#cankurtaran
Explore tagged Tumblr posts
Video
youtube
Akşehir Cankurtaran Güreş
#youtube#akşehir cankurtaran konya güreş akşehircankurtaran anadolu anadoludahayat belgesel belgeseller yaşam şenlik solen gezi atasporu etnospor yör
0 notes
Text
Cankurtaran Mah Kişiye Özel Karikatür Kupa Bardak
Cankurtaran Mah Kişiye Özel Karikatür Kupa Bardak kupabardakk firması olarak isterseniz 2000 modelimiz arasından isterseniz sıfırdan kafanızdaki bir şablonu karikatür olarak tasarlayabiliriz. Cankurtaran Mah Kişiye Özel Karikatür Kupa Bardak denilince ilk akla gelen firmaların başında bikups vardır. Diğer ismi ile (kupabardakk.com ) sitesi Cankurtaran Mah Kişiye Özel Karikatür Kupa Bardak olarak…
View On WordPress
#Cankurtaran Mah Karikatür Kupa Bardak#Cankurtaran Mah Karikatür Kupa Bardakk#Cankurtaran Mah Karikatür Kupa Fiyatı#Cankurtaran Mah Kişiye Özel Karikatür#Cankurtaran Mah Kişiye Özel Karikatür Kupa#Cankurtaran Mah Kişiye Özel Karikatür Kupa Bardak#Cankurtaran Mah Kişiye Özel Karikatür Kupa fiyatı#Cankurtaran Mah Kişiye Özel Karikatür Kupa Modelleri
0 notes
Text
Bu bir cankurtaran köpek.
Yaklaşık 100 insanın hayatını kurtardı.
Bir çok madalya aldı.
Bu insan dostu canlı bunu karşılıksız yaptı.
Karşılığında sadece yemek ve su verdiler.
İnsan oğlu karşılığı olmadan hiç bir şey yapmaz.
Meyve vermeyen bir ağaca su vermez,
Yemek için ektiği sebzelerin etrafında yiyemeyeceği otları söküp atar onları bahçesinde istemez,
Bir ineği sütü ve eti için besler ona onun için yem verir ama işine yaramayan bir hayvana o yemi vermez.
Kısacası doğa ve diğer canlılar ise insanlara karşılıksız hizmet ederler.
Ama insanlar işine yaramayan ve çıkarı olmayan her canlıyı yok etmeye çalışır..
64 notes
·
View notes
Text
Her fidan vaktinden önce kuruyup gider
Her deniz kendi ufkunda yiter..
Kırılan ayna olmak için hep çok gençtir ümitler ve her gün daha geç bitmeyi hak eder…
Gözbebeğime ilişen bu sızı neden mütevellit, orası muamma..
Umulmadık anlarda bir gölge oluveriyorum akşamüstü alacasında, rengi utancından kırmızıya çalmış gökyüzünde.
biliyorum ki şiirler uzayıp gittikçe biter ve üzerine titrendikçe güzelleşir manalı deliliklerim..
İki dudak arası mesafeyi on günde kateden bir üşengeç, bir tembellik abidesi,bir vurgun simgesiyim
Yani ben,, yani biraz da sen.
Biliyorum Her kuyu bir Yusuf için
Her Züleyha bir sınav için…
Ademle Havva’nın tohumundan vücuda gelenler için yasak elmalar.
Her gece bir masal için ve her pervane ateş için…
Ben o yüzden her gün satırlar dolusu kelime yoğuruyorum, kelimelerin oyuncağı oluyorum hayalhanem de
Bir harf çarpıntısı yüreğimde,,, sen de havadan, ben diyeyim aşktan..
Biraz hasret gelsin.
Yani ben,, biz yani. Ve en çok da sen!
Salkım saçak rüyalar aman vermez ki zulmetimin selametine!!
Hep aynı duaya amin demeler külfetten kurtarmaz ki sızım sızım sızlayan benliğimi..!
Pürtelaş meftuniyetim perdeleyebilir belki gamlarımı…
Yorgun değilim aslında.
Hamuruma karışan iki damla gözyaşı, tek katre alev yüzünden oluyor her ne oluyorsa!
Bundandır baharı hazan sanmalarım, samanlıkta iğne aramalarım…
Hala merak ediyorum.
Meftuniyetim diyorum,hani şöyle en pürtelaşından olsa..
Yahut pervasız,,? Tıpkı benim gibi, biraz da sen, ve gene sen, aldığı kadar da biz…
Haddi hesabı olmayan bu erteleyişlerle nereye kadar gidilir ki!!
Hep aynı kapıyı zorlamalar önleyemez ki sonunda havlu atmaları..!
