Tumgik
#dünyanın yapısı ve katmanları
ceviri-translation · 3 years
Video
youtube
Toz Dünyalar, Toz Sözcükler, Michael Marder
Bu, deneysel bir formatta biraz deneysel bir yazı ve sunum. Çünkü, ortaya çıkardığım şey neredeyse sunulamaz bir şey. Sizin de muhtemelen özette okuduğunuz gibi bunun sebebi Spinoza’nın Etika’da izlediği geometrik sunum yöntemi üzerinden tartışarak, Spinozacı bir yolla ilerlemiş olmam. Ama, nasıl gideceğini göreceğiz. Başlamadan önce, hızlıca aşinalık kazanmakta olduğumuz bu format üzerine kısaca birkaç şey söylemek istiyorum. Kanlı canlı sunumlar yerine bu çevrimiçi sunum formatı, Zoom sunumu ve bizim belirli konumuz toz üzerine. Bence dijital sunumlarla kanlı canlı sunumlar arasındaki ana farklardan biri bu. Çünkü mesele şu: Aramızda ne tür bir toz var?
2016’da toz üzerine yayımladığım kitapta yazdığım gibi, tabii ki gözlüklerimin üzerinde toz var, burada havada süzülen tozlar var, bilgisayar ekranımın üstünde toz var. Ve bu sizler için de geçerli, gözlük takanlarınız aynı dertten muzdarip olabilir, ne kadar silersek silelim bilgisayar ekranlarımız tozla kaplı ve bir de havada süzülen tozlar var. Yani bu çevrimiçi yan yanalıkta aramızdaki tozu paylaşmıyoruz. Değil mi? Benim için kanlı canlı sunumlar ve çevrimiçi varoluş ve yan yanalık arasındaki ana fark bu, çevrimiçinde toz ayrı tutuluyor ve karışmıyor. Yani bu konuşma durumu tuhaf bir şekilde yazmaya benziyor, bahsettiğim toz katmanları arasından bilgisayar ekranına baktığım zamanlara. Dediğim gibi sunacağım bu yazı deneysel bir yazı ve sunum şekli de deneysel. Kanıt araçlarını büyük çoğunlukla kastedilen tanımların, aksiyomların ve önermelerin…vb. inin temeline dayanarak oluşturacağım. Çünkü aksi takdirde bu sunumu çevrimiçi takip etmek imkânsız olurdu. Bunların Spinoza’nın kendisinin de takip ettiği geometrik yöntemi temel alarak yapılmış çıkarımlar olduğu konusunda bana güvenip, inanmalısınız. Ama basılı hali çıktığında, tabii ki her şeyi kontrol etmekte özgürsünüz, muhtemelen gelecek sene içinde basılacak. Çünkü bu yazı aynı zamanda bir süredir toz üzerine beraber çalıştığım Tomas Saraceno’nun daveti üzerine yazıldı. Şimdi bu kısa protokolü geçtiğimize göre, 
Giriş: Toz üzerine düşüncelerimde, Spinoza’nın Etika’sını takip eden yarı-geometrik tanımlar, aksiyomlar ve önermeler olarak ortaya çıkan enfes bir ironi var. Bu düşüncelerin keskin formu, şüphesiz ki dağınık ve gelip geçici içeriğiyle örtüşmemektedir. Bu sert, matematiksel ve geometrik formlarla toz üzerine olan içerik arasında bir çeşit boşluk vardır. Ama söz konusu tezat siz dinleyicileri biraz olsun güldürmek için değildir. Düşüncenin formu ve içeriği arasında ortaya çıkan çelişkiler patlamaya hazır, tehlikeli bir spekülatif enerji barındırır. Bu enerji serbest bırakıldığındaysa anlayışa bir dizi şok yaşatır, sadece daha önceden anlaşılmış olanı temel alarak anlayan, rahat ve esasen muhafazakâr olan anlama yetisine bir dizi şok yaşatır, değil mi? Yani felsefi olarak anlamak üzerine düşündüğümüzde, kavrayabileceğimiz ya da anlayabileceğimiz yeni hiçbir şey yoktur. Çünkü zaten sadece halihazırda anlaşılmış olanı temel alarak anlarız. Ve yani yeni bir şeye, orijinal bir şeye varmak için yapmamız gereken bu yetiyi rahatından etmektir. Ve belki de demek istediğim şu; konuşulan şeyin içeriği ve formu arasındaki bu çelişki, anlamayı rahatından etmek için şok etmenin yollarından biridir.   
Şokun etkisindeki anlayış, bir nesneyi halihazirda var olan bilişsel matrislere dahil etmekten uzaklaşır ve kendisini toza katmaya teşvik edilmiş olur. Şimdi Giriş kısmının açıklamasına geçebiliriz: Baruch Spinoza tozla yakinen aşinaydı, Hollanda’da bir lens zımparacısı olarak çalışan bu Portekizli Yahudilerin torunu, şüphesiz ki oldukça fazla toz solumuştu. Teleskoplar ve mikroskoplar için yaptığı yüksek kaliteli lenslerle tanınmasına rağmen, Spinoza, felsefi yazıları sayesinde ölümünden sonra şöhrete kavuşacaktı. Bu yazıların başlıcası Etika’sıydı. Öklid geometrisi üzerinden şekillendirilmiş bir yapısı olan bu kitap doğaya boyun eğmekten akla, duygulardan insan özgürlüğünün ihtimallerine uzanan çeşitli mevzularla ilgiliydi. Benim toz üzerine düşüncelerim Etika’ya, sessizce bazı temellerini ve açıklamalarını bozan -özellikle de töze dair olanları- bir dipnot veya giriş minvalinde görülebilir. Spinoza’dan açıkça ödünç aldığım şey ise eserinde bahsettiği ispatın geometrik düzenidir, tanımlar ve aksiyomlardan önermelere, onların kanıtlarına ve derinlemesine açıklamalarına doğru bir izlek: tek bir kelimeyle özetlemek gerekirse tozlaşma. O halde sözü uzatmadan tanımlara geçelim. Bu konuşmanın başka bir versiyonunu açmaya çalışacağım, böylece bu makale formatını takip etmemiz gerekmeyecek. Size sunmak istediğim altı tane tanım var, lütfen bunları bu sunumda bahsedeceğim her şey için bir çerçeve olarak aklınızda tutun. 
Birinci Tanım: Dünyalar derken daha önce veya henüz yazılmamış kelimelerden bahsediyorum. Daha önce veya henüz dile getirilmemiş ya da biçimi sabitlenmemiş olan. Ama zaman ve mekânda birbirlerine eklemlenmiş, zaman ve mekân hissini ifade eden. Yani dünyalar budur. Daha önce veya henüz dile getirilmemiş kelimelerdir. Daha önce veya henüz dile getirilmemiş, ama birbirlerine eklemlenmiş.  
Kelimeler derken -bu İkinci Tanım- dünyaların sembolik anlam birimlerine damıtılmış parçalarından bahsediyorum. Yani her kelime, dünyanın sembolik anlam birimine damıtılmış bir parçasıdır.   
Üçüncü Tanım: Eklemlenme derken neyi kast ediyorum? Eklemlenmenin benim için üç anlamı var. Birincisi, şeylerin fiziksel olarak birleşmesi, şeyleri fiziksel olarak mekânda bir araya getirmek. İkincisi, konuşmada seslerin kasti bir şekilde çıkarılması. Ve üçüncüsüyse, bir açıklamada düşüncelerin art arda dizilmesi. Ya da kısaca eklemlenmenin 3D ve 0Dnin birleşmesi olduğunu söyleyebiliriz. 
Dördüncü Tanım: Anlam derken neyi kast ediyorum? Anlam derken tekrar edilebilir veya yinelenebilir eklemlenmelerden bahsediyorum. Tekrar edilmesi mümkün, mutlak anlamda biricik ve tekil olmayan eklemlenmelerden. 
Beşinci, tekrar edilebilirlik derken neyi kast ediyorum? Tekrar edilebilirlik derken günümüzün parçalarının geçmişin ve geleceğin parçalarına çevrilmesinin imkânlılığından ve imkânsızlığından bahsediyorum. 
Ve Altıncı, nihayetinde son tanım: Çeviri derken neyi kast ediyorum? Çeviri derken, gene üç şey arasında, zaman ve mekân düzleminde, nihai olmayan denklikler kurma pratiğinden bahsediyorum.    
Bu denklikler nelerin arasındadır? Birincisi, bir kelimeyle diğeri arasındadır, genelde çeviriden söz ettiğimizde aklımıza gelen budur. Çeviri, bir dilde bir kelime ile başka bir dilde bir kelime arasında kurulmuş denkliklerdir. 
ma çeviri buna ek olarak başka anlamlara da gelir. Çevirinin benim için ikinci anlamı, bir dünyayla başka bir dünya arasında nihai olmayan denklikler kurmak, oluşturmaktır. Yani, sadece bir kelimeyle diğer bir kelime arasındaki denklik değil, aynı zamanda bir dünyayla diğer bir dünya arasındaki denkliktir. Son olarak, çeviri aynı zamanda bir kelimeyle bir dünyanın bir unsuru arasında denklikler kurmaktır, değil mi? Benim için çevirinin üç parçalı anlamı budur. Şimdi tanımlar kısmına dair kısa bir açıklama. Bu listede tozun bir tanımı olmaması benim hatam değil, bir gereklilik meselesidir. Çünkü fark etmişsinizdir ki tozu tanımlamadım. 
Tozun tanımlardan sıyrılarak tanımlandığı söylenebilir, geçici oluşumlarında öyle farklı, dağınık ve çok çeşitli şeyleri bir araya getirir ki. burada anlayışımızın alışkanlıkla başvurduğu farklı tasnif sistemleri çöker. Küf sporlarından kıyafetlerin mikroelyaflarına, polenlerden ölü deri hücrelerine, karbon parçacıkları ve kum tanelerinden toz akarlarına ve daha nicesine. Toz, yaşayanla ölünün, geçmişle geleceğin, yakın ve uzağın, kendimizin kıymıklarıyla geniş dünyanın tuhaf bir kombinasyondur. Belirli kombinasyonlarıyla geçici bir kümedir. Aynı zamanda, evrensel ve varoluşsal ölçeklerde, bireysel bir varoluştan önce gelenlerin ve onun ardında kalanların çerçevesidir. Bitkilerin ve hayvanların, fabrikalar ve emisyonlarının, insan bedenleri ve yıldızların bireysel varoluşları. Değil mi?  
Yani başka bir deyişle, bütün bunlar tozun tanımlanmayacağı anlamına gelir, hatta belki de toz tanımlanamazlığıyla tanımlanır. Böylece tanımlar kısmının sonuna geldik. Şimdiyse iki aksiyomdan bahsedeceğim, çok kısalar, fakat devamında gelecek her şey için ve hatta benim toza dair ve onun dışındaki bütün çalışmalarım açısından çok önemli bunlar. 
Birinci Aksiyom: Eklemlenmenin öncesinde ve sonrasında, ve onunla eşzamanlı olarak parçalanma gelir.. Hatırlarsınız ki tanımlardan biri eklemlenmeydi, ama gerçekten eklemlenme için, önünden ve arkasından gelen, arasına karışan parçalanmayı da hesaba katmamız gerekir. Bu Birinci Aksiyom.  
Ve İkinci Aksiyom: Toz, olmuş olan ve olacak olandır. Toz, olmuş olan ve olacak olandır. Şimdi önermelere geçmeye hazırız. 
Sekiz adet önerme var, dolayısıyla oldukça kısalar. Size geometrik açıdan kısa ve öz olmayan yerlerde bazı kanıtlar sunacağım ve bazı önerme sonuçları ve notlar da. 
Önerme Bir: Dünyalar, kelimeler olmadan anlaşılamaz ve kelimeler, dünyalar olmadan kavranamaz. Dünyalar ve kelimeler arasında bir çeşit karşılıklı bağımlılık durumu vardır -en azından biz insanlar açısından- dünyalar, kelimeler olmadan anlaşılamaz ve kelimeler, dünyalar olmadan kavranamaz.
Şimdi, bu Birinci ve İkinci Tanım’dan dolayı zaten net ve önceden bahsettiğim geometrik kanıt da bu. Ama buna dair bir Önerme Sonucu da var. Kelimeler başka kelimelere bağlandığında, sadece bu diğer kelimeler hâlâ kendi dünyalarına işaret ettiği, indirgendiği, kendi dünyalarını ifade ettiği sürece anlamlıdırlar. Dolayısıyla her çeviri düzeyi eşit değildir, ya da başka bir deyişle her çeviri kendince meçhuldür, bazı çeviri edimleri dünyaların ve kelimelerin tozlarından başka bir şey içermez. İkisi birbirlerine veya başka kelimelere ve dünyalara bağlanmadığında tozlaşma oluşur. 
Bu Önerme için Bir Numaralı Not: insan olmayan faillerin dünyalarını yorumlamak için kelimelere veya kavramlara ihtiyacı yoktur. Eklemlenme aracındaki daha ince kademeler, örneğin titreşimleri içerenler burada öne çıkar. Anlam ve duyu, titreşimlerin genellenebilir biçimlerinin veya mekânsal düzenlemelerin tekrarlarından doğar. Fakat anlam, anlamsızlıktan yola çıkar ve anlamsızlığa doğru geri sapar, aynı zamanda kendisinin ötekisine gebeymişçesine anlamsızlığı içinde taşır. Bu Aksiyom Bir’e göredir. Orada, hatırlayacağınız gibi, eklemlenmenin önünde, arkasında ve içinde parçalanma yer aldığından bahsetmiştim. 
Not İki: Yine de, kelimeler ve dünyalar içine ufalanmadan önce toz, anlaşılmaz ve çözülemez olanın çatlaklarında toplanır. Önerme İki: Eklemlenme, kelimelerle dünyaları eklemler, ama aynı zamanda kendisine, dünyaların ve kelimelerin içinde işleyecek şekilde atıfta bulunur.   
Bu Önerme için iki Kanıtım var. Birincisi, dünya oluşturmak, dünya olacak bir şeyin farklı yönlerini birbirine uydurmaya ve bu uyum için mekânsal ve zamansal parametreleri düzenlemeye dayanır. Dünya oluşturmak budur.  
Dünya olacak bir şeyin farklı yönlerini birbirine uyumlamak ve bu uyum için mekânsal ve zamansal parametreleri düzenlemektir. Dolayısıyla, her dünya esasen ilişkiseldir. Hem kendiyle kurduğu ilişki hem de ötekiyle kurduğu ilişkidir. Bir dünyanın ötekisi, ya başka bir dünya ya da dünyasızlıktır. Bu sebepten ötekiyle ilişkisi ya başkasının dünyasına ya da o dünyanın sonuna ulaşır, tozlaşmasına, toza dönüşmesine.   
İki Numaralı Kanıt: Yazılı veya sözlü olmasına bağlı olaraktan dünya oluşturmak, harflerin, sembollerin ve seslerin anlamlı dizilimler halinde toplanmasıdır. Bu dizilimler hem dünyadaki şeylerin, havadaki titreşimlerin, boyanmış veya oyulmuş maddelerin hem de bu dünyaya içkin anlamların yoğunlaşmasıdır. Dolayısıyla her kelime esasen ilişkiseldir. Kelimenin kendiyle ilişkisinin ve ötekisiyle ilişkisinin bir formudur. Bir kelimenin ötekisi ya başka bir kelime ya da kelimesizlik, sessizliktir. Bu sebepten, bir kelimenin ötekisiyle ilişkisi ya daha kapsayıcı bir anlam yapısı inşa eder ya da kendini sessizlikle, ses üretimine indirgenemeyecek titreşimlerle karşılaştırır. 
Bu Önermeye dair bir Önerme Sonucu daha: Aslında eklemlenme, Kartezyen modernitenin ayırdığı iki ontolojik rejimi birbirine eklemler: Akıl ve beden, anlam ve madde. Hatırlayalım, tanımına göre eklemlenme mekândaki şeyleri birbirine eklemler ama aynı zamanda sesleri, kelimeleri eklemleyip fikirleri birbiri ardına dizer. Yani, bu eklemlenme kavramında Kartezyen ayrımın üstesinden gelinir. Çünkü bu şekilde bir eklemlenme, akıl ve bedeni, anlam ve maddeyi birbirine eklemler. Aynı zamanda bu belirli bir Latince kelimedir, her kelimenin ve dünya oluşturma mekanizmasının işleyişidir. Dolayısıyla, eklemlenme her daim kendinden fazlasıdır. 
Önerme Üç: Parçalarına ayrılırken bile, toz eklemlenme oyununu oynar. Yani parçalarına ayrılırken bile, toz bu eklemlenme oyununu oynar. Kanıt: Kelimelerin ve dünyaların zaman ve mekânda eklemlenmesi dinamik ve sonludur. Parçalanmanın eklemlenmenin karanlık diğer yüzü olduğunu farz edersek bu gölge tozdan beslenir, tozu barındırır ve toz oluşmasına sebep olur. 
Not: Tozun eklemlenmeleri birkaç şeyi içerir. Birincisi, gerekli bir bütünlükten ve sabit bağlantılardan yoksun çeşitli şeylerin fiziksel olarak birleşmesi: akarlar, kozmik parçacıklar, deri kırıntıları, kıyafetler. İkincisi, tozun eklemlenmeleri, bir araç ve bu araç üzerinden yolculuk eden ve kıpraşan titreşimlerin ve ışık dalgalarının alıcısı arasında, orta bir yerde konumlanmayı içerir. Yani toz, -Marshall Mcluhan’ın deyimiyle- hem araç hem de mesajdır. Değil mi? Hem mesajı taşıyan araçtır hem de mesajın kendisidir ve bir anlamda bu araç üzerinden hareket eden titreşimlerin ve ışık dalgalarının da alıcısıdır. Tozun eklemlenmelerinin üçüncü anlamı, tozlaşmış olana doğru izi sürülebilecek çatlaklı bir semantik dizilim ve parçalı bir anlatı olmasıdır. Değil mi? Birazdan bir anlamın tozlaşmasının ve çatlaklı semantik dizilimlerin ve parçalı anlatıların toza indirgenmesinin ne demek olduğunu göreceğiz. 
