#daha önce attım mı bilmiyorum ama olsundu
Explore tagged Tumblr posts
Text
İyi dinlemeler ✨
#spotify#music#geceye bir şarkı bırak#geceye bir şarkı#daha önce attım mı bilmiyorum ama olsundu#iyi dinlemeler
2 notes
·
View notes
Video
youtube
(Uzunca bir yazı. Sevdiğim bir albüm eşlik etsin siz okurken)
Keyifliydim. Bir süredir olduğu gibi… Barbaros Bulvarı’ndan arabayla yukarı çıkıyordum. Radyo yine benden yanaydı ve açar açmaz sevdiğim şarkılar sıralanmıştı.
İkinci ışıkta, içinde iki genç adamın olduğu bir araba yanımda durdu. Sonrası klasik… Camı açmalar, müziğin sesini yükseltmeler (Ki radyoda çalan sevdiğim şarkıya müdahale edilmesi sanırım sarkıntılıklarından daha çok rahatsız etmişti), duyacağım şekilde yüksek sesle konuşmalar. Kırmızıdan yeşile dönen 40 saniyede bu neyin özgüveniydi bilmiyorum. Sonra yeşil ve tiz bir patinaj sesi. 13 yılda her türlü riskli yol, makas atmalar, yarışlar, erkek şoför sıkıştırmaları ve bir dizi itlik çakallıkları tecrübe etmiş biri olarak önüme kırmaları sadece… Gülünçtü.
Patinaj sesiyle, bir anda yanan fren lambaları ve sonrasında gelen acı fren sesi arasında sanırım 10 saniye falan geçmişti. Ben de yavaşladım. Önümdeki o iki yeni yetmenin “erkekliğinden” eser yok gibiydi. Yavaşlayıp, sol taraflarına bakmaya başladılar. O yöne çevirdim kafamı. Koca bir belediye otobüsü neden İstanbul’un en işlek yokuşunun ortasında durup dörtlüleri yakardı ki? Hemen sonra çevremdeki motorcuları fark ettim. Panik içindeydiler. Motorlarını bırakıp o “sol tarafa” koşuyorlardı.
“Ne olur!” dedim “Ne olur motor kazası olmasın”. Motor kazasıydı… Bir yatıyordu yerde hareketsiz. Etraf darmadağın bir otopark gibiydi. Vitesi ikiye alıp devam etmekten başka yapabileceğim bir şey yoktu. Hâlâ bilmiyorum, yaşıyor mu yoksa sıra ona mı geldi…
Hani birbirimize biriyle nasıl tanıştığımızı, yollarımızın nasıl kesiştiğini anlatır güleriz ya, biriyle öldüğü gün yolunun kesişmesi nasıl bir taşak geçmesidir hayatın? O ışıklardan eve gidene kadar bunu düşündüm. Çünkü bu ikinci kez başıma geliyordu.
2013 yılının aralık ayı. Babamla Bebek sahilinde yürüyüşteyiz. Denizde siyah poşete benzer bir şey gördüm önce. Daha sonra kıyıda birbirine o noktayı gösteren insanlar… “Bir şey oluyor” dedim babama. Yaklaştık. “Biri atlamış” dediler. Babam etkilenmeyeyim diye daha fazla yaklaşmamı istemedi. Ama babasının kızını meslek sahibi edindiren merakı tabii ki de daha baskındı.
Karanın bittiği, cesede yaklaşık 1,5 metre kadar yakın olduğum o noktaya gittim. Sarışın bir erkek bedeni. Yüzü suya dönük olsa da genç olduğu tahmin ediliyor. Hiç çevirmek istemedim kafamı. Akıntıda sürükleniyordu. Ben de karadan adım adım onunla sürükleniyordum. Garip bir his. Biliyorsun ölü. Ama istiyorsun ki parmağı oynasın, kafasını kaldırsın, bir hava kabarcığı hiç değilse… Hiçbiri olmadı. Sahil güvenlik geldi. Çok ağır bir çuvalı kaldırırcasına çekti ve Bebek iskelesine taşıdılar. Biz sahili bitirene kadar da oradaydı. Yine gittim yanına ve babam yine istememişti. Bir şekilde o yöne çekiliyordum. Biliyordum kalkıp anlatmayacaktı ama “Neden?” sorusunun cevabını dinlemeliydim. Oracıkta bitiveren gazetecilerin tanıklarla röportajlarına kulak kabarttım. Görenler, düşüşünü falan anlatıyordu. Ama ben bununla ilgilenmiyordum.
Neden? Neden bir insan bunun sınırına gelirdi? Aralık ayının nadiren gelen güneşli bir günü, neden birini bu karardan vazgeçiremezdi? Ve neden? Dünyanın tüm tanrıları! Neden biriyle yolum öldüğünde kesişiyordu?