Şu halde kesinkes inanmış bulunmaktayım hamuruma gözyaşı karıştığına, gözyaşının da alevle karıldığına…
Yoksa nereden gelsin bu aşinalık, bu yakınlık?
Nasıl oluyorsa ne alev tutuşturmuş suyu, ne su söndürmüş alevi..
Ruhum gidip geliyor ikisi arasında. Yanıyorum, kâh ağlıyorum.
Can tutulması yaşıyorum, cankurtaran arıyorum.
Gökte kaç yıldız var, onu saymaya giriştim gene bu akşam.
Bir yerden sonra sayıların aklıma oyun oynayacağını bile bile…
Ve okyanuslara bıraktım kendimi, arınayım diye.
Irmağın da benimle beraber kaynağında boğulacağını bile bile.
Senden sonra başka omuzlar aramadım ağlamak için, tek damla gözyaşımın dokunmadığı omzunun yerini doldursun diye..,
Nasıl olsa dolmaz o boşluk diye diye, söz yaşı döke döke,mehtaba diş bileye bileye, gelmeyeceğini bile bile!
Bünyesinde son çare ayrılıklarla bilmecburi aykırılıkların el ele verdiği kalbim, tüm bitişlere hak veren aklımla daimi savaş halinde.
Mühimmat yetersiz, menzil belirsiz…
Ölüme nazır terk edişler yaşamaya hazır, ölüme daha fazla, buna yaşamak da denemez esasında.
Uzun savaşlar hep böyle biter.
Kaybedilenler candan bir parça, can kimi zamansa..
Oysa kazanılanlar hiçten bile az, esire muhalefet boşluklardan daha boş,,..
Ama bu kez yerle gök çarpışıyor sol yanımda.
Ummanlar taşıyor, bulutlar semaya fedai… Şimşekler bir an bile susmuyor, gök gürlüyor.
Yer altında ne kadar su varsa coşmuş, öfkeden köpürüyor.
Gayzer demek haksızlık olur bu ihtişama… Bir aşk kalıyor işte,,, kıyıda köşede.
Günü gelince savaştan sıyrılıp her zerreme sirayet etmek üzere…
189 notes
·
View notes
Text
iyi geceler arkadaslar cankurtaran birlesik yazılıyo unutmayın lazim olur bi yerde bu arada gozleri cok güzel
9 notes
·
View notes
Text
aşkım bir silah değil, bir cankurtaran halatı, uzan, tut ve bırakma!
13 notes
·
View notes
Text
in taberna quando sumus, non curamus quid sit humus. yani diyor ki; kafayı boş beleş işlere yorma. hayatı yaşa, anın tadını çıkar. bak bize, biz içerken böyle şeyler düşünmüyoruz, sen de düşünme. bu arada gezi planı yaptım ama bilin bakalım nasıl gitti, kesinlikle listeye uymadık. kafamıza göre gezdik, daha güzel oldu. gezilip görülecek yerler çok çok daha fazla. bizim rotamıza en uygun olanları ekledim, gezeceksiniz yine de bakabilirsiniz.
@oldrollcamera fx400 ile çekildi.
ayrıca kendime notlar:
1. powerbank almalısın, hatta belki 2 tane.
2. 2 mayo alıyorsun da neden 2 havlu almıyorsun!!
3. inceboğaz gibi çakıllı plajlar için prenses ayaklarına koruma almalısın, bir deniz ayakkabısı iş görür. ya da bırak yesin balıklar ayaklarını.
4. güneş kremin tırtmış, onu bi' ara değiştir. sağol nivea, kendini bile koruyamadın güneşten, eridi gitti şişen.
5. ağrı kesici, buz aküsü, küçük şişelerde duş jeli, şampuan ve araba içine ayrıca güneş koruyucu, gözlükler, şapkalar, termos, sandalyeler, ıslak mendil 10/10 aksesuarlardı, aklımıza sağlık. 😘
6. yedek ayakkabı almak benim açımdan gereksizmiş, dağ taş çok tırmanmadık, bir dahakine almayabilirim.
7. navigasyon ve yol tarifi için bir cihaz almanın zamanı gelmiş. sağ koltuk prensesi olarak muavinlik görevimden istifa etmek istiyorum 😂
ÇOK ÇOK ÖNEMLİ DİPNOT:
Çok iyi bir yüzücü değilseniz Patara Plajı'nı yüzmek için tercih etmeyin. Dalgalar çok büyük ve 2 dalga arası çok kısa, sörf yapılabilir hatta yapanlar da var. Su seviyesi belinizdeyken, dalga gelirken zıplasanız bile kafanızı geçiyor her bir dalga. 2 kez boğulma tehlikesi atlattım. Cankurtaran var ama telefondan pek başını kaldıramıyor. Ne yapsın, bu da vazgeçilmez bir GenZ özelliği.
