#dünyanın dönüşü
Explore tagged Tumblr posts
Text
Var mısın ki yok olmaktan korkuyorsun.. Varlığının yokluğu nasıl çözülür bilmiyorum, öğrenmek için bir gayretim de yok. Onca koşuşturmadan sonra, vardığım nokta gecenin köründe, bir hiçliğin ortası.

Ve belki de bilmek o kadar da önemli değildir. Kendi alternatif gerçekliğimizi yaratmaya çalışan zamanımızın delileriyiz. Taşlardan ve kaostan bir dünya yaratmaya çalışan. Geçmişimizin geleceğimizi belirlemesine izin verebiliriz. Ya da kendi adımıza karar verebiliriz. Hayatımızın geri kalanını, dünyanın bize kim olduğumuzu söylemesine izin vererek geçirebiliriz. Akıllı veya deli. Kahraman veya kurban. Tarihe bırakırız, iyi mi yoksa kötü mü olduğumuzu söylemeyi.
Evet, her şeyi eleştirebilirim, yakınıp yargılayabilirim ama bu bana ne kazandırır? Her şeye karşı savaştım; ama zamanla aslında hiçbir şeyin yanında olamadığımı da anladım. Her zaman iyileşirsin. Sonra yine yoldan çıkarsın.. Rol kesersin. Uğruna savaşacak bir şeyler bulana kadar, bir şeylere karşı savaşmayı seçersin. Çünkü geriye sadece elle tutulamayan fikirler, mefhumlar, inanışlar ve düşünceler kalır. Taşlar ufalanır. Ağaçlar çürür. İnsanlar da maalesef ölür. Yaşamınızda, rayından çıkabilecek şeylerin hepsini fark ettikten sonra hayat yaşanır olmaktan çıkar, daha çok beklemekle geçer. Kanseri beklemekle. Bunamayı beklemekle. Bütün bunları öğrendim ve artık geri dönüşü yok. Tamamlayamadığım şeylerle dolu olan hayatımda, bir tamamlanmamış olay daha.
63 notes
·
View notes
Text





Guyzz I did it 💫
Sabah minik şehrimde kahvaltı yaparken hiç aklımda böyle bi şey yokken akşam çayımı Lahey'de içtim.
Rüzgarı Liverpool sahiline göre çok.çok.çok daha hafifti ama hava çok soğuktu. İnince şehirde biraz gezdim, keşke direkt sahile gelseydim.
Ve ben hayatı ince porselen çay bardağımı yanımda taşıyacak kadar sevmeye başlamışım; wow. 🌸
Lahey'e (Den Haag) kesinlikle bir kez daha gelmek istiyorum. Hollanda'ya gelirseniz de aklınızda olsun, güzel ve tarihi bir şehir, Amsterdam'a da yakın. Eski meclisler, kralın taç giydiği bina, inci küpeli kız tablosunun olduğu müze buradaymış. Ve tabii bm'nin uluslararası adalet divanı (sanki bir işe yarıyormuş gibi) Delft ve Den Haag'a birlikte gelebilirsiniz çok yakınlar. Ben Agustos'ta hava biraz daha ısınınca gelmeyi planladım.
Maalesef arkadaşlarımın ve benim tez tracklerimiz değişti, onların yarın akşama submitleri olduğu için bu haftasonu hiçbir yere çıkamayacaklar. Solo traveller olmak da birlikte gezmek de ayrı güzel ama Ağustosta bi grupla gelsek çok daha güzel olur artık.
Ve çok tatlı bi tesadüf daha bu sabah şu deni z içindeki rüzgar tribünlerinde çalışan bir adamın işine dair bi video izlemiştim, kanal çok sevdiğim ve uzun zamandır girmediğim bi kanaldı. Ve akşamında bu deniz tribünlerini gördüm.
Video bu, insanlar inanılmaz şeyler ve işler yapıyor gerçekten 🫠
youtube
°°°
Şu sahil ve gün batımı için iki saat yol gidilir ama bunun bir de dönüşü var, bunu hiç düşünmemiştimfcklfk. Bir de Akdeniz ve sahilleri dünyanın incisi bence, keşke kıymetini daha çok bilebilsek.
Neyse sağ salim evim de evim, köyüm de köyüm inş.
Lahey (Den Haag)
Haziran 2024
36 notes
·
View notes
Text
“ve beni deliğimden sen çıkarmıştın. ve sonra bütün hayallerimi yıktın. yönetimi eline aldın. ve sonra birlikte sokakta yürürken, istediğin yerden karşı kaldırıma geçmeye cesaret ettin. ve önce kelime vardı; sen, önce vitrin vardı dedin. ben konuşurken vitrini seyretme cüretini gösterdin. hangi renklerin güzel olduğunu, hangi şarkılara duygulandığını, güzel kadının tanımını, tabloları duvara nasıl asmak gerektiğini, hangi yazarların büyük olduğunu, hangi renklerin yanyana gelebileceğini, ikinci sınıf bestecilerin kimler olduğunu, misafire pijama ile çıkılıp çıkılamayacağını, ne biçim bir evde yaşayacağımızı, duvarları nasıl boyayacağımızı, hangi gömlekle hangi kıravatı takacağımı, hangi devlet düzeninde yaşanabileceğini, hangi devlet düzeninin insan ruhunu öldürdüğünü, insan insanın kurdu muduru, aşkın ölümsüz olup olmadığını, dünyanın en büyük oyun yazarının kim olduğunu, yatağın neresinde yatacağımı, yatağın neresinde yatacağını, şu makaleyi nasıl buldun canımı arkadaşların canımı sıkıyor canımı, ben bu akşam biraz dışarı çıkmak isteyebilir miyim canımı, o canımı, bu canımı, her türlü canımı hep önce bana söylettin.
ve sonra yargılarıma katılmadın. önce sen söyleseydin ve ben sana katılsaydım. ve bana tuzak kurdun. ve bana ilk sözü söyletmekle dönüşü olmayan yola ittin beni.
