#bunları buraya yazmam lazım
Explore tagged Tumblr posts
uzgunumkomikolamiyorum · 1 year ago
Text
Benim eski telefon 16 gb 5 yıllık bir şeydi şimdi bu telefon o kadar değişik geliyor ki banaa
1 note · View note
birikmesin · 1 month ago
Note
Bence elindekilerle şükretmeyi bilmelisin. Sürekli bir şeylerden yakınıyorsun. Herkes fiziken veya ruhsal olarak hasta olabilir. Bunlar gayet normal şeyler. Çözümsüz hastalığa yakalanmış binlerce şükürdar insan var. Ki taşıyamayacağın bir yük olsaydı Yaradan seni bununla sınamazdı. Bulunduğun konumda olan birisinin(din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni olan dindar bir hanımefendisin) sürekli şöyle iletiler atması düşündürüyor. Seni çok önceden tanıyorum, amacım kırmak vs değil. Sen gayet güçlü bir kadınsın. Bir şeyler için çabalaman ve buraya bunları motivasyon verici şekilde yüklemen, çizimlerin, eşin ile olan güzel anılarını paylaşman daha güzel ve ruhun içinde iyi. Bir an önce şifa bulman temennisiyle🌺
Allah razı olsun,amacım yakinmak değildi aslında.Sadece durum guncellemesi yaptım.Ama psikolojik olarak yakiniyorum haklısınız.Ara ara çok kötü hissediyorum .Bunu da bir yere yazmam gerekiyor orası da burası oluyor.Yine de sukretmeyi bilmem lazım,çok yol katettim haklısınız.Elhamdulillah
4 notes · View notes
estellamila · 3 years ago
Text
Selam sanal dostilerim, çok hızlı bir hafta geçirdim o yüzden buraya biraz yazmak istiyorum. Aslında geçen pazar gününden başlayacağım anlatmaya. Bir salisede bile insanlar hakkında fikriniz değişebiliyormuş. Bu durum canımı o kadar sıktı ki hafta çok yoğun geçtiği için bir türlü ağlayamadım o gece gördüğüm şeye. Görmez olaydım tabii ama gördüğüm çok daha iyi oldu, gerçeklik tokadı demiştim ya hani ondan bahsediyorum. Götünden bıçaklanasıca birini bu kadar düşündüğüm için hâlâ kendime bir tık kızıyorum, hiçbir şeyi yanlış yapmadığımı bile bile. İnsanlar, ilişkiler neden böyle ya psikoloji okuduk o kadar, üstüne master yapıyoruz hâlâ bir cevap bulamıyorum insanlarla ilgili çoğu soruma. Cevap bulamadığım gibi, sorular da giderek çoğalıyor, bazen boğuluyor gibi hissediyorum, sanırım insan olmak biraz da böyle bir şey. (Burada kafanızda MaNga'dan Cevapsız Sorular çalsın dskfkkwx)
Pazartesi nöroanatomi sınavını aldım hâlâ sonucu yok ortalıkta ama iyi bir şey bekliyorum bakalım, göreceğiz. Kabul edebileceğim bir not alırsam bu son sınavım olmuş olacak. Bugün biraz bitki hareketi ve bilişi ile ilgili okumalara geri döndüm. Artık sadece tezim var yazmam gereken, umarım yani sjfjwkxfskf.
Bu hafta oturma izni başvurusu, burs başvurusu belgeleriyle falan uğraştım, bu sırada bir sürü insanla tanıştım. Bu haftayı fazla dışa dönük bir kişilikle geçirdim. Hatta tanıştığım kızlardan biri benim eve taşınacak, çok tatlı bir kız, çok mutluyum onla ev arkadaşı olacağım için. Her ne kadar evde yaşayan Çinli kızın tadı kaçmış ve benim tadımı kaçırmış olsa da. Hintli ev arkadaşım da sevdi kızı. Kızın tat kaçıklığı da kendisinin isteği üzerine facebooka attığı ilanla uğraşmadık diye. Ama ben dedim boşuna yazma bu kız bi gelsin görelim, muhtemelen tutacak evi çünkü hiçbir yer bulunmuyor, ve çok tatlı bir kız sen de seversin vs. anlattım o kadar ama en sonunda dinlemedi, kız geldi kıza boka bakar gibi baktı, işin gıcık yanı ben anlatırken tamam dedi ben bekleyelim deyince sonra ben uyuyunca facebooktan ilan açmış şu şu kişiler yazdı evi görmeye gelecekler cuma günü diye vs. ev grubuna mesaj atıyor. Ben de bunları uyanınca gördüm ve hemen evi görmeye gelecek olan kıza yazdım yarın gel gör evi diye, zerre pişman değilim, kız odayı tuttu 🥰
Bu hafta geliyor diye içimin çekildiği arkadaşım geldi ve dün geri gitti, aslında kötü geçmedi vaktimiz çoğunlukla çünkü zaten kısa süreliğine geldiği için genelde eğlenceli şeyler yaptık her ne kadar derbeder hallerimizi anlatsak da birbirimize.
