#borç borçlu yük
Explore tagged Tumblr posts
Text
KÖKEN..
SESLİ DÜŞÜNCE.. Dün otele biraz çakırleyif geldim. ( malum Akyakaya her gelişim de hemen hemen her gün boş geçmiyor) Tekli koltuğa oturup dinlenirken, zihnim ‘’günah’’ kelimesini çiğneyip durdu. Buna engel olamadım. Kök salmış günahları olan biri olarak, bınlara göre nefes aldığım için günahkar biri olarak.. İlk günahı düşündüm.. ( Özgür iirade ile kader kavramları ne kadar zıtlaşır ise ilk günahın anlamında bşr okadar tartışmalı sadece başlık atıp bırakayım çünkü konu bu değil, Adem cennette yaratıldı mitine göre yasak ağaca yaklaştığı için sürüldü, bir rivayet şeytan kandırdı - cennete nasıl girdiyse- bşr rivayet Havva kandırdı, Ataerkil ya Ademe yük yüklemez sonuç buradayız Bı kıssa da bile her şeyin -nefsin yani zihnin yani düşüncenin “içinde olduğunu tartışabiliriz düşünen varlığı ortadan kaldır yani hiç düşünce olmasın akıl olmasın hangi kavramı tartışabiliriz ) Tüm günahların kaynağı, geçmişe ait bir hikayenin anlatımı ile ifade edilir durur. Teoloji, en büyük günahların bile kökenini döner dolaşır, ısırılan o ilk elmaya ( elma genel tasvir olduğu için kullandım yoksa Kur’an da meyve ismi yoktur ) bağlar. Günahı nasıl yüklendiğimizin hikayesidir bu. Fakat Marx bunu kafi görmemiş olacak ki; ''İlk günahın teolojide oynadığı rolün aşağı yukarı aynısını, ekonomi politikte ilk birikim oynar.’’ der. Marx’a göre birikim, Ademoğulları'nın ısırdığı ikinci al elmadır. Kapitalizmin kanlı gasp hikayesinin köklerini, ustalıklı bir dil ile anlatması saygıdeğerdir. Çünkü birikim, öyle büyük ve kanlı bir ısırıktır ki bugün kölelik ve kolonyalizme ait ne kadar şato varsa, tuğlalarını ustalıkla dizmiş, harcını insan etinden yoğurmuştur. Bilinen ve hızlı etkileşim alma amaçlı sloganlardan biridir; ‘’ Hacı abi apartmanın girişine ''Mülk Allah’ın'' yazmış ama kirayı iki gün geciktirsen, çıkarır seni Allah’ın mülkünden’’ Doğru söze ne hacet?David Graeber, başka bir ısırığın daha köklerine inmiş ve demiş ki; ‘’ Para vergilerden, devletin parayı dünyaya getirme ihtiyacından doğmuştur.’’ Teolojide Tanrıya, ekonomide devlete borçlu dünyaya gelişimizin kanımıza ilişmiş kökleri değil mi sizce bunlar?Ne yapsak ödeyemediğimiz bir borç. Salt insandan ahlak beklemek, bu yükleri omzundan almadan bir parça haksızlık da sanki. Doğar doğmaz prangaya vurulmuş bir canlı türünün, kendi ile yarışından düşenleri ayıklayıp iblis ilan ediyoruz. Anahtar da cebimizde. Pes doğrusu..Dün çakırkeyif tim ve günah ile köpürttüğüm zihnimin dinmiş halinden kalanlar bunlardır.. Uzatırdım ama gerek yok sanırım. Sağlıcakla..
3 notes
·
View notes
Text
Nankör, iyilik, minnet, postacı
Beni bir yükten kurtarmak için yardım edeceksin.
Sana minnet etmemi bekleyerek, yeni bir yük altına sokacaksın.
Manevi olunca yük ortadan kalkmış mı oluyor?
Amaç özgürleştirmek mi?
Yük değiştirmek mi?
İnsanların bir yükünü almak için yaptığınız şeyler karşılığında "minnet" bekliyorsanız yaptığınız işler "iyilik" olmuyor.
“Borç değiştirme” oluyor.
Geçici borcu olan birini kalıcı borç (minnet) altına sokmak oluyor.
Size borçlu (minnet) olmadığında nankör demeniz ise tam şerefsizlik oluyor.
Sözlük anlamlarından da açıkça belli oluyor.
