#bu ders bana idi
Explore tagged Tumblr posts
Text
Bizden bir cacık olmayacak olsaydı, Allah bize bizden bir şey olacağı umudunu içimize koymazdı.
.
15 notes
·
View notes
Text
Ders Verdiğim Öğrencinin Annesini Siktim! (Atakan 31 Y., İstanbul)
Merhaba seks hikayeleri ve fantazi düşkünü arkadaşlar. Ben Atakan. Üniversite mezunu, kamuda çalışan, ek gelir olması için Matematik dersleri veren, 1.80 cm boyunda, iri yapılı ve yakışıklı sayılabilecek biriyim. Öğrencilerimi internete verdiğim ilanlarla buluyorum. Genelde haftada 2-3 öğrenciye ders veriyorum.
Yine bir gün ilanda verdiğim telefon numaram arandı. Telefonu açtığımda karşımda cıvıl cıvıl enerji dolu bir sesle karşılaştım. Arayan bayanın adı Sibel idi. Oğlu için özel ders ile ilgili bilgi almak istediğini söyledi. Ben de şartlarımı telefonda anlattım. Velilerin bana güven duyması için ilk dersi ücretsiz veriyorum. Dersleri de öğrencilerin evinde veriyorum. Ders ücretini de söyledikten sonra ertesi gün akşam 18:00'de oturduğum semte yakın bir kafede buluşmak üzere sözleştik. Zaten semtime uzak yerlere ders vermek için gitmiyordum.
Ertesi gün sözleştiğimiz saatte kafeye gittim oturdum. Kafe biraz kalabalıktı. Beni tanımadığı için telefonla aradı ve kafeye telefonla konuşarak girdiği için giren kişinin Sibel olduğunu anladım. Anlar anlamaz da içimin yağları eridi resmen. Sibel kapalı bir bayandı, ama modern giyimliydi. Kafasındaki başörtüsü pembe renkteydi. Üzerinde siyah uzun kollu bir tişört ve ince bir hırka vardı. Altında da yine gül kurusu renkte dökümlü duran fakat vucut hatlarını belli eden uzun bir etek vardı. Boyu uzun sayılırdı. İnce belli ve alımlı biriydi.
Masaya kadar geldiğinde merhabalaştık ve yüzyüze tanışma fırsatını yakaladık. Kısa bir sohbetten sonra içeceklerimizi sipariş ettik. Sohbete kaldığımız yerden devam ettik. Gerçekten Sibel'den etkilenmiştim. Ben bayanlarla iletişim kurmakta iyiyimdir. Ama Sibel beni çok heyecanlandırmıştı. Sohbet ilerledikçe birbirimiz hakkında daha fazla bilgiye sahip olmaya başlamıştık. Ben kamuda çalıştığımı, yalnız yaşadığımı, 5 senedir İstanbul'da yaşadığımı anlattım. Sibel de doğma büyüme İstanbul'luymuş ve kocasını 8 sene önce kaybetmiş. Oğlu da 12 yaşındaymış. Ben oğlunun 12 yaşında olduğunu duyduğumda şaşırdım. Neden şaşırdığımı sordu bana. Ben de, "Herhalde 17 yaşında evlendin?" dedim. Gülümsedi ve kaç yaşında gösterdiğini sordu. "28-29 yaşında gösteriyorsun!" dedim. "Bilemedin!" dedi gülümseyerek.
Meğer Sibel 39 yaşındaymış. Bunu iltifat olsun diye söylememiştim. Gerçekten yaşını hiç göstermiyordu. Yaklaşık bir saat oturduk. İtiraf etmem gerekirse aramızda farklı bir çekim oluşmuştu. Bunu onun konuşmalarından cilveli tavırlarından anlamıştım. Hafta sonu ilk ders için sözleştik. Cumartesi öğlen 12:00'de evlerinde olacaktım. Açık adresini aldım ve kafeden ayrıldık. İkimiz de evlerimize döndük. Daha hafta sonuna iki gün vardı. Her boş anımda kafeden ayrılırken arkasından gördüğüm Sibel'in kalçaları gözümün önüne geliyordu. Gerçekten dolgun ve yuvarlaktı. 39 yaşındaki bir kadının bu kalçalara sahip olması inanılmazdı...
Hafta sonu gelip çattı. Hemen hazırlandım ve yarım saat erken Sibel'in evinde hazırdım. Kapıyı çaldım. Kapıyı Sibel açtı. Beni yarım saat erken beklemediği üzerindeki kıyafetten anlaşılmaktaydı. Başı evde takılan basit başörtüyle kapalıydı, fakat altında ince bir tayt üzerinde kısa kollu bir gömlek vardı. Erken gelmem sayesinde Sibel'in göğüs dekoltesini de görmüş oldum. Göğüsleri çok iri değildi, fakat gayet dikti. "Merhaba!" dedi gülümseyerek. Ben de, "Kusura bakma, erken geldim sanırım?" dedim. "Önemli değil!" dedi, beni içeri davet etti.
Evi gayet güzel ve genişti. Girişten sonra uzun bir koridoru vardı. Bana misafir odasının yerini gösterdi ve müsade istedi. Üzerini değiştireceğini anladım. Oturduğum koltuktan Sibel'in yürüdüğü koridor görünüyordu. İstemdışı da olsa arkasından baktım. Gördüğüm manzara müthişti. Kalçaları çok güzeldi. Ve dikkatimi çeken şey Sibel'in yavaş yavaş ve daha fazla kıvırarak yürümesi oldu. Acaba baktığımı hissediyor mu diye düşündüm. Bu ne demek oluyordu? Acaba Sibel de beni benim onu istediğim gibi istiyor muydu? Bu düşünceler içindeyken, odaya adının Mert olduğunu öğrendiğim oğlu girdi. Tanıştık. Biraz sohbet ettikten sonra Sibel içeri girdi. Üzerini değiştirmişti, ama sadece taytı çıkarmış, yerine siyah bir etek giymişti. Üzerindeki göğüs dekoltesi olan gömleğini değiştirmemişti. Bu durum beni daha da cesaretlendirmişti.
Salondaki yemek masasında çalışabileciğimizi söyledi. Mert'le birlikte oturduk ve çalışmaya başladık. Sibel bize çay getirmişti. Çayları masaya bırakırken resmen göğüslerini görebileyim diye daha fazla eğiliyordu. Benim kosantrasyonum bozulmuştu. Derse başlayalı yarım saat olmasına rağmen ben, "Ara verelim!" dedim. Sibel gülümsedi. Sanırım benim çadırı kurduğumu tahmin etmişti. Sibel resmen onu sikmem için gözlerimin içine yalvarır gibi bakıyordu. Yanımızda oğlu Mert olmasa hemen dudaklarına yapışabilirdim.
Masadan kalkıp koltuklara oturduk. Ben resmen buram buram terliyordum. Bir çaresi olmalıydı. O çare Sibel'den geldi. Mert'e seslendi ve mutfağa çağırdı. İki dakika sonra dış kapının açılıp kapanma sesi geldi. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken, Sibel'in sesi mutfaktan duyuldu, bana sesleniyordu. Heyecanla mutfağa gittim. Sibel mutfak tezgahının önünde birşeylerle uğraşıyordu. "Mert'i Kek yapmak için gerekli malzeleri alması için markete gönderdim!" dedi. O an yarağımda şimşekler çakmıştı. Kazık gibi olan yarağımın resmen zonkladığını hissediyordum. Ama ilk hareketin benden gelmesini beklediğini anlamıştım. Artık gözüm dönmüştü, gittim ve Sibel'e arkadan sarıldım. Yarağım kalçalarına değiyordu. Müthiş bir duyguydu.
Sibel birden döndü, dudaklarıma yapıştı ve "Seni kafede ilk gördüğümde sana kendimi siktirmeyi kafama koymuştum!" dedi. "Ben de senin kalçanı gördüğümde seni sikmeyi kafama koymuştum!" dedim. Gülümsedi, "İlk geldiğinde üzerimi değiştirmeye giderken kalçalarıma baktığını hissettim!" dedi. Bu sefer de ben gülmsedim, "Ne kadar zamanımız var?" diye sordum. Sibel marketin biraz uzak olduğunu, Mert'in eve gelmesinin 15 dakikayı bulacağını söyledi. Ben de hemen işe koyuldum, "Seninle uzun uzun daha sonra öpüşürüz. Şimdi içine girmek istiyorum!" dedim. Mutfak tezgahına Sibel'i oturttum ve eteğini sıyırdım. Birde ne göreyim: Sibel altına külot giymemişti. Ben deli gibi amına yumuldum. Öyle bir yalıyordum ve öyle bir emiyordum ki, çok geçmeden Sibel titreyerek orgazm oldu.
Hemen pantolonumu çıkardım ve sandalyeye oturdum. Sibel de dizlerinin üzerine çöktü, bacaklarımın arasına girdi ve kazık gibi olmuş yarağımı deli gibi yalamaya başladı. Yarağım çok uzun olmamasına rağmen kalındı. Bu durum Sibel'i daha da delirtiyordu. Kafası resmen ağzına zor sığıyordu. Ben hemen bırakmasını söyledim. Çünkü zamanımız az idi. Bu heyecan çok farklıydı. Sibel'i ayağa kaldırdım ve mutfak tezgahına dayadım. Bir bacağını da tezgahın üzerine çıkardım. Ben pantolonumu çıkarmıştım, ama gömleğim üzerimdeydi. Sibel'in de eteğini beline kadar sıyırmıştım. Götü kabak gibi karşımdaydı. Müthiş görünüyordu. Sibel'le yarı çıplak sikişecektik.
Ben yarağımın kafasını Sibel'in amının çevresinde gezdiriyordum. Sibel bana yalvarıyordu, "İçime gir aşkım, sikicim ol. Kaç senedir kimse sikmedi bu amı. Yarağa doyur amımı!" diye inliyordu. Ben de hem yarağımı amının çevresinde gezdiriyor, hem de, "Seni şimdi kısa süre sikeceğim, ama artık sikicin benim, seni çatır çatır her fırsatta sikeceğim!" diyordum. Bu konuşmalar ikimizi de daha da azdırıyordu. En sonunda ben de dayanamadım ve yarağımın kafasını amının girişine yerleştirdim ve bütün gücümle kökledim. Sibel uzun zamandır amını siktirmediği için resmen çığlık attı. Bu çığlık beni daha da azdırmıştı, sert sert amına pompalamaya başladım.
Yarağım kalın olduğu için önce biraz zorlandı, ama daha sonra alıştı ve zevk çığlıkları atmaya başladı. Sibel'i bu şekilde saatlerce sikebilirdim. Ama tahminim sadece 5 dakikamız kalmıştı. Bu yüzden giriş çıkışlarımı hızlandırdım. Ben pompaladıkça Sibel'in götündeki dalgalanma görülmeye değerdi. Pompaladıkça çıkan sesler beni daha da coşturmuştu. Artık dayanamayacaktım, ama Sibel benden önce sarsılarak orgazm oldu. Artık ben de son giriş çıkışlarımı yapıyordum. Boşalmadan önce yarağımı Sibel'in ıslak amından çıkardım ve Sibel'i döndürdüm. Yarağımı ağzına dayadım ve oluk oluk boşaldım. Sibel döllerimi o kadar rahat yuttu ki, şaşırmıştım gerçekten. Yarağımı da yalayarak dölden hiçbir iz bırakmamıştı.
Hemen pantolonumu giydim, gömleğimi düzelttim. Sibel de hemen eteğini düzeltti ve ağzını yıkamak için lavobaya gitti. Ben salona geçtim ve beklemeye başladım. Az sonra Mert marketten geldi. Anladım ki eğer biraz daha Sibel'i sikmeyi sürdürseydim Mert'e yakalanacaktık. Zamanlamamız müthişti. Mert aldığı malzemeleri mutfağa götürdü. Sibel de hemen pratik bir şekilde Kek yapmaya başladı. Biz de Kek hazır oluncaya kadar Mert'le ders çalışmaya devam ettik. Ben, "İlk ders bu fazla yormayalım Mert'i!" dedim. Sonra Kekle birlikte bir bardak çay daha içtim ve bir sonraki dersin gününe ve saatine karar verdikten sonra evden ayrıldım.
Bir sonraki dersi hafta içi verecektim. Mert okuldan döndükten sonra saat 17:00 dedik. Ama ben öğlen 12:00 gibi Sibel'de olacaktım, Mert gelinceye kadar doya doya sikişecektik. Bu plan gerçekten hoşuma gitmişti. Böylece Sibel'in o götünün tadına da doya doya bakabilecektim :)
[Atakan]
189 notes
·
View notes
Text
Hâlâ mı anlamadınız.?
Yahu ben Ortadoğulu değilim..!
Eğer sen beni zorla Ortadoğulu yapmaya çalışırsan ben direnirim.. Çünkü o benim kültürüm değil...
Bana yabancı...
Ben 5 değil , iyi eğitebileceğim kadar çocuk isterim...
Varsın tek olsun,sağ olsun sağlıklı olsun...
Kusura bakma ama ben yere tükürmem,çöp atmam,biraz yürür çöp kutusuna atarım...
Kadın,ailenin kraliçesidir...
Annem de öyle idi...
Anneannem de,babaannem de...
Bırakın kadın - erkek eşitliğini,kadın daha ağır basar benim kültürümde...
Namazını kılan kılar,içkisini içen içer...
Biri öbürüne Allah kabul etsin der, diğeri '' yarasın şerefine ''...
Demokrasi vardır evde,biat değil...
Evet KÖPEK'te severiz,KEDİ'de,cinler, periler değildir onlar...
Doğayı'da severiz hem de çok...
Canımız yanar bir ağaç devrilse...
Sanat severiz sanat...Her türlü sanatı... Sanatçıya saygı duyarız ama gerçek sanatçıya...
Severiz okumayı...
Kitap bile alırız inanırmısın..?
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ü en çok neden severiz biliyor musunuz..? Çünkü o kurtarıcıdan da öte,bizim ''Kültürümüzün'' sembolüdür...
100 yıl sonra bile daha da çok hayran kaldığımız.Mücadelemiz de şu parti bu parti meselesi yoktu,
Kültürümüzün var olma savaşıdır...
Atatürk'ün vizyonundaki kültürümüz...
İşte bu kültür bizi birbirimize bağlayacak...
Milyonlarca Cumhuriyet'çiyi...
Kendimizi devam ettirecek kollektif beyine de sahibiz,iradeye de,kalbe de...
Aydınlık mı arıyorsunuz...!
Yolumdan gelin...
