yokluğu ile varlığının değerini hissettirenlerden olmadım hiç. çünkü varlığım da o kadar değerli değildi hani. üstüne dantel örtülmüş, üstüne toz örtülmüş, eski bir radyo gibiydim insanlar için. her neyse işte bu gece biraz cızırtılıyım, affedin. hele bi herkes uyusun, sabaha doğru türkü söylemeye başlarım.
Böyle sosyal medyanın olmadığı zamanlar herkesin uzaktan tanıdığı, sevdiği muhabbet beslediği zamanlar... Hani bir radyo programı dinliyorsunuz, yapımcı çok hoşunuza gidiyor, dinledikçe seviyorsunuz. Sonra bir gün onu görünce büyü bozuluyor. Ya da okuduğunuz bir kitabın yazarı...
Hayattaki bazı şeylerin de büyüsünü bozmamak lazım. Sırlamış senin için Mevla'm. Daha çok haz alasın, daha çok bağlanasın peşine düşesin, hayretin, gayretin artsın diye hayat esrarlı bazen. Bazı şeyleri o kadar çok istiyoruz ki sonra oluyor büyüsünü bozuyoruz. Eski tat ve lezzetimiz kalmıyor.
Gayp bu yüzden gayb aslında. Hikmet gizlenmiş hadiseye. Bu yüzden... Teslimiyet ve huzur için... Şüphe ve isyan için değil. Ve zaman en büyük müfessir. Huzurun kaçmadan o tılsım bozulmadan hikmet/i sana görünür bir gün, bir zaman.
Ne diyordu Bediuzzaman.
"Pencerelerden seyret, içlerine girme" ...
🌿🌿 Bir genç varmış. Karşı köyden bir kızı severmiş. İki köy arasında bir göl varmış ve aşık maşuğunu görmek için her gece o gölü geçermiş yüzerek. Bir gün yine geçmiş bir de bakmış ki sevdiğinin gözü şaşı. Demiş, senin gözlerin şaşıymış ben nasıl fark etmedim ? Sevdiği demiş geçme bu gece karşıya, burda kal. Gönle şüphe düştü kalır mı aşık, kalmamış. Geçememiş o gece gölü boğulmuş yok olmuş suda. Demesi o ki aşk şüphe götürmez. Kalpte Rabbin rızasından ötesi varsa boğulur gidersin .
– Hiç birisinin sana sahip olduğunu düşündüğün oluyor mu ya da bir şeyin?
– Evet evet fark ettim bunu. Her fark ettiğimde de gitmek istedim. Bazı insanlar aile kurmaya önem verirler, yani buna değer verirler; bazılarıysa başka birtakım şeylere değer verirler, bunlara değer verirken niye değer verdiğini düşünmez birey, toplumun içinde erimiş olan birey. Toplum koleje girmeyi bir değer olarak sunduğu için artık o kişiliğini yok sayma halidir, koleje girmek için yarışır, üniversiteye girmek için yarışır, iyi bir işe girmek için yarışır, güzel bir kadınla evlenmek için yarışır. Devamlı bir yarış ve kazanma zorunluluğu...
– Aslında kazanmak nedir ki? En büyük zaferi kazandığında bir Antonious olduğunu düşün; Paris'e geldiğini ve o takın altında olduğunu ve bütün insanların senin altında olduğunu düşün ve gücün en üstünde olduğunu... Yalnız kaldığın o anda "n'oldu be, şimdi n'olacak?" diyorsan kaybedensin sen, kaybetmişsin. Yani o anda en büyük zaferin içinde kaybetmişsin.
– Peki bunun farkında olmak; yaşlı bir Kızılderili'nin dediği gibi, "hayatın bize sunamadıklarını mı sunar" yoksa bir radyo dinleyicisinin dediği gibi "sanat diğer tüm şeyler gibi seks için midir?" Yaşlı bir Kızılderili ne kadar yanılabilir?
– Bazen yanılabilir.
– Bazen susar.
– Bazen konuşmak ister.
– Bazen dinlemek ister.
– Bazen yalnız kalmak ister.
– Bazen arkadaş ister.
– Bazen gitmek ister.
– Gider bazen.
– Bazen gidemez.
– Bazen hiç gidememekten korkar.
– Bazıları sonsuz neşeye doğar.
– Bazıları sonsuz geceye.
– Bazen ölürsün.