Önerme Dört: Toz sadece dünyayı doldurmakla, dünyadaki şeyleri kendine dönüştürmekle yetinmez, aynı zamanda kendi içinde bir dünyadır. Yani toz, dünyayı doldurur ve kendi içinde bir dünyadır. Kanıt: Eğer dünya, daha önce veya henüz olmamış kelimelerin eklemlenmesini gerektiriyorsa ve dahası tozun eklemlenmeleri, eklemlenmenin tüm olası kavramlarını kullandıysa, o halde toz dünya oluşturur. Tekrardan, burada geometrik kanıt aracının büyük kısmını geçiyorum, ama mevcut olduğu konusunda bana güvenin. Buna dair bir Önerme Sonucu: Toz, bir şey toza dönüşürken başka bir şeyin varlığını yitirdiği ölçüde var olur. Değil mi? Yani, burada ters oran gibi bir şey vardır, toz, bir şey toza dönüşürken başka bir şeyin varlığını yitirdiği ölçüde var olur. Bu bir şey, dünyadaki varlıklara ya da ufalandıkları ölçekte dünyaların yıkımını ve gayridünyalaşma sürecini canlandıran bütünlüklü dünyalara işaret edebilir. Toz gayridünyalaşmayı olumlu bir şekilde ifade eder, toz gayridünyalaşmanın dünyasıdır. 
Not Bir: Tozun disiplinsel alanında -tozun içine dahil olabildiği ölçüde disiplinsel bağlamda- , astrofizik tozun dünya oluşturma yetisine ışık tutar. Not İki: Jacob von Uexküll’ün öncülük ettiği fenomenolojik biyoloji diye adlandırabilecek alanın ışığında toz, toz akarlarının ve benzer bir şekilde mantarların ve mikropların dünyasıdır. 
Önerme Beş: Toz dünyaları var olduğuna göre, toz kelimeleri de var olmalıdır. Değil mi? Toz dünyaları var olduğuna göre, toz kelimeleri de var olmalıdır ve bu Önerme için iki kanıt mevcut. Birincisi, Birinci ve İkinci Tanım’ı takip ediyor ve bu tanımların İkinci ve Dördüncü Önerme’yle bir araya gelmesinden oluşuyor. Ama İkinci Kanıt belki de daha ilginç olan, hemen seslendirebilirim: tozlaşmış, tozlaş-mış, toz-la-ş-mış, t-oz-la-ş-mı-ş, t-o-z, ne demek istediğimi anladınız, değil mi? Bu, kelimelerin ve toz kelimelerinin tozlaşmasıdır. Önerme Sonucu Bir: Paralel bir şekilde, gayridünyalaşan toz dünyalarıyla beraber toz kelimeleri de gayrikelimeleşmektedir. Bu paralelliği biraz ileriye taşırsak, ifade ettikleri şey maddenin ve anlamın parçacıklarına ayrılmasıdır, gayrikelimeleşmenin kelimeleşmesi.  
Anlamın tozlaşması yeni eklemlenmeleri ivedilikle hem imkânsız hem de gerekli kılar. Bu noktada Samuel Beckett’ın oyunlarının gayrikelimeleşmenin kelimeleşmesinin tehlikeli ve çelişkili eşiğinde durduğunu not düşebiliriz. Buradan hareketle, toz evrenselliğine rağmen en eşsiz, tekrarlanamaz ve çevrilemez şeydir.. 
Önerme Sonucu İki: Toz kelimeleri, toz dünyalarından ayırt edilemez. Maddeden anlam damıtma eylemleri ve daha önceden veya henüz olmayanın işaretleri yok olma noktasına kadar ufalmıştır. Kendi içinde toz, aşağı yukarı bir şeyden diğerine doğrudan bir geçiş sağlar: toz kelimelerinden toz dünyalarına, toz dünyalarından toz kelimelerine. 
Not Bir: Toz kelimeleri toz için kelimeler değildir, örneğin başka dillerin tozu adlandırmak için kullandıkları kelimeler değil, tozun kelimeleri ve toza içkin kelimelerdir. Kelimelerin kendilerini tozlaştırırsak, toz olana kadar parçalarsak ne olur?
Bu kelimeler dünyaları belirleyen anlardan farklı değillerdir, biçimlendirme ve biçimsizleştirmenin çift taraflı geçişine işaret etmek yerine anlamı tuzla buz edip nanopartiküllere ayıran, toza dönüşene kadar öğüten. Bu onların eklemlenmesidir. 
Ve Not İki: Toz kelimeleri, kelimesizliğin sınırında, dolayısıyla belirli bir sessizliğin kıyısında var olurlar. Önerme Altı: Toz kelimeleri, zaman ve mekânda eklemlenir ve zaman ve mekânın anlamını eklemler. Kanıtlar geometrik olduğundan hızlıca geçiyorum ama bu önermeye dair bir not var. Ölü deri hücreleri ve kozmik parçacıklar, siyah karbon ve sentetik mikroelyaflar; tozun içinde yakın ve uzak, güncel ve tarihsel olan birbirine karışır. Söz konusu karışım, önceden belirlenmiş zaman ve mekân parametreleriyle, Newtoncu fiziğin sınırları dahilinde deneyimlendiğinde kafa karıştırıcıdır. Ama kendi koşullarında deneyimlendiğinde, toz belirdiği her yerde ve her zamanda mesafeleri ve süreçleri yeniden ayarlar. Birdenbire zaman ve mekânın anlamını gösterir ve yeni eklemlenmelerin gerçekleşeceğinin garantisi olmamasına rağmen bu anlam da aniden dağılır, yeni eklemlenmeleri bekler. Değil mi?  
Yani, tozun karışımı Newtoncu fiziğin sınırları dahilinde kafa karıştırıcıdır, ama Einstein’ın zaman-mekân kavramıyla yaptığı şekilde bunu biraz mantığa oturtabiliriz. Dolayısıyla tozun zamanını ve mekânını sorgulayabiliriz ve bunlar her seferinde bir saniye sonra dağılmak üzere yeniden belirecektir. 
Önerme Yedi: Mazide kalmış dünyaları tasvir edecek veya ifade edecek kelimeler yoktur. Kanıt: Dünyalar toza ufalandığında, onları anlamlandırmak için kullanılan kelimeler de içlerinde ufalanır. Dışarıdan uygulanan anlaşılabilirlik, dünyayı dünya yapan hissi kaybeder ve bunun yerine onu bir anlam nesnesine indirger. Bu sebepten, toza dönüşen dünyalar sağlam kalmış kelimelerin perspektifinden anlaşılamaz. Ama toz kelimeleri sayesinde az da olsa bir anlamı muhafaza ederler. Burada eklemek isterim ki, biraz Theodor Adorno’nun estetik teorisini takip ederek ilerliyorum. Adorno’ya göre paramparça olmuş, hasar almış bir gerçekliği anlamak için paramparça olmuş, hasar almış bir özne gereklidir, değil mi? Yani, neyin ne olduğunu, tüm bir dünya içine ufalanmışçasına neyin toza dönüştüğünü anlamak için hasar almış, toza dönüşmüş bir eklemlenme şekli gereklidir.  
Ve Önerme Sonucu: Sadece toz kelimeleri ve çatlaklı semantik dizilimler toz dünyalarını ifade edebilir, gayridünyalaşmanın dünyasını açıklığa kavuşturabilir. Şimdi son önermeye geldik. Önerme Sekiz: Çevrilemez toz, evrensel bir çevirmendir. Kanıtıysa şu: Toz, Tanım Dört ve Önerme Beş’e göre çevrilemez. 
Fakat Aksiyom İki’ye göre toz, olmuş olan ve olacak olandır. Bunu Önerme Üç ve Beş’le bir araya getirdiğimizde toz, içinde var olmanın, eklemlenmenin ve söylemin evrensel bir boyut kazandığıdır. Öyle ki, Anaxagoras’ın dediklerini açmak gerekirse, tozun içinde her şey diğer her şeyle konuşur. Kısaca açıklayayım, fragman B11, Diels-Kranz 59’da Pre-Sokratik Anaxagoras şöyle not  düşer -bu bir alıntı-: “Her şeyde, her şeyin bir payı vardır”. Değil mi? Ve ben de tam bu noktada tozu çevrilemez, evrensel bir çeviri aracı olarak konumlandırıyorum. 
Önerme Sonucu: Tozla olmak her şeyle olmaktır, tozu eklemlemek, belirli bir şey, bir şey ya da hatta bir dünya sonsuz düzlemlerinde fokurdamadan öncesindeki ve sonrasındaki her şeyi de eklemlemektir. 
Not Bir: Gayridünyalaşmanın dünyası olarak toz, dünyalık ve dünya olma haline uygun bir şekilde çevirinin potansiyellerine sahiptir. Bu koşullarda, teklik kategorileri -örneğin tek bir dünya, tek bir kelime ve birçoğu- bunun yanı sıra parça ve bütün kategorileri de radikal bir şekilde tekrar gözden geçirilir.
İki Numaralı Not: Tozla olmak, yani aynı zamanda toz olmamız nasıl bir his? Zamanda olmanın, tozda olmanın çatlamasına değinmez mi, tozla dolmadan önce toz olan bu çatlamaya? İçi dâhil her yanından eklemlenme taşan parçalanmaya bağlı değil midir? İlginiz için teşekkürler. 
Gülşah: Bu şahane sunum için teşekkürler Michael, oldukça yüklüydü. O yüzden, sanırım dinleyicilere sindirmek ve sana da dinlenmek, rahatlamak için bir an vermeliyiz. Serginin küratörü Sarah’nın bir sorusuyla başlayacağız. Şöyle yazmış: Bir toz çemberinde bir sanat işi -bu sergide, Kum Fırtınası’ndaki işlerden biri olduğunu farz edelim- toz çemberinin görselleştirilmiş bir hâli midir yoksa toz dolanıklığının bir anını mı belgelemektedir? Görselleştirilmiş bir tozdan kopuk, yeni bir toz dolanıklığı mıdır?  
Michael: Evet, senin tozun dolanıklığı dediğin şeyi düşünürsek, size daha önce sunduğum pre-Sokratik Anaxagoras okumasına ve benim muaddel okumama dönmek isterim. Tozun içinde, toz olarak her şey diğer her şeyle konuşur. Dolayısıyla tozun dolanıklığından bahsedeceksek, işin içine seyirciyi, gösteriyi ve gösterinin görselleşmesini sağlayan mecrayı da katmalıyız. Değil mi? Bu bağlamda, tozla olmaktan bahsettiğimde, hepimizin toz olduğundan da bahsediyorum. Bahsettiğin çembere dâhil olan bu toz olma durumu. Ama çember oldukça kapalı bir figür, değil mi? Belli ki bir sonsuzluk şekli, ama gene de sınırları iyice çizilmiş, kapalı bir geometrik şekil. Bu sebepten geometrik temsillerden bahsettiğimizde, daha ziyade sonsuz toz düzlemlerini tercih ediyorum. Newtoncu fizikteki sonsuz mekâna benzer sonsuz düzlemler. Sanırım bu tozun ne olduğunun ve ne yaptığının hakkını daha çok verir. Ve tabii her daim işin içine kendimizi katmalıyız, seyircinin bakışını katmalıyız, gösteriyi ve ikisi arasında olan biten her şeyi de. Yani mesele ilişki ve ilişkili koşullardır ve bütün bunlar tozun ve girdabının içine dahildir veya onlar tarafından yakalanmış veya tutulmuştur. 
Gülşah: Sanırım Sarah bu mevzuyu detaylandırmak istiyor, sözü ona vereceğim. 
Sarah: Evet, tahmin edebileceğin gibi bu konuyu daha ziyade güzel sanatlar perspektifinden gerçekten merak ediyorum. Cevabın için teşekkürler, yani sınırsız yapıları tercih ettiğini söyledin. Yani tozu sınırsız bir ağ olarak düşünebilir misin?  
Michael: Evet, sınırsız bir ağ olduğunu söyleyebilirsin, ama bu ağın içindeki eklemlenmeler durmaksızın yeniden gruplaşır ve tekrardan ufalanır, değil mi? Bu yüzden, genellikle ağlarla veya tözle bağdaştırdığımız sabitliğe sahip değildir. Bu sebepten, konuşmamın başında Spinoza’nın çalışmalarında en çok itiraz ettiğim şeylerden birinin töz olduğunu söyledim. Yani eğer toz bu evrensel tözse, genellikle kullandığımız anlamıyla bir töz değildir, çünkü herhangi bir sabitliği, altyapısal bir temeli yoktur. Ama tam olarak toza dair sevdiğim şey de bu kadar geçici olmasıdır. Geçiciliğindeyse etrafımızı sardığımız benzer varlıklardan çok daha basittir. Ve kendimizi farz ettiğimizden de daha basittir, değil mi? Bunların hepsi sınırları çizilmiş şeyler. Yani evet, toza dair güzel olan şey de budur; tüm geçiciliğinin, biçiminin alabileceği sonsuz ihtimalin, sonsuz ağlar yaratmasının yanı sıra Batı düşüncesinin göz önünde bulundurmaya alışık olduğu tüm temellerden daha esaslıdır. O halde kendi failliğinin de olduğunu söyleyebilirsin? Belli bir failliği olduğunu söyleyebilirsin, ama buradaki mesele o failliği hangi açıdan veya bakış açısından sorgulayacağın, düşüneceğindir. Bu büyük bir mesele. Çünkü o zaman, Tanrı’nın bakış açısına sahipmiş gibi yapman gerekir, değil mi? Tozun failliğinden bağımsız olmak, çünkü eğer toz her şeyi kendi içine süpürüyorsa, o zaman tüm diğer faillikler; bağlantılar, eklemlenmeler ve anlamlı ilişkiler kurmak adına içine dahil edilmiştir. Yani eğer toz o derece tümleyiciyse, onu tasvir edeceğimiz açıyı nasıl bulabiliriz ki? Belli ki sadece içinden bulabiliriz, sadece içinden, kendimizi ondan ayırmak yerine onunla özdeşleşerek ve kendi varoluşumuzda, maddeliğimizde, düşünselliğimizde tozun ve tozun failliğinin izlerini görerek… O sebepten bir tarafta insan failliği diğer taraftaysa toz failliği var gibi düşünemeyiz. Öncelikle tozun kendi içimizde, kendimiz üzerinden ve biz olarak nasıl davrandığını görmeliyiz, değil mi? Ondan sonra tozun failliği dediğin şeyi düşünmeye çalışabiliriz, evet.  
Sarah: Tamam, teşekkürler. 
Michael: Tabii. 
Gülşah: Michael benim de bir sorum var. Bir şey toza dönüşürken, başka bir şeyin varlığını yitirdiğinden bahsettin, yani her seferinde bir şey toza dönüştüğünde başka bir şey varlığını yitirir. O halde bu tanım dâhilinde tozun içinde olan toz akarlarını, yosunları ve mantarları nasıl konumlandırıyorsun?
Michael: Evet, bu tanım dâhilinde bu canlılardan Jacob von Uexküll’ün fenomenolojik biyoloji denebilecek çalışmalarıyla bağlantılı olarak bahsettim. Ve von Uexküll, gerçekten de dünyayı içinde yaşayan belirli canlıların bakış açısından tasvir etmeye çalışıyor. Yani bir oda, aynı oda, bir nesne, objektif olarak aynı büyüklükteki bir mekân, bir köpeğin bakış açısından, bir sineğin bakış açısından, bir insanın bakış açısından nasıl gözükür? Değil mi? Bunlar farklı dünyalar olacaktır, bazı kısımları ayrışacak, bazı kısımlarıysa kesişecektir, vesaire. Yani toz akarlarını, mantarları ve mikropları düşünmenin en ilginç şeklinin von Uexküll’ün düşünme şekli olduğunu düşünüyorum. Toz onların dünyası. Ben gayridünyalaşmanın dünyası dedim, ama toz akarlarının bildiği tek dünya bu, içinde besin bulmanın, üremenin belli yollarını anlamlandıkları vesaire, değil mi? Yani bu toz dünyasının tuhaf bir örneği, tamamen olumlu ve olumlu bir şekilde, ufalanmayla veya gayridünyalaşmayla vesaire herhangi bir ilişkisi olmayan bütün bir dünya, değil mi? Eğer bir toz akarının bakış açısını hayal edersek ve onunla özdeşleşirsek. 
Gülşah: Jorella Kariki’den bir sorumuz var: "Maddenin hâl değiştirmesi veya tozlaşması için dışarıdan bir kuvvet gerekir, ilk ayrılma anına sebep olacak bir çarpışma veya kargaşa. Fiziksel anlamda, bunu iki kütle arasındaki fiziksel bir karşılaşma, fiziksel bir kuvvetin icrası olarak düşünebiliriz. Toz soyutlamalarında bu kuvvetleri nereye koyuyorsun?”. 
Michael: Evet, teşekkürler, bu çok yerinde bir soru. Tabii ki de toz, genelde entropi olarak düşündüğümüz şeyin görünmeyen yüzüdür. Entropi bir çeşit… yani burada anahtar kategori bir enerji olarak kuvvet değil bence, değil mi? Her enerji sisteminin görünmeyen yüzü enerjinin tükenip gitmesi, sıyrılıp uzaklaşması ve sistemden dışarı çıkmasıdır. Ve toz arta kalandır, bir bakıma entropinin işinden arta kalandır. Ama öte yandan, enerji üzerine düşüncelerimin çoğunda enerji kavramının bu geleneksel, ders kitabı tanımına karşı çıktım. Başlangıçta bir bolluk oluşu, yavaş yavaş enerjinin veya kuvvetin dağılması ve sonsuza dek kaybolana dek varoluşun kademeli entropisi. Ve şüphesiz ki toz bizim dikkatimizi buna çeker. Benim daha çok ilgimi çekense sonun enerjisi dediğim şey. Fizikte öğrendiğimiz bu entropik, bu duraksamayan entropik kuvvete karşı sonunda enerjinin yükseldiği veya daha belirginleştiği hakiki durumlar. O halde belki de tozu enerjinin her zaman dağıldığı ve tükenip gittiği bu karamsar sürecin hatırlatıcısı değil, olumlu bir hatırlatıcı veya artakalan olarak bile düşünebiliriz. Nihayetinde tozun, süpernova patlamalarından arta kalan o kozmik tozun, yeni galaksiler ve gezegenler vesaire ve başka kozmik cüsseler oluşturabildiğini biliyoruz. Yani o bağlamda toz, sadece bir süreç tamamlandıktan sonra arta kalan değildir, yeni bir başlangıcın, yaratının öncüsüdür, değil mi? Bu yüzden, bu ikisini de, bu iki veçheyi de tozu düşünüşümüze dahil etmeliyiz, hem entropik bir artık hem de varoluşa bir başlangıç olarak; en azından tozun katılaşmasından yeni bir şeyin ortaya çıkma ihtimali olarak. 
Gülşah: Gayridünyalaşma tabirini biraz açabilir misin? Bu kavramı hem tozla hem de tozun oluşumuyla ilişkili olarak kullanıyorsun. 
