noktaya gelmeyi asla hayal etmezdim
onu fiksledim bitirdim demirbaş ilan ettim sanıyodum
ne yaşarsak yaşayalım yeri değişmez sanıyodum
o kadar garanti değilmiş pozisyonu
çok değişti pozisyonu maalesef
pozisyonlarımız değişti
ben de onun için eski orkun değilim artık
aynı şekilde o da beni aramıyo
karşılıklı koptuk birbirimizden
yılda 3 5 hala eski günlerin anısına heralde karşılıklı teşebbüslerimiz oluyo
biraz da rol yapıyoruz görüşmelerimizde artık sanırım
sanki hiç kopmamışız sanki hala eski bizmişiz gibi
ama iyi oynayamıyoruz o rolleri çok belli aslında eski biz olmadığımız
hayatlarımızı bilmiyoruz bi kere
detayları zaten geçtim detaylarımızı çok uzun yıllardır bilmiyoruz
ana hatlarımızı kaçırdığımız bile oluyo artık
müge gibi bi süreç geçirdim mesela
ve gizem bi kelime bile duymadı
bu çok enteresan mesela
kafasını sikerdim eskiden olsa
ya da yaman
biliyorum var bi yaman ama
o kadar işte sadece var
birlikteler
gerisi yok
sıfır detaya sahibim
hoş değil
ama böyle gelişti
yapıcak fazla da bişey yok
ortada net bi kabahat kusur olsa tek taraflı bi tane ve büyük
gider özür dilerim eğer bendense
eğer ondansa özür dilettiririm zorla
döneriz eski halimize
ama öyle bişey de yok
küçük küçük ufak ufak yavaş yavaş koptuk
neyse sağlık olsun diyelim
güzel yanı şu aslında
koptuk koptuk diyorum ama asla kopmadık
inceldik sadece
kopmamayı başardık
bu kadarını borçluyduk zaten birbirimize
komple kopmamız ikimize de hiç yakışmazdı
bakarsın bi 5 10 yıl sonra bi selin hikayesi de gizemden çıkar
selinle de uzun bi dönem kopar gibi olmuştuk ama sonra çok güzel geri döndük
----
bi de kübra var tabi
önceki yazılardan birinde uzun uzun değinmiştim kübraya sil baştan yapmıcam şimdi
durumumuz stabil
yavuzla ilişkisi de stabil çünkü
üzücü tabi hala üzücü
ama haftada 3 5 den
ayda 3 5 e düştü
beynimi kemirme seanslarının sıklığı
----
baya bi duraksadım zihnimde bi süre boğuldum gittim kübra mevzusuna
ama yazıya dökmek istemedim
nedense hep kız arkadaşlarımdan bahsettim bu gece
halil gökhan yasin mete
bunlara hiç sıra gelmedi
tesadüfi olamaz bu
sevgili yokluğuna bağlamak gerekir bunu heralde
bilinçaltı çözümlemesi bu olsa gerek
----
halil demişken halil aracılığıyla başka bi konuya sıçrayalım
geçenlerde bi haftasonu zonguldağa geldiğinde
bu aile tanışması muhabbetine
gemiye binip dönmeden akşamüstü iskender yutuyoduk beraber
aynı dertlerden karşılıklı dertleşirken
daha öncesinde düşünmediğim bi şekilde doğaçlama bi analizde bulundum kendimle ilgili
sonrasında aklımdan çıkmadı o an halile dediklerim ve o günden beridir baya sık düşünür oldum
dedim ki aynen şöyle
hayattan ekonomik beklentilerim nedir sorusuna cevap verme konusunda yeterli olgunluğa hala erişemedim
25 i devirdim ama bu konuda hala kişiliğim oturmadı
bazen 0.5-1m gibi bi para kazanmakla asla yetinmemeliyim ticarete atılıp çok başarılı olup bu parayı 2-3m hatta belki bokunu çıkarıp yardırıp 15-20m yapmalıyım diye düşünüyorum
bazen para konusunda inanılmaz hırslı inanılmaz doyumsuz hissediyorum
bazen de akılcı ve doğru yatırımlarla o en başta kazanıcağım küçük meblağda cashi güzel bi akara dönüştürüp
lüx kavramımın sınırlarını küçültüp
ekonomik kaygılardan uzak daha huzurlu daha basit