Benim lisansı okuduğum üniversiteden bir sürü arkadaşım geldi mastera Padova'ya. Onları ve birkaç arkadaşımı daha evde toplayıp partimsi bir şey yaptık, çok güzeldi. Hâlâ inanamıyorum aslında o güne, reglimin ilk günüydü ve hem evi dip bucak temizledim, hem yeni tanışacak olan kız o gün odayı görmeye geldi onunla ilgilendim. Sonra alışveriş yapmaya gittim akşam için, ve hızlıca dönüp hiç totomun üstüne oturmadan yemek yapmaya başladım. Bir sürü bir sürü içtim bu hafta... Birinin içimdeki en güzel yerde duran hayalini, yüzünü alkolle boğup öldürmeye çalıştım tabii işe yaramadı. Artık asla eskisi gibi bakamayacağım birine dönüştü. Dünyaları önüne sermenin hayalini kurarken, götünden bıçaklansın diye her gün dua eder oldum... Gözlüklerin çatlar elinde kalır da kimseyi göremez olursun inşallah... İşte böyle beddualar edip duruyorum, çünkü içim yanıyor ama bunlar sadece dilimde. O benim canımı bile bile yakmaya çalışırken, ki hâlâ yaptığının mantığını anlayamıyorum beni mi deniyorsun şerefsiz evladı diye suratına bağırmak istiyorum, ama aynı zamanda o kadar salağım ki hâlâ ayağına taş bile değsin istemem aslında. Gerizekalı olmak böyle bir şey olsa gerek. Aşk bana göre değil belli sonsuza dek rahibe hayatı lazım bana, ben boşuna kapamamışım kalbimi yıllarca, bu şerefsiz evladı nasıl girdi gönlüme hâlâ anlamıyorum...
Aslında bunun da doğru olmadığını biliyorum kendimi kapatırsam her şey daha kötüye gidecek o içime daha derin işleyecek, aklımdan kalbimden asla çıkmayacak. Kafam allak bullak, bir salisede hayatımın orta yerine sıçıldı. Karlos'la Yaren'in şarkısını hatırlıyor musunuz, aynı ordaki gibiyim:
"Sen bana aklımla başım arasındaki mesafe kadar yakınsın,
Sen bana aklımla başım arasındaki mesafe kadar da uzaksın..."
Her neyse cuma akşamı araştırmacılar gecesi diye bir etkinliğe katıldım stajımı yaptığım laba yardım etmek için, çok güzel geçti o gün çiçekli jilemsi bir elbisem var onu giydim ama aslında görevli olanlar kırmızı okul logolu bir tişört giyiyormuş kimse bana söylemedi... Haliyle gereğinden fazla şık gitmiş oldum neyse sonra o tişörtü giydim jilenin altına. Ama çok güzel geçti bir ton yorulmama rağmen.
Ve tabi dün eve gelip yatağa bayıldım tüm haftanın mental ve fiziksel yorgunluğuyla. Aslında minik minik bir sürü detay var daha eklenecek ama sanki bir aylık bir süreçten bahsediyormuşum gibi geliyor.
30 notes · View notes
Audio
Ben bazen geçmişte yaptığım bazı şeyleri hatırlar, çok utanırım. Kimi zaman üzerinden  15-20 yıl geçmiş şeyler.
Mesela çocukken bir ara sürekli saçımla oynayışım, sürekli ama. Etrafı unuturdum bazen yarım saatliğine falan. En sonunda dershane öğretmenim uyarmıştı "Yapma kızım" diye. Veya teneffüs zili çalar çalmaz kütüphaneye koşuşum. 2 dk git, 2 dk gel, arada kalan 5 dakika kitap okumak için. Niye? Çünkü sınıf çok gürültülü. Dışarıdan nasıl görünmüştür acaba, bugün hala bazen merak ederim. 
Bende utanacak anı bitmez, hep "tuhaf" bir çocuk oldum zaten. Ergenlikten itibaren ömrümü tuhaf olmamaya adadım, büyük oranda da başardım. Şimdi keşke adamasaymışım diyorum çünkü, inanılmaz zihinsel efor gerektiren bir şeydi ve bu eforu çok daha faydalı şeylere kullanabilirdim, ders çalışmak gibi. Çünkü bunca çaba, bunca uğraşmaya, yine de "Tamamdır bu iş." diyeceğim noktada değilim tuhaf olmama mevzusunda. O yüzden artık biraz bu durumu kabul etmeye çalışıyorum. Mesela ortaokulda sınıfta günlüğüm okunmuştu. O kadar yalnızdım ki, bir defter sanki arkadaşımmış gibi yapıyor ve sanki onla sohbet ediyor gibi yazıyordum. Bugün şunu yedim, şu oyunu oynadım, şu yazılıdan 5 aldım gibi. Bir sürü çocukça şey. Bir gün sınıfa girdiğimde, baktım yaklaşık 10 kişi toplanmış gülüyor, günlüğüm ellerinde. Hayatımda hiç o kadar utandığımı, küçük düştüğümü hatırlamıyorum, o olaydan sonra sınıf değiştirdim zaten. 
Of, bir de şey vardı mesela, her iki eski sevgilimle de ayrıldıktan sonra, yeni tanıştığım (bayağı bayağı o gün tanıştığım) ya da yıllardır görüşmediğim insanlara, ilişkimi özet geçip fikrini sormam vardı. Özetlemekte de hiçbir zaman iyi olmadığım için, saatlerce bunaltırdım insanları. Sanki karşıma çıkan herkes çok güvenilir ve iyi kalpli bir melekmiş gibi (ki hiç değildi birçoğu). Veya sanki onlar ilişki uzmanı da, ilişkilere dair akıl alınacak yeterliliktelermiş gibi. Niye? Çünkü kafam o kadar karmakarışıktı, o kadar anlamamıştım ki ne yaşandı, ne bitti, nasıl ve neden, yabancıların ilişkim üzerine görüşlerinden medet umuyordum. Yabancı insanlar bile, biten ilişkimle alakalı benden daha iyi muhakeme yapabilir gibi hissediyordum. 