Michael: Evet, yani gayridünyalaşma şudur, eğer dünyadan farklı seviyelerde eklemlenen belli anlam yapılarını -düşünce, kavram seviyesinde ve aynı zamanda sadece mekânda birleştirilen şeyler seviyesinde- anlıyorsak, değil mi? Dünya budur. Hem mekânsal ve hem de anlamsal bağlamda eklemlenmeler toplamıdır. Öyleyse gayridünyalaşma, parçalanmanın eklemlenmenin önüne geçtiği andır, eklemlenen şeylerin gitgide daha çok ayrıldığı, aralarındaki mesafenin herhangi bir ilişkiselliği, herhangi bir ilişkiyi kaybedecekleri kadar büyüdüğü. Tabii bahsettiğim gibi parçalanma, eklemlenmenin içinde her daim işlemektedir, ama bazen parçalanma o kadar ilerler ki eklemlenmenin önüne geçer. Gayridünyalaşma budur, dünya yaratan anlamlandırma zincirlerinin, mekânsal zincirlerin ve ağların ayrışmasıdır. Ve bu bağlamda dünyalar, içlerindeki eklemlenme ve parçalanma dengesi değişken olduğu müddetçe var olup yok olabilirler. Ve genellikle yok olduklarında, bu süreçten hızlıca veya yavaş yavaş bolca toz oluşur. Yani budur, bu sorunu tam olarak yanıtlıyor mu bilmiyorum Gülşah. Evet. 
Sarah: Benim bir sorum daha var. Tozun parçası olduğumuz için tozu görmemiz gerektiğini söyledin ve sonra Uexküll’den bahsettin. Örneğin, keneyle ilgili meşhur bir örneği vardır -yani keneyle çalışıyordu- tabii onların bizden tamamen farklı bir zaman algısı var.  
Michael: Tahminimce tozun bizden tamamen farklı bir zamanı ve algısı var, ama zamanda farklı bir varoluşu da var. Ve Uexküll laboratuvarlarda veya farklı yerlerde birçok gözlem yapmıştır. Ne kadar yaşadı, tam olarak bilmiyorum. Sanırım 70 yıl ve 50 yıllık bir gözleme dönemi olmuştur. Ama bu bile yeterli olmayabilir, yani bir insan yaşamı. O halde mesela Uexküll gibi toza dair gözlem yapmak için ne kullanabilirsin? Çılgın bir soru olduğunu biliyorum ama tozu nasıl daha iyi anlayabileceğimizi, daha iyi görebileceğimizi anlamaya çalışıyorum. Evet, belki de burada konuşma esnasında laf arasında bahsettiğim bir mevzuya dönmek faydalı olur, tozu sadece zaman ve mekânda olan, vuku bulan bir şey olarak düşünmemeliyiz. Belki de daha radikal olan, zaman ve mekânın oluşmasını ve anlamlılığını toz üzerinden ve toz sayesinde düşünmek olacaktır. Yani çok basit bir örnek olarak, bir şeyin zamanını o şeyin toza dönüşmesi için geçen zaman üzerinden ölçebiliriz, değil mi? O halde, bu zaman ölçeği olur ve zaman ölçeği her nesne için, her varlık için eşsizdir, çünkü her birinin toza ufalanmasının zaman ölçeği farklı olacaktır. Aynı şeyi mekân için de söyleyebiliriz, değil mi? Mekân için de aynı şey. Bu mevzuya 2016’da toz üzerine yayımladığım kısa kitapta değinmiştim. Belki de mekânı bir vakum, etrafımızı saran büyük bir boşluk olarak düşünmek yerine daha olumlu bir yerden, ağzına kadar, bazıları toz olan mikro parçacıklarla dolu bir şekilde düşünebiliriz. Mekâna belli bir somutluk addedilir, örneğin tozu gün ışığında dans ederken gördüğümüzde, değil mi? Yani, mekânın bu doluluğu ve içeriden var edilişi toz üzerinden örneklendirilebilir. Tekrardan ifade etmek gerekirse, her varlığın toza dönüşme sürecine göre zaman ölçeklerinin değişkenlik göstermesi gibi, tozun mekândaki yoğunluğu da değişkenlik gösterir değil mi? Bir kum fırtınası durumunda bu yoğunluklar kocaman, muazzam büyüklükte olacaktır. Ve daha şeffaf koşullarda bu yoğunlaşma daha az olacaktır. Yani tekrardan, bence doğru izlek mekânın var edilişini toz yoğunlukları üzerinden düşünmek olacaktır.  
Gülşah: Çok teşekkürler Michael. Başka sorusu olan var mı? Veya sen bir şeyler eklemek ister misin, bahsettiğin diğer mevzulardan birini açmak ister misin? 
Michael: Peki başkalarından soru var mı?  
Gülşah: An itibariyle başka bir sorumuz yok, ama oldukça yüklü bir sunumdu. İnsanların üzerine uzun süre düşüneceğine eminim. Ve tabii Sarah ve ben soru sormaya devam edebiliriz. 
Sarah: Evet Michael, sanırım ben bir kitap alacağım.  
Michael: Çok teşekkürler, eklemek isteyeceğim son bir düşünce şu olabilir, tozu nihilist bir yerden düşünmeme fikri. 2016’da toz üzerine ilk düşünmeye başladığımdan beri yapmaya çalıştığım tozun olumlu halini düşünmek; tozu olumlu, dünya oluşturan, dünya yaratan bir unsur olarak düşünmek.. Tabii ki biçim bozan ve dünya bozan unsurlarına da ek olarak. Ve bence bu şekilde devam etmek şu içinden geçmekte olduğumuz dönemle, etrafımızda mantar gibi biten dünyanın sonu anlatılarıyla başa çıkmamıza da yardımcı olabilir. Şu an pandemide her zaman olduğundan daha da çok, ama tabii her türlü çevresel meselede, küresel ısınma mevzusunda, vesairede. Tabii ki içinde nihilist bir kısım var, ama bunun üstesinden gelip tozun da yardımını alarak nihilizmi geçmeliyiz ve tozun içinde bulundurduğu olumlu, dünyayı aydınlatan unsurları görmeliyiz, değil mi? Yani bu konuya yaklaşmakta benim genel çerçevem bu olur. Virüslerin tozla taşındığını bilmemize rağmen biz de deniyoruz. Tabii ki yakın zamanda virüsün hava yoluyla bulaşmasının sadece insandan insan olmadığını bilimsel olarak ispatladılar, insandan havaya, havadan insana da geçebiliyor, değil mi? O halde havada virüsler her türlü parçacık üzerinde seyahat eder, toz, karbondioksit parçacıkları vesaire, evet. Şüphesiz ki o zaman toz virüs için bir dünya haline gelir, toz akarları ve mantarlar için dünya olduğu gibi. 
Sarah: Evet kesinlikle. Çok teşekkürler Michael. 
Michael: Evet, teşekkürler Sarah, bu davet ve bu yeni çalışmamı paylaşma fırsatı için çok teşekkür ederim. Umarım faydalı olmuştur. 
Gülşah: Konuşmamızı sona erdirmeden, aslında son bir sorum var. Bir kelimenin tozlaşması için parçalanmadan başka neler gerekir?  
Michael: Evet, verdiğim örnek oldukça basit, neredeyse Dadaistti değil mi? Bir kelimeyi semantik bir birim olarak alıp daha küçük birimlere, harflere vesaire bölmek. Ama tabii ki Latince gibi sözde ölü dilleri de düşünebiliriz. Tabii ki Latince öğrenebilirsiniz, ama Latincenin dünyası, yaşayan bir dil olduğu dünya artık yok. O dünya toza indirgenmiş durumda. O halde, -benim bu konuşmadaki yaklaşımıma göre- artık karşılık geldiği bir dünya olmayan bir dili çevirmenin veya o dile çevirmenin belli bir zorluğu ve limitleri vardır, değil mi? Yani kelimeler ya bu anlam katmanlarını veya onları kapsayan semantik öğeleri kaybederek ya da bir dünyayla o ya da bu sebepten bağlantılarını kaybederek toza indirgenirler. Mesela o dünya artık mevcut değilse. Ve evet, kelimelerin gayrikelimeleşmesinin ve toza dönüşmesinin muhtemelen bizim düşünebileceğimizden çok daha fazla yolu vardır. Ama bu sürekli oluyor ve eğer eklemlenme konusundaki sezgim doğruysa, eklemlenme mekânda şeyleri birleştiriyorsa, düşünceleri bileştiriyorsa, şeylerin yavaş yavaş toza ufalanması gibi düşünceler ve kelimeler de ufalanır. Kelimeler ve düşünceler gibi ideal anlam birimlerini bu süreçten muaf tutamayız. Onlar da toz olana dek ufalanırlar, maddeselliklerinin kanıtı budur. Eğer yeni materyalizmin tüm öğretilerini dinlerseniz bu fikirler sadece somut şeylere uygulanmakla kalamaz. Radikal materyalizmin anlam birimlerine, düşüncelere, kelimelere ve daha nicesine de uygulanması gerekir. Ve o yüzden şeylere olanların düşüncelere ve kelimelere de olabileceğini ve her zaman da olduğunu ifade etmek çok önemli. Bu kalemin durmadan parçacıklarını kaybedip yavaş yavaş toza dönüşmesi gibi kullandığımız her kelime, her düşünce de parçacıklarını kaybederek yavaş yavaş toza dönüşür. 
Yani demek istediğim, Latinceye zemin veren Roma imparatorluğunun dünyası gibi, bir dünyanın kaybı kadar dramatik bir olay olması gerekmez. Kelimelerin ve düşüncelerin gündelik kullanımında toz dökme süreci zaten halihazırda mevcuttur, değil mi? Ve tekrar doğmalarının sebebi onları kullanan, tekrar kullanan, yineleyen ve onlara dönen yaşayan bir eylemliliğin hâlâ var olmasıdır, değil mi? 
Gülşah: Sergideki işlerden biri, Ayat Najafi’nin işi -sana daha önce bahsetmiştim- Gılgamış Destanı’ndan bölümler içeriyor. Ve bu işte artık var olmayan iki dilde de ifadeler var, Akadca ve Sümerce. Bu dillerdeki kısımlar birkaç tarihçinin yardımıyla kaydedildi. Oldukça ilginç bir tecrübe, iş o kısımlarda seni anlamlandırabileceğin dillere geçmek için sabırsız hale getiriyor, çünkü video farklı diller arasında sürekli olarak değişiyor. Keşke görebilseydin. Yakında serginin yayını çıkacak, bu yayında farklı arka planlardan gelen sekiz yazarın katkıları yer alıyor. Yayını Depo’nun web sitesinde paylaşacağız. Aynı zamanda sergiyi gezme fırsatı olmayacaklar, İstanbul’da olmayanlar için de serginin bir video turunu hazırlıyoruz, ikisini de yakın zamanda Depo’nun web sitesinde bulabilirsiniz. Geldiğiniz için teşekkürler ve Michael, sergideki birçok işe bağlam sağlayan bu harika konuşma için teşekkür ederiz.   
Gülşah: Evet, çok teşekkürler. Teşekkürler, benim için zevkti.
Michael Marder: Evet, görüşmek üzere!
Çeviri: Gülşah Mursaloğlu
Son okuma: Aslı Seven
Deniz Gül’ün “Kazı ve Yüzey” çalışmasının Çeviri programı için Aslı Seven tarafından seçilmiştir.
1 note · View note
kilsanblog-blog · 5 years
Text
Eden Projesi, dünyanın en büyük serası
Tumblr media
Yeryüzündeki en büyük çoklu sera kompleksi olan Eden Projesi, “dünyanın sekizinci harikası” olarak tanımlanıyor. Aynı zamanda temalı bir etkinlik merkezi olan Eden, eşsiz ve sürdürülebilir mimarisi ile insanları hem çevresel konular hakkında eğitmeyi hem de insan-doğa ilişkisini en üst düzeye çıkarmayı amaçlıyor. Eden'de binlerce bitki sergileniyor. Fotoğraf: ©Hufton+Crow / edenproject.com İngiltere'nin Cornwall kentindeki eski bir kil ocağında yer alan Eden, bitkiler ve insanlar arasındaki bağlantıyı en üst düzeye çıkaran ve daha iyi bir geleceğe yönelik araştırmalar yapan büyük bir sera kompleksi. Komplekste biyomlar adı verilen iki devasa küresel bahçe bulunuyor. Birçok farklı iklim ve ortamlardan toplanan binlerce bitki, bu özel olarak tasarlanmış bahçelerde kendi doğal ortamlarına uygun şekilde barındırılıyor.
Tumblr media
Eden'i hayata geçiren Tim Smit Fotoğraf: edenproject.com Öykünün kahramanı, Sir Timothy Bartel Smit  Otuz futbol sahası büyüklüğünde yani 220 bin metrekare alana sahip, 50 metre derinliğindeki kil ocağının, dünyanın en büyük serasına dönüşme öyküsü Tim Smit ile başlıyor. Tim Smit, 1990’larda İngiltere'deki Heligan Kayıp Bahçeleri’nin restorasyon çalışmaları ile ünlenmiş bir iş adamı. Smith, uzun bir süredir insanlara çevre ve doğa bilinci konusunda eğitimler vermek isteğindeydi. Aklında, dünyanın en önemli bitkilerinin sergilenebileceği destansı bir yer oluşturma fikri vardı. Ancak, hayal ettiği proje için çok geniş bir araziye ihtiyaç duyuyordu. Yaşadığı Cornwall kentindeki Bodelva köyü yakınlarında, 160 yıldır faaliyet gösteren ancak artık işlevini yitiren kil ocağı, projeye uyan devasa bir alana sahipti. Smit, hayalini hayata geçirmek üzere hızla harekete geçti.
Tumblr media
Eden'in inşa edildiği kil ocağı Fotoğraf: edenproject.com Eden’in tasarımı modern binaları ile dikkat çeken İngiliz mimar Nicholas Grimshaw’a verildi. Projenin finansmanı ise Milenyum Komisyonu, AB ve diğer fonlar ile ticari kredilerden karşılanıyordu. İnşaata 1998 yılında başlandı ama ilk birkaç ay sağanak yağmur nedeniyle ara verildi. Kil ocağı çukuruna dolan 43 milyon litre su, özel bir drenaj sistemi geliştirilerek temizlendi. Biyomların ilk tasarlanan huni şeklindeki yapısı, altlarındaki kayalık ve dengesiz zemine kolayca yerleşebilmeleri için küresel yapı ile değiştirildi. İnşaat sırasında bir de rekor kırıldı. Biyomların yapılması için kurulan iskele toplamda 370 kilometre uzunluğu ile Guinness Rekorlar Kitabı’na girdi. Eden’in inşası iki buçuk yılda tamamlandı ve devasa proje 17 Mart 2001 tarihinde kapılarını halka açtı. Pek çok ödül kazanan Eden Projesi 2018 yılında 1.006.928 kişi tarafından ziyaret edildi. Tim Smit'in projenin yaratılışını anlattığı 'Eden' adlı kitabı, yirmi birinci yüzyılın en çok satan çevre kitabı oldu. Biyomlar, şeffaf bahçeler Eden’de biyom adı verilen iki sera yer alıyor ve her bir biyom dörder adet birbirine bağlı şeffaf küreden oluşuyor.
Tumblr media
Biyomlar, çelik çerçeveden yapılmış altıgen hücrelerden meydana geliyor Fotoğraf: grimshaw.global Biyomlar, çelik çerçeveden yapılmış yüzlerce altıgen hücreden meydana geliyor. Dış kaplamasında ağırlığından ve potansiyel tehlikelerinden dolayı cam kullanımından kaçınılmış. Cam yerine, yüksek korozyon direnci ve dayanıma sahip flor bazlı bir termoplastik olan ETFE katmanları kullanılmış. Böylece elde edilen yastık ile biyomların termal bir örtü ile kaplanması sağlanmış.
Tumblr media
Biyomların dış yüzeyi termoplastik ETFE katmanları ile kaplanmış Fotoğraf: grimshaw.global Binlerce bitki türüne ev sahipliği yapan biyomlardan biri sıcak ve nemli diğeri ise ılık iklime sahip iki farklı eko-iklim içeriyor. “Rainforest Biome” sıcak ve nemli bir ortam sağlayarak yağmur ormanlarının tropik bitkilerini, “Mediterranean Biome” ılık iklimi ile Akdeniz bitkilerini barındırıyor. Aralarında en büyüğü olan Rainforest Biome, 55 metre yüksekliğe, 200 metre genişliğe ve 100 metre uzunluğa sahip. Mediterranean Biome ise 35 metre yüksekliğinde, 65 metre genişliğinde ve 135 metre uzunluğunda.
Tumblr media
Açık bahçedeki Batı Avustralya bitkileri Fotoğraf: edenproject.com Ayrıca, komplekste bulunan açık bahçelerde dünyanın ılıman bölgelerini temsil eden çay, lavanta, şerbetçiotu, kenevir ve ayçiçeği gibi bitkiler ile yerel bitki türleri de yer alıyor. Eğitim tesisi, Çekirdek Eden’e Eylül 2005 tarihinde son eklenen yapı, eğitim tesisi olarak inşa edilen “Çekirdek /The Core” oldu. Sınıflar, atölye alanları, bir sergi salonu ve bir kafeyi içeren yapının tasarımı, mimarlar ve İngiliz heykeltıraş Peter Randall-Page’in ortak çalışması ile ortaya çıktı.
Tumblr media
Çekirdek'in çatısı Fotoğraf: grimshaw.global Tasarım konsepti doğal olarak oluşan geometrilerden geliştirildi. Yapıya özgün bir görünüm sunan çatı tasarımında ise çam kozalaklarından esin alındı. Ahşap bir ızgaradan oluşan ve geri dönüşümlü gazete ile izole edilmiş çatının pencereleri sürdürülebilir kaynaklardan elde edilen bakır plakalar ile kaplandı.
Tumblr media
Örümcek'in çizimi Fotoğraf: grimshaw.global Bina, çukurun kıvrımlarına yerleşen üç kattan oluşuyor. Alt kat sergi alanına, orta kat çocuk sınıflarına, üçüncü kat ise teras ve bir kafeye ayrılmış. Yapının girişinde bulunan “Seed/Tohum” adlı heykel Peter Randall-Page tarafından yapılmış. Dört metre yüksekliğinde ve yetmiş ton ağırlığında taştan yapılmış heykelin yumurta şeklindeki formu, bitkilerin büyümesinin altında yatan geometrik ve matematiksel ilkelere dayanıyor.
Tumblr media
Peter Randall-Page tarafından yapılmış Tohum heykeli Fotoğraf: edenproject.com Read the full article
0 notes
degisimbasladi · 7 years
Text
IŞIK İŞÇİSİ (2)
Pamele Kribbe aracılığı ile Jeshua Kanallığı
Çeviren Irem Janssen
Yazının orjinalini bu bağlantıda bulabilirsiniz.
http://www.jeshua.net/ 
Işık İsçilerinin Galiktik Hikayesi
Ruhun Doğumu 
Işık isçileri, dünya ve dünyanın insanları var olmadan çok önce doğdular. 