2 notes
·
View notes
Text
Titanik battığında milyoner John Jacob Astor IV'ü taşıdı.
Banka hesabındaki para 30 Titanik yapmaya yetti.
Ancak ölümcül tehlikeyle karşı karşıya kalan, ahlaki olarak doğru gördüğü şeyi seçti ve iki korkmuş çocuğu kurtarmak için filikadaki yerini bıraktı.
Amerikan'ın en büyük mağazalar zinciri olan Macy's'in ortak sahibi ve aynı zamanda Titanik'te olan milyoner Isidor Straus şöyle dedi:
"-Asla bir cankurtaran sandalına diğer insanlardan önce girmeyeceğim... "
Eşi Ida Straus da filikaya binmeyi reddetti ve yerini yeni atanan hizmetçisi Ellen Bird'e verdi.
Hayatının son anlarını kocasıyla geçirmeye karar verdi.
Bu zengin bireyler, ahlaki ilkelerinden taviz vermek yerine servetlerinden hatta hayatlarından ayrılmayı tercih ettiler.
Ahlaki değerlerden yana seçimleri insan medeniyetinin ve insan doğasının parlaklığını vurguladı...
Alıntıdır.
5 notes
·
View notes
Text
OKYANUSUN ORTASINDA 133 GÜN
Poon Lim adlı bir adam, Atlantik Okyanusu’nun güneyinde, bir salın içinde tam 133 gün oğraşarak hayatta kalmayı başardı. Tam 133 gün boyunca okyanusta yaşam savaşı veren adam Poon Lim’in öyküsü:
Poon Lim Çin’in güney kıyısı açıklarındaki Hainan Adası’nda doğdu. 25 yaşına geldiğinde İngiliz Ticaret Filosu’nda yardımcı kamarot olarak S. S. Benlomond adlı nakliye gemisinde çalışmaya başladı.
Güney Afrika’daki Cape Town’dan yola çıkıp Güney Amerika’daki Alman Ginesi’ne (Surinam) giden geminin 55 kişilik ekibindeydi.
Şu ana kadar anlatılarında olağandışı bir şey yok, bütün bunların İkinci Dünya Savaşı’nın en sıcak günlerinde geçiyor olmasının dışında.
Atlantik Okyanusu Alman Nazi denizaltıları kaynıyordu. Kaçınılmaz olarak 23 Kasım 1942 tarihinde, bir denizaltı Benlomond’u Brezilya’nın kuzey kıyısı açıklarında tespit etti ve üzerine bir torpido gönderdi. Boom! Tam isabet.
Gemi hızla battığı için, Poon Lim ve diğerleri suya atladılar. Poon Lim’in üzerinde cankurtaran yeleği vardı ve batmakta olan gemiden yüzerek uzaklaştı.
Islanan giysileri onu yavaşlattığı için, üzerindekiler! çıkarması gerekti. Bu akıllıca bir hareketti, çünkü kazanları patlayan gemi suyun dibine gömüldü, bir daha görülmemek üzere.
Şimdi, zavallı Poon’un yerinde olduğunuzu düşünün bir. Atlantik Okyanusu’nun ortasında, cankurtaran salınız da olmadan başınızı suyun üzerinde tutmaya çalışıyorsunuz. Her yer karanlık, siz çırılçıplaksınız ve dört tarafınız uçsuz bucaksız deniz. Ne yapardınız?
Herhalde elinizden sadece bir mucize için dua etmek gelirdi. Poon Lim’in mucizesi gerçek oldu. Yani bir bakıma. Poon, bir şişme sandala raslamak umuduyla suyu tarıyordu. Her dalgayla kendini suyun üzerinde yükselterek ileride bir şey olup olmadığına bakıyordu.
Önce, içinde beş adam olan bir cankurtaran botu gördü. Bir Alman denizaltısı tarafından alındılar ama birkaç dakika sonra yeniden botlarına döndüler. Denizaltı ekibinden biri, suyun içinde mücadele eden Lim’i gördü. Yardım etmek yerine, silahım o yöne çevirip ateş ediyormuş gibi yaptı ve onu kaderine terk etti.
Lim, dalışa geçen denizaltının doğruca cankurtaran botunun üzerine gittiğini anladı. Halk arasındaki deyişle adamları biçip geçtiler.
Lim’in bu konudaki şüpheleri kurtarıldığında doğrulanmış oldu (ve bu çok ama çok uzun vakit alacaktı) çünkü adamların hiçbiri kurtarılmamıştı. Ama durun!