Bunlara benzer gibi bir sürü şey işte...Hatırladığım zaman, bugün bile hala yanaklarım kızarır. Beş dakika bile olsa, keyfim bir kaçar. Bazen "Ne düşünüyordum bunu yaparken acaba?" derim, bazen "nasıl bir ruh halindeydim de öyle bir şey dedim ki?" derim. Bunca yıl sonra, hala... Ama birkaç gün önce şunu fark ettim, her insanın çeşitli tuhaflıkları var. Tamam belki benim kadar çok sayıda değil, ama illa ki var. Ben bununla, yani bir insanın herhangi bir tuhaflığı ile karşılaşınca, anında "O da öyle bir insan işte." veya "O da öyle mutlu demek ki." deyip geçerken, kendime karşı bu konuda aşırı acımasızım. Sanki bir "normallik abidesi" olmak zorundaymışım, kusursuz olmaya mecburmuşum gibi. Herkesin zaman zaman hata yapmaya hakkı var da, benim hiç yokmuş gibi. Belki de büyürken etrafımda beni "öyle" de seven insanlar olmadığı için. Çünkü ben çok yalnız bir çocuktum. Yetişkinliğimin ilerleyen zamanlarında tattım değişmesem de beni sevip kabul eden insanlar olabilmesi duygusunu. Öncesinde, kimi zaman olduğum halimle mükemmelmişim gibi pohpohlanıp sonrasında "ağır" geldim, "fazla" geldim, kimi zaman ben en başından deli gibi çabaladım "olması gerektiği gibi" olmak için, yorulup da artık olamadığımda, çabalayamadığımda yine "zor" oldu sıfatım. "Aybike çok zor." Beni sevmek çok zor olmasına rağmen seven birileri değildi aradığım, bugün hala değil. Çünkü birisinin seni sevmekle sana bir lütuf sunuyormuş gibi hissettirmesi ağır bir yük, hep buruk bir tat bırakıyor, en mutlu anda bile. Birilerinin seni sevmesi ancak nefes almak kadar doğal ve kolay olduğunda mutlu ediyor. 
Haliyle kabul görebilmek, sürüye dahil olabilmek için çaba harcamam gerekiyor duygusu içime işlemiş. Ama şunu artık idrak ediyorum ki, ne kadar çabalarsan çabala, bazen sadece olmuyor, bazen sadece "Aman o da öyle işte, ne var bunda?" diyecek birilerinin çıkması gerekiyor karşına. Şanslıyım ki çıktı. Bu konuya bu kadar duyarlı olmamın bir başka sebebi, insanların birileri hakkında ahkam keserken, yargıda bulunurken ne kadar hızlı ve acımasız olabildiklerini 3. kişi olarak da görmüş olmam. "Ay Ayşe'ye/Fatma'ya gıcık oluyorum." dediklerinde mesela, neden sorusunun cevabı "Bilmem ya, bir tuhaf bakıyor mesela." olabiliyor. Az konuşan, sessiz, kendi halinde insanlara "sinsi" etiketi yapıştırılabiliyor kolayca. Anladım ki dışarısı zaten bu kadar acımasızken içeride de kendini hırpalamanın bir anlamı yok, en azından kendi içinde, kendine şefkatli olması lazım insanın zaman zaman. Şu anda tüm bunları buraya yazmam bile belki "tuhaf", bilemiyorum. Birilerine göre kesin öyledir, bana göre hiç değil. Önemli olan da bu galiba, artık.
1 note · View note
alikum · 4 years ago
Text
Ben bu boğulma hissini nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Anlatmak istiyor muyum onu da bilmiyorum. Psikolojik rahatsızlık ihtimalini bir kenara ayırdığımız zaman, beni bunaltan şeyin insanlar olduğunun farkındayım. Her neden insanara dayanıyor. Toplumsal veya siyasi konuları kenara ayırmak lazım bu noktada çünkü o bok çukuruna girmek istemiyorum.
Bireysel ilişkileri ele aldığımızda bile, aslında bu boğulmayı anlatmak istediğim birinin olmaması başlı başına kafanızda bir ampül yanmasına sebebiyet vermiştir, en azından o düşünce seviyesinde olduğunuzu umuyorum. Genel olarak yaşadığım dönemi baz aldığımızda, çok kötü bir ruh hali seçimi yapmış gibi duruyorum uzaktan. Gram akıl yokmuş gibi. Yıllarca hem kendi hem de etrafındakilerin derdine direnip içindekileri aktaramadan, omzunu yaslama gereği duyduğunda o gerekliliğe sebep olan duyguları çiğnemeden yuta yuta hayatına devam edersen tabii ki bir noktada patlayacaksın. Özellikle insanların gittikçe kendi derdine düştüğünü bir süreçte bunu düşünememek baya bir akılsızlık, di mi ? Yani önceden en azından benimle ilgilenebilecek saf enerjiye sahip insanlar ara ara karşıma çıkıyorken onların dostluğundan yararlanmamak, yanımda olmalarına çok izin vermemek hayattaki en büyük enayiliğim olabilir. Şu döneme baktığımızda ise artık herkesin ciddi anlamda kendine ayırabileceği enerji zar zor yetiyor. Ancak eski alışkanlıklarını bırakmış değiller, hâlâ sizin dostluğunuzdan seve seve faydalanabilir haldeler. Tabii, çoğu kişi artık bahsettiğim pozisyona geçtiği için herkes gergin, herkesin üzerinde bir yük var. Bunu da anlayabiliyorum, zaten aylardır, hatta belki 1 senedir,  bu tarz bir beklentiye sahip değilim, önceden karşımdaki insanın, dostum diyebiliriz, daha enerjik ve uygun zamanlarına bu ihtiyaçlarımı saklıyorken artık öyle bir şey tamamen kafamdan çıkmış halde. Hata mı değil mi inanın umursamıyorum. Şu anda da böyle götü başı oynak hareketlere devam ediyorum diye düşünüyorum.