– Bazen ölemezsin, bazen bütün koşullar uygunken bile ölemezsin.
– Bazen kendinden uzaklaşmak ister insan.
– Bazen gidersin, sırf dönebilmek için.
– Bazen ağlarsın bayağı.
– Bazen ağlayamıyorsun bayağı bayağı. Bazen içiyorsun, bazen çok ama çok fazla içmek istiyorsun da bazen sen zaten içmeye gidiyorsun; bazen Acıbadem'den bir taksiye biniyorsun "Kadıköy'e" diyorsun; bazen yüzüne bile bakmıyor.
– Bazen bir kadın geliyor, oturuyor karşına ve ağlıyor.
– Kadınlar hep ağlıyor.
– Bazen bir kadın sana, "En çok korktuğum şey bir kadının gözyaşıdır" diyor kendi adına, "eğer çok sevdiysen" diyor, "eğer çok sevdiysen", oysa bilmiyor ki sevmek de bir ana ait.
– Her şeyin başı su.
– Felsefenin de.
Bazen susarsın, hiç olmadığı kadar çok susarsın, o kadar çok konuşan insana inat, ufak bir tebessümdür konuştuğun. Gülmek değildir, acının dudaklarda bulduğu şekildir. Evet bazen susarsın çünkü farkındasındır.
bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanamadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. sana, durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de. insanları, eski karıma yapmış olduğum gibi, büyük bir boşluk içinde bırakmasaydım. kendimden de kaçıyorum gibi beylik bir ifadenin içine düşmeseydim. bu mektubu çok karışık hisler içinde yazıyorum gibi basmakalıp sözlere başvurmak zorunda kalmasaydım. ne olurdu, bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım; ya da bazı sözleri hiç söylememek için kesin kararlar almamış olsaydım. sana diyebilseydim ki, durum çok ciddi bilge, aklını başına topla. ben iyi değilim bilge, seni son gördüğüm günden beri gözüme uyku girmiyor diyebilseydim. gerçekten de o günden beri gözüme uyku girmeseydi. hiç olmazsa arkamda kalan bütün köprüleri yıktım ve şimdi de geri dönmek istiyorum, ya da dönüyorum cinsinden bir yenilgiye sığınabilseydim. kendime, söyleyecek söz bırakmadım. kuvvetimi büyütmüşüm gözümde. aslında bakılırsa, bu sözleri kullanmayı ya da böyle bir mektup yazmayı bile, ne sen ne aşk ne de hiçbir şey olmadığı günlerde kendime yasaklamıştım. sen, aşk ve her şeyin olduğu günlerde böyle kararlar alınamazdı. yaşamış birinin ölü yargılarıydı bu kararlar. şimdi her satırı, “bu satırı da neden yazdım?” diyerek öfkeyle bir öncekine ekliyorum. aziz varlığımı son dakikasına kadar aynı görüşle ayakta tutmak gibi bir görevim olduğunu hissediyorum. çünkü başka türlü bir davranışım, benimle küçük de olsa bir ilişki kurmuş, benimle az da olsa ilgilenmiş insanlarca yadırganacaktır. oysa, sevgili bilge, aziz varlığımı artık ara sıra kaybettiğim oluyor. fakat yaralı aklım, henüz gidecek bir ülke bulamadığı için bana dönüyor şimdilik. biliyorum ki, bu akıl beni bütünüyle terk edinceye kadar gidip gelen aziz varlık masalına kimse inanmayacaktır. bazı insanlar bazı şeyleri hayatlarıyla değil, ölümleriyle ortaya koymak durumundadır. bu bir çeşit alın yazısıdır. bu alın yazısı da başkaları tarafından okunamazsa hem ölünür ve hem de dünya bu ölümün anlamını bilmez; bu da bir alın yazısıdır ve en acıklı olanıdır. bir alın yazısı da ölümün anlamını bilerek, ona bu anlamı vermesini beceremeden ölmektir ki, bazı müelliflere göre bu durum daha acıklıdır. ben ölmek istemiyorum. yaşamak ve herkesin burnundan getirmek istiyorum. bu nedenle, sevgili bilge, mutlak bir yalnızlığa mahkum edildim. insanların kendilerini korumak için sonsuz düzenleri var. durup dururken insanlara saldırdım ve onların korunma içgüdülerini geliştirdim. hiç kimseyi görmüyorum. albay da artık benden çekiniyor. ona bağırıyorum. bütün bunları yazarken hissediyorum ki, bu satırları okuyunca bana biraz acıyacaksın. fakat bunlar yazı, sevgili bilge; kötülüğüm, kelimelerin arasında kayboluyor. geçen sabah erkenden albayıma gittim. bugün sabahtan akşama kadar radyo dinleyeceğiz, dedim. bir süre sonra sıkıldı. insandır elbette sıkılacak. benim gibi bir canavar değil ki. bunun üzerine onu zayıf bulduğumu, benimle birlikte bulunmaya hakkı olmadığını yüzüne bağırdım. ben yalnız kalmalıyım. başka çarem yok.
