#düğün fotoğrafım
Explore tagged Tumblr posts
Text
Sonbahar’ın En Anlamlı Hali Vol2 ‘’08.10.2016′’
Merhabalar,
Sizlere bir önceki postta nikah günümüzü anlatmıştım. Şimdi de geldi sıra düğün günümüze. Eskişehir’de olan düğünümüz ailelerimiz, dostlarımız ve arkadaşlarımız ile oldukça keyifliydi :) Her gelinin ekstra heyecanlı olduğu düğün gününde ben tam aksine ekstra sakindim :)
Hayatım boyunca saçımı yaptırmak için gittiğim tüm kuaförler ile sorun yaşamışımdır. Maalesef bizim kuaförlerimiz doğal saç yapmayı bilmiyorlar. Bilenler de malum bir araba dolusu para alıyor. Eskişehir’de beni bu konuda oldukça rahatlatan ‘’Hair Station’’ ile tanıştım. Düğünde en korktuğum şey saçımdı. Fakat korkumun aksine çok memnun ayrıldım. Eskişehir’de gelin olacaklara mutlaka tavsiye ediyorum...
Gelelim makyajıma :) Ben o konuda o kadar rahattım ki benim için makyajın duayenlerinden Levent Ceceli’ye emanettim çünkü. Kendisi üniversite’de hocamdı. Şimdi şaşıracaksınız ‘’nasıl yani?’’ diye. Biz Üniversite’de moda tasarımı ile ilgili eğitim alırken; makyaj dersleri de gördük. Çünkü tasarımcı olmak aslında koleksiyonun ile alakalı her şeye hakim olmak demek. Bu yüzden Levent Hocam’dan öğrendiklerim çok kıymetli. Şuan güzel makyaj yapabiliyorsam onun payı çok büyük. Gelin olacak hanımlar, büyük bir rahatlıkla ona emanet edebilirsiniz kendinizi. Tam bir prenses gibi hissedeceksiniz :)
Ve tabii ki biliyorum en merak edilen gelinliğim. 3,5 Yıl tasarım ekibinde yer aldığım Arzu Kaprol’un tasarımı. Hem sade ve asil hem de farklı bir gelin olmayı hayal etmiştim. Tam da hayallerimdeki gibi bir gelinlik tasarladı benim için. Üzerimden çıkarmayı hiç istemedim. Size bir sır vereyim mi? İçimden gelinliğimi tekrar tekrar giymek geliyor :) Komik gelebilir ama ben giymeye doyamadım :) Yetmedi düğünde giydiğim süre :) Sanırım arada evde giyip dolaşacağım :) Ne kadar teşekkür etsem az böyle bir tasarım için. İyi ki bir Arzu Kaprol gelini oldum...
Eşime gelecek olursak, nikah’ta siyah takım giydiği için düğünde farklı olsun istedik. Eşim değişik renklere pek alışık olmadığından, en risksiz renk olan lacivertten yana yaptık seçimimizi. Klasik düğün arabamız ‘’Mavi Boncuk’’ ile de çok uyumlu oldular :) Bu arada Eskişehir’de klasik gelin arabası isteyenler ‘’ Orkun Klasik’’ ile iletişime geçebilirler.
Sizlere en büyük tavsiyem böyle günlerde her şeyi akışına bırakın. İnanın öyle olunca daha sorunsuz bir şekilde ilerliyor :) Bakın 1 yıl oldu bile. Zaman su gibi akıp geçti. Fotoğraflarımıza ve birbirimize baktığımızda yüzümüzde kocaman bir tebessüm oluşuyor :) Sizler de umarım aynı duyguları yaşarsınız. E tabi yine bir Maşallahınızı alırız...
Görüşmek üzere...