derler ki; hamam böceği, evli çiftler mutlu uykularındayken, yatak odalarının perdelerinde gezermiş. aslında bütün cadılar, hamam böceği kadar küçük yaratıklarmış. bütün ecinni tayfası ve ecinni kaptanı, hamamböcekleri ve mutluevlilerinyuvalarınıyıkıcı cadılar, biz uyurken yeraltı faaliyetinde bulunurlarmış. herkeslerin kulaklarına fısıldarlarmış: senisevmiyorsevseydi sen kitap okurken sırtını çevirip uyumazdı; senisevmiyorsevseydi sen o filmi anlatırken, ceketinin dışına çıkan gömlek yakasını düzeltmezdi; senisevmiyorsevseydilerin bütün çeşitlemelerini uygularlarmış. tahtakurusunun salgısında bile, senisevmiyorsevseydi'den varmış. bu nedenle sabah uyandığınızda bileğinizin içini kaşırken, beni gene tahtakurusu sokmuş demenizle birlikte karınızın, hayır canım pire ısırığına benziyor demesi bu yüzdenmiş. ve her şeyi bana başlattın ve istediğin gibi bitiremediğim için ha-ha dedin.”
34 notes
·
View notes
Text
artık her şeyi yaşadık
ve birlikte düşündük
ve düşündük ki her şey cehennem
bir bakışta
ve cehennem
başarılmamış bir savaştır
dünyanın ortasında kullanılmamış bir su
cehennem, insanın kendi ciğeri
at sırtında taşınan ölü
kundağa girmeyen bebe
karanlıklarda açan çiçeklerin
bir insanın ölümüne dönüşü
bir insan ölümü olmaya
çünkü açlık çoğunluktadır.
6 notes
·
View notes
Text
Bir gün “benim için şiir yazdın mı hiç” demiştin. Göstermiştim, “şu heves sensin, şu incinmiş gurur sen, şu utangaç aşk, şu Posta Caddesi’ndeki daktilo sesi, çocukların okul dönüşü sevinci sen.” Kuşkuyla bakmıştın yüzüme. Kirpiklerim içime dökülüvermişti. Susarak büyümüş iki çocuktuk biz, kendisini sevmeyi bilmeyen. Yanımızda birisi olmadan sevincimizden utanırdık. Kaç hayat evimizde bizden çok soluk aldı. Sonra harfler girdi yoksulluğumuza. Sonra dünyanın bütün mazlumları. Elimde başkalarının rüyası, bir var oluş acısıydım önünde. Yazmaya, okumaya ayırdığım zamanlar senin de zamanlarındı. “Tenha gezen evliyam” dedim. “Ben gittim harf harf dağıldım / Sen tamamladın cümlemi.”
Yüzüm bir gelecek atlası. Başım önde dönüyorum bütün yürüyüşlerden. Mavilik yitirdi hükmünü. İpi kopmuş bir boncuğum senden sonra. Bedeni olmayan bir zaman, odalarda. Canım ne kadar acıyorsa sözüm o kadar üşüyor. Ömür Hanım, Şahgülüm, Köroğlu’m... sana bir nefes olamayan şiirden de geçtim.
~Şükrü Erbaş, Yaşıyoruz sessizce, s.24
13 notes
·
View notes
Text

Değerli arkadaşımız TC Recep Yılmaz'ın okumaya değer güzel bir yazı...
Yahudi KRALLIĞINA giden yol!
Ben, bilgilerim ışığında derim ki; İsrail vaad edilmiş topraklar üzerinde KRALLIĞINI kuracaktır.
İsa Mesih'in dönüşü için KRALLIĞIN kurulması gereklidir.
Bu, Yahudiler için dinlerinin emri,imanlarının şartıdır.
Yuvarlak rakam ÜÇBİN Yıllık Yahudi Tarihi de buna (Tevrat) kaynaktır.
Bunu hiçbir güç engelleyemez! 2030'a kadar bunun siyasi ve coğrafi alt yapısı oluşturulacaktır.
Siyasi ve coğrafi alt yapının ilk aşaması kurulmuş olan ''KÜRTİSTAN'ın'' sınırları belirlenecek; bu sınırlar ''Lübnan,Süriye,Türkiye ve Irak topraklarının bir kısmını içine alacak şekilde belirlenecektir.
Sonra da Kürtlere '"At bizim,silah bizim,seninle işimiz bitti! Al avradını git'' denilecek,Kürtler Kuzey Irak'ta devlet olarak kalacak ama,diğer topraklar İsraile devredilecektir. Böylece TAŞORANLAR (ypg-pkk) devre dışı bırakılıp vaad edilmiş toprakalar üzerinde Yahudi KRALLIĞI ilan edilecektir.
*
Saha bu gerçekliğe uygun mu?!
1- Suriye bombalanarak boşaltıldı mı?
EVET!
Boşaltılan topraklar Kürtcü bir oluşumun (ypg) emrine verildi mi?
EVET!
2-Süriyede kaçanlar -kovalanıp sürülenler- Türkiye'ye geldiler mi?
Geldiler!
Süriye'de kovulanlar başta sınır şehirlerimiz olmak üzere bir çok şehrimizde etnik -demoğrafik yapıyı değiştirdiler mi?
Değiştirdiler!
- rte'nin cehaleti, gafleti,strateji körlüğü,inadı "ENSAR-MUHACİR" saçmalığı,iç siyaset şovu,BOP eş başkanlığı SİYONİZME hizmet olarak hayat bulmuştur. Bir gün "ALLAH BİZİ AFFETSİ " diyecek ama,İsrail AFFETMEYECEKTİR!...
Bedeli TÜRK MİLLETİ çok ağır ödeyecektir.
*
Gelenlerin ÜREME oranları dikkate alındığında; gelecek 10 yılda etnik-demoğrafik (Arap-Kürt) yapı Türklerin aleyine değişecek mi?
Hemde çok açık arayla değişecektir.
Bu durumda ZORA dahi gerek kalmadan GÜÇ merkezlerinin emriyle demokratik -hukuki yollarla dahi O TOPRAKLARA EL KONULACAKTIR.