sosyal kaygılara adanmış ve mutluluk odaklı bi hayat geçirmeliyim diye düşünüyorum
2 uçta denilebilecek 2 ayrı fantezi arasında zaman zaman halime moduma bağlı olarak sık sık yer değiştirip duruyorum
birinde sabitleyemedim hala kendimi
hangisini daha çok istediğime
hangisini seçersem
seçmediğimde daha az gözümün kalıcağına karar veremedim
acelem yok
zamanım var bunun için
seçtiğim kariyer yolu bana müsaade ediyo bu kararı ertelememde
çünkü her iki kararda da önce bu geçici kariyeri tamamlıcam
ama işte bu kariyerin sonlarına varmadan ortalarda bi yerlerde
yani takriben max 5 yıl içinde
o kararı vermiş olmam lazımki
ona uygun zemini hazırlıkları yapmaya başlayabileyim
----
he tabi bir de birbirinden etkilenen dinamik parametreler gibi
bu kararı etkilicek başka bi karar daha var yine hala veremediğim
ileride siyasete girip girmiceğim
bunun da kararını henüz asla vermedim
bunda da çok çeşitli fanteziler arasında gidip geliyorum
0 notes
optipesimistyazar · 6 years ago
Text
Yücel Arzen Mazideki Sevgili (ft. Sezen Kiremit) Şarkı Sözleri
Yücel Arzen Mazideki Sevgili (ft. Sezen Kiremit) Şarkı Sözleri adresi https://e-sarkisozleri.com/yucel-arzen-mazideki-sevgili-ft-sezen-kiremit-sarki-sozleri/
Yücel Arzen Mazideki Sevgili (ft. Sezen Kiremit) Şarkı Sözleri
Tumblr media
Yücel Arzen: Öyle yanılttın ki beni İlk defa geliyor başıma Ben sevda şarkısı beklerken Bir veda çıktı karşıma Sezen Kiremit: Senin adın ayrılık Böyle yazılmış alnıma Benim adım yalnızlık Eski buruk bir şarkıda Yücel Arzen: Geri döner mi bilmem Mazideki sevgili Şimdi dinler mi bilmem Vicdanının sesini Sezen Kiremit: Geri döner mi bilmem Mazideki sevgili Şimdi dinler mi bilmem Vicdanının sesini Sezen Kiremit – Yücel Arzen: Şimdi dinler mi bilmem Vicdanının sesini Yücel Arzen: Gönlüm efkarlı bugün Güllerim hüzün kokuyor Aşkımın hazanı kışı gelmiş Sevdam yaprak döküyor Sezen Kiremit: Gönlüm efkarlı bugün Güllerim hüzün kokuyor
Aşkımın hazanı kışı gelmiş Sevdam yaprak döküyor Yücel Arzen: Geri döner mi bilmem Mazideki sevgili Şimdi dinler mi bilmem Vicdanının sesini Sezen Kiremit – Yücel Arzen: Şimdi dinler mi bilmem Vicdanının sesini Yücel Arzen: Geri döner mi bilmem Sezen Kiremit: Geri döner mi bilmem Yücel Arzen: Mazideki sevgili Sezen Kiremit: Mazideki sevgili Yücel Arzen: Şimdi dinler mi bilmem Sezen Kiremit – Yücel Arzen: Vicdanının sesini Şimdi dinler mi bilmem Vicdanının sesini
0 notes
binkelam · 7 years ago
Photo
Tumblr media
Ne kadar çok insanı ilgilendiriyor değil mi “Terk eden sevgili geri döner mi, eski sevgilim beni hala özlüyor mudur, terk eden sevgili bir gün pişman olur mu, beni kaybettiği için kafasını taşlara vurur mu? vb. sorular. Terk edilen insanların çok istediği bir şeydir bu; benim ne iyi, ne şahane bir insan olduğumu anlasın, beni kırıp üzdüğü için pişman olsun, sevgimin değerini anlasın, vesaire. Giden her zaman bu sebeple geri dönmez ama, öyle imiş gibi yapsa da. Bazen başka birini bulamadığı için, bazen cinsellik için, kimi zaman alışkanlıktan ötürü veya başka sebeplerle döner. Ama olsun; dönmüştür ya, kendinizi 1 gol atmış sayarsınız.
http://www.binkelam.com/terk-eden-sevgili-hikayeleri-1.html
0 notes