#bundan kurtulamıyorum
Explore tagged Tumblr posts
Text
elimde bir sigara. ne için yaktığımı anımsayamıyorum. ama her şeyin bir sebebi vardır diyerek geçiyorum. başımda nedeni bilinmez, dinmeyen bir ağrı. ilaçlara uzanan ellerimi kendime çekiyorum, bir yanlışa daha mahal vermemek için. çokça susuyor, çokça kusuyorum. ama aynı inatla midemi bulandıran sigarayı içiyorum. biraz ağlıyor, biraz sızlıyorum. ama her şey geçer diyerek sızlayan her bir yanımı susturuyorum. sokaklarca yürüyor, yeri gelince koşuyorum. nefes alıyorum. nefes alamaz oluyorum. bazen, en olur olmadık zamanlarda bile sırf yaşadığımı hissetmek için tırnaklarımı geçiriyorum avuç içlerime. yer yer kanıyor ama ben yaşadığıma inandığım için seviniyorum. bazen düşüyorum. dizlerim parçalanıyor. ama aynı yolda inatla devam ediyorum. canımı yakanlardan bir bir uzaklaşıp kendi kabuğuma çekiliyorum. beni içine çeken yalnızlıkta hem boğuluyor hem de nefes alıyorum. bu çıkmazdan çıkamıyorum. bazen, bir kaldırım köşesinde otururken intihar düşüyor aklıma. susuyorum. ve gidiyorum. içimdeki sesleri susturamıyor, bazen onları dinler oluyorum. aynaya bakıp saatlerce ağlıyorum. bilincimi kaybettiğim anlar oluyor. gözümün karardığı, bedenimin zemine yuvarlandığı. yemek yiyemedim ondandır, diyorum. çok sigara içtim ondandır, diyorum. yalan ağzıma yuva yapmış. ben iyi değilim, diyemiyorum. yaşayamıyorum, diyemiyorum. bir adım atıyorum. ikinci adımda koşuyorum, her şeyden kaçmak istercesine. kaçamıyorum. içiyorum. kusuyorum. ama içimdeki zehri atamıyorum. sustuğum her an, boğazımı kendi ellerimle düğümlediğim her an sanki mezarımı kazıyor gibi hissediyorum. ellerim parçalanıyor, tırnaklarım yerinden sökülüyor sanki. bir acı beni esir alıyor. bir uçurum kenarına usulca bırakıyor. sanki beni ölüme değil kurtuluşa getirmiş gibi hissediyorum. biliyorum, yanlış. her şeyim, her sözüm çok yanlış. ama ben bundan kurtulamıyorum. sigaram bitiyor. ellerim titriyor. ben biraz eksiliyorum. eksildikçe de ölüyorum. ben bu çıkmazdan çıkamıyorum.
59 notes
·
View notes
Text
Bundan 3 yıl önce savrulduğum zamanlardan biriydi. İşsizdim, yalnızdım, ayağım da kırıktı. Param yoktu, üç kuruş biriktirmiş gururdan babamdan isteyemiyorum diye onu harcıyordum. Şimdi ise yaptığım tatil planlarına hazırlanıyorum, borcunu ödediğim bir arabam, sevdiğim insanlar var. Bunaltıdan kurtulamıyorum ama başardım diyebiliyorum. Eğer ki biriniz bu haldeyseniz, o gün gelecek demek için yazdım bunları. O gün gelecek ve özgür olacaksınız. Biraz daha sabır
16 notes
·
View notes
Text
Meursault'la Konuşmalar 43
Çarşamba günü seansım vardı. Doktorla korkularım hakkında konuştuk. Tezi bitirmekten korktuğumu düşündüğümü söyledim. Biraz bunun üzerine konuştuk. Tezimle ilgili rutin oluşturmaya karar verdik yine yeniden. Şu anda da bilgisayarın başına bunun için oturdum. Ama yirmi dakikadır boş boş geziniyorum ekranlar arasında. Dün bir iş teklifi aldım. Yayıncılık alanında. Yapmaktan da zevk alacağım bir iş. Bakalım nasıl ilerleyecek süreç. Bu teklifin geleceğini kestirmiştim ama nasılını bilmiyordum. Doktora bundan bahsettiğimde akışına bırak, en kötü ne olabilir dedi. Dibe düşmekten korkuyorum tekrar dedim. Çünkü bu sıra dibe doğru gidiyormuşum hissinden kurtulamıyorum. Toparlanmam gerek.