Photos by Düğün Fotoğrafım ( Bu ekip candır. Son dk imdadıma yetişip şahane bir iş çıkardılar. Üstelik hava yağmurlu olmasına rağmen. Sonsuz teşekkürler)
Gelinlik: Arzu Kaprol Smokin: DS Damat
#bride#groom#wedding style#bride style#bridal#arzu kaprol#gulsah ciftci#make up#hair style#düğün fotoğrafım#photos#photography#ootd#lotd#love#life#happy#eskişehir#jellydozyoley
6 notes
·
View notes
Text
İleride düğün fotoğrafım olucaksa böyle olmalı... Şu kadar asil dursa kâfi 😌
8 notes
·
View notes
Text
Bir doğum günü hazırlığı ve bazı varoluşsal sancılar
https://www.youtube.com/watch?v=X4G-L5WwXPw&ab_channel=SaferBayram
En yakın dostumun doğum günü münasebeti ile, eski fotoğraflara bakmam gerekti bugün. 3 yıl gecikmeli olarak, benim baş nedime (yaa evet) olduğum düğün fotoğrafları nihayet elime geçince, baktım inanılmaz doğal ve güzel birkaç kare yakalamış fotoğrafçı. Kendisi sabahın köründen bizim ikimizin otel odasında hazırlanmamız tamamlanana kadar yüzlerce fotoğrafımızı çekti.
Neyse efendim, bir tanesi favorim oldu. Tam bir crazy cat lady gibi gülmüş (hakikaten histerik bir kahkaha) olsam da, bu kadar içten güldüğüm, ağzımın yüzümün yamulduğu çok az fotoğrafım var, bu içlerinde en güzeli, hayatımın en mutlu anıymış gibi çıkmışım. O, fotoğrafta bile anlaşılacak kadar gergin ama, yine de içten gülüyor. Kare de öyle çıkmıştı ortaya zaten, aşağıdan korna çaldı damat tarafı, bizim “kızı” almaya gelmişlerdi. Canımın içi, niyeyse o anda birden aşırı gerildi. İnsan 9 yıldır beraber olduğu sevgilisi ile evlenirken bile düğün günü gergin olabiliyor demek ki.
Neyse, yine konuyu aşırı dağıtma eğilimindeyim, toparlayayım. Dedi ki, “Aybike şu anda aşırı gerginim, elimi tutsana.” Fotoğrafçı da durur mu, yapıştırmış flaşı o saniyede. Böylece o anımız sonsuzluğa kazındı. İyi ki de kazınmış çünkü ben bile unutmuştum o anı, ta ki fotoğrafı görene kadar. Sonrasında bizim kıza dediler ki, artık hazırlan, kapıyı çaldılar. O demişti ki, “Yaa ben şu an buradan kalkmak istemiyorum Aybike’nin elini tutmak iyi hissettiriyor bana.”
O karede benim yüzümden yansıyan, işte bu duyguydu, bu duygu da dahil birçok güzel, adlandıramadığım duygunun karışımı. 15 yılda beraber büyüdüğün birinin hayatının dönüm noktalarında birinde yanında seni istemesi, birinin sana ihtiyaç duyması, birisine iyi gelmek, birisine bakıp bakıp 15 yılda hiç değişmeyen şeyler görebilmek, birisinin huyunu suyunu artık kesin konuşabilecek kadar iyi bilmek, birisine artık ömür boyu yanında olacağını hissettiğin kadar güvenebilmek... Sanki evlenen benmişim gibi oldu bu satırlar :D Ama ne yalan söyleyeyim, açıkçası kendi evlendiğim gün bile böyle hissedeceğimi sanmıyorum. Bu kesinliği ve güveni, yer çekimin var olduğuna duyduğum inanç kadar katı ve somut olan bu şeyi yaşadığım başka bir insan yok, zaten oldum olası dostluklar aşklardan daha değerli oldu benim için.
Neyse, bu fotoğrafla beraber, eski bir fotoğrafımızı bulup, aldığım iki çok güzel çerçeveye yerleştirmek istedim doğum günü hediyesi olarak. Uzun zamandır iş yerindeki masaya fotoğraf koymak istiyordu çünkü.