36 notes
·
View notes
Text
Uzun bir yazı ama okumaya değer
Yusuf (A.S.) ile Zeliha'nın evlenmesi
İlk yedi yılın içinde olan, ne kadar hububat elde edildiyse, Yusuf (a.s.) eliyle anbarlarda, Hazret-i Yusuf'un dediği yolda saklandı. Ve anbarlara Yusuf (a.s.) kendi mührünü vurdu.
Haberde şöyle gelmiştir:
Hazret-i Yusuf, zindandan çıktıktan sonra iki yıl geçince, Zeliha'nın kocası ve Hazret-i Yusuf'un Efendisi olan Aziz-i Mısır öldü. Sultanın bütün malının defteri ve hesabı Hazreti Yusufça bilinmekteydi. Aslını da tamamiyle kaydetmişti. Bundan ötürü Sultan bütün hazinesini ona ısmarlamış, emanet etmişti. Yusuf (a.s.) Mısır Sultanının Hazinedarı olmuştu. Bu hal üzerine birkaç gün geçti. Birgün Sultan ona:
-Ey Yusuf! dedi. Şu doğruluğunu ki, sen efendin hakkında göstermiştin. Onun tuz ve ekmeğini gözettin. Evine hiyanet etmedin. Şimdi benim gönlüm şunu diliyor ki sen o hatunu helallik yolunda kabul edesin. Hazret-i Yusuf da Sultanın bu sözünü kabul etti. Sultan, adı Zeliha olan O kadını Hazret-i Yusuf'a verdi. Hz. Yusuf'la Zeliha biraraya geldikleri zaman Zeliha'nın gönlüne şöyle bir kaygı düştü:
-Ben Yusuf'u, sevdiğimden ve ona gönül verip döşeğime çağırdığımdan ötürü Yusuf öyle sanır ki ben başka kimseye de öyle yaparım. Ve beni hain ve kahpe bir kadın sanır: "Benimle böyle iş eden, başka bir kişiyle etmez mi?" der! dedi.
Zeliha, bu düşüncede iken Hz. Yusuf ona el uzattı. Zeliha, kendisini Hz. Yusuf'tan geri çekti, teslim olmadı. Ona:
-Ey Yusuf! dedi. Bana izin ver. Önce sana bir haberim var. Onu söyleyeyim. Hazret-i Yusuf da:
-Söyle ya Zeliha! dedi. Zeliha da:
-Ey Yusuf! dedi. Ben seni sevdiğimden ve sana bu yolda bağlandığımdan ötürü benim kötü ve hain bir kadın olduğumu sanma! Senden başkasına da böyle edeceğimi de zannetme. Bir erkek ki senin gibi olursa ve dünya içinde senden güzel olmazsa ve kadın ki benim gibi olur ve gençliğin, güzelliğin çağında bulunursa, kocam eksik güçte olur ve karısına erkekliğini göstermeye gücü olmazsa bu haller ile kadın senin gibi bir yiğide gönül verse onu mazur görmek gerek olduğu gibi, yaptığını ayıplamamak da gerektir. Sen bil ki, ey Yusuf, ben hiçbir zaman erkek istemedim. Ve senden başka bir kişiye gönül vermedim ve kimse bana el uzatmış değildir. Ben de Allahü Teala'nın mührü ile duruyorum. Anamdan nasıl doğdu isem, öyleyim!
Yusuf (a.s.) bu sözleri işitince sevindi. Ta ömrü sona erinceye kadar Hz. Yusuf'la birlikte yıllar yaşadı. Hak Teala bütün peygamberlerin kadınlarını zinadan korumuş, saklamıştır. Kafir kadın da olsa zinaya meyletmemişlerdir. Onlar gibi hiçbir peygamber de günah işlememiştir. Hatta peygamberlik gelmeden önce de puta secde etmemişlerdir. Nasıl ki İbrahim (a.s.) çocuk iken, babası zorlar, onu puta secde ettiremezlerdi.
Yusuf (a.s.) Zeliha ile çok zaman yaşadı. Hazret-i Yusuf'un Zeliha'dan iki oğlu oldu. Birisinin adı Efrayim ötekinin adı Menşa idi. Yusuf (a.s.) Sultanın hazinebaşı oldu. Bütün malını ve hazinelerini avucu içine aldı. Sultan, sonra, ona Hazinebaşılık görevinden başka vezirlik de verdi. Bütün Mısır ülkesini Hazret-i Yusuf'a emanet etti, ısmarladı. Ve sultan o halde idi ki Yusuf (a.s.)'ın buyruğu olmadan hiçbir iş yapmazdı. Gönlü Mısır ülkesine yapılacak her neyi dilese, Yusuf (a.s.)'a kimse engel olamazdı. Nitekim Hak Teala şöyle buyurmuştur: "Biz Mısır ilinde Hazret-i Yusuf'a o kadar güç verdik ki, O, ne dilerse onu yapardı. O bir işi nerede dilerse orada olurdu." "Biz rahmetimizi kime dilersek ona yetiştiririz. Ve biz, iyilerin iyiliğini ve ahiret mükafatını kaybettirmeyiz." (Yusuf suresi, ayet: 56)
Bir rivayete göre, Zeliha günahını itiraf edip Aziz-i Mısır kendisini boşamıştı. Çok kişiler onunla evlenmek istemişti. Fakat o kabul etmedi, varmadı, onlarla evlenmedi. O, Hazret-i Yusuf'un aşkından mest olmuştu. Tamam on sekiz yıl ağladı. Her kim Yusuf'tan haber verse, onun adını ansa o kişiye çok mal dağıtırdı. Ve Hazret-i Yusuf'un resmini duvara çizdirmişti. Daima ona bakar:
-Ey Yusuf! diye ağlardı.
O hale geldi ki gözleri görmez oldu. Beli de büküldü. Malı da kalmayarak yoksullaştı, fakir oldu. Bütün dostları ondan yüz çevirdiler. Bir gündü Hazret-i Yusuf gezintiye çıkmıştı. Geri dönüp gelirken Zeliha'ya:
-İşte Yusuf geliyor! dediler. O da:
-Beni onun yoluna götürün! dedi. Onlar da Zeliha'yı alıp Hazret-i Yusuf'un yolu üstüne ilettiler. Hz. Yusuf ona yaklaşınca Zeliha ona seslenip:
-Ey nefsine sabreden kişi! İnsan kul iken sultan olurmuş, sultan iken de kul olurmuş! dedi. Hazret-i Yusuf bu sözleri işitti:
-Şu söz söyleyeni sorun, kimdir? dedi ona:
-O, Zeliha'dır! dediler. Hazret-i Yusuf da atının başını çekti:
-Ey Zeliha! dedi. İyi misin? Hoş musun?
Zeliha da bunu işitip aklı başından gitti. Yere düştü. Az sonra da aklı başına geldi. Yusuf (a.s.) da:
-Sana ne oldu ki böyle oldun? diye sordu. Zeliha:
-Senin aşkından ötürü, işte böyle yoksul oldum! dedi. Hazret-i Yusuf :
-Ya gözlerine ne oldu? diye sordu. O da:
-Senin için ağladığımdan kör oldum! dedi.
Hz. Yusuf:
-Ya belin neden büküldü? dedi. Ve şu cevabı aldı:
-Senin derdinden büküldü?
-Ya malını neyledin?
-Senin aşkının yolunda üleştirip dağıttım! O zaman Hazret-i Yusuf:
-Senin hakkın bende çoktur! dedi. Dile benden ne dilersen? Zeliha da:
-Gözlerimi dilerim! Ta ki senin güzelliğine bakayım! dedi. Hazret-i Yusuf:
-Bunca zahmet içinde de aşkı unutmadın mı? diye sordu. O da:
-Kamçını bana ver! dedi. Hz. Yusuf da kamçısını Zeliha'ya verdi. Kadın bir kez:
-Ahhh! çekti. Kamçı bu ahtan ateş gibi oldu. Onu yine Hz. Yusuf'a geri verdi. O da elim yanmasın diye kamçıyı elinden attı. Zeliha:
-Ey Yusuf! dedi. Bunca yıldan beri ben kocamla bu ateşi, yüreğimde sakladım. Sen erliğin erkekliğinle niçin bir an için olsun tutamadın?
Yusuf (a.s.) bu halleri görünce içi yandı, özü tutuştu. Buyruk vererek Zeliha'yı saraya götürdüler. Cebrail (a.s.) geldi.
-Ey Yusuf! dedi. Zeliha'ya sor ki Cenab-ı Hak'tan dileği nedir? Hazret-i Yusuf da sordu. O da:
-Gençliğim, gözlerim ve güzelliğim, hem de senin helalin, eşin olmak! İşte dileğim bu! dedi.
Yusuf (a.s.) dua etti. Hak Teala da duasını kabul etti. Yüce Yaradan Zeliha ne dilemiş ise ona verdi. Yusuf (a.s.) sonra Zeliha'yı nikahlayıp aldı. Daha önceden Müslüman olmuştu. Yusuf (a.s.) ona din, diyanet ve şeriat öğretti. Böylece Zeliha muradına erişti, çok sevindi. İbadetle vaktini geçirdi! Ama Yusuf (a.s.) her ne zaman Zeliha ile aşk oyunları oynamak istese Zeliha razı olmazdı.
......
Kaynak: a.g.e. ; S. 281
#PeygamberlerTarihi
8 notes
·
View notes
Text
Değişik
Günler ve aylar kovalıyor yılları. "Farkında bile değiliz" diye klişeleri kullananlar mutludur. Basit ve sade hayat yaşayanlar mutlu olur.
Güncellenelim. Ayrıntıya sonra gireriz sayın defter.
Öncelikle vakıfbankın anlamsız şekilde beni bloke etmesi devam ediyor. Kredi ve kredi kartı gibi hiç bir hizmetinden yararlandırmıyor. Sadece eski maaş hesabım açık. O kadar. Merkezlerinden gelen cevap hep aynı: uygun değil. Hangi karara binaen uygun değilim diye sorun diyorum cevap yok. Bddkya şikayet ettik aynı sonuç. Dur bakalım bir de bankalar birliğine yazalım. Sadece sinir olduğumdan uğraşacağım. Yoksa karta ya da kredi kartına ihtiyacım yok.
Aihmden gelen parayı çatır çatır yedik. Hanıma telefon. Bana sanki 1000 müvekkilim varmışcasına hayvan oğlu hayvan bir renkli yazıcı. Bir kaç mücevherat. Arabama film çektirdim. Cikss oldu. Kartvizit bastırdım. Sonuç olarak elde var sıfır. Ahahahah.
Yine beklenilen aihm kararı çıktı. Tabi ki yalçınkaya kararı. Çok güzel karar. Kime fayda sağladığından bağımsız hukuki anlamda oldukça güzel karar. Ülkemizdeki hukuku sadece saçma bir beka algısı içine yerleştiren hukuk mesleğini icra edenlere (hukukçu demeye dilim varmadı) ders niteliğinde bir karar. En başından beri söylediğimiz durumu özetler bir karar olmuş. Kastı çok iyi incelemiş aihm. Ders verir gibi. Neden kastın olmadığı ve bir terör örgütü kararının olmadığı tarihte terör örgütü üyeliği suçunun kasıtla işlendiği kabul edildi? Bu kadar özetlik bir karar tabi ki değil. Aslında uzun uzun da yazdım. Ama taraf olduğum için hukuki olmuyor yazılar. Bir noktada hakaret etmeden duramıyorum. Ahahahah. Küfür ediyorum. Tutuklayanlara, ihraç edenlere. Süründürenlere. Öyle haram olsunlar falan basit geliyor. Kararı okumadan yorum yapan sayın bakanın cahilliğini ise kararın 177 sayfa oluşuna bağlıyorum. Bu karar çok uzun mesele.
Yüksek lisansta veremediğim 4 ders var. Belki bu derslerin birisinde bu kararı inceleyip bilimsel bir makaleye dönüştürebilirim.
Tabi ki oğlum izin verirse. Şimdi ofisimi evde kurduğum için. Bilgisayarıma her el sürdüğümde oğlum çılgına dönüyor. Baba baba baba deyip klavyeye vuracakmış. Dokunamadığı takdirde basıyor kıyameti. Bu durumda benim çalışmam imkansız durumda tabi ki.
Ve son günlerde zevkten dört köşe olduğum bir haber silsilesi var. Canım sıkıldıkça açıp açıp gülüyorum. Küfürler eşliğinde. Puahahahahahah. Bu haber tabi ki istanbul cbs hskya gönderdiği rüşvet ihbar mektubu. Lan çok komik ya. Ama asıl komik olan rüşvet alan yargıçların varlığı değil. Çünkü bu bilinen bir vakıa idi zaten. Komik olan yargıda birliğin parçalanmış olması. Birbirlerine düşmüş olmaları. Birileri birilerini yine yiyor. Asıl zevkli olan bu. İçimin yağlarının eridiği kısma geldik gibi. Öyle bir zevk. Öyle bir haz. Rüşveti bilmeyen var mıydı ya bu arada. Özellikle uyuşturucu davalarında bir kaç avukatın nasıl işler yaptığını yargı camiasının içerisinde olan herkes çok iyi bilmiyor muydu? Fetö borsası bir zamanların kahraman savcısı batoyu zengin etmiş yeni haber yapıyorlar misal. Yağlar eriyor. Bak buradan da eridi. Puahahahshshsh. Yalnız bunlar birinci elden yaşadıklarımız. İçerdeyken haber yollayanlar vardı misal. 2016nın parasıyla 500 bine mesleğe iade ediyorlar diye. Şerefimizi satmadık allaha şükür. Yargımız canımız yargımız. Asıl sıkıntının tertemiz harika yargıçların sesini korkudan çıkarmıyor oluşu. Cesur olmayan yargıç olmasın bilader. Gitsin başka bir şey olsun. Yok atanma yok bilmem ne korkan adam yargıç olmasın.
Dolmuşuz boşaldık. Bak aklıma geldi yine ya. Başsavcının mektup harika ya. Puahahahahshsh.
Bak şimdi neşemiz yerine gelmişken. Nasıl harika bir futbol ayı yaşadık ya biz. Her allahın günü galatasaray manchester özeti izliyorum ilaç niyetine. Aman allahım. Anti depresanım ya benim bu takım. Depresanım ise samsunspor. Dur onu karıştırma. Belki alman hoca bizi kümede tutar.
Evettt. Kahvaltılık sos yaptık. Köyde eğlendik. Üstüne samsun meydanda boş boş oturdum. Böyle güzel bir ayı geride bıraktık.
Vesselam.