Yazarken biraz daha düşündüm, bu konuyu geçmeye karar verdim. Anlatmamaktan bahsediyorum ama yaptığım şey ne ? Bunları bir deftere yazıp kenara atmamla buraya yazmam arasındaki fark ne ? Uzay boşluğunda süzülüp gidecekler sonuçta. Çok sinirliyim kendime çok.
En çok da kendimi kötü hissetmeme izin verdiğim için sinirliyim. Dünyayı fethedebilecek, insanlara yön verecek kadar yükselttiğim kendimi, dış dünyanın kuru gürültülerinde ezip, kırıp, yoğuruyorum sürekli. Parça parça oluyor, nefretle işlenmiş parçalar. Sevgiye açlık nedir onu bile unutmuş parçalar. Dış dünyanın varlıkları beyinlerinden ancak nefret kusabiliyorken bu hayatın neresini sevip tutunabilirim bilmiyorum. Dalga dalga üzerime vururken bu nefret, aynı bir kıyıya vurup kayalıkların zamanla sivriltmesi gibi. Ben böyle değildim, ben böyle olmak istemedim, ben böyle olmak istemiyorum.
Derin bir nefes alıp yürümeye devam ediyorum. Çünkü başka yolum yok, durma şansım yok. Durmak demek diye bir şey yok. Durmanın tek yolu ölmek. İntihar etmek her zaman gözümde yorgunluk belirtisi olarak varoldu diye düşünüyordum. Ama önceleri saçmalık olduğunu düşünüyormuşum onu hatılradım birden. Ortaokul çağlarından birkaç anı. Şimdi ise yorgunluk yüzünden ortaya çıkan saçma bir istek olarak görüyorum. Ama dışarıdan cidden beynimin içerisine baksanız, görürdünüz. Sanırım ortaokulun sonundan beri, ben bu hayatı yaşamak istemiyordum, bu şekilde yaşamak istemiyordum. Bir sürü şey değişiyordu ama bu istememe hali değişmiyordu. İntiharı engelleyen tek şey ölmeyi de istemiyor oluşumdu. Bazen bu biri daha ağır basıyor, kendimi farklı yollarla öldürürken hayal ediyordum. Evet, ortaokulun sonlarından beri.
Mücadele ediyordum, bir şeyleri değiştiriyordum ama hep gördüğüm bildiğim yollarlar, hep güvenli yollarla. 1-2 senedir artık o yollardan saptım, dümdüz ileri gitmek yerine sağa sola yürümeye çalışıyorum. Belki çok şey değişmeyecek ama bu durmamamı sağlayan tek şey şu an. Belki bir gün çok fazla durmak isteyeceğim, insanların dümdüz gittiği yolları ben zikzak çizerek ilerlediğim için daha fazla yorulacağım, dayanamayacağım belki. Ağırlığı üzerime biniyor şimdiden. Sadece zikzakların değil önceden dümdüz yürümüş olmanın yorgunluğu da. Belki ben o kadar güçlü değilim, çoğu yaşama göre kendi yaşamımın ağırlığını belki de abartıyorum. Ama bana hissettirdiği şeyi biliyorum. Güçlü olmak ya da olmaya çalışmak bir bok değil. İnsan hayatının tek önemli içeriği huzur. Yorgun oldukça elde edemeyeceğiniz şey huzur.
5 notes · View notes
edebiyatsoylesileri · 4 years ago
Text
Reşat Nuri Güntekin / Gördüğümü yazmadım, münzeviyim; düşündüğümü yazarım
Tumblr media
Yazar Reşat Nuri Güntekin ile Fevzi Lütfi Bey'in gerçekleştirdiği mülâkat, 1922 yılında Dergâh dergisinde yayımlandı. Bu konuşma 34 yıl sonra Güntekin'in ölümünün ardından, 15 Aralık 1956'da Akşam gazetesinde bir kez daha neşredildi. Hüseyin Avni Şanda'nın yazısı ile sunulan söyleşi, Güntekin'in edebiyat ve yazarlar hakkındaki görüşlerini yansıtmaktaydı.
Hüseyin Avni Şanda'nın "Birkaç Söz" başlığını taşıyan sunuş yazısı...
 Reşad Nuri Güntekin, mütareke senelerinde, bundan tam 34 sene önce, edebi görüşlerini Dergâh ismindeki bir dergiye anlatmıştı. O zaman Çalıkuşu romanı ile şöhret alan genç romancı, Vefa Lisesi'nde edebiyat öğretmeniydi. Mülâkat ise, derginin muharrirlerinden olan şimdiki Hürriyet Partisi'nin kurucularından Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu tarafından yapılmıştı.