Bu hafta çok dolu bir haftaydı. Hatta geçen hafta da. Öğrenci görüşmeleri, katıldığım birkaç etkinlik vs. Örneğin, Çağlar Fidan söyleşisine gittim seanstan sonra. Söyleşide birkaç soru sordum, etkinliğin sonunda Fidan soruların zorlayıcı olması çok güzeldi dedi sonra bana dönüp "siz çok güzel zorluyorsunuz yalnız" dedi gülerek. Ben de sabredip cevapladığı için teşekkür ettim. Hoş bir an olarak kaldı. Öncesinde Galatasaray Ünv.'nin kafeteryasında oturduk arkadaşlarla. Kampüs ortamını pek özlemediğimi fark ettim. Yeni neslin konuşma tarzına, davranışlarına tahammül etmek güç.
Geçen pazar tiyatroya gittim, Toz'a. Emre Abi hediye etmişti bileti. Çok güçlü bir oyun, Zerrin Tekindor da çok güçlü ve inanılmaz yetenekli bir oyuncu. Çok etkilendim oyundan. Ama Zerrin Hanım tizleri çok ve abartılı kullandı oyun boyunca. Rahatsız etti beni o tonlamalar. Bilmiyorum. Belki de tahammülümün sınırlı olduğu bir gündü. Öncesinde yayıncı bir arkadaşımın verdiği bir roman dosyasını bitirdim. İki gün sürem vardı, bitiremem sanmıştım ama ilginç bir şekilde az zamanda bitirdim. Önceki gün de yan mahallemize açılan espressolab'a gidip çalışmıştım. Güzel bir mekan olmuş, giderken de teslimat noktasına gelen kargomu aldım. Korfu Üçlemesi'ni heyecanla bekliyordum çünkü dizisini de çok keyifle izlemiştim. Neyse, tiyatro başlamadan önce bitirdim dosyayı, son iki sayfa kala kalktım oyuna gittim. Aslında keyifliydim yani oyuna girerken. Çıkışta kalan iki sayfayı da bitirip gönderdim arkadaşıma. Eve geldiğimde bizimkiler de sofraya oturuyordu, iyi zamanlamışım.
Geçtiğimiz cuma babam geldi Maraş'tan. Bir aile dostumuzun kızının düğünü için. Pazar günü evdeki herkes o düğüne gitti ben de tiyatroya işte. Pişman mıyım, hayır. Salı günü de kahvaltıdan sonra babamı havalimanına götürdüm. Döndüğümde saat dörttü. Bütün günüm gitti bir bakıma ama bu vaktin çoğunda araba kullanıp Fidiro Kahvesi'nin İhtiyaç Odası bölümlerini dinlediğim için iyi geldi. Araba kullanmayı bu kadar sevmeseydim dünyamız.
Dün Şeyma'yla Suadiye'de spontane bir study date yaptık. Sonra karşıya toplantıya geçtim. Cağaloğlu'na uzun zamandır gitmiyordum, güzel oldu. İki saat planladığımız toplantı 4 saat sürdü. Çıkışta elimiz kolumuz kitapla doluydu, öyle döndük eve her birimiz. Annem tabii ki söylendi "yine mi kitap, evde yer kalmadı" şeklinde. Haklı aslında. Bugün masamda yükselen kitap yığınlarına dur dedim ve neredeyse ağlayarak daha önce okuduğum kitapları kütüphaneden koliye aktardım. Yenileri yerleştirdim ama yine sığmadı. Bir süre kitap almamalıyım gerçekten. Kolileri koyacak yer de bulamadım. Ev üstüme üstüme geliyor, sinirlerim de aşırı derecede bozuk çünkü kitapları kolilemek demek kendi evimde göçebe olmak demek. nefret ediyorum bundan. Bir seramikçiden birkaç bardak sipariş etmiştim. Onlar geldi önceki gün. Annem hiç beğenmedi. Gördükçe söyleniyor "bunlar ne böyle, niye aldın, gerçekten beğendin mi, çok çirkinler vs. vs." Çok güzel olmasalar da sade ve hoşlar bence. Ayrıca ucuzlardı ve evdeki bardaklarımız çizildiği için artık kullanmamamız gerekiyor. Onların yerine aldım bir nevi. Annemle sürekli minör çatışma halindeyiz. Yoruluyorum.