Minnet, iyiliği öldüren bir kavramdır.
Nankör, iyiliğin öldüğünü kanıtlayan bir kavramdır.
İyilik: Karşılık beklenilmeden yapılan yardım,
Minnet: Yapılan bir iyiliğe karşı kendini borçlu sayma
Nankör: İyilik bilmez
Seks tapulama ilişkilerinizde yani seks yaptığınız hayat arkadaşlığı (!) arzunuzda da kafanız böyle çalışıyor.
"Yüklerimden kurtulayım. Ortak olsun sıkıntılarıma".
Aldığınız yeni yükleri umursamıyorsunuz.
Yaptığınız şey karşılığında minnet beklemek, kendinize hakarettir.
Yaptığınıza hakarettir.
Karşıdakine işkencedir.
Karşılığında manevi haz almak > Karşılığında para almak.
Karşılığında manevi borç altına sokmak > Karşılığında maddi borç altına sokmak
Kısaca: Manevi borç altına sokanlar (minnet bekleyenler. Beklemediğini iddia edip, görmediği zaman nankör olarak düşünenler):
İğrençsiniz.
Tefeciler bile sizden çok daha doğru.
En azından borç ve faizi belli.
Sizde son yok. Ömür boyu borçlu kalacağız size.
İstediğiniz kadar, ben istemedim ki, diye düşünün.
Tavrınızla gerçekten istemediğinizi belli etmediğiniz sürece, “istemem. yan cebime koy” tavrını sunuyorsunuz.
İyilik yapacaksınız kendinizi “POSTACI” olarak düşünmelisiniz.
İyi insan olarak değil. Lütufkar olarak değil.
Sadece o anda sizde olan bir şeyi, adresine teslim ettiniz.
Karşıdakinin de bundan emin olmasını sağlayacaksınız.
O kadar.
5 notes
·
View notes
Text
Aşırı vericilik, fazla fedakarlık, saçını süpürge etme, yemeyip yedirme, giymeyip giydirme, sözde iyi niyet adı altın karşıdaki insanı; yapılan iyilikle borçlu bırakma yöntemidir. Çok zekice kurgulanmış "kontrol etme" taktiğidir. Böylece "terk edilme, bırakılma" ihtimali ortadan kaldırılır.
Oysaki gerçek bir ilişkide çek, senet, kefil, bedel, ödeme, yük olma, muhasebe, tahsilat olmaz karşılık düşünülmez. Borç yoktur, karşılıksız yapıldığı derinden hissedilir ve buna iman edilir. "-mış" gibi yaklaşıp "karşılıksızmış" gibi; "geri ödemesi beklenmiyormuş" gibi numara yapmamalıdır; eşe, çocuğa,ilişki için olduğumuz insanlara.. Sonra bir ömür ödemeyle bitmeyen anne sütü hakkı, baba hakkı adı altında borç kalıyor omuzlarda. Ruhunda derin bir suçlulukla kala kalıyor insan. Zamanında kendi isteğimizle dünyaya getirip büyüttüğümüz çocuğun; koruyup kollama, ele güne muhtaç etmeme, yemeyip yedirme, giymeyip giydirme, dizinin dibinden gitmeme fatura bedeli ağır oluyor minik yüreklere. Bugünün küçüğü geleceğin yetişkini olduğunda sürekli başkalarını memnun etmeye çalışıp duruyor. "Hayır" dediğinde karşı tarafı kıracağını düşünüp kendinden vazgeçiyor. Çocukluğunda koşullu, şartlı, senetli, şahitli sevilmenin korunup kollanmanın yetişkinlik faturasını ödemekle bitiremiyor. Bir de kendinden beklenen beklentilere hayır derse "hayırsızlıkla" etiketleniyor. Bir tutam koşullu sevgiyi "kaybetmemek" için her türlü tavizi veriyor, kendine saygısı kalmıyor sonra.
Oysa aramak istediğinde sizi endişe yerine, sevinç kaplamasın mı içini. Borç yükü altında ezilmek yerine yolculuğuna eşlik etmiş ebeveynini minnetle, vefayla, şükranla anmasın mi? Özgürleşmesin mi ruhu?
Seçim bizim..
PSK. DAN. / PSİKOTERAPİST FATMA GÜVENÇ ÇIĞ
6 notes
·
View notes
Text
Beni bir yükten kurtarmak için yardım edeceksin.