Mesele şu ki, biz tanıştığımız zamanlarda kamerası olan telefonları bırak, cep telefonu bile lüks sayılırdı 12 yaşında çocuklar için. Aşırı dandik dijital makine ile çekilmiş birkaç karemizin peşine düştüm, ki onlar da, cefakar masaüstü bilgisayarımızın yaklaşık 10 yıl önce vefat etmesinden dolayı hard diske yedeklenmişti.
Böylece milyonlarca dosyaya bakmak zorunda kaldım, yüzlerce klasör. Beraber hiç fotoğrafımızı bulamadım (öyle ya “kahve qeyfi” yoktu o zamanlar) ama çok güzel başka anılar buldum, daha da güzeli kaybettiğime korkunç üzüldüğüm eski müzik listelerimi buldum. Muhtemelen limewire ile indirilmiş şarkılar :D Birçoğunun, adı bile yazmıyordu bu da onlardan biri.
Dizi neyle alakalı idi, hatta ne zaman yayınlanmıştı hiç hatırlamıyorum, sadece bu şarkıyı çok sevdiğimi ve eski, çok eski zamanlarda dinlediğimi hatırladım. Birkaç gündür üzerine düşündüğüm şeylerle tık diye oturdu dinler dinlemez.
Psikiyatristimin son seansta söylediği şeyleri düşünüyordum. “İncinmişsin.” dedi .
Şaka şaka :d
Benim 7 yıldır kimseyle flört bile etmememin beni ne kadar rahatsız ettiğinden bahsediyorduk. Bu kadar aşık olmak isteyip de kimseye hiçbir şey hissedememenin delirticiliğinden. Oysa ki ben çok şey öğrenmiştim, kendimi tanımıştım, karşı taraftan beklentilerimi, doğrularımı ve yanlışlarımı, hepsini öğrenmiştim artık. Artık hazırdım, ama işte heyhat, aşık olacağım biri çıkmıyordu karşıma. Ayrılıktan bile korkmuyordum artık, çünkü artık güçlüydüm, eskiden beni saatlerce şeylere gülüp geçebiliyordum anlatırken, sanki bunları yaşayan ben değilmişim gibi.
Sonra o yorum yaptı, hislerime, düşüncelerime, her ne ise işte, anlattıklarıma.
Sonra gerçekler bir bir serildi önüme. Değil evlilik veya ciddi bir ilişki, değil aşık olmak, birine karşı görsel bir beğeninin ötesinde bir şeyler hissetmekten bile ne kadar ödümün koptuğu mesela. Ben kollarım açık gelecekteki sevgiliyi beklediğimi düşünürken, aslında kimseyi hayatıma almamak, kimsenin hayatına dahil olmamak için tanıştığım herkese çok çeşitli filtreler uyguladığım, dikkatim “yine” dağılmasın da, hedeflerimden “yine” sapmayayım diye. Sadece görsel beğeni kısmını karşılayacak ama içi bomboş insanlara yönelişim, sonra da “Ama gerçekten çok korkunç bir insan, çok aptal, çok sığ” diyerek uzaklaşışım. Veya tam tersi, iki saat önce tanıştığım insanlara dibine kadar hayatımın her noktasını anlatışım, en kötü, en utanç verici ne yaşadıysam önüne serişim. “Ben böyleyim” diyip, beni olduğum gibi, değiştirmeden kimse kabul etmiyor diye üzülüyor gibiyken, aslında ne kadar rahatladığım.
Böyle karakterler kitaplarda veya filmlerde olur, hani bir aşk acısı yaşamış ve aşka “tövbe etmiş”tir. Ben bu karakterlere hep uyuz oldum ve hatta güldüm, insanların “Artık kimseyi sevmeyeceğim.” diye karar alıp Sims karakteri gibi bir kesinlikle uygulayabilmelerine. Öyle ki ben hayatımın aşkı olduğunu düşündüğüm ilk ilişkimden sonra bile, hep aşık olmak istedim, yeniden sevmek istedim. Karşılıksız olsa bile sadece hissetmek istedim, aşktan daha iyi bir dopamin salgılattırıcı bulunabilir mi?