O gün geç başlıyordu mesaim. Ofise gider gitmez ilk işim o günkü olayı googlelamaktı. Adı İsmail Arı. Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyesi ve doktora öğrencisi. 2001 ÖSS’de ilk 400’de, lisansı onur derecesiyle bitirmiş, yüksek lisansını ise birincilikle. Sosyal medyada onun hakkında yazan herkes büyük şok içerisinde. Ne kadar sevildiğinden bahsedenler, Anadolu’daki köylerde çocuklara ders verdiğini anlatanlar, güler yüzünü her cümle başında kullananlar, “En sevdiğim hocaydı” diyenler, hayat doluluğuna dem vuranlar ve bu dolu hayatın boşalmasını Boğaziçi Üniversitesi’nin sert eğitimine ve akademinin iki yüzlülüğüne bağlayanlar… Hiç kimsenin hiçbir tatminkâr yanıtı yoktu. O dönem Facebook’ta bir arkadaşımın İsmail hakkında yazdığını gördüm ve hemen ona mesaj attım belki bir ipucu verir diye. Ama yoktu. Yakın zamanda görüştüklerini ve ne kadar iyi bir insan olduğunu anlattı. İyilik de birincilikler de İsmail’in bu hayata yalnızca 30 yıl ayırmış olmasını açıklamıyordu işte.
2014 yılının aralık ayı. İsmail’in ölümünden bir yıl sonra. 29’unu yeni bitirmiş genç bir kadın… “Neşe, gökkuşağı, enerji, bambaşka, rengarenk, hayat dolu, cesur” onun için de sıklıkla kullanılan sıfatlardan bazılarıydı. Gün geldi ve birçoğuna muhtemelen “beklenmedik” gelecek o anda, o kadının katlanamadığı tek kişi aynadaki aksiydi ve bu kadar yaşadığı kâfiydi. Çıkamayacaktı ayağına bulaşan balçıktan. Bir güne daha hevesi yoktu. Tamamdı. Yeterdi. Ne olacaksa olsundu. Ve bir anda onun “beklenmeyeni” gelmiş, İsmail’in kulağına çalınmayan “Vazgeç”, o kadına geri adım attırmıştı. Ölmedi.
Bazı cevapları almıştı artık o kadın: Bir insan neden o sınıra gelirdi? Tam o sınırda kalbinden ne geçerdi?
“Neden iki kişinin yolu biri ölürken kesişir?”in cevabını ise İsmail, dört yıl sonra vermişti.
“Ölüm. Herkese eşit dağıtılan tek şey…” yazdığı blogunda, Japon filozof Masanobu Fukuoka’dan şu alıntıyı paylaşmıştı:
“Eğer tünelin sonunda aydınlık bir dünya beklerseniz, tünelin karanlığı daha da uzun sürer. Artık lezzetli şeyler yemek istemediğinizde, ne yerseniz yiyin, bunun gerçek tadını alabilirsiniz. Bir yemek masasını doğal beslenmenin sade gıdalarıyla donatmak kolaydır, ama böyle bir ziyafetin gerçekten tadını çıkarabilenler azdır.”
Ölümünden sonra bu boktan dünya daha iyiye gitmedi İsmail. Ne hayal kırıklıkları bitti, ne beyaz yakalı şik��yetleri, ne de ilaçlar.
Ama bir gün geldi, bir zaman mutsuzluğundan kendini arabanın altında bulmak üzere olan kadınlar, dünyanın bok püsürüne rağmen yeniden filiz verdi, zeytin ağaçları gibi. Çiçeklendi, güzelleşti, içleri iyileşti ve bunların hiçbiri için bir adama ya da kadına ihtiyaç duymadı. Kendini affetti, hayatından geçen herkesi affetti, gülümsedi, çok gülümsedi… O güldükçe, doğduğu kentten daha gri bildiği bu kaotik şehirde gökkuşağı gibi insanlar girdi hayatına.
Aşık oldu… Suretlere değil bu sefer… Bu boktan hayat ne verdiyse hepsine tek tek aşık oldu. Okuduğu Harry Potter romanlarındaki ruh emiciler geri çekilmeye başladı o aşık oldukça.
Öldüğün gün karşılaştı yolumuz İsmail. Biliyorum artık nedenini… Senin de aslında başından kalkmak istemediğin o sofrada birileri oturmaya ve gerçekten tadını çıkartmaya devam etmeli. 30 yıl küfelerinden taşan “İyi ki varsın”lar, bir saniyede bitti. Hepsi buydu işte. Hayat herkese eşit dağıltılmıyordu ama tek lahzaydı ve o zaman gelene kadar dünyanın aydınlanmasını beklemek değil, ışıklar saçmaktı mühim olan.
Sen gibi… Dört yıl sonra bile.
1 note
·
View note