Şimdilik hayat böyle. Yazıyı bitirince teze bakar mıyım? Bilmiyorum Meursault, hiçbir şey bilmiyorum.
12 notes
·
View notes
Text
derin bi acı içerisindeyim, bundan kurtulamıyorum..
37 notes
·
View notes
Text
buraya gelmek sürekli olarak bir şeyleri biriktirmeyi ardında getiriyor bundan hoşlanmıyorum ama buraya gelmediğim zaman içimde biriktirdiklerim dağ oluyor
daha çoğu istemek ve kendime nefes aldırmak arasında çaba vermek bana iyi geliyor ama içten içe beni rahatsız eden o dürtüden kurtulamıyorum
bazı şeyleri zamanında yapmamanın yahut yapamananın getirdiği o duygu illet gibi yapışıyor
geç kalmak hissi değil bu başka bir şey yetişememek değil noksanlığın farklı bi yönden çarpışı ne bileyim işin sonunda ellerim bak boş kaldı demek korkusu belki de
4 notes
·
View notes
Text
güzel bir şey yaptığımda çocuk gibi yakınlarıma yazmak istiyorum bakk ben neler yaptım diye kurtulamıyorum bundan aıgowjgeplgpew
12 notes
·
View notes
Text
Ben sevmiycem hiç bir kadını bundan sonra ne kadar, Kin doluyor bu bedenime bak kurtulamıyorum bu rüyadan.
2 notes
·
View notes
Text
sadece bos ve gereksiz hissediyorum ve bundan kurtulamıyorum
3 notes
·
View notes
Text
Sevemem diyordum bundan kaçıyordum ama gel gör ki kaçmam da işe yaramıyormuş senin sevgin beni içine çekti nerede olursam olayım kurtulamıyorum bundan
8 notes
·
View notes
Text
benim yolum senin nefesini keser, zafer. benim yolum, seni öldürür. ben eksik ve aksak yürürken sana koşmayı öğretemem. benim ellerim kan kokarken sana çiçekler uzatamam. benim toprağımda ektiğin her çiçek ölür, zafer. yıkılmış binalar arasında yaşam savaşı verirken sana umut kokan cümleler sunamam. ezilmiş ruhum can çekişirken senin saçlarını okşayamam. uykusuzluktan ağrıyan başım gibi çaresi yok bunca şeyin. kaçsam kurtulamıyorum. yakalansam ölüyorum. içimin çürüdüğünü hissediyorum, zafer. sokaklarımı ateşe verdim. her bir izimi yaktım. bundan bedenim sızlıyor, acıdan. sana konuşamıyorum. sana koşamıyorum. sana gelemiyorum. kızma bana. ben kendimden kaçıyorum. kendime bile gelemiyorum. ellerim sigara ve kan. kulağımda yankılanan müzik susturmuyor, şeytanlarımı. bileklerim sızlıyor. bana umut diyorsun, zafer. bana yaşam diyorsun. ben ölüyorum, sen bana yarabandı uzatıyorsun.