7 notes
·
View notes
Text
Hayatımın belli bir zaman diliminde barda çalışmıştım. 4 aylık bir süreçti bu ve tabii ki hayatımında önemli bir parçasıdır. İlk iş görüşmesine gittiğim gün iş ilanı için gelmiştim diyince çalışanların bana bakışlarını nasıl anlatayım bilemiyorum. Tipime, kılığıma, kıyafetime, konuşmama, mimiklerime öyle odaklanmışlardi ki "bunun burda ne işi var?" bakışları üzerimde idi. Ama öyle biri vardı ki varoluşumu bir türlü kabullenemeyen sürekli sorgulayan biri. Şuan kendisi benim için önemli biridir bu arada. Bana aralıksız bir ay boyunca her gün "neden burda çalışıyorsun" diye sordu. Ona göre mekan oldukça izbe bir yerde, eski köhne ve dayılarla doluydu. Benden istediği cevabı duyana kadar sordu. Beni hiç yakıştırmazdı mekana. Şimdiyse hadi neredesin diye arar, yolumu gözler. Yeni gelen elemanlara da benim ismimle sesleniyormuş ruh hastası. Bende her gidişimde rahat duramam iş yaparım. Herkes kızar sen müşterisin der ama ırgatlık kanıma işlemiş. Yani yazar burda ne anlatmak istiyor siktir edin bende bilmiyorum bu da öyle içimden geldi.
4 notes
·
View notes
Text
Sabahattin Ali 2 Nisan 1948
Daha yaşadığı dönemde yapıtları yabancı dillere çevrildi. Sovyetlerde onun kadar tanınmış bir başka yazar daha yoktu özellikle daha 40’lı yıllarda Sovyetlerde Sabahattin Ali ölçüsünde tanınmış başka bir Türk yazarı yoktur. Daha hayattayken Sabahattin Ali hakkında tez yazılmış, yapıtları üzerine araştırmalar yapılmıştır. Bundan sonra iki romanının çevirileri, öykücülüğünün en önemli yanlarını inceleyen makaleler ve ayrı ayrı monografiler yayınlanmıştır. Böylece yalnız uzmanlaşmış Türkologlar değil, genel olarak Sovyet okurları da bu büyük yazı ustasının yapıtlarını yakından tanımışlardır.
Yalnızca yurtdışında değil memleketinde de dikkatleri üzerinde toplamış bir yazardı. Kemal Bayram Çukurkavaklı’nın Sabahattin Ali Olayı kitabında Bekir Semerci ve Mehmet Başaran’dan öğrendiğimize göre Carl Ebert Hasanoğlan Köy Enstitüsüne ziyarete gelir. Konuşmasını yapar. Sonra öğrenciler Sabahattin Ali’yi de ısrarla dinlemek ister. Sabahattin Ali onlara “Rüzgâr” şiirini ve başka bazı şiirlerini okur.
Öğrencilerden birisi bir şiirinde geçen “Zaman zaman mağlup olsam bile betime/ İnsan olmak dokunuyor haysiyetime” dizelerini anımsatarak “Hocam insan olmak haysiyetinize dokunuyor mu?” deyince, o hemen:
“Bakın bir açıklama yapma gereği duyuyorum burada. Ellerinizle yükselttiğiniz yapıları, diktiğiniz ağaçları gördük yetiştirdiğiniz bağı, açık hava tiyatronuzu, çalışmalarınızı gördük. Bambaşka bir hava esiyor Hasanoğlan’da. Kişi kendini, dünyasını yeniliyor, mutluluk duyuyor…O dizeyi şöyle düzeltmek istiyorum sizin önünüzde ‘Gayrı insan olmak dokunmuyor haysiyetime.’” Bir alkıştır kopuyor. Gençler Sabahattin Ali’yi çok seviyor ve bu da fincancı katırlarını ürkütüyor: “Nitekim CHP ve Demokrat parti dönemlerinde bakanlık müfettişleri bu şiiri okutmaktan bizleri defalarca sorguya çekmişlerdir.”
Kuyucaklı Yusuf romanı 14 Haziran 1937’de toplatılarak roman, aile hayatı ve askerlik aleyhinde olduğu gerekçesiyle mahkemeye verilir. Mahkeme bilirkişi oluşturur. Bilirkişi heyetinde ünlü romancı Reşat Nuri Güntekin de vardır. Güntekin şöyle der:
“Sabahattin Ali kanaatimce son neslin hikayecilerinin en kuvvetlisidir. Ve Kuyucaklı Yusuf romanı memleketimiz ve edebiyatımızın yüzünü ağartacak kıymetli bir sanat eseridir” Sabahattin Ali’nin dayısının oğlu olan M.Reşit Ertüzün’ün Sabahattin Olayının Gerçeği kitabının önsözünde İlhami Sosyal şöyle bir anısını nakleder:
“Ataç bir gün sınıfta, öğrencilerine ders kitapları dışında neler okuduklarını sormuş ve tümüne yakınından ‘Pol ve Virjini’ yanıtını alıp pek çok öfkelenmişti. Bir tek ben, nasılsa elime geçirdiğim Ignazio Silone’nin Fontamara romanını okuduğumu söylemiş de Hoca’nın öfkesini yatıştırmış, ‘Sen onu çevireni tanıyor musun?’ sorusuyla karşılaşıştım. Evet biliyordum, Sabahattin Ali idi…Günün politik ortamı, bir lise öğrencisinin öyle şeyler okuduğunu söylemesine uygun değildi. Ataç’a bunu dersten sonra söyledim, güldü, ‘iyi’ dedi, ‘akşam birlikte çıkalım, seni bir kitapçıya götüreceğim’. Sonra da, raflardan arayıp bulduğu, Akba yayınevinin çıkardığı Değirmen, Kağnı, Ses adlı üç hikaye kitabıyla Kuyucaklı Yusuf adlı romanını alıp bana hediye etti, ‘al bak bunları oku, bunlar Pol ve Virjini’ye benzemez, doğru dürüst şeylerdir’” Benzer bir anıyı Sabahattin Ali’nin kız kardeşi Süheyla Conkman’dan aktaralım:
“Sık sık Nurullah Ataç da gelir, annemin yaptığı ev eriştesini pek severdi. Bir gün Nurullah Bey anneme “Oğlunuzda namütenahi bir zeka var, bunu biliyor musunuz?” demiş, annem de teşekkür etmişti.”
Konya’da “Yeni Anadolu” adında bir gazete çıkmaktadır. Gazetenin sahibi Cemal Bey’dir. Kuyucaklı Yusuf romanı bu gazetede tefrika edilmeye başlanmıştır. Sabahattin Ali bu gazetenin aynı zamanda başyazarlığını da yapmaktadır Mehmet Emin Soysal da “Terbiye Postası” isimli bir gazete çıkarmaktadır. Cemal Bey, Remzi Bey ve Eyüp Hamdi Bey, gazeteleri aracılığıyla Mehmet Emin Sosyal’la dosttur. İki gazete de Cemal Beyin matbaasında basılmaktadır ve “Terbiye Postası” gazetesinin sahibi Soysal İle “Yeni Anadolu” gazetesinin sahibi Cemal aynı zamanda ortaktır:“Ben, bu adamların ahbabı ve dostuyum. Benim hakkımda güzel güzel yazılar yazıyorlar ve gazetelerinin en ehemmiyetli yerlerini bana veriyorlar”Peki ne oluyor da bu ahbaplık bozuluyor?“Bir gün fikirlerine uymadığım için ve maddi menfaat temin edemedikleri için bunlardan ayrılıyorum”Sabahattin Ali burada iki şey öne sürüyor fikir olarak uyuşamamak ve maddi menfaat temin edememeleri.Zaten o dönemde ‘‘sol’‘ a vurmak isteyen Ali’ye vuruyordu, Ali’nin koruyucusu ise Hasan Ali Yücel idi ancak Avrupada yükselen faşizm rüzgarları elbette Türkiye yi de etkileyecek ve ‘‘sol’‘ bir tehlike olarak görülecek Sabahattin Ali de DEĞERLİ BİR HEDEF OLACAKTI...
V FOR VANDETTA dan hatırladığım bir replik
HİKİRLER ASILAMAZ MAJESTELERİ
FİKİRLER KURŞUN GEÇİRMEZ...
Sokrat’ın savunmasından bir söz:’’Hükümetin benim fikirlerimle bir derdi yok, onların yayılmasıyla derdi var’’
BUGÜN SİZLERE SABAHATTİN ALİ’DEN SEÇTİĞİM KISA - İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN ADLI ESERİNDEN OLACAK
'İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin: daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var...'
Sabahattin Ali’nin kitaplarında fark ettiğim önemli bir yön var. Her yazar insanı nefreti, sevinci, arayışı, hüznü, dürtüleri ve diğer yönleriyle bütünsel olarak ele almayı başaramıyor. Ama Sabahattin Ali, kendi kurguladığı karakterlerle insana has dertleri okuruna net bir şekilde aktarabiliyor. İçimizdeki Şeytan bana hangi kitabı hatırlatır ? Fyodor Dostoyevski'nin Karamazov Kardeşler kitabındaki Ivan Karamazov'un kendi şeytanı ile olan mücadelesini gördüm bu kitapta. Ivan sanki Türkiye'ye gelmiş, adını Ömer olarak değiştirmiş ve yepyeni bir çevre oluşturmuş gibi geldi. Ama değişmeyen tek bir şey vardı bu iki karakter için: İnsanın dünyada bulunuş biçiminden dolayı çektiği evrensel varoluş sıkıntısı.
Kitabı okurken aklımdan hep Ingmar Bergman’ın PERSONA filmindeki "Başkalarına karşı sen ile yalnızkenki sen arasındaki uçurum" repliği geçti. Ömer'in başkalarına karşı rol yaptığı Ömer ile kendi içiyle yaptığı diyaloglar arasında uçurum kadar fark vardı. Macide'nin de öyle. Keza bizlerin de... Zaten bu kitabı okuyan herkes kendisini ya Ömer ya da Macide gibi hissetmemiş midir? Çünkü Ömer gibi ben de başkalarından çok kendimle konuşurum. Macide gibi ben de arkadaşlarımla konuşurken ortak bir nokta bulamamaktan şikayetçiydim, arkadaş çevremi değiştirdim. Bedri gibi ben de kafamdan bir türlü atamadığım insanlara sahiptim. İşte Sabahattin Ali bu yüzden Sabahattin Ali... Onun karakterlerinde hep kendi hayatımızdan izler bulabildiğimiz için. Ömer karakteriyle vurgu yapılan maddi bağımsızlık ve iletişimsizlik konularının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Maddi bağımsızlık olmadan manevi bağımsızlığın da gelmediğini düşünmüşümdür hep. Ömer'in roman boyunca içinden çıkamadığı yegane konu parasının olmaması aslında. Bu yüzden insanın öncelikle kendi tutkusunun ona sağladığı maddi bir kaynağı olacak ki, sonrasında bu alıntıda olduğu gibi yaşamaya değer daha büyük bir sebep bulabilsin: "İnsan dünyaya sadece yemek, içmek, koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı! Daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı." [s. 188] Ayrıca Ömer -yani size dediğim evrensel varoluş sıkıntısı olan dünya insanı-, birisini seviyor ama onunla daha sağlıklı iletişim bile kuramıyor. Böyle bir sevginin ne anlamı var? Karşındakini beklentiler içinde bırakıp ona zarar vermektense içindeki bütün suçları üzerine attığın o meşhur şeytanınla konuşup barışmak daha iyi değil mi? Her ne kadar Sabahattin Ali "içimizdeki şeytan" benzetmesiyle özeleştiri yapmamıza engel olan bencil kısmımıza vurgu yapsa da, toplumun da kendisine has bazı şeytanları olduğunu düşünüyorum. Eylemsizliktir onun bir şeytanı, körü körüne bir fikre bağlanmaktır diğer bir şeytanı, sorgulamadan batıl inançların peşinden gitmektir hiç bırakamadığı başka bir şeytanı...
Hatalarımızı sürekli içimizdeki şeytana yüklersek hiçbir yol alamayız bu hayatta. Başarısızlıklarımızı kadere yükleyip dururuz sonra. Önlem almayışlarımızdan mağduriyetler yaratırız. O şeytanla ya tamamen barışmalı ve beraber yürümenin bir yolunu bulmalı ya da tamamen yok etmeli bir şekilde. Bir başka konu olarak, romandaki karakterlerin Türk edebiyatındaki bazı isimleri ve özellikle de Nihat karakterinin Hüseyin Nihal Atsız'ı temsil ettiğinin bilincindeyim. Sabahattin Ali ve Atsız arasında geçen atışmalardan da haberdarım. Yazarların edebi karakteri ve kalitesiyle ilgilendiğiniz zaman bu tür magazinsel polemiklerden uzak durup yazarları tamamen yazdıklarıyla değerlendirebilmek de büyük bir özgürlük oluyor bence. İnsanlar genel olarak kaos görmek ve ülkemizde yaşanan kutuplaştırma ortamını edebiyata da yansıtmak istiyorlar. Ama ben, yazarları edebi içerikleriyle değerlendirmeye devam edeceğim.
İÇİMİZDEKİ ŞEYTANLARLA BAŞA ÇIKABİLMEK ÜMÜDÜYLE
ANISINA SAYGIYLA
11 notes
·
View notes
Text
HZ MAŞİTA'NIN HERKESİ GÖZYAŞLARINA BOĞAN KISSASI
Resûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki "Güzel bir koku duydum semada,dedim bu koku nedir dedilerki Muhammed bu koku Maşita'nın kokusudur. Sordum kimdir bu Maşita ve çocukları ? bana dedilerki Muhammed anlatalım sana...
Dedilerki ya Resulallah Maşita firavunun kızının bekçisi idi,tarakçısı idi hamamda firavun'un kızının saçınıtarardı.Maşita temiz,Maşita iman dolu bir İnsan ve Hz. Musaya iman etmişti.Birgün firavun'un kızı'nın saçını tararken tarak elinden yere düştü Maşita ise gayri ihtiyari farkında olmaksızın tarağı kaldırırken Bismillah
dedi.Firavun'un kızı birden bire döndü ve kim o Allah? dedi.Babamı kastettin değilmi yani firavunu...Maşita sustu ancak firavun'un kızı üstüne geldi Maşita dedi babam değilmi? Allah dediğin benim babam değil mi? Maşita haşa dedi senin baban benim gibi bir kuldur kızım dedi o Allah olamaz...Benim dediğim Allah ise Musa'nın rabbi olan Allahtır...