Olmaz mı?
Bize soran olmayacak.
**
rte, ''BOP eş başkanıyım ve emir komuta merkezim PAPAZ elbisesi giy diyorsa,giyer görevimi yaparım'' dediği gün İsrailin hizmetine girmiştir.
TV'lerde şov yapan BOP-cu ve ortyağı TOP-cu görünürde Filistin için ağlıyor gibi yapsa da,aslında İsrail'in ''vaad edilmiş topraklarda'' Krallık kurması için elinde gelenin de fazlasını yapmışlardır.
**
2030-2050 arası ''vaad edilmiş topraklar üzerinde Yahudi Krallığı kurulacaktır.
Museviler,Hıristiyanlar ve de MÜSLÜMANLAR Hz.İsa Mesih'in gelmesini DUA ederek bekleyeceklerdir.Bunu hiçbir güç engelleyemeyecektir.Zaten de böyle bir güç yok!
İsrail siyasi,askeri,ekenomik,bilim ve teknik olarak da dünya'ya yön verendir.İsrail DÜNYA,dünya da İsrail demektir.
*
(Madam Hz.İsa'yı BEKLEME konusunda OTAK inanca sahipsiniz; İT dalaşı-kan ve göz yaşı niye?!Siz, siyasetciler kanda beslenen VAMPİRLERSİNİZ.Sanatınız ikiyüzlülük -TAKİYECİLİKTİR)
**
Bunların hiçbiri olmaz,olamaz mı?
İsrail başaramaz! Asar,keser,hepisini yok mu ederiz?
Hiçbir şey yapamazsınız!
Elinizde gelecek olan sadece '' EBABİL KUŞU ve MEHDİ'' çağırmak, bir de cenaze namazı kılmak gibi akılsızlıktan ve şovdan başka bir şey değildir...
***
Yüzyılın başında İmparatorluk kontrol coğrafyasını ''VATAN TOPRAKLARI'' sanmak gibi bir siyasi AHMAKLIĞIN ve STRATEJİK körlüğün bedelini VATAN topraklarının işgaliyle ödedik ve KURTULUŞ SAVAŞI vermek zorunda kaldı!
***
Sonuç olarak içinde bulunduğumuz Dünyanın ve İsrail gerçekliğinin bilinçli bir şekilde analizi yapılarak Türk Milli geleceği için -DUYGUSALLIKTAN-ŞOVDAN uzak- bir strataji belirlemek zorundayız!
*
Hangi Arap ülkesi Filistinin yanında yer aldı?!
İran tetikçisi,paramiliter terörist Hamas ve Hizbullah kendi soyunun -masum Filistin halkının- SOYKIRIMCISI ve ülkesinin yıkımında İsrail ve İran kadar da sorumludur.
*
TÜRK, iki kuzenin (Arap-Yahudi) kavgasına taraf olmamalıdır!
Sakalar iskitler den alntı
3 notes
·
View notes
Text
Büyük harfle başlamayan cümleler gibi eksik ve yanlış. İçinde tonlarca cümle biriktirip birini bile dile getirememek gibi korkunç ve ızdırap dolu. Elleri titrer, beyninden hep aynı emirler gelir de kavrayamaz, çözemez gibi. Sorulmayı isteyecek tüm sorular bir bir kalır gibi. Anlayamam ve anlatamam bu normal. Bu normal çünkü zor şeyler bunlar. Çözmek ve çözümlemek, bir düğüm yapmaktan daha zor gelir elbet. Bulmak asırlarca aradığını, belkide imkansız bunlar. Yine de sorun ne anlamam. Bulmak için aramayacağım yıllarca. Çözemediğim tüm düğümleri yakacağım acımasızca. Dünya dönecek ama ben olduğum yerde sayacağım mümkünmüş gibi. Yine de yetmeyecek işte dünyanın dönüşü bir şeylere. Aşamadığımız ışık hızı kıskandıracak dünyayı. Daha hızlı dönmeyi dileyecek belki. Her şey ve herkes imkansızı dileyecek ve hiçbiri gerçek olmayacak. İşte tanrının eşitliği bu. İmkanlarda olmasa da tüm imkansızlıklarda.
7 notes
·
View notes
Text
İnsan içine bir şeyi oldurunca, o şey dünyanın en saçma en alakasız en utanç verici şeyi bile olsa içine oldurmuştur artık. Dönüşü yok.
9 notes
·
View notes
Text
Su kaynakları hızla azalıyor! Su kıtlığına karşı hangi önlemler alınabilir?
https://pazaryerigundem.com/haber/215027/su-kaynaklari-hizla-azaliyor-su-kitligina-karsi-hangi-onlemler-alinabilir/ -
Su kaynakları hızla azalıyor! Su kıtlığına karşı hangi önlemler alınabilir?
Su kaynaklarının hızla azaldığını ve gerekli önlemler alınmadığı takdirde ciddi su kıtlıklarının yaşanabileceğini belirten uzmanlar, su kıtlığına karşı suyun verimli kullanılması; bulaşıkların makinede yıkanması, bulaşık ve çamaşır makinelerinin tam dolmasının beklenmesi, banyo sırasında suyun boş yere akıtılmaması, muslukların tamir edilmesi gibi önlemlerin alınabileceğini kaydetti.
İSTANBUL (İGFA) – Üsküdar Üniversitesi Çevre Sağlığı Bölümünden Öğr. Gör. Tuğçe Yılmaz Karan, 22 Mart Dünya Su Günü dolayısıyla iklim değişikliğinin su kaynakları üzerindeki etkilerini değerlendirdi.