Sana minnet etmemi bekleyerek, yeni bir yük altına sokacaksın.
Manevi olunca yük ortadan kalkmış mı oluyor?
Amaç özgürleştirmek mi?
Yük değiştirmek mi?
İnsanların bir yükünü almak için yaptığınız şeyler karşılığında "minnet" bekliyorsanız yaptığınız işler "iyilik" olmuyor.
“Borç değiştirme” oluyor.
Geçici borcu olan birini kalıcı borç (minnet) altına sokmak oluyor.
Size borçlu (minnet) olmadığında nankör demeniz ise tam şerefsizlik oluyor.
Sözlük anlamlarından da açıkça belli oluyor.
Minnet, iyiliği öldüren bir kavramdır.
Nankör, iyiliğin öldüğünü kanıtlayan bir kavramdır.
İyilik: Karşılık beklenilmeden yapılan yardım,
Minnet: Yapılan bir iyiliğe karşı kendini borçlu sayma
Nankör: İyilik bilmez
"Yüklerimden kurtulayım. Ortak olsun sıkıntılarıma".
Aldığınız yeni yükleri umursamıyorsunuz.
Yaptığınız şey karşılığında minnet beklemek, kendinize hakarettir.
Yaptığınıza hakarettir.
Karşıdakine işkencedir.
Karşılığında manevi haz almak > Karşılığında para almak.
Karşılığında manevi borç altına sokmak > Karşılığında maddi borç altına sokmak
Kısaca: Manevi borç altına sokanlar (minnet bekleyenler. Beklemediğini iddia edip, görmediği zaman nankör olarak düşünenler):
İğrençsiniz.
Tefeciler bile sizden çok daha doğru.
En azından borç ve faizi belli.
Sizde son yok. Ömür boyu borçlu kalacağız size.
İstediğiniz kadar, ben istemedim ki, diye düşünün.
Tavrınızla gerçekten istemediğinizi belli etmediğiniz sürece, “istemem. yan cebime koy” tavrını sunuyorsunuz.
İyilik yapacaksınız kendinizi “POSTACI” olarak düşünmelisiniz.
İyi insan olarak değil. Lütufkar olarak değil.
Sadece o anda sizde olan bir şeyi, adresine teslim ettiniz.
Karşıdakinin de bundan emin olmasını sağlayacaksınız.
O kadar.
0 notes
Text
Kriz Dönemlerinden Çıkaracağımız Finansal Dersler
Kısa mesajlar, DM'ler ve e-postalar hızla geldi ve hepsi benzer bir endişeyi dile getirdi; "mali durumumuz sıkıntıda." Görünüşe göre sadece birkaç ay içinde çoğu kişinin ekonomik durumu sıkıntıya girdi. Bir halk sağlığı (pandemi) acil durumu dünyanın dört bir yanında hızla yayıldı ve uluslara, şehirlere ve mahallelere zarar verdi. Avrupa ve Amerika bu durumdan muaf değil. Piyasalar çöktü, işler kayboldu ve en önemlisi canlar kaybedildi.
Bu zamanlarda, çoğu kişi kendilerini evde tutarken, neyi farklı şekilde yapılabileceğini ve bu bilginin gelecekteki kararlarını nasıl daha iyi hale getirebileceğini merak ediyor. Mali açıdan, bu kriz kesinlikle zor yoldan öğrenmeyi tercih etmediğimiz öğrenilen derslerin adil payını sağladı. Önemli olan pişmanlık dolu hatalar üzerinde durmak değil, daha akıllıca ve her zamankinden daha kararlı ilerlemek olmalıdır. Peki bu zaman zarfında şimdiye kadar hangi dersleri öğrendik?
1. Aşırı güven, zayıf finansal karar alma sürecine yol açar
Birkaç haftanın yaratabileceği farklı gel-git'ler hayret verici olabiliyor. Kısa bir süre önce, işsizlik dibe vururken, bazı pazarlar yeni zirvelere ulaşıyordu. Her şey iyi görünüyordu. Ve çoğu, sanki hiçbir şey değişmeyecekmiş gibi finansal kararlar alıyordu. Daha fazla harcama, borç biriktirme, daha riskli yatırımları seçme ve daha az tasarruf. Ancak her şey değişti ve inşa edilen kırılgan finansal evi ortaya çıkardı. Aşırı güven, finansal kararların zayıf olmasına ve bazı alanlarda diğerlerini görmezden gelirken çok agresif olmaya yol açar. Daha akıllı olmalıyız.