Ruhum eski benim.Tıngır mıngır radyoda çalan kısık sesli bir türküyüm.Bu devrin insanı değilim.Eskiler gibiyim ben.Bu zamanın doğruları en büyük yanlışım.Şu dönemde denk gelmek istediğim sevgi çok eski yıllarda kalmış meğer.Ben o zamanda yaratılmışım da ruhum bu zamanda üflenmiş gibi.Kısık radyo sesini anımsatıyor hayatım.Çalan türkünün hüznü çökmüş yüreğime.Kafamı sağa çevirsem gül,sola çevirsem bülbül görüyorum.Kafamı kaldırsam özgürlük var yukarıda lakin istemiyor sanki bedenim.Özgür olmaktan mı çekiniyor ,kaybolmaktan mı korkuyor bilinmez.Kaybolmak kaybettirir mi bana sevdiklerimi?Var sandıklarım yok olur mu ?Bulurlar mı beni?Fark ederler mi yokluğumu?Unutulur muyum birkaç güne? En büyük korkum gerçekleşirse eğer,yaşar mıyım gerçekten ölümüne?Her şeyi geçtim...Geçmişimdeki insanlar,geleceğim de olur mu yine?
Biz, 50 yaş ve üstü olan İstanbul'lular, musluktan akan Terkos suyunu içerek, Haliç kıyıları dışında olan hemen tüm sahillerdeki berrak deniz suyunda yüzebilerek, polisin ceza yazması yada çekici gelecek endişesi olmadan otomobillerimizi istediğimiz yere park ederek, kışları odun ve kömür dumanlarını koklayarak, marketlerden değil de bakkal-manav-kasap amcalardan alışverş yaparak, çoğu zaman okullarımıza yürüyerek giden, radyo tiyatrolarıyla büyümüş, daha sonra gelen tek kanallı TV nedeniyle bolca yazlık-kışlık sinemalara-tiyatrolara gidebilme fırsatı bulabilmiş, organik sayılabilecek temiz ve çoğu İstanbul'a geleneksel olan gıdalarla beslenmiş,
Dolmuş şoförlerinin boyalı ayakkabı ve traşlı olarak işlerini yaptıklarına ve bayan yanına erkek müşteri almayacak kadar ahlaklı, namusa düşkün ve maddiyattan uzak kalmayı bilmiş insanlara tanık olmuş, Boynuzu çıkan troleybüsler-hat sesi almakta beklediğimiz telefonlar-devamlı kesilen elektrikler-sıkça girdiğimiz "kuyruk"lar yüzünden SABIRLI olmayı öğrenebilmiş, insanların kavga ederken dahi birbirlerini öldürmediklerini, komşulukların en güzel şekilde yaşandığını, ve nihayet aşk duygusuna çok önem vermeyi-saygı göstermeyi-komşu kızına platonik aşkları, mektup yazmayı-içine kendimizden bir şeyler koymayı-4 yapraklı yoncaları, özel verilmiş bir çiçeği kurutup yıllarca saklamayı bilmiş, kısaca insanlığın sonuna kadar uygulandığını ve her yerde görülebildiğini tanıyarak dolu dolu yaşamış insanlarız.
Dolayısıyla bugünlerin suniliğine ve günümüz yaşamının aşırı hızına, maddi değeri olan her şeyin kısa zamanda değersizleşmesine-tüketilmesine tanık olmak ne yazık ki o eski-güzel günlere tanık olup yaşamış hepimizi hüzünlendiriyor. İşin en kötü yanı o günlerin tekrar gerçekleşemeyeceğini bilmenin ümitsizliği hepimizln kalbini buruyor. Ve bu yüzden de böyle sayfalarda buluşarak adeta eskilerin, şu anda varolmayan yakınlarımızla dolu anılarını hatırlarken burnumuzu sızlatan o güzel hatıraları canlı tutmaya, paylaşmaya çalışarak hep birlikte içimizden göz yaşları dökerek adeta geçmişin yasını tutuyoruz. Ne acıdır ki..