Ama işin aslı, benim çok çeşitli travmalarla paramparça olduğumdu, kırılan parçalarımı bin bir çaba ile geri bir araya toplamamdı. O kadar paramparçaydım ki, bir başa çıkma mekanizması olarak depersonalizasyon geliştirmiştim, bundandı en ağır travmalarımı gülerek anlatışım. Gündelik hayatta ufacık şeylere üzülüp kırılan ben, en ağır darbelerde kendimi vücudumun dışında hissediyorum artık, kendimi dışarıdan izliyorum gibi, ağlayan bir başkası gibi. Yabancı geliyor ağlayan sesim, aynadaki görüntüm. Böyle anlarda içimde hiçbir şey hissetmiyorum. Derin bir hiçlik sadece.
Şu son bir yılda çok büyük kazanımlarım var, bunu ancak şöyle tarif ederim, en sevdiğin cam eşya binlerce parçaya ayrılmış da, şans eseri her bir parçasını bulmuş ve bin bir çaba ile bir araya getirmişsin gibi. Uygun yapıştırıcıyı bulmadan, birinin parmağının tek bir darbesi ile yine un ufak etmesine izin verir miydin?
İşte ben de, bu garanticilikteyim şu an, bir daha kırılmayacağımın garantisini bekliyor gibiyim. yok mu öyle bir garanti, o zaman küstüm oynamıyorum. Madem öyle hiçbir şey hissetmiyorum işte ben de. Durum bu.
Ama hayat bu ve psikiyatristimin dediği gibi böyle bir garantiyi kimseye kimseye veremez, böyle bir garantiyi psikiyatristiniz bile size veremez:d
Risk almadan mutlu olunmuyor. Ve tamamen dürüst olmak gerekirse ben şu an bu riski almayı aslında hiç ama hiç istemiyorum.
İnsana dair her şey çok ilginç ama en ilginci, farkında bile olmadan kendini kandırabilmesi. Kendine en dürüst davrandığını zannettiği anda. Odasında yalnız, kendi içinde, kendi düşünceleri ile baş başa iken bile kendine yalan söyleyebilmesi. Ben ki aranızda belki de kendine karşı en dürüst olan insanımdır, buna rağmen kendimi kandırmışım.
İlk ilişki sonrası kendimi kandırmam kolaydı. Yalanmış hepsi, zaten iğrenç bir insanmış, bittiğine göre “hayatımın aşkı” değilmiş demek ki.
Sonra yine yıllar süren bir “hissedememe” dönemi. Öyle ki, sonunda “hissedebildiğim” kişiye, mantığıma, iç sesime, sezgime, her şeyime aykırı iken bile koşarak gitmem.
Sonrası psikolojik şiddet dolu korkunç bir ilişki. 2 yıllık işkence. Bana büyük gelen bir rol biçilmişti, ben de kendimi iki yıl boyunca zorladım o standartlara uymaya. Öyle ya artık büyüme zamanı gelmişti, farkında bile olmadan karşımdaki insanın görmek istediği kişiye dönüşmeye çabaladım, sonunda kendi benliğime dair her parçayı kaybederek. “Öyle bir kadın” olmak istediğimi zannediyordum, kız çocuğu gibi davranma yaşım geçmişti artık.
Ama ne kadar inkar etsem de, ilişkileri, aşkları, dostlukları silip atmanın, arkana bile dönüp bakmamanın “güçlü ve bağımsız” olma adı altında yüceltildiği şu çağda ben aynı hataları on kere bile affedebilen, sahiden unutabilen, aynı yerden on defa kırılabilen bir insandım. Bu kadar kırılgan olmaktan, narin olmaktan nefret ettim. Nefret ettim çünkü ilk aşkımda, ilk ilişkimde verilmişti bu sıfatlar bana, sonra beni böyle tarif edip de el üstünde tutan kişi tarafından yere atılıp üstümde tepinilip paramparça edilmiştim.