2. Herkesin bir acil durum fonuna ihtiyacı vardır
Finans uzmanları bir süredir acil durum fonlarının önemini vurguladılar. Neden? Çünkü mali bir acil durum "eğer" değil, "ne zaman" meselesidir. Yeterli bir acil durum fonuna sahip olmak, gelirinizin düşük olduğu veya hiç olmadığı zamanlarda size yardımcı olabilir. Acil bir durum için ayrılan parası olanlar bu mevcut fırtınayı daha iyi atlatabilirler. Ne kadar tasarruf etmelisiniz? Ne kadarının gelirinizle orantılı olduğuna bağlı olarak, üç ile altı aylık yaşam masraflarının karşılanmasını öneririm. Finansal bir acil durum zamanlarında biz buna hazırlıklı olmalıyız.
3. Birden fazla gelir akışı geliştirmek, düşündüğümüzden daha önemlidir
Bir pasif gelir oluşturmak ve ondan tam zamanlı bir iş dışında gelir elde etmek günümüzde çok önemli. İnsanların yan işler yapmasının pek çok nedeni vardır, borç ödemek, gelecek için birikim yapmak ve hatta daha yüksek standartlarda yaşamak gibi. Krizin bize öğrettiği şey, birden fazla gelir akışının yalnızca iyi zamanlardaki mali hedeflerimize ulaşmamıza yardımcı olmakla kalmayıp, aynı zamanda ekonomik problemlerin ve işten çıkarmaların yaygın olduğu zamanlarda da bunu başarmamıza yardımcı olabilmesidir. Ek gelir akışları, bir iş kaybedilse bile bir miktar gelir elde etme şansı sağlar. Normal durumlarda ilerlerken, başka bir gelir akışı geliştirmek düşünmeye değer bir durumdur.
4. Borç kötü senaryodur
Çoğu insan için kredi kartı bakiyeleri ve araba kredileri aslında karşılayamayacağımız bir yaşam tarzını yansıtıyor. Çevremize ayak uydurmaya çalışıyoruz, ancak istatistiksel olarak konuşursak, muhtemelen bir kısmının yaşam tarzları bu değerleri karşılayamıyor. Yani, bir cepheyi kovalıyoruz. Ve kovalamacanın sonunda ne buluyoruz? Çok büyük bir yük. Yükten nefret etseniz bile, yine de faturalarınızı ödemelisiniz. Sıkı mali dönemlerde, yük daha da ağırlaşır. Faturaları ödeyecek daha az paramız olur ve gecikme ücretlerinin, faizlerin birikmesi borcu daha da arttırır. Borçlu olmak gerçekten kötü bir senaryodur.
5. Emeklilik için biriktirmek irade ister
Daha önce aşırı güven tehlikesinden bahsetmiştim. Boğa piyasaları sırasında, kötü finansal karar almaya yol açan aşırı güven, ayı piyasalarında korkutucu olabilir. Piyasa düştüğünde, duygularınız yatırım stratejinizi bırakıp hepsini satmanız için size yalvaracaktır. Ama bu büyük bir hatadır. Başarılı bir emeklilik yatırımına neyin yol açtığını biliyoruz; disiplinli ve uzun vadeli bir zihniyet. Beynimizin duygularımızı geçersiz kılmasına izin vermeliyiz. Rahat bir emeklilik dönemi için tasarruf, yatırım ve mali disiplin olmazsa olmaz ilk üç maddedir. Bu yüzden geleceğinizi şimdiden tasarlama işini ertelemeyin.
6. Finansal marj çok önemlidir
Acil durum fonları, borçsuz yaşam ve emeklilik tasarruflarının tümü peşine düşmeye değer. Ancak, bunların peşinden koşmak için mali marjlara ihtiyacımız var. Yaşayan maaş çeki bizi oraya götürmez. Gelirimiz artarken mevcut yaşam standardımızı korumayı öğrenmeliyiz. Maaş çekimizdeki sayının harcadığımız tutarı belirlemesine izin veremeyiz. Bu yüzden gelir-gider dengesinin iyi ayarlanması şart. Finansal irade sahibi olan kişilerin, başarı konusunda uzun vade de ellerinde daha fazla veri olur.