61 notes
·
View notes
Text
uyanmamak için direniyorum sabahları. uykuya muhtaç bedenimin uyuyabildiği birkaç dakikayı uzatabilmek için çırpınıyorum. ama bir türlü şu yorgunluğun esiri olmaktan kurtulamıyorum. geçmişi, geleceği hatta şimdiyi enine boyuna düşünüyorum. kedilerle konuşuyorum, hem de böyle ciddi konuları. kucağımda bir kedi varsa şayet bir yerlere geç kalmayı hiç önemsemiyorum. parmaklarımın yamuk oluşuna kıkırdıyorum. omurgamın eğri oluşunu sırtımdaki yüklere bağlıyorum. yerlerde, banklarda, sıralarda, hep bir yerlerde uzanıyorum. sanki oturduğumda bile bir şeyleri sırtlıyormuşum gibi hissetmekten kendimi alıkoyamıyorum. ilaçlarımı artık almıyorum. eskisi kadar söz vermiyorum. tutamadığımda kendimi yiyip bitirdiğimden bundan hep kaçmaya çalışıyorum. gece üçte balkona çıkıyorum. ama sen merak etme çıkarken sıkı giyiniyorum. karşı balkondaki adamı, çöpün kenarındaki kediyi ve camda sigara içen kadını izlerken adını bilmediğim şarkılar dinliyorum. böyle her yere saatler asmak istiyorum. zamanın geçtiğini, büyüdüğümü kendime kanıtlamak zorunda hissediyorum. ama bir türlü inanamıyorum, biri gelip de çocuk gibisin demesin diye canımı dişime takıyor, deli gibi çırpınıyorum. nefessiz kalıyorum, hareketsiz kalıyorum, çaresiz kalıyorum, öylece kalıyorum. bir şekilde kalıyorum ve kalan hep ben oluyorum. ellerimi nereye koyacağımı bilmiyorum. gözlerimi nereye dikeceğimi bilmiyorum. yönümü ne tarafa çevireceğimi ise hiç bilmiyorum. rüzgar nereden eserse hep o tarafa gidiyorum. ara sokaklarda çocukluğumdan kaçıyorum. pencere önlerindeki çiçekler gibi susuz kalıp çürüyorum. bir şeyler oluyor ve ben öylece izliyorum. kurtuluşumu çıkmaz sokaklarda sanıyorum. ve ben hep sanmakla kalıyorum.
3 notes
·
View notes
Text
çığlık çığlığa tartışmalarda edilen sözler gün gelir içinde kocaman bir kara delik olur. sorgularsın, sorgularsın, sorgularsın. mutlu değilim. canım yanıyor mu bilmiyorum. içimde bütün dünyayı yutabilecek bir karadelik var. kurtulamıyorum bundan. bedenine son bir kez sarılmadan uzaklara gitmen hiç doğru olmayacak. zamanı değil melek. zamanı değil neşem. zamanı değil. görecek günlerimiz var ama ölüm virajda bizi bekliyor kollarını açmış.
2 notes
·
View notes
Note
Bazen çok konuşuyorum. Ama sonra pişman oluyorum. Bundan kurtulamıyorum. Ne yapmam gerekiyor bilmiyorum:/ pat diye konuya da girdim, kafam çok dolu ondan sanırım. Afedersiniz. Neyse iyi geceler, mutlu seneler. Tumblr adına İyi ki doğdunuz
konuşun nolacak. demek ki buna ihtiyacınız var bende çok konuşurum :) eğer bazen patavatsız girişimler yaptığınızı düşünüyorsanız her konuşma atılımında önce kendinize dur giyin, gerek var mı bunu söylememe, söylersem sonucu nolur diye küçük bir sorgulama yapın zamanla daha az girişimde bulunursunuz. blr de çevrenizde çok konuşan ve rahatsız olduğunuz biri varsa "ben de böyle rahatsız ediyor muyum acaba karşımdakini" diye düşünürseniz azaltırsınız 🪻ben sizin cümlenize istinaden yaptım bu yorumu, yani çok konuştuğunuzu ifade ettiğiniz için çözüm yolu söyledim 🌸