O yüzden kırılmıyor gibi davrandım, bazı şeyler beni incitmiyor gibi davrandım artık dayanamayacağım noktaya gelene kadar. Ağlamadım, şikayet etmedim. Beklentilerimin, hayallerimin, mutlu olmak, sevilmiş hissetmek için ihtiyaç duyduğum şeylerin neredeyse hiçbiri gerçek olmadıkça elimde olmadan eski ilişkimi hatırladım çünkü o ilişkide çok mutluydum, mutlu olabiliyordum demek ki. Sevilmiş, değerli hissedebiliyordum. Ama sonra hep bastırdım içimdeki bir şeylerin çok yanlış olduğu hissini. Karşı taraf da elinden geleni yaptı bu konuda bana yardım etmek için; ben sorunluydum, ben eksiktim, ben hissedemiyordum, ben özgüvensizdim, ben tatminsizdim. O diğer ilişki ise, her şeyiyle koca bir yalandı, sevilmiş ve değerli olmaya dair hissettiklerim birer delüzyondu, kendimi buna ikna ettim. Normal bir ilişki böyle olmalıydı, benim beklentilerim hep uçtu, hep delice ve mantıksızdı.
Ama sanırım içimde bir yerde, ufacık bir ses hiç unutmadı ve hep fısıldadı. Küçük bir ihtimal de olsa gerçekten sevilmiş olabileceğim ihtimalini. Belki de, bir şeyleri benim hatalarımın ve eksikliklerimin sıçıp batırmış olabileceği ihtimalini. Bu sebeple bir noktada ikinci eski sevgiliden özür bile diledim, şu an buna gülüyorum çünkü kara mizah derecesinde absürt bir şey sana düzenli ve sistematik biçimde psikolojik şiddet uygulayan birinden hataların için özür dilemek. Ama olay tam da bu değil mi zaten, birini “Ben böyle biri değildim sen o kadar zorsun ki beni sana böyle davranmaya zorluyorsun, böyle bir insan haline getiriyorsun.”a ikna etmek. Nitekim kendisi, bir önceki eski sevgilim hakkında “Şimdi anlıyorum X seni neden terk etmiş.” bile demişti. Ben de hak vermiştim, o haklıydı, diğeri de haklıydı, ben sevmesi ve katlanması imkansız biriydim.
Ne ironik, ilk ilişkimde gösterdiğim çabanın yüz katını, o ilişkide hissettiğim sevginin onda biri gibi hissedebilmek için gösterişim ve sonunda, hiç olmadığı kadar çok bencil ve sorumsuz olmakla suçlanışım. Buna dışarıdan bir göz gibi baksam, Aybike bu ikinci kişiyi daha çok sevmiş demek ki diye yorumlardım. İşin aslı ben sadece dersimi almıştım, ilk seferinde. Zaten kimsenin beni olduğum gibi sevmeyeceğine ikna olduğumdan, sonu tam bir “identity crisis” ile bitecek kadar uğraşmıştım bu defa başka bir insana, sevilebilir birine dönüşmeye.
Tabii ki yapamadım, dahası ilk defasında “ çaba göstermediğim için bitti” kafa yapısında iken bu defa “ne kadar uğraşsam da benden bir yol olmaz” kafasına erişmiştim. Tanı almamış DEHB ile de birleşince sonu korkunç bir majör depresyon ile bitti, neredeyse ölüyordum. O süreçte 10 kilo verdim, saçlarımın 3’te biri döküldü.
Köprünün altından çok sular aktı, yıllar geçti. İyileştim, mezun oldum, sonra bir depresif episod daha. Öyle ya, DEHB hep bir kenara konulmuş bekliyordu. Tanıyı aldım, hayatım 180 derece değişti, birçok şeyin kontrolünü elime aldım. Hayatımda ilk kez yüzde yüz yaşadığımı hissettim. Ama bu sırada hayat durup beni beklemiyordu, bedenim 30 yaşına gelmişti. Her yerden korkunç bir baskı pompalandı bana, birçoğu aslında iyi niyetli olsa da. Niye evlenmediğimle ilgili, artık mantık evliliği yapmam gerektiği ile ilgili. Bahanem hazırdı, aşık olsam evlenirdim. “Aşk falan” çocuklukta kaldı dediler, sonra çok pişman olursun, anne olmak isteyip olamazsın dediler, anne olmak hayatta en çok korktuğum üç şeyden biri iken. Resmen gelecekte isteme ihtimalimin olduğu bir şeyi eğer ister de elde edemezsem yaşayacağım üzüntü üzerinden bir karar vermem bekleniyordu.