7. Cömertlik hayatları değiştirir
Büyük karanlığın olduğu yerde ışık daha da parlar. Görünüşte küçük cömertlik eylemlerinin bile komşularımız ve toplumumuz üzerinde yaratabileceği etkiyi gördük. Sahip olduğumuz kaynaklarla ne yaptığımız önemlidir. Onlar için önemli ve bizim için de önemli. Geçmişte yaptığımız alışverişlerden sık sık pişman olsak da, geçmiş cömertliğimizden nadiren pişmanlık duyarız. Cömertlik hepimiz için mali bir öncelik olmalıdır.
Yere düştük ve canımızı yakıyoruz, ama minderin üzerinde uzanmaktan memnun olamayız. Öğrendiğimiz derslerle donanmış olarak, başka bir gün savaşmaya hazırlanmalıyız. Krizlerin süresi ve verdiği zararı baştan kestirebilmek güç olsa da, her şeyin bir süresi ve sonu vardır. Bu yüzden savaş kapımızı her çaldığında, her açıdan hazır olmak durumundayız. Mekan ve zaman fark etmeksizin!
0 notes
Text
Faiz Artışında Tüketici ve Şirket Ne Yapmalı?
Merkez Bankasının Faiz artırımının 1 haftalık repoda yüzde 4.5'tan yüzde 10'a, gecelik borç verme faizinin de yüzde 7.75'ten yüzde 12'ye yükselmesinin tüketici, konut, taşıt kredileri ve mevduat faizlerine etkisi olacak.
Merkez Bankası ağırlıklı olarak yüzde 10 olan 1 haftalık repo faizinden fonlama yapılacağını açıklamasına rağmen Tüketici kredi faizleri zaten son Merkez Bankası verilerinde yükselmiş Piyasalar yüzde 9'luk faizi fiyatlıyordu. Yeni faiz artışı ile Fonlamada yüzde 1-1,5 artış, kredi ve mevduat faizlerine de 1-1.5 puanlık artışa yol açacak.
Konut kredilerine daha önceki yükselişler çok yansımadı bu alanda 1,5 puanlık bir yıllık faiz artışı yaşanabilir.
Bu artışlar kısa vadeli nakit kredi kullananlar, Ticari kredi kullananlar, Değişken faiz ile kredi kullananları olumsuz etkileyecek.
Bu arada Bankaların mevduat faizleri de artacak. Bu mevduat sahipleri (parasını faize yatıran için) iyi haber anlamına geliyor.Yine faiz artışı ile Kur artışının kesilmesi ticari işletmeleri faiz artışına göre daha çok nefes aldıracak diye düşünüyorum.
Peki, artan faiz oranları ne tür toplumsal etkiler yaratabilir?
Artan faiz enflasyonu körükleyeceğinden tüketiciler mal ve hizmetleri daha pahalı satın alacaklar.
Değişken faiz kredisi kullanılmış olanların bu durum kredilerinde faiz artışı olabileceğinden borçları yükselmiş olacak.
Peki, Biz tüketiciler ne yapmalıyız?
Zorunlu ve temel harcamalar dışındaki borçlanmalardan kaçınmalı,
İmkânları ölçüsünde tasarrufa yönelmeli
Tüketiciler, faiz artışına karşı dikkatli olmalı. Sabit faizlerle alınmış kredilerde faizlerin değiştirilemeyeceğini bilmeli bu tür kredileri var ise bunları takip etmeli
Tüketicilerin bankalara 243 milyar TL tüketici kredileri, 93 milyar TL kredi kartı borçları var. Faizdeki artırım bütün bu kesimlere yük getirecek Birçok bankadan Kredi Kartı Olan Tüketicilerin mutlaka kart borçlarını yapılandırıp kart sayılarını azaltarak harcamalarını kontrol altına almalılar
Konut kredisini sabit faizle almış olanlar varsa bu kararlardan etkilenmeyecekler, Ama değişken faizli kredi çekenler için önümüzdeki dönemde faiz yükü artacaktır. Değişken faizli kredi kullananlar Kredilerini sabit faize geçirme imkanları var ise bunu başka bir bankaya kredi aktarımı veya bankalarında yeniden yapılandırma ile sabit faize geçmeleri faydalarına olabilir.
Bankalardan döviz kredisi kullananların borcu bir gecede bu kararla yüzde 30 arttı. Aynı şekilde yurt dışına döviz borçlu olanlar ciddi sıkıntı yaşayacağa benziyor.
Şirketler Ne Yapmalı?