estağfurullah. dert etmeyin. içinizden geldiği gibi konuşun dökün içinizi. bazen konuşmak çoğu şeyin çaresidir ve geçmişe bakıldığında bugünkü çok anlatmanızın, cümle kurmanızın kesinlikle bir karşılığı, hikayesi vardır kendimden biliyorum. Allah hayırlı ve yararlı cümleler çıkarsın dilimizden. çok teşekkür ederim Allah razı olsun eksik olmayın 🤍🫂
1 note
·
View note
Text
Bazen düşünüyorum da çok mu değer veriyorum, çok mu umursuyorum bazı şahıs ve olayları?! Aslında hep yanlış yaptığım konu budur belkide. Hep içimdeki fırtınaları ayaklandırarak beni mahveden şey belki de odur. Duygusuzlukla nitelendirilmemek için çabaladıkça beni öyle olmaya zorlayan şeylerden biri de odur belki de. Temelli vazgeçemiyorum bazı insanlardan, duygulardan, isteklerden ve fikirlerden. Ve hepsi bir şekilde karşıma çıkmayı başararak ters köşe oyununu durmadan sürdürmeye devam ediyor. Vazgeçemeyip altında ezilmek zorunda kaldığım şeyleri mahvetmek için ne kadaf çabalasam bile durmadan aynı girdaba kapılaram savruluyor, hatta yaralar alsam bile bundan kurtulamıyorum. Belki de benim de zayıflığım budur. Vazgeçemedim şeylerin sonsuzluğun mahkum olarak onların altından kalmak için durmaksızın çaba vermek zorunda kalmaktır belki de tüm hatam ve yanlışım. Bu mahkumiyeti durdurmak için çabalayamıyor oluşumdur belki de beni tüketen. Bilemem, bilemiyorum ve hatta belki hiçbir zaman bilemeyeceğim. Bildiğim tek bir şey var. Oda bu girdabı ya tek başıma yıkıp yok edeceğim, ya da birisine güvenmeyi seçeceğim. Ve bu seçim ise tüm hayatımı darmadağın bile edebilir.
0 notes
Text
Kendi ayaklarımla girdim bu mezara ve dahada çok toprak atıyorum üzerime kalkamayayim diye bile bile hayatımı kendim siktim ve bundan kurtulamıyorum
1 note
·
View note
Text
İçilmemiş Çayın Hesabı
✍🏻 Hayrettin Geçkin
https://www.gundemarsivi.com/icilmemis-cayin-hesabi/
Mümtaz Temiz’in 12 Eylül sürecinde bizzat yaşadıklarını anlattığı anı -öykü diyebileceğimiz “İçilmemiş Çayın Hesabı” adlı kitabını okuyalı birkaç gün olduğu halde bir türlü etkisinden kurtulamıyorum. Annemin, “Allah kimseye dayanabileceği kadar dert vermesin, başıma gelenleri düşmanıma dahi göstermesin, insanoğlunun dayandığına manda gönü dayanamaz,” şeklindeki sözleri geliyor aklıma sık sık… Yüreğimin yandığını, duyarlıklarımın alev aldığını hissediyorum.
Prag’da bulunduğum bir sırada işkence aletlerinin sergilendiği bir müzeyi gezmek isteyip istemediğim sorulmuşu. İnsanlığın böylesi yeteneklerine yeniden tanık olmak istemiyorum diyerek reddetmiştim. İçilmemiş Çayın Hesabı’nı okumaya da belki bu nedenle cesaret edemedim bir süre. Sonra elimin altında bulunan Ömür Balcı’nın Ben Rodina, Dilek Değerli’nin Kozadan Karadeliğe, Oğuz Tümbaş’ın Dingin Sözler Avlusu, Bülent Güldal’ın Zambak Kapısı, Hakan Dilek’in Söz Bitti, Sami Ülker’in Aydınlığın Bedeli adlı şiir kitaplarından cesaret aldım. O kitaplardaki sevdiğim şiirler, altını çizdiğim dizeler yardımıma koştu her boğulacak gibi olduğumda. Yani bir şiir ordusuyla çıktım korkumun karşısına.