Dünyanın 2/3’ü suyla kaplı olduğunu ve yerkürede bulunan suyun yüzde 97.5’inin okyanuslardaki tuzlu su olduğunu hatırlatan Öğr. Gör. Tuğçe Yılmaz Karan, “Geriye kalan yüzde 2.5 oranındaki tatlı suyun büyük bir kısmı ise kutuplarda bulunmaktadır. Yer altı suları ve yüzey suları insanların içme ve kullanma suyu olarak temin edebildikleri sular olup bunların da miktarı ve kalitesi yıldan yıla, iklime, nüfusa veya ihtiyaca göre değişmektedir. Bu yüzden dünya genelindeki su kaynakları büyük bir öneme sahiptir. Çünkü hepimizin bildiği gibi tatlı su olmadan birçok canlı türü yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır ve hatta yok olmaktadır.” dedi.
HER DAMLA SU, İNSAN HAYATINDA GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN KAYIPLARA YOL AÇABİLİR!
Tatlı su kaynaklarının bu denli az olmasının, kaynakların korunması, geri kazanılması ve geliştirilmesi gerekliliğini gösterdiğini ifade eden Karan, dünya genelinde hem yüzeydeki hem de yeraltındaki su kaynaklarının günümüzde ciddi şekilde azaldığını belirterek, “İnsanlar, su kaynaklarının tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuz bu dönemde, sanki sınırsız bir su kaynağına sahipmişçesine düşüncesizce ve savurgan bir şekilde su kullanmaya devam ediyor. Oysa her damla suyun insan hayatında geri dönüşü olmayan kayıplara yol açabileceğinin farkına varmamız gerekiyor.” dedi.
SU KITLIĞINA KARŞI İÇİN HANGİ ÖNLEMLER ALINABİLİR?
İklim değişikliğinin yol açtığı sıcaklık artışı ve değişen yağış düzenlerinin, su döngüsünü olumsuz etkilediğini dile getiren Karan, “Bu durum, birçok bölgede kuraklık veya aşırı yağış gibi ekstrem hava olaylarının sıklığını artırarak su kaynaklarının hem kalitesini hem de miktarını azaltıyor. Gelecekte su kıtlığı yaşanmaması için çeşitli önlemler alınabilir ve bu önlemlerin su kıtlığını yaşamaya başlamadan, vakit kaybetmeden hayata geçirilmesi gerekiyor. Su kıtlığına karşı suyun verimli kullanılması; bulaşıkların makinede yıkanması, bulaşık ve çamaşır makinelerinin tam dolmasının beklenmesi, banyo sırasında suyun boş yere akıtılmaması, muslukların tamir edilmesi, tek kullanımlık plastiklerin azaltılması, atık suyu arıtmak, alt yapı çalışmalarını desteklemek gibi önlemler alınabilir.” şeklinde konuştu.
Suyun kirlenmesi, suda hastalığa yol açan mikroorganizmaların, yani patojenlerin varlığı anlamına geldiğini kaydeden Karan, “Bu patojenlerin neden olduğu hastalıklar arasında kolera, tifo, ishal, çocuk felci, amipli dizanteri, sarılık ve tifo gibi ciddi rahatsızlıklar bulunmaktadır. Patojenlere bağlı hastalıkların yanı sıra, sudaki kirlilik solunum yolu hastalıklarına, kansere, nörolojik bozukluklara ve kalp-damar hastalıklarına da yol açabilir. Örneğin, petrol sızıntıları insanlar için büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Sudaki ağır metaller deniz ürünlerine geçebilir ve bu canlıları tüketen insanlarda ağır metal birikimine bağlı olarak nörolojik hastalıklar görülebilir.” dedi.
SU KİRLİLİĞİ EKOSİSTEMDE CİDDİ HASARLARA YOL AÇIYOR
Su kirliliğinin, su ekosistemlerinde ciddi hasarlara yol açarak biyolojik çeşitliliğin azalmasına, besin zincirlerinde değişikliklere ve su canlılarının ölümüne neden olduğunu da anlatan Karan, “Kirleticiler suyun pH dengesini bozduğunda, nehirlerdeki balıklar ve diğer su canlıları büyük bir risk altına girmektedir. Bu durumdaki suyun tarım sulamasında veya içme suyu olarak kullanılması ise insan sağlığını tehlikeye atabilir. Ayrıca, tarımsal atıklardan kaynaklanan besin kirliliği, sucul ortamlarda zararlı alg patlamalarını tetikleyerek oksijen seviyelerinin düşmesine ve ciddi çevresel sorunlara yol açabilir. Tüm bu olumsuzluklar, gıda kaynaklarını etkileyerek besin kıtlığına ve ciddi ekonomik kayıplara neden olabilmektedir.” dedi.

0 notes
Text
En iyi 20 İtalyan filmi
1. La dolce vita – Tatlı Hayat (1960)
Federico Fellini’nin yönettiği bu klasik, Roma’nın lüks ve çalkantılı yaşam tarzını, modernitenin çekiciliğini ve boşluklarını gözler önüne serer.
2. 8½ – Sekiz Buçuk (1963)
Fellini’nin otobiyografik unsurlar taşıyan bu filmi, sanatçıların yaratıcı krizi ve yaşamın anlamını arayışlarını, gerçeküstü görüntüler eşliğinde anlatır.
3. Ladri di biciclette – Bisiklet Hırsızları (1948)
Vittorio De Sica’nın gerçekçi üslubuyla, İkinci Dünya Savaşı sonrası yoksulluk içinde hayatta kalmaya çalışan bir adamın umutsuz mücadelesini etkileyici bir şekilde işler.
4. Cinema Paradiso – Cinema Paradiso (1988)
Giuseppe Tornatore’un yönettiği bu nostaljik yapım, sinemaya duyulan aşkı, geçmişin sıcak anılarını ve nesiller arası bağları duygusal bir dille anlatır.
5. La vita è bella – Hayat Güzeldir (1997)
Roberto Benigni’nin hem yönettiği hem de başrolünde yer aldığı bu film, Nazi işgali altındaki trajik bir dönemde bile sevgi ve umutla hayata tutunmayı esprili bir yaklaşımla sunar.
6. Il postino – Postacı (1994)
Basit bir postacının, ünlü şairle kurduğu dostluk aracılığıyla edebiyat ve aşkın gücünü keşfetmesini konu alan duygu yüklü bir film.