Poon Lim halâ Atlantik’te çıplak bir şekilde yüzüyordu! İki saat daha sürüklendikten sonra, yüz metre kadar ileride bir cankurtaran sandalına rastladı. Tabii ki ona doğru yüzdü ve içine atladı.
İki metrekare genişliğindeki bu sandalın etrafında kereste bir çerçeve olan altı tane su geçirmez silindirden oluşuyordu. Ortadaki bir boşluğun iki yanında da birer metreden toplam iki metre uzunluğunda tahta çıkıntılar vardı.
Sandalda 45 litrelik bir su deposu, bir miktar işaret fişeği ve bir el feneri vardı. Ayrıca bir kilo çikolata, beş teneke suyu alınmış süt, bir çuval arpa şekeri, bir şişe ıhlamur suyu ve bir kutu çok sert bisküvi buldu.
Kabul edelim ki salın lüks bir gemi olduğunu söylemek mümkün değil ve kurtulmak için bu yiyeceklerin depolanmasının gerekli olduğuna kanaat getirmiş kişi gerçekten aklını kaçırmış olmalı.
Lim, kahvaltı ve akşam yemeğinde birkaç yudum su ve ikişer bisküvi ile kendini sınırladığı takdirde en azından bir ay boyunca hayatta kalabileceğini hesapladı.
Başlangıçta Poon Lim’in umudu vardı. Birkaç kez neredeyse kurtarılıyordu. Çetin sınavın yedinci gününde, geçmekte olan bir geminin dikkatini çekebilmek için çılgınca çabaladı.
Mürettebat kendisini fark etsin diye işaret fişeklerinden birini yaktı. Onu fark ettiler de ama Çinli olduğunu görünce ölüme terk ettiler. Evet, geminin tek yaptığı bu oldu; geçip gitti.
Daha sonra altı veya yedi devriye uçağının üzerinden geçtiğini fark etti. işaret fişeği kalmadığı için, dikkatlerini çekebilmesi zordu. Yine de bir şekilde bunu başardı. Etrafında dönen bir uçak, yeri işaretlemek için bir teneke yağ kutusu bıraktı ve uzaklaştı. O gece şiddetli bir fırtına çıkınca Lim de uzaklara sürüklendi haliyle. Uçaklar onu aramak için geri dönmediler.
Poon Lim, daha uzun süre denizde kalacağını anlamıştı. Pes edip ölmeyi de seçebilirdi ama bunun yerine becerilerini ve sınırlı imkanlarını kullanarak hayatta kalmaya karar verdi.
Bottaki iki geniş çuval bezini kendisini kızgın güneş ışınlarından koruyacak bir çatı olarak kullandı. Çıplak olduğunu unutmayın. Çadır bezini yağmur suyunu toplayacak şekilde biçimlendirdi ve topladığı suyu kırk beş litrelik deponun içinde biriktirdi.
El fenerini parçalayıp, içindeki zembereği bir balık oltası olarak kullandı. Botu bir arada tutan çivilerden bazılarını dişleriyle söküp (Aa!) başka oltalar yapmakta kullandı. Daha sonra, sıkı kenevir ipini kullanarak kaba bir balık ağı hazırladı. Botta oluşan midyeleri de yem olarak kullandı.
Her şey yolunda gittiği takdirde, hayatta kalmak için gerekli teçhizata sahipti. Artık tek yapması gereken bir şeyler yakalamaktı.
Yakaladığı ilk balığı içinde kalan bisküvileri tuttuğu teneke kutuyla ikiye böldü. Balığın yarısını yedi, diğer yansım ise bir sonraki öğününü avlarken yem olarak kullanmak amacıyla ayırdı. Balık tutup bunları kendi kurduğu ipin üzerinde kurutmayı sürdürdü. Kurutulmuş balık hazırlıyordu.
Balık avlama denemelerinin birinde, işler hesapladığı gibi yürümedi. Ağa takılan balık bir köpekbalığıydı. Elbette Jaws gibi bir şey değildi ama bir metre kadardı ve aynı öl��üde korkutucuydu. Köpekbalığını botun içine çekti. Hayvanın saldıracağını düşünerek kollarını çuval beziyle kaplamıştı.
Köpekbalığı bota girdikten sonra gerçekten de saldırdı. Poon Lim, kısmen dolu su bidonuyla kafasını ezerek öldürdüğü köpekbalığının içini açtı ve iç organlarındaki kanı emdi.
Bir süre sonra, gökyüzünde martıların uçtuğunu fark etti. Bu yüzden karaya yaklaştığını düşündü ama daha haftalarca sürüklenmeye devam edecekti. Balık stoku azalmaya başladığında kuşlardan birini yakalamaya karar verdi. Denizden topladığı yosunla bir kuş yuvası yaptı. Ölü balıklardan bazılarını yuvanın yanına koyarak kuşları çekebileceğini düşündü. Şanssız bir kuş, balık yemek için indiğinde, Poon Lim onu yakaladı. Kuş onu biraz tartakladı ama mücadeleyi kazanan Lim oldu.