Bu faiz seviyesi yatırım ve işletme maliyetlerini artıracak,
Bütçesi olmayan bir işletme varsa mutlaka bütce oluşturmalı bütcesi olanlar bütce kontrolünü artırmalı,
Enflason etkisiyle oluşacak bütce açıklarını yok etmek için Pazarlama stratejilerini gözden geçirmeli daha çok karlı satma olanakları oluşturulmalı,
Kredilerini takip etmeli döviz kurlarını sabitleme imkânlarını araştırmalılar.
Faiz oranlarının yükselmesi hisse senedi fiyatlarını düşüreceğinden portföyünde hisse senedi olan firma bunu satmak yerine teminat olarak kullanmayı denemesi faydalı olabilir.
Kaynak : http://www.nevzaterdag.com/faiz-artisinda-tuketici-ve-sirket-ne-yapmali/
#FAİZ ARTIŞI#FAİZ ARTIŞINDA ŞİRKET#FAİZ ARTIŞINDA ŞİRKET NE YAPMALI#FAİZ ARTIŞINDA TÜKETİCİ NE YAPMALI#ŞİRKETLER NE YAPMALI#TÜKETİCİLER NE YAPMALI
0 notes
Quote
Tüm geniş çaplı insan işbirlikleri -modern bir devlet, orta çağda bir kilise, bir antik şehir veya arkaik bir kabile- insanların kolektif hayal gücünde yaşattıkları ortak mitler etrafında örgütlenmiştir. Kiliseler ortak dini mitler etrafında örgütlenir. Birbirini tanımayan iki Katolik, yine de birlikte bir haçlı seferine gidebilir veya bir hastane yapımına bağışta bulunabilir, çünkü ikisi de Tanrı’nın insan vücudunda canlandırıldığına ve günahlarımızı bağışlamak için kendisinin çarmıha gerilmesine izin verildiğine inanırlar. Devletler ortak milli mitler etrafında örgütlenir. Birbirini hiç tanımayan iki Sırp birbirinin hayatını kurtarmak uğruna ölümü göze alabilir çünkü ikisi de Sırp milletinin varlığına, anavatanına ve Sırp bayrağına inanır. Hukuk sistemleri, ortak hukuki mitler etrafında örgütlenir. Hiç tanışmayan iki avukat, ikisine de tamamen yabancı birini savunmak için bir araya gelerek güçlerini birleştirebilir, çünkü ikisi de yasaların, adaletin, insan haklarının ve elbette avukatlık ücretinin varlığına inanırlar. Yine de bütün bunların hiçbiri, insanların kendilerinin yaratıp birbirlerine anlattığı hikayelerin dışında gerçekleşmez. Evrende hiçbir tanrı, millet, para, insan hakkı, yasa ve adalet insanların ortak hayal gücü dışında var olmaz. İnsanlar “ilkellerin” toplumsal düzenlerini hayaletlere ve ruhlara inanarak oluşturduklarına ve her dolunayda bir araya gelerek kamp ateşinin etrafında dans ettiklerine inanırlar. Genelde anlamakta zorlandığımız şey ise modern kurumlanmızın da tamamen aynı prensip üzerine kurulu olduğudur. Örneğin özel şirketlerin dünyasını ele alalım. Modern çağın çalışan insanları ve avukatlar, aslında güçlü sihirbazlardır. Onlarla kabile şamanları arasındaki asıl fark modern avukatların çok daha tuhaf hikayeler anlatmalarıdır. Bu konuda Peugeot efsanesi iyi bir örnektir. Bugün Stadel Aslanı'na benzeyen bir sembol, Paris’ten Sydney’e tüm dünyada arabaların, kamyonların ve motosikletlerin üzerinde görülebilir. Bu, Avrupa’nın en eski ve en büyük otomobil üreticilerinden biri olan Peugeot’nun arabalarını süsleyen amblemidir. Peugeot hayatına Stadel mağarasına 300 kilometre mesafedeki Valentigney köyünde küçük bir aile şirketi olarak başladı. Şirket bugün dünya çapında 200 bin kişiyi istihdam etmektedir ve bunların çoğu birbirine tamamen yabancıdır. Bu yabancılar o kadar etkin bir işbirliği yapmaktadır ki, 2008’de Peugeot 1,5 milyondan fazla otomobil üretmiş ve yaklaşık 55 milyar Euro gelir elde etmiştir. Peugeot SA’nın (şirketin