#derinedebiyat
Explore tagged Tumblr posts
Text
Ben seni hiç sevmedim ki Durgun akşamlarda söylediğimiz şarkıları sevdim Bir çiçeğe gülmeni, bir güle benzemeni sevdim Birde yıldızları sevdim Eylül akşamlarında gelip, Gözlerinde tutulan. Ben seni hiç sevmedim ki Beni yola koyduğunda ayrılmayı sevdim Kurşunları sevdim beni vurduğunda Ağlamayı sevdim unuttuğunda Yalnız olduğumu anladığımda Ayakta kalmamı sevdim Yıkılmamı sevdim seni hatırladığımda Ekmeği sever gibi sevdim sensizliği Su gibi özledim Temmuz güneşinde sesini İkindide yağmur gibi Geceleyin yağan yağmur gibi sevdim seni sevdiğimi Ben seni hiç sevmedim ki Kuşlara şarkılar öğretmeni sevdim Menekşeyle konuşmanı Nisan'a hatırlatmanı Baharın bir adının da yalnızlık olmadığını Düştüğün zaman kanayan yaralarını Ve tuhaflığını üşüdüğün zaman Sakız satan çocukları Yeni çıkan şarkıları Her kaybettiğinde kazanan yanlarını sevdim Denize düşmüş gül gibi düştüm ateşe Ben yangını sevdim yandığım zaman böyle işte Ben seni hiç sevmedim ki Bir gece bir ceylan indi dağdan kalbine Bir gece bir şiir gibi kibrit alevinde Alemin ortasında, kimsesizliğin sesinde Buğusunda sabahın, acımasızlığında ahın Ağlayan yüzünde İsa'nın Ferahlatan gücüyle duanın Korkutan yanıyla nar'ın İncenin, zeytinin ve kalbin üstüne Gülün üstüne Tutunduğum umudun üstüne Korkunun üstüne Hep senin üstüne, hep senin üstüne Ben seni hiç sevmedim ki Gittiğin zaman gitmeni sevdim Evreni sevdim geldiğin zaman Kalmanı sevdim Korkuyordum sana alışmaktan Yine de sevdim gülümsemeyi Mendilimi sallarken, seni götüren trenin arkasından Kırlara ilk kar düştüğü zaman Ölümünün ne güzel olduğunu sevdim Seni içimde öldürdüğüm zaman Ben seni hiç sevmedim ki Durgun akşamlarda söylenen şarkı neyse Bir çiçeğe gülmeni, bir güle benzemeni sevdim Birde yıldızları sevdim Eylül akşamlarında gelip, Gözlerinde tutulan. Düştüğün zaman kanayan yaralarını Ve tuhaflığını üşüdüğün zaman Sakız satan çocukları Yeni çıkan şarkıları Her kaybettiğinde kazanan yanlarını sevdim Denize düşmüş gül gibi düştüm ateşe Ben yangını sevdim
#sevmek#love#aşk#kader#huzur#şiir#edebiyat#sevgili#sevgi#söz#özlemek#özlem#sevgililergünü#derinedebiyat#14şubat#kızlarıniçsesi#aşkacısı#gece#cemalsüreya#like#nasip#güven#life#hayat#canyücel#atillailhan#nazımhikmet#oguzatay#elifaltun#gününsözü
4 notes
·
View notes
Photo
2 notes
·
View notes
Text
Bir insan var onca insanın varlığını unutturan
Öyle biri ki eski hayal kırıklıklarını
geçmişini silip atan
Umutsuzluğa umut olan yol gösteren
Hayatımın merkezine kurulmuş başrolde
Hayranlıkla baktığım hergün şükür sebebim olan
Gülüşü gece gibi bakışı güneş gibi Doğunca yakan
Gönlüme kurulmuş cennet gibi
Dakikalarca yüzünü izleyip iç geçirdiğim
İpe sapa gelmez arzumun tutkusu
Sahip olduğum değil ait olduğum
Kaybetme korkusuyla yandığım
Yere göğe kalbime sığdıramadığım
İlk bakışta değil her bakışta aşık olduğum biri var
O biri iyiki var
🅔🅛🅘🅕🅐🅛🅣🅤🅝
#birivar#hayaller#hayat#yaşam#aşk#huzur#mutluluk#sevgi#emek#değer#ilkaşk#elifaltun#şiir#edebiyat#derinedebiyat#edebiyatdünyası#sözler#ağırsözler#hayatın içinden#aşkacısı#kalp#sevgili#sevmek#edebi sözler#uzunsözler#anlamlı sözler#acı#cemalsureyya#oguzatay#canyücel
2 notes
·
View notes
Photo
Öyle bir vakit var ki... Adını bile bilmediğim vakit. Gündüzün yerini geceye bıraktığı Gecenin gündüzden yerini aldığı aldığı vakit. Gündüzden hemen sonraki; Geceden hemen önceki vakit. İşte o vakit... İşte o vakit Karanlığın geceye Ruhumun bedenime sığmadığı vakittir. İşte o vakit En çok hatırlandığın, en çok yaktığın; Kaçışı olmayan, acısı dinmeyen vakittir. #silivri #silivrisahil #silivriçarşı #edebiyat #derinedebiyat #edebiyatsözleri (Silivri Sahil) https://www.instagram.com/p/CFsEXRVhg4e/?igshid=13sbseazh83ic
0 notes
Photo
Gel bana göğsümde küçük bir ev yaptım senin için bütün dünya dan bütün insanlardan uzakta gel saklan göğsümde...hiçbir şey acıtmayacak canını korkmayacak ağlamayacaksın bir daha asla bu kadar yorulmayacaksın.Ne hayat ne de insanlar zarar veremeyecek sana.Seni bir ömür misafir edeceğim göğsümde bir ömür huzurla #edebiyat #derinedebiyat #ahmetselçukilkan #iclalaydın (Silivri Dalyan Balik) https://www.instagram.com/p/CFcMu9Xhf1Q/?igshid=whupxw4zc7et