Ben yazamadım 12 Eylül’de yaşadıklarımı… Mümtaz Temiz yazmış, yazabilmiş. Ağlaya ağlaya yazmış hem de. Sizler bu kitabı okurken hangi acılar yaşarsınız, nelerle yüzleşirsiniz, nelerden kaçarsınız, nasıl korunur, nasıl dayanırsınız onu bilemem. Bana öyle geliyor ki okumasanız da kendinizden bir eksik kalırsınız. Kitabın edebi ve estetik kaygılarla yazıldığını asla ileri sürmüyorum. Derdim bu değil. Nasıl anlatıldığından çok neyin anlatıldığının öne geçtiği bir duruma vurgu yapmak istiyorum. Görüntüye gelmesi gereken şeyle ilgiliyim bu kez. Kaldı ki bu kitapta acının estetiğini külçeler halinde bulabileceğinizden de eminim. Dile gelenlerin büyük, derin ve kapsamlı bir edebiyatın konusu olduğundan da…
Kitapta “konuşmasın; konuşmalarıyla, okuduğu şiirlerle kitleleri bir daha havalandırmasın” diye bayıltıldığı bir sırada boğazına kaynar su dökülerek sesi yok edilen Enver Karagöz’den de söz edilmiş… O yeryüzülü devrimciden, onun direncinden, Direnç Gülü’ne dönüşmesinden işkenceler karşısında… Şu an Enver Karagöz’ün yazılarımda sık sık yer verdiğim, “Rüyamda bir kitap dile geldi ve bana şöyle seslendi: Ben okundukça kitap sen okudukça insan olursun” sözüyle baş başayım. Huysuz, huzursuz ve mutluyum.
Bir şeyi unutmadan geçersem yanlış yaparım: İçilmemiş Çayın Hesabı, “Gelecek, beklenen bir şey değil, yapılan ve yaratılan bir şeydir” diyenlere sesleniyor daha çok. “Adil, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir dünyanın yaratılmasının bir bilgi, bir bilinç, bir birikim ve bir vicdan işi olduğunu” düşünenlere ve de… Belki de insan olmak için işe kendinden başlamak isteyen herkese. Kimsenin de geç kaldığı yok aslına bakılırsa. Kitap, yaşanan acıların üstüne çıkmayı ve bir ışığa dönüşmeyi başardığı için de böyle söylüyorum biraz. Acıttığı, dağladığı, yaktığı kadar yapıcı ve onarıcı olduğu için de.
Eğer 12 Eylül, bir sinema yapılacaksa işte senaryo. Bu kitap işte! İçilmemiş Çayın Hesabı! Bundan iyisini, sahicisini hiç de aramaya gerek yok bence. Kaldı ki kitap içindeki çoğu anı -öykü zaten başlı başına bir sinema konusu. Üstelik kurgusal bir gerçeklik değil bu kitap. Safi gerçeklik. Baştan aşağı, tepeden tırnağa… İnsan neden yapılırsa hepsi var içinde: Acı, sürgün, işkence, ölüm, korku, heyecan, sevinç, umut… Daha pek çok şey! Okuyunca bulacaksınız.
Öğretmen olduğu okulun 12 Eylül’le birlikte askeri kışla haline getirilmesi ve kendisine burada işkence yapılması başlarda dayanılmaz gibi gelmişse de Mümtaz Temiz’e, daha büyük acıların yolunun üstünde olduğunu sezivermiş bir süre sonra. Salt kendinsinin uğradığı haksızlıklar, hukuksuzluklar, iftiralar, suçlamalar, uğradığı işkenceler değil bunlar. Acıyı yüreğinde eriterek onu dirence, umuda, aydınlığa dönüştürmek ve tarihe not düşmek de diyebilirsiniz Öğretmen Mümtaz Temiz’in yaşadıklarına ve tanıklıklarına.