Bu ruhlar dalgalar halinde doğdu. Bir yandan, bütün ruhlar kaynağa bağlı ve olumsuz oldukları için bir başlangıçtan veya bitişten söz edemeyiz. Ancak diğer yandan, zamanın bir noktasında doğdular ve tam bu noktada bu ruhların bilinci kendilerini bilmeye başladı. Bu zaman noktasından önce, sadece olasılık olarak varlardı ve henüz “ben” ve “diğerleri” bilinci yoktu.
“Ben” bilinci, enerji grupları arasında bir çeşit hudut çekildiği zaman oluşur. Bunu açıklamak için metaforlara ihtiyacımız var. 
Bir an için okyanusu düşünün ve okyanusu, bütün enerjilerin hareket halinde olduğu, birleşip ayrıldığı bir alan olarak hayal edin. Düşününki, bütün okyanusa yayılmış tek bir bilinç var. İsterseniz buna okyanusun ruhu diyelim. Bir süre sonra, okyanusun bazı yerlerinde kümelenmeler oluşmaya başlıyor. Bu kümelerde bilinç daha yoğun. Bütün okyanus boyunca, bu kümeler form ve aralarında görünmez hudutlar oluşturuyorlar. Bu yoğunluğu yüksek formlar, içinde bulundukları okyanusun koşullarından bağımsız hareket etmeye ve kendilerini okyanustan farklı görmeye başlıyorlar. Burada olan şey, temel seviyede “ben” ve “diğerleri” bilincinin oluşmasıdır. 
Peki neden yoğunlaşan bilinçler, okyanusun belli bölgelerinde yoğunlaştı? Bunu açıklamak gerçekten çok zor. Ancak bu yoğunlaşmanın ne kadar doğal olduğunu sizler de hissedebiliyor musunuz? Toprağa tohum ektiğiniz zaman da her tohum kendi ritminde ve kendi bildiği zamanda buyur. Biri diğerinin hızında büyümez veya diğerinin boyuna ulaşmaz. Bazıları ise hiç büyümez. Ektiğiniz toprakta farklılaşmalar mı var? Neden? Çünkü, okyanus da sezgisel olarak bilincinin katmanları içerindeki en muhteşem ifadeyi arar. 
Kişisel bilinç gruplarının doğumu sırasında, okyanusun dışında rol alan, aynı zamanda okyanusu etkileyen bir güç vardır. Bu güç, sizi yaratan ve kaynağın eril tarafı olan tanrısal ilhamdır. Okyanus ise kaynağın dişi tarafını temsil eder, alan ve kabul eden tarafını. Eril tarafı, dişi tarafa akan ve ona ayrışma ve yoğunlaşma sürecinde yardım eden, hatta bu süreci olabilir kılan bir ışık huzmesi olarak düşünebilirsiniz. Bu iki taraf, güneşin ışınları ve bu ışınların ısıttığı fidenin kucağı gibi düşünülebilir. 
Okyanus ve ışık huzmesi, beraberce bir nesneye form verdiler, bu nesneler baş meleklerdir. Baş melekler, kaynağın hem dişi hem de eril tarafını bünyesinde barındırır ve kendilerini sizlere meleksi enerjilerle sunarlar. Baş meleklere bu dizinin en sonunda değineceğiz. 
Kişisel bilinç oluşunca, bu bilinç yavaşça okyanusu, bir zamanlar ta kendisi olduğu bütünlüğü terk eder. Ve ruh gittikçe artan bir şekilde kendisinin okyanustan ayrılmış olduğunun farkına varır. 
Bu farkındalıkla beraber, ruh ilk defa bir eksiklik ve kaybolmuştuk hisseder. Ruh, yeni bir nesne olarak kendi yolculuğuna başlar, ancak her zaman derinlerde bir yerde, bütüne ve kendinden büyük olana ait olma özlemini duyar. Derinlerde, her şeyin BİR olduğunu ve aslında “kendi” ve “diğerleri” kavramlarının olmadığını hep bilir. “Ev” diye bildiği şey; tamamen güvende ve bütün olmanın verdiği coşkudur. 
Derinlerde bu coşkunun hatırasıyla beraber, ruh sayısız miktarda yer ve büyüme tecrübe edeceği kendi yolculuğuna başlar. Yeni doğmuş ruhlar çok meraklı ve heyecanlıdırlar ve yeni deneyimler için can atarlar. Bu heyecan ve deneyim ihtimali, okyanusun bir parçasıyken mevcut değildir. Ruh şimdi canının istediği her şeyi deneyimlemekte özgürdür. Hatırasındaki bütünlüğü bulmak için, her türlü yolu seçebilir. 
Evrende, keşfedilecek sayısız miktarda gerçeklik var. Dünya bunlardan sadece biri ve kozmik ölçeğe göre oldukça yeni yaratılmış bir gerçeklik. Enerji dereceleri ve safhaları daima içsel istek üzerine yaratılır. Yaratılan her şey gibi, bu dereceler ve safhalar da içsel bir isteğin ve öngörünün sonucudur. Dünyadaki yaratıma temel olan istek; başka gerçekliklerdeki unsurların bir araya getirilip birbirleriyle karıştırılmasıydı. Dünya, birçok unsurun bir arada eriyeceği bir pota olarak tasarlandı. Bunu daha detaylı açıklayacağız. Şu an için söyleyeceğimiz şey şudur; dünya kozmik oyuna oldukça geç katıldı. Diğer gerçekliklerdeki unsurlar ve varlıklar çoktan başka gezegenleri, güneş sistemlerini ve enerji yoğunluklarını deneyimlemeye başlamışlardı. 
Işık isçileri, dünyada enkarne olmaya başlamadan önce, defalarca başka gezegen ve güneş sistemlerinde enkarne oldular. Onları “dünya ruhlarından” farklı kılan şey budur. “Dünya ruhları” ise, nispeten yeni yaratılmış kişisel bilinçlerin fiziksel bedende enkarne olduğu ruhlardır. Şöylede denebilir; dünya ruhları, dünyadaki fiziksel deneyimlerine daha bebekken başladılar. Dünya ruhları bu yolculuğa başladıkları zaman, ışık isçileri çoktan büyümüş ve yetişkin olmuşlardı. Sayısız yaşam deneyiminden geçmişlerdi. Işık isçileri ile dünya ruhları arasındaki ilişkiyi, ebeveyn ve çocuk ilişkisine benzetebiliriz. 
Dünyada Bilincin ve Yaşamın Gelişimi 
Dünyada, yaşam formlarının gelişimi ve dünya ruhlarının gelişimi birbirine geçmişti. Hiçbir ruh tek bir gezegene mahkum değildir, ancak dünya ruhları için “dünyanın yerlileriydi” diyebilirsiniz. Çünkü bu ruhların doğuşu ve gelişimi, dünyadaki yaşam formalarının oluşumuyla aynı zamanda oldu. 
Kişisel bilinçler, bir anlamda yapıları ve potansiyelleri açısından tek hücrelilere benzerler. Tek hücrelilerin basit yapısı gibi, yeni doğmuş kişisel bilinçler de şeffaftır. Birbirleri arasındaki farklılıklar henüz oluşmamıştır. Hem fiziksel hem de spritüal manada önlerinde dünya kadar ihtimal vardır. Yeni doğmuş bir ruhun kendisini bilecek ve çevresine karşılık verecek olgunluğa ulaşması, ayni tek hücreli bir canlının gelişimine benzetilebilir. 
Ruhsal gelişimi biyolojik gelişimle karşılaştırıyoruz ve bunu sadece metafor olarak kullanmıyoruz. Dünyadaki biyolojik yaşamın başlaması, dünya ruhlarının spritüal gelişime olan ihtiyaçlarından doğdu. Bu ihtiyaç ve istek, dünya üzerine çok çeşitlilikte yaşam formunu çağırdı. Hep söylediğimiz gibi, yaratım her zaman bilincin istemesiyle olur. Her ne kadar şu anda evrim teorisi diye bildiğiniz bilgi, biyolojik varlıkların gelişiminin sadece birazını açıklıyor olsa da yaratımı başlatan bilinci, isteği ve ihtiyacı tamamen yadsıyor. Dünya üzerindeki üreme, tamamen bilincin yaratma isteğine bağlıdır. Ruh önce gelir ve maddeyi yaratan ruhtur. 
Dünya ruhları önceleri ilkel bilinç seviyelerine uygun bedenler seçtiler, yani tek hücreli canlıları. Burada tecrübe sahibi olduktan ve bunu bilinçlerine kattıktan sonra, ruhlarının gelişiminin devamı için daha karmaşık fiziksel bedenlere ihtiyaç duydular. Böylece daha başka fiziksel varlıklar ortaya çıktı. Bilinç, kolektif bilinçleri dünyanın bir parçası olan dünya ruhlarının bu ihtiyacına cevap vermek için yeni yaşam formlarını yarattı. 
Bu çok çeşitli yeni yaşam formlarının yaratılması ve dünya ruhlarının bu bedenlerde enkarne olmaları, bilincin büyük deneyidir. Evrim tesadüfi değildir, bilincin bilinçli yaratımıdır ve belirli kuralları veya düz bir gelişim çizgisini izlemez. Çünkü bilinç seçimlerinde ve yaratımlarında özgürdür ve ne seçeceği tahmin edilemez. 
Dünya ruhları hayvan bedenlerini deneyimlediler. Çok çeşitli hayvanların bedenlerinde enkarne oldular ve değişik ruhlar değişik hayvan gruplarını seçtiler. Ruhların gelişim yolculuğu zannettiğinizden çok daha acayip ve çok daha macera doludur. Üzerinizde kanunlar yok. Siz kendi kanunuzu kendiniz yazarsınız. Örneğin, hayati maymun olarak deneyimlemek isterseniz, doğumla beraber bir maymun bedeninde enkarne olabilir veya bir maymun bedenini kısa sureli ziyaret edebilirsiniz. Özellikle genç ruhlar, her şeyi deneyimlemek isterler. İşte bu istek dünya üzerinde çok çeşitli yaşam formalarının oluşmasına sebeptir. 
Dünya deneyi sırasında, insan bedenlerinin yaratımına başlanması dünya ruhları için çok önemli bir dönüm noktasıydı. Bu dönüm noktasını detaylarıyla anlatmadan önce, ruhların içsel gelişiminden bahsetmek istiyoruz. 
Bilinç Gelişiyor: Başlangıç çağı, olgunluk çağı ve yaşlılık çağı 
Kişisel ruhların oluşumlarına baktığımız zaman, üç aşamadan geçtiklerini görürüz. Bu üç aşama, ruhun kendi seçimi olan ve birbirlerinden bağımsız platformlarda ve realitelerde gerçekleşir (farklı gezegenlerde, farklı güneş sistemlerinde, farklı enerji yoğunluklarında). 
1)      Masumluk aşaması (cennet)
2)      Ego aşaması (“günah”)
3)      İkinci masumluk aşaması (aydınlanma) 
Bu aşamaları, bebeklik, olgunluk ve yaşlılığa benzetebilirsiniz. 
Ruhlar, kişisel ruhlara dönüştükleri zaman, kendilerini bütün ve tam hissettikleri ve tamamen güvende oldukları okyanustan ayrılırlar. Böylece gerçekliği başka bir açıdan deneyimlemeye başlarlar. Gittikçe kendi benliklerinin ve bu benliğin özgünlüğünün farkına varırlar. Bu aşamada, kocaman gözlerle dünyaya bakan masum ve meraklı küçük bir çocuk gibi, çok duyarlı ve algıları çok açıktır. 
Bu sürece cennet diyebiliriz, çünkü okyanustayken hissettiği tam ve bütünlük hissi yeni doğmuş ruhun hafızasında hala tazedir. Henüz evden tam anlamıyla ayrıldıkları söylenemez, dolayısıyla özgün ruh olma haklarının çok farkında değillerdir. 
Yolculuklarına devam ettikçe ve yeni şeyler deneyimledikçe, okyanusla ilgili hatıraları yavaş yavaş silinmeye başlar. Her şey yenidir ve her şeyi kendilerine deneyimle katmak isterler. Yeni aşama, kendilerini odak noktası olarak görmeye başlayınca devreye girer. İşte o zaman “BEN” ve “DİĞERLERİ” kavramları tam anlamıyla oluşur. Bu kavramlara göre hareket etmeye başlayınca, etrafını etkileyebildiğini ve değiştirebildiğini görür. Böylece özgün olma deneyimi başlar. Bundan önceki aşamada daha çok ne gelirse kendine katma vardır. Şimdi ise, ruhun gelişimi ve kendi deneyimini yaratma gücü vardır. 
Bu “ego aşamasının” başlangıcıdır. 
Ego aslında dış dünyayı değiştirebilmeyi temsil eder. Lütfen not edin, egonun varlığının asıl sebebi, ruha bütünden ayrı ve kendisi olarak deneyimleme olanağı vermesidir. Bu aşama, çok doğal ve çok pozitif bir aşamadır. Aslında “ego” kötü değildir. Ancak güçlenme ve agresifleşme eğilimi vardır. Yeni doğmuş ruh, dış dünyayı etkileyebildiğini anladığı zaman, egoya aşık olur. Gelişen bu ruhlar derinlerde hala evlerini (okyanusu) özlemekte ve cennet aşamasının bittiğini bilmektedirler. Ego derinlerdeki bu acıyla başa çıkmak ister ve ruhun içinde olduğu gerçekliğe sıkı sıkıya tutunmasını sağlar. Bu, genç ruha güç verir ve elde edilen bu güç, ruhu kendinden geçirir.   
Eğer din kitaplarınızda anlatıldığı gibi gerçekten cennetten düşme diye bir şey olsaydı, bu muhtemelen genç ruhun güç taahhütleriyle egonun büyüsüne kapılması olurdu. Ancak her ruhun amacı olabilecek her şeyi deneyimlemektir hem cenneti hem de cehennemi hem günahı hem de sevabı. Yani cennetten düşme, dönülen yanlış bir sapak değildi. Burada siz inanmadığınız sürece, suçlu hissedecek bir durum yoktur. Sizleri sizden başka kimse suçlamıyor zaten.
Genç ruh geliştikçe ve olgunlaştıkça, deneyimlerini “ben-merkezli” yaşamaya başlar. Gücün yarattığı illüzyon, ruhları birleştireceğine birbirinden ayırır. Bu durum yalnızlık ve yabancılaşma yaratır. Her zaman farkında olmasa bile, ruhlar bu aşamada güç savaşçısı olurlar. Güç, bir süreliğine zihni rahatlatır.  
Üçüncü bir aşamadan bahsettik, aydınlanma- yani ikinci masumiyet- aşaması. Bu aşama hakkında ve ikinci aşamadan aydınlanma aşamasına geçiş hakkında uzun uzun konuşacağız. Şimdi dünya ruhlarının hikayesine ve ego aşamasının şu anda enkarne olmuş dünya ruhlarını nasıl etkilediğine dönmek istiyoruz. 
Dünya Ruhlarının Ego aşamasına geçişi: insan bedenlerinin oluşumu 
Dünya ruhlarının cennet aşaması, bitki ve hayvan bedenlerinde enkarne olup bu hayatları deneyimlemelerine rast gelir. Dünyadaki yaşamların başlaması, melek boyutundaki spritüal varlıkların korumasında ve rehberliğinde oldu. Bitkilerin ve hayvanların eterik bedenleri, melek boyutundaki rehberlerin korumasına ve beslemesine koşulsuz bir şekilde açıktılar. Bu korunmayı ve beslenmeyi kırma ve kendi yollarına gitme gibi bir eğilimleri kesinlikle yoktu. Yani hala uyum ve bütünlük anlayışı hakimdi. 
Ancak insan bedenleri bilinçte değişimi başlattı. Ayakları üzerinde duran ve beyni çok daha gelişmiş olan insan dış dünyanın farkına daha çok vardı. Bu bedenlerde enkarne olmuş ruhlar çevreye ve çevre koşullarına çok daha hakimlerdi. Böylece kendi güçlerinin ve çevreyi değiştirme kabiliyetlerinin farkına varmaya, yani, özgür iradelerini kullanmaya başladılar. 
Bu elbette ki tesadüfi değildi, bu dünya ruhlarının kendilerini kişisel olarak ve daha derin seviyelerde deneyimlemek istemeleri sebebiyle yaratıldı. Dünya ruhlarının gelişen öz-farkındalığı, insan bedenlerinin yaratılmasına ön ayak oldu. 
Dünya ruhları ego aşamasına girmeye hazır olunca, yaratım onlara özgür iradelerini kullanabilecekleri bedenler verdi. Bu “ben” ve “diğerleri” kavramlarını yarattı. Böylece “senin çıkarların” ve “benim çıkarlarım” çatışması için sahne kurulmuş oldu. Kişisel ruhlar, doğal benlik olan birlik ve bütünlük bilincinden, almak-vermek dengesinden tamamen kopuyor ve diğer yolları deneyimlemek için yola çıkıyordu. Bu cennet aşamasının sonuydu, ancak bunu trajik bir olay gibi görmenizi istemiyoruz, çünkü bu doğal bir süreç. Aynı mevsimler gibi. Olayların doğal dönüşümü böyledir, tıpkı şu anda tanrısal siz ve kişisel siz arasındaki dengeyi sağlamaya çalışmanızın çok doğal olduğu gibi. 
Dünya ruhları, ego aşamasına geçip insan bedenlerinde bilinci deneyimlemeye başlayınca, melek boyutuyla olan etkileşim arka plana çekildi. Çünkü melek boyutunun esasi özgür irade sahibi bütün ruhlara ve onların seçimlerine saygı duymaktır. Asla çağrılmadan yetki kullanmazlar. Böylece dünya ruhları tamamen özgür oldukları ve gücün her şeklini deneyimleyebilecekleri bir cağa ayak bastılar. Bu dünya gezegenini, hayvanları ve bitkileri de etkiledi. Bu savaş meraklısı yeni insanların yarattığı karanlık enerjinin bir kısmı, bu durum karşısında telaşa düşen fiziksel olmayan varlıklar tarafından azaltıldı. Bu günümüzde hala böyledir. 
Dünya ruhları yeni şeyler deneyimlemek istedikçe, bu diğer varlıkları dünyanın algısına çekti. Burada dikkatinizi çekmek istediğimiz şey, uzaydaki galaktik varlıklar ve onların henüz çok genç olan dünya ruhları üzerindeki inanılmaz etkileridir. 
Hikayenin tam da bu noktasında, ışık işçisi dediğimiz ruhlar devreye giriyor. 
Galaktik varlıkların Dünya ve İnsanlar üzerindeki etkisi 
Galaktik veya uzay varlıklarının etkisinden bahsederken, onların geldikleri güneş sistemlerinin veya gezegenlerin kolektif enerjilerinden bahsediyoruz. Evrende birçok enerji yoğunluğunda yaşam vardır. Bir gezegen veya güneş, fiziksel bedenle eterik beden arasındaki tüm olasılıklarda ve birden fazla enerji yoğunluğunda var olabilir. Dünya ruhlarını etkileyen galaktik varlıkların büyük çoğunluğu, dünyaya nazaran daha az koyuluktaki enerjilerden geliyorlar. (Yani daha yüksek enerji yoğunluğu). 