7. La strada – Yol (1954)
Fellini’nin yönettiği bu film, hayatın zorlukları içinde kaybolan bir kadının, sert ve acımasız bir gösteri sanatçısıyla olan ilişkisini, insani değerler üzerinden işler.
8. Roma città aperta – Açık Şehir Roma (1945)
Roberto Rossellini’nin gerçekçi anlatımıyla, İkinci Dünya Savaşı sırasında işgal altındaki Roma’da direnişin ve insan umudunun izlerini taşıyan güçlü bir yapım.
9. Il gattopardo – Leopar (1963)
Luchino Visconti’nin epik filmi, Sicilya’nın aristokrasisinin çöküşünü ve modernleşme sürecindeki toplumsal dönüşü, görkemli görüntüler eşliğinde sunar.
10. Il conformista – Konformist (1970)
Bernardo Bertolucci’nin yönettiği bu film, totaliter rejimin ve toplum baskısının birey üzerindeki etkilerini, psikolojik derinlikle inceler.
11. La grande bellezza – Büyük Güzellik (2013)
Paolo Sorrentino’nun modern klasiği, Roma’nın ihtişamlı yaşam tarzı ve varoluşsal sorgulamalar arasında kaybolan bir yazarın gözünden, şehrin büyüsünü gözler önüne serer.
12. Amarcord – Amarcord (1973)
Fellini’nin yarattığı bu otobiyografik film, küçük bir kasabanın renkli yaşamını, nostalji ve mizah dolu anıları akıcı bir dille anlatır.
13. Umberto D. – Umberto D. (1952)
Vittorio De Sica’nın yönettiği bu duygusal drama, yalnız bir emeklinin onurunu ve yaşam mücadelesini samimi bir üslupla işler.
14. La notte – Gece (1961)
Michelangelo Antonioni’nin bu filmi, modern yaşamın yalnızlığını ve yabancılaşmasını, bir çiftin varoluşsal krizleri üzerinden irdeler.
15. L’avventura – Macera (1960)
Antonioni’nin yönettiği bu esrarengiz film, kaybolan bir kadını arama çabası içinde olan bir grup insanın içsel boşluklarını ve modern dünyanın anlamsızlığını sorgular.
16. Il deserto rosso – Kızıl Çöl (1964)
Antonioni’nin bu yapımı, sanayileşmiş toplumun yarattığı psikolojik boşluğu ve çevresel yabancılaşmayı, simgesel görüntülerle betimler.
17. Mediterraneo – Mediterraneo (1991)
Gabriele Salvatores’un yönettiği bu film, İkinci Dünya Savaşı sırasında küçük bir İtalyan adasında yaşayan askerlerin, zamanın akışını unutup yaşamın tadını çıkarma çabalarını sıcak bir dille anlatır.
18. La battaglia di Algeri – Algiersin Savaşı (1966)
Gillo Pontecorvo’nun yönettiği bu gerçekçi film, Cezayir’in bağımsızlık mücadelesini, askeri ve sivil direnişin çarpıcı örnekleriyle ortaya koyar.
19. Il divo – Divo (2008)
Paolo Sorrentino’nun stilize anlatımıyla, İtalyan siyasetinin karanlık yüzünü ve güçlü figürlerin hayatını, çarpıcı görsel dil ve anlatımla sunan bir yapıttır.
20. La meglio gioventù – En İyi Gençlik (2003)
İtalya’nın yakın tarihine ve kuşaklar arası değişime odaklanan bu epik yapım, aile ilişkileri ve toplumsal dönüşümlerin iç içe geçtiği geniş kapsamlı bir hikayeyi anlatır.
0 notes
Text
Türkiyeyi Türkiye yapan özelliklerimiz vardır ama maalesef derin eller bunların çoğunu yok ettiler😠 amaçları: cıa projesi ortadoğu projesinden parayı götürmek,dünyanın en barbar ırkı arapları ülkemize doldurup demografik yapımızı bozarak Türklüğümüzü unutturmak ama bir psikoloji terbiyesi vardır insanı olumsuzluğa mahkum edip doğru yolu bulmasını sağlamak tam da o oldu plan ters tepti nah bizi araplaştırdılar çoook beklerler cıa enayiliğine doymasın anca konuşunca mangalda kül bırakmayan aktrist aktör solist müspetteleri ve hollywood eskileri arap parasına boyun eğip gider joy awards rezilliğinde olduğu gibi😣7'den 77'ye çoğunluk ATATÜRKÇÜ olduk 😍 işte bakkal bir kültürdü yok edildi yandaş 3 harfli marketler açıldı aile hekimliği de bir mahalle güzelliğiydi işlerimiz bitince uğrayıp ilaç yazdırdığımız börek pişirip doktor kıza yedirdiğimiz mesai saati bitince doktor gencin kahvehaneye çağrılması, işim bitti sağlık ocağına uğradom içerisi boş ama doktor bana ilaç yazamıyor çünlü sistem dosyamı açmıyor önceden randevu alacakmışım bir bu eksikti ulan hangi dangalağın fikri bu mahallede kaç kişi yaşıyoruz ki? Manyak bunlar ya hıhıhı Chp kolları başkanı Cem Aydın gibi evimi polise bastırın doğru yazdım diye😴 Yemin ediyorum bu hüsnü abi kaçığın önde gideni alt tarafı mahalle kahvesine gidiyor düğüne giden damat gibi giyinmiş hani Hakan Fidanın kravat takım elbise hediye ettiği kafa kesen golani misâli😈 ağaçkakan da az değil bütün gün muhasebede çalışır iş dönüşü evine girmez mahalle dedikodusu yapar kapı önünde tabiii kayınvalide çocuklarına bakıyor ayyy sinir oldum şimdi bana ne alemin gerzeklerinden😤

0 notes
Text
Post-Fake Çağı: Gerçeğin Sonrası, Sahteyi Aşma Dönemi
2000’li yıllara damga vuran “Post-Truth” (Hakikat Sonrası) kavramı, artık pek çok kişi için eski ve yetersiz kalıyor. Gündemimize sızan yapay zekâ ile üretilen fotoğraflar, sahte videolar, manipüle edilen propaganda haberler ve siyasetçilerin arsız yalanları “gerçek” kavramını iyice bulanıklaştırmış durumda. Şimdi ise “Post-Fake” (Sahteler Sonrası) diye adlandırdığım bambaşka bir döneme adım attığımızı düşünüyorum. Bu dönemde insanlar, dış dünyadaki çarpık bilgilere karşı tam bir güvensizliğe sürükleniyor ve bunun sonucunda kendi iç gerçekliklerini inşa etmeye başlıyor.