Sonunda kara göründü. Artık güvende miydi? Elbette hayır. Amazon ormanlarının açığında ilerliyordu. Bu bölge, herhangi bir insanın yürüyerek geçmesi için fazla zorluydu. Ayrıca dev yılanlara ve başka yırtıcı hayvanlara yem olma riski vardı.
Elindeki en iyi silah, teneke kaptan yaptığı kör bıçak olduğundan, Lim botla ilerlemeye devam etmenin en doğrusu olacağına karar verdi. Botuyla yola devam etti.
5 Nisan 1943’te (yalnız geçen 130 günün sonunda) ufukta bir balıkçı teknesi göründü, işaretini fark eden tekne ona doğru geldi. Balıkçı teknesindeki üç Portekizli denizci Lim’i gemilerine aldı. Lim, bir şekilde güçlü Amazon Nehri’nin ağzına kadar gelmişti. Ona ikram edilen su ve fasulyeyi büyük minnettarlıkla kabul ettiğinden şüpheniz olmasın. Ancak Lim’i hemen limana götürmediler. Zavallı Poon Lim, balık avının sona ermesini beklemek zorunda kaldı. Böylece, karaya ulaşması üç gün daha gecikti. Onu Brezilya’daki, Belem adlı bir İngiliz sömürgesine götürdüler.
Yolculuğun izlerini silmek için dört hafta boyunca hastanede tedavi gördü. Aslında vücudu iyi durumdaydı. Sadece on beş kilo kaybetmişti. Pek iştahı yoktu ve uzun süre sadece süt içebildi. Bacakları güçsüzleşmişti ama yardım olmadan yürüyebiliyordu. Tabii, güzelce de bronzlaşmıştı!
İngiliz konsolosu, Miami ve New York üzerinden İngiltere’ye dönmesini ayarladı. Miami’de olduğu sırada, Çince tercüman aracılığıyla kurtuluş hikayesini anlattı. ABD Deniz Kuvvetleri, hayatta kalma başarısından o kadar etkilenmişti ki, yaşadıklarını yeniden canlandıran kısa metrajlı bir belgesel film bile hazırladılar. Bu filmi eğitim amacıyla kullanıyorlardı ama Poon Lim donanmaya katılmak istediğinde düz taban olduğu için geri çevrildi! Herhalde Deniz Kuvvetleri’nin bürokratları, denizde yaşamak için öngördükleri asgari gereklilikleri karşılayamayacağını düşünmüşlerdi.
16 Temmuz 1943 tarihinde, New York’ta olduğu sırada, İngiliz İmparatorluk Madalyası ile ödüllendirildiğini öğrendi. Savaş kahramanları için verilen en önemli sivil nişan olan bu madalyayı bizzat Kral VI. George’dan almak üzere yeniden İngiltere’ye davet ediliyordu.
Çalıştığı şirket, elbette böyle bir reklâm fırsatını kaçıramazdı. Ben Yolcu Gemisi Şirketi, ona ünlü şirket hediyesini takdim etti: Altın bir saat!
Poon Lim, savaş sona erdiğinde Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etmeye karar verdi. Ne yazık ki 105 kişilik Çinli göçmen kontenjanı dolmuştu ve vatandaşlık başvurusu kabul edilmedi.
Ama o ünlü bir savaş kahramanıydı, düz taban olsa da. Başkan Harry Truman’ın 27 Temmuz 1949’da imzaladığı özel bir yasa ile Poon Lim’in ABD’ye kabulüne ve kendisine kalıcı oturma hakkı verilmesine olanak sağlandı.
Poon Lim, bir cankurtaran botuyla denizde en uzun süre hayatta kalma rekorunun kendisine ait olduğu söylendiğinde sakince “Umarım kimse bu rekoru yeniden kırmak zorunda kalmaz,” diye yanıtladı.