Bu galaktik sahalar, çok daha gelişmiş, dünya ruhlarından çok daha önce yaratılmış ve kendi ego aşamalarının zirvesindeki varlıklar tarafından ikamet edilmektedir. Genç ruhların insan bedeninde dünyada ikamet etmeye başlamasını, bu galaktik varlıklar büyük bir ilgiyle izlediler. Yaşam formlarının bolluğu ve çeşitliliği onların ilgisini çekmişti. Dünyada özel bir şey olduğu sonucuna vardılar. 
Değişik galaktik topluluklar arasında, çok uzun zamandır süre gelen savaşlar var. Bu savaşlar da doğal sürecin sonucudur, “ben-merkezli” ruhlar güç arayışı içerisinde savaşmak isterler. Ego aşamasını deneyimlerken, bu aşamanın ve manipülasyonun ustaları oldular. Diğer ruhları ve toplulukları kontrol altına alma ve onları kendi çıkarları için kullanma konusunda uzman oldular ve bunu açık seçik yöntemlerle değil, bir perdenin arkasından kolayca fark edilmeyen yöntemlerle yaptılar. 
Bu galaktik varlıkların dünya üzerindeki ilgisi tamamen ego merkezliydi. Kendi güçlerini ve kontrol alanlarını genişletmek için bir fırsat gördüler. Bu arada galaktik savaşlar tam bir çıkmaza girmişti. Birbirinizle sürekli olarak savaşırsanız, bir süre sonra bir dengeye ulaşırsınız. Yani tarafların kendi gücünü temin ettiği birbirinden ayrılmış alanlara bölünürsünüz. Birbirinizi o kadar iyi tanımışsınızdır ki, ne zaman harekete geçilecek alan olduğunu veya ne zaman olmadığını bilirsiniz. Galaktik sahadaki mücadele böylece bir kördüğüme dönüşmüştü. Dolayısıyla dünyanın kendilerine yeni deneyim alanları açacağını, yeniden savaşların başlayacağını ve bunun kördüğümü çözeceğini düşündüler. 
Galaktik varlıkların kendi varlıklarını genişletme şekli, dünya ruhlarının bilinçlerini manipüle etmeleriyle oldu. Dünya ruhları ego aşamasının daha başlangıcındaydı ve hala dışarıdan gelen etkilere çok açıktılar. Ego aşamasından önce, ego aşamasının bir sonucu olan güç elde etme peşinde olmadıkları için, dışarıdan gelecek diğer enerjilere karşı bağışıktılar. Eğer bilinçte dışarıdan gelecek olan agresif enerjilerin tutunacağı benzer bir unsur yoksa, bilinç dışarıdan gelecek enerjilere bağışık demektir. Dolayısıyla, galaktik varlıklar, dünya ruhları ego aşamasına geçmeden, yani egoyu ve gücü kendileri deneyimlemek istemeden önce, dünya ruhlarına erişemezlerdi.  
Ego aşamasına geçiş dünya ruhlarını kırılgan yapmıştı. Egoyu ve gücü deneyimlemek istiyorlardı ancak hala cennet aşamasının izlerini taşıyorlardı, yani dışarıdan gelecek etkilere çok açıktılar. Yani galaktik varlıkların kendi enerjilerini dünya ruhlarına empoze etmeleri çok kolay oldu. Çalışma şekilleri bilinç manipülasyonu ve algı kontrolüydü. Sahip oldukları teknoloji çok gelişmişti. Gerçi, teknolojiden çok ruhsal yöntemleri kullandılar (beyin yıkama, algının manipülasyonu, hipnoz koşullaması). Astral alemlerde çalıştılar ancak etki alanları dünya ruhlarının fiziksel gerçekliğine ve bedenlerine kadar nüfuz etti. İnsan beyninin gelişimini, dünya ruhlarının erişebileceği deneyimleri sınırlayarak azalttılar. Korku bazlı düşünce formlarını ve hisleri uyardılar ve teşvik ettiler. Korku, bütün genç ruhlarda olduğu gibi dünya ruhlarında da okyanusa duydukları özlem ve bütünlükten kopmuş olma sebebiyle zaten vardı. Galaktik varlıklar, bu korkuyu kendilerine başlangıç noktası yaptılar ve dünya ruhlarından faydalanmak için bunun üzerine daha büyük korku enerjilerini inşa ettiler. Bu onlara dünya ruhlarını tamamen kontrol etme olanağı verdi. 
Bunu takiben, galaktik varlıklar, önceki düşmanlarıyla dünya insanları aracılığı ile savaştılar. Böylece galaktik savaşlar, dünya insanlarının savaştırıldığı yeni bir boyut kazandı. 
Dünya ruhlarının henüz körpe olan, “ben” olma ve özgürce seçim yapma hakkı, bu vahşi müdahaleyle son buldu. Ancak galaktik işgalciler, dünya ruhlarının özgürlüğünü tamamen kontrol altına alamadılar. Her ne kadar dünya üzerindeki kontrolleri had safhadaysa da bedenlerin içinde yaşamı deneyimleyen ve kaynağın bir parçası olan ruhlar tanrısallıklarını asla kaybetmezler. Kontrol altına alınabilir, manipüle edilebilirler ancak asla kaynaktan koparılamaz ve yok edilemezler. Bu demektir ki, güç aslında gerçek değil. Güç her zaman, korkunun yarattığı illüzyonda var olur. Sadece perdelerin arkasına saklayabilir, ancak asla yaratamaz veya yok edemez. 
Dünya ruhlarına yapılan bu saldırı, dünyayı karanlığa boğmakla beraber, galaktik varlıklarda bir sonraki aşamaya, yani aydınlanma aşamasına geçiş için bir istek doğurdu. 
Işık İsçilerinin Galaktik Kökleri 
Işık isçilerinin hikayesi, dünya ruhlarının işgal edilme hikayesiyle nasıl birleşiyor dersiniz? 
Şu anda dünyada enkarne olmuş ışık isçileri, bundan önce uzun zamanlar birçok güneş sisteminde bedenlendiler. Ruhlarının gelişiminin olgunluk çağını, bu gezegenlerde geçirdiler. Bu çağ, egoyu ve gücün değişik şekillerini deneyimledikleri çağdır. Bu çağda karanlığı büyütüp, güçlerini kötüye kullandılar.   
Işık isçileri, insanların yaratımında ve gelişiminde bu şekilde rol oynadılar. Diğer galaktik güçler gibi, ışık isçilerinin de niyeti, evrenin bazı bölgelerinde tahakküm kurmak ve güç elde etmek için insanları kukla gibi kullanmaktı. Galaktik güçlerin savaşırken kullandıkları yöntemleri açıklamak bizim için gerçekten güç, çünkü sizin dünya normlarınıza çok yabancı yöntemler. Esas itibariyle, galaktik savaş teknolojisi, materyal olmayan enerji bilimine dayanıyor. Bilincin gücünü ve ruhun istek ve seçimleriyle fiziksel realiteyi yarattığını biliyorlar. Sizin bilim insanlarınızın bildiği fiziğin ötesinde bir ehillik bu. Çünkü sizin bildiğiniz fizik, tam tersine, bilinci fiziksel gerçekliğin sonucu olarak ifade ediyor. Dolayısıyla zihnin ve bilincin yaratım gücünü kavrayamıyorsunuz. 
Daha ileri cağlarda ise, ışık isçileri dünya insanlarının doğal biyolojik gelişimini genetik alanında ihlal ettiler. Bu genetik müdahaleyi yukarıdan aşağıya doğru bir süreç gibi düşünebilirsiniz. İnsan beynine ve bilincine kodladıkları bazı düşünce formları, insan bedeninin fiziksel gelişimini hücre düzeyinde değiştirdi. Bu kodlar, insan bedeninin doğal gücünü ve öz benliğini ortadan kaldıran, robotsal ve mekanik unsurlardı. Bu suni ekleme, insanları galaktik varlıkların rahatça kendi stratejik amaçları için kullanacakları araçlara dönüştürmüştü. 
Işık işçileri dünyadaki doğal hayata bu şekilde müdahale edince, yaratımın doğal isleyişine de müdahale etmiş oldular. Dünyada gelişmeyi evrimleşmeyi seçen dünya ruhlarının bütünlüğüne ve faziletine saygı duymamış oldular. Bir bakıma, dünya ruhlarının yeni oluşmaya başlamış özgür iradelerini çaldılar. 
Biliyoruz, daha önce hiçbir varlığın ruhunun çalınamayacağından bahsettik. Ancak, dünya ruhları kendi kendilerine, kendi özgür iradeleriyle karar verme yetilerini büyük ölçüde kaybettiler. Işık işçileri dünya ruhlarını, kendi amaçları için kullanacakları birer eşya veya araç olarak gördüler. Bulundukları aşamada, henüz yaşama saygı duyacak kadar gelişmemişlerdi. “Diğerleri” olarak ayrı gördükleri ruhları, kendileri gibi yaşayan ve yaşama hakki olan ruhlar gibi görmediler. 
Bu söylediklerimiz kesinlikle yargı içermez, çünkü bütün bu olanlar bilincin büyük ve engin gelişimi içindir. En derinlerde, asla pişmanlık yoktur, sadece özgür iradenin kullanımı vardır. Kurban veya fail de yoktur, sadece deneyim vardır.  
Siz ışık işçileri, karanlık yöntemleri kullandığınız için, pişman oldunuz ve kendinizi çok yargıladınız. Hala daha, derinlerde suçluluk hissi mevcut, bu suçluluk yaptığınız her şey için duyduğunuz “yeterince iyi değilim” hissinin sebebidir. Bu suçluluk hissinin çıkışı bu yanlış anlamaya dayanır. 
Işık işçisi, olduğunuz veya olmadığınız bir şey değildir, bunu anlamanız önemli. Işık işçisi, karanlık ve aydınlık ile ilgili deneyimleriniz sonucu dönüştüğünüz bir şeydir. Yani, karanlık ve aydınlık olmanın sonucunda dönüşülen şeydir ışık işçisi. Eğer biz bir isim verecek olsaydık, ışık işçisi yerine, yeni bilinç derdik. 
Hiç kötü bir deneyiminizin veya bir hatanızın, her şeyi hiç beklenmedik bir şekilde olumluya çevirdiği olmadı mı? Galaktik güçlerin dünya ruhlarına müdahalesi de benzer bir durumdur. Dünya ruhlarının beyinlerini kodlarken, aslında dünya ruhlarını değişime zorluyorlardı. Şöyle diyebiliriz; galaktik güçlerin savaş anlayışı, dünya ruhlarının genetiğine de kodlandı ve bu kodlama dünya ruhlarını barış içerisinde yaşamaya ve birlik bilincine ulaşmayı istemeye zorladı. Her ne kadar bu kodlama dünya ruhlarının yolculuğunu karmaşık hale getirmiş olsa da sonunda çok pozitif sonuçları olacak bir çıkış noktası yarattı. 
Hatırlayın, her şey birbirine bir şekilde bağlıdır. Bir seviyede, galaktik güçler ve dünya ruhları aynı niyete sahiptiler. Çünkü bütün ruhlar aslında kaynağın kendisidir. Hem galaktik güçler hem de dünya ruhları, kaynağın kendisini deneyimlemesi ve bilmesi için bir dramada rol almış oldular. 
Galaktik güçlerin müdahalesi, hem dünyayı niyet edilen gibi bir değişime zorladı, hem de yeni bir bilincin doğuşuna sebebiyet verdi. Bu yeni bilinç, ego aşamasının sonunu ve yeni olgunluk döneminin başlangıcıydı. 
Işık İşçilerinin Ego Aşamasının Bitişi 
Dünya sahneye girmeden önce, galaktik güçler arasındaki savaş kör bir noktaya ulaşmıştı. Dünyayla beraber savaşlar yenilenmiş ve dünyaya taşınmış oldu. Bu taşınmayla beraber, galaktik güçlerde de bir değişim başladı, savaşların sonuna gelinmişti. 
Her ne kadar dünyadan çekilmedilerse de galaktik güçler yavaş yavaş gözlemci rolüne geçtiler. Bu rol onlara savaşmaktan ne kadar yorulduklarını ve iç benliklerindeki boşluğu gösterdi. Savaşmaya bir sure daha devam ettiler, ancak savaşlar onlara eskiden olduğu gibi heyecan vermiyordu. Kendilerine felsefe soruları sormaya başladılar. Örneğin: Hayatımın amacı ne? Neden sürekli savaşıyorum? Güç bana mutluluk getiriyor mu? Bu sorular onların savaş yorgunluğunu arttırdı. 
Galaktik güçler yavaş yavaş ego aşamasının sonuna geliyorlardı. Egonun savaşma ve güç isteğini, bu enerjileri almaya açık olan dünyaya nakletmişlerdi. Çünkü dünya ruhları ego aşamasının henüz başlangıcındaydı. 
Galaktik güçlerin bilincinde şüphenin yarattığı bir boşluk oluştu. Değişim sürecini şu adımlar izledi: 
1-      Egonun sunduklarından memnun ve mutlu olmama, yeni bir bilinç özlemi. Yani sonun başlangıcı.
2-      Egonun tutunduğu hisleri ve inançları fark etme ve bu inançları serbest bırakma. Yani sonun ortası.
3-      Ego bilincini tamamen bırakma, kozadan çıkıp kendi olma. Yani sonun sonu.
4-      Kalp gözünün açılması, özgürlük ve sevgi odaklı hareket etme, başkalarına yardım etme ve değişimi sağlama. 
Bu dört adım, ego bazlı bilinçten kalp bazlı bilince geçisin adımlarıdır. Lütfen hatırlayın hem dünya ruhları hem dünya gezegeninin kendisi hem de galaktik güçler bu adımlardan geçiyor, yalnızca zamanlamaları farklı. 
Dünya ruhları şu anda üçüncü adımdalar. Dünyada enkarne olmuş ışık isçilerinden birçoğu da dünya ile uyumlu bir şekilde üçüncü adımdalar. Bazılarınız hala ikinci adımda bocalıyor. Bazılarınız ise çoktan dördüncü adıma vardı, neşe ve ilham içindeler. 
Dünya ruhlarının büyük bir kısmı ise, ego bazlı bilinci henüz bırakmak istemiyor. Onlar henüz birinci adıma ulaşmadılar. Bu yargılanacak veya eleştirilecek bir durum değil. Bunu lütfen doğal bir süreç olarak görün, bitkilerin gelişip büyümesi gibi. Bir fideyi henüz büyümediği için suçlayamazsınız. Bu açıdan bakmaya çalışın. Ego dünyasının tahribini eleştiriyor olmanız, spritüal dinamikleri anlamıyor olmanızdan kaynaklanıyor. Ayrıca eleştirmek sizin gücünüzü sınırlıyor, çünkü gazetelerinizdeki ve TV kanallarındaki tahrip haberlerini izlediğiniz zaman oluşan öfkeyi ve hayal kırıklığını, her zaman yapıcı enerjilere çeviremiyorsunuz. Bunlar sizi tüketiyor ve titreşiminizi azaltıyor. Olaylara uzaktan bakmaya çalışın ve tutumunuza güven katin. Kolektif bilincin, medyanızda yer almayan akışına güvenin. 
Henüz ego bazlı bilinçte olan ruhları değiştirmeye çalışmak manasızdır. Onların sizin “yardımınıza” ihtiyacı yok, çünkü henüz ışık isçilerinin paylaşmak istediği kalp bazlı bilince hazır değiller. Her ne kadar size yardıma ihtiyaçları varmış gibi gözükse de eğer yardım istemiyorlarsa, o zaman yardıma ihtiyaçları yok demektir. Bu kadar basit. 
Işık işçileri yardım etmeye meyillidirler, ancak bu konuda ayırt etme güçlerini kaybediyorlar. Bu da ışık isçilerinde hayal kırıklığı ve güven eksikliği yaratıyor. Lütfen ayırt etme gücünüzü kullanın, çünkü yardım etme isteği kolayca tuzağa dönüşebilir ve ışık işçilerinin üçüncü adımda sıkışıp kalmalarına sebep olabilir. 
Burada ışık işçilerinin ego sürecini anlatmayı bitiriyoruz. Söylediğimiz gibi, geçmişte başka galaktik güçlerle beraber, dünya ruhlarına müdahale ettiniz. Gözlemci rolüne geçtikçe, savaşmaktan yoruldunuz. 
Tahakküm altına almak için kullandığınız gücünüz, tahakküm altına aldıklarınızı yok edecek düzeye ulaştı. Gerçekliğinizde yeni bir şey yaratılamaz hale geldi, çünkü “diğer” olan her şeyi yok ettiniz. Bunu sürdürmek, bir süre sonra sadece durağanlığı ve tahmin edilebilirliği getirir. Bilinciniz sürekli mücadele etmenin boşunalığını anlayınca, yeni olasılıklara açılmaya karar verdiniz. Yeni bir bilince özlem duydunuz. 
Böylece, kalp bazlı bilince geçişin birinci adımını tamamladınız. Asırlardır süren ego krallığını bitirip, yeninin arayışına başladınız. 
Kalplerinizde taze bir çiçek açtı. Cılız ve ince bir ses size evinizi, bir zamanlar bildiğiniz ama yolunu unuttuğunuz evinizi fısıldamaya başladı. İçinizdeki ev özlemini fark ettiniz. 
Tıpkı dünya ruhları gibi, sizler de okyanusun, yani kaynağın birer parçasıydınız. Her ruh gibi, siz de orada doğdunuz. Sonra kişisel ruhlara dönüştünüz. Bir yandan evinizi bırakmanın acısını ve üzüntüsünü taşırken, bir yandan da yeni deneyimler için heyecan doluydunuz.   
Ego aşamasına geçtiğinizde, bu özlem ve acı hala içinizde mevcuttu. Aslında yapmaya çalıştığınız şey, içinizdeki, eve olan özlemin yarattığı boşluğu, güçle doldurmaya çalışmaktı. Kendinizi, güçle ve savaşla tamamlamaya çalıştınız. 
Güç, birlik bilincine en ters düşen enerjidir. Güç için çabalamak, kendinizi “diğerinden” ayırmanız anlamına gelir. Güç mücadelesi, sizi özlemini çektiğiniz evden, birlik bilincinden daha da uzaklaştırır. Güç mücadelesinin sizi bütünlüğe yaklaştıracağına, uzaklaştırıyor olduğu, çok uzun zaman saklı kaldı, çünkü güç daima illüzyonla birleşmiştir. Güç, gerçek yüzünü henüz yeterince gelişmemiş bir ruhtan kolayca gizleyebilir. Güç; bolluk, tatmin, takdir ve hatta sevgi yaratıyormuş gibi gözükebilir. Ego aşamasında, gücün, kazanmanın, elde etmenin, tahakküm altına almanın, manipüle etmenin hem kurban hem de fail olmanın deneyimlenmesinde hiçbir sınırlama yoktur. 