Dergâh dergisinin mahiyetini bilmeyenler, belki de bu dergiyi, muayyen bir tarikatın mevzularından bahseden mistik bir dergi zannederler. Halbuki muhtevası hiç de böyle değildi. Dergi, 1921 ve 1922 senelerinde Edebiyat Fakültesi gençleri tarafından yayınlanıyordu. Derginin, sanat ve fikir tarafını, o zaman fakültenin Batı Edebiyatı Tarihi Profesörü Yahya Kemal idare ediyordu. Büyük şairin dershanesi, Batı Edebiyatı Tarihi'nden başka, Türk Tarihi ve Sanatı, hatta, Anadolu'da başlayan Millî Mücadele mevzularını dinlemek için dolan dinleyici talebe ile doluydu. Dergâh dergisi, bu heyecanlı bahisler arasında doğmuştur.
Fevzi Lütfi mülâkatına, "İstanbul'un kalabalık bir caddesindeyiz. Bir gazino köşesinde bir arkadaş grubu toplandık" diye başlar. Arkadaş grubu dediği üç kişiden ibaretti. Pek iyi hatırladığıma göre, Fevzi Lütfi ile beraber, Reşad Nuri'ye Beyazıt'ta bir tenha gazino köşesinde söz vermiştik. (Bu gazino, şimdi bir banka şubesidir.) Yolda giderken, o zaman Fakültenin felsefe şubesinde talebe olan Hasan Âli Yücel bizi görmüş, nereye gittiğimizi öğrendiği zaman, Çalıkuşu muharriri ile tanışmak arzusunda olduğunu söylemiş ve bize katılmıştı. Bu ilk tanışmadan sonra, her ikisi, uzun müddet maarif müfettişliği yapmak suretiyle daha yakın arkadaş olmuşlardır.
İşte bir arkadaş grubu tarafından Reşad Nuri ile yapılan, Fevzi Lütfi tarafından kaleme alınan bu mülâkatı, Dergâh dergisinin 20 Ekim 1922 tarih ve üçüncü sayısından iktibas ederek aşağıya yazıyoruz.  
Fevzi Lütfi Bey sordu, Reşad Nuri Bey yanıtladı
"Büyük romancının ölümü münasebetiyle" üst başlığı, "Dergâh'ın 1922 yılındaki nüshasından iktibas ettiğimiz aşağıdaki yazı Reşad Nuri Güntekin'in o zamanki edebi hüviyetini belirtmek bakımından şayanı dikkat görülmelidir" spotuyla ikinci kez yayımlanan söyleşi...
Reşad Nuri Bey'e dedim ki:
"Artık suallerimize, cevaplarımıza başlayalım", güldü. "Fakat işte şimdi susarım" dedi. Küçükken yaramazlık yaptığı zaman hocası sual sorarmış. Gülüştük. Ağzından hiç çekmediği sigarasının dumanlarından gözlerini kırpa kırpa güldü ve başladı.
"Eski edebiyatımızı seviyorum. Fakat itiraf etmeliyim ki, o kadar anlamıyorum. Nef'i, Nedim, Fuzuli, Galip Dede çok büyüktürler. Fakat mütemadiyen bunları oku, derseniz tahammül edemem. Bunları seviyorum. Bir amatör, bir mozayiki nasıl severse, öyle... Hatta zannederim herkes seviyor diye ben de seviyorum. Bildiğimden değil..."
Dedim ki: "Asıl sevgi, bilmeden sevmek değil midir?" "Tabii, tabii... O halde" dedi ve güldü. Eğer bu eskileri biraz anlamağa çalışırsa, ukalâlığa başlarmış.
Hatta bir zamanlar, Fuzuli'nin Divanı kaç maddeye ve fikre irca edilebilir diye bir meraka da düşmüş...
Diyor ki: "Lâkin talebeye ders verirken, ciddiyetimi takınarak anlarmış gibi, çok severmiş gibi bahsederim..."
Lâkin, irfan ve hars için eskiden bilmenin lazım olduğuna kani...
Benim için eski ve yeni vardır, mutavassıt yoktur
Reşad Nuri Bey, Tanzimat devrine ait edebiyattan da eskiler gibi bahsediyor. Onları da öyle anlarmış. "Zaten benim için yalnız eski ve yeni vardır, mutavassıt yoktur" diyor. Mesela, Hamid şeklen bir dereceye kadar onlara benzer, ruhen yenidir" diyor.
Bu sırada bahsimiz, Milli edebiyat bahsine geçti. Belli ki, Hançer müellifinin buna dair hazırlanmış bir fikri yoktur. "Vallahi" dedi, "Milli edebiyattan maksat, çok insana hitap eden bir edebiyat m��dır? Eğer öyle ise bu hayatta da bir istihale var. Dün Halit Ziya daha az insana hitap ediyordu. Bugün bir ekseriyete... Artık hepimiz Ahmet Cemil ve Nihal gibi oluyoruz- o halde dün o derece milli olmayan Halit Ziya, bir Ahmet Cemil oldukça millileşiyor... Milli Edebiyat'a biz de mümkün olduğu kadar kafalarımızdan, Türk çocuklarının kalplerinden çıkan eserler mi diyeceğiz? Eğer böyle ise, yine bir milli edebiyatımız vardır ve oluyor. Bir de var ki mahalli renklerden, kendi mevzularımızdan, kendi hayatımızdan bahsederiz."