Eskiden “Post-Truth” kavramıyla, gerçeklerin önemini yitirdiği, duyguların ve kişisel kanaatlerin ön plana çıktığı bir çağdan söz ederdik. Şimdi ise “Post-Fake” çağında gerçek veya hakikat arayışı neredeyse tamamen elden bırakılıyor; çünkü birçok kişi, sahte olanın her yere sızabileceği düşüncesiyle, artık dışarıya değil de içe dönmeyi tercih ediyor. Gazetede okuduğumuz, televizyonda gördüğümüz veya sosyal medyada karşılaştığımız her bilgi, “Bu da sahtedir!” şüphesini beraberinde getiriyor.
Bu şüphe ve kaygı ortamı, insanları mahkeme kararlarından bilimsel raporlara, din kurumlarından seçim sonuçlarına kadar her alanda güvensizliğe itiyor. Bir spor müsabakasında aynı şeye bakan iki taraf bile birbirinin tam zıttı şeyi gördüğünü iddia edebiliyor ve herkes mağdur edildiğine inanıyor. Şarkıların bir çoğu ise başka, eski bir parçadan çalıntı, sesler auto-tune ile üretilmiş çöpler. Sporu ve sanatı geçelim din adamlarına, kutsal metinlerin çevirilerine ve yorumlarına karşı da aynı güvensizlik besleniyor. Bu sebeple, “Post-Fake” dönemde kişiler kendi iç dünyalarında daha çok anlam arıyor; meditasyon, yoga, nefes terapisi gibi içsel yöntemlerle kendi gerçekliklerini yeniden kurmaya çalışıyorlar. Zira ne sanat, ne siyaset, ne spor, ne de din insanların inanç dünyasına pozitif bir şey sunabiliyor.
“Post-Fake” çağında, çok sayıda insan dış dünyanın karmaşası, propagandası ve algı yönetimiyle mücadele etmek yerine kendine dönüyor. Bu kişiler modern bir “bohem” yaşam tarzını tercih edebiliyor. Yani bilgi bombardımanından kaçıp, kendi sezgilerine ve hislerine göre bir dünya görüşü benimsemeye başlıyor. Dış dünyanın sürekli değişen ve kolayca çarpıtılabilen gerçeklik tanımına güvenmek yerine, içsel bir rehberliğin peşine düşmek, artık insanlara daha güvenilir geliyor.
Elbette bu içe dönüşü seçen herkes topyekûn toplumsal hayattan kopmuyor. Kimileri için bu süreç, sadece “dışarıdaki çelişkileri biraz daha uzaktan izlemek” ve kendi benliğiyle daha derin bir bağ kurmak anlamına geliyor. Kimileri ise gerçekten de radikal bir seçime yönelerek sosyal medyayı, haber kanallarını ve kalabalıkları tamamen terk ediyor. Sonuçta, “Post-Fake” dönemin en büyük dinamiği, insanın yalnızca kendi yaşadığı deneyimi güvenilir saymaya başlaması ve geri kalan her şeye ciddi bir şüpheyle yaklaşması.
Tüm bunlar, gelecekteki toplumsal dinamikler üzerine farklı senaryolar yazdırıyor. Yakın geçmişte “Hakikat Sonrası” olarak adlandırdığımız dönemi bile geride bıraktıysak, sahteyi aşıp her şeyden kuşku duyan, kendi iç dünyasına sarılan büyük bir kitle ile karşı karşıyayız. Bu, toplumların parçalı yapılara bölünme riskini içeriyor olsa da, bir yandan da bireyin içsel yolculuğunda daha derin deneyimlere ulaşması için bir fırsat sunuyor. “Post-Fake” çağı, belki de sadece her şeye kuşkuyla yaklaşmak yerine, kendi iç gerçeğimizi keşfetmenin öne çıktığı bir dönemi başlatıyor. Not: Bu yazıyı Ocak 2025'te yayınladım. Zamanın gerçeklerini biraz abartan bir tonda yazdığımın farkındayım. Bakalım kaç yıl sonra bu yazdığım "tam da bugünü anlatıyor" diye okunabilecek.
0 notes
Text
Harry Potter ve Ölüm Yadigârları: Bölüm 1 - Büyünün Karanlık Yüzü izle
Harry Potter ve Ölüm Yadigârları: Bölüm 1 - Büyünün Karanlık Yüzü
Filmi izlemek için Aşagıdaki resme tıklayarak ulaşabilirsiniz.
J.K. Rowling’in dünyaca ünlü Harry Potter serisinin son kitabının ilk bölümüne dayanan Harry Potter ve Ölüm Yadigârları: Bölüm 1, sihir dünyasının şimdiye kadar gördüğü en karanlık günleri tasvir ediyor. Yönetmen David Yates’in ustalığıyla beyaz perdeye taşınan film, destansı serinin finaline giden yolu inşa ederken, karakterlerin duygusal derinliklerini ve büyülü dünyanın kasvetli yanlarını izleyiciye etkileyici bir şekilde aktarıyor.
Karanlık Başlangıç
Film, büyücülük dünyasının tedirgin atmosferiyle başlar. Voldemort’un gücü artmış, Ölüm Yiyenler her yere korku salmaktadır. Sihir Bakanlığı artık karanlık tarafın kontrolündedir. Harry, Hermione ve Ron, bu sefer Hogwarts’ın koruyucu duvarlarından uzak, zorlu ve yalnız bir yolculuğa çıkmak zorundadır. Görevleri bellidir: Voldemort’un ölümsüzlüğünü sağlayan Hortkulukları bulup yok etmek. Ancak bu görev, yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda duygusal dayanıklılıklarını da sınayacaktır.