Hayatta herkesin gerçekliği farklı. Benim gerçekliğim, DEHB’li bir kadın olarak, yürütücü işlevlerimin, duygusal zekamın yaşıtlarımdan yüzde 30 geriden geliyor olması. Bunu öğrendiğimde, yıllardır kendimi hırpaladığım ilişki hataları konusunda affettim kendimi. Çünkü “gerçekten” sevilip sevilmediğimden tamamen bağımsız olarak, duygusal zeka olarak birinde 10 diğerinde 14 yaşlarında olduğum iki ilişkide benden yetişkin gibi davranmam beklenmiş, sonunda da duygusal zeka gelişimime uygun davrandığım için terkedilmiştim. Bu iki ilişkinin de başında, nasıl biri olduğum konusunda tamamen açıktım, sanmıyorum ki benim çok olgun, dengeli ve anlayışlı olduğumu düşünerek benimle ilişkiye başlamış olsunlar. Ben hiç kimseye gül bahçesi vadetmedim, bencilliklerim bir çocuğun annesi yorgunluktan ölürken en sevdiği yemeği yapmasını beklemesi düzeyinde bencilliklerdi ancak. Çocuksu naiflik hep takdir edilen bir özelliğim ama işte o özellik çocuksu bencillikle paket olarak geliyor, bunu anlatamıyorum. Beni ben yapan şeyler (ki bir çoğu DEHB kaynaklı) bir bütün, sevmediklerimizi atalım ama sevdiklerimiz kalsın olmuyor.
Şimdi elimizde fiziksel olarak 30 yaşında, bilişsel zekası epey parlak ama duygusal zekası 20-21 olan bir birey var. Biz bu kadından nasıl bekleyelim evlensin, çocuk büyütsün? Ben daha hala iş hayatında sömester tatili diye bir şey olmadığını hazmetmeye çalışıyorum.
Kırılganım, beni ağlatmak çok kolay.
İstediğim her şeye istediğim her anda ulaşmak istiyorum üstelik, yapamadığımda çıkıp masaya tepinmek istiyorum.
Beni sevmemek için yüz tane sebep sayabilirim ama ben birini sevdiğim zaman ölçülemeyecek kadar çok duygu hissedebilirim. Hissettiklerimi çoğu zaman ben bile adlandıramıyorum.
Heves baltalayıcı insanlarla değilken oldukça spontan olabilirim, bir anda bir şeyler yapmaya karar verip diğer insanlar hakkımda ne düşünür hiç umursamadan canımın istediğini yapabilirim.
Mutlu olduğum zaman bu o kadar yoğun olur ki, ağlayabilir veya oturduğum yerde uyuyakalacak kadar yorulabilirim.
Acı verecek kadar dürüstüm, olmamayı istesem de beceremiyorum zaten.
Elimizde bunlar var.
Fragile, handle with care.
1 note
·
View note
Text
Şimdi düğün zamanıdır.
Hasta gibiyim. Covid değilimdir herhalde yani inşallah...
Birkaç günden beri kına ve düğünler derken çok yoruldum. Bu eğlencelerin öncesinde küçük bir Güneydoğu Anadolu turu yaptım. Yazısını hala yazamadım ama. Öyle yalap şalap olsun istemediğimden sindire sindire yazmak düşüncesindeyim ama kaldı, fakat aklımda haftaya kadar yazmış olurum artık.
Düğünler, düğünler... İtiraf etmeliyim ki ben bir düğün severim. Arada bazen laf etsem de bayılıyorum, ne yalan söyleyeyim.