Ruhun iç benliği, ego aşaması sırasında mahvolur, yerin dibine geçer. Ego aşaması, ruhun bütünlüğüne bir saldırıdır aslında. Burada bütünlükten kastımız ruhun doğal olarak kaynağın kendisi olma halidir. Ego bazlı bilincin edinilmesiyle beraber, ruh bir bakıma şizofrenik bir duruma geçer. Masumiyetini kaybeder. Bir yandan savaşır ve işgal eder, bir yandan da yaşayan ruhlara saygısızlık etmenin ve onları yok etmenin veya onlara zarar vermenin yanlışlığını bilir. Tarafsız bakış açısına göre yapılanlar yanlış değildir aslında, ancak ruh bunun tanrısallığa aykırılığını bilir. Hayat almak ve vermek, tanrısallığa aittir. Ruh güç elde etmek istediği zaman, derinlerde suçluluk duyar. Tekrar edelim; ruhun suçluluğunun beyanı söz konusu değildir. Ancak ruhun kendisi, masumiyetini ve saflığını kaybettiğini bilir. Ruh dışarıda güç mücadelesi içindeyken, içeride hissettiği değersizlik kendisini yiyip bitirir. 
Ego aşaması, ruh yolculuğunun doğal sürecidir. Aslında bu aşama, ruhun ifadelerinden birinin, yani “istemenin”, tam anlamıyla deneyimlendiği aşamadır. İstekleriniz, iç dünya ve dış dünya arasındaki köprüdür. İstekleriniz, ruhun enerjisini materyal dünyaya yönlendirir. Farkındalığın seviyesine göre, bu istek ya birliğe özlemden ya da güce olan özlemden kaynaklanır. Ego aşamasının sonuna gelen ruhta, istekler artık kalbin uzantısıdır. Ego veya istekler yok olmazlar, sadece kalbin gösterdiği bilgelik doğrultusunda ilerlemeye başlarlar. Bu noktada ego, kalbin öncülüğünü ve rehberliğini zevkle kabul eder. Böylece ruh, doğal bütünlüğüne ulaşır. 
Siz ışık işçileri ikinci adıma, yani ego bazlı bilinçten kalp bazlı bilince geçişe ulaştığınız zaman, dünyada yaptığınız yanlışları düzeltmek için müthiş bir istek duydunuz. Dünya ruhlarına davranışlarınızın ve dünya ruhlarının doğal gelişimine olan müdahalenizin yanlışlığının farkına vardınız. Kendi ihtiyaçlarınız ve istekleriniz için tahakküm altına almanın yaşamı yok ettiğini anladınız. İnsanları, hayatlarına karanlıklar getiren korkudan ve sınırlamalardan kurtarmak istediniz ve bunu en iyi insan olarak enkarne olursanız yapabileceğinize inandınız. Böylece, içsel değişimi sağlamak için, genetiğinin bir kısmı sizler tarafından değiştirilmiş insan bedenlerinde enkarne oldunuz. Bu amaçla yola çıkan ruhlar, ışığı kendi yaratımı olanlara kendileri sunmak istediler. Bu yüzden onlara ışık işçileri deniyor. Bunu yapmayı kendiniz seçtiniz ve böylece dünya yaşamına karıştınız. Hem sorumluluk hissettiniz hem de kendi karmik yükünüzü bırakmak istediniz. Böylece geçmişinizi serbest bırakabileceksiniz.
https://www.facebook.com/Humanity-Rising-Humble-writings-to-help-ascension-1333916226668373/?ref=ts&fref=ts
https://humanityrisingblog.wordpress.com
https://www.facebook.com/degisimebasla/?ref=aymt_homepage_panel
0 notes
motopluscomtr · 8 years
Text
IXS Motosiklet Eldivenleri
Tumblr media
Motosiklet eldivenleri motosiklet sürücülerinin sağlam bir tutuş, konforlu bir sürüş ve kaliteli bir kontrol sağlamalarını ve ayrıca ellerini sürtünme, çarpa gibi durumlarda yaralanmalardan koruyan önemli bir motosiklet aksesuarıdır. Motosiklet eldivenleri sürücüleri hem kaza anlarında yararlanmalardan korurken hem de hava faktörlerine karşı da korumaktadır. Motosiklet eldivenlerinin üzerinde yer alan çeşitli koruma parçaları, sürücülerin ellerinin çeşitli bölgelerinde ekstra koruma sağlamaktadır. Günümüzde birçok farklı marka tarafından oldukça fazla modelde motosiklet eldiveni üretilmektedir. Ancak bazı markalar bu sektör içerisinde ön plana çıkmaktadır. IXS markasının üretimini gerçekleştirdiği IXS motosiklet eldivenleri de kaliteli malzeme yapısı ve üstün özellikli korumaları sürücülerin sıkça tercih ettiği markaların başında yer almaktadır.
IXS markası motosiklet aksesuarları üretimine başladığı 1980 yılından bu yana güvenlikten taviz vermeden, deneyimli ve coşkulu üretim anlayışı ile birçok farklı motosiklet aksesuarı üretimi gerçekleştirmektedir. Bu üretim yelpazesi içerisinde yer alan ürünlerden biri de motosiklet eldivenleri olmuştur. IXS markası motosiklet eldiveni üretiminde daima şık, fonksiyonel ve rahat motosiklet eldivenleri üretmektedir. IXS motosiklet eldivenleri sürekli devam eden ARGE çalışmaları doğrultusunda üretim ortakları ve içsel kalite yönetim sistemi ile sürekli yüksek kalite ve güvenlik standartları kalitesini garanti etmektedir. Marka kendi üretim laboratuarlarında, bünyesinde yer alan tecrübeli çalışanları, mühendisleri ve teknikerleri ile birlikte motosiklet eldivenleri üretiminde sürekli olarak kalite ve güvenlik düzeyini arttırmayı hedef edinmektedir. IXS markasının kullanıcılara sunmuş olduğu bu kalite ve güvenlik anlayışı da markanın kullanıcılar arasında sıkça tercih edilmesini sağlamaktadır. Peki, IXS motosiklet eldivenlerinin kullanıcılara sunduğu avantajlar ve özellikler nelerdir?
IXS Motosiklet Eldivenlerinin Genel Özellikleri
IXS motosiklet eldivenleri mevsim koşullarına uyumlu yapısı itibariyle IXS kışlık motosiklet eldivenleri ve IXS yazlık motosiklet eldivenleri olmak üzere iki farklı ana kategoride üretilmektedir. Ayrıca IXS markası bayan sürücüler ve erkek sürücüler için ayrı formlarda IXS bayan motosiklet eldivenleri ve IXS erkek motosiklet eldivenleri üretimi gerçekleştirmektedir. IXS motosiklet eldivenleri genel olarak keçi postu derisinden ya da hem keçi derisi hem de tekstil malzemelerinin karışımından üretilmektedir. Ayrıca eldivenin üretiminde Gore-Tex, palmiye clarino ve softshell gibi tekstil malzemeler kullanılmaktadır. IXS motosiklet eldivenleri esnek parmak ve bilek yapısına sahiptir. Ayrıca markaya ait eldivenler boğumlu parmak yapısı özelliğine sahiptir. IXS motosiklet eldivenlerinin tüm modellerinde ekstra destekli küçük parmak koruması bulunmaktadır.
IXS motosiklet eldivenlerinin birçoğu süet ve dolgulu çift katmanlı avuç içi yapısındadır. Ayrıca eldiven üzerinde yer alan korumalıkların üst katmanları carbon PVC kırılmaz plaka malzeme ile kaplıdır. IXS motosiklet eldivenlerinin parmak bölgeleri üzerinde esnek ekler yer almaktadır. Kimi modellerde ise başparmak bölgesinde ekstra deri takviyesi bulunmaktadır. IXS motosiklet eldivenlerinde elin arka kısmında yansıtıcı fitiller yer almaktadır. Bazı IXS motosiklet eldivenlerinde Flockpu vizör camı silici entegresi yer almaktadır. IXS motosiklet eldivenleri elastik kayış yapısı ile ayarlanabilir manşet özelliklerine sahiptir. IXS motosiklet eldivenleri üzerinde yer alan koruma parçalarının hepsi belgeli ve kalitesini kanıtlamış ekipmanlardır.
IXS Motosiklet Eldivenleri Fiyatları Nedir?
Motosiklet aksesuarları üretiminde öncü firmalardan olan IXS markası sektördeki tecrübesi ve kalite, güvenlik anlayışı ile dünyanın çoğu ülkesinde kullanıcılar tarafından tercih edilen markaların başında gelmektedir. IXS üretmiş olduğu motosiklet eldivenlerinde kalite, tarz ve güvenlik özellikleri kadar fiyatlarıyla da kullanıcıların geneline hitap etmektedir. Geniş yelpazede ürün ağına ve farklı fiyat performansına sahip IXS eldivenler her bütçeden motosiklet sürücüsüne hitap etmektedir. IXS eldivenlerin fiyatları 65 Euro’dan başlayıp, 188 Euro’ya kadar çıkmaktadır. IXS markasına ait IXS bayan eldiven ve IXS erkek eldiven modellerini uygun fiyatlar ve taksit seçenekleri ile online olarak MotoPlus - Motosiklet Aksesuarları mağazasından satın alabilirsiniz.
0 notes
adnanoktarsays · 8 years
Photo
Tumblr media
DÜNYADAKİ KÖTÜLÜĞÜN MERKEZİ "İNGİLİZ DERİN DEVLETİ" Kötülük tarih boyunca hep tek bir merkezden yönetilmiştir. Yeryüzünde savaşı ve katliamları yaygınlaştıranlar emir komuta zinciri altında hareket etmekte ve tek bir noktadan çıkmış planları uygulamaktadırlar. 20. yüzyılın büyük savaşlarının, sömürgeciliğin, katliamların, Ortadoğu ve Afrika’nın bölünmesinin, ekonomik krizlerin sadece tek bir merkezi vardır. Kötülük 8 kollu bir ahtapot gibidir. Gözlerimiz ilk önce çok hareketli kollarına takılır. Fakat tüm bu kolları yöneten bir beyin vardır. Beynin emirleri ile kollar mükemmel bir koordinasyon ile tek bir hedefe yönelik hareket ederler. Kolların bağımsız hareket ediyor gibi görünmesi ise sadece göz yanılmasıdır. Hepsi bu tek bir beynin kontrolündedir. Üstelik kötülük piramit benzeri hiyerarşik bir yapıdır. Ne kadar geniş bir tabana da sahip olsa, yüzlerce katmandan da oluşsa en tepesinde tek bir nokta vardır ve bu noktanın, altında bulunanlar üzerinde mutlak bir hâkimiyeti vardır. Ahtapotun kollarına dikkat vererek ya da piramidin alt kademelerini hedef alarak kötülükle mücadelede sonuç almak imkânsızdır. En tepede sistemi kontrol eden, yöneten, emir veren ve son sözü söyleyenle birebir fikren mücadele edilmelidir. Bu fikri mücadelenin özünü de tepedeki söz konusu noktanın deşifre edilmesi oluşturmalıdır. Zira bu güç hedef şaşırtıp kendini saklayabildiği için bu kadar etkili olmakta, gizliliğin tüm çirkin avantajlarını kullanmaktadır. Bugün dünya çapındaki kötülüğün başından bahsedilirken birçok adayın ismi geçmektedir. Adları çokça zikredilen ABD ve İsrail derin devletleri, Birleşmiş Milletler, NATO ya da AB gibi yapılar, CIA, MOSSAD ya da Gladio gibi örgütler, Illuminati, Masonluk, Skulls and Bones, Gül Haç, Tapınakçılar gibi gizli teşkilatlar, Wall Street’teki finans baronları, petrol Tröstleri, Çok Uluslu Şirketler gibi dünya ekonomisini kontrol edenler bu sistemin çarkları olarak anılır. Ahtapotun kolları, piramidin alt katmanları olarak kabul edilir. İngiliz Derin Devleti ise asırlardır bu hiyerarşinin en üst noktasında olmuştur. Ortadoğu’yu kana bulayan politikalar İngiliz Derin Devletinin eseridir. Ortadoğu devletlerinin çoğunu İngiltere kurmuştur. Ortadoğu ülkelerinin sınırları Churchill’in başkanlık yaptığı Kahire Toplantısı’nda çizilmiştir. Söz konusu ülkelerin yöneticilerinin çoğunu İngiliz Derin Devleti seçip göreve getirmiştir. İngiliz derin devletinin adamları Lawrence, Gerthrude Bell, General Allenby, Orde Wingate, Hubert Young, Sir Percy Cox, Herbert Samuel vs bu kadroları bulmuş, yetiştirmiş ve yetkilendirmiştir. 20. yüzyılda Ortadoğu’yu yöneten kadroların büyük çoğunluğu Sandhurst Military Academy, SOAS- School of Oriental Studies, Exeter,  Cambridge veya Oxford gibi İngiliz okullarında eğitilmiş ve İngiliz Derin Devletinin planlarına hizmet edecek şekilde göreve getirilmiştir. Elbette söz konusu okullarda yetişen sayısız dürüst, samimi, iyi insanlar vardır. Ancak bu okulların İngiliz derin devleti tarafından birer eğitim merkezi olarak kullanıldığı da açıktır. İran’daki Musaddık darbesinin, Türkiye’deki 60,71, 80, 98 ve 2016 darbelerinin, Mısır, Suriye ve Irak’ın darbelerle dolu tarihinin arkasında da hep İngiliz Derin Devleti vardır. Bugün dünyayı yönettiği iddia edilen CIA ve MOSSAD’ı İngiliz istihbaratı olan MI6 kadroları kurmuş ve ajanlarını yetiştirmiştir. Edward Snowden’in afişe ettiği dünyanın en büyük gözetleme sistemi olan Five Eyes İngiliz kontrolündeki Avusturalya’da kurulmuştur. Five Eyes’da ABD istihbaratının çevresi Kanada, Yeni Zelanda, İngiltere ve Avusturalya istihbaratları ile çevrilidir. Bunların tamamı İngiliz Milletler Topluluğu üyesidir. Milletler cemiyeti İngiltere’nin kontrol ettiği 1919 Paris konferansında kurulmuştur. Konferans büyük oranda İngiltere’nin planlarını hayata geçirmiştir. BM‘in bir çok kararının arkasında da İngiliz Derin Devleti vardır. NATO’nun, Gladio’nun, AB’nin baş mimarı İngiliz Başbakanı Churchill’dir. Kurucuları ve ilk yöneticileri hep İngilizlerdir. Bu tarihi gerçekler söz konusu kurumların veya örgütlerin tamamen yanlı olduklarını göstermez. Kuşkusuz BM’nin bir çok faydalı hizmeti olmakta, her istihbarat örgütü kendi ülkesi için önemli hizmetler vermektedir. Ancak bu durum, söz konusu kurum ve örgütlerin yapılanmasında ve bazı kararlarında İngiliz derin devletinin karanlık etkisinin olduğu gerçeğini değiştirmez. Amerikan Merkez Bankası FED de Bank of England tarafından kurulmuştur. Dünya ekonomisine yön veren Rothschild ailesi İngiltere merkezlidir. Soros İngiltere’de eğitim almıştır. Osmanlı’yı yıkan, Anadolu’yu işgal eden İngiliz derin devletidir. Komünizmin kurucu kadrosu İngiltere’de toplanmıştır. Marx ve Engels Komünizm’n temel taşını oluşlturan Komünist Parti Manifestosu ilk olarak İngiltere’de basılmıştır. Das Kapital dahil tüm ana  eserleri orada yazmıştır. Liberalizmin kurucuları Adam Smith ve David Ricardo İngiliz’dir. 20. yüzyılda dünyayı kana ve savaşlara bulayan sosyal Darwinizm’in ideolojik temelini oluşturan Darwin İngiliz’dir. Soros’un Açık Toplum hareketinin fikir babası Karl Popper İngiliz’dir. Ateizmin 21. yüzyılda bayrağını taşıyan Richard Dawkins İngiliz’dir. Şunu hemen belirtmek gerekir ki, İngiliz halkı sevecen, samimi, güzel ve temiz bir halktır. İngiliz derin devletinin yapılanmasını deşifre etmek İngiliz halkını da asırlardır canlarını yakan bu beladan kurtaracaktır. İngiltere tarihte 22 ülke hariç tüm dünyayı işgal etmiştir. İşgal coğrafyasını hatırlayalım... Antigua ve Barbuda, Avustralya,Bahamalar, Bangladeş, Barbados, Belize, Botsvana, Britanya Hint Okyanusu Toprakları, Britanya Virjin Adaları, Brunei... Cayman adaları, Cebelitarık Christmas Adası, Cocos Adaları, Cook Adaları... Dominika, Falkland Adaları, Gambiya, Galler, Gana, Grenada, Guyana, Güney Afrika, Hindistan, İskoçya, Jamaika, Kamerun, Kanada, Kenya, Kiribati, Kuzey İrlanda, Lesotho... Bitmedi...Malavi, Maldivler, Malezya, Malta, Mauritius, Mercan Denizi Adaları, Montserrat, Mozambik; Namibya, Nauru, Nijerya, Norfolk Adası... Bitmedi... Papua Yeni Gine, Pitcairn Adaları, Ross Bölgesi... Devam ediyor... St. Kitts ve Nevis, St. Lucia, St. Vincent ve Grenadinler, Samoa, St. Helena, Seyşeller, Sierra Leone, Singapur, Solomon Adaları, Sri Lanka, Svaziland...Dahası var... Tanzanya, Tonga, Trinidad ve Tobago, Tokelau, Turks ve Caicos Adaları, Tuvalu, Uganda, Vanuatu, Yeni Zelanda, Zambiya... Tüm bunlar İngiliz Milletler Topluluğu üyeleri... Bu ülkelerin bazılarında seçimler yapılıyor, Başbakan atanıyor... Ancak bu seçilmiş yönetimlerin üzerine hala Londra'dan bir Vali atanıyor. Yani İngiltere, o ülkelerin en tepesine vilayetiymiş gibi "VALİLER" gönderiyor. Seçilmiş hükümet kararlar alıyor, atanmış İngiliz Vali'nin önüne getiriyor. Atanmış Vali Kraliçe'ye soruyor. Kraliçe "Evet" veya "Hayır" diyor. ABD eski İngiliz kolonisidir. Sadece 150 yıl evvel İngilizlerin kışkırttığı bir iç savaşta 1 milyon Amerikalı kardeş kurşunuyla can vermiştir. Ülkenin tüm alt yapısı yıkılmıştır. ABD İngilizlerin ayak oyunları ile 2. Dünya Savaşı’na girmek zorunda kalmıştır. 