resmi adı) var olduğunu hangi anlamda söyleyebiliriz? Pek çok Peugeot markalı araç var, ama bunlar elbette şirketin kendisi değil. Dünyadaki tüm Peugeot araçlar aynı anda hurdaya ayrılıp metal hâline getirilse bile, Peugeot SA ortadan kalkmazdı, yeni arabalar üretip yıllık raporlar yayınlamaya devam ederdi. Şirket fabrikalara, makine parklarına, galerilere sahip ve bünyesinde tamirciler, muhasebeciler ve sekreterler istihdam ediyor, fakat tüm bunlar da Peugeot’yu oluşturmuyor. Bir felaket Peugeot’nun tüm çalışanlarını öldürebilir ve fabrikanın idari ofislerini ve üretim bantlarını yok edebilir. Bu durumda bile şirket borç alabilir, yeni çalışanlar işe alabilir, yeni fabrikalar inşa edebilir ve yeni makineler satın alabilir. Peugeot’nun yöneticileri ve hissedarları da var, ancak bunlar da şirketi oluşturmazlar. Tüm yöneticiler işten çıkarılabilir ve tüm hisseler satılabilir, ama şirket bu durumda da var olmaya devam edecektir. Tüm bunlar Peugeot SA’nın yenilmez veya ölümsüz olduğu anlamına gelmiyor elbette. Bir yargıç şirketin kapanması yönünde karar verirse, şirketin fabrikaları, işçileri, muhasebecileri, yöneticileri ve hissedarları yerlerinde kalırlar, ama Peugeot SA o anda ortadan kalkar. Kısacası, Peugeot SA’nm fiziksel dünyayla temel bir bağı yoktur. Peki şirket gerçekten var mıdır? Peugeot bizim kolektif hayal gücümüzün ürünüdür. Avukatlar buna “yasal kurgu” adını verirler. Elle gösterilemez, fiziksel bir nesne değildir. Ancak hukuki bir varlık olarak vardır. Tıpkı sizin veya benim gibi, faaliyet gösterdiği ülkenin yasalarına bağlıdır. Bankada hesap açabilir ve mal mülk edinebilir. Yergi öder, bünyesinde çalışanlar veya sahipleri tarafından dava edilebilir. Peugeot bir tür yasal kurgu olan “sınırlı sorumlu şirketler” kategorisindedir. Bu tür şirketlerin ardındaki fikir, insanlığın en dâhiyane buluşlarından biridir. Homo sapiens bin yıllarca bu şirketler olmadan yaşadı. Yazılı tarihin büyük bölümünde, mala mülke sadece etten kemikten yapılmış, iki ayağı üstünde duran, büyük beyinli insanlar tarafından sahip olunabilirdi. Eğer 13. yüzyıl Fransasında Jean diye biri yük arabası atölyesi kursaydı, bizzat kendisi iş yeri olurdu. Yaptığı bir yük arabası satıştan bir hafta sonra bozulsa, satın alan kişi Jean’ı şahsen dava ederdi. Jean iş kurmak için bin altın borç alıp işi batırsaydı, aldığı borcu ödemek için kendi şahsi mallarını satması gerekirdi: evini, ineğini veya toprağını hatta çocuklarını köle olarak vermesi bile gerekebilirdi. Borcunu kapa- tamaması durumunda da devlet tarafından hapse atılabilir veya alacaklıları tarafından köle yapılabilirdi. Jean atölyesinin ortaya çıkardığı tüm 1 durumlar için tamamen ve sınırsız olarak sorumluydu. Eğer o dönemde yaşasaydınız, bir iş yeri açmadan önce muhtemelen bir daha düşünürdünüz. Elbette bu hukuki durum girişimciliği baltalıyordu, insanlar ekonomik riskler alarak yeni iş yerleri açmaya çekiniyorlardı. Yeni bir iş yeri kurmak, insanların ailelerini tamamen muhtaç durumda bırakma riskini almasına nadiren değiyordu. Bu yüzden insanlar kolektif olarak sınırlı sorumlu şirketlerin varlığını hayal etmeye başladılar. Bu tür şirketler yasal olarak kendilerini kuran, şirkete yatırım yapan veya yöneten insanlardan büyük ölçüde bağımsız yapılardı. Geçtiğimiz birkaç yüzyılda bu tür şirketler ekonomik ortamın başlıca aktörleri hâline geldiler ve biz onlara o kadar alışmış durumdayız ki, onların hayal gücümüzde yaşadığını unuttuk. Sadece zihinlerimizde var olmalarına rağmen, hukuk sistemlerimiz onları yasal ve adeta etten kemikten yapılmış yaratıklar olarak tanır. 