Ne kadar birbirlerinden uzak şehirlerde ve belki de farklı geleneklerde yapılıyor da olsalar , genel olarak hazırlıklar aynı sayılır.
Köyceğiz'de kına günü gelin, damat ve akrabalar daha önceden yapılmış tatlı tepsilerini almaya gelirler davul ve zurnayla. Biraz oynadıktan sonra hop başka bir tanıdığa. Bursa'da ise önce erkek tarafı kız tarafından baklavayı alır, sonra kız tarafı erkek tarafından tavuk-pilavı. (Gelenekte tatlı ve tavuk-pilav alma merasiminde erkek tarafı annelerinin gelinliklerini giyerken kız tarafı da erkek kılığına girermiş)
Kına gecesinde bazı yerlerde damat tarafı kınayı basar, bazı yerlerde baştan sona birlikte eğlenilir . Bizim Köyceğiz'de damat tarafı yine davul ve zurnayla kınayı bastı, sonra bildiğiniz üzere testi kırma, hep birlikte oynama...
Fark ettim de kına gecesi insan daha çok eğleniyor gibi sanki. Düğün bana biraz daha 'soğuk' geliyor. 'Mükemmel' olma zorunluluğu eğlenceyi kınaya göre bir tık aşağı çekiyor gibi.
Takı olayı ise benim en sevmediğim kısım. Ben takı merasiminin bir, bir buçuk saat sürdüğü düğünleri biliyorum. Sandık fikrini kim ortaya atmışsa Allah ondan razı olsun gerçekten.
Evet, evet en sevdiğimse çiçek atma merasimi. Bir fotoğrafım var. Yıllar önce kuzenimin düğününden. Çiçeği kapamamışım, ama "aman ya bana ne, ben oynamaya devam ederim." der gibi. O halimden eser yok şu an. En önde duruyorum hep. Hiç de kapamadım. Şu küçük erkek çocuklarının bekar kızların arasında ne işi var anlamış değilim açıkçası. Şaka bir yana topuklu olmasaydı hoplar, tutardım.
En son iki düğünde tutamasam da yine döndü dolaştı çiçek bana geldi. Çok istediğimden herhalde. Açıkçası dışarıdan nasıl göründüğümü gram umursamıyorum. Evlenmek istemek ve bunu söylemek yahut göstermek neden kötü algılanıyor bilmiyorum. Her neyse artık insanların ne düşündüğüne de kafa yormuyorum. Siz de yormayın, yorulursunuz..
Benim Olan Bana Gelsin
Bazı şeyler için çok çaba sarf ettim. Ama artık diyorum ki "benim olan bana gelir."
Uğraşmak, zorlamak...
Olmuyorsa zorlamayacaksın.
Dün yazdıklarımda haklıydım. Birisi sizi cepte mi görüyor?, dengesiz davranışlar mı sergiliyor? Oradan koşun, uzaklaşın.
Seven, sizi isteyen insan asla bahane üretmez, size zaman yaratır.
On dakikasını size ayırmayan insanla işiniz olmasın. Gerçekten.
Hayat çok kısa. Ve ıssız adamlarla ya da ıssız kadınlarla vakit harcamaya değmez.
İnanın dünyada o kadar çok insan var ki kıymetinizi bilecek.
Ama önce kendi değerinizi bilin.
Öz saygı ve öz sevgi öncelikli..