1. ve 2. Dünya Savaşları sonrasında barış görüşmeleri İngilizlerin kontrolünde ilerlemiştir. İngiliz derin devletine karşı koyan ABD başkanları ya görevden alınmıştır ya da suikasta uğramıştır. Son günlerde gündemde olan Trump aleyhine sahte raporu hazırlayanın da eski bir İngiliz istihbaratçısı olması dikkat çekicidir. Afganistan ve Irak işgallerinin, İran-Irak Savaşı’nın, İran Devrimi’nin, Kızıl Hilal Projesi’nin, Ortadoğu’nun parçalanmasının, Medeniyetler Çatışması ve Müslüman Savaşları Çağı’nın fikir babası Bernard Lewis İngiliz askeri istihbarat görevlisidir. SOAS’ta 30 yıl hocalık yapmıştır. 1974’te ani bir kararla ABD’ye gelen Lewis o dönemden bu yana neredeyse tüm ABD başkanlarının Ortadoğu konusunda başdanışmanlığını yapmıştır. Kissinger, Brezinski, Huntington ve son dönem ünlü neoconların eğitmenidir. ABD politikalarını gerçek manada yazan kişidir.   Sömürgecilik, kolonicilik ve köleliğin merkezi de İngiliz derin devletidir. Çin, Hindistan Endonezya ve Malezya asırlarca İngiliz boyunduruğunda kalmıştır. Çin’i afyona alıştıran, Hindistan’ı açlıkla terbiye eden, Doğu Hindistan Şirketi ile tüm Güneydoğu Asya’yı terörize eden yine İngiliz Derin Devletidir. Şimdiki zamanlarda dönemin İngilteresi’nin Hindistan'da yaptığı soykırım pek hatırlanmaz. 150 yıl önce 330 milyonu açlıkla yüz yüze bırakan dönemin İngilteresi 1 milyondan fazla Hintlinin ölümüne yol açmıştır. Bugünkü radikal terörizmin kurucularının büyük kısmı El-ezher üniversitesinde eğitim almışlardır. El-ezher üniversitesini bu konuma getiren Mısır Sömürge Valisi, Anglosakson ırkçısı ve evrimci Lord Cromer’dır. Lord Cromer’ın finanse edip desteklediği Muhammed Abduh ile birlikte El-ezher İslam dünyasında Sosyal Darwinizm’in merkezi haline gelmiştir. Bu kadrolar radikal İslam’ın ideologlarıdır. Lord Cromer’ın kurduğu sistem 30 yıl içinde tüm İslam alemini etkisi altına almıştır. Bu negatif etki bugünkü savaş ortamının ana sebebidir. Bugün terörizmin en çok can aldığı Pakistan, Afganistan, Irak, Nijerya, Suriye, Yemen hep İngiliz işgali altında olmuştur. Usama bin laden İngiltere’de eğitim görmüştür. Cezayir’i kana bulayan GİA kadrolarını İngiltere’de devşirmiştir. DAEŞ’in en önemli tetikçileri hep İngiltere’den gelen savaşçılar olmuştur. DAEŞ (ISIS), El Kaide, Boko Haram, Eş Şebab, FETÖ, Hizbullah, PKK, PYD, Asala, DHKP-C, Kızıl Tugaylar, Polpot benzeri terör örgütleri İngiliz derin devletinin taburları konumundadır. Bu yapının girdiği her yerde kan ve gözyaşı oluk oluk akar. Bu liste daha sayfalarca uzayıp gidebilir. Özetlemek gerekirse insanlık tarihinin son 300 yılı İngiliz derin devletinin kana buladığı bir tarih olmuştur. Kendi ülkesinin insanları da dahil yüz milyonlarca masum bu ırkçı, sömürgeci, menfaatperest, acımasız, vahşi katillerin elinde can vermiştir. Tarihin en büyük soykırımlarını İngiliz Derin Devleti gerçekleştirmiştir. İngiliz halkının da büyük acılar yaşamasına sebep olmuştur. Maskelerin düştüğü ve gerçek yüzlerin ortaya çıktığı, Türkiye’de silahlı kalkışmanın yaşandığı 15 Temmuz 2016’da, Türkiye'ye 100 mil uzaklıktaki Kıbrıs'ın güneybatı sahilinde bulunan Kraliyet Hava Kuvvetleri üssünde binlerce askerini konumlandıran ve Akdeniz'e Kraliyet Donanması savaş gemilerini gönderen İngiltere, yüzlerce jet, helikopteri –sözde- 50 bin civarı Britanyalı'yı tehlikeden uzaklaşmalarına yardımcı olmak için görevlendirmişti. Askerler bu operasyona müdahele etmeye kalkışacak "yerel isyancılara" ateş etmekte serbestti. Ingıltere’nin darbe öncesi bu hazırlıkları, kendi vatandaşlarını kurtarma girişiminin ötesinde, adeta bir planını andırır nitelikteydi. Türkiye'ye tek destek olan Rusya ile her yönde ikili ilişkilerin hızla gelişmesinden sonra, Suriye meselesinin çözüm sürecinde bir araya gelen üçlü blokun bölgeye barış ve birlik getireceğini gören İngiliz derin devleti bu durumdan da hayli rahatsız oldu. Darbe girişimi günlerinde işgale hazır vaziyette olayları izleyen İngiltere, son günlerde Türkiye'ye karşı on derece sözde ‘dostane’ ve ‘samimi’ tavırlar sergilemeye başladı. Elbette İngiliz halkıyla Türkiye'nin iyi ilişkileri önemlidir. Ancak İngiliz derin devletinin planları ne Türkiye'nin ne de kendi halkının faydasına yönelik değildir, hiçbir zaman olmamıştır. Bu çapta organize olmuş, ülkelerin kılcal damarlarına nüfuz etmiş bir yapının oyunları karşısında ise hiçbir lider, hiçbir millet, hiçbir devlet kendi tek başına ayakta kalamaz. Bu kirli planları durduracak olan iyilerin ittifakıdır. Rusya ile Türkiye arasında son bir yılda Putin ve Erdoğan’ın inisiyatifleri ile güçlü ve sarsılmaz bir ittifakını temelleri atılmıştır. Dünyayı İngiliz Derin Devleti belasından kurtarmak isteyen her temiz vicdana düşen bu ittifakı savunup desteklemektir.
1 note · View note
Photo
Tumblr media
DÜNYADAKİ KÖTÜLÜĞÜN MERKEZİ "İNGİLİZ DERİN DEVLETİ"
Kötülük tarih boyunca hep tek bir merkezden yönetilmiştir. Yeryüzünde savaşı ve katliamları yaygınlaştıranlar emir komuta zinciri altında hareket etmekte ve tek bir noktadan çıkmış planları uygulamaktadırlar. 20. yüzyılın büyük savaşlarının, sömürgeciliğin, katliamların, Ortadoğu ve Afrika’nın bölünmesinin, ekonomik krizlerin sadece tek bir merkezi vardır. Kötülük 8 kollu bir ahtapot gibidir. Gözlerimiz ilk önce çok hareketli kollarına takılır. Fakat tüm bu kolları yöneten bir beyin vardır. Beynin emirleri ile kollar mükemmel bir koordinasyon ile tek bir hedefe yönelik hareket ederler. Kolların bağımsız hareket ediyor gibi görünmesi ise sadece göz yanılmasıdır. Hepsi bu tek bir beynin kontrolündedir. Üstelik kötülük piramit benzeri hiyerarşik bir yapıdır. Ne kadar geniş bir tabana da sahip olsa, yüzlerce katmandan da oluşsa en tepesinde tek bir nokta vardır ve bu noktanın, altında bulunanlar üzerinde mutlak bir hâkimiyeti vardır.
Ahtapotun kollarına dikkat vererek ya da piramidin alt kademelerini hedef alarak kötülükle mücadelede sonuç almak imkânsızdır. En tepede sistemi kontrol eden, yöneten, emir veren ve son sözü söyleyenle birebir fikren mücadele edilmelidir. Bu fikri mücadelenin özünü de tepedeki söz konusu noktanın deşifre edilmesi oluşturmalıdır. Zira bu güç hedef şaşırtıp kendini saklayabildiği için bu kadar etkili olmakta, gizliliğin tüm çirkin avantajlarını kullanmaktadır.
Bugün dünya çapındaki kötülüğün başından bahsedilirken birçok adayın ismi geçmektedir. Adları çokça zikredilen ABD ve İsrail derin devletleri, Birleşmiş Milletler, NATO ya da AB gibi yapılar, CIA, MOSSAD ya da Gladio gibi örgütler, Illuminati, Masonluk, Skulls and Bones, Gül Haç, Tapınakçılar gibi gizli teşkilatlar, Wall Street’teki finans baronları, petrol Tröstleri, Çok Uluslu Şirketler gibi dünya ekonomisini kontrol edenler bu sistemin çarkları olarak anılır. Ahtapotun kolları, piramidin alt katmanları olarak kabul edilir.
İngiliz Derin Devleti ise asırlardır bu hiyerarşinin en üst noktasında olmuştur. Ortadoğu’yu kana bulayan politikalar İngiliz Derin Devletinin eseridir. Ortadoğu devletlerinin çoğunu İngiltere kurmuştur. Ortadoğu ülkelerinin sınırları Churchill’in başkanlık yaptığı Kahire Toplantısı’nda çizilmiştir. Söz konusu ülkelerin yöneticilerinin çoğunu İngiliz Derin Devleti seçip göreve getirmiştir. İngiliz derin devletinin adamları Lawrence, Gerthrude Bell, General Allenby, Orde Wingate, Hubert Young, Sir Percy Cox, Herbert Samuel vs bu kadroları bulmuş, yetiştirmiş ve yetkilendirmiştir.
20. yüzyılda Ortadoğu’yu yöneten kadroların büyük çoğunluğu Sandhurst Military Academy, SOAS- School of Oriental Studies, Exeter,  Cambridge veya Oxford gibi İngiliz okullarında eğitilmiş ve İngiliz Derin Devletinin planlarına hizmet edecek şekilde göreve getirilmiştir. Elbette söz konusu okullarda yetişen sayısız dürüst, samimi, iyi insanlar vardır. Ancak bu okulların İngiliz derin devleti tarafından birer eğitim merkezi olarak kullanıldığı da açıktır. İran’daki Musaddık darbesinin, Türkiye’deki 60,71, 80, 98 ve 2016 darbelerinin, Mısır, Suriye ve Irak’ın darbelerle dolu tarihinin arkasında da hep İngiliz Derin Devleti vardır.
Bugün dünyayı yönettiği iddia edilen CIA ve MOSSAD’ı İngiliz istihbaratı olan MI6 kadroları kurmuş ve ajanlarını yetiştirmiştir. Edward Snowden’in afişe ettiği dünyanın en büyük gözetleme sistemi olan Five Eyes İngiliz kontrolündeki Avusturalya’da kurulmuştur. Five Eyes’da ABD istihbaratının çevresi Kanada, Yeni Zelanda, İngiltere ve Avusturalya istihbaratları ile çevrilidir. Bunların tamamı İngiliz Milletler Topluluğu üyesidir.
Milletler cemiyeti İngiltere’nin kontrol ettiği 1919 Paris konferansında kurulmuştur. Konferans büyük oranda İngiltere’nin planlarını hayata geçirmiştir. BM‘in bir çok kararının arkasında da İngiliz Derin Devleti vardır. NATO’nun, Gladio’nun, AB’nin baş mimarı İngiliz Başbakanı Churchill’dir. Kurucuları ve ilk yöneticileri hep İngilizlerdir. Bu tarihi gerçekler söz konusu kurumların veya örgütlerin tamamen yanlı olduklarını göstermez. Kuşkusuz BM’nin bir çok faydalı hizmeti olmakta, her istihbarat örgütü kendi ülkesi için önemli hizmetler vermektedir. Ancak bu durum, söz konusu kurum ve örgütlerin yapılanmasında ve bazı kararlarında İngiliz derin devletinin karanlık etkisinin olduğu gerçeğini değiştirmez.
Amerikan Merkez Bankası FED de Bank of England tarafından kurulmuştur. Dünya ekonomisine yön veren Rothschild ailesi İngiltere merkezlidir. Soros İngiltere’de eğitim almıştır.
Osmanlı’yı yıkan, Anadolu’yu işgal eden İngiliz derin devletidir. Komünizmin kurucu kadrosu İngiltere’de toplanmıştır. Marx ve Engels Komünizm’n temel taşını oluşlturan Komünist Parti Manifestosu ilk olarak İngiltere’de basılmıştır. Das Kapital dahil tüm ana  eserleri orada yazmıştır. Liberalizmin kurucuları Adam Smith ve David Ricardo İngiliz’dir. 20. yüzyılda dünyayı kana ve savaşlara bulayan sosyal Darwinizm’in ideolojik temelini oluşturan Darwin İngiliz’dir. Soros’un Açık Toplum hareketinin fikir babası Karl Popper İngiliz’dir. Ateizmin 21. yüzyılda bayrağını taşıyan Richard Dawkins İngiliz’dir. Şunu hemen belirtmek gerekir ki, İngiliz halkı sevecen, samimi, güzel ve temiz bir halktır. İngiliz derin devletinin yapılanmasını deşifre etmek İngiliz halkını da asırlardır canlarını yakan bu beladan kurtaracaktır.
İngiltere tarihte 22 ülke hariç tüm dünyayı işgal etmiştir. İşgal coğrafyasını hatırlayalım... Antigua ve Barbuda, Avustralya,Bahamalar, Bangladeş, Barbados, Belize, Botsvana, Britanya Hint Okyanusu Toprakları, Britanya Virjin Adaları, Brunei... Cayman adaları, Cebelitarık Christmas Adası, Cocos Adaları, Cook Adaları... Dominika, Falkland Adaları, Gambiya, Galler, Gana, Grenada, Guyana, Güney Afrika, Hindistan, İskoçya, Jamaika, Kamerun, Kanada, Kenya, Kiribati, Kuzey İrlanda, Lesotho... Bitmedi...Malavi, Maldivler, Malezya, Malta, Mauritius, Mercan Denizi Adaları, Montserrat, Mozambik; Namibya, Nauru, Nijerya, Norfolk Adası... Bitmedi... Papua Yeni Gine, Pitcairn Adaları, Ross Bölgesi... Devam ediyor... St. Kitts ve Nevis, St. Lucia, St. Vincent ve Grenadinler, Samoa, St. Helena, Seyşeller, Sierra Leone, Singapur, Solomon Adaları, Sri Lanka, Svaziland...Dahası var... Tanzanya, Tonga, Trinidad ve Tobago, Tokelau, Turks ve Caicos Adaları, Tuvalu, Uganda, Vanuatu, Yeni Zelanda, Zambiya... Tüm bunlar İngiliz Milletler Topluluğu üyeleri... Bu ülkelerin bazılarında seçimler yapılıyor, Başbakan atanıyor... Ancak bu seçilmiş yönetimlerin üzerine hala Londra'dan bir Vali atanıyor. Yani İngiltere, o ülkelerin en tepesine vilayetiymiş gibi "VALİLER" gönderiyor. Seçilmiş hükümet kararlar alıyor, atanmış İngiliz Vali'nin önüne getiriyor. Atanmış Vali Kraliçe'ye soruyor. Kraliçe "Evet" veya "Hayır" diyor. ABD eski İngiliz kolonisidir. Sadece 150 yıl evvel İngilizlerin kışkırttığı bir iç savaşta 1 milyon Amerikalı kardeş kurşunuyla can vermiştir. Ülkenin tüm alt yapısı yıkılmıştır. ABD İngilizlerin ayak oyunları ile 2. Dünya Savaşı’na girmek zorunda kalmıştır. 1. ve 2. Dünya Savaşları sonrasında barış görüşmeleri İngilizlerin kontrolünde ilerlemiştir. İngiliz derin devletine karşı koyan ABD başkanları ya görevden alınmıştır ya da suikasta uğramıştır. Son günlerde gündemde olan Trump aleyhine sahte raporu hazırlayanın da eski bir İngiliz istihbaratçısı olması dikkat çekicidir.
Afganistan ve Irak işgallerinin, İran-Irak Savaşı’nın, İran Devrimi’nin, Kızıl Hilal Projesi’nin, Ortadoğu’nun parçalanmasının, Medeniyetler Çatışması ve Müslüman Savaşları Çağı’nın fikir babası Bernard Lewis İngiliz askeri istihbarat görevlisidir. SOAS’ta 30 yıl hocalık yapmıştır. 1974’te ani bir kararla ABD’ye gelen Lewis o dönemden bu yana neredeyse tüm ABD başkanlarının Ortadoğu konusunda başdanışmanlığını yapmıştır. Kissinger, Brezinski, Huntington ve son dönem ünlü neoconların eğitmenidir. ABD politikalarını gerçek manada yazan kişidir.  
Sömürgecilik, kolonicilik ve köleliğin merkezi de İngiliz derin devletidir. Çin, Hindistan Endonezya ve Malezya asırlarca İngiliz boyunduruğunda kalmıştır. Çin’i afyona alıştıran, Hindistan’ı açlıkla terbiye eden, Doğu Hindistan Şirketi ile tüm Güneydoğu Asya’yı terörize eden yine İngiliz Derin Devletidir. Şimdiki zamanlarda dönemin İngilteresi’nin Hindistan'da yaptığı soykırım pek hatırlanmaz. 150 yıl önce 330 milyonu açlıkla yüz yüze bırakan dönemin İngilteresi 1 milyondan fazla Hintlinin ölümüne yol açmıştır.
Bugünkü radikal terörizmin kurucularının büyük kısmı El-ezher üniversitesinde eğitim almışlardır. El-ezher üniversitesini bu konuma getiren Mısır Sömürge Valisi, Anglosakson ırkçısı ve evrimci Lord Cromer’dır. Lord Cromer’ın finanse edip desteklediği Muhammed Abduh ile birlikte El-ezher İslam dünyasında Sosyal Darwinizm’in merkezi haline gelmiştir. Bu kadrolar radikal İslam’ın ideologlarıdır. Lord Cromer’ın kurduğu sistem 30 yıl içinde tüm İslam alemini etkisi altına almıştır. Bu negatif etki bugünkü savaş ortamının ana sebebidir.
Bugün terörizmin en çok can aldığı Pakistan, Afganistan, Irak, Nijerya, Suriye, Yemen hep İngiliz işgali altında olmuştur. Usama bin laden İngiltere’de eğitim görmüştür. Cezayir’i kana bulayan GİA kadrolarını İngiltere’de devşirmiştir. DAEŞ’in en önemli tetikçileri hep İngiltere’den gelen savaşçılar olmuştur.