Sordum. "O halde Baykuş milli de Eşber değil mi?" dedim.
Bilmem bu cevap sualime cevap mıdır? Fakat şöyle söyledi:
Halid Fahri'nin hatası, eserlerine mahalli renk vermek sevdasıdır
"Halid Fahri'nin hatası, eserlerine mahalli renk vermek sevdasıdır. Eğer Baykuş'taki adam, meçhul bir adam olsaydı bizi daha fazla meşgul ederdi."
Bu sırada yeni çıkan Tanin bozuntusu "Renin" geldi. Reşad Nuri Bey hahişle atıldı: "Asıl iş şimdi buna bir istikbal keşfetmektir" dedi. "Acaba eski mevkiini tutabilir mi?" Ve sonra onu var zannetmediğini ilave etti. Dedi ki: "Bilhassa Akşam gazetesi oldukça nafiledir. Efendim... Efendim, Akşam gazetesi çok hassas bir gazetedir. Ben birçok meseleler hakkındaki merakımı, endişemi bu gazete ile hallettim" diyor.
Hissetmek, bilmek ve tahayyül etmek meziyettir 
Tekrar bahsimize geçtik. "Unutmayalım ki, bir de lisan meselesi vardır" diyor. Muhatabım, lisan meselesinin halledildiğine, artık herkesin düzgün yazdığına kanidir. Diyor ki: "Bugün iyi yazmak bir meziyet bile değildir. İş, hissetmek, bilmek, tahayyül edebilmektir." Buraya kadar söylediği sözler nesre ve romana aitti. Bir de şiirdeki millilik telakkisini sordum. "Hiç düşünmediğim bir şeydi; fakat 'milli' meselesi, milli zihniyet terakki ve tahavvül halindedir. O halde şiir de terakki edecek ve Avrupalılaşacaktır" dedi.
Cenap Şahabettin zeki ama talebem onun gibi yazsa numara vermem
Servet-i Fünun'un Tanzimat edebiyatından o kadar farklı olmadığına kail. Diyor ki: "Kemal Bey romantikti. Hugo'nun arkasından yürüdü. Halid Ziya Bey de realisttir. Mesela, Kongorların peşinde gitti." Ve ilave etti: "Servet-i Fünun Garplidir. Onlar, nüve nüvesine yeni bir aleme girdiklerini bildiler ve öyle çalıştılar. Efendim, onlar çok okur, çok yazarlardı." Sizin tercih ettikleriniz kimlerdir, dedim. "Herkes gibi ben de Halid Ziya ve Tevfik Fikret'i tercih ederim" dedi. Bununla beraber Cenap Bey de çok zekidir. Oynaktır" diyor ve devam etti:
"Onun bir şiir kitabı, bir romanı, bir şeyi yoksa da, bilmem ki, işte o bir zeki ediptir..." ve ilave etti. "Fakat, mesela talebem onun gibi yazsa, numara vermem." Sonra uzun uzun Halid Ziya Bey'den bahsetti. "Küçükken en çok sevdiğim muharrirdir" diyor. Ve onu yazı yazmağa, bu muharririn kitapları sevketmiş. Rauf Bey'den bahsederken hazin bir çehre takındı. Hemen hemen Cenab-ı Hak hiçbir muharrire böyle akıbet vermesin, diyen bir tavrı vardı.
Nesre hâkim olanlar Yakup, Refik, Falih ve Halide Hanım  
Şimdi Reşad Nuri Bey'in muasırlarından ve o yaşta olanlardan bahsediyoruz. Söze şöyle başladı: "Efendim, bir ucumuz romantizmde, bir ucumuz en yeni şeylerde. Bir baştan hâlâ Hugo ile meşgul, bir yandan da 1913'teki piyesleri adapte ediyoruz..."
Bugünkü nesil içinde nesre hâkim olanlar kimlerdir, dedim. "Yakup, Refik, Falih, Halide Hanım değil mi?" dedi. "Evvelâ bunların lisanları çok yeni ve çok defa da çok güzeldir" diyor ve ilave etti:
"Hepsi de yazdıklarını biliyorlar. Bir Avrupalı gibi idarelidirler. İyi düşünüyorlar. İyi biliyorlar."
Falih Rıfkı belki hikâyeci, belki büyük gazeteci olacak
Falih Rıfkı Bey'den şöyle bahsetti:
"Ben, o çocuğun çok şeylerine hayranım. Ben onu Medine Mektupları'ndan tanıdım. Fakat muayyen bir tarzı henüz yok. Bilmem ki ne olacak, belki hikâyeci, belki bir büyük gazeteci... Fakat çok genç, çok kuvvetli, şiirli ve ratıp bir muharrir."
Gazetecilik Yakup Kadri'yi kuru bir hale sokuyor
Memleket hikâyelerini çok seviyor. "Onda insan her şeye alâkadar oluyor. Yaşıyor, duyuyor efendim" diyor.
Yakup Kadri Bey'in Nur Baba'sına hayran. "Lâkin gazetecilik onu yabis (kuru) bir hale sokuyor" diyor.
Ruşen Eşref'i çok zeki buluyor. "Çok da mütevazidir ve o bir ressamdır. Lâkin, gözü hemen her şeyi bir görmese... Biraz görse de daha mübalâğalı, daha kuvvetli görse..." diyor.