2 notes
·
View notes
Video
youtube
Gedikli, Cankurtaran, Akkeçili Gediklide Buluştu
#youtube#gedikli gedikliköyü cankurtaran akkeçili akşehir senirkent şarkikaraağaç yörük yörükler belgesel belgeseller buluşma akraba göçer honamlı ho
0 notes
Photo
Yılın son gecesi sofrada ne olacak! En büyük derdimiz bu olsun be ya! Biz daha Deniz ile ne yiyeceğimize karar vermedik. Hindi olmayacağı kesin 🦃🎄🎄🎄 Klasikleşmiş Geleneksel Son Dakkacının Mini Yılbaşı Galaksi Rehberi, vol. 36536’dan devam edeyim. Bugün çarşamba, gene söyleyeceğim, sıra beklemeyin ve eve eliniz boş dönmeyin, trafikte delirmeyin diye zamanınıza iyi ayarlayın :) Yılların listesidir, bilen bilir 😎 Buyursunlar efenim… 🎄🎄🎄 Meze Kurtuluş Üçgeni: Tuana, Tuşba, Mezme. Tarama, lakerda, abudaraho tabii ki Taze Balık! Likorinos, çiroz Reşat Balık! Efsane peynir, pastırma, şarküteri Cankurtaran Gıda! Yöresel peynirler Antre Gourmet. Kozmaoğlu, domuz şarküteri! 🎄🎄🎄 Kaz, özdek, tavuk, bıldırcın ve sakatat Galatasaray Ciğercisi, Kadıköy’de sakatat Pak Ciğer. 🎄🎄🎄 Haşlama içli köfte Mahir Turşu, Arıoğulları Petek Turşuları 🎄🎄🎄 Boza, salep Damla Çörek, yağlı çörek, mandulet Üstün Palmie! Çevirme şeker, badem ezmesi, helva, mandulet canımız Üç YIldız! 🎄🎄🎄 La Cave, tüm içkilerin evreni, abisi. Sante Wine and More 🍸🍸 🎄🎄🎄 Market’erin marketi Sun, şahane sebze meyve için ve Taze Direkt tabii! Ekmek ve bakery deliliği EMA Giritli’den meze almak var bir de! Mahir’den kaburga dolmasııııı ya da yanına tabii ki Kulüp rakı! 🎄🎄🎄 #tubaşatanalist #istanbulfoodcom @cankurtarangida @antregourmet @tazebalikcieminonu @ucyildizsekerleme @ustunpalmie @petektursulari @kozmaogluyeniideal @esatayhan @tuana.mezeevi @mahirlokantasi @damladondurmaboza @resatbalikmarket @mezme.istanbul @bakery.ema @giritlirestoran @santewineandmore @tuana.mezeevi @sungidapazari @tazedirekt (at Istanbul, Turkey) https://www.instagram.com/p/Cms7aOBtMpt/?igshid=NGJjMDIxMWI=
9 notes
·
View notes
Text
7 yaşında bir gece bizimkiler beni kaldırıp hadi köye gidiyoruz dediler çocuğum o zaman bişe anlamıyorum ama noldu dediğimde babaanneni görcez demişlerdi bizim arabamız yoktu aydın otogara biri bırakmıştı sonra denizliye gitmiştik gece geç saatlerde olduğundan köye giden arabalar yoktu bizde o zamanlar orda yaşayan ablam gillere gitmiştik sabah erken bi saatte kalkıp yolda bekledik baya bi süre sonra köy arabası gelmişti bizim köye giderken cankurtaran diye bi yerden geçerdik dik tehlikeli bir yol orda babamın telefonu çalmıştı babaannemin vefat ettiğini söylemişlerdi bana onu dediklerinde anlam veremiştim sonuçta hayatımda ilk kez birini kaybediyordum yazdan yaza gördüğüm sonra eve vardığımızda evin önünde bir sürü kişi vardı içeri girdiğimizde ortada üstü battaniye ile örtülü babaannem yatıyordu herkes ağlıyordu bana onun yüzünü son kez göstermişlerdi ama çocuktum işte ne anlayabilirim ki birini kaybetmekten sonra kendimi ağlamak için zorladığımı hatırlıyorum ve bir iki damla göz yaşından sonra dışarı da arkadaşlarımla oyun oynadığımı babaannemi naylonlan bırandalar çekip evin aşağı avlusunda yıkadıklarını bunlara anlam veremiyordum neden bu insanlar burda diyordum sürekli kendime ya da etrafımdakilere onlarda babaannemin öldüğünü söylüyordu ama neydi bu kelime sonrasında mezarlığa gidip onu defnettiğimizde babamın bak deden de abilerinde burda dediğinde anlam vermeye çalıştım buna
Şimdi ise dün bu saatte en son benim ona dokunuşumla canını veren dedem de anladım o soğuk vücudunda onu son kez görüşümde benim inatçı huysuz ama eğlenceli dedem de beni ufakken hep onlara bırakırlardı bana hep kızardı kavga ederdik ama sonra sonra elden ayktan düşmeye başladığında Eşi Amat çocuk gibi biri olduğunu anladım çabuk kızar celallenirdi kendine dokunulmasını sevmezdi bende inadına yanağından makas alıp şapkalarını bozardım ananem kızardı bulaşma o kızıl arıya diye ama ben o kızıl arı ile o şekilde anlaşırdım ki bana küçüklüğünde yaşadığı olayları anlatırdı koyun güttüğü yerlerden bahsederdi denizliden aydın ovalarına pamuğa geldiği zamanlardan babasının arkasından saatlerce dizine kadar karın içince üzerinde doğru dürüst bişe olmadan gittiğinden aç kaldığı üşüdüğü zorluk çektiği zamanlardan bahsederdi hep yapmak istediğim bişe vardı onu son kez olsun doğduğu yetiştiği o köye götürebilmek ama yapamadım yapamadım dedem dün yanına daha erken gelmediğimiçin o kadar pişmanım ki sanki benim dokunmamı bekliyormuş gibi canın o anda çıkması kahradiyor beni
ateş düştüğü yeri yakar diye bişe şu anda onca kişi deprem bölgelerinde can pazarı yaşarken benim sadece dedemi düşünebiliyor olmam
5 notes
·
View notes
Text
Her fidan vaktinden önce kuruyup gider Her deniz kendi ufkunda yiter..