DAEŞ (ISIS), El Kaide, Boko Haram, Eş Şebab, FETÖ, Hizbullah, PKK, PYD, Asala, DHKP-C, Kızıl Tugaylar, Polpot benzeri terör örgütleri İngiliz derin devletinin taburları konumundadır. Bu yapının girdiği her yerde kan ve gözyaşı oluk oluk akar.
Bu liste daha sayfalarca uzayıp gidebilir. Özetlemek gerekirse insanlık tarihinin son 300 yılı İngiliz derin devletinin kana buladığı bir tarih olmuştur. Kendi ülkesinin insanları da dahil yüz milyonlarca masum bu ırkçı, sömürgeci, menfaatperest, acımasız, vahşi katillerin elinde can vermiştir. Tarihin en büyük soykırımlarını İngiliz Derin Devleti gerçekleştirmiştir. İngiliz halkının da büyük acılar yaşamasına sebep olmuştur.
Maskelerin düştüğü ve gerçek yüzlerin ortaya çıktığı, Türkiye’de silahlı kalkışmanın yaşandığı 15 Temmuz 2016’da, Türkiye'ye 100 mil uzaklıktaki Kıbrıs'ın güneybatı sahilinde bulunan Kraliyet Hava Kuvvetleri üssünde binlerce askerini konumlandıran ve Akdeniz'e Kraliyet Donanması savaş gemilerini gönderen İngiltere, yüzlerce jet, helikopteri –sözde- 50 bin civarı Britanyalı'yı tehlikeden uzaklaşmalarına yardımcı olmak için görevlendirmişti. Askerler bu operasyona müdahele etmeye kalkışacak "yerel isyancılara" ateş etmekte serbestti. Ingıltere’nin darbe öncesi bu hazırlıkları, kendi vatandaşlarını kurtarma girişiminin ötesinde, adeta bir planını andırır nitelikteydi.
Türkiye'ye tek destek olan Rusya ile her yönde ikili ilişkilerin hızla gelişmesinden sonra, Suriye meselesinin çözüm sürecinde bir araya gelen üçlü blokun bölgeye barış ve birlik getireceğini gören İngiliz derin devleti bu durumdan da hayli rahatsız oldu. Darbe girişimi günlerinde işgale hazır vaziyette olaylar�� izleyen İngiltere, son günlerde Türkiye'ye karşı on derece sözde ‘dostane’ ve ‘samimi’ tavırlar sergilemeye başladı. Elbette İngiliz halkıyla Türkiye'nin iyi ilişkileri önemlidir. Ancak İngiliz derin devletinin planları ne Türkiye'nin ne de kendi halkının faydasına yönelik değildir, hiçbir zaman olmamıştır.
Bu çapta organize olmuş, ülkelerin kılcal damarlarına nüfuz etmiş bir yapının oyunları karşısında ise hiçbir lider, hiçbir millet, hiçbir devlet kendi tek başına ayakta kalamaz. Bu kirli planları durduracak olan iyilerin ittifakıdır. Rusya ile Türkiye arasında son bir yılda Putin ve Erdoğan’ın inisiyatifleri ile güçlü ve sarsılmaz bir ittifakını temelleri atılmıştır. Dünyayı İngiliz Derin Devleti belasından kurtarmak isteyen her temiz vicdana düşen bu ittifakı savunup desteklemektir.
0 notes
adnanoktaryorki · 8 years
Photo
Tumblr media
DÜNYADAKİ KÖTÜLÜĞÜN MERKEZİ "İNGİLİZ DERİN DEVLETİ" Kötülük tarih boyunca hep tek bir merkezden yönetilmiştir. Yeryüzünde savaşı ve katliamları yaygınlaştıranlar emir komuta zinciri altında hareket etmekte ve tek bir noktadan çıkmış planları uygulamaktadırlar. 20. yüzyılın büyük savaşlarının, sömürgeciliğin, katliamların, Ortadoğu ve Afrika’nın bölünmesinin, ekonomik krizlerin sadece tek bir merkezi vardır. Kötülük 8 kollu bir ahtapot gibidir. Gözlerimiz ilk önce çok hareketli kollarına takılır. Fakat tüm bu kolları yöneten bir beyin vardır. Beynin emirleri ile kollar mükemmel bir koordinasyon ile tek bir hedefe yönelik hareket ederler. Kolların bağımsız hareket ediyor gibi görünmesi ise sadece göz yanılmasıdır. Hepsi bu tek bir beynin kontrolündedir. Üstelik kötülük piramit benzeri hiyerarşik bir yapıdır. Ne kadar geniş bir tabana da sahip olsa, yüzlerce katmandan da oluşsa en tepesinde tek bir nokta vardır ve bu noktanın, altında bulunanlar üzerinde mutlak bir hâkimiyeti vardır. Ahtapotun kollarına dikkat vererek ya da piramidin alt kademelerini hedef alarak kötülükle mücadelede sonuç almak imkânsızdır. En tepede sistemi kontrol eden, yöneten, emir veren ve son sözü söyleyenle birebir fikren mücadele edilmelidir. Bu fikri mücadelenin özünü de tepedeki söz konusu noktanın deşifre edilmesi oluşturmalıdır. Zira bu güç hedef şaşırtıp kendini saklayabildiği için bu kadar etkili olmakta, gizliliğin tüm çirkin avantajlarını kullanmaktadır. Bugün dünya çapındaki kötülüğün başından bahsedilirken birçok adayın ismi geçmektedir. Adları çokça zikredilen ABD ve İsrail derin devletleri, Birleşmiş Milletler, NATO ya da AB gibi yapılar, CIA, MOSSAD ya da Gladio gibi örgütler, Illuminati, Masonluk, Skulls and Bones, Gül Haç, Tapınakçılar gibi gizli teşkilatlar, Wall Street’teki finans baronları, petrol Tröstleri, Çok Uluslu Şirketler gibi dünya ekonomisini kontrol edenler bu sistemin çarkları olarak anılır. Ahtapotun kolları, piramidin alt katmanları olarak kabul edilir. İngiliz Derin Devleti ise asırlardır bu hiyerarşinin en üst noktasında olmuştur. Ortadoğu’yu kana bulayan politikalar İngiliz Derin Devletinin eseridir. Ortadoğu devletlerinin çoğunu İngiltere kurmuştur. Ortadoğu ülkelerinin sınırları Churchill’in başkanlık yaptığı Kahire Toplantısı’nda çizilmiştir. Söz konusu ülkelerin yöneticilerinin çoğunu İngiliz Derin Devleti seçip göreve getirmiştir. İngiliz derin devletinin adamları Lawrence, Gerthrude Bell, General Allenby, Orde Wingate, Hubert Young, Sir Percy Cox, Herbert Samuel vs bu kadroları bulmuş, yetiştirmiş ve yetkilendirmiştir. 20. yüzyılda Ortadoğu’yu yöneten kadroların büyük çoğunluğu Sandhurst Military Academy, SOAS- School of Oriental Studies, Exeter,  Cambridge veya Oxford gibi İngiliz okullarında eğitilmiş ve İngiliz Derin Devletinin planlarına hizmet edecek şekilde göreve getirilmiştir. Elbette söz konusu okullarda yetişen sayısız dürüst, samimi, iyi insanlar vardır. Ancak bu okulların İngiliz derin devleti tarafından birer eğitim merkezi olarak kullanıldığı da açıktır. İran’daki Musaddık darbesinin, Türkiye’deki 60,71, 80, 98 ve 2016 darbelerinin, Mısır, Suriye ve Irak’ın darbelerle dolu tarihinin arkasında da hep İngiliz Derin Devleti vardır. Bugün dünyayı yönettiği iddia edilen CIA ve MOSSAD’ı İngiliz istihbaratı olan MI6 kadroları kurmuş ve ajanlarını yetiştirmiştir. Edward Snowden’in afişe ettiği dünyanın en büyük gözetleme sistemi olan Five Eyes İngiliz kontrolündeki Avusturalya’da kurulmuştur. Five Eyes’da ABD istihbaratının çevresi Kanada, Yeni Zelanda, İngiltere ve Avusturalya istihbaratları ile çevrilidir. Bunların tamamı İngiliz Milletler Topluluğu üyesidir. Milletler cemiyeti İngiltere’nin kontrol ettiği 1919 Paris konferansında kurulmuştur. Konferans büyük oranda İngiltere’nin planlarını hayata geçirmiştir. BM‘in bir çok kararının arkasında da İngiliz Derin Devleti vardır. NATO’nun, Gladio’nun, AB’nin baş mimarı İngiliz Başbakanı Churchill’dir. Kurucuları ve ilk yöneticileri hep İngilizlerdir. Bu tarihi gerçekler söz konusu kurumların veya örgütlerin tamamen yanlı olduklarını göstermez. Kuşkusuz BM’nin bir çok faydalı hizmeti olmakta, her istihbarat örgütü kendi ülkesi için önemli hizmetler vermektedir. Ancak bu durum, söz konusu kurum ve örgütlerin yapılanmasında ve bazı kararlarında İngiliz derin devletinin karanlık etkisinin olduğu gerçeğini değiştirmez. Amerikan Merkez Bankası FED de Bank of England tarafından kurulmuştur. Dünya ekonomisine yön veren Rothschild ailesi İngiltere merkezlidir. Soros İngiltere’de eğitim almıştır. Osmanlı’yı yıkan, Anadolu’yu işgal eden İngiliz derin devletidir. Komünizmin kurucu kadrosu İngiltere’de toplanmıştır. Marx ve Engels Komünizm’n temel taşını oluşlturan Komünist Parti Manifestosu ilk olarak İngiltere’de basılmıştır. Das Kapital dahil tüm ana  eserleri orada yazmıştır. Liberalizmin kurucuları Adam Smith ve David Ricardo İngiliz’dir. 20. yüzyılda dünyayı kana ve savaşlara bulayan sosyal Darwinizm’in ideolojik temelini oluşturan Darwin İngiliz’dir. Soros’un Açık Toplum hareketinin fikir babası Karl Popper İngiliz’dir. Ateizmin 21. yüzyılda bayrağını taşıyan Richard Dawkins İngiliz’dir. Şunu hemen belirtmek gerekir ki, İngiliz halkı sevecen, samimi, güzel ve temiz bir halktır. İngiliz derin devletinin yapılanmasını deşifre etmek İngiliz halkını da asırlardır canlarını yakan bu beladan kurtaracaktır. İngiltere tarihte 22 ülke hariç tüm dünyayı işgal etmiştir. İşgal coğrafyasını hatırlayalım... Antigua ve Barbuda, Avustralya,Bahamalar, Bangladeş, Barbados, Belize, Botsvana, Britanya Hint Okyanusu Toprakları, Britanya Virjin Adaları, Brunei... Cayman adaları, Cebelitarık Christmas Adası, Cocos Adaları, Cook Adaları... Dominika, Falkland Adaları, Gambiya, Galler, Gana, Grenada, Guyana, Güney Afrika, Hindistan, İskoçya, Jamaika, Kamerun, Kanada, Kenya, Kiribati, Kuzey İrlanda, Lesotho... Bitmedi...Malavi, Maldivler, Malezya, Malta, Mauritius, Mercan Denizi Adaları, Montserrat, Mozambik; Namibya, Nauru, Nijerya, Norfolk Adası... Bitmedi... Papua Yeni Gine, Pitcairn Adaları, Ross Bölgesi... Devam ediyor... St. Kitts ve Nevis, St. Lucia, St. Vincent ve Grenadinler, Samoa, St. Helena, Seyşeller, Sierra Leone, Singapur, Solomon Adaları, Sri Lanka, Svaziland...Dahası var... Tanzanya, Tonga, Trinidad ve Tobago, Tokelau, Turks ve Caicos Adaları, Tuvalu, Uganda, Vanuatu, Yeni Zelanda, Zambiya... Tüm bunlar İngiliz Milletler Topluluğu üyeleri... Bu ülkelerin bazılarında seçimler yapılıyor, Başbakan atanıyor... Ancak bu seçilmiş yönetimlerin üzerine hala Londra'dan bir Vali atanıyor. Yani İngiltere, o ülkelerin en tepesine vilayetiymiş gibi "VALİLER" gönderiyor. Seçilmiş hükümet kararlar alıyor, atanmış İngiliz Vali'nin önüne getiriyor. Atanmış Vali Kraliçe'ye soruyor. Kraliçe "Evet" veya "Hayır" diyor. ABD eski İngiliz kolonisidir. Sadece 150 yıl evvel İngilizlerin kışkırttığı bir iç savaşta 1 milyon Amerikalı kardeş kurşunuyla can vermiştir. Ülkenin tüm alt yapısı yıkılmıştır. ABD İngilizlerin ayak oyunları ile 2. Dünya Savaşı’na girmek zorunda kalmıştır. 1. ve 2. Dünya Savaşları sonrasında barış görüşmeleri İngilizlerin kontrolünde ilerlemiştir. İngiliz derin devletine karşı koyan ABD başkanları ya görevden alınmıştır ya da suikasta uğramıştır. Son günlerde gündemde olan Trump aleyhine sahte raporu hazırlayanın da eski bir İngiliz istihbaratçısı olması dikkat çekicidir. Afganistan ve Irak işgallerinin, İran-Irak Savaşı’nın, İran Devrimi’nin, Kızıl Hilal Projesi’nin, Ortadoğu’nun parçalanmasının, Medeniyetler Çatışması ve Müslüman Savaşları Çağı’nın fikir babası Bernard Lewis İngiliz askeri istihbarat görevlisidir. SOAS’ta 30 yıl hocalık yapmıştır. 1974’te ani bir kararla ABD’ye gelen Lewis o dönemden bu yana neredeyse tüm ABD başkanlarının Ortadoğu konusunda başdanışmanlığını yapmıştır. Kissinger, Brezinski, Huntington ve son dönem ünlü neoconların eğitmenidir. ABD politikalarını gerçek manada yazan kişidir.   Sömürgecilik, kolonicilik ve köleliğin merkezi de İngiliz derin devletidir. Çin, Hindistan Endonezya ve Malezya asırlarca İngiliz boyunduruğunda kalmıştır. Çin’i afyona alıştıran, Hindistan’ı açlıkla terbiye eden, Doğu Hindistan Şirketi ile tüm Güneydoğu Asya’yı terörize eden yine İngiliz Derin Devletidir. Şimdiki zamanlarda dönemin İngilteresi’nin Hindistan'da yaptığı soykırım pek hatırlanmaz. 150 yıl önce 330 milyonu açlıkla yüz yüze bırakan dönemin İngilteresi 1 milyondan fazla Hintlinin ölümüne yol açmıştır. Bugünkü radikal terörizmin kurucularının büyük kısmı El-ezher üniversitesinde eğitim almışlardır. El-ezher üniversitesini bu konuma getiren Mısır Sömürge Valisi, Anglosakson ırkçısı ve evrimci Lord Cromer’dır. Lord Cromer’ın finanse edip desteklediği Muhammed Abduh ile birlikte El-ezher İslam dünyasında Sosyal Darwinizm’in merkezi haline gelmiştir. Bu kadrolar radikal İslam’ın ideologlarıdır. Lord Cromer’ın kurduğu sistem 30 yıl içinde tüm İslam alemini etkisi altına almıştır. Bu negatif etki bugünkü savaş ortamının ana sebebidir. Bugün terörizmin en çok can aldığı Pakistan, Afganistan, Irak, Nijerya, Suriye, Yemen hep İngiliz işgali altında olmuştur. Usama bin laden İngiltere’de eğitim görmüştür. Cezayir’i kana bulayan GİA kadrolarını İngiltere’de devşirmiştir. DAEŞ’in en önemli tetikçileri hep İngiltere’den gelen savaşçılar olmuştur. DAEŞ (ISIS), El Kaide, Boko Haram, Eş Şebab, FETÖ, Hizbullah, PKK, PYD, Asala, DHKP-C, Kızıl Tugaylar, Polpot benzeri terör örgütleri İngiliz derin devletinin taburları konumundadır. Bu yapının girdiği her yerde kan ve gözyaşı oluk oluk akar. Bu liste daha sayfalarca uzayıp gidebilir. Özetlemek gerekirse insanlık tarihinin son 300 yılı İngiliz derin devletinin kana buladığı bir tarih olmuştur. Kendi ülkesinin insanları da dahil yüz milyonlarca masum bu ırkçı, sömürgeci, menfaatperest, acımasız, vahşi katillerin elinde can vermiştir. Tarihin en büyük soykırımlarını İngiliz Derin Devleti gerçekleştirmiştir. İngiliz halkının da büyük acılar yaşamasına sebep olmuştur. Maskelerin düştüğü ve gerçek yüzlerin ortaya çıktığı, Türkiye’de silahlı kalkışmanın yaşandığı 15 Temmuz 2016’da, Türkiye'ye 100 mil uzaklıktaki Kıbrıs'ın güneybatı sahilinde bulunan Kraliyet Hava Kuvvetleri üssünde binlerce askerini konumlandıran ve Akdeniz'e Kraliyet Donanması savaş gemilerini gönderen İngiltere, yüzlerce jet, helikopteri –sözde- 50 bin civarı Britanyalı'yı tehlikeden uzaklaşmalarına yardımcı olmak için görevlendirmişti. Askerler bu operasyona müdahele etmeye kalkışacak "yerel isyancılara" ateş etmekte serbestti. Ingıltere’nin darbe öncesi bu hazırlıkları, kendi vatandaşlarını kurtarma girişiminin ötesinde, adeta bir planını andırır nitelikteydi. Türkiye'ye tek destek olan Rusya ile her yönde ikili ilişkilerin hızla gelişmesinden sonra, Suriye meselesinin çözüm sürecinde bir araya gelen üçlü blokun bölgeye barış ve birlik getireceğini gören İngiliz derin devleti bu durumdan da hayli rahatsız oldu. Darbe girişimi günlerinde işgale hazır vaziyette olayları izleyen İngiltere, son günlerde Türkiye'ye karşı on derece sözde ‘dostane’ ve ‘samimi’ tavırlar sergilemeye başladı. Elbette İngiliz halkıyla Türkiye'nin iyi ilişkileri önemlidir. Ancak İngiliz derin devletinin planları ne Türkiye'nin ne de kendi halkının faydasına yönelik değildir, hiçbir zaman olmamıştır. Bu çapta organize olmuş, ülkelerin kılcal damarlarına nüfuz etmiş bir yapının oyunları karşısında ise hiçbir lider, hiçbir millet, hiçbir devlet kendi tek başına ayakta kalamaz. Bu kirli planları durduracak olan iyilerin ittifakıdır. Rusya ile Türkiye arasında son bir yılda Putin ve Erdoğan’ın inisiyatifleri ile güçlü ve sarsılmaz bir ittifakını temelleri atılmıştır. Dünyayı İngiliz Derin Devleti belasından kurtarmak isteyen her temiz vicdana düşen bu ittifakı savunup desteklemektir.
0 notes