0 notes
Photo
0 notes
Photo
0 notes
Photo
0 notes
Photo
MAVİ GÖK ORDA MI? Bakıyorsun kuşlar Hazır Sokak lambaları yanık unutulmuş Bir Kadıköy vapuru hınca hınç insan Çok geçmeyecek Martılar beyhude turlar atacak Kıyılar lağım konserve kutuları Mısır koçanları Sevgi aranabilir yine Korkusuzca say koskoca kederlerini Bir kuyu bulunabilir Aklımdan çıkmıyorsun Sen hâlâ dizüstü Bunca anıyı besleyerek Sokaklarda avaz avaz konuşarak kendi kendinle Mektupları öpebilirsin kırmızı dudaklarınla Görür gibi olarak açıp baktığımı Bense şöyle diyorum: Buradan bir acı kanamış boyuna Kuşlar hazır Öncü havalanmak üzre Şehri gelen bir mevsime bırakıyorlar O vapur hâlâ hınca hınç Kimbilir her biri hangi dünyaya sağır Çok geçmez aradan Kadınlar kapı önlerinde Ellerinde meşalelerle Aydınlatırlar gelip geçen erkek suratları Yorgun bir sarıyla ben de Geçeceğim önlerinden Aklımdan çıkmıyorsun dedim Başka türlüsünü yorgunum anlatmaya Telefonlar yan hücrede çalışıyor Bense kurşunî bir dere Ağaçlar hayvanlar bile kaygılı Onu bir mersedesten indirdi kalçasına kadar açılarak Yapyaşlı bir rum kadın Her şeyde yanıp sönen bir kıyamet algısı Haydi koşayım diyorum belki dağılır Koşuyorum Sancağımda kendi rüzgârımla ölgün kıpırtılar Hayır daha sevgili daha sevimli değil Ne başka bir gün ne başka bir zaman Çok geçmeyecek aradan Şöyle diyeceğim: Bulutlar açmadı Mavi gök orda mı Cahit Zarifoğlu
0 notes
Photo
0 notes
Photo
0 notes
Photo
Güneşı içenlerın türküsü Bu bır turku:- toprak canaklarda gunesı ıcenlerın turkusu! Bu bir örgü:- alev bir sac örgüsü! kıvranıyor; kanlı; kızıl bir mes'ale gibi yanıyor esmer alınlarında bakır ayakları cıplak kahramanların! Ben de gordum o kahramanları, ben de sardım o örgüyü, ben de onlarla günese gıden köprüden gectım! Ben de ictim toprak canaklarda günesi. Ben de söyledim o türküyü! Yüregımız topraktan aldı hızını; altın yeleli aslanların agzını yırtarak gerindik! Sıcradık; simsekli rüzgâra bindik!. Kayalardan kayalarla kopan kartallar cırpıyor ısıkta yaldızlanan kanatlarını. Alev bilekli süvariler kamçılıyor saha kalkan atlarını! Akın var günese akın! Günesı zaptedecegız günesın zaptı yakın! Düsmesın bızımle yola: evinde aglayanların göz yaslarını boynunda agır bir zincir gibi tasıyanlar! Bıraksın pesımızı kendi yüreginin kabugunda yasayanlar! İste: su günesten düsen ateste milyonlarla kırmızı yürek yanıyor! Sen de cıkar gögsünün kafesinden yüregını; su günesten dusen atese fırlat; yüregını yüreklerimizin yanına at! Akın var günese akın! Günesi zaptedecegız günesin zaptı yakın! Biz topraktan, atesten, sudan, demirden dogduk! Günesi emziriyor cocuklarımıza karımız, toprak kokuyor bakır sakallarımız! Nes'emiz sıcak! kan kadar sıcak, delikanlıların rüyalarında yanan o «an» kadar sıcak! Merdivenlerimizin cengelini yıldızlara asarak, ölülerimizin baslarına basarak yukselıyoruz günese dogru! Ölenler dögüserek öldüler; günese gömüldüler. Vaktimiz yok onların matemini tutmaya! Akın var günese akın! Günesı zaaaptedecegız günesin zaptı yakın! Üzümleri kan damlalı kırmızı baglar tütüyor! Kalın tugla bacalar kıvranarak ötüyor! Haykırdı en önde giden, emreden! Bu ses! Bu sesin kuvveti, bu kuvvet yaralı ac kurtların gözlerine perde vuran, onları oldukları yerde durduran kuvvet! Emret ki ölelim emret! Günesı iciyoruz sesinde! Cosuyoruz, cosuyor!.. Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde mızrakları gögü yırtan atlılar kosuyor! Akın var günese akın! Günesı zaaaaptedecegız günesın zaptı yakın! Toprak bakır gök bakır. Haykır günesı icenlerin türküsünü, Hay-kır Haykıralım! Nazım Hikmet
0 notes
Photo
AĞRI O günden sonra kuracak güzel bir cümlem olmadı hiç dünya için. Rüyalarım tüller ve silahlardan bu yana sisli. Kıvrılıp giden dalgın bir yol, yolda eski bir taş, Limanda bağlı bir tekne, yosunlu bir halat gibi durdum. Uzağımda açık denizdi o yürüdü gitti. Ben kıyıda ıssız bir ev, ince boğazda gıcırdayan tahta iskele, iskelede bir lastik, az ilerde turuncu bir şamandıra, İçimde kuzeyden bir hatıra aksiyle durgun suya vurdum. Bir siyah beyaz kare içinde, hepsi hepsi bir hatıra işte Bıraktın, unuttum, unutuldum. Seni kırdığım yerden beni de kırdılar, Ben hiçbir cümleyle ağlayamam artık seni. Birhan KESKİN