Haşim'in manzumelerinde ruhumdan bir resim gördüm
Şiirdeki fikrini sordum. "Bu fikrim daha makbul olur" diyor. Zira bu işte zevkiyle yürüdüğüne kanidir. "Mesela Ahmet Haşim... Ne şairdir. Kemal, ne şair... Ne büyük histir" diyor. Ahmet Haşim'in resmine hayran. Diyor ki: "Ben, o manzumelerde ruhumdan bir resim gördüm. Bu resimler gözle görünen şeyler değildir" diyor.
Reşad Nuri Bey, bütün bu büyük, korkuyum ve ateşli isimlerin yanında, Seyfi, Yusuf Ziya, Halid Fahri gibi silik ve sudan şeyleri de saymak sihirbazlığını gösterdi. Diyor ki: "Bunlar da iyi kalem oynatır." Bununla beraber, Celal Sahir Beyden bahsetmemek cesaretini de gösterdi. 
Romanı, tiyatroda daha kuvvetli olsun diye yazıyormuş
Başkalarına ait, arkadaşlarına ait fikirlerini söyledikten sonra, Reşat Nuri Bey'den kendisini sordum. O, her şeyden evvel tiyatroya hazırlanmış. Evvela, yalnız roman yazmak istermiş. Lakin sonra tiyatroya dönmüş. Ve bugün romanı, tiyatroda daha kuvvetli olsun diye yazıyormuş. 
Düşündüm, demek ki, İstanbul'da bir vak'a, bir tarih olan Çalıkuşu günleri, Hançer'in, Eski Rüya'nın birer desteğinden başka bir şey değilmiş. Kendisi de öyle söylüyor, diyor ki: "Roman yazmam, tiyatroya destek olsun diyedir." Zira, romandan tiyatroya dönmenin daha iyi olduğuna kanidir: "Ben kendi zevkim için yazdım ve öyle yazacağım" diyor.
Ben gördüğümü yazmadım, münzeviyim; düşündüğümü yazarım 
Hakikatten ziyade hayali severmiş. Diyor ki: "Ben, gördüğümü yazmadım, münzeviyim. Düşündüğümü yazarım."
Bu sırada romanlarını bitirip de mi gazeteye verdin, dedik. "Aradım, sordum, hiç böyle yapan yokmuş" dedi. Sonra da tiyatronun zorluğundan, temaşagerlerin adem-i tecanüsünden, bir eserin ilk oynandığı zaman seyircilerdeki çehrenin derin mânasından, işmizazların acılığından bahsetti. "Efendim, hem çok acı... Hem de çok tatlıdır..." diyor.
Artık akşam olmuştu. Olduğumuz yer, onun ve bizim evlerimize çok uzaktı. Kalktık ve beraberce çıktık. Öteden beriden biraz daha konuştuk. Çok eski dostlarmışız gibi ayrıldık, fakat bugün sorarsanız, hakikaten çok eski dostlarız ve bugün Reşad Nuri Bey'i ruhumda tesir bırakan bir muharrirden, bir romancıdan ziyade sevdiğim bir dost gibi hatırlıyorum.
(Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu / İlk yayın: Dergâh dergisi 1922 / İkinci yayın: Akşam gazetesi 15 Aralık 1956 / Arşiv: Taha Toros / Kaynak: earsiv.sehir.edu.tr)
0 notes
hepsigececek · 6 years ago
Text
İkinci iş görüşmemle hayata devam ediyorum adeta sinir stres attım bugün. Ofise döndüm anlattım herkes gülmekten yerlerde patronum şok.
Çok iyi istifa ettim her şeyi değiştircem burayı da değiştirmem gerekiyor şeklinde. İnş tükürdüğümü yalamam.
Bugün kendimi yemeğe götürdüm kendime alışveriş yaptırdım ama hiç param yok zaten düşündükçe kendime sinirlensem de bunlar son kızım deyip yola devam ediyorum.
Hava buz gibi, akşam dokuzda çıktım işten ama tüm gün tek yaptığım dedikoduydu bugün. Patronumla yine birbirimize biraz surat yapıyoruz gibi. Bana bozuk farkındayım ama ne yapabilirim ya, olmuyo işte. Zaten azıcık kafam olsa kendimi abanta uludağa falan götürcem. Bu cuma da izmite kaçmayı düşünüyorum. Kimin haberi yok, sevgilimsunun. Çocuğun suratına bile sevgilim demiyorken buraya yazmam rezaleti.
Neyse geçiniz. Kafamı karıştıran bi şeyler olmaya başladı yine. Adliyeden uzak kalınca özleniyormuşum ve bu cümle çok garip birinden geldi. Çocuk ilgisini bu zamana kadar saç çekip kaçan erkek çocuğu gibi beni delirterek göstermiş ben kaybolunca açılmaya başladı. Diyorum gelemem diyorum iptal haldeyim ama şey demiyor tamam akşam görüşelim demiyor. Dedirtmeyen ben değildir hadi bakalım buluşalım da friendzone’u ye.
İki yıl önceden kendime gizli ilişki yaparsam allah çarpsın demişliğim var. Şu an yine gizli ve yine ben istedim acaba yine aldatılıyo muyumdur...
Mayısta aldatıldığımı farkettim ve buna verdiğim tek tepki kahkaha atmak oldu. Bünye kendini çok iyi koruyo vay be yine salak kızmışım dedim güldüm. Of aldatınca aldattım desenize en fazla iki tokat yersiniz karaktersiz olduğunuzu ben sonra farketmesem keşkee. Bu sebeple daha iyiyim.