Filmin açılış sahnesinde Hermione, ailesinin hafızasını silerek onlardan ayrılırken derin bir hüzün yaşar. Ron, ailesini tehlikeye atmaktan korkarken Harry, Dursley ailesinin evinden ayrılıp bilinmeze doğru adım atar. Bu sahneler, kahramanlarımızın nasıl bir fedakarlıkla karşı karşıya olduklarını göstermesi bakımından oldukça etkileyicidir.
Kaçış ve Saklanma
Harry’nin Privet Drive’daki evinden ayrılışı, filmin ilk büyük aksiyon sahnesidir. Yedi Potter Planı olarak bilinen bu sahnede, Felsefe Taşı’ndan beri tanıdığımız pek çok karakter, Harry’yi güvenli bir yere ulaştırmak için kendi canlarını tehlikeye atar. Görsel efektlerin zirveye ulaştığı bu sahnede, Ölüm Yiyenlerle gerçekleşen hava savaşı izleyicileri ekrana kilitler. Hedwig’in kahramanca ölümü ve Moody’nin kaybı, karanlık temanın kalıcı olduğunu acımasızca hatırlatır.
Harry, Hermione ve Ron, düğüm düğüm örülmüş bir yolculuğa çıkar. Godric’s Hollow’da Voldemort’un izlerini sürerken aynı zamanda kendi geçmişleriyle yüzleşirler. Özellikle Bathilda Bagshot’un evi, hikayenin hem duygusal hem de korkutucu anlarına ev sahipliği yapar. Voldemort’un yılanı Nagini’nin ani saldırısı, gerilimin ne kadar yüksek olduğunu bir kez daha gözler önüne serer.
Dostlukların Test Edilmesi
Yoldaşlık, filmin merkezinde yer alsa da, kahramanlarımız arasındaki ilişkiler giderek karmaşıklaşır. Hortkulukların karanlık etkisi, onları hem fiziksel hem de duygusal olarak yıpratır. Voldemort’un ruh parçalarını taşıyan Hortkuluklar, taşıyan kişinin zihninde şüphe ve öfke tohumları eker. Ron, Hortkuluk’un etkisiyle Harry ve Hermione’ye karşı kıskançlık ve güvensizlik hissetmeye başlar. Bu gerilim, Ron’un grubu terk etmesine yol açar ve ekip geçici olarak bölünür.
Bu ayrılık sahnesi, yalnızca Ron’un karakter gelişimine değil, aynı zamanda Hermione ve Harry’nin dostluklarının derinliğine de ışık tutar. Ron’un gidişiyle Hermione ve Harry’nin yalnız kaldığı sahneler, izleyiciyi içsel bir yolculuğa çıkarır. Özellikle ikilinin dans ettiği sahne, umutsuzluk anlarında bile dostluğun ışığını nasıl koruyabileceklerini gösterir.
Luna’nın Babası ve Ölüm Yadigârları
Ron’un geri dönüşü, hikayenin umut dolu anlarından biridir. Gryffindor’un kılıcını kullanarak Hortkuluk’u yok etmesi, cesaret ve dostluk bağlarının yeniden güçlendiği bir an olur. Ancak kahramanlarımız için tehlike henüz bitmemiştir.
Üçlü, Ölüm Yadigârları hakkında bilgi edinmek için Luna Lovegood’un babası Xenophilius Lovegood’u ziyaret eder. Bu ziyaret sırasında Ölüm Yadigârları’nın sırrı açığa çıkar: Yaşlı Asâ, Diriltme Taşı ve Görünmezlik Pelerini. Ancak Xenophilius, kızını kurtarmak için Harry’i Ölüm Yiyenlere teslim etmeye çalışır. Bu olay, dost-düşman kavramının ne kadar karmaşık olabileceğini gösterir.
Malfoy Malikanesi ve Dobby’nin Fedakarlığı
Film, karanlık tonunu Malfoy Malikanesi’nde zirveye taşır. Üçlü, Ölüm Yiyenler tarafından yakalanır ve Bellatrix Lestrange’ın eline düşer. Hermione’nin işkence gördüğü sahne, filmin en acımasız anlarından biridir. Bu sahne, Voldemort’un ordusunun ne kadar acımasız olabileceğini açıkça ortaya koyar.
Ancak Dobby’nin müdahalesi, filmin umut dolu bir doruk noktasıdır. Sadık ev cini, arkadaşlarını kurtarmak için kendini feda eder. Dobby’nin ölümü, izleyiciyi derinden etkiler ve kahramanlarımızın mücadelesinin ne kadar ağır bir bedelle sürdüğünü bir kez daha hatırlatır.
Karanlık Gölge ve Umut
Film, Voldemort’un Yaşlı Asâ’yı ele geçirdiği sahneyle son bulur. Bu sahne, serinin final bölümüne zemin hazırlarken, izleyiciyi hem heyecanlandırır hem de korkutur. Voldemort’un gücünün zirveye ulaştığı an, kahramanlarımızın karşı karşıya olduğu tehlikenin büyüklüğünü gözler önüne serer.
Harry Potter ve Ölüm Yadigârları: Bölüm 1, yalnızca bir fantastik macera değil, aynı zamanda fedakarlık, dostluk ve insan ruhunun dayanıklılığı hakkında derin bir hikaye anlatır. Bu film, serinin daha önceki bölümlerinden farklı olarak, büyünün masalsı tarafını değil, karanlık ve acımasız yönünü vurgular. Harry, Hermione ve Ron’un bu zorlu yolculuğu, izleyiciye yalnızca sihir dünyasının kaderini değil, aynı zamanda kendi içsel savaşlarımızı da sorgulatır.