0 notes
Photo
ÖMÜR HANIMLA GÜZ KONUŞMALARI ...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn- cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür hanım? Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör- meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü- şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış, böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut- mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de? Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi- diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka- tından? Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi- lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö- nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım. Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece. Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım. Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa? Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va- rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya... Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal- gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya- kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür hanım? Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü- reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka- ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle? Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko- nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko- nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya... Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü, iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de. Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya- şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz... Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par- çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü- nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy- gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir; ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen- cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla. Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan... dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de... Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka- lıplarından. Beni duy ve anla. Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa? Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı- maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü- rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki? Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına, ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı- rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm. Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so- kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım? Ankara, Güz/1983 ŞÜKRÜ ERBAŞ
0 notes
Photo
“Lanet olsun ne muazzam şey seni sevmek! Sen benim aşkım, sen benim kızım, sen benim yoldaşım, sen benim küçük annemsin. Canım, bir tanem, seni sevmeden önce dünyayı sevmesini bile bilmiyormuşum. Bu şehir güzelse senin yüzünden, bu elma tatlıysa senin yüzünden, bu insan akıllıysa senin yüzünden…” Nazım'dan Vera'ya Stokholm, 1959
0 notes
Photo
Aşk Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git. Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık Sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı, Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun oturmuştu Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti Yoktu dünlerde evvelsi günlerdeki yoksulluğumuz Sanki hiç olmamıştı Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı İstanbullular Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydiki sevmek Ki karaköy köprüsüne yağmur yağarken Bırakasalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti Çünkü iki kişiydik Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız Seni bir kere öpsem ikinin hatrı kalıyordu İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra Sonrası iyilik güzellik. Cemal Süreya ../../1931 09/01/1990
0 notes