Yarından cumaya köpek gibi işim var ve nasıl olacak bu işler hiç bilmiyorum. Yarınla perşembe sonsuz döngüde ofiste oturmam lazım. Böyle şey bir döngü, allah belamı vermesin kalkamıyom döngüsü. Keşke yaz olsaydı laptopı balkona atardım ne güzel.
Perşembe de duruşmam var ama anadoluda. Bakalım köz getirle karşılaşcaz mı, bu çocuk bu elde edemeyişle beni duvara yapıştırcak diye çok korkuyorum. Adliyeye gitmediğime bu yüzden çok mutluyum son zamanlarda. Hazirandan eylüle adımı bilmeden kovaladı, eylülde şak diye karşıma oturdu. Ne zaman vazgeçersiniz köz getir bey acaba, pardon bey demişim.
Bunları buraya yazdığıma göre sanırım canım çapkınlık istiyor. Yine yanlışlıkla piç erkek oldum al işte.
Bi de batuhan var bu adam bana düpedüz yürüyor ama sevgilisi ve instada boy boy fotoları var kütük bizim okul heralde şerro.
Her şey hoş da halen sapığımın kim olduğunu bilmiyom. Evin çevresi komple eski flörtüm okey ama evi bilmiyorlar kim lan bu sapık.
Abi sevgilinizi nasıl aldatıyonuz gizli ilişkide bile ben gayet üzülür lan bu deyip muhatap olmuyom milletle.
Kafalar yanık ve karışık, eski hallerimi halen özlüyom. Sakaryadaki kankim aradı haftasonu gelcem pubda dans eder miyiz diyo, kuş öldü beybi. Uçuşu da hatırlamıyor.
Ay ay bir de aklıma gelmişken, yagmi çiçeğin geldi bugün. Dünyanın en güzel çiçeği. Notunu da cüzdanıma koydum. Açıp baktıkça mutlu olurum diye. Çorluya da gidip geleyim de buluşalım çiçeğim.
Özlem biten bi duygu zamanla, özlem dediğimiz şey maksimuma ulaşınca bitiyor. En yakın arkadaşımı üç yıl aradan sonra gördüğümde mesela hiç özlem yoktu. Fizikten öte arkadaştık çünkü. Çünkü bir yerden sonra ses sarılmaktan iyi geliyor. O özlem yine maksimuma koşuyor mesela. Ama uzun süre gitmezsem bitecek.
Canım kendim kendimi çok seviyorum.
0 notes
darkerindarkness · 8 years ago
Text
İkimiz kendimizi kendimizden kurtaracak şeyin biz olduğumuzu düşünürdük hatta birbirimize armağan ettiğimiz şarkılarda bile aynı söz dikkatimizi çekmişti biz öyle bir güzelliktir gökkuşağının her bir rengi gibiydik renklerimiz vardı ikimizinde bazı renkler aynıydı bazı renklerimiz farklıydı birbirimizden ama hep birleşince ikimizde beyaz olurduk birbirimize ellerimizin birbirine değmesi iki kıtanın bir araya gelmesi gibiydi gözlerimizin birbirine dokunması cehennem ve cenneti aynı kazana atmaktı dur ondan bir şey anlatayım biz birbirimize yolculuk biletlerimizi verirdik onun benim yanıma geldiği benim onun yanına gittiğim terminallerde beklerdik o günün gelmesini ve gelince vücutlarımız sıcaklığını bulunca hiç kopamazdık şöförler uyarırdı ayrılırken bizi o giderdi dünya çökerdi o dönerdi bahar açardı hayatımda artık gidemiyorum meleğim çok duramıyorum terminallerde oturamıyorum senin gibi koridor kenarına istemiyorum otobüs görmek istemiyorum izmire gitmek yapamıyorum sensiz onları ölüp diriliyorum her gecenin sabahına bakın ister istemez ona yazıyorum belli bir yerden sonra aslında sadece buraya yazmak istersen sanki ona yazıyormuşum gibi devam ediyorum neyse konuyu kaçırmayalım geçen gün gittim terminale onla beraberdim her köşesinde banklarımıza oturdum 13 numarada bekledim sigaramızı içtim onu bekledim sonra uğurladım bir daha bunları yaşayamayacağımı bile bile o sakızla uyuyabilirdi bak aklıma o geldi kaç kere sordum nasıl yapıyorsun bunu diye denedim bende başardım ama onun kadar olamazdım tabi sigarayı sakızla içmesini de severdi her şeyini anlatırdım buradaki en uzun yazıyı yazabilirim onu yaparsam ama böyle yazmam lazım saçmalamaya başladım biliyorum belki diyorsunuzdur bu çocuk ne acı çekiyor demeyin eğer bir gün bir kişi bile okursa demesin ben kendi hatalarımın sonucuyum onu ellerimle bıraktım benden o bilir her zaman ona derim ben hiç bir şeyden pişman olmam diye ama duysun beni ben de artık ilk kez pişmanım senin yanında ömrümün sonuna kadar duramayacağım için ellerini bıraktığım için dudaklarına sabahlara kadar şiirler yazmadığım için saçlarının kokusuyla uyayamayacağım için sana bir daha sarılamayacağım için ve bir sürü sensel sebeplerden pişmanım
0 notes