0 notes
Note
Korelilerle evlenilir amk. Hem düğün albümleri müthiş hem de çocuklarını harika giydiriyorlar. Benim kırmızı kazaklı pembe etekli fotoğrafım var yaaaa... B E Z D İ M
koreyi sevmem
0 notes
Photo
Babamla şöyle bir fotoğrafım yok. Benim babamla bir üniversite bir mezuniyet ne bilim bir nişan bir düğün fotoğrafım yok. Benim babamla çok bir fotoğrafım yok anlayacağınız. Şöyle bir oturup bir rakı masasında dünyaları kurtaramadık babamla Lise1-2de her okul çıkışı babama sabırsızca neler yaptığımı anlatırken sonraki senelerde hiçbir şey anlatamayacağımı bilmezdim. Üniversiteyi kazandığımı görmeyeceğinİ bir mezuniyet gururu yaşayamayacağımızı bilmezdim. Sevgilimi tanısa sever miydi diye düşüneceğimi bilmezdim Hep zannederdim ki bir gün baba bu adam bak senin damadın olacak diyeceğim. Sonra zannederdim ki karanlığa hiçbir zaman alışmayacağım. Bilmezdim bir odada annemden gizli babam için ağlayacağımı gözyaşlarımı hergün içime akıtacağımı …
Hasret tarifine sığmaz yokluğunun baba.
Görsel için ilazkız Ayşegül Erözyürek'e teşekkür edederim.. @masadergi
4 notes
·
View notes
Photo
TÜRKİYE KADAR BİR ÇİÇEK Soğuk suda çarpa çarpa yıkadım Yüzümün niyeti bir aşk şiiri Ayçiçeği Gümüş çiçeği, Kavun Karpuz Mevsimi Çiğdem: yağmur sonu çiçeği İlk cemreden sonra bulduğumuz çiçekler Gül güldür, Gül de güldür Ben bu kadar anlarım bu işten Ekinler sarardı biçtik güz geldi Eskiden sevdiğim kızlar çiçeği Öpemedik birbirimizi işte bunun çiçeği Tay gibi dururdu tay gibi bir kız çiçeği Benim poliste kaydım varmış, hohho Poliste kaydı olmanın çiçeği Bir dâvet olan çiçek Süslerler eteklerini kikirdeyerek Kaymakam evlerinde yastık çiçeği Diz çiçeği. Türkçenin en ayıp kelimeleri Dul, Baldız, Bizim Güveyi Bacanak çiçeği, ayıp çiçekler Yüzünün ve taranmanın çiçekleri Entarin düzelirken açan çiçek Bir dâvettir çiçek ve çok kere gidilemez İnsanın dairede işi vardır çünkü Amerikan polisinde bile fotoğrafım var, hah Hangi hırsızın polisi, hani ev sahibi İyisin sevgilim, aceleci ve sabırlı Belki de barışa bir savaşla varılır Çünkü işleten sevgiyi Öfkenin kurucu meclisidir Tarihi hızlandırmanın çiçeği Senin saçlarında bir Macar kırmızı var El yazması Kur'anlar ve Benim yanaklardaki Çerkeslik Daha bir sürü çiçekler Senin de bir kaydın bulunmalı loy İyisin, demek ki iyisin, sabırlı ve aceleci Kadınlar Mevlûdu, şerbet çiçeği Geldibirakkuşkanadıylarevân ve benim uykum Ki güzel çiçektir her zaman Hafız kadınların fingirdekleri Tüccar, telsizciler, terlikçiler Aklımda bir kasabanın çiçeğini tamamlar Hamamı hergün turşu kokar Demek, düğünlerde böyle oynarlar Gözleri duvarlara, tavana bakar Köylerin solgun aşk çiçeği Düğün ne kadar uzundur, Sağdıç çiçekleri Güveyi pencereden bir silâh atar Kızevi utanarak tarar sakalını Göğe bir duman çiçeği salınır Kaydımız olsa da olmasa da sevgilim, ohho Kaç kere yıkadık birbirimizi Ayçiçeği İş becermişlerin yüzündeki çiçek Kurtuluş Savaşının kaşındaki çiçek Asyada kabaran ekmek çiçeği Beş bin yaşından bir komutan Sen bu kadar yüreklisin İnce çekingenlik çiçeği Ha dediklerinde dağda olursun Ha diyeceklerin ağzındaki çiçek Umudun çiçeği Türkiye kadar bir çiçek Yüzünün niyeti bir aşk çiçeği Bir kalkışma yüreğindeki çiçek Ergin Günçe
0 notes