Sevgili Bilge, bana bir mektup yazmış olsaydın, bende sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanamadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de. İnsanları eski karıma yapmış olduğum gibi büyük bir boşluk içine bırakmasaydım. Kendimden de kaçıyorum gibi beylik bir ifadenin içine düşmeseydim. Bu mektubu çok karışık hisler içinde yazıyorum gibi basmakalıp sözlere başvurmak zorunda kalmasaydım. Ne olurdu, bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım; ya da bazı sözleri hiç söylememek için kesin kararlar almamış olsaydım. Sana diyebilseydim ki, durum çok ciddi Bilge, aklını başına topla. Ben iyi değilim Bilge, seni sin gördüğüm günden beri gözüme uyku girmiyor diyebilseydim. Gerçekten de o günden beri gözüme uyku girmeseydi. Hiç olmazsa, arkamda kalan bütün köprüleri yıktım ve şimdi geri dönmek istiyorum, ya da dönüyorum cinsinden bir yenilgiye sığınabilseydim. Kendime söyleyecek söz bırakmadım. Kuvvetimi büyütmüşüm gözümde. Aslına bakılırsa, bu sözleri kullanmayı ya da böyle bir mektup yazmayı bile, ne sen ne aşk ne de hiçbir şey olmadığı günlerde kendime yasaklamıştım. Sen, aşk ve her şeyin olduğu günlerde böyle karar alınamazdı. Yaşamış birinin ölü yargılarıydı bu kararlar. Şimdi her satırı, bu satırı da neden yazdım? diyerek öfkeyle bir öncekine ekliyorum. Aziz varlığımı son dakikasına kadar aynı görünüşle ayakta tutmak gibi bir görevim olduğunu hissediyorum. Çünkü başka türlü bir davranışım, benimle küçük de olsa ilişki kurmuş, benimle az da olsa ilgilenmiş insanlarca yadırganacaktır. Oysa, Sevgili Bilge, aziz varlığımı artık ara sıra kaybettiğim oluyor. Fakat yaralı aklım, henüz gidecek bir ülke bulamadığı için bana dönüyor şimdilik. Biliyorum ki, bu akıl beni bütünüyle terk edinceye kadar gidipgelenazizvarlık masalına kimse inanmayacaktır. Bazı insanlar bazı şeyleri hayatlarıyla, ölümleriyle ortaya koymak durumundadır. Bu bir çeşit alın yazısıdır. Bu alın yazısı da başkaları tarafından okunamazsa hem ölünür ve hem de dünya bu ölümün anlamını bilmez; bu da bir alın yazısıdır ve en acıklı olanıdır. Bir alın yazısı da, ölümün anlamını bilerek, ona bu anlamı vermesini beceremeden ölmektir ki, bazı müelliflere göre bu durum daha acıklıdır.
Ben ölmek istemiyorum. Yaşamak ve herkesin burnundan getirmek istiyorum. Bu nedenle, Sevgili Bilge, mutlak bir yalnızlığa mahkum edildim. (İnsanların kendilerini korumak için sonsuz düzenleri var. Durup duruken insanlara saldırdım ve onların korunma içgüdülerini geliştirdim.) Hiç kimseyi görmüyorum. Albay da artık benden çekiniyor. Ona bağırıyorum. (Bütün bunları yazarken hissediyorum ki, bu satırları okuyunca bana biraz acıyacaksın. Fakat bunlar yazı, Sevgili Bilge; kötülüğüm kelimelerin arasında kayboluyor.)
Geçen sabah erkenden Albayım a gittim. Bugün sabahtan akşama kadar radyo dinleyeceğiz dedim. Bir süre sonra sıkıldı. (insandır elbet sıkılacak. Benim gibi bir canavar değil ki.) Bunun üzerine onu zayıf bulduğumu, benimle birlikte bulunmaya hakkı olmadığını yüzüne bağırdım. (Ben yalnız kalmalıyım. Başka çarem yok.)