O dönemin İnsanları şöyle derlerdi .“Lâ İlâhe İllallah Musa Kelimullah” Allah'ın Musa ile konuşmasından ötürü bunu derlerdi.Maşita Musa'nın rabbi olan Allahtan bahsediyorum dediğinde ise firavun'un kızı hemen babası'nın yanına koşarak Maşita sapıttı dedi,seni tanımıyor senin Allah olmadığını söylüyor dedi.Musa'nın rabbine inanıyormuş dedi.
Firavun Maşita'yı getirir iki çocuğu vardır.Maşitayı ellerinden demirlere bağlar ve günlerce aç bırakır.Bana Allah'sın de der.Maşita direnir.,Maşita
'nın kızını getirirler içerisinde kızgın yağ olan büyük bir küp getirirler ve Maşita'ya
derlerki ya Allahı inkar et firavuna Allah de yada senin kızını diri diri bu yağa atacağız derler.Maşita annedir ancak iman daha önemlidir.Ne kadar zulüm etselerde Maşita der ki Allah birdir Musa'nın dediği gibidir.Maşita'nın 13 yaşında olan kızını baş aşağı çevirirler ve kızgın yağın içerisine sokarlar etleri tamamen dökülene kadar yakarlar.Maşita bir yandan kızı diğer taraftan bağırır ve kızı şehit olur.Maşita direnir ve sonra ikinci çocuğunu
getirirler ve derlerki buda diğer çocuğun gibi olacak ya Musa'yı inkar et veya seni yakacağız,senin bu çocuğunuda yakacağız derler.Maşita direnmeye devam eder,tam bir mümin gibi tam bir Allah dostu gibi,tam bir sadık gibi direnmeye devam eder ve sonunda Maşita'nın diğer çocuğunuda kızgın yağ olan küpün içerisine daldırırlar.Kızgın
yağın içerisinde Maşita'nın ikinci çocuğuda şehit olur.Üçüncü çocuğu ise henüz kundaktadır ve henüz sütten kesilmemiştir.Çocuğu alırlar ve Maşita'ya yaklaştırırlar çocuk annesini görünce onun sütünü ister ve sütünü almak için annesine hamle yaparken geri çekerler ve derler ki ya firavu'nun dediğini söyle veya senin bu çocuğunuda
öldüreceğiz.Maşita direnir ancak bu direnci bir yerde kaybolur şeytan Maşita'ya görünür ve derki sen ne kadar kötü bir annesin,sen ne kadfar vefasız bir annesin,sen ne kadar merhametsiz bir annesin iki çocuğun gitti üçüncüsüde gidecek tek bir kelime söyleyeceksin ve çocuğunu kurtaracaksın diyeceksinki Allah yoktur ve firavun Allahtır diyeceksin..
Maşita tam diyecekken rahmet meleği görünür maşitaya ve Maşita sabır sabır der ve kundaktaki çocuk dile gelir ve Hz. Maşita'ya derki Anne sonuna kadar diren hak yolundasın sen...Firavun o kadar telaşlanır ki Maşita'nın kundaktaki çocuğunada kıyar Sıra Hz.Maşita'ya gelmiştir.
Firavun karşısında sağlam bir kaya gibi duran Maşita şunları söyler: "sizden tek bir isteğim var beni ve evlatlarımı aynı mezara gömünüz." bunun üzerine firavun Maşita'nında canına kıyar ancak tek bir iyilik yapar.Oda Maşita'yı ve evlatlarını aynı mezara gömer. İşte Hz.Peygamber'in duymuş olduğu güzel koku Maşita'nın ve çocuklarının mezarından gelen kokudur.
34 notes
·
View notes
Text
bugünlere gelirken yavaş yavaş kendi küçük dünyamı kurdum. kendimi yetiştirdim, geliştirdim ve her geçen gün hayattan bir ders aldım. bazı yaşantılarımı çevremle paylaştım, bazılarını kendime sır gibi sakladım. bir internet deyimi vardır ya hani; “tüm tuşlara basmak”. kendi dünyamı kurarken tüm tuşlara bastım. her şeyi deneyimlemek istedim, her duyguyu öğrenmek istedim, yaşamadığım hiç bir şey kalmasın istedim. bazen düştüm, yaralandım ama sabah kalkıp anneme bir tebessümle “günaydın” dedim ve ona dimdik durarak yardımcı olmayı bildim. belki de şu anki acılarım, geçmişte yaşadığım acıları tam yaşayamadığım içindir. bu her şeyi bilmek isteme duygum bana hiç uğramaması gereken bir yaşta uğradı, tam ergenliğe giriş zamanımda. neyse ki şu an da bir ergen olmama rağmen bir şeyleri kabullenmiş ve daha sabırlı bir çocuğum. ama bu yola çıkışım emin olun ki çok sancılı oldu. ben de biraz kendime dahi söyleyemediğim gerçekleri ve deneyimlerimi gözden geçirmek istedim. aynı zamanda şu an bu cümleleri okuyan sen, benim bu hale gelene kadar yaşadıklarımı öğrenmiş olursun. bunları yazmamın nedeni ise aslında şuydu: geçmişte yaşadıklarımı her zaman saklamış ve toplumun arasında bir hayalet olarak gezinmiştim. hiç bir zaman kendimi, bir kişi hariç, kimseye tam olarak açamadım. her zaman bir şeyler içime damla damla düştü ve bu damlalar koca bir göl oluşturdu. bu göl ise son bir kaç aya yakındır bana zarar vermeye başladı. bir kaç kişiyle olan samimiyetimden oluşan çevreme kendim hakkında, çok spesifik bir şey olmadıkça, hiç bir şey saklamamaya karar verdim. çünkü sakladıklarım beni olduğumdan başka biri olmaya itiyor ve bu kimlik arayışımda beni hiç olmadığım kadar zorluyordu. aslına bakarsan bu mektup, ölmüş kişiliğime dair bir mektup. bunu yazdıktan sonra bu hayatıma veda edip, bambaşka bir hayata sayfa açacağım. çünkü bir insan ne zaman öleceğini bilemez. eğer yakın zamanda bu halimle uçup gittiysem hayattan, işte bu yazılanlar sana, okuyucumun kalbine dokunabilir. ama eğer yetişkin hayatımda öldüysem, bunlar sizin pek de işinize yaramaz. bu vakitten uzak ayrılmışsam aranızdan bu size bir anı kalsın çünkü bu mektubun benzeri olmayacak tahminimce. artık daha şeffaf, daha özgüvenli ve yarınım yokmuşçasına yaşadığım bir hayatım olacak. kendimi geliştirmeye ve büyük adam olmaya adayacağım hayatımı. kısaca son kullanma tarihi var bu yazdıklarımın. isteseydim bunları kendime saklar, hiç kimseye hiç bir şey söylemeden bu kararımı uygulamaya koyardım. fakat dürüst olmak gerekirse, içimdeki dikkat çekmeyi seven kişilik bana bunu yapmamı söylüyor. ve sen sevgili okuyucum, burada adı geçen ve özellikle okumasını istediğim kişilere ulaştır bu mektubu.
2007 yılının temmuz ayında dünyaya geldim. 6 yaşına kadar rengarenk bir hayatın içinde, yanımdakilerle ve çeşit çeşit oyuncaklarımla oyunlar oynadım. aynı zamanda bilgisayarla tanıştım. facebook oyunları oynuyor, şarkılar dinliyor ve videolar izliyordum. en sevdiğim şarkı ise “black eyed peas- my humps ve yine black eyed peas-boom boom pow”’muş. aslında internet hayatımın ilk adımları bu günlerde atılmıştı. ben doğmadan bana bir facebook hesabı açılmış, sosyal medyayla çok erken yaşta tanışmıştım. amcamla evcilik oynamayı, oyuncak tavşanımı ve “prenses gelin” olmayı çok severdim. annemin saçlarını şekilden şekile sokar. -şimdi bile yapıyorum- yaptığım saç hakkında bile bir senaryo yapardım. süslenmeyi, fotoğraf çekinmeyi ve çekindiğim fotoğrafları facebook sayfama atmayı çok severdim. ne kadar tersiz 6 yaşındaki kendim ile değil mi? buna bazen ben de şaşırıyorum. yan binadan bir arkadaşım vardı. adı ayşe idi. annelerimiz arkadaş olduğu için neredeyse her gün beraberdik. beraber oyun oynardık, annem bize pizza hazırlar onu yerdik. o pizzayı çok severdi, ben de onu çok severdim. her zaman yaşıtım bir kardeşim olmasını istemişimdir. işte o boşluğu ayşe kapatıyordu. onun yanında hiç olmadığım kadar mutluydum. sonra bir gün dışarıdan bir ses geldi. o ses hayatımı kararttı. çok bir şey anlamıyordum belki, ama içimde bir burukluk olduğu kesindi. annem hızla dışarıya çıktı ve eve döndüğünde gözyaşları içindeydi. odamdan çıkmadım, oyun oynuyordum sanırsam, babamla konuşurlarken duymuştum. ayşe, kardeşiyle saklambaç oynarken camdan düşmüştü. annemin kollarında ölmüş annemin dediğine göre. son sözü ise “ben iyileşirsem bana pizza yapar mısın?” olmuş. o günden sonra sadece okula başlamayı bekledim. küçük bir çocuğun anlayamayacağı türden bir acıydı bu. her şey bir oyun gibi geliyor, toz pembe hayallerin içinde yaşıyordum.
sonra büyük bir hüzünle ilkokula başladım. ilk gün ben de ağlayan çocuklardanmışım ama yine de arkadaşlarımı çok sevmiştim. ilk sıra arkadaşım efe’ydi. çok fazla konuşmazdı, ki zaten her gün yerlerimiz değişiyordu. sonra cansu’yla tanıştım. ayşe’nin yarasına bant olmuştu benim için. her teneffüs beraberdik. annelerimiz tanışmış ve onlar da iyi anlaşmıştı. cansu her zaman en yakın arkadaşım olacak diye dolaşıyordum etrafta. nerden bileceksin ki hayatın sana sunacağı talihsizlikleri. ikinci sınıfta ecem geldi sınıfımıza. cansu, benden fazla ecemle ilgileniyordu. ama kötü bi niyeti olmadığını biliyordum. sadece o yeni kızdı ve benim de cansu’dan başka arkadaşım yoktu. kıskandığımı kabul ediyorum ama bu bizim asla aramızı bozmadı. o günden bu güne kadar dostluğumu sürdürüyorsam, emin olun ki hak ediyordur. son sınıfa doğru hepimiz çok iyi anlaşmıştık. gerçekten yaşanabilecek en iyi ilkokul hayatını yaşamıştık. şu an cansu hariç hiç biriyle konuşmuyorum ama emin olun ki bir kaç kişi hariç onları görsem boyunlarına sarılırım. zaten aralarından sadece biriyle kavgalıyım. ona da sonra geleceğim. son olarak duran hocam...hayattaki tek idolüm. hem akademik olarak hem de kişilik olarak temellerimi atan en değerli insan olabilir. her zaman bizim yanımızda durdu, ne olursa olsun. yeri geldiğinde anne babamız, yeri geldiğinde en yakın arkadaşımız, yeri geldiğinde ise öğretmenimiz oldu. ona kelimenin tam anlamıyla minnettarım.
cansu başka bir ilçeye taşındı. aynı ortaokula gitme hayalimiz yalan olmuştu. ama her zaman iletişimde kalacağımıza söz verdik. karne günü ne kadar ağladığımı sanırım bir tek ben ve annem biliriz. neyse ki klasik bir yaz tatilinden sonra ortaokula geçtim. cansu yanımda olmasa bile yanımda ecem vardı. ecem olduğu için insan içine katılmaktan korkmamıştım. onun yanında kalacak ve sadece onunla konuşacaktım. fakat sanırım aynı şeyler ecem için geçerli değildi. o benden biraz daha sosyal ve insanlarla konuşmaya daha meyilliydi. onu asla yargılamadım fakat yeni okulumun ilk günü benim için berbat geçmişti ve sanırım ki bunu ecem de fark etmişti. o gün annesi annemi arayıp ecem’in yaşadıklarından dolayı yeni arkadaşlar edinmeye yatkın olduğunu ve amacının beni dışlamak olmadığını söylemişti. bunu biliyordum. sonraki günler 6 kişilik bir grup olduk. o gruptan bir kaç kişiyle yine aynı okuldayım. ilk bir buçuk sene çok eğlendik, okulun ses getiren sınıflarından biriydik. hep beraberdik, eğleniyorduk, çalışıyorduk, tartışıyorduk... 6.sınıfın sonlarına doğru dışlanmaya başladım, her şey o zaman başladı. semih diye birinden hoşlanıyordum hatta en yakın arkadaşlarımdan biriydi. ela, semih, talha ve ben insanların kıskanacağı türden bir grup oluşturmuştuk. gerçekten kıskanmış olacaklar ki eski arkadaş grubum aramızı bozmaya çalıştı. semih’in arkadaşları benimle dış görünüşüm yüzünden dalga geçiyordu. buna semih’in sevgilisi damla dahildi. saçımdaki egzamalar, göbeğim, gözlüğüm, yanaklarım. benim içime oturan şey ise buna ecem dahil kimse ses çıkarmıyordu. son hamleleri ise yaz tatiline girmeden bir kaç hafta önce semih’e benim onu sevdiğimi söylemeleri oldu. o gün misa yanımdaydı ve sanırım tek destekçim o oldu. semihin yazdığı tek şey ise “ben sana o tiple bakar mıyım, beyinsiz.” mesajıydı. sonra bir daha onunla konuşmamaya ve değişeceğime yemin ettim. diyetisyene başladım ve kilo verdim. sanırım hayatımdaki en azim verdiğim olay bu olabilirdi. ben de diğer kızlar gibi olmak istiyordum. ben de güzel olmak istiyordum.