Kırılan ayna olmak için hep çok gençtir ümitler ve her gün daha geç bitmeyi hak eder…
Gözbebeğime ilişen bu sızı neden mütevellit, orası muamma..
Umulmadık anlarda bir gölge oluveriyorum akşamüstü alacasında, rengi utancından kırmızıya çalmış gökyüzünde.
Biliyorum ki şiirler uzayıp gittikçe biter ve üzerine titrendikçe güzelleşir manalı deliliklerim..
İki dudak arası mesafeyi on günde kateden bir üşengeç, bir tembellik abidesi,bir vurgun simgesiyim yani ben,, yani biraz da sen.
Biliyorum Her kuyu bir Yusuf için Her Züleyha bir sınav için…
Ademle Havva’nın tohumundan vücuda gelenler için yasak elmalar.
Her gece bir masal için ve her pervane ateş için…
Ben o yüzden her gün satırlar dolusu kelime yoğuruyorum, kelimelerin oyuncağı oluyorum hayalhanemin tozlu raflarında,
Bir harf çarpıntısı yüreğimde,,, sen de havadan, ben diyeyim aşktan..
Biraz hasret gelsin.
Yani ben,, biz yani.
Ve en çok da sen!
Salkım saçak rüyalar aman vermez ki zulmetimin selametine!!
Hep aynı duaya amin demeler külfetten kurtarmaz ki sızım sızım sızlayan benliğimi..!
Pürtelaş meftuniyetim perdeleyebilir belki gamlarımı…Yorgun değilim aslında.
Hamuruma karışan iki damla gözyaşı, tek katre alev yüzünden oluyor her ne oluyorsa!
Bundandır baharı hazan sanmalarım, samanlıkta iğne aramalarım…
Hala merak ediyorum.
Meftuniyetim diyorum,hani şöyle en pürtelaşından olsa..
Yahut pervasız,,?
Tıpkı benim gibi, biraz da sen, ve gene sen, aldığı kadar da biz…
Haddi hesabı olmayan bu erteleyişlerle nereye kadar gidilir ki!!
Hep aynı kapıyı zorlamalar önleyemez ki sonunda havlu atmaları..!
Şu halde kesinkes inanmış bulunmaktayım hamuruma gözyaşı karıştığına, gözyaşının da alevle karıldığına…Yoksa nereden gelsin bu aşinalık, bu yakınlık?
Nasıl oluyorsa ne alev tutuşturmuş suyu, ne su söndürmüş alevi..
Ruhum gidip geliyor ikisi arasında.
Yanıyorum, kâh ağlıyorum.
Can tutulması yaşıyorum, cankurtaran arıyorum.
Gökte kaç yıldız var, onu saymaya giriştim gene bu akşam.
Bir yerden sonra sayıların aklıma oyun oynayacağını bile bile…
Ve okyanuslara bıraktım kendimi, arınayım diye.
Irmağın da benimle beraber kaynağında boğulacağını bile bile.
Senden sonra başka omuzlar aramadım ağlamak için, tek damla gözyaşımın dokunmadığı omzunun yerini doldursun diye..,Nasıl olsa dolmaz o boşluk diye diye, söz yaşı döke döke,mehtaba diş bileye bileye, gelmeyeceğini bile bile!
Bünyesinde son çare ayrılıklarla bilmecburi aykırılıkların el ele verdiği kalbim, tüm bitişlere hak veren aklımla daimi savaş halinde.
Mühimmat yetersiz, menzil belirsiz…
Ölüme nazır terk edişler yaşamaya hazır, ölüme daha fazla, buna yaşamak da denemez esasında.
