#bence kesin varlar
Explore tagged Tumblr posts
Text
KADIN
Yıl 2022... Ve Ne yazık ki hâl�� kadın veya erkek diye bir insan türünün diğer türüne varlık gösterme, kanıtlama çabası ve hak arayışının olması bile ne yazık ki mağara çağından bir adım öteye gidemeyen insanoğlunun evrimini tamamlayamadığının göstergesidir...
EY ADAMLAR!!
Yaradılış olarak; erkeğin bir kemiğinden yaratılma hikayemiz zaten ders niteliğindedir.
Ey Adamlar; Tanrı size kadını koru, kolla, etin kemiğin gibi bak ona, o senin diğer yarın onu bul ve insanlığını tamamla, insan ol, adam ol dedi... Adam olan anlar...
MAĞARA ADAMI
Ateşi buldular, maymundan evrildiler ama orda kaldılar.. Sonra bu mağara adamları baktı seksi olandan güçlü ben bunu yerim dedi pis kaba sakallar... Hâlâ bu kıllı tüylü, kendi geliştiremeyen mağara adamlarıyla mücadele etmeye devam ediyoruz... Hepsini aynı kefeye koymuyoruz tabi ama dert yandığımız yontulmamış cinslerine karşı tepkimiz büyük.. Bunları biyere mi kapatmalı, bir insanlık dersi mi vermeli ama kesin bir çaresi bulunmalı artık bence...
Benim atalarım amazon kadınları bunları bir dövdü etti kendine getirdi.. Ama yok bunlardan adam olmayacağını tarihler bize gösterdi...
Hepsi değil ama hâlâ vahşi, hoyrat, avaz avaz, ilkel, uzvuyla kendini üstün zanneden, sahada yedek oyuncu bile olamayacak zavallı herifler, her istediğini yapabileceğini zanneden kaba saba gavat adamlarla dolu bir dönemde yaşar hale geldik....
Her konuda; işte, aşkta, arkadaşlıkta hep onlarla bir mücadele içindeyiz.. Kadınla rekabet içine giren, tripler atan, çemkiren, ağız dalaşına giren, carcar üstünlük taslayan ahhh bu erkeklere ne oldu dedirten türleri kadınları canından bezdirdi..
"Kadınlar Çiçektir.." diyip çiçeğin hesabını yapan VAR-YEMEZ amcalar sizi de unutmadık.. Pinti olmayın.. Parktan bir çiçek toplayın da mutlu edin kadını.. Mutlu etmek isteyen bir yolunu bulur...
Tabi sözüm beyfendi, bir kadına nasıl davranacağını bilen, el üstünde tutan, kadın-erkek dengesini çok iyi ayarlayan, anlayışlı, sabırlı, ağırbaşlı, düzgün adamlara değil.. Bu türden çok az kaldı ama varlar...
(NOT: Feminist değilim.. Birgün bu türden birine aşık olup evlenicem tabi tepemi attırmazlarsa :))
Yalancı, sahtekar, karaktersiz, insanlıktan nasibini almamış, türünün hakkını veremeyen bizi böyle kendimizi hatırlatmak zorunda bırakan, kadına hem fiziksel hem psikoloji şiddet uygulayan tüm yobaz erkekleri kınıyorum..
MAĞDUR KADINLAR;
Kalbimizi derinden yaralayan, duyunca, okuyunca insanlıktan soğutan kadın cinayetlerinin, kadına hertürlü şiddetin son bulmasını tüm kalbimle diliyorum... 🙏🏼
Tüm Güçlü Kadınlar; Günümüz kutlu olsun...
Ayşenur Demirkan
0 notes
Text
Sevgi üzerine içimdeki tamamlanmamış boşluklar
Dolduramıyorum içimdeki boşluğu bir türlü! En başta kendime değer vermeyi bilmiyorum. Sevmeyi bilmiyorum aslında. Muhtemelen yeterince sevilmediğimi düşünüyorum. Peki sevgi ne tam olarak? Yani insan tamamlanmak için ne kadar sevgi görmeli ya da sevmeli? Aile sevgisini bir başkasından alabilir mi? Sevgilisi ya da arkadaşları sevgi kategorisinde tam olarak nerede? Peki ya ilahi sevgi? Ben de cevaplayamıyorum kendi sorularımı. Herkesin sevgisi kendine özel, orası kesin. Tolstoy, insan sevgi ile yaşar diyor. Einstein bütün teorilerinin yanında öldükten sonra kızına bıraktığı bir mektupta aslolanın sevgi olduğunu; onun görünmez bir kuvvet bir ışık olduğunu, insanın sevgi için yaşayıp öleceğini söylüyor. Ve okuduğum, yazdıklarına değer verdiğim yüzlercesi daha.