7.sınıfta sınıflarımız karıştı. damla ile aynı sınıfa düşmüştüm. fakat bu benim pek de umrumda olmadı. çünkü kendime artık güvenim vardı ve okula daha iyi hissederek gidecektim. tek sorun bütün arkadaşlarımla aramın bozulmuş olmasıydı. bir hafta boyunca büyük bir boşluk içinde okula gidip geldim. ecem ve diğer kızlarla iletişimdeydim ama eskisi kadar yakınlığımız yoktu. bu bir haftada internete salmıştım. okuldan ayrılan biriyle konuşuyordum. benim ilk sanal arkadaşımdı. -daha sonra benden hoşlandığını söyleyince ve ben de reddedince konuşmayı kestik.- ilk haftanın sonunda tanımadığım hesaptan bir hesaptan mesaj geldi ve ben de o boşluğuma kanıp konuşmaya başladım. kendi telefonum olmadığı için annemin telefonundan giriyordum ama kesinlikle yakalanmamaya çalışıyordum. zamanla bana sapıkça şeyler söylemeye başladı ve ben de hep geçiştirdim. aramızın bozulmasını istemedim çünkü hiç arkadaşım yoktu. birileriyle konuşma ihtiyacı duyuyordum. daha sonra abime yakalandım ve abim bu kişinin fake olduğunu söyledi. ertesi gün beni okula göndermediler. abim okula gidip hesap için bi araştırma yapılmasını söylemiş. tabii ki bu araştırmalar sonuç verdi ve eski sınıfımdan bir çocuk olduğu ortaya çıktı. o çocukla arkadaştık, çok fazla konuşmasak bile bir sohbetimiz vardı. okula gittiğim ilk gün içimden gelen bir sinirle koridorun ortasında onun boğazına yapıştım. okulda adımı “kaşar”’a çıkarmıştı. ne arkadaşlarım bana inanmıştı, ne de ailem... o sırada bana inanan tek kişi ecrin’di. elimden tutup bana arkadaşlık ilişkilerini öğretti. birbirimize bir beynin iki yarısı derdik. kısa bi zamanda çok şey biriktirdik. ecrin ile geçirdiğim her dakikada gerçek arkadaşlığın nasıl olduğunu anladım. iki senelik arkadaşlarımın katmadığı şeyleri o bana bir dönemde katmıştı. tabii ki şanssız bir nesil olarak 7.sınıfım bir dönem sürdü. diğer dönem de ne uzaktan eğitimlere katıldım ne de herhangi bir aktivite yaptım. mental olarak çökmüştüm ve bir gün içinde yatmaktan başka hiç bir şey yapmadım.
8.sınıfa geçiş yaptığım yaz tatilinde konu çalışmaya başladım.o tatil hakkında pek de bir şey hatırladığım söylenemez. o sıra sosyal medya hesaplarımı kapatmış, sadece ders çalışacağım hakkında kendime söz vermiştim. okul başladığı ilk zamanlar çok fazla test çözmeye uğraşıyor ve kendimi çok zorluyordum. bir zaman sonra artık sıkılmaya başladım ve dünyanın dört bir yanındaki insanlarla konuşabileceğim bir uygulama indirdim. italya’dan jessie ile mektuplaştım, bir süre sadece onunla konuşmak için kullanıyordum uygulamayı. sonra utku ile tanıştım ve onunla mektuplaşmaya başladım. o zamanlar sınav stresimle başa çıkmama yardımcı oluyor ve beni lise hakkında bilgilendiriyordu. benden bir yaş büyüktü, bu da benden daha deneyimli biri olduğu anlamına geliyordu. çok kültürlüydü, kendini çok geliştirmiş ve saygılı biriydi. şu an kendisi en yakın arkadaşlarımdan biri ve sanırım 2.senemizi doldurmuş olacağız. bazen utku ile konuşurken zorlanıyorum ve söylediği şeyleri arama motoruna yazmaya başlıyorum ama beni asla küçük düşürmedi, tersine kendimi geliştirmem için bana yardımcı oldu. utku ile tanıştıktan sonra başladı bütün serüvenim aslında. hem derslerime hem de sosyal medyaya zaman ayırmaya çalışıyordum. instagram hesabımı açmıştım ve aktifliğimi geri kazanmaya çalışıyordum. bir kaç konuştuğum kişi daha oldu ama hepsi bir haftalık arkadaşlıklardı. insanların benim fiziksel olarak kim olduğumu umursamadan benim kişiliğime, düşüncelerime, duygularıma saygı duyması beni gülümsetiyordu. daha sonra bir şey oldu. hayatım bir günde aydınlandı.
bildirim kutuma gelen bir hesap isteğini görmüştüm. sadece adı ve profil resmi vardı. adı mustafa idi. insanlarla tanışmak için kullandığım bir taktik vardı ve o da “tanıyor muyum?” diye sormaktı. ben de o taktiği uyguladım ve bana gelen cevap “henüz değil”’di. işte bu cevaptan sonra anladım her şeyi. klişelerden uzak biriydi. o zamanlar ben öyle değildim tabii ki. insanlar ne bekliyorsa hareketlerimi de ona göre yönlendiriyordum. ama mustafa ile tanıştıktan sonra bunun kadar saçma bir şey olmadığını öğrendim ve kendi kişiliğimi onun elimden tutmasıyla birlikte yarattım. ilk gün tam tamına 7 saat aralıksız konuştuk. ertesi gün tüm günümü onu tanımaya ayırdım. ve ertesi gün, ertesi gün, ertesi gün...tüm bildirimleri kapayıp, ailemi ders çalıştığıma inandırıp mustafa ile konuşuyordum. her şey mükemmel gidiyordu. hayatımda tanıdığım en benzersiz insandı. ona hayrandım. bir post atmıştı ve altında duman grubunun oje şarkısından “kaçamadık buradan baş başa” yazıyordu. onu galerimin en özel köşesinde, favori insanımı favoriler köşesinde sakladım ve o günden itibaren en sevdiğim şarkı “oje” oldu. her şey hiç istemediğim kadar mükemmel gidiyordu. o beni hedeflerime, hayallerime daha çok yaklaştırıyordu ve bana motivasyon kaynağı oluyordu. derslerime de önem vermeye devam etmiştim çünkü ona pişman olacağım şeyler yapmayacağıma söz vermiştim. birbirimize destek oluyorduk. bana doğum günümde söylediği şeyi ben de onun için hissediyordum. “sen benim yorucu bi iş yaptıktan sonra içtiğim su gibisin.” beni hiç olmadığım kadar değerli hissettiriyordu ve bu da insanlarla iletişim kurmaya beni daha çok itiyordu. o zamanlar mert ile tanıştım. daha sonra alihan, “butterfly”, zeynep, alperen... kocaman bi ailem olmuştu. her desteğe ihtiyacım olduğunda kafamı yaslayabileceğim omuzlar vardı artık. sanal dünyamın en uç noktasını o zamanlar yaşadım. o zamanlardan bugüne alihan, mert ve utku geldi benimle. geçirdiğim en keyifli dakikalar hâlâ onlarla konuştuğum dakikalardır.
mustafa benim hayallerimdeydi, kalbimdeydi, düşüncelerimdeydi, dinlediğim şarkıların sözlerindeydi, okuduğum kitabın karakteriydi, iç sesimdi... mustafa benim diğer yarımdı. ona gün geçtikçe hayranlığım artıyordu, her zaman onu düşünür olmuştum. o yaşlarımda aşkı sadece kitaplardan ve filmlerden biliyordum tabii. onlardan öğrendiğim kadarıyla bu bir gençlik aşkıydı. gerçekten aşık olduğum dediğim tek kişi mustafa. kalp çarpıntımdan tek rahatsız olmadığım anlar onunla konuştuğum anlardı.
bu rutinde ilerlerken sınav günü geldi ve yapabileceğimin en kötüsünü yaptım. gerçekten kendimi hazır hissediyordum, belki hiç ders çalışmamışım gibi anlayabilirsiniz bu yazdıklarımdan ama emin olun ki gerçekten çalışmıştım. sınav anında o sene içinde tanıştığım ve ataklara neden olan anksiyete bana merhaba dedi. bildiğim tüm şeyler aklımdan uçup gitti ve yerini strese bıraktı. sınavdan çıktıktan sonra üzerimden bir yük kalkmış gibi hissediyordum. artık rahat rahat arkadaşlarımla vakit geçirebilecektim. o yaz -ağustosa kadar- hayatımda geçirdiğim en iyi yazdı. misa ile çanakkale anılarım, mustafa ile gece gündüz konuşmalarım, sanal dünyamdaki özgürlük ve daha bir çok şey beni çok iyi hissettiriyordu. lgs puanım ise ortalamaydı ama sorun değildi ki çoğu öğrenciden yüksek bir okul puanım vardı. ağustos ayının başında sıcaklar başıma vurmuş olmalı ki bir hata yaptım. bir akşam artık dayanamayarak ve onun da beni sevdiği güvencesiyle, mustafa’ya onu sevdiğimi söyledim. haklı olarak bir ilişkiye hazır olmadığını ama bana değer verdiğini söyledi. şu an dönüp baktığımda “ne kadar haklı” desem bile o zaman hiç flört işlerinden anlamayan biri olduğum için bu biraz beni kızdırmıştı. beni sevmediği ve benimle sadece oyun oynadığı gibi saçma düşüncelere kapılmıştım ama bilmiyordum ki sadece zaman gerekliydi...
sevgili mustafa;
sana o kelimeleri söylediğim her dakikayı hatırladığımda yok olmayı diliyorum. seni kaybettiğimi anladığım her saniye bana hiç bir şeye değmez olduğum düşüncesine itiyor. eğer bunu okuyorsan, bitanem, lütfen beni affet. sen sadece küçük bir çocukla konuşuyordun ama o küçük çocuk hiç bir şey bilmiyordu. ben seninle büyüdüm, seninle öğrendim yaşamayı, seninle konuştuğumda hissettim damarlarımdan kan aktığını, nefes aldığımı. kaçabilirdik buradan baş başa, ama sen hiç olmadığın kadar doğru kişi zaman ise hiç olmadığı kadar yanlış bir zamandı. şu an tek dileğim o güzel gülümseni hiç bir zaman yüzünden ayırmaman. bana demiştin ya “en güzel tesadüfümsün” diye. hayır en güzel tesadüfün ben değilim, bunu hak etmiyorum. ama şu belli ki sen benim en güzel tesadüfümsün. söz, eğer bir gün odanda bulunma şansını elde edersem, yatağının altındaki kutulara bakmayacağım. tüm hayallerimizi suya döktüğüm için özür dilerim.
8 notes
·
View notes
Text
Mecalim yok gibi Gözlere bakıyorum, anlamsız gözleri ile bakıyorlar, hiçbir umut yok sende der gibi. Etrafıma bakıyorum, gerçeklik algımı yitirmişim adeta. Ona bakıyorum, darma-duman halde olmuş gözler görüyorum. Hem Tanrı tarafından kutsanmış gözler, hem en yorgun bakan gözler. Tanrıya dargınım çünkü bana bu bedeni verdiği için, beni böyle yarattığı için. Tanrıya teşekkür ettim çünkü beni senin ile tanıştırdığı için. Sonunda ise kendime kızdım, bize-sana bunları yaşattırdığım için. Aciz bir varlıktan farksızım… Beni kurtarabilmesini istedim, o biterken. O öldü, beni kimsenin kurtaramayacağına inandım bense. Geceleri ağladım, çünkü özlemim yersiz idi. Ağladım çünkü ben bitmiş halde iken seni kurtarmak istedim. Yine ağladım, bitmişliğimizi göremediğim için. Hatırlıyorum…Geceleri sarılıp ağladığım oyuncağım vardı, düşünülünce bir sene oldu onu kaybedeli.
3 notes
·
View notes
Text
Flörtöz Üvey Annemle Sikişmelerimiz! (1) (Umut 27 Y., İstanbul)
Üvey annem çok tatlı bir kadın. Tanınmış bir şirkette arsa satışı uzmanı. Normal her erkeğin görür görmez aklına sevişmek fikrini sokacak kadar tatlı ve işveli. Kahkahası boldur. Flörtöz bir kadın olup, erkeklerle konuşurken başını arkaya doğru atıp kahkahalar patlatır. Birşeyler anlatırken eli boynunda, saçlarında dolaşır. Konuşurken yeşil gözlerinin içi güler ve sexy halleri insanı hipnotize eder. Giyim tarzı çok sexydir. Dekoltesiz elbisesi olmayıp, genelde etek giyer. Bulunduğu ortamlarda kadın erkek herkesin ilgisi üzerindedir. Trilyonluk arsaları abazan iş adamlarına kolaylıkla satar cazibesiyle. Teşhirci sayılabilecek kadar açık ve sexy giyindiği halde, bakışlardan asla rahatsız olmaz ve açıkçası erkekleri azdırmak hoşuna gider. Balık etli, biçimli vücudu, iri memeleri, tombul ve çıkık kalçalarıyla tam bir afettir. Teni bembeyaz, pürüzsüz ve kaymak gibidir. Çocukluğumdan bu güne kadar, kadın denince aklıma en iyi örneğiyle annem gelir.
Cinsel dünyamın oluşumundan beridir en önemli cinsel figür hep annem olmuştur. Mastürbasyonlarımın çoğunluğunda hep o vardır hayallerimde. Bunun böyle olmasında en büyük pay annemin kışkırtıcı kadınlığı idi. Kendimi bildim bileli ona dokunmaktan çok hoşlanır, yakın olabilmek için her şeyi denerdim. O da her zaman bana karşı sıcak ve anlayışlı olmuştur. Ama standart bir anneden daha toleranslı, geniş ve nerdeyse kur yapmak sayılabilecek birçok hareketimi hep görmezden gelmiş, anlayışla karşılamış ve hatta bundan hoşlanmıştı.
Üniversiteye giriş sınavlarında istediğim bir bölümü kazanamıyordum. Durumum çok iç açıcı değildi ve üniversite okumayıp, çalışmaya karar verdim. Bunun için de bir an önce askere gidip gelecektim. Evden bir ay sonra ayrılacaktım ve annemin uzağında kalmak fikri beni biraz sıkıntıya sokuyordu. Ona bu konuda açılabilmem söz konusu değildi. Kendimi çıkmazda hissediyordum. Günlerim gecelerim onu düşünerek mastürbasyon yapmakla geçiyordu. Her fırsatta ona dokunuyor, sarılıyor, öpüyor ve onu düşünerek mastürbasyon yapıyordum. Annem de bunu büyük ihtimalle hissediyor ve asla engellemiyordu beni. Ne zaman hareketlerim ve konuşmamda kur yapmaya kaysam ve seksi çağrıştıran şeyleri ima etsem, hemen usta bir manevrayla konuyu değiştirip, şakaya vuruyordu. Beni tahrik ettiğinin kendisi de farkındaydı, fakat her zaman bunu geçiştiriyordu. Ama ben de ısrarla hissettiklerimi ona belli etmek için elimden geleni yapıyordum ve bu beni çok heyecanlandırıyordu.
Derken ayrılık günü gelip çattı, o gün askere gönderiyorlardı beni. Valizler hazırlandı, babam arabayı hazırladı, amcamlar geldi, herkes aşağıda beni bekliyordu. Asansöre bindik annemle. Annemden ayrılırken paniğim iyice artmıştı ve saçma bir umutla zemin kat değil de bodrum katının düğmesine bastım. İndik ve kapı açıldığında karşımızda bodrum katının tenha koridorunu görünce annem şaşırdı.