Uzun savaşlar hep böyle biter.
Kaybedilenler candan bir parça, can kimi zamansa..
Oysa kazanılanlar hiçten bile az, esire muhalefet boşluklardan daha boş,,..
Ama bu kez yerle gök çarpışıyor sol yanımda.Ummanlar taşıyor, bulutlar semaya fedai…
Şimşekler bir an bile susmuyor, gök gürlüyor.
Yer altında ne kadar su varsa coşmuş, öfkeden köpürüyor.
Gayzer demek haksızlık olur bu ihtişama…
Bir aşk kalıyor işte,,, kıyıda köşede.
Günü gelince savaştan sıyrılıp her zerreme sirayet etmek üzere…
153 notes
·
View notes
Text
Mesela herhangi bir gün müthiş bir iç sıkıntısı seni boğar. Hayat sana karanlık, manasız gelir. İnsan, biraz evvel senin zırvaladığın gibi felsefeler yapmaya başlar. Hatta yavaş yavaş onu da yapamaz ve canı ağzını açmayı bile istemez. Hiçbir insanın, hiçbir eğlencenin seni canlandırmayacağını sanırsın. Hava sıkıcı ve manasızdır. Ya fazla sıcak, ya fazla soğuk, ya fazla yağmurludur. Gelip geçenler suratına salak salak bakarlar ve on para etmez işlerin peşinde, bir tutam otun arkasından koşan keçiler gibi dilleri bir karış dışarı fırlayarak dolaşırlar. Aklını başına derleyip bu pis ruh haletini tahlil etmek istersin. İnsan ruhunun çözülmez düğümleri bir muamma gibi önüne serilir. Kitaplarda okuduğun depresyon kelimesine bir cankurtaran simidi gibi sarılırsın. Çünkü nedense hepimizde, maddi olsun, manevi olsun, bütün dertlerimize isim takmak merakı vardır, bunu yapmazsak büsbütün çılgına döneriz. Mamafih insanlarda bu merak olmasa doktorlar açlıktan ölürlerdi. Bu depresyon kelimesine yapışıp iç sıkıntısının uçsuz bucaksız denizinde bocalarken karşına uzun zamandan beri görmediğin bir ahbap çıkar. Kılık kıyafetinin düzgünce olduğunu görür görmez derhal aklına kendi meteliksizliğin gelir ve gafil dostundan, talihi varsa, bir iki lira borç alırsın… İşte ondan sonra mucize başlar. Şiddetli bir rüzgar ruhundan bir sis tabakasını sıyırıp götürmüş gibi içinin birdenbire aydınlandığını, bir hafiflik, bir genişlik duyduğunu görürsün. Eski sıkıntı pır diye uçmuştur. Gözlerin etrafa memnuniyetle bakar ve sen de gevezelik edecek bir arkadaş aramaya başlarsın. İşte, iki gözüm, ciltlerle kitabın, saatlerce tefekkürün yapamadığı işi kirli kağıt başarır. Sen ruhumuzun bu kadar ucuz bir bedel mukabilinde takla atmasını haysiyetine yediremediğin için belki daha asil sebepler peşinde koşarsın, gökyüzünde birkaç yüz metre daha yükselen bir bulut, yahut ensene doğru esen serince bir rüzgar, yahut o esnada aklına gelen zekice bir fikir, sana bu değişmenin sebebi gibi görünmek ister. Fakat söz aramızda, iş bunun tamamıyla aksinedir, cebimize giren iki lira sayesindedir ki havanın biraz açıldığını görmek, rüzgarın serinliğini hissetmek, hatta akıllıca şeyler düşünmek mümkün olmuştur.. Kalk, iki gözüm, iskeleye geldik. Günün birinde ya çıldıracağız, ya dünyaya hakim olacağız. Şimdilik bir rakı parası bulmaya çalışalım ve parlak istikbalimizin şerefine birkaç kadeh içelim.
2 notes
·
View notes
Text
Yolun başında bir denizaltı kaşifi olmak istemiştim. Geldiğim nokta bir cankurtaran botu olmakmış. Meraklı gözlerle Periskop'tan bakıp bucaksız denizlerde, görmek için 15 metrelik mavi balinayı, rüyalara dalmıştım çocuk halimle.. Oysa şişme bir zodyak olmak varmış kaderimde. Kurtardığım canlar elbette var. Sayısı binler kadar.
Bendeniz hayali denizler altında 20 bin fersah yol alan ama o denizin üstünde yaşamak zorunda kalan sadece bir cankurtaran botuyum. 20 kişiden mütevellit kapasitesi ve sadece iki can simidi taşıyan... İçaforiz
0 notes