Sosyal medyanın olmadığı zamanlar herkesin uzaktan tanıdığı, sevdiği muhabbet beslediği zamanlar... Hani bir radyo programı dinliyorsunuz, yapımcı çok hoşunuza gidiyor, dinledikçe seviyorsunuz. Sonra bir gün onu görünce büyü bozuluyor. Ya da okuduğunuz bir kitabın yazarı...
Hayattaki bazı şeylerin de büyüsünü bozmamak lazım. Sırlamış senin için Mevla'm. Daha çok haz alasın, daha çok bağlanasın peşine düşesin, hayretin, gayretin artsın diye hayat esrarlı bazen. Bazı şeyleri o kadar çok istiyoruz ki sonra oluyor büyüsünü bozuyoruz. Eski tat ve lezzetimiz kalmıyor.
Gayp bu yüzden gayb aslında. Hikmet gizlenmiş hadiseye. Bu yüzden... Teslimiyet ve huzur için... Şüphe ve isyan için değil. Ve zaman en büyük müfessir. Huzurun kaçmadan o tılsım bozulmadan hikmet/i sana görünür bir gün, bir zaman.
Sevgili Bilge, bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanamadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana, durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de.
İnsanları, eski karıma yapmış olduğum gibi, büyük bir boşluk içinde bırakmasaydım. Kendimden de kaçıyorum gibi beylik bir ifadenin içine düşmeseydim. Bu mektubu çok karışık hisler içinde yazıyorum gibi basmakalıp sözlere başvurmak zorunda kalmasaydım. Ne olurdu, bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım; ya da bazı sözleri hiç söylememek için kesin kararlar almamış olsaydım. Sana diyebilseydim ki, durum çok ciddi Bilge, aklını başına topla.
Ben iyi değilim Bilge, seni son gördüğüm günden beri gözüme uyku girmiyor diyebilseydim. Gerçekten de o günden beri gözüme uyku girmeseydi. Hiç olmazsa arkamda kalan bütün köprüleri yıktım ve şimdi de geri dönmek istiyorum, ya da dönüyorum cinsinden bir yenilgiye sığınabilseydim. Kendime, söyleyecek söz bırakmadım. Kuvvetimi büyütmüşüm gözümde. Aslında bakılırsa, bu sözleri kullanmayı ya da böyle bir mektup yazmayı bile, ne sen ne aşk ne de hiçbir şey olmadığı günlerde kendime yasaklamıştım. Sen, aşk ve her şeyin olduğu günlerde böyle kararlar alınamazdı. Yaşamış birinin ölü yargılarıydı bu
kararlar. Şimdi her satırı, “bu satırı da neden yazdım?” diyerek öfkeyle bir öncekine ekliyorum. Aziz varlığımı son dakikasına kadar aynı görüşle ayakta tutmak gibi bir görevim olduğunu hissediyorum. Çünkü başka türlü bir davranışım, benimle küçük de olsa bir ilişki kurmuş, benimle az da olsa ilgilenmiş insanlarca yadırganacaktır. Oysa, sevgili Bilge, aziz varlığımı artık ara sıra kaybettiğim oluyor. Fakat yaralı aklım, henüz gidecek bir ülke bulamadığı için bana dönüyor şimdilik. Biliyorum ki, bu akıl beni bütünüyle terk edinceye kadar gidip gelen aziz varlık masalına kimse inanmayacaktır.
Bazı insanlar bazı şeyleri hayatlarıyla değil, ölümleriyle ortaya koymak durumundadır. Bu bir çeşit alın yazısıdır. Bu alın yazısı da başkaları tarafından okunamazsa hem ölünür ve hem de dünya bu ölümün anlamını bilmez; bu da bir alın yazısıdır ve en acıklı olanıdır. Bir alın yazısı da ölümün anlamını bilerek, ona bu anlamı vermesini beceremeden ölmektir ki, bazı müelliflere göre bu durum daha acıklıdır. Ben ölmek istemiyorum. Yaşamak ve herkesin burnundan getirmek istiyorum.
Bu nedenle, sevgili Bilge, mutlak bir yalnızlığa mahkum edildim. (İnsanların kendilerini korumak için sonsuz düzenleri var. Durup dururken insanlara saldırdım ve onların korunma içgüdülerini geliştirdim.) Hiç kimseyi görmüyorum. Albay da artık benden çekiniyor. Ona bağırıyorum. (Bütün bunları yazarken hissediyorum ki, bu satırları okuyunca bana biraz acıyacaksın. Fakat bunlar yazı, sevgili Bilge; kötülüğüm, kelimelerin arasında kayboluyor.)