Bu belki de son fırsat diye düşünerek, asansörün kapısını açtım ve annemi belinden kavrayarak dışarı doğru çıkardım. Annem çok şaşırmıştı. (Neler oluyor?) der gibi şaşkınlıkla bana bakarken, tüm cesaretimi toplayarak karşısına geçtim, sımsıkı sarıldım, elimi kalçasına attım, avuçlayarak sıktım ve gözlerinin tam içine bakarak dudaklarına yapıştım. Annem şok olmuştu. Önce iter gibi olduysa da, yaşadığı şokun etkisiyle kala kaldı. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Sonra iki avcumla iki kalçasından kavradığım gibi ayaklarını yerden kestim, bacaklarının arasına girerek koridor duvarına yasladım. Yaklaşık 15 saniye kadar deli gibi öptüm dudaklarından. Kasıklarımı kasıklarına sımsıkı bastırmıştım. Üzerindeki incecik etekten tenini çok güzel hissediyordum. En sonunda, "Oğlum delirdin mi? Ne yapıyorsun?" diyerek kucağımdan indi.
"Aşığım sana!" diyebildim ve son anda tatsız bir şey olmaması için işi uzatmadım ve yukarı çıkmak için merdivene yöneldim. Annem ses çıkarmadan üstünü başını toparlayarak nefes nefese beni takip ediyordu. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Kapıya çıktık, arabalara binip otogara gittik. Zamanı geldiğinde otobüse binmek için herkesle vedalaştım. Sıra anneme gelince elini öptüm, kucaklaşırken kulağıma, "Seni yaramaz çocuk seni!" deyip, tatlı tatlı gülüyordu. Açıkçası bu şefkatli yaklaşımı beni çok rahatlatmış ve umutlandırmıştı. Belli ki, bu son olmayacaktı. Otobüste, Ankara'ya varana kadar aralıksız bir şekilde yaşadıklarımı düşünüp durdum. Soluğumdan dudaklarının tadı ve kokusu geliyordu. Kalçalarını avuçladığım için ellerimi bambaşka hissediyordum.
Askerde annemle sık sık telefonla konuşuyorduk. İlk başta ben biraz çekinsem de, annemin hiçbir şey olmamış gibi davranması beni rahatlatıyordu. Yaşadığımız o ana dair hiçbir şey söylememesinin ve kızmamasının, bunu kabullendiği anlamına geldiğini düşünerek mutlu oluyordum. Zamanla konuşmalar eski halini aldı. Ama benim hayallerim bunun çok ötesiydi.
Günler aylar derken, 5 ay sonra Şeker bayramı için izin alarak eve geldim. Tam arife gecesi gelmiştim, ertesi gün bayramdı. Gece bilgisayarı açarak arkadaşlarla sohbet ederek ve tabii ki seks sitelerinde seks hikayeleri okuyarak, pørnø videolar seyrederek, neredeyse sabahladım. Bayram sabahı babamın Bayram namazına çağıran sesi ile uyandım. Of ya yapılır mı bu. Babamın namaz niyaz işlerinde pek gözü olmasa da, Cuma ve Bayram namazlarını kaçırmıyordu. Neyse kalkıp elimi yüzümü yıkadım. Banyoda birisi vardı galiba, duş sesi geliyordu. Salona geçtim, kanepeye eşofmanlarımla uzandım. Babamlar giyiniyor olmalılardı. Kardeşim hazırlanmıştı bile, ortalıkta dolanıyordu. Benim gözlerimden ise uyku akıyordu.
Babamın sesi ile kanepeden doğruldum. "Hadi acele edin biraz, geç kalacağız!" diyordu. Salona gelip, "Hadi Umut, sen daha giyinmemişsin!" dedi. Ben tam kem küm edecekken, arkadan yetişen annem vaziyeti kurtardı, "Aman yaa, Umut'u rahat bırak, çocuk yorgun, o buraya Bayram yapmaya geldi!" dedi ve gülerek üzerime eğilip beni yanağımdan öptü. Bu kesinlikle bir işaretti ve olacakları düşününce hiç uykum kalmadı ve heyecanla beklemeye başladım. Kendisine olan ilgimi bildiği halde bana bir kapı aralamış ve bir şekilde beni ödüllendirmeye çalışıyordu. Üzerindeki bornozuyla göğsü hafiften açık ve saçları nemliyken, göz ucuyla bana bakarak, "Hadi siz gecikmeyin!" diye seslendi kapıya doğru.
Kapının kapanma sesi geldiğinde hemen yerimden kalktım, kapıyı dinledim. Ayak sesleri kesilince, hem alt kilidi hem de üst kilidi kapadım ve salona geçtim oturdum. Ne yapmam gerektiği hakkında hiçbir fikrim yoktu ve heyecandan geberiyordum. Derken annem üzerinde bornozu ve elinde saç kurutma makinasıyla salona girdi. Gayet sakin bir şekilde odanın içinde geziniyordu. Uyanmış olduğumu gördüğü halde, hiçbir şey söylemiyor, hiçbir konuşma geçmiyordu aramızda. Heyecandan boğazım kupkuru olmuştu. Ayağa kalktım. İlk adımı atmak gerçekten çok zordu ve zamanım kısıtlıydı. Arkası bana dönüktü. Nemli saçlarını, başını yana eğerek elleriyle topladı, tam topuz yapmak üzereyken arkadan yaklaştım ve yumuşak bir şekilde sarıldım. Önce irkildi hafiften, ama bunu bekliyor olduğu için çok şaşırmadı. Belli ki bu, onun için de bir beklenen andı. dudaklarımı boynuna sürerek, "Çok özledim seni!" dedim. O da gülümseyerek, "Bak seeeen! Eskiden bu kadar özlemezdin beni!" dedi. Omzundan boynundan öperken, hafifçe sıyırdım bornozunu ve ayaklarından aşağı süzüldü. Çırılçıplak kollarımın arasındaydı ve hiçbir olumsuz tepkisi yoktu.
Arkadan sarılarak, kocaman memelerini avuçlayıp sıktım. Bu zaman dilimini bana ayırdığı ve kendini bana teslim ettiği çok belliydi. Güneş vurmuş yüzü bembeyaz ve parlak, yeşil gözleri kapalıydı. Gülümseyen pembe ve dolgun dudakları deli ediyordu beni. Çabucak tişörtümü ve şortumu çıkardım. Çırılçıplaktık ve sıcacık sarılıyordum. Bütün vücudumu bastırdım ona. Banyodan yeni çıkmış, teni mis gibi kokuyordu. Yaklaşıp sarıldıkça daha bir tatlı ve azdırıcı kokuyordu. Yavaşça bana döndü ve kollarını açıp boynuma sarıldı. Gözlerini gözlerime dikip gülerek, "Annene bunları yapmaya utanmıyor musun?" dedi ve kahkaha attı. Gülmesini bitirmemiş olduğu halde, başının arkasından tutup dudaklarına çok sert bir şekilde yapıştım ve deli gibi emmeye başladım. Gözlerini kapatıp bana karşılık verdi. İlk defa dillerimiz tanışıyordu. Dilinin, dudağının ıslaklığını ve tadını almak çok tuhaf ve delicesine zevkli bir şeydi. Bir yandan dudaklarını, dilini, deli gibi emerken, her iki kalçasını da avuçlarımla kavradım ve ayaklarını yerden kestim. O da bacaklarını belime sıkıca doladı. Dudakları ve dili ağzımdayken, gözleriyle gülerek, "Immmm!" diye mırıldandı.
Kucağımdayken, yürüyerek yatağımın başına geldim ve sırt üstü düşürdüm onu yatağa. Düşünce kocaman tombul memeleri sallandı birkaç kez. Üzerine çıkıp uzandım. Kazık gibi sikim bacaklarının arasındaydı ve gülümseyerek birbirimize bakıyorduk. Gözlerini hafiften aşağıya indirip, sikimi kastederek, "Bana değen bir şeyler var orda!" dedi gülerek. Ben de sikimi bacaklarının arasına bastırıp, iyice daldırarak, "Bu mu?" dedim. Gıdıklanır gibi, "Hi hi hi!" diye güldü ve yüzünü elleriyle kapadı. Ellerini araladım ve tekrar dudaklarına yapıştım. İnanılmaz şehvetli ıslak ve sert bir şekilde öpüşüyorduk. Dilini emiyor, ağzının suyunu yutuyordum. O da benim dudaklarımı ısırıyor ve kalçalarımı, sırtımı mıncıklıyordu. Annem resmen tadına bakmama izin veriyordu. Bacaklarını ayırıp beni arasına aldı ve belime sardı, sonra biraz yan yattı ve uzun bir süre de öyle öpüşüp, birbirimizi yedik.
Amı iyice ıslanmıştı ve sikim o ıslaklığa sürtünüp duruyordu. Memelerine doğru indim, hem avuçlayıp, sert bir şekilde sıkıyor, hem de ısırıp emiyordum. Gözlerini kapamış, boynunu kastırarak zevkten zevke uçuyordu. Göbeğini yalayarak aşağıya doğru indim ve kasıklarına yüzümü yapıştırdım. Amı kaymak gibi ve tombuldu. Yeni tıraşlamıştı belli ki. Kasıklarını yalayıp emerek amına ulaştım. Nefes nefeseydi ve kıpkırmızı olmuştu yüzü. Önce küçücük bir öptüm amının dudaklarından. Çok irkildi. Sonra daha büyük bir öpücük ve amını emmeye, içine dilimi sokmaya başladım. Klitorisini deli gibi yalıyordum. Kesik kesik hırlıyor ve başımı amına doğru bastırıyordu. İkimiz de zevkten geberiyorduk. Sonra dizlerimin üzerine kalkarak kalçalarını kavrayıp kasıklarımı kasıklarına dayadım. O da kıçını havaya kaldırarak, amını iyice çıkarttı. Gözlerinin içine bakarak, "Yıllarca bunu hayal ettim hep!" dedim. Titreyen dudakları ve gözleriyle, heyecandan mahvolmuş bir halde, "Aşkımmmm!" diyebildi.
Sikimin başını amının sulanmış dudaklarına değdirdiğimde, kıçını iyice kaldırıp, sikimi amının içine almaya çalıştı. "Gözlerime bak!" dedim. Kapalı gözlerini açınca, gözlerimi gözlerine dikip, çok sert bir şekilde, kazık gibi soktum yarrağımı. Yeşil gözleri baygın bir şekilde kaydı ve deli gibi inlemeye başladı. Sikimi amına soktukça altımda kıvranıyor, daha fazla sokmam için amını bana doğru ittiriyordu. Yaklaşık bir saat boyunca birbirimizi deli gibi öpüp, sevişip yiyişerek sikiştik. En sonunda benim avuçlarımda onun kalçaları, onun elleri arasında benim yüzüm, dili ağzımın içindeyken deli gibi kasılarak ve titreyerek aynı anda boşaldık.
Hayatımda yaşadığım ve yaşayabileceğim en heyecanlı azdırıcı ve yasak şeydi. Boşalmış, dünyadan bağlantımız kesilmiş bir şekilde yatakta uzanmış, kendimize gelmeye çalışıyorduk. Sonra hızlıca kalkıp banyoya girdi yıkandı. Arkasından da ben yıkanıp çıktım, giyindim. Gidip daire kapısının kilidini açtım ve bir sigara yakıp, pencereden dışarıyı izlemeye başladım. Babamlar geldi, kahvaltı edildi, günlük rutin sohbetler ve saire... Annemle hiç göz teması bile kuramıyorduk. Yaşadıklarımız inanılır gibi değildi. Kafamda ürettiğim hayal ve fantazilerin beni buralara sürükleyeceğini tahmin bile edemezdim.
Birkaç gün kendime gelemedim. Evin içinde dolaşırken göz göze gelemiyorduk. Bakışlarımız kesiştiğinde hemen gözlerimizi kaçırıyorduk. Ama artık birbirimize bakışımızın eskisi gibi olmadığı kesindi. Yaşadıklarımızı konuşmak, dile getirmek çok kolay değildi ve zaten bunu yapabilmek için de baş başa kalabileceğimiz bir fırsat da yoktu.
İki gece sonraydı, yatakta uyumaya çalışıyordum, fakat uyku tutmuyordu. İkide bir pencereye çıkıp sigara içip dönüyordum. Gece saat 03:00 sularıydı, annemin odasınının kapısının sesini duydum, mutfağa (herhalde su içmeye) gidiyordu. Hemen kalkıp mutfağa doğru yürüdüm, koridorda karşılaştık. Üzerindeki saten gecelik omuzundan sıyrılmış, yuvarlak omuz başı bembeyaz duruyordu. Sol göğsünün büyük kısmı açıktaydı. Göz göze gelince çok heyecanlandık. İkimiz de aynı şekilde sağa sola bakarak herkesin uyuyor olduğundan emin olmak istedik. Ve hiç konuşmadan sıkıca sarıldık birbirimize. Elimi sıyrılmış geceliğinden içeri soktum. Teni sımsıcaktı. Diğer elimle çenesinin altından tutup yüzünü kaldırdım, dolgun dudakları iyice kabardı.
Önce küçük bir öpücük, daha sonra daha sert ve ıslak bir öpücük. Sırtını duvara dayayıp, sağ memesini avuçlayıp çıkardım. İştahla emip öptüm. Birkaç dakika ayaküstü öpüşüp yiyiştikten sonra, kulağıma ağzını dayayıp, çok kısık bir sesle, "Zamanı değil!" dedi. Ben de ona hak verip bıraktım. Son olarak önünde diz çöküp geceliğinin eteğini sıyırdım, kafamı içeri soktum, küçücük külotunu sıyırıp amına ulaştım. Birkaç kez öpüp ısırdıktan sonra ayağa kalkıp ateşli bir veda öpücüğü verip, "İyi geceler!" dedim. Hızlıca odasına döndü. Ben de yatağıma girip mastürbasyon yaptım.
Gitmeme bir gün kalmıştı. Amcamlar bizi Polonezköy'e pikniğe davet etmişlerdi. Sabah 10:00 gibi hazırlandık, arabaya bindik. Önde babam ve kardeşim, arkada ben ve annem vardık. Sol arkada oturan anneme daha yakın olmak için, ortaya kayıp, ön koltukların arasından kardeşimle konuşmaya başladım. Önden gözükmeyen elimi, sola doğru, annemin bacaklarına kaydırdım. Annem elime çimdik attı. Hafiften dönüp baktığımda hınzırca gülümsüyordu. Sonra elimi kendisi alıp dizinin üstüne koydu. Ben de eteğinden içeri sokup, elimin ulaşabildiği kadar ileriye götürdüm. İnce naylon çoraplarının üstünden tatlı tatlı okşuyordum. Birkaç dakika süren bu gizli ve çok tatlı oynaşmadan sonra arkama yaslandığımda göz göze geldiğimizde, bana, "Dün gece rahat uyudun mu tatlım?" dedi. "Evet anneciğim, çok rahat uyudum!" dedim. Annem de benim gibi, yaşadığımız bu yasak aşktan çok büyük haz duruyordu. Konuşmadan, bakışıp gülümsedik. Bana göz kırptı.