İçilmemiş Çayın Hesabı’nda anlatılan Çakçaka Sesi’ni özetlemeye kalkmam boş bir çaba olur. Ardahanlı Kara Zekerya Amca’nın çığlığa dönüşmüş sessizliğini duyuramam size bu mesafeden. Sesim zaten bed, Bozo’nun Hezal Hezal Türküsü’nü beceremem söylemeyi.“Vurulmuştu nefes nefes uyandı / Ölenlerden arta kalan tek candı” desem de size yabancı gelir. Tümay Durukan desem, “O da kim” diyeceksizin büyük bir olasılıkla… Küçük Şehirli’nin Mektubu var bir de. Küçük Şehirli Mümtaz Öğretmeninin öğrencisidir. Cezaevine mektup yollamayı başarmış 10-11 yaşlarında bir kız. O yaşta o mektubu yazabilecek öğrenci yetiştiren öğretmeni içeri atmasınlar da uyduruk 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde başarı ödülü mü versinler Mümtaz Öğretmene? 12 Eylül mantığının doğrusu buydu çünkü. Mümtaz Öğretmen suçlu bence. Sakın acımayın ona! Çünkü çölü yeşertecek kuyunun yerini biliyor Mümtaz Öğretmen.
12 Eylül adil, demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir Türkiye özleminin ve bu anlamda verilen mücadelenin önünü kesme projesiydi bilindiği gibi. Toplumun topyekûn teslim alınmasını hedeflemişti… Düşünmesin diye insanlarımız, düş kurmasınlar diye; talana, yalana, soyguna, sömürüye karşı çıkacak güçleri kalmasın diye… Koruyamasınlar diye cumhuriyet değerlerini, demokratikleşme ülke gündeminden düşsün diye. Bugün toplumun en az bir yarısına çocuk tacizlerinin kötü bir şey olduğunu anlatmakta zorlanıyorsak, bu durumun 12 Eylül Projesiyle ilgisi olmadığını kim söyleyebilir?
İsterim ki gözbağıyla okuduğu okulun merdivenlerden gözü açıkmış gibi çıkan, bundan ötürü sen “Görüyor musun yoksa” diye azar işiten, bunun için tekme tokat yiyen Mümtaz Öğretmenin “Görmüyorum ama ben bu binayı ezbere biliyorum. Burada dört yıl okudum” yanıtını duyasınız siz de, kalbindeki yaşanası dünya özlemini ona nasıl ödettiklerini hissedesiniz.
Okumayı sevmeyenler için de İçilmemiş Çayın Hesabı yeni bir başlangıç olabilir bana kalırsa. Çünkü insan kendinden yeni kendine kitapsız ilerleyemez. Başlangıçlar iyidir her zaman.
Kitapta da okuyacağınız gibi Mümtaz Temiz tahliye olduğu sıralarda işkencecisiyle karşılaşır. Onu sesinden tanır. “Beni tanıdın mı” diye sorar. “Hayır” der işkencecisi. “Ben seni sesinden tanıdım da sen beni yüzümden tanıyamadın mı” diye çıkışır. Kitapta açıklamaz işkencecisinin kimliğini. Çocukları, anası, babası, komşuları mahcup olmasınlar diye. Zaten amansız acılarla aylarca cebelleştikten sonra geberip gitmiş. Kenan Evren de benzer bir şekilde öldü. İki yıldan fazla acılar içinde yaşadı, bir türlü can veremedi. Evet, evet! Ölümünden iki yıl önce öldüğü yolunda söylentilerin çıktığını sanırım anımsarsınız. Bu söylentiyi duyduğumda şu dizeleri yazmıştım:
Kenan Evren ölmüş diyorlar
Nisan bir şakası olmalı
Çünkü kolay kolay
Can veremez cellâtlar
Mümtaz Öğretmen, sana dair bir şey söylemeleye gerek var mı , bilmem ki? Öğretmenlik aşkının, ülkeyi ve insanları sevmenin, yaşanası bir dünya düşçüsü olmanın ödülü böyle verilir bizim ülkemizde. Bu, bugün bile böyledir. Can Baba gibi söylemek gerekirse, “Acıyorsam sana anam avradım olsun!”
(İçilmemiş Çayın Hesabı, Mümtaz Temiz, Yaşanmış Cezaevi Öyküleri, Pamiray Yayınları, Mart 2018, 184 Sayfa)
Hayrettin Geçkin
#İçilmemişÇayınHesabı #MümtazTemiz #12Eylül1980 #12EylülDarbesi #12Eylül #işkence #kitapincelemesi #kitaptanıtımı #cezaevianıları #edebiyat #deneme #toplum
0 notes