Serinin bu bölümü, finalin görkemine hazırlanırken, bizlere cesaretin ve sevginin en karanlık zamanlarda bile bir ışık kaynağı olabileceğini hatırlatıyor. Hem görsel hem de duygusal olarak zengin bir anlatımla dolu olan bu film, izleyiciyi büyülü olduğu kadar gerçek bir yolculuğa çıkarıyor.
0 notes
Text
Sevgilim
eğer bir gün bunu okursan, seni ne kadar çok sevdiğimi, yeri gelince küçük çocuğummuş gibi baktığımı, senin için endişelendiğimi, sürekli aç mı tok mu üşüyor mu diye merak ettiğimi, ve bütün hayatımı her ne olursa olsun seninle geçirmek istediğimi bil. belki senin kadar sözlerimle yansıtamıyorumdur bilmiyorum senin gözünden bakmam lazım ama içimi kaplayan insan sensin ve bu hiçbir zaman değişmeyecek tek gerçeğim. benim artık seninle ilgili tek korkum ölümün seni benden alması. suç işle, kötü bir şey yaşa haklı da olsan haksız da olsan her zaman yanında olacağım. gerekirse doğrusunu anlatırım gerekirse yanlışla yanında olurum. çünkü ben seni her şeyinle çoktan sevdim bunun bir geri dönüşü asla olamaz. ve ben senin gibi bir sevgiliye sahip olduğum için dünyanın en şanslı kadınıyım. kör kütük sevmek, aşık olmak böyle bir şey olmalı. bazen sana karşı içimde yaşadığım duyguları bilmediğim zamanlar bile oluyor. o kadar farklı o kadar iyi güzel hissettiriyorsun ki. sayende nefes aldığımı hissedebiliyorum. korkmadan devam edebiliyorum seninle. acaba gider mi gibi bir düşüncem yok. senden de kendimden de hayatımda hiç olmadığım kadar çok eminim. iyi ki varsın, iyi ki her şeye rağmen beraberiz, iyi ki birbirimizin elini hiç bırakmadık. benim hayattaki tutunduğum tek dalımsın ve sen varken kimseye ihtiyaç duymuyorum. sevgini hiçbir zaman karşılıksız bırakmayacağıma, bakışımın hiçbir zaman değişmeyeceğine, seni üzebilecek ya da kırabilecek durumlar yaratmamaya özen göstereceğime ve sevgimin, heyecanımın, tutkumun, merhametimi, anlayışımın, güvenimin, inancımın bitmeyeceğine söz veriyorum. biliyorsun ki söz vermeyi hiç sevmem tutmam diye. bana bunların güvenini sen verdin. senin sayende inancım güvenim sevgim hiçbir şeyim bitmez benim. seni her an her zaman her koşulda seviyorum.
0 notes
Text
Sohbet Hattı
Dünyanın dönmesiyle yaşamda ki herşeyimizin değişiminin aynı doğrultu da olduğunu belirten pek-çok yaklaşımlar var…Yaklaşımlar var derken bilimsel geçerliliği olan bir yaklaşım modellerinden bahsetmiyorum,halk arasında yaygın kullanılan,yaptıkları olumsuz veya abes davranışlara karşı,oluşturdukları bir kılıftan bahsediyorum.Değişimin kaçınılmaz olduğunu,bilimsel olarakta kanıtlanmış bir gerçek olarak kabul ediyoruz.Ancak modern yaşam kisvesi altında,ilkel insan davranış ve yaşam tarzıyla hareket ederek,bunu olması gereken bir süreç olduuğnu savunuyoruz.Modern yaşam insanın ihtayacı olanı vermek için oluşmuş insani kurum olarak yorumlayarak devam etemk istiyorum.Aile kavramı nasıl oluyorsa bir kurum olarak ifade ediliyorsa,modern yaşamda daha gelişmiş kurum sıfatında olmasından doğal bir yaklışaım bulamıyorum.Hal böyleyken,tüm ihtiyaç ve kolaylıkların sağlandığı bu süreçlerde,neden geriye dönüşü çağrıştıran,ilkel davranışları tercih ederiz sorusu kafamı kurcalamakta!Evet hayatımızın her anında,var olan tüm imkanlarımızı kötüye kullanarak,amacının tersi görüp,o şekilde tüketiyoruz.İnsanlığın ilk dönemlerinde ki,doğayla başa çıkabilme ve doğaya hakim olma süreçleri neticesinde başlayan bu döngü,doğaya zarar veme ve onu yok etme davranımlarıyla yönünü tayin etmiştir.İlk olarak doğadan korunma(vahşi hayvan ve soğuk,yağmur,güneş kısacası barınma ve yaşamda kalma) adına uygulanan davranımların,gelişen evresinde ki davranımların,yok etmeye gitmesi,insalığın dünya ile olan uyumsuzluğunun net göstergesi olarak ifade edilebilir…Şuan ki modern yaşamımız da yaptığımız eylemlerde aynı yaklaşımı görmemiz,modernizimin değerli olu-olmadığını tartışmaya açacak yeterlilikte olduğunu işaret ediyor.Bu coğrafya da ki yaşam tarzından örnek vererek duruma açıklık getirelim:Ahlak değerlerinin medeni insan vasıflarını barındıran değerler bütünü olarak görürüz…Ancak evlilik dışı ilişkiler,doğumlar,insanların güvensiz davranışları…Hırsızlıklar,insanların yaşam haklarını ellerinden almaları,lüks içinde yaşayarak sadece kendini düşünme bencilikleri,iç çatışmalar,terör…Yazamdığımız yüzlerce,binlercesi…Hani medeniyet,hani modern yaşam?Gerçi bunlar modern yaşamın olmaz-olmazı diyerek kendini kandıranlara neyi anlatmaya çalışıyoruz ki…Eskiden diye başlayıp,yaşadığınız tüm güzel anıların,yaşanmışlıkların bu modern dünya düzeninde tekrarlanmayacağının karamsarlığı içindeyseniz,hiç üzülmeyin!Sizin gibi modern yaşamın gerçek anlam ve bilincini algılayarak sizlerle paylaşacak canlı sohbet hattı personelleri var…
0 notes