Piknik yapacağımız yere amcamlardan biraz sonra ulaştık. Arabalardan inildi, malzemeler taşındı, mangal kuruldu, salatalar falan, herkes bir şeyler için koşturuyordu. Amcam, "Soğuk su almayı unutmuşuz!" diye söylendi. Ben de anneme bakarak, "Yakınlarda bir market bulabilirim belki!" dedim. Babamdan arabanın anahtarını aldığımda anneme bakıyordum. Annem isteğimi anlayıp, "Ben de geleyim, sana yardımcı olurum. Hem pet bardak falan da almamız gerek!" dedi. Birlikte arabaya yürüdük ve bindik.
Yanımda oturuyordu ve sevişmeye başladığımızdan beridir ilk defa baş başa konuşma ortamı bulmuştuk. İkimiz de çok heyecanlıydık. Sesi titreyerek lafa girdi, "Oğlum, bu yaptığımızın çok yanlış bir şey olduğunu biliyorsun, değil mi?" dedi. "Evet biliyorum. Ama çok tatlı!" dedim. "Tadımı çıkardığının farkındayım, kaç gündür mahvettin beni!" dedi kahkaha atarak. Market bulmak bahanesiyle giderek uzaklaşıyorduk piknik alanından. Yeterince tenha olduğuna karar verdiğim bir yerde, arabayı yolun dışında, ormana doğru çevirerek park ettim. Araba durunca annem şaşırdı ve biraz gülerek biraz da kızarak, "Burada olmaz, saçmalama!" dedi. Ben hiç cevap bile vermeden hınzırca gülümsedim ve fermuarımı açarak, arabaya bindiğimizden beridir kazık gibi olan sikimi çıkardım. İlk defa yarrağımı net olarak görüyordu. Gözlerini fal taşı gibi açarak, ellerini yanaklarına koyup, "Ooooo, bu ne böyle? Neden bu hale geldi şimdi bu?" diyerek gülmeye başladı. "Senin yüzünden!" deyip, elimi başının arkasına götürdüm, saçlarına elimi dolayıp kendime çektim ve sıkı bir öpücük kondurdum pembe dudaklarına...
Gözler kapandı, diller buluştu. Birkaç dakika süren ateşli bir öpüşmeden sonra, dudaklarımdan ayrılıp yüzünü sikime getirdi. Eliyle gövdesinden kavrayarak, başına küçük bir öpücük kondurdu. Sikime değen nefesi beni mahvediyordu. Gövdesini yukarı aşağı okşuyor, sıkıca kavrayıp öpüyordu. Sonra sikimin başında önce dilinin, sonra ağzının içinin ıslaklığını hissetmeye başladım. Resmen annemin ağzına vermiştim. Hem yaptığı yumuşak saksonun, hem de annemin ağzına veriyor olmanın deli hazzıyla koltukta kıvranıyordum zevkten. Ağzının içinin her yerinde gezdiriyor, diliyle okşuyor ve bütün gücüyle emiyordu. Ben de alttan alttan sikimi ağzına doğru sokup, annemin ağzını sikmenin tadını çıkarıyordum. Artık dayanamaz hale gelince sikimi iyice bastırıp gırtlağına kadar soktum ve başını sikime bastırırken fışkırmaya başladım ağzının içine. Ben boşaldıkça annem döllerimi emdi ve yuttu. Kendime geldiğimde, annem yan tarafta oturmuş, gülerek bana bakıyordu. "Yeter mi?" dedi ve o şuh kahkahalarından birini attı. Ben de, "Ölüyorum sana!" deyip, eğildim ve dudaklarına uzun ve ateşli bir öpücük verdim. Dudakları halen ıslaktı.
Sonra marşa bastım, market aradık, bulduk, soğuk su ve pet bardak alıp piknik yerine geri döndük. Toplu halde yapılan bir piknik, konuşmalar, kahkahalar... Kısacası çok keyifli bir gündü.
Ertesi gün uyandım, yola çıkacaktım. Gidene kadar hiç baş başa kalamadık. Sonra bütün aile olarak otogarda vedalaştık. Otobüsün penceresinden birbirimize el sallarken, annemle benim bakışlarımız bambaşka tatlıydı.
Askerlik, artık olduğundan çok daha çekilmez hale gelmişti. Herkes gün sayarken, ben bir yandan da anneme tekrar kavuşacağım günü sayıyordum. Annemi cep telefonundan aradığımda, yalnız yakaladığım anlarda, çok uzun ve sıcak konuşmalar yapıyorduk. Onu ne kadar özlediğimi ve hayaliyle mutlu olduğumu anlatıyordum. O ise çoğu zaman duygusallığımla dalga geçip gülüyor ve beni kızdırıyordu. Bir keresinde yine beni böyle kızdırdığı bir konuşmada, ona, "Bak bunun cezasını çok kötü ödeyeceksin!" dedim. "Neymiş cezam?" dedi. Ben de, "Seni elime geçirdiğim ilk yerde, çok sert, döver gibi sikeceğim!" dedim. Nasıl büyük bir kahkaha attı anlatamam. "Böyle cezaya can kurban!" dedi. Annemin de sikilmek için yanıp tutuştuğu çok belliydi.
Teskereme 3 ay kala bir gün annem beni aradı, "Oğlum haftaya babanın Ankara'da bir işi varmış. Ben de geleceğim onunla beraber!" dedi. Ben heyecandan deli oldum, çok sevindim. Ben ne kadar sevindiğimi uzun uzun anlatırken, annem, "Ama babanla geliyoruz, sakın saçma sapan hareketler yapma!" dedi gülerek. "Tamam anneciğim, seni sadece görmek bile beni çok çok mutlu edecek!" dedim...
[Umut]
142 notes
·
View notes
Text
GÖNÜL GEL SENİNLE MUHABBET EDELİM
Pandemi ' den sebep midir asosyalliğmiz de konuşmayı unuttuk , bilmem...
Kelin yanında kabak anılmaz, der eskiler..
Kimin yanında ne konuşulur bilmek ne hoş!
Yoksulun yanında parasından, evladı olmayanın yanında çoluk çocuğundan söz edip durma gafleti...
Açık sözlülük adına en basit görgü kuralları unutturuluyor işte toplumda...
Hodbin nadân insan , durup ince şeyleri nasıl anlasın ? Nasıl empati yapsın?
Empati yapamaz evet... Bakın 9 bin dolarlık çantama, özel biri olmasam erkek/ boy friendim bunu alır da bana hediye eder miydi hiç, diye kendini kuru fasulye gibi nimetten saymaz mı ?
Sayar...
Sonra tüm negatiflik tüm şeamet bir kişinin üstüne boca edilmez, kazaen nasılsın ne var ne yok dedi diye...
Hep "senin derdin dert midir benim derdim yanında " modunda olup dert beğendiremediğimiz kişilere ne demeli ? İnsan ağzını açtığına bin pişman olur derhal...
Kargadan başka kuş tanımaz ' lık... Sabit fikirler , ne söylenirse söylensin her konuda hep en iyisini bilenler... Teveccühen bile arada hak vermeyen çok bilmişler...
Ailesini kendini evini arabasını kedisini kuzeninin ders başarılarını ballandıra ballandıra anlatan teyzesinin saçıyla övünenler...
Tek ölçüt tek kantar kendisi olanlar...
Kendinden kısalar gerçekten çok kısa...
Uzunlar fazla uzun...
Kendinden gayrı sorunu olanlar, beyhude üzülen tiplerdir onlara göre...
Kendi başına bir hâl gelirse nazar...
Karşındakinin başına bir iş gelirse hep günahlarından sebeptir der...
Ne kadar mükemmel olduğunu anlatıp duran... Her konuda ne müthiş fikirleri olduğunu savunan...
Ve... Bu düşünceleri değiştirmenin teklif dahi edilemeyeceğinden dem vuran insanlar...
Kasvetleri ile iki dakikada boğarlar insanı...
Ya yalancılar! Peter Pan sendromuna tutulmuş uçarılar... Dev aynasını boy aynası etmişler...
Tv ' de tartışma programlarında bile kadro belli , ne muhabbet edecekleri mâlum artık, hani her gün aynı hastalıklarını aynı ayrıntılar ile anlatan hastalık hastaları gibi...
Ya da kaybettikleri servetlerini...
Fikir teatisi güzeldir elbet de karşıda kimse yoksa pek mümkün olmaz açıkçası...
" Hani Temel demiş ya :
- Kompartımanda trende ters yönde idi koltuğum , midem çok bulandı, çok rahatsız oldum...
-E karşındakinden rica edip yer değiştirseydiniz ya...
Denince...
- Evet o benim de aklıma geldi de karşımda kimse yoktu! "
Böyle olur mu ?
Olmaz yani...
Konuş ya Aişe , ferahlayalım , demiş ya Peygamberimiz ( SAV )
Gönle sürur olsa kelâmlarımız...
Kırmadan dökmeden...
İletişim kurmak sanat evet...
Konuşmak sanat...
Evlilik için şart bu...
Arkadaş kalmak için şart...
Komşuluk için şart...
Akrabalık için şart...
Toplumda beraber yaşacaksak...
" Gönül gel seninle muhabbet edelim
Araya kimseyi alma sevdiğim
Dünya için gül benzini soldurma
Halden bilmeyene halin bildirme
Tabip olmayana yaran sardırma
Azdırırsın böyle yarayı gönül
Solmazsa dünyada güzeller solmaz
Bu dünya fanidir kimseye kalmaz
Yalan dolan ile sofuluk olmaz
Mümin olan bekler berâyı gönül..."
(Ali Ekber Çiçek/ Erzincan )
Nüket Belsan Taşören
4 notes
·
View notes
Text
Neler olacağını bilmediğim bir belirsizlik~
Evet..
Bugünleri özetlemem gerekirse sanırım böyle derim. Geçtiğimiz üç ayı oturup düşündüğümde, o üç ay öncesindeki her şeyi düşündüğümde..
Tuhaf hissediyorum. Rüya mı gördüm acaba?
Elbette şu an mutsuz olduğumu iddia etmiyorum, öyle olsa benden mutsuz olanlar bana kızmakta haklı olurlardı. Kendim için gösterdiğim o tüm çaba şu an beni ayakta tutan şey.
Ama her şeyden önce en yakınım dediğim insanın da içinde olduğu o zor süreci unutmak istemediğimi bu günlüğe yazmak istiyorum. Bu blog benim günlüğüm, anılarım, mutlu anlarım ve mutsuz anlarım. Elbette mutlu anları ve çabayı, motivasyonu burada daha çok görmek temennim.
Deprem bu ülkede yaşandı. Benim gibi uzağında olanlar içinde değildi ama yaşandı. Henüz bitmedi. Depremin ardından aylar geçse de bugün hâlâ zorluk çeken insanlar olduğu sürece bunu bitmiş sayabileceğimi sanmıyorum.
Elbette ki aynı acıyı hissedemeyiz ya da kendimize psikolojik olarak zarar verecek düşüncelere yönelemeyiz. Amacım sadece bunu unutmamayı hatırlamak.
Çünkü toplum günlük hayata döndüğü zaman önemli olayları unutur. Unutmamak acıyı unutmamak ya da sürekli acı çekmek değildir. Unutmamak sizin için önemli olanı bilmektir. Orada hâlâ zorluk çeken insanlar olduğunu bilmektir. Elinizden geleni yapmaktır. Kendiniz için de elinizden geleni yapmaktır.
Tabii ki bir kişinin tek başına yapabileceği şeyler sınırlı ancak bu konuyu burada uzun uzun dile getirmeyeceğim~ Sadece benim için ömrümün "iyi ki"si dediğim dostumun da acı çektiği, üzüldüğü, korktuğu, yalnız hissettiği, ailesinden insanları kaybettiği bu olayı unutmamayı tercih ediyorum. Bana gelirsek..
Uzun zamandır bu blogda yazamıyorum çünkü aylardır sürekli hastaneye gitmek zorunda kalıyorum. Başta basit bir bilek yaralanması geçirdiğimi düşünmüştüm. Sonunda yürüyemediğim haftalarım oldu. (Çok şükür şu an biraz daha iyiyim~) 8 kez doktor yüzü gördüm.. En son fizik tedaviye gitmemi söylediler ama şahsen sorun ne ben bile bilmiyorum. Bildiğim tek şey kas ağrılarının sinir bozucu olduğu ve normal ritmimi çok özlediğim.
Ama bu süreçte öğrendiğim şeyler de oldu.
Mesela yanımda olduğuna inandığım bazı insanların umurunda bile olmadığımı öğrendim ama bir o kadar da hiç beni umursamadığına inandığım kişilerin gerçekten de "arkadaşı" olduğumu öğrendim.
Stresimi azaltmak için bol bol çizim yaptım. (Çizen Anka çizimlerini her şeyden ayrı tutuyor ve paylaşıyor, anime tarzı çizimler seviyorsanız bir uğrayın derim, kendimi geliştirmeye çalışıyorum: Tık)
Danstan kopmamak için zihnimde bol bol dans tekrarı yaptım, çok bir şey yapamasam da derslere katılmaya çalıştım. Göz yaşı döktüğüm ağrı çektiğim ve umutsuzluğa kapıldığım günler yok muydu? Elbette var.
O kadar hastaneye gidip de doktorunuzun size "Bilmiyorum başka bir doktora gitmelisin" deyip durduğunu düşünün. Bir noktadan sonra incinmemek elde değil.
Ayrıca bu süreçte dil çalışmalarım azalsa da geçtiğimiz yılın sonunda ufak ufak başladığım tarih çalışmamın yarısını bitirmiş bulunmaktayım. Tarih Celal Hoca'nın sayesinde o kadar eğlenceli ve katkı dolu ki.. Eski Türk Tarihi ve Osmanlı Tarihi ne ara bitti anlayamadım bile. Şu an Cumhuriyet Tarihi'ndeyim. Bakalım neler öğreneceğim. Neden tarih çalıştığımı mutlaka bu günlüğe iliştirmişimdir ama tekrar iliştireyim. Çünkü içimde kaldı. En büyük sebebi bu.