Tanrı sevgisi,
Koşulsuz sevginin en önemli örneği sanırım. Görmüyoruz ama hissediyoruz, inanıyoruz ki bu en zor olanı. Din, mezhep ya da ibadet bunları aşıyor tanrı sevgisi. Içimde bir yerlerde hissediyorum ama ne çok yakın ne de çok uzak. Sanki yeterince benimle değil gibi bazen ve bazen de benimle olamayacak kadar uzak. Burada da tam bir doyuma ulaşamıyorum, inanıyorum sorguluyorum da zaman zaman; hasarlı bir sevgi farkındayım. Bir mucize ya da işaret beklemek değil benimki, kendi sevgi sorunsalımı anlamlandırmaya çalışıyorum. İnsan tam sevdiğine nasıl emin olur? Nasıl bir his bu onu bile bilmiyorum. Evet içimde yoğun bir inanç ve kabullenme duygusu var ancak tam bir tamamlanma değil. Özetle Tanrıya inanıyorum ama sevmiyorum, diğer bir deyişle sevgimi yeterli bulmuyorum, tanrı nasıl sevilir onu da bilmiyorum . İnanmak sevmenin yarısı ama tamamı değil, koca bir boşluk var diğer yarımda.
Anne sevgisi,
Diğer bir koşulsuz sevgi örneği daha. Anneler; kürkçü dükkanları. Ne yaparsak yapalım ne olursak olalım hep bizimleler, hep telefonun diğer ucundaki ses, kapının ardındaki güven duygusu, mutfaktan gelen akşam yemeği ya da yeni yıkanmış çarşaf kokusu, ilkokulda önlük ütüleyen lisede test kitabı düzenleyen, üniversitede babayla arada köprü olan canım annem. Seni çok seviyorum ve daima seveceğim; bu dünyada ve bir baska dünyada da. Hakkın ve emeğin neyle ölçülür bilmiyorum, anne olsamda anlayamam gibi geliyor. Çünkü ben sen olamam, senin gibi olamam, daha iyi mi daha kötü mü olurum bilmiyorum ancak senin yerin içimde çok farklı bir yerde bunu biliyorum. Sana inanıyorum ve seni seviyorum ama yine de tamamlanmış bir sevgi olmadığını, içimdeki boşluğu bu sevginin doldurmadığını, yarım bir sevgi olduğunu da görüyorum malesef. Koca bir boşluk daha var içimde bir yerlerde hissediyorum..
Kardeş sevgisi,
Kalabalık bir ailem var, şanslı görürüm kendimi bu açıdan. Tek çocuk olmanın ya da bir kardeşe sahip olmanın da güzel yanları vardır eminim ancak kız ve erkek kardeş duygusu çok ayrıdır bence. Her şeyi paylaşırsın onlarla; küçükken daha maddi somut şeylerdir ama yaş aldıkça bunlar daha manevi daha değerli şeyler oluverir, daha güzelleşir anlam kazanır. Dürüstsündür onlarlayken, kendin gibi, nereden geldiğin özün bellidir çünkü. Aynı evin aynı değerlerin düzenin yetiştirdiği bireylersinizdir, elbette yetişkin oldukça yollar ayrılır sırlar belki küçük farklılıklar olur ki olmalıdır da ama yine de seni bu hayatta en iyi bilenlerdendir kardeşlerin. Saatlerce yapılan telefon görüşmeleri, balkondaki hoş sohbetler, fikir paylaşımları, düşünce ayrılıkları hepsini yaşarsın, sevgileri bambaşkadır. Kıyaslayamacağım bir sevgi içimdeki kardeş sevgisi ne çok tam ne de çok eksik.