Geçen sabah erkenden albayıma gittim. Bugün sabahtan akşama kadar
radyo dinleyeceğiz, dedim. Bir süre sonra sıkıldı. (İnsandır elbette
sıkılacak. Benim gibi bir canavar değil ki.) Bunun üzerine onu zayıf
bulduğumu, benimle birlikte bulunmaya hakkı olmadığını yüzüne bağırdım. (Ben yalnız kalmalıyım. Başka çarem yok.)
Ters başlayan gün, aksiliklerle akıp gideceğe benziyordu... Bu sefer de benim emektar Renault'un nazlanacağı tuttu. Aşırı soğuklarda böyle mızmızlanmalarına alışıktım aslında ama şu Yazar'a bozulduğumdan mıdır nedir, bu defa tahammül edemiyordum yaşlı dostumun oyunbozanlık etmesine. Bir kere daha deneyecektim, olmazsa doğru alt sokaktaki Hanifi Usta'ya. O anlardı bizimkinin derdinden. Allah'tan gerek kalmadı, elimi direksiyona vurup ' Hadi oğlun, sorun çıkarma bana' diye söylenmemin ardından çalışmaya başladı. Kim bilir belki de birlikte geçirdiğimiz onca seneden sonra bizim arabaya da bir kadir kıymet bilirlik gelmiş, eski dostunun hatırını kırmamayı öğrenmişti.
İnsan kendisiyle dalga geçerek de mutlu olabilir (ironi içeriklidir)
Psikiyatrist'im benim deli olduğumu söyledi. Ondan ikinci bir görüş istedim. O da, aynı zamanda çok çirkinsin, dedi...sanırım bir tatmin sorunu vardı... bekardı...
Çirkin bir çocuktum... 😏 babaannem sürekli çirkin ördek mi neymiş öyle bir masal anlatırdı rahmetli büyüdüğümü göremedi, her neyse geçmişten devam edersek Doğduğum zaman doktor kordonu kesip kendini asmış...Bir seferinde benden poster çocuğu olmamamı da istemişlerdi, doğum kontrolü için gerekliymiş...Herkes görünüşün, yaşın ve paranın önemsiz olduğundan bahseder. Ama şimdiye kadar hiçbir kızın (çirkin-yada yakışıklı), beş parasız birine aşık olduğunu duymadım...Cadılar bayramı Türkiye de kutlansa eminim ki aileler çocuklarını bana benzetip dışarı gönderirlerdi, Küçükken ailem çok fazla taşınırdı ama her seferinde onları bulurdum. Lise yıllarında Evcil hayvan mağazasında çalışıyordum. İnsanlar daha ne kadar büyüyeceğimi sorup duruyordu işime son verildiğinde kendimi yeşilçamda buldum ilk filmim ''al yazmalım'' idi filmde kamyon rolü bana verilmişti, derken bir kaç exorsiz filminde oynadım makyaja da gerek duymamışlardı, makyaj kaşıntı yapar böyle daha iyi dediler....Gerçekten Ailemin beni çok sevdiğini söyleyebilirim. Banyo oyuncaklarım fişe takılmış tost makinesi, kurutma makinası veya radyo olurdu, ama beni gerçekten severlerdi, hatta Kaçırıldığım zamanı hatırlıyorum. Parmağımın bir parçasını babama göndermişler. O ise daha fazla kanıt istemiş... neyse efendim bu harika geçen çocukluğumdan sonra büyüdüm,.İlkin bana deri değiştirmişim gibi bakmaya başlamışlardı, acayip olmuşsun dediler, merak ettim baktığım ilk ayna tuzla buz olunca aynalara bakmaktan vaz geçtim... uzun bir süre kendime bakamadım... sonra evlendim, ilk sorum ''kız görüyor mu?'' sorusu olmuştu.. ve boşandım... Yıllardır eşimle konuşmadım. Onun konuşmasını bölmek istememiştim...neyse ki arafta kimse kimseyi tanımayacakmış ama beni eski eşim kesin tanır... şöyle geçmişime bakıyorum da İnsanlık bende kalsın diye diye çevremde hayvanat bahçesi oluşturmuşum...