Lise yıllarımda kötü olmayan tarih dersleri alsam da (hocam cidden iyiydi).. İlk öğretim ve orta öğretimde pek alamadım. Lise yıllarında ise dürüst olalım ilgim çoğu zaman ders çıkışı gittiğim yazarlık eğitiminde ya da satranç takımında idi. Eheh~
Ayrıca o yıllarda ders çalışmayı ve kendimi geliştirmeyi şimdiki kadar sevmiyordum, bana bu sevgi on sekizimden sonra üniversite yıllarımda geldi. O yıllarda kendimi tanıma fırsatı yakaladım~ İçimde kalan pişmanlık değil ama eksik olan geç kalınsa da yapmak istediğim şeyleri şu boşta kaldığım süreçte yapmaya çalışıyorum. Bilek ağrısı çekerken başta kolay değildi ama ilaçlarla hafifleyen ağrılar ve zamanla biraz kendimi toparlamış olmam hızımı almamı sağladı.
Not: Bu defterleri zamanında uygun fiyatlı iken almıştım, tarih çalışmalarım için kullanırken bazen gülümsemiyor değilim. Hafif esprili bir yanı var.
En azından bu zorlu süreçte edindiğim bazı bilgileri arkadaşlarımla paylaştığım o anlar, yeniden yazmaya döndüğüm bu günler, üzülüp ağladığım anların yanında beni gülümsetiyor da.
Maalesef bu yazım da motivasyon ve mutluluk dolu değil. Bolca çaba, bolca pes etme, bolca yeniden başlamayla dolu. Belirsizlikle dolu. Ama bazen böyle olur.
Umut etmeyi nasıl hatırlarım ben de bilmiyorum şahsen ama hâlâ yapmak istediklerim var. Bu sebeple sıkıca çabalıyor, bu çabalarımı bu günlüğe iliştiriyorum.
Son günlerde bu melodinin verdiği hissiyat beni yazmaya daha da itiyor.. Yazdıkça yazımın, yazı dilimin ne kadar değiştiğini fark ediyorum. Büyü gibi hissettiriyor, hoşuma gidiyor. Gerçi.. 10 yıl sonra bugün yazdıklarımı okursam yastık ısırarak utanacağıma eminim ama neyse xD Yazmayı kalbiyle seven pek-çok yazar böyle hissediyordur sanırım.
Kendimizi çok eleştirip durduğumuz için asla yazdıklarımıza "mükemmel" diyemiyoruz. Bu özgüvensizlik değil, en iyimizi görmek istememizden ötürü~ Akıl sağlığına zararlı hâle getirilmediği sürece bunun yazmakta da, çizimde de, dansta da iyi bir getiri olduğuna inanıyorum~
youtube
Belirsiz, zorlu günlerde elinden geleni yapan herkesin emeklerine sağlık~ ~Anka
6 notes
·
View notes
Text
Yatılı okulun karne haftası gibi
Gamarjoba sayın defter,
Gürcülerle çalıştığım esnaf günlerini bazen özlüyorum. Üç ay içerisinde 500 tane nevresim sattık. Lamazi home. İyi fikirdi. Lari 1.80 (bazen 2) tl idi. Şimdi 10 tl. Yanlış değil. Cidden 10 tl. 35 lariye toptan nevresim satıyordum. 70 tl. Kalan kar 15 tl. Denizliden bir çuval havlu 80 tlye geliyordu. Ah ticaret. Hiç anlamıyordum. Rahmetli Osman amca elimden tutmasa mal gibi bakıyordum. Ahahahah.
Kemalpaşada yılbaşı haftasında kimse kalmazdı. Gürcüler noel sofrasını kurar bir hafta sürerdi. Kimse gelmezdi. İki yılbaşı geçirdim ilçede. Sokaklar bomboş. Soğuk dükkanlar içerisinde köpek gibi titrerdik. Yaz aylarının kalabalığı olmazdı. Elinde siyah poşetler olmayan küçük boylu gürcü kadınlarını görmeyince moralim bozulurdu.
Aynı okulun karne haftası gibi. Ne kadar değişim düşmanı azılı bir muhafazakarım değil mi sayın defter? Düzenimin bozulması beni deli ediyor.
Lisede dört sene boyunca benim hiç devamsızlığım olmadı biliyor musun? İzin alıp samsuna bile gitmedim. Sınavlar bittiğinde karneyi beklemeden herkes izin alıp memleketlerine giderdi. Yatakhane boşalırdı. Moralim bozulurdu. Okula başladığımda ağlamaktan heder olan ben okul bittiğinde yine ağlardım. Çocukluk. Yatakhanenin o boş hali. Nevresimsiz ranzalar. Üzerine MEB yazan keçe battaniyelerin dağınık olması. Zorunlu etütlerin artık olmayışı, kalabalık yemekhanenin sessizliğe bürünmesi. Ah ulan yabancı sessizlik. Psikolojik şiddetti benim için. Okulda son kalan erzaklar bitsin diye kalanlara bol bol dağıtılırdı. Salamlar, morarmış haşlanmış yumurtalar, çokça peynirler ve çikolatalar, tereyağlar. Sınıfta ders işlenmezdi. Can sıkıntısından ölürdüm. O son haftada ben hep hasta olurdum. Aaaaa. Bak cidden şimdi fark ediyorum. Okulun son haftalarında hep hasta oldum ben. aaaaa. Bu farkındalık karşısında ben şok ben vefat. ahahahahah.
Şimdi yine okulun lanet son haftası gibi bir kaç gün geçiriyorum. Hanımla oğlanı İstanbula olaylı bir uçak yolculuğu eşliğinde yolladım. Ev o kadar sessiz ki. Sessizliğe tahammül edemiyorum. Yalnızlık neyse de sessizlik. Ben liseden itibaren müziksiz (kulaklıksız) uyuyamıyorum. Uykuda bile tahammülüm yok sessizliğe.
Dedim bir kaç CMK yapayım. Samsun uyuşturucu yuvası durumunda. Her suç illa ki uyuşturucu eşliğinde geliyor. Artık esrar da değil mevzu, met o kadar kolay bulunuyor ki artık. Adam ifadesini veremeyecek seviyedeydi bir gece saat ikide. Ertesi gün bile uyanamamıştı. Üzülüyor muyum? Evet. Üzülmek değil sanırım. Acımak bu. Adam tutuklanmadan önce bana uykulu uykulu "Herşeyin hayırlısı be abi, Allah bunu da yazdıysa napalım, kabul edeceğiz, elhamdülillah" dedi. Garip bir sahneydi. Ülkenin özeti gibi. Abicim senin evde 750 gr. met, poşet poşet likra falan çıktı. Sen ne anlatıyorsun be abim? Eğlenceli yani biraz da. Ama Allaha olan imanını takdir de etmedim değil.
Yarın yapılacak tonla iş var. Ev süpürülecek, kanaatimce en nefretlik ev işi olan ütü yapılacak. Kurban öncesi buzluk şöyle bir düzenlenecek. Gardaş bu hayat mı be!?? ahahahahah.
Garanti bankası şubesinden aradılar bizi şikayet etmişsiniz BDDK'ya dediler. Yok ben sizi henüz şikayet etmedim Vakıfbankı ettim, ama sizi de edeceğim dedim. Size kredi kartı çıkmış gelin alın dedi. Gittim. Sonuç ne peki? Sistem vermiyormuş. Mahkeme kısıtı varmış. Bayram sonrası beraat kararlarını tekrar hukuk birimine atacaklarmış. Lan yok yok. Hakkımda verilen bir mahkeme kararı yok. Hangi karar bu? Vakıfbanka soruyorum sistemlerinden verdikleri cevap efsane, "Yeni kamu görevinizi şubeye gelip bildirin" Çıldırmalık ülke. Telefon almaya gideceğim yakında Batum'a. Sınırda kesin sorun çıkacak. Kesin. Mahkeme yurt dışı yasağımı kaldırma kararını defalarca göndermesine rağmen kesin sorun çıkacak. Peki neden? Burası türkiye, kel bir bakanın saçları kadar hayali bir ülke. Ahahahah. O sebeple önce samsunda emniyete gidip hakkımdaki tahdit kalkmış mı kalkmamış mı diye kontrol ettirmem gerekiyor. Saçmalık. Dediğim gibi bu ülkenin kolu bantlısı bizleriz. Yaşıyoruz.
Bir de güzel haber. Aihm maille bildirdi. 11 temmuzda ilk tutukluluk kararı çıkacak. daha öncekilere yaptığı gibi 5 bin euro paracık verecek yüzde 99. Bu da güzel haber olsun defterciğim.
Biz de durumlar böyle.
Vesselam.
5 notes
·
View notes
Text
TÂHÂ SÛRESİ 89-110
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı ile.
89- Onlar görmüyorlar mı ki, (buzağı) onlara bir tek söz söylemez ve onlara zarar ve fayda veremez.
90- Harun, önceden onlara: "Ey kavmim, şüphesiz siz bununla (buzağıyla) imtihan oldunuz. Muhakkak Rabbiniz Rahmân'dır (Merhamet eder.) Öyle ise bana uyun ve emrime itaat edin.
91- Onlar: "Musa bize dönünceye kadar ona (buzağıya) ibadete devam edeceğiz" dediler.
92- (Musa): "Ey Harun, onların saptığını gördüğünde, seni engelleyen ne idi?" dedi.
93- "Niçin bana uymadın? Emrime karşı mı geldin?"
94- (Harun) Dedi ki: "Ey anamın oğlu, sakalımdan ve başımdan tutma. Ben, senin "İsrail oğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü gözetmedin" demenden korktum.
95- (Musa): "Ey Samiri, bu senin büyük işin nedir?" dedi.
96- (Samiri): "Onların görmediğini gördüm. O elçinin izinden bir avuç aldım ve onu attım. Nefsim bana böylece hoş gösterdi."
97- (Musa): "Defol git. Şüphesiz hayat boyu ‘Dokunmak yok’ diyeceksin. Ve senin için va'dolunan bir azap vardır ki, elbette sen ona aykırı kılınmayacaksın. Kendisine taptığın tanrına bak. Elbette biz onu yakacağız, sonra toz halinde denize savuracağız."
98- Sizin ilahınız ancak O Allah’tır ki, O’ndan başka ilah yoktur. Her şeyi ilmi ile kuşatmıştır.
99- İşte böylece geçmişin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Şüphesiz sana tarafımızdan zikri (Kur’ân'ı) verdik.
100- Kim ondan (Kur'ân'dan) yüz çevirirse kıyamet günü bir günah yüklenecektir.
101- O günah yükünün altında ebedidirler. Kıyamet gününde onlar için ne kötü bir yüktür.
102- Sûr'a üfürüldüğü gün suçluları, gömgök mahşere toplarız.
103- Kendi aralarında "(dünyada) on (gün) kaldınız" diye gizlice konuşurlar.
104- Onların söylediklerini biz daha iyi biliriz. Onların yoldaki önderleri ise "Siz (dünyada) ancak bir gün kaldınız" der.
105- Sana dağlardan soruyorlar. De ki: "Rabbim onları toz halinde savuracaktır."
106- O (dağları) dümdüz bırakacaktır.
107- Orada bir girinti ve çıkıntı göremezsin.
108- O gün hiçbir tarafa sapmadan davetçiye uyarlar. Rahmân için bütün sesler kısılmıştır. Fısıltıdan başka bir şey işitemezsin.
109- O gün Rahman'ın izin verdiği ve sözünden razı olduklarından başkasının şefaati fayda vermez.
110-(Allah) Onların önlerindekini ve arkalarındakini bilir. Onlar ise ilimle O’nu (Allah'ın zatını) kavrayamazlar.
4 notes
·
View notes
Text
SEYYİD ABDÜLHAKİM ARVASİ (k.s)
Ben seyyidim.
Yani bu demektir ki Türk değilim.
Ama yeryüzünde bütün Türkler silinse,
üç Türk kalsa, biri ben olurdum.
İki Türk kalsa, gene biri ben olurdum.
Son Türk kalsa da o gene ben olurdum.
Çünkü Türkler olmasa, bugünkü mânâda islâmiyet olmazdı."
(Seyyid Abdülhakim Arvasi hz.)
SULTAN ABDÜLHAMİD HAN'IN
HEDİYE SANDIKLARI.
Nakşibendi yolu büyüklerinden
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri buyurdular ki:
“Başkale’deki medresemde, 20-30 talebe okutuyordum.
Talebenin yiyip içmesi, elbiseleri, bütün masrafları hep bana aitti.
Bir gün ders veriyordum, kapı açıktı,
içeri gayet temiz giyinmiş bir bey geldi.
Selam verdi ve dersi dinledi, Ders sonunda yanıma gelip,
(Efendim, kaç talebeniz var? Hangi kitapları okutuyorsunuz? Hangi kitaplara ihtiyacınız var?) diye sordu.
Ben de lazım olan birçok kitap ismi verdim, Hepsini teker teker not aldı.
Eğitimle ilgili bütün ihtiyaçlarımı deftere yazdı.
Biraz sonra veda edip gitti,
Konuşması gayet nazik,
elbisesi gayet muntazam ve temiz olduğundan, bunun bir İstanbul beyefendisi olduğunu anladım.
O söylemeyince ben de kim olduğunu soramadım,
Birkaç ay geçti, unutmuştum.
Bir gün medreseye postacı geldi.
(Size birkaç sandık geldi, postaneden alabilirsiniz) dedi.
Gittim, iki sandık kitap dolu idi.
Kitapları, sandıkları aldım, o günün şartlarında hayvana bindirdim,
Medreseye getirdim.
Sandıklar açılınca, bir de baktımki sandığın içinde iki ay önce isimlerini yazdırdığım kitaplar bulunuyordu.
Üzerinde bir kağıt vardı.
(Halife-i müslimîn
Sultan Abdülhamid Han’ın hediyesidir) yazılıydı.”
Sultan Abdülhamid Han hazretleri, bütün ilim yuvalarına, Anadolu’ya ve dünya devletlerindeki Müslümanlara, Hindistan’a kadar Ehl-i sünnet kitaplarını ulaştırmıştır.."
"Osmanlı'ya Muhabbet (Sevmek) İman'ın, Düşmanlık Etmek Küfrün İmansızlığın Alametidir..!
Osmanlı Demek İslam Demektir....
Osmanlı'yı Sevmemek Ancak İslam Düşmanlığıyla İzah Edilebilir..!
(Seyyid Abdülhakim Arvasi )
ALLAH (c.c) Gani Gani Rahmet eylesin.
Mekânı cennet olsun inşaAllah.
4 notes
·
View notes