1896’daki Fransız hukuk sistemi de, testere, bisiklet ve yay imal eden bir metal işleme atölyesini ailesinden miras olarak devralan Armand Peugeot otomobil işine girmek istediğinde bu şekildeydi. O da bu amaçla sınırlı sorumlu bir şirket kurdu. Kendi adını verdiği şirket, kendisinden bağımsız bir varlıktı artık. Arabalardan biri bozulduğunda, satın alan kişi Peugeot’yu dava edebilirdi, ama Armand Peugeot’yu değil. Şirket milyonlarca frank borç alıp iflas ederse Armand Peugeot yatırımcılarına tek bir frank bile borçlu değildir. Zira borç, Homo sapiens Armand Peugeot’ya değil, şirket Peugeot’ya verilmiştir. Armand Peugeot 1915 ’te öldü. Şirket olan Peugeot ise hâlâ hayatta ve gayet iyi durumda. İnsan olan Armand Peugeot, şirket olan Peugeot’yu nasıl kurdu? Büyücülerin ve sihirbazların tarih boyunca tanrıları ve şeytanları yarattığı gibi ve yine binlerce Fransız Katolik papazın her pazar günü kilisede İsa’nın vücudunu yeniden yarattığı gibi. Tüm olay hikayeler anlatmanın ve insanların bu hikayelere inanmasını sağlamanın etrafında gelişti. Fransız papazlar açısından önemli olan hikaye, Katolik Kilisesi’nin anlattığı şekilde İsa’nın yaşamı ve ölümüydü. Bu hikayeye göre, kutsal kıyafetlerini giymiş bir Katolik papaz doğru kelimeleri doğru anda ağırbaşlı bir şekilde söylediğinde bildiğimiz ekmek ve şarap Tanrı’nın bedeni ve kanına dönüşür. Papaz heyecanla “Hoc est corpus meum!” (Latince “Bu benim bedenim”) der, ve hokus pokus, ekmek İsa’nın bedenine dönüşür. Papazın titizlikle ve gayretle tüm prosedürü izlediğini gören milyonlarca imanlı Fransız Katolik de, Tanrı’nın gerçekten kutsanmış ekmek ve şarapta yaşadığına inanır. Peugeot SA ile ilgili asıl hikaye ise Fransa Parlamentosu tarafından yazılmış Fransız yasalarıydı. Fransız yasa yapıcılara göre, sertifikalı bir avukat tüm gerekli prosedürleri ve ritüelleri uyguladığında, gerekli tüm yeminleri ve sözleri güzelce süslenmiş bir kağıda yazdığında ve dokümanın altına kendi şatafatlı imzasını attığında, hokus pokus, yeni bir şirket kurulmuş olur. Armand Peugeot 1896’da şirketini kurmak istediğinde bir avukata para ödeyerek, tüm bu kutsal aşamaları geçmesini sağladı. Avukat tüm gerekli prosedürleri ve ritüelleri uygulayınca, yeminleri ve sözleri alt alta yazınca, milyonlarca Fransız, Peugeot şirketi gerçekten varmış gibi davranmaya başladı. Etkili hikayeler anlatmak kolay değildir; zorluk hikayeyi anlatmakta değil, herkesin hikayeye inanmasını sağlamaktadır. Tarihin büyük kısmı şu soru etrafında döner: Birileri, milyonlarca insanı tanrılara, milletlere veya sınırlı sorumlu şirketlere inanmaya nasıl ikna eder? Bu başarıldığında Sapiens’e olağanüstü büyük bir güç verir, çünkü bu milyonlarca yabancının ortak bir hedef uğrunda işbirliği yapmasını ve birlikte çalışmasını sağlar. Kendi aramızda, sadece fiziksel olarak var olan şeylerden, örneğin nehirlerden, ağaçlardan ve aslanlardan bahsedebilseydik eğer, devletlerin, kiliselerin ve hukuk sistemlerinin kurulmasının ne kadar zor olacağını bir düşünün.
Hayvanlardan Tanrılara Sapiens -Yuval Noah Harari
1 note
·
View note