Karşı cins sevgisi (eş- sevgili),
Koşulsuz diyemeyeceğim bir sevgi benim için. Arada karşılıklı bir sevgi varsa, geri kalan her şey karşılıklı olmaya başlıyor; mutlu olduğun kadar ve sürece mutlu etmeye başlıyorsun ki bu da bu sevgiyi hasarlı yapıyor. Ne kadar ekmek o kadar köfte misali! Taraflardan biri daha uyumlu daha yapıcı olduğunda diğeri kıymet bilmiyor; herkes kendi borusunu öttürme derdinde. Çok sevgi fazla sevilme bencil yapıyor, kaybetme korkusunu yok ediyor hatta kimi zaman saygıyı da. Tabi bu hep böyle olmuyor; bazen çok sevildiğimde bütün zırhlarımı duvarlarımı yıkabiliyorum, teslim oluyorum. Bu karşılıksız oluyor içimde, huzurla doluyorum, içimi ısıtan bir güven duygusu, kısmen tamamlanma hissi, diğer yarını bulma hazzı.... bazen uzun sürüyor hiç bitmeyecek gibi, bazense kısa daha dün başlamış gibi, yine de o boşluklardan bir tane daha kalıyor geriye. Çok sevdiğimde de koşullu bir duyguya girdiğimde de bu boşluk aynı kalıyor, esnek bir çember belki de kimi zaman daralan genişleyen kimi zaman da uzayan kısalan....
Arkadaş sevgisi,
Hep bizimle olan gerçek dostlarımız, bazen okul hayatından bazense iş hayatından geriye kalan en güzel destekçiler. Kan bağı olmayan kardeşlerimiz.. Attığımız birçok adımı danıştığımız, fikirlerine, sohbetlerine her zaman ihtiyaç duyduğumuz gizli kahramanlar. Bu kadar değerli bir ya da iki dostum var aslında. Seyahatlerimi daha anlamlı kılan, her güzel anımı paylaştığım, eleştirildiğimde kırılmadığım, sevincimi kendi sevinci gibi yaşayan, omzunu elini her zaman hissettiren, bazen yanıbaşımda bazen telefonun ucundaki değerli dostlarım; iyi ki varlar. Sizleri çok seviyorum. Içimde size ayrılmış derin bir sevgi var ve hep orada olacak. Ama boşlukla, tamamlanmadan biraz yarım biraz eksik..
Hayvan ve doğa sevgisi,
Kendimi bildim bileli çok sevmişimdir hayvanları; köpek, balık, geyik, arı ve en çok da inekleri, hepsini. Iki - iki buçuk yıl kadar evimde köpek bakmaya cesaret edecek kadar büyük içimde köpek sevgisi, sokaktaki herhangi bir köpeği durup korkmadan dakikalarca sevebilirim. Belgeseller hep ilginç gelmiştir; bizim gibi olduklarını, hayatta kalmak için nelere göğüs gerdiklerini, aile sürü yapılarını, vahşi hayattaki düzen ve kurallarını hayranlıkla seyretmişimdir. Büyük bir şehirde yaşadığım için doğa hayatıyla çok içli dışlı olamıyorum ne yazık ki. Bazen yürüyüş yapma fırsatı bulabiliyorum ama belediye tarafından ayrılan koşu yolunda malesef. Hep özenmişimdir yaşadıkları yerin yanıbaşında yeşil bir alanda yürüyecek koşacak alanı olanlara. Sabahın erken saatinde kalkıp, spor ayakkabılarım ve en sevdiğim müziklerimle, yemyeşil bir alanda doya doya yürümek, düşünmek, derin nefes almak isterdim. Belki bu alışkanlık ruhumu biraz daha iyi ve huzurlu yapabilirdi ve bedenimi de. Ait olduğumuz ve nihayetinde döneceğimiz yer olan doğaya keşke biraz daha yakın olabilseydim, daha çok ağaç, daha yoğun rüzgar, yaprak sesleri, su izlemek biraz ve biraz da toprak kokusu....
Sanat sevgisi (fim, müzik ve edebiyat),
Kitapların, filmlerin ve şarkıların hayatımdaki yeri çok büyük; okumak, seyretmek ve dinlemek ne güzel eylemler. Bunları yapabildiğim için ne kadar şükretsem az. Tabi spor, dans ve resim de var ama ne yazık ki bunlarda pek başarılı olamadım hiçbir zaman. İyi bir okuyucu olduğumu düşünüyorum nacizane. İlkokuldan beri düzenli okuma alışkanlığım vardı, o zamanlar şekillendi diyebilirim, okumayı seven ebeveynlerim yoktu benimki biraz kendiliğinden kazanılan bir alışkanlık oldu, iyi ki de oldu. Başlarda kaçıştı küçük hikayelere, sonraları büyük romanlara; daha sonra iyice seçici olmaya, ne okuduğumun edebi değerini bilmeye kadar sürdü. Edebiyat bir serüven sanırım; başladıktan sonra size binlerce kapı açıyor, yönünüz değişiyor ama hiç bitmiyor. Bazen durup dinlensem de hep sürüyor bu yolculuk, sürsünde. Evimde hep bir kitaplığım, kütüphanem oldu bireysel yaşamaya başladığımdan beri. Okudukça aldım aldıkça okudum, biriktirdim, paylaştım, hediye ettim, hediye aldım.
Filmler ve izlenmeye değer diziler de önemlidir benim için. Öyle hayatımı kökünden değiştiren ya da bir dönüm noktası diyeceğim bir film olmadı hiç. Zaten hiçbir filmin o kadar etkili olacağına da inanmam. Ama yaşamıma anlam katan; bana hiç bilmediğim görmediğim kişilerin, hayatların, koşulların veya kültürlerin iki saate sığdırılmış kesitleri çok şeyler öğretti. Yadsınamaz bir bakış açısı katmıştır çoğu film, tabi bazılarını ayrı bir yere koyarım hiç unutmamak üzere. Bir de büyülü bulurum sinemayı... oyunculuk, senaryo, kostümler, dekor, çekildiği yer. Hep bir hayranlık vardır içimde gizliden.
Ve müzik... olmasaydı ne yapardık bilmiyorum! Müzik çok başka bir şey hakikaten; yani her an dinlenebiliyor, sokakta, okulda, işte, yatakta, yemekte, sporda ya da araba da.. nasıl hissetiğimiz veya modumuz belirliyor şarkıyı-türküyü. Gözlerimizi de kapatırız bazen, eşlik ederiz duşta ya da hiç farketmeyiz arka fonda. İyi ki var şarkılar ve ne güzel duyabiliyoruz.
Vatan sevgisi,
Kendimi hep milliyetçi görmüşümdür, ne aşırı ne de azımsanacak kadar az. İnsan doğduğu yere aittir; oranın ekmeğini yemiş suyunu içmiştir, kültürü oradan almıştır, kişiliğinin bir bölümü orada şekillenmiştir,anılarını kendi vatanında edinmiştir. Kopabilir kişi elinde olmayan ya da tercihi sebeplerle. Ama ne olursa olsun doğduğu yeri vatanını ayrı bir sever, unutamaz. Hep başka bir ülkede yaşamak istemişimdir ama kısa süreliğine; hiçbir zaman ülkemi terkedip gitme hayalim olmadı içimde, maddi ya da manevi şartlar ne kadar cazip olursa olsun, hayallerimi hep kısa süreli yaparım, geri dönemezsem ne yaparım korkusundan. Vatan sevgisi çok ayrıdır ben de; herkeste var mı bilmiyorum ama olmalı diye düşünüyorum. Ama yine de kopamasam da gitmeyi düşünüyorsam çok da bağlayıcı tamamlayıcı bir sevgi olmasa gerek. Vatan haini olmayacak kadar çok seviyorum seni ülkem diğer yandan da başka bir ülkede uzun süre yaşamayı isteyecek kadar da az..
Başlıkları daha da arttırabilirim aslında; yine de hiçbir sevgi kimi ya da neyi olduğu önemli değil ruhumu tatmin etmiyor. Hiçbiri diğerini kapatmıyor, eksiltmiyor yahut arttırmıyor. Hep içimde o yarım kalmış, buruk bir his. Geçmiyor bir türlü. Bir arayıştayım ve bu içsel bir çaba. Ama beni nereye götürüyor bilmiyorum..
0 notes
Text
Ali Kemal’in Yıldız şeysiii :)
Vatanım Sensin bence en büyük hatalardan birini Cevdet’in çocuklarının yaşı konusunda yaptı.Malumunuz en büyük çocuğu Ali Kemal, aslen bir Yunan.Osmanlı’nın başına buyruk paşalarından Eşref’in bir Yunan köyünü basması sonucu,yanan bir evde kimsesiz olarak Cevdet tarafından bulunmuş,sahiplenilmiş ve evlat kabul edilmiş. Ali Kemal nam- ı diğer Dimitri, Veronika ve Vasili’nin yıllar önce kaybettikleri en büyük çocukları,diğer çocukları ise Leonidas yani Teğmen Leon.Çocukların yaşları konusunda dizide bir karmaşa var.İlk bölüm bize 10′lu yaşlarda Ali Kemal, 9′lu yaşlarda Yıldız,ondan en fazla 2 yaş küçük olan Hilal verildi.Çocukların yaşları konusunda kesin bir rakam verilmedi Leon dışında. 11 ya da 12.bölümde kaçırılan Leon’un boynundan alınan künyesinden öğrendiğimize göre İzmir’e gelmiş genç teğmen daha 20 yaşını doldurmamış.Buna mukabil köyleri yanarken Leon’un anne karnında, Dimitri’nin ise daha bebek olduğunu biliyoruz.Bu verilere göre de Dimitri yani Ali Kemal en fazla 22 yaşında oluyor.
Bununla birlikte tarihi veri olarak bildiğimiz net rakam ise Cevdet’in Selanik’te vurulması ve Azize’nin çocukları ile İzmir’e göç etmesinin üstünden 7 yıl geçmiş.22 yaşlarında olan Ali Kemal, Selanikten ayrıldıkları gün ,aynı zamanda üvey evlat olduğunu öğrendiği gün en az 14 yaşında oluyor.Bu da bizi o gün 12 yaşlarında olan Yıldız’a ve 10 yaşlarında olan Hilal’e götürüyor.Senaristlerin yaptığı büyük hata da burada devreye giriyor.Öncelikle karakterlerin çocukluklarını oynayan çocuk oyuncular,karakterlerin sahip oldukları yaştan küçük görünüyorlar.Öte yandan bu yaş durumunun yaşatacağı bulanıklığı tahmin edemeyen senaristlerin yaş hususunda gerekli dikkati vermediklerini görüyoruz zira birazdan yazacaklarım, geçiştirilen bu yaş mevzusunun ne kadar abuk bir duruma neden olduğunu gösterecek.
Büyük Ali Kemal, kız kardeşlerinden Yıldız’a aşık, öyle söyleniyor.Öyle söyleniyor da ortada bir durum var.Yukarıda yazdığım verilerin ortaya çıkardığı gerçek var; Ali Kemal ilk ergenlik dönemine kadar yani 14 yaşında kadar Yıldız’ı öz kardeşi bilmiş,Yıldız da Ali Kemal’i.Bu durumun üstüne bir de Ali Kemal’in o evde sürekli tutulması mevzusu var.Yani Ali Kemal, aileden uzaklaşmamış, 7 yıl boyunca ailenin öz erkek evladı olarak, ailenin içinde varlığı kabul edilmiş.Eğer yatılı okula verilmiş olsa ve aile ile bağ bir nebze olsa kopartılmış olsa, durum kabul edilebilir olacak ama sevgili ex senaristlerimiz onu da yapmamış.14 yaşında üvey olduğunu öğrenen Ali Kemal , 7 yıl boyunca o evde evlat olmuş ve premier bölümünde Hacı Miyalis’in sözlerine bakılırsa, son 1 senede de içkiye falan sarılıp,agrasifleşmiş.Dizinin pilot bölümünde meyhanede geceleyen,sabah eve dönen , Yıldız’a karşı bişeyler besleyen ama açılamayan, bu nedenle de daha da kabuğuna çekilen Ali Kemal verdiler.14 yaşına kadar öz kardeşi olarak gördüğü Yıldız’ı her ne olduysa ,başka gözle bakmaya başlamış çocuk.
Diğer yanda ise daha çocukken güzelliğinin farkında olan,bununla küçük kız kardeşini ezen, 10 yaşına kadar Ali Kemal’i öz ayabey bilen ve büyüyünce Ali Kemal’in ilgisinin farkında olup,bunu kaşımaktan çekinmeyen ama engin hayalleri için ihtişamlı bir evlilik yapmayı hedefine koyan Yıldız’la diziye merhaba dedik.Yıldız, dizide güzel... güzel işte.Hayatını kurtarma yolu olarak güçlü bir erkeğin maddi ve namevi himayesi altına girmeyi seçen,kendinden başka etrafında olan olaylara pek aldırış etmeyen,flörte açık, erkek tavlama konusunda usta bir genç kadın.Fikirsel olarak bazı konularda çağının ilerisinde düşünceleri var ama sadece varlar :) Düşüncelerini eyleme geçirme gibi bir niyeti yok.Yıldız, zengin bir adamla evlilik yapıp, saygın bir hayata kavuşmak arzusunda.Daha sonra aile ile ilgili bir gerçek öğreniyoruz.Evin en küçüğü Hilal erken doğmuş ve ebeveynler haliyle üzerine titremişler.Zaten ilk bölüm cepheden eve dönen Cevdet’in kızlarına sarılırken özel olarak Hilal’in ismini zikretmesi,gece çocuklarını kontrol ederken kızı Hilal’le kurduğu diyalog da bunu gösteriyor.Büyük Hilal, Yıldız’ın aksine kendine ülkü edinmiş, bu uğurda üreten ve çarpışan bir karakter.Yıldız’ın sözlerine bakılırsa da Hilal’e itimad tam ama Yıldız konusunda aile daima şüpheci.Bu da beni çocukluktan beri üzerine titrenilen Hilal’e fallik dönem öfkesini biriktiren ve ne kadar sevse de kardeşi ile yarış içinde olan, kardeşinin vasıflarına sahip olmadığı için kardeşini sahip olduğu tek vasıf güzellik ile ezen Yıldız’a götürdü. Dönelim yine Ali Kemal’e,cinsel uyanış döneminin ilk etkinlik yıllarında üvey olduğunu öğrenen Ali Kemal, yaşadığı kimlik bilinmezi ile yine kendini cezalandırmak için sanırım ilk cinsel figür olarak en yakınını Yıldız’ı seçmiş bence.Buna bir de baba figürünün yerini doldurması için erkek olarak hanede tutulan Ali Kemal’in,küçük kardeş Hilal’e olan bağlılığı ve Hilal’in odak noktası olmasından dolayı öfkeli olan Yıldız’ı eklediğimiz zaman ortaya tek sonuç çıkarıyorum ben şahsen. Ali Kemal’in cinsel uyanış döneminde, Ali Kemal’i kendine bağlayacağı en etkili vasfı güzelliğini kullanan Yıldız’a karşı Ali Kemal’in kayıtsız kalamaması ama ailedeki öz kabullenme durumunun verdiği vicdan yükü ile Ali Kemal’in Yıldız’a dokunanaması.Bu döngünün en nihayetinde Yıldız’ı Ali Kemal için yasak elma pozisyonuna sokmasıdır. Figüre dokunamama , tatmin edilmeyen dokunma arzusu, duyulan vicdani öfke ve bocalama ile elimizde Yıldız’a “çok güzelsin beeee “ demekten başka hiçbir anlam yükleyemeyen Ali Kemal kalıyor. Uzun sözün özü , Ali Kemal’in Yıldız şeysi ruhani anlamda aşk’tan ziyade ilk cinsel uyanış döneminin ilahi figürü Yıldız’a dokunamamanın verdiği tatminsizlik duygusundan öteye gitmiyor. Bu da bizi Yıldız’a temasta tatmin sağlayan Ali Kemal’in, doygunluğa ulaşınca ,gerçek anlamda duygusal vasfı başka bir kadında bulma olasılığına götürüyor.O kadın kim mi ? Baş harfi Eleni ;)
editt:izleyicinin bir kısmı Ali Kemal - Yıldız ilişkisini Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’una benzetiyor.En nihayetinde Yusuf ta Muazzez’in ardından hemen yeni hayatına alışmıştı ;)
4 notes
·
View notes
Text
Gökyüzü neden karanlıktır?
Bence de çok güzel bir soru. Sizce nedir bunun sebebi?
Güneş ışığı gelmediği için dediğinizi duyar gibiyim. Çok güzel bir cevap olurdu. Işık yok ve bu yüzden karanlıktır. Güneş bir yıldızdır ışık geliyor gündüz oluyor falan da diyebilirsiniz.
Gökyüzündeki yıldızlara bakıyoruz ve aralarındaki boşluklar karanlık ama kendileri ışıyor öyle değil mi?
Peki gökyüzünde ne kadar yıldız var? Gördüğümüz kadar mı?
Hayır. Çok daha fazlası. O kadar fazla ki biz nereye bakarsak bakalım yıldızları görmeliydik. Yani gökyüzünün tamamı aydınlık olmalıydı. Aralardaki o siyahlıklar olmamalıydı.
Peki neden varlar?
Fizikçiler bunun cevabını çok eğlenceli bir biçimde veriyorlar:
“O boşluklardaki yıldızların ışıkları henüz buraya kadar gelmedi.”
Yani ışık hızı yüzünden o yıldızların ışığı henüz bize gelmedi. Bu yüzden gökyüzünün bazı bölgeleri karanlık.
Einstein’a göre ışık hızı evrende ulaşılabilecek en yüksek hızdır ve bu evrende bu hızın ilerisine geçebilmek mümkün değildir.
Peki o yıldızların ışıkları henüz bize ulaşmadıysa biz onların orada olduklarını nereden biliyoruz?
İşlem yaparak. Yani elimizde ışıktan hızlı bir şeyimiz var.
Gözlem.
Gözlemlemek fiil olarak yapılabilecek en üstün harekettir. Bu evrende yapılan en kesin harekettir. Çünkü bu evren gözlemlendiği takdirde zamanın ve mekanın kuralları anlaşılır. Gözlemlenmediği takdirde ise zaman ve mekan yoktur.
Şöyle bir örnek vereyim. Şu an bulunduğum şehirde saat 22:45. Şu an dünyanın başka bir yerinde saat sizin de bildiğiniz gibi çok daha farklı. Fakat zamanın göreceliği bu değildir. Bu saat farkıdır. Hemen atlamayın :). Anlatmaya çalıştığım şey bundan çok daha bağımsız olacak.
Şu an İstanbul’da iki kişi saatlerini aynı saate, dakikaya, saniyeye hatta saliseye ayarlamış olsaydı ve bu kişilerden bir tanesi yıl içinde Amerika'ya taşınmış olsaydı. Bir sene sonra saatleri tam saliselerine göre hesaplasaydık aralarında fark görecektik. Çünkü bir tanesi için zaman daha farklı hızda geçmiştir.
Dünyanın kütlesi uzayda bükülme yaptığından dolayı zamanı büker. Ayrıyetten dünyanın üzerindeki kütlede bir büküme sebep olduğu için zaman dünyanın her yerinde aynı anda akmaz. Kutupta ilerleyen zaman çizgisiyle şu an bulunduğum şehirdeki zaman çizgisi birbirinden bağımsızdır.
Bu durumda herhangi iki mekan arasındaki zaman çizgisi de birbirinden bağımsızdır. Yani şu an oturduğum koltuk yerine bir metre kenarda otursaydım farklı bir zaman geçiyor olacaktı. Mikro ölçeklerde bir farklılık ama farklılık. Zamanın göreceliği işte budur.
Bu kadar şey anlattım. Bir yere gelmek üzereyim. Gözlem.
Gözlemi kim yapıyor?
İnsan.
Yani ben, sen, o.
Zaman herkes için farklı aktığından herkes farklı bir gözlem yapıyor.
Bu durumda benim gözlemlediğim evrenle sizin gözlemlediğiniz evren aynı olur muydu?
Hayır.
Ki bu da kanıtlanmıştır.
Yani gözlem herkese göre değişiyorsa ve kesin ve tek bir gözlem yoksa, kesin ve tek bir bilgi var mıdır?
En azından gözlemlenebilir